Şampiy10
Magazin
Gündem

Şehit mezarındaki gelinlik!

Geçen Cuma günü VATAN’ın birinci sayfasında Kuzey Irak’ın Zap bölgesindeki çatışmada şehit olan 26 yaşındaki Uzman Çavuş İlhan Sezer’in vasiyeti toplumun yüreğini bir kez daha kanattı.

Şehidimiz 9 günlük evlilik izninin bitmesine 2 gün kala birliğinden geri çağrılmış, bir hafta önce evlendiği eşine söylediği “şehit olursam gelinliğini mezarıma ört” vasiyeti yerine getirilmişti.

Türk askeri Güneydoğu’da, Kuzey Irak’ta, Kuzey Suriye’de, Hatay’ın bitişiği İdlib’de PKK terör örgütü ile karşı karşıya.

Geçtiğimiz Pazar günü de Van Başkale’de 1 askerimiz şehit oldu, 2’si yaralandı.

Suriye ve Irak’taki PYD-Barzani yayılması bize zarar vermesin diye İdlib’deyiz, bu kez Suriye Hükümeti Türkiye’yi “saldırganlıkla” suçluyor ve TSK’nın topraklarını derhal terk etmesini istiyor.

Bu durumda Suriye ile çatışma başlarsa, işin içine Rusya da girmeyecek mi? Durum çok zor görünüyor.

Bunları ABD yaşıyor olsaydı acaba sebep olanlara nasıl bir fatura ödetirdi?

Tebrik ediyor

Onun desteğiyle güçlenen PKK Suriye sınırımızın bitişiğine bayraklarını çekiyor, Öcalan posterleriyle gösteriler yapıyor.

Son olarak PKK-PYD ile birlikte Rakka’yı “DEAŞ’tan temizleme” operasyonunu da kolayca!! hallettiler ve “PYD ile PKK farklıdır, biz PYD’yle müttefikiz” dedikleri PYD’liler ellerinde PKK bayrakları ve Apo posterleriyle bir gösteri daha yaptı.

ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ise “Rakka’yı DEAŞ’tan aldıkları için” PKK-PYD’yi tebrik etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’yi kast ederek “Lafa geldiğinde PKK terör örgütüdür diyorsun, bunu nasıl izah edeceksin” sözlerinden sonra ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü, Rakka’daki poster için “kınıyoruz” dedi.

Hangi istikrar?

Aynı sırada ABD Ankara Büyükelçiliği’nin “PKK terör örgütü listesinde. ABD Hükümeti terörizme karşı savaşta ve bölgesel istikrarın arttırılmasında Türkiye ile yakın çalışmaktadır” açıklamasını duyduk.

Tabloya bakınca, ABD Dışişleri PKK’yı tebrik ederken, Pentagon ve Büyükelçiliğin tam aksini söyler gibi yaptığı görülüyor.

ABD Hükümeti acaba “hangi terörizme karşı ve kimlerin istikrarı için” Türkiye ile yakın çalışmaktadır?

Türkiye, Güneydoğu Anadolu’da PKK terörü altındayken, her gün şehitler verirken Amerika’dan terörizme karşı bir destek görmedik. Irak ve Suriye karmakarışık oldu, her ikisinin kuzeyi Türkiye için daha büyük tehlike haline geldi.

Barzani’nin yanında!

“Rakka’yı alınca Araplar’a vereceğiz, PYD çıkacak, verdiğimiz silahları da iade edecek” dediler, PYD Rakka’da bayram yapıyor.

Irak ordusu Kerkük’ü Barzani’den alırken Arizona Senatörü John Mc Cain Irak ordusuna “Kerkük yakınlarındaki peşmerge güçlerinin bulunduğu noktalara ilerlemeyi durdurun” çağrısı yaptı.

ABD ne kadar örtmeye çalışsa da “Irak’ta Barzani’nin, Suriye’de PYD-PKK’nın yanında olduğunu” gizlemeyi başaramıyor.

Amacı bölgesel istikrarı korumak mı, yoksa bölgeyi istediği şekle sokmak mı, önemli olan bu sorunun cevabıdır!

Yazının devamı...

Karmakarışık bir gündem!

Bugünlerde iç ve dış politika gündemi o kadar iç içe geçti ve her konu o kadar çetrefilli ki hiçbir şey yeterince anlaşılamıyor.

“Müftülüklere nikah kıyma yetkisi veren düzenleme”nin nedeni anlaşılamadı. Belediyelerde kıyılan nikahlar konusunda bir şikayet olmadığı halde neden birdenbire böyle bir düzenlemeye gerek duyulduğu sorusu hala tartışılıyor.

Medeni Kanun’la ilgili bir alana dini uygulama konması, müftülerin hatta imamların kıyabileceği nikahta “kızların küçük yaşta evlendirilmesinin” önüne geçilemeyecek olması gibi noktalar hem STK’lar, hukukçular, hem de vatandaşlar tarafından dile getiriliyor.

Duyduğum konuşmalarda bu düzenlemenin, imam hatip okullarından mezun olacak kişilere “iş alanı açmak” gibi bir amacı olduğu da sıkça dile getiriliyor.

Medyada “müftü nikahının belediye nikahından bir farkı olmayacağını” söyleyenler var, bu takdirde de “fark yoksa ne gerek var” sorusu ortaya çıkıyor.

Belediye başkanları

İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş görevi bıraktı.

Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifası günlerdir konuşuluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Cuma günü, Polonya dönüşünde; istifası beklenen 3 belediye başkanından biri olan “Melih Gökçek’in istifasını istediğini” açıkça dile getirdi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Kimseye arabuluculuk yapacak halimiz yok. Bu konular bizi ilgilendirmez” dedi.

Melih Gökçek’in kupon arazileri istediği kişilere, hatta FETÖ’cülere dağıttığını uzun süre önce Bülent Arınç söylemişti, bu açıklamanın hiçbir etkisi görülmedi.

Gitmeden önce yine değerli arazileri sattığı, bir günde 40’tan fazla parseli satışa çıkardığı haberleri çıkıyor.

Madem ki istifası istenen belediye başkanlarının “devam etmemesi için ciddi nedenler” var, o zaman neden daha önce istifa etmeleri sağlanmadı sorusu kafaları kurcalıyor.

Yolsuzluk vurgusu

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise birkaç gün önce TBMM Genel Kurulu’nda şöyle dedi:

“Yaklaşık 3-4 yıldır Türkiye’nin yaşadığı macerayı siz benden daha iyi biliyorsunuz… Belediyeler konusunda, CHP’li belediyeler olsun, diğer belediyeler olsun merkezi idarenin denetimleri oldukça kısıtlı devlet kendi denetimini ortaya koymalıdır. Yolsuzluk yapan kim olursa olsun gözünün yaşına bakmayız”.

Bu konuşma, olayı “metal yorgunluğu”ndan çıkarıp “yolsuzluk” meselesi haline getiriyor ve Ak Parti dışındaki belediyeleri de kapsıyor.

O zaman Bahçeli’nin “Bizi ilgilendirmez” sözü pek de geçerli değildir. Belki de diğer partilerin belediye başkanlarından da istifa istenebilecektir.

Bu takdirde de halktan duyulan bir soru var; durum buysa “yerel seçimler” neden yapılıyor, belediye başkanları seçileceğine atansalar daha doğru olmaz mı?

Diğer tarafta Bülent Arınç yine “Eğer birileri koltuğundan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa kesinlikle altını kirletmiştir” dedi.

Bu durumda “altını kirletenler” her kim ise, kolayca sıyrılmak yerine önce “temizlemeleri”, yargıya hesabını vermeleri gerekmez mi?

Yazının devamı...

MHP-Davutoğlu polemiği!

Referandumdan bu yana Ak Parti’ye yakın duran ve destek veren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli birden ne olduysa 180 derece dönüverdi.

Önce; “Altın nesil diyorlardı, tepemize bomba yağdırdılar” gibi sözlerle başlayıp oradan Davutoğlu’na geçti ve “Kerkük’ün Türkmen yurdu olduğunu reddediyor” dedi.

Arkasından Davutoğlu’nun kitabına değinerek “Stratejik derinlikle Türkiye’yi boğmak üzereyken görevden el çektirilen bu şahıs” diye devam etti.

Davutoğlu bu çıkışlara cevap vermekte gecikmedi:

“Makam odalarına 17.25 saati yaptırıp basına poz verecek aymazlıkla 17-25 Aralık operasyonunun siyasi sözcülüğünü üstlenenler…

7 Haziran seçimleri sonrasında siyasi bir açgözlülükle ülkeyi istikrarsızlaştırma pahasına Ak Parti’ye her türlü hakareti yapanlar” gibi ifadelerle onu suçladı.

Neden beklediler?

Perşembe akşamı CNN Türk’teki tartışma programında Davutoğlu-MHP polemiği gündeme gelince MHP’li Semih Yalçın telefonla bağlanarak:

“Davutoğlu tarafından kendilerine koalisyon teklifi yapılmadığını, suçu MHP’ye atmak için seçim meydanlarında ‘böyle bir teklif yapılmış, Bahçeli kabul etmemiş’ gibi kullanıldığını” söyledi, “Gerçekler ortaya çıkarsa Davutoğlu mahcup olur, zorda kalır” dedi.

7 Haziran seçiminden sonra Ak Parti koalisyon görüşmesi heyetinde yer alan Faruk Çelik de programa bağlandı “MHP bize koalisyona kapalı olduklarını söyledi ve CHP’yi adres gösterdi” dedi.

Görünüşe göre 16 Nisan 2017 referandumundan bu yana süren Ak Parti-MHP anlaşması, uzlaşması hızla bozulmaya gidiyor ama durup dururken ortaya çıkan bu durum oldukça garip görünüyor.

Özellikle de MHP’nin “7 Haziran sonrasında söylemediklerini” bu kadar bekledikten sonra ortaya dökmeye başlaması…

Koalisyon olur muydu?

Ne oldu da MHP politika değiştirerek birden Davutoğlu üzerinden adeta Ak Parti’ye karşı duruma geçti?

Semih Yalçın’ın Davutoğlu’nu “FETÖ’cüleri himaye etmekle, Pensilvanya’dan 15 Temmuz’la ilgili önceden bilgi almakla” suçlayıp “hesaba çekileceğin günler yakındır” demesi dikkat çekici bir suçlamadır, kanıtlanması beklenir.

MHP acaba iktidar partisiyle koalisyon havasında bir beraberlik sergilediği için tabanından tepki mi alıyor, muhtemel bir erken seçimde “baraj altında kalmaktan” mı korkuyor, bunları bilmiyoruz.

Yalçın, Davutoğlu’nun 7 Haziran seçimi sonrasında koalisyon heyetiyle MHP’ye gittiğinde Bahçeli’nin “Biz şimdi koalisyon kurabilecek miyiz” dediğini ama cevap alamadığını da söylemiş. Kılıçdaroğlu da “Bize koalisyon teklifi yapılmadı” demişti.

Çok bilinmeyenli denklem gibi…

Bahçeli zaten seçim gecesi “koalisyonlara kapalı olduklarını” ilan etmişti ancak…

Acaba teklif yapılsaydı, bu düşüncesini değiştirecek miydi, 1 Kasım seçimine gerek kalmayacak, yaşanan onca kaos yaşanmayacak mıydı?

Aylardır Ak Parti’yle anlaşabildiklerine bakınca “düşüncesini değiştirebileceği” geliyor akla. Peki 7 Haziran seçiminden 2,5 yıl sonra, Türkiye sorunlarla boğuşurken bu tartışmanın anlamı ne; acaba bir erken seçim mi yaklaşıyor?

Yazının devamı...

FETÖ, BALYOZ ve TSK!

Eylül’ün 29’unda İzmir ve İstanbul’da FETÖ operasyonları yapılmıştı, bu hafta Salı günü de Konya merkezli 3 ilde FETÖ/PDY operasyonu yapıldı.

İzmir merkezli operasyonda 45 ilde eşzamanlı baskınlar yapılmış, İzmir’de 117 muvazzaf askerin de bulunduğu şüpheliler için gözaltı kararı çıkmış, çok sayıda subay ve astsubay gözaltına alınmıştı.

Aynı gün İstanbul merkezli 7 ilde 167 adrese operasyon yapıldı ve 94 şüpheli için gözaltı kararı çıktı.

Konya’da Salı günkü operasyonda, 3’üncü Ana Jet Üssü’nde görev yapan, 8’i muvazzaf 10 astsubay gözaltına alındı.

TSK’nın sorumluluğu

Nisan ayı başında yapılan açıklamada “7 bin 463 asker, 10 bin 732 polisin tutuklandığı” bildirilmişti, o açıklamadan sonra yüzlerce gözaltı ve tutuklama oldu.

Gelişmeler 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana devamlı operasyonlar yapılmasına rağmen başta TSK olmak üzere kurumların temizlenmesinin bitmediğini gösteriyor.

Ancak… Aynen Balyoz kumpası sürecinde olduğu gibi ilgisiz isimler, (örneğin Sözcü gibi) gazeteler sorumlu tutulurken, bu şüpheli askerlerin komutanları olayın içinden sıyrılıp çıkıyor.

Askerler tutuklanıyor ama kimse kuvvet komutanlarına, genelkurmay başkanlarına veya savunma bakanlarına “Sizin döneminizde çalıntı sorularla yüzlerce, binlerce öğrenci yıllar boyu TSK’ya girmiş. Kolayca yükselmiş, YAŞ toplantılarında önleri açılarak yüksek rütbeler almışlar. En yakınınızdaki emir subaylarınız, yaverleriniz bile FETÖ’cü, darbeci çıktı. Bunları hiç fark etmeden nasıl yola devam ettiniz” demiyor.

Batı ülkelerinde bırakın darbe girişimini, herhangi bir askeri başarısızlıkta en yüksek konumdaki kişiler hesap verir, bizde olmuyor.

Çelişkiler…

Aynı şekilde 15 Temmuz darbe girişimi günü ve gecesindeki “bilinmeyenler, çelişkili ifadeler” ortaya çıkarılamadı. Akıncı Üssü’ndeki “koridor görüntüleri ilk kez ortaya çıktı” haberinde Akar’ın Akıncı’ya getirildiği sırada kameranın saati 22.35’i gösterdiği, mahkeme kayıtlarında ise “saatin 45 dakika geri olduğunun belirlendiği, 23.20 olması gerektiği” bildiriliyor.

Bunun nasıl mümkün olduğu, ifadelerin ve verilen saatlerin neden çelişkili olduğu, Başbakan Yıldırım’ın ısrarla “MİT’in haber vermediğini” vurgulamasına rağmen neden tatmin edici bir açıklamanın yapılmadığı, MİT Müşteşarı’nın “kendisinin kaçırılma ihtimali, Cumhurbaşkanı, Başbakan veya bakanlar için tehlike mevcutken neden yemeğe gittiği” gibi sorular herhalde cevap bulacaktır.

Saatler önce ihbar gelmesine rağmen, darbeciler tarafından derdest edildikleri, en yakınlarındaki askerlerin FETÖ’cü olduğunu anlamadıkları halde son YAŞ’ta rütbeleri yükselen komutanların birçoğunun neden o gece aynı düğünde oldukları sorgulanacaktır.

Tarihe geçecek önemdeki olayların içyüzü anlaşılmadığı takdirde benzer tehlikelerin mevcudiyeti ortadan kaldırılamaz.

Yargı FETÖ olayını, gelecek seçimlerden önce “kurumlara sızmaların nasıl ve kimler döneminde olduğu” da dahil olmak üzere baştan sona çözmelidir.

Yazının devamı...

Metal yorgunluğu meselesi!

Bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan “bazı belediyeler ve teşkilatlarda metal yorgunluğu olduğunu” söylemekteydi. Metal yorgunluğunun asıl anlamı “Bir metal malzemeye kapasitesinden fazla yük bindirilmişse metalin yıpranması, iş göremez hale gelmesi” demek.

Bu durumda “yalnızca istifası istenen belediye başkanlarının mı aşırı yükü var, bu yükler nelerdir” sorusu ortaya çıkıyor. Siyasi iktidarın bakanları, genel başkanı, milletvekilleri, diğer partilerin milletvekilleri ve belediye başkanları aynı yorgunluğu hissetmediğine göre neden bazı teşkilat ve belediye başkanlarında oluyor?

Açıklama beklenir

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Bülent Arınç’ın birbirlerine karşılıklı yaptıkları “FETÖ’cü” suçlamalarıyla ilgili bir işlem yapılmadı.

On binlerce kişinin ve ilgisi olmayan bazı gazetecilerin de tutuklandığı bir soruşturma ve tutukluluklar sürerken, bir veya birkaç belediye başkanının bu tür ilişkileri varsa metal yorgunluğu nedeniyle uzaklaştırılmaları yerine soruşturulmaları gerekir.

“Halk hakkını helal etsin” benzeri sözlerin siyasette yeri yoktur.

Milyonlarca yoksulun, işsizin olduğu bir ülkede, istifa eden veya edecek belediye başkanlarının (örneğin Kadir Topbaş’ın da), görevden ayrılmadan önce çoğu kendi projeleri olan ve dev bütçeler harcanan “yaptıkları icraatların, bunların ülkeye maddi olarak ne kazandırıp ne kaybettirdiğinin” hesabını devlete ve millete vermeleri gerekmez mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “istifa etmemekte direnen” başkanlar konusunda “gereğini yapmayan olursa biz gereğini yaparız” demesi ve bu durumda İçişleri Bakanlığı’nın devreye sokulacağı, bu başkanlar hakkında soruşturma açılacağı ihtimalinin medyada gündeme getirilmesi sonucunda “seçimle gelen, seçimle gider” tartışması başladı. Soruşturma açılacağı iddiası sanırım yanlış olmalı, zira böyle bir durum “yargı bağımsızlığı” tartışmalarını birlikte getirecektir.

Muhalefetin desteği

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Makama gelirken iyi, boşaltmaları istenince neden yadırganıyor” demişti.

Bunun nedeni daha önce de “seçilmişler-atanmışlar” tartışmalarının yapılması, “seçilmişlerin farkının” halkın oylarıyla, milli iradeyle gelmiş olmalarının ortaya konmuş olmasıdır.

Dün Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nde MHP ve CHP’li üyeler Gökçek’e arka çıkarak “seçimle gelen, seçimle gitmeli” mesajı vermişler.

Aslında belediye başkanları “icraatlarının ve bir terör örgütüyle bağlantılı olmadıklarının hesabını verdikten, harcamaları kuruş kuruş kayda geçirdikten sonra” kendileri istifa etse, diyecek bir şey yok.

Ancak… Eğer atanmış gibi “istifa et” dendiğinde istifaları beklenirse, bunun “bakanlar, milletvekilleri, başbakanlar” için de geçerli olabileceği düşünülmez mi? Ak Parti’de belediyeler ve teşkilatlardan memnuniyetsizliğin (22 il başkanı istifa etti) arkasında 16 Nisan referandumundaki “az farkla kazanma” ve 2019 seçimlerindeki risklerin etkili olduğu söylense de “seçimle gelen…” tartışması sürecek gibi görünüyor.

Yazının devamı...

Peşmerge-PKK dayanışması

Görünüşe aldanmamak gerektiğini, “Barzani’nin PKK ile anlaşmış olduğunu” çok uzun bir süre önce yazdığımda birçok kişi buna hiç ihtimal vermiyordu. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) topraklarını kat kat genişleterek Kerkük’e vardığını, Musul’dan da pay istemelerinin yakın olduğunu, Irak ve Suriye’de Kürtlerin paralel şekilde ilerlediğini defalarca belirttim.

IKBY Irak’ta, PYD-PKK Suriye’de “petrol zengini” ne kadar kent varsa hepsini ABD’nin desteğiyle ve “IŞİD’e karşı güç birliği yaptıkları” söylenerek aldılar.

Musul’da da; Türk askeri Başika’da hazır beklerken ABD “peşmerge ile ortaklığı” sürdürdü ve operasyonu Mesut Barzani’yle ve Irak ordusuyla yaptı, şu anda Musul’un büyük bölümü IŞİD’den alınmış durumda.

Bir referandumla bitiyor

IŞİD terör örgütü ortaya çıktıktan sonra IKBY “IŞİD’den kurtarılmış” görünen il ve ilçelerle topraklarını 30 bin kilometrekare daha genişletti.

Musul ve Kerkük’te onlarca uluslararası enerji şirketi çalışıyor. Musul ve Kerkük petrolü Türkiye üzerinden dünyaya açılıyor.

IKBY yönetimi “IŞİD’den kurtardıkları bölgelerden kesinlikle çıkmayacaklarını, Musul’da da “IŞİD sonrası” referandum yapılması, bölge halkının Erbil veya Bağdat arasında yapacağı tercihe herkesin saygı göstermesi gerektiğini” çoktan açıkladı. Bu olaylarda fazlasıyla dikkat çeken 2 nokta var:

Birincisi, Suriye ve Irak’ta kentleri kolayca alan (ve nedense başka ülkelerde katliamlar yapan) IŞİD’in almış olduğu kentleri PYD veya IKBY’ye aynı kolaylıkla teslim etmesi.

Adeta göstermelik savaşlar yapılması.

Diğeri ise “IŞİD’den ABD desteğiyle alınan Musul ve Kerkük’te IKBY referandum yapacak ve sonucu başta Irak Hükümeti olmak üzere herkes kabul edecekse” Suriye veya bir başka ülkede de benzer baskılarla bağımsız devletlerin ortaya çıkabilecek olması…

PKK’yı çağırdı

Geçen Cumartesi günü Irak ordusunun Kerkük’ü işgal eden peşmergeye 48 saat süre tanıdığı sıralarda “700 PKK’lının da binlerce peşmergeye destek için şehre girdiği” haberi verildi.

“IKBY yönetiminin Kerkük’e terör örgütü PKK’lıları getirdiğini ve bunun savaş ilanı olduğunu” bildirdi. Barzani-PKK-PYD dayanışması ortada…

PYD’nin içinde onlarla birlikte savaşan ABD askerleri “PYD ile PKK aynı örgüt” diyor. Türkiye sınırında iki örgüt birlikte ellerinde PKK bayraklarıyla tören yapıyor ve peşmergeye destek vermeye gidiyorlar.

ABD acaba hala bunların birbirleriyle ilişkisi olmadığını, kendilerinin de Irak’ta peşmerge, Suriye’de PYD ile “IŞİD’e karşı mücadele verdiklerini” söylemeye devam mı edecek?

Bütün bu planlar ve savaşlar içinde her iki ülkede şehirler harabeye döndü, başta Türkmenler olmak üzere yüzbinlerce insan zarar gördü. Kerkük ve Musul’u da aldıktan sonra Barzani’nin duracağını zannetmek bu tablo içinde saflık olur.

İdlib ve Afrin’le meşgulken Suriye’deki diğer gelişmeleri gözden kaçırmayalım.

Sahi, Rusya hiç duyulmuyor, Rus güçleri İdlib’in neresinde?

Son soru da şu; petrol vanasını kapatmak için başka nasıl bir gelişme bekliyoruz?

Yazının devamı...

Batı’dan kopmak ya da kopmamak!

Aynı anda birçok sorunla uğraştığımız, Suriye’de savaş ortamına girdiğimiz, IKBY referandumunun sonuçlarını düşündüğümüz, Barzani’nin Kerkük’ü ele geçirmek için savaştığı, ABD ve AB ile gerginlikler yaşadığımız bir süreçteyiz.

Cuma günü Atatürk Havalimanı’ndaki metro istasyonunda da Cezayir uyruklu 2 kişi bir kadını iterek vagona girip cüzdanını alarak kaçtılar. Çok daha kötü olaylar olabilirdi.

Sonunda evlerinde yakalanmışlar ama kısa sürede serbest bırakılma ihtimali geliyor akla. Kısa süre hapis cezası alsalar da çıktıklarında toplum nasıl korunacak?

Türkiye’de zaten şiddete engel olunamazken bir de son yıllarda dışardan göçle gelenlerin yaptığı saldırılar ortaya çıktı.

İdlib’den göç olur mu?

Reina saldırısında 39 kişiyi öldüren DAEŞ’li Masharipov’un öğrencisi olan bir katliamcı turistik yerlerde, eğlence merkezlerinde keşif çalışmaları yaparken yakalandı.

Terör olaylarının artacağı görülen bir dönemde okullar, eğlence yerleri, kafeler, istasyonlar, havaalanları “en üst düzeyde güvenlik önlemleriyle” korunmalıdır.

Milyonlarca mülteci arasında suçlular da, teröristler de Türkiye’ye sızdı. Şimdi “İdlib’den de göç olur mu” diye merak ediyoruz.

Bir bakanımız “Suriyeliler geri dönmek istese de göndermeyiz” derse, gelen sığınmacılar “vatandaş yapılacaklarını” düşünürse göçün önü alınabilir mi?

IKBY’de bir şoförün “Referandum’da Evet oyu verdim ama işler ters giderse ailemi aldığım gibi Türkiye’ye geçerim” sözleri yeterince uyarıcıdır.

Irak, Suriye, Afganistan, Cezayir fark etmiyor, bu ülkelerden insanlar Türkiye’yi “kolayca geçilecek ülke” olarak görüyor.

Hükümet “sınırların korunmasını, her isteyenin Türkiye’ye sızmamasını, adım adım takip edilmelerini” iyi düşünmelidir.

Ortak düşmanlar

AB, Suriyeli mültecilerin tamamını Türkiye’de bırakıp kenara çekildi.

ABD Savunma Bakanı James Mattis Çarşamba günü “Vize krizi askeri operasyonları etkilemedi. Türkiye ve ABD yakın çalışmaya devam edecek. Ortak düşmanlara karşı iyi iş çıkarıyoruz” dedi.

Hangi ortak düşmanlar? Ortak düşmanlar dediği sadece IŞİD…

PKK-PYD’nin Türkiye’de, Irak ve Suriye’de yarattığı terör, katlettiği masumlar onu hiç ilgilendirmiyor.

AB’ye girme olasılığımızın azalmasının önemli bir nedeni de Türkiye’deki mültecilerdir, Batı bu sorundan kurtulmak için onca gayret göstermişken, sınırlarını tellerle çevirmiş kuş uçurmazken milyonlarcasının AB’ye girmesini kabul etmeyecekleri açıktır.

Batı ülkelerine kızmakta haklıyız ama yine de ABD ve AB’ye sırtımızı dönerek, onlara ihtiyacımız olmadığını söyleyerek yola devam edemeyiz.

Unutmayalım ki eğitimden ekonomiye, ticaretten istihbarat paylaşımına, evrensel hukuk ve tüm çağdaş değerleri korumaya kadar birçok konuda onlara ihtiyacımız var. Gençlerimiz bu ülkelere eğitim için gidiyor, ticaretimiz, turizmimiz bu ülkelerden besleniyor.

Dış politikayı ve diğer meseleleri “diplomasi uzmanlarına danışarak halletmek ve Batı’dan kopmamak” Türkiye için büyük önem taşıyor.

Yazının devamı...

Terör saldırılarını nasıl bildiler?

ABD ile aramızda çıkan vize krizinde ABD tarafı “çalışanlarının tutuklanma gerekçesinde delil göremediklerini” tekrarladı.

Suçlamalar “FETÖ ile ilişki veya casusluk” ekseninde toplanıyor. Bunlar doğru ise tutuklamalar elbette hukuka uygundur, yargının hakkıdır ama burada da, diğer tutuklamalarda da yargı “hukuk ve adalet” adına tutuklama iddialarını baştan somut delillerle ortaya koymalıdır.

Konsolosluğa karşı da böyle yapılsaydı “delil göremedik, biz masumiyet karinesine önem veririz” diyemeyeceklerdi.

Örneğin Sözcü gazetesinin sahibi ve 3 çalışanının “FETÖ’ye yardım etmek”le suçlandığı iddianame kabul edildi.

Bu iddiaları ortaya atan kişi “Gülen’e yakınlığı iyi bilinen ve ayrıca fotoğraflarla da sabit” bir isim.

Diğer tarafta bakıyorsunuz Gülen konusunda yıllarca uyarı yapmış olan Sözcü hakkında aynen Balyoz-Ergenekon sürecinde yapıldığı gibi “tanık olamayacak tanıkların ifadeleriyle” dava açılmış. Ya da masum insanlara medyada, sosyal medyada FETÖ suçlamaları, etiketleri yapıştırılmış ve bunu yapmanın da hiçbir cezası yok.

Gülen’in iadesi

ABD, Gülen’i iade etmelidir çünkü ortada FETÖ’nün devletin en önemli kurumlarını ele geçirdiğinin ve darbe girişiminin kesin kanıtları var.

Belki de “idam cezasının tekrar gelebileceği” söylemi tam o sırada gündeme gelmeseydi bu konu daha kolay sonuçlanabilirdi.

Binali Yıldırım’ın “vize krizi” hakkındaki konuşmalarında “Rıza Sarraf davası”nı hatırlatarak “ABD’de Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı’nı tutuklarken bize mi sordular” demesi, aynı noktayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da vurgulaması yine akla “somut iddia”yı getiriyor.

Acaba ABD yargısı “bu tutuklama veya eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın Sarraf davasına sanık olarak eklenmesi” hakkında hangi somut delilleri öne sürdü?

ABD, Konsolosluk çalışanları için delil sorarken, Türkiye’nin eski Bakanı veya devlet bankası genel müdür yardımcısı için net delil açıkladı mı?

Saldırıları bildiler

ABD Türkiye Büyükelçisi John Bass’ın Türkiye’den ayrılmadan önce söylediği “Türkiye’de 9.5 aydır terör saldırısı yaşanmıyor. Bu IŞİD vazgeçtiği için değil, iş birliğimizin sonucu” sözleri de açıklama istiyor. ABD, Türkiye’deki neredeyse tüm terör saldırılarından birkaç gün önce kendi vatandaşlarını çoğu kez tam adresi vererek uyardı.

Şimdi “saldırı olmuyor, işbirliğimizin sonucu” diyorlarsa, daha önce yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırılarda neden aynı işbirliğini yapmadınız sorusunun cevabını vermeleri beklenir.

PYD’yi de “terör örgütü” kabul etmediler, “PKK’dan farklı, IŞİD’e karşı en iyi müttefikimiz” diyerek silahlarla donattılar.

Çarşamba günü (aralarında ABD askerlerinin de bulunduğu) PYD’nin silahlı gücü YPG, Türkiye sınırına yakın bir noktada tören yaptı. Öcalan ve PKK bayraklarıyla…

ABD sözcülerinin “Bağımsız Kürdistan’ı desteklemiyoruz. Türkiye’nin toprak bütünlüğünün bozulmasını desteklemiyoruz” açıklaması artık kimi inandırabilir ki? Dürüstlük hukukta da, siyasette de şarttır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.