Şampiy10
Magazin
Gündem

Ekonomi ralli yaparken krizi gördü, şimdi eli rahat yeni teknoloji geliştiriyor

Yerli ısı pompası için İTÜ ile işbirliği yapan Baymak’ın Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akdoğan, doğru hamleler yaparak, erken pozisyon alarak çok iyi konuma geldiklerini belirtti. Finansal riskleri tamamen ortadan kaldırdıklarını söyleyen Akdoğan, artık enerjisini yeni teknoloji geliştirmeye harcıyor...

Baymak Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akdoğan, davetli olduğu bir panelde konuşmacıdır. Ekonominin ralli yaptığı, büyümede Türkiye’nin Çin ile yarıştığı günler...

Murat Akdoğan şöyle der: “Tüm işletmelerin dikkat etmesi gereken günlere doğru gidiyoruz. Özellikle dağıtım kanalları olan firmalar dikkat etmeli. Alt bayileri olan firmalar iki kere dikkat etmeli. Ben açıkçası öyle yapıyorum. Alt bayilere olan satışı durdurdum. Satış pazarlama müdürüm bu işten memnun olmadı ‘Yüzde 30 satış kaybımız olur’ dedi ancak onu dinlemedim. Çünkü önümüzdeki süreçte bir krizin işaretlerini görüyorum. Ödemelerde sıkıntı olabilir. Alacaklarınızın tahsilinde sıkıntı yaşayabilir, batıklarla karşı karşıya kalabilirsiniz.”



Dinleyiciler arasında çok büyük firmaların yöneticileri vardır. Adını vermeyeyim bir firmanın genel müdürü çıkar ve Murat Akdoğan’ın uyarılarına katılmadığını şu sözlerle aktarır: “Murat Bey, Murat Bey siz ne krizinden söz ediyorsunuz. Ben şu an fabrikada ne üretiyorsam satıyorum. Hatta alıcılar fabrikanın önünde sıra olmuş vaziyette. Elimi öpene satıyorum.”

Murat Akdoğan yöneticiye dönerek, “Dikkat edin bugün elinizi öptürdüğünüz o alıcının yarın mal satmak için kçını öpmek zorunda kalmayın...”

Akdoğan’ın o önceden haber verdiği günler bir anda geldi. Tıpkı mevsimin aniden değişmesi gibi. Büyümede rekorlardan sözederken, hatta ekonominin biraz soğutulmaya ihtiyacı var derken, şimdi durgunluktan söz ediyoruz.

Murat Akdoğan, doğru hamleler yaparak, erken pozisyon alarak şu an Baymak’ın çok iyi bir konuma geldiğini belirtti. ‘Artık Baymak hiçbir rakibimiz tarafından öne kesilemeyecek bir noktada. Yönetimsel, finansal gücü son derece iyi durumda. Marka gücü yüksek. Artık Baymak ne kriz ne savaş dinler” diye iddialı konuşan Murat Akdoğan, finansal riskleri de tamamen ortadan kaldırdıklarını söyledi.

Murat Akdoğan’ın şu sözleri ilginç:

“Eskiden bankalar bizden korkardı batacaklar diye. Şimdi biz korkuyoruz onlar acaba batar mı diye. Bir önceki krizde yurtdışında tatildeydim. Apar topar Türkiye’ye döndüm. Dönmemin sebebi de özel bankadaki şirket mevduatını kamu bankasına aktarmak istememdi.”

Murat Akdoğan, yoğuşmalı kombide lider olduklarını bu yıl 400 milyon liranın üzerinde bir ciro yapacaklarını söyledi. Akdoğan, şu an 50 milyon dolar olan ihracatı 2-3 yıl içinde 150 milyon dolara çıkarmak istediklerini de belirterek şöyle devam etti:

“Avrupa’nın en modern üretim tesislerini yaptık. En büyük kazan ve kombi yatırımı bizde. 3 hatta çalışıyoruz. En modern güneş kollektörü tesisini kurduk. 63 ülkeye ihracat yapıyoruz. Yakın gelecekte toplam ciromuzu 450 milyon dolara çıkarmak için önümüzde engel yok. Satış sonrasında devrim yaptık. 7/24 servis hizmetini başlattık.”

‘Isı pompası yapacağız’

Hazırlıklı yakalanınca krizi fırsata çevirme şansı da artıyor. Baymak ödevlerini eksiksiz yapıp kötü rüya görmeyince daha vizyoner bir refleks de geliştirebilmiş vaziyette... Şu an enerjilerini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ile birlikte yerli ısı pompası yapmaya harcadıklarını söyleyen Murat Akdoğan, enerjiye milyarlarca dolar ödeyen Türkiye için bu projenin çok önemli olduğunu söyledi. Isı pompası en basit anlatımı ile doğal akışın tersine ısıyı düşük sıcaklıktaki kaynaktan yüksek sıcaklıktaki kaynağa aktarmak olarak tarif edilebilir. Bu pompalar ısıyı üretmeyip sadece taşıyor. Toprağın altındaki, havadaki ya da sudaki güneş enerjisinden yararlanıyor. Örneğin toprak kışın havadan daha sıcak, yazın ise daha soğuk oluyor. Toprak kaynaklı ısı pompaları ile kışın yeryüzünün altındaki ısıyı binaya taşımak, yazın ise bina içindeki ısıyı yeraltına taşımak mümkün olabilecek. Bu makinalar hem ısıtma soğutmada hem de sıcak su elde edilmesinde kullanılabiliyor.

MURAT Akdoğan, bir süre önce sağlık sektörüne de Ethica ve Estetica markaları ile adım attı. 4 olan hastanelerin sayısının artırılacağını söyleyen Akdoğan, St. Petersburg ve Toronto’da hastane açma aşamasına geldiklerini, Çin’de de devam ettiğini belirtti.

‘Doğalgaz zammının çaresi yoğuşmalı kombi’

Doğalgaza son gelen zammı değerlendiren Murat Akdoğan, tüketicilere tavsiyesinin konvansiyonel kombiden yoğuşmalı kombiye geçiş olduğunu belirtti. Enerji tasarrufu sağlayan cihazların öneminin gün geçtikçe arttığını belirten Akdoğan, şöyle konuştu:

“Yoğuşma, sıcak kullanım suyu ve ısıtma suyu elde etmede kullanılan teknolojideki en son yeniliktir. Isıtma cihazlarının ürettiği atık gazlarda hissedilen enerjinin yanında bir de gizli enerji bulunmaktadır. Bu enerji yanma sonucu ortaya çıkan su buharının içinde gizlidir.

Konvensiyonel ısıtma cihazlarında su buharı içinde bulunan enerji, atık gaz ile birlikte kullanılmadan bacadan dışarı atılmaktadır. Yoğuşma tekniğine göre çalışan cihazlarda ise eşanjörde hissedilen enerjinin alınmasının yanı sıra atık gaz soğutulmaya devam edilerek, sıcaklık yoğuşma noktasına kadar düşürülür. Böylece atık gazın içindeki su buharı yoğuşur ve ortaya çıkan enerji de suya aktarılmış olur. Buharı yoğunlaştıran özel ısı eşanjörü ile yoğuşmadaki gizli ısı bacadan geri kazanıldığı için yoğuşmalı cihazlar geleneksel cihazlara göre çok daha fazla verimlidir.”

Yazının devamı...

Rambo var, ‘rambo’ var

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Edirne’de geçen hafta sonu yaptığı konuşma bir anlamda dolara set çeken bir konuşmaydı.

Pazartesi günü dolar 1.90 TL’yi aşınca konuşma zamanı bitti, aksiyon zamanı geldi.

Ne gariptir ki, aslında tüm ekonomi yönetimi ve siyasi irade, kısa süre öncesine kadar kurun bir miktar artmasını yani TL’nin değerinin biraz düşmesini istiyordu.

Başbakan Erdoğan, Temmuz ayının başında “Hiç endişe etmeyin, rahat olun inşallah son çeyreğe cari açıkta çok farklı gireceğimizi göreceksiniz” mesajı vermişti. Aslında bu mesajı doğru okuyanlar çok kısa vadede yapılabilecek tek şeyin TL’nin değer kaybına izin verilerek ihracatın desteklenmesi, ithalatın da frenlenmesi olacağını, kısa vadede başka bir mucizenin gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını biliyordu.

Sonrasında evdeki hesap çarşıya uymadı. S&P’nin ABD’nin notunu düşürmesi ile başlayan, Avrupa’nın Yunanistan ile ilgili bir türlü karar verememesi ile devam eden süreçte yabancılar gelişmekte olan ülkelerden hızla çıkmaya başladılar.

Biz yılın ilk yarısında kontrollü olarak sıcak parayı kovmaya çalışırken, bir anda ‘Durun gitmeyin’ noktasına geliverdik.

Yabancıların 40 milyar doların üzerinde DİBS’i yani devlet iç borçlanma senedi vardı. DİBS’ler bugün geldiğimiz noktada 35 milyar doların biraz üzerinde 35.3 milyar dolar seviyesinde. Sadece son bir haftada, piyasa fiyatı değişimi ve kur farkından arındırılmış olarak yurtdışında yerleşiklerin sattığı DİBS miktarı 646 milyon dolar oldu.

Şimdi gelelim kritik soruya...

Merkez Bankası 2 gündür hakikaten eşi benzeri görülmemiş hareketlerle doları dövüyor. Sağlı sollu yumruklarla nakavt etmeye çalışıyor.

Çalışıyor da acaba nakavt edebiliyor mu?

1.90 TL seviyesinden onca müdahaleye, 1.3 milyar dolarlık tarihi rekor boyutta satış ihalelerine rağmen geldiğimiz noktada sadece 1.85 TL’yi görmek acaba ne kadar tatminkar...

Üstelik bu inişte sadece Merkez’in çabasının olmadığını başka faktörlerin de bu müdahalelere yardımcı olduğunu gözardı etmemek lazım.

Salı sabahına piyasalar Financial Times’ın güzel haberi ile uyanmıştı. Avrupalı bankalara sermaye enjekte edileceği haberi, piyasalara pazartesi günü çöken karamsar havayı dağıtmıştı.

Dün de iyi haberler gelmeye devam etti. İngiltere’nin varlık alım miktarını 75 milyar sterlin daha artırması gibi...

Demek istediğim, Merkez Bankası’nın iki günde çok hızlı cephane boşaltmasına rağmen dolarda gelebildiğimiz seviye beni ürkütüyor. Konuştuğum bazı bankacılar da benzer endişeyi taşıyor.

Bu kadar aksiyona, konjonktürün yardımına rağmen dolardaki düşüş sadece 5 kuruş.

Devamı gelirse ne alâ.

Ancak dünya piyasalarında bozulmayı beraberinde getirecek olası bir kötü haber sonrası bir daha 1.90 TL’ler denenir ve kırılırsa psikolojik travma çok büyük olur. Merkez’in cephane tükettiği bir ortamda o zaman 2 liralık doları görürüz.

Başçı’nın radikal, Rambovari hareketlerini izliyoruz.

Ancak dolar-TL ilişkisine baktığımızda, ortada Sylvester Stallone’nin temsil ettiği Rambo ile Fenerbahçeli Okan Güler’in temsil ettiği Rambo arasındaki fark kadar bir risk olduğunu görüyoruz.

Sevgili Grafiker arkadaşımız Cengiz Yılmaz, çok başarılı bir Rambo Erdem Başçı illüstrasyonu yaptı. Umarım gelişmeler Okan Güler tadında bir Rambo illüstrasyonu yapmasını gerektirmez.

Yazının devamı...

Türkiye’nin en değerli şirketi ama kim yönetecek belli değil

Turkcell halka arz edildiğinde açık ara Türkiye’nin en değerli şirketiydi. Yönetim kargaşası olmasa muhtemelen bugünkü 10 milyar dolarlık piyasa değerinin çok üzerinde belki yine en değerli şirket olacaktı. 12 Ekim’de Turkcell’de çok kritik bir genel kurul var. Yüzde 34.69’u halka açık şirketten hisse senedi alan ne Türk yatırımcısı ne de yabancı yatırımcı, Turkcell’in yönetim kurulunda hayati öneme sahip bağımsız üyenin kim olacağını bilmiyor. Türkiye, Muz Cumhuriyeti mi ki böylesine önemli bir konuda kamuoyuna en küçük bir bilgi dahi verilmiyor. Böylesine stratejik bir şirkette, çok kritik bağımsız üyelik koltuğuna oturacak kişi ile ilgili Sermaye Piyasası Kurulu ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun da bilgisi yok

Turkcell’de 12 Ekim’de çok kritik bir genel kurul var. Şirket yönetiminde bağımsız üye olan Colin J. Williams’ın Çukurova Grubu lehine hareket ettiğini iddia eden TeliaSonera ve Rus Alfa, güçlerini birleştirerek 12 Ekim’deki genel kurul gündemine bağımsız üyenin azli ve yeni üye seçimi ile ilgili bir maddeyi koydurmayı başardı. Ancak Türkiye en değerli şirketlerinden biri olan Turkcell’i kimin yöneteceğini ne yazık ki bilmiyor.

TeliaSonera ve Rus Alfa’nın son dakikaya kadar bağımsız üye adaylarını kamuoyu önüne çıkarma niyetleri yok. Önceki genel kurulda Vodafone’un eski CEO’su Julian Horn Smith’i genel kurula dakikalar kala ortaya çıkarmışlardı. Benzer sürpriz bir isim yine 12 Ekim’de Türk kamuoyunun önüne çıkarılacak gibi görünüyor.

Bağımsız üyenin önemi

Öncelikle Turkcell’de bağımsız yönetim kurulu üyesinin ne anlama geldiğini anlamakta ve gelişmelere bu bilgi dahilinde bakmakta fayda var. Turkcell’de 3 büyük ortak var. Bunlar Türk Çukurova Grubu, İsveçli TeliaSonera Grubu ve Rus Alfa Grubu. 7 kişilik Turkcell yönetiminde bu 3 grup, ikişer sandalye ile temsil ediliyor.

Bir de bağımsız üye var. Yönetimde kararlar ancak 5 üyenin oluru ile çıkıyor. Yani 4’e 3’lük çoğunluk bir anlam ifade etmiyor. Gruplardan ikisinin biraraya gelmesi ile diğer grubu dışlamalarına izin vermeyen, dengeli bir yapı var.

Bu noktada bağımsız üyenin oyu önemli. Bir anlamda yönetim kurulu kararlarında belirleyici olan şu anki Yönetim Kurulu Başkanı olan bağımsız üye Colin Williams ne derse o oluyor.

İsveçli TeliaSonera ve Rus Alfa, Williams’ın bağımsızlığını tartışmaya açtı. Üçüncü kez tekrarlattıkları genel kurulda bu üyeyi ne yapıp edip değiştirmek istiyorlar.

Dünyada nasıl oluyor?

Geçtiğimiz aylarda Sabancı Holding’in CEO’luğundan ayrıldıktan sonra ABD’li kağıt devi International Paper’ın yönetimine giren Ahmet Dördüncü ile sohbet etmiştik. 26 milyar dolar cirosu olan şirketin yönetimine girişini şöyle anlatmıştı:

“Şirketi tamamen bağımsız yöneticiler idare ediyor. O idareciler de büyük bir titizlikle seçiliyor. Türkiye’de şirket yönetim kurulları nasıl atanır bilirsiniz. Eş dost araya girer, ‘Filancayı atayalım’ derler. Burada beni ABD otoriteleri 6 ay boyunca inceledi. SEC inceledi. Eski CIA elemanları tarafından kurulan özel bir şirket hakkımda rapor düzenleyerek otoritelere verdi. O şirket, okuduğum okullardan çalıştığım şirketlere kadar her şeyi taramış. Sonra mülakat kısmı geldi. Yönetim komitesi ile yüzyüze görüşme yaptım. Yani sizi birinin hatta CEO’nun istemesi bile yetmiyor. SEC’ten (Security Exchange Comission, Türkiye’deki SPK’nın muadili) temiz kağıdı almanız gerekiyor, anlayacağınız işi çok sıkı tutuyorlar.”

Muz Cumhuriyeti miyiz?

Şimdi soruyorum, Turkcell, International Paper’dan daha mı az kıymetli bir şirket ki Türkiye bağımsız üyeyi son dakikaya kadar tanımıyor. SPK’nın bir araştırma yapmasına izin verilmiyor. Burası Muz Cumhuriyeti olarak mı görülüyor?

Türkiye’nin artık bağımsız üye fikrine alışması lazım. Aranırsa Türkiye’den de Türkiye dışından da bağımsız yöneticiler bulunabilir. SPK’nın bu konuda çalışmaları olduğunu biliyorum ancak bu arada Turkcell Genel Kurulu oldu bittiye getirilmemeli. Turkcell pekala bağımsız yönetici konusunda rol model de olabilir. SPK, ‘Turkcell yönetiminde 1 yerine 5 bağımsız üye olsun. Ortaklar (Hatta Turkcell’den hisse alan fonlar da) bağımsız üye adaylarını önersin. İnceleyeyim ve ben tavsiye edeyim, taraflar da bu tavsiyeme uysun” diyebilir. SPK bu konuda Amerikan SEC’den de destek alabilir. Çünkü Turkcell New York’da da işlem gören bir şirket.

Kritik dava 7 Ekim’de

Turkcell’de 12 Ekim’deki genel kurula sayılı günler kala ortaklar arasında tansiyon yüksek. Çukurova Grubu, Turkcell’in Bağımsız Yönetim Kurulu Başkanı Colin Williams ’ı azletmeye çalışan diğer ortaklar TeliaSonera ve Rus Alfa’ya karşı mahkemede dava açtı. Belki de son kozunu oynuyor. Çukurova Grubu 12 Ekim’de yapılacak genel kurulun ya toptan ya da hiç olmazsa yönetim kurulu üyelerinin bir veya birkaçının azli ve yerine yenilerinin seçilmesi maddesinin iptalini istiyor. Bu maddenin iptalini isterken de haklı gerekçeleri var.

Normalde görev süresi 2013’te bitecek olan Colin Williams’ın tarafsızlığını kaybettiğine dair bir kanıt yok. Nitekim daha önce Ruslar’ın açtığı davada Mahkeme, ‘Williams’ın taraflı olduğuna dair bir delil bulunamamıştır’ kararı verdi. Bu karar Çukurova’nın en büyük kozu.

7 Ekim’de sürpriz bir karar çıkabilir. 12 Ekim Genel Kurulu ya tamamen iptal edilebilir ya da bağımsız üye seçimi ile ilgili maddesi iptal edilerek genel kurula gidilebilir.

Bekleyen tehlikeler

Turkcell ortaklar arasındaki kavga yüzünden yönetimsel aksamalar yaşıyor. Temettü ödemesinin önüne engel kondu ve küçük hissedarlar huzursuz. Hatta Turkcell’in halka açık bölümünün yüzde 5’inden biraz fazlasını elinde bulunduran ABD’li Lazard Yatırım Fonu her 3 hissedara da mektup yazarak “Bu işi bir an önce çözün” uyarısında bulundu.

TeliaSonera’nın 12 Kasım 2009 tarihli bir sunumu var elimde. O sunumda şayet Turkcell’de kontrolü ele geçirebilirlerse neler yapmayı planladıklarının ipuçları var. Turkcell ve Megafon’un birarada olduğu yeni bir şirket kurmak ve bu şirketi halka açmak niyetindeler. Acaba bu mantıklı bir yol mu?

Örneğin Lazard, Turkcell’e sadece Türk şirketi olduğu için güvenmiş ve yatırım yapmış olabilir. Belki de Rus piyasasında risk almak istemiyordur. Yani içinde hem Rus hem de Türk varlığı olan bir yeni şirketin yatırımcısı olmak istemeyebilir.

Ayrıca TeliaSonera, Turkcell’i diğer varlıkları içinde konsolide etmeyi yani eritmeyi planladığını da sunumunda açık açık ortaya koyuyor. Turkcell’den kâr transferi yaparak, genel bilançosunu adam etmeyi de planladığı yine sunumdan net olarak anlaşılıyor.

Ayrıca bir diğer dikkat çeken konu ve belki de en önemlisi Fintur’un durumu. Fintur, yüzde 41.4’ü Turkcell’e, yüzde 58.5’i TeliaSonera’ya ait bir şirket. Bu şirketin içinde Azercell, Kazakistan’daki KCell, Gürcistan’daki Geocell ve Moldova’daki Moldcell var.

Yine aynı sunum ortaya koyuyor ki TeliaSonera bu şirketteki yani Fintur’daki Turkcell hisselerini satın alacak ve Turkcell’in uluslararası oyuncu hüviyetini elinden alacak. Turkcell’i sadece Türkiye’de faaliyet gösteren bir şirket olarak konumlandırmak istiyor.

Hiç tartışılmayan Ukrayna operasyonu var bir de...

Ukrayna pazarında Rus Alfa’nın şirketi Kievstar pazar lideri. Turkcell’in sahibi olduğu Life:) ise pazar üçüncüsü. Rus Alfa, Turkcell’in kontrolünü TeliaSonera ile birlikte ele geçirince acaba Ukrayna pazarında nasıl bir tavır sergileyecek? Bu konu büyük bir soru işareti. Belki de Life:) pazarın birincisi Kievstar’ın çıkarlarına kurban edilecek.

Bütün bu tehditlerin ortadan kalkması için Turkcell’de dengeli bir yönetim şart. SPK devreye girmeli, Turkcell’de bağımsız üyelerin taraflar arasında mesafeli eşit bir yapının sürdürülebilmesi için uygun ortamı yaratacağı bir formül bulunmalı.

Turkcell gibi bir dev şirket, bağımsız üye atanması sürecinin böyle oldu bittiye getirilmesini haketmiyor.

Matruşka hissedarlık

Tablodan görüleceği gibi Turkcell’de çok karmaşık bir yapı var. Halka açık olan Turkcell İletişim A.Ş’nin en büyük hissedarı yüzde 51’lik pay ile Turkcell Holding A.Ş.

Turkcell Holding A.Ş’yi de Çukurova Telecom Holding Limited adlı çatı şirket, yüzde 52.91 ile ağırlıklı hisseye sahip olduğu için kontrol ediyor. O çatı şirketin de üzerinde bir başka çatı şirket var ve o şirketin kontrolü ise Çukurova Fınance International Limited ile Alfa Telekom Turkey Limited arasında bölüşülmüş durumda.

6 yönetim kurulu üyesi olan Turkcell Holding A.Ş’de, Çukurova Telecom Holding Limited 4 üyeye sahipti. 2 üyeyi ise Sonera Holding B.V tayin ediyordu.

Çukurova Grubu’nun Ruslarla hisse alışverişinden sonra Turkcell Holding A.Ş’de kontrol ettiği 4 sandalyeden 2’sini Rus Alfa’ya devretti. Yani Turkcell İletişim’in yüzde 51’ine sahip Turkcell Holding A.Ş’de 3 ayrı grubun da 2’şer sandalyesi oldu. Ruslar da İsveçliler’le birlikte hareket ederek Turkcell Holding A.Ş’de 4’e 2’lik bir üstünlük sağladılar. Bağımsız üye seçimli genel kurul kararı da bu değişen denge sayesinde alınabildi.

Konuyu yakından takip edenler biliyordur. Çukurova Grubu, Çukurova Telecom Holding Limited’de Alfa’ya kredi karşılığı rehin ettiği hisseleri geri almak için hukuk mücadelesi veriyor. Ruslar temerrüde düşüldüğünü iddia ederek hisseleri vermek yani Çukurova Telecom Holding Limited’de 2’ye 2’lik dengeyi kaybetmek istemiyor. Bakalım işin sonu nereye varacak?

Yazının devamı...

Hurda teşviği traktörde 620 binlik yeni pazar yaratacak

Başbakan Erdoğan, traktöre hurda teşviğine yönelik hazırlık içinde olduklarını müjdeledi. Türkiye’de 1 milyon 450 bin traktör var ve bunların 620 bini 25 ve üzeri yaştakilerden oluşuyor. Yani hurda teşviği 620 bin adetlik yeni bir pazar oluşturacak. Ancak hurda teşviği çıkarılırken bazı kritik noktalara dikkat edilmesi ve cari açığı şişirecek yanlışlardan da kaçınılması lazım.

Arşivime baktım. 2009 yılı 6 Eylül’ünde ‘Hurda teşviği verin, çiftçiyi külüstür traktörden indirin’ başlığı ile bir yazı kaleme almışım. O yazının üzerinden iki yıl geçtikten sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan önceki gün Türk Traktör’ün 600 bininci üretim töreninde müjdeyi verdi. 25 yaş ve üzeri traktörlere hurda teşviği verilmesi ile ilgili bir çalışmaya başladıklarını söyledi.

Hurda projesi gerçekten Türk tarımı, Türk sanayici ve herşeyden önce tarım ürünleri tüketicisi için çok önemliydi.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de 1 milyon 450 bin adet traktör var. Ne yazık ki bunların yarıya yakını 25 yaş ve üzeri traktörlerden oluşuyor.

Bu külüstür traktör parkının yarattığı 4 sıkıntıyı şöyle özetleyebiliriz.

1 Doğaya saldıkları yüksek karbonmonoksit oranının hava kirliliğine neden olması ve zehirli denilebilecek nitelikte ürünlerin sofralarımıza gelmesi.

2 Yüksek mazot tüketimine sebep olmaları dolayısıyla çiftçiye ve Türkiye ekonomisine zarar vermesi. Bunu biraz açmak gerekirse 100 dönümlük bir tarlanın sürülebilmesi için gerekli olan mazot parası, 25 yaş üstü traktörlerde yılda 10 bin liradır. Oysa yeni nesil traktörler aynı büyüklükte bir tarlayı 3 bin 300 liralık yakıt maliyetiyle sürebilirler. Eski nesil traktörler bir dönüm tarlayı sürmek için 10-12 litre mazot tüketiyor. Oysa yeni nesil traktörlerde bu tüketim 6 hatta bazı modellerde 3-4 litreye kadar düşürülmüş vaziyette.

3 Traktörler çok eski olduğu için, ikinci el piyasasının kalmamış olması ve bu nedenle çiftçinin bu traktörleri bir türlü elinden çıkaramayarak, artan sıkıntı ve işletme maliyetine rağmen kullanmaya devam etmek zorunda kalması.

4 Güvenlik sistemlerinin kabul edilemez seviyede olması nedeniyle can ve mal kayıplarına yol açmaları. Hatırlıyorum da Marmaris yolunda, bırakın farı, bir kedi gözü bile olmayan traktörü, akşam tam güneş batarken son anda farketmiş ve büyük bir kaza atlatmıştım.

Hurda teşviği bu 4 temel sıkıntının da ortadan kalkmasına imkan verecek.

Bunun yanısıra hurda projesi traktör üreticisi için de büyük bir imkan yaratacak. 620 binlik yeni satış imkanı, üreticilerin yüzünü güldürür yeni yatırımları beraberinde getirir. İstihdama da katkısı olur. Önceki gün Başbakan’ın hurda müjdesini verdiği Türk Traktör’ün aylık üretim kapasitesi bildiğim kadarı ile 3 binler seviyesinde. Bu bile üreticiler için 620 bin rakamının büyüklüğünü gayet iyi anlatıyor sanırım.

En büyük tehlike kontrolsüz ithalat

Şu uyarıyı da yapmak lazım. Hurda teşviği kararı, şayet çerçevesi iyi belirlenmezse bazı tehditleri de içinde barındırabilir. Kalitesiz ithal traktörlerin Türkiye’ye girişini tetiklerse Türkiye yeni ama tarla süremeyen, işe yaramaz traktör mezarlığına da dönebilir. Bu yüzden değiştirilen traktörlerde Türkiye’de üretilmiş olma şartının aranması şartı getirilebilir. Bu şart sayesinde hem tarımda verimlilik artırılırken hem de yan sanayisi ile birlikte otomotivin bu alanında ciddi bir ekonomik canlanma sağlanır. Daha önce de belirttim. Traktör ithalatında koşullar incelendiğinde ithalat yapmak çok kolay görünüyor. Zaten Türkiye’de 30’a yakın traktör firmasının olması da bunu gösteriyor. Yerli üretici sayısı 5’i geçmiyor. Geri kalanlar ithal. Türkiye’ye traktör ithalatı yapabilmeniz için 20 tane servis kurmanız yeterli. Servis kurmak da zor bir şey değil. TSE belgeli oto tamircilerinden 20 tanesine sertifika ve belge verirseniz otomatikman sizin servis ağınıza dahil olmuş oluyor. Yani ciddi yatırım gerektirmiyor. Sonra gümrük vergisi olmaksızın ithalata başlayabiliyorsunuz. Sattıktan sonra köylü bir şikayeti olduğunda bir daha o ithalatçıyı bulamıyor. Traktörü bozuluyor, parça bulamıyor. Aldığına pişman oluyor ancak iş işten geçiyor.

Yazının devamı...

Anayurdunu fiber ağlarla örenler 2020’de kazanacak

10’uncu Yıl Marşı’nın sloganı ‘Demir ağlarla ördük anayurdu’ idi. 100’üncü yıl marşının ana sloganı ise ‘Fiber ağlarla ördük anayurdu’ olmalı. Neden mi?....

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) geçtiğimiz günlerde fiber erişim raporunu yayınladı. 1980’lerden bu yana hem telekomünikasyon hem de kablolu televizyon altyapılarının bel kemiğini oluşturan fiber teknolojiye yatırımların son dönemde çok ciddi bir artış kaydettiğine dikkat çeken rapor, ülkelerin yeni rekabet alanının fiber erişim olduğunu, bu teknolojide öne çıkan ülkelerin önümüzdeki 10 yılda tüm alanlarda da kazanan olacağını belirtiyor.

Fiber teknoloji neden önemli. Zira kullanıcılara yüksek hızlarda genişbant erişim hizmeti verilmesine imkan tanıyan fiber optik altyapılar, bilgi çağında en önemli silah olacak. Kim silahını hızlı çekebiliyorsa ayakta kalan da o olacak.

2010 yılında Avrupa Komisyonu’nun yayınladığı bir raporda, digitalleşmenin büyümeye ve kalkınmaya etkisine dikkat çekilmişti. Digital kanalları hızlı olanlar büyümede 0.3’lük ilave avantaj sağlıyor. Bu yüzden Avrupa Birliği 2020 yılında Avrupa hanehalklarının yüzde 50’den fazlasının internette 100 mbps ve daha yüksek hızlara ulaşabilmesini amaçladı.

OECD raporunda Türkiye’ye ne yazık ki bir bölüm ayrılmamış. Ayrılmamış çünkü Türkiye’de henüz fiber erişim, emekleme noktasında. Genişbant erişim için en yaygın şekilde kullanılan teknoloji DSL. 3G mobil genişbant da hızlı bir artış kaydetti ancak asıl merkez fiber optik erişim olarak gösteriliyor.

Belediyeler köstek oluyor

Belediyeler bu işin öneminin farkında olmadığı için, fiber erişim yatırımı yapmak isteyen özel sektörün önüne öyle inanılmaz engeller çıkarıyor ki fiber erişim yatırımını adeta yapmayın diyorlar. Fiber teknoloji yatırımı yapmak isteyen özel sektörden kazılacak alanlar için fahiş bedeller isteniyor, bu da yatırımcının hevesini kırıyor.

Hal böyle olunca da fiber erişim Türkiye’de gelişemiyor. Abone sayılarına bakınca da bu çarpıklık hemen dikkati çekiyor. Erişim yöntemlerine göre Türkiye’de internete ulaşanların yüzde 77.57’si halen DSL teknolojisini kullanıyor. Kablodan erişim oranı yüzde 3.15. Kablosuz erişim yüzde 16.95’lik pay alırken, fiber teknolojisini kullanan sayısı sadece 150 bin kişi ve genel içindeki oranı da yüzde 1.75 seviyesinde.

OECD raporunda dünyanın bazı ülkelerinin fiber erişim teknolojilerinde geldiği nokta örneklerle ortaya konmuş. Fiberin ulaştığı hanelerde aboneleşme oranı Kore’de yüzde 57’yi bulmuş vaziyette. Oran Japonya’da ise yüzde 37’lerde. Zaten Kore ve Japonya bu teknolojinin önemini ilk kavrayan ve yatırımlarda öne geçen iki ülke durumunda.

Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri biraz geç kalsalar da aradaki açığı kapatmaya çalışıyor. Avrupa genelinde fiber erişim ortalaması yüzde 17’lerde. ABR’de ise yüzde 29 seviyesinde.

OECD’den tavsiye var

Geleceğin teknolojisi olarak gösterilen Fiber Erişim için ülkelerdeki çalışmaların hızlandığına dikkat çeken OECD, raporunda yatırım maliyetlerinin düşürülmesi ve tüketicilerin daha fazla fayda sağlaması için bazı tavsiyelerde bulunuyor.

Öncelikle fiber erişimin yayılmasının ulusal planlar dahilinde yapılmalı gerektiğini vurguluyor.

Kamu-özel ortaklığı yani PPP (public-private partnership) modeli tavsiye ediliyor. Slovenya, Kore, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Finlandiya, Almanya, Yunanistan, İspanya ve İngiltere’nin bu modeli uyguladığına ve kamu finansmanının süreci hızlandırdığına işaret ediliyor.

Bir altyapının bir çok operatör tarafından paylaşılması, ağların kiralanması, yatırımların koordineli olması gibi noktalar da önemli.

Raporda ülkelerin fiber altyapı kurulum maliyetlerini düşürmek için, mevcut pasif altyapıları kullanmaları tavsiye ediliyor. Bunun yanı sıra, altyapı oluşturmak için gerekli izinlerin alınması, yatırımların koordineli olması için de önlemler almaları isteniyor. Bu sayede fiber pazara giriş bariyerlerinin düşürülebileceği vurgulanıyor. Raporda bazı ülkelerin fiber genişbant teknolojisine yaptığı yatırımlardan örnekler vardı. İngiltere bu işe 1 milyar 350 milyon dolar ayırmış vaziyette. Avustralya 4.3 milyar dolarlık yatırım planlamış. Yeni Zelanda’da yatırım miktarı 1 milyar 160 milyon doları buluyor. Krizdeki Yunanistan bile bu işin önemini farketmiş ve 983 milyon dolarlık projeyi gündemine almış. Ülkeyi demir ağlarla örmek önemliydi. Duble yollar da çok gerekliydi. Ancak asıl savaş bilgi teknolojileri alanında olacak ve bu savaşta bizim fiber yollara ihtiyacımız olacak.

Fiber kullanımda ilk 10 ülke

Ülke adı Abone sayısı*

Japonya 18.100.000

Güney Kore 10.396.764

ABD 6.700.000

Tayvan 1.890.000

Rusya 1.200.000

Çin 0.910.000

Hong Kong 0.860.000

İsveç 0.569.000

Fransa 0.371.312

İtalya 0.347.000

*İnternet hızı 100 mbps ile 1 Gbps arası olanlar

Fiber altyapı kullanan kişi sayısı Türkiye’de 150 bin Japonya’da 18.1 milyon

Yıllar DSL Kablo Fiber Kablosuz

abone abone abone abone (3G)

2007 4.700 0.04 0 0

2008 5.670 0.07 0 0

2009 6.220 0.15 0 0.4

2010 6.640 0.27 0.15 1.45

P.payı %77.57 %3.15 %1.75 %16.95

*Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu verileridir

Berberimize Pazar günü dokunmayın...

Hafta içi yoğun çalışanlar pek çok işini haftasonuna bırakır. Saç tıraşı da bunlardan biridir. Dün Mecidiyeköy’deki berberime gittiğimde kapalı olduğunu gördüm. Rıdvan’ı cepten aradım. “Abi karar aldılar. Artık Pazar günleri açamıyoruz. Şişli Belediyesi zabıtaları ceza yazıyor’ dedi.

Onca yol gelmişim. Tam ağzımı açtım, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e iyi dileklerimi yollayacakken, Rıdvan işin aslını anlatmaya başladı.

Meğer kapatma kararının Belediye ile ilgisi yokmuş. Belediye sadece kararı uygulayanmış. Şişli bölgesinde Berberler Odası’na kayıtlı 270’in üzerinde berber varken, 30-40 berber bir toplantı yapmış ve berber dükkanlarının Pazar günleri kapanmasına karar vermiş. Diğer berberlerin oylamadan haberi bile olmamış.

Böylesine önemli bir karar üçte iki çoğunluk bile aranmadan oldu bittiye getirilmiş.

Tıraş olamadan gazeteye döndüm ve araştırmaya başladım. Meğer bu kararı alan başka ilçe berber odaları da varmış. Ancak bazı ilçelerde ise böyle bir karar yok.

Haftasonu ve özellikle de Pazar günleri pek çok berberin en çok iş yaptığı gün. Ayrıca o gün nişan olur düğün olur. Yani damatların da berbere ihtiyacı var.

Peki ne yapacağız? Rıdvan “Profilo AVM’deki kuaföre gidebilirsin. Orası açık” demişti. Berberimi niye değiştireyim bir, AVM’deki kuaföre bir saç traşı için 100 lira niye vereyim iki...

Ayrıca bir yasak varsa herkese yasak olması gerekmez mi? Benim berberim açamayacak, ancak AVM’deki kuaför açacak. Üstelik bu yasak sadece erkek berberlerini kapsıyor. Hem kadın hem erkek kuaförü olanların sadece erkek bölümü kapalı diğer bölümü açık. Ne kadar saçma. Sokak arasında 4-5 metrekarede sadece kendisi çalışan berberler bu kararın alınmasını sağlamış. Şimdi pazar günleri açık kalmak isteyen berberler de imza toplayıp kararı iptal ettirmeye çalışıyor.

Pazar günleri çalışmayalım diyen berberlerin gerekçesi de “Ailemizle vakit geçirebileceğimiz sosyalleşebileceğimiz bir gün olsun” olmuş. Berber kardeş sen sosyalleşmek istiyorsan dükkanını açma. Ancak benim berberime de dokunma. Açmak isteyen bırakın açsın.

Yazının devamı...

Beylikdüzü’nün beyi Innovia prim rekorunu kırabilecek mi?

2009’da krizin en sıcak zamanında Yeşil GYO, Innovia’nın ikinci etabını satışa çıkarma cesareti göstermişti. Krizi fırsata çeviren gözü kara yatırımcılar da 1 artı 1 dairelere 60 bin liralık fiyatla sahip oldu. Üstelik sadece 12 bin lira peşinat verdiler. Kalan bakiyeyi ise 60 ay vadede 0 faizle ödeyeceklerdi. Şu ana kadar ödedikleri para, peşinat dahil 30 bin lirayı biraz geçti ancak evlerin fiyatı 130 bin lirayı buldu

Beylikdüzü’ne üst düzey bir standart getiren Yeşil GYO, benzer prim fırsatını, yeni satışa çıkan ve 2013 Aralık ayında teslim edilecek Innovia’nın dördüncü etabında yatırımcıların karşısına bir kez daha çıkardı. Satış fiyatı 95 bin liradan başlayan dördüncü etap evlere yine yüzde 20 peşinat ve 0 faiz imkanı ile ulaşmak mümkün. Metrekare fiyatı 1750 liradan başlayan proje sosyal donatısı ile dikkat çekici.


Kime sorsam Beylikdüzü’ne burun kıvırıyor. ‘Beylikdüzü mü aman sorunlu bölge, uygun bir lokasyon değil’ diyor. Evet, mantar gibi biten evler Beylikdüzü’nü içinden çıkılmaz bir beton yığınına dönüştürmüş vaziyette.

Ancak içlerinde örnek projeler de var. Pek çok proje gezdim. Daha önce Avrupa TEM konutlarını beklentilerimin çok üzerinde bulduğumu yazmıştım. Benzer bir ifadeyi çok rahatlıkla Innovia için de kullanacağım. Bölgedeki başka projeleri gezerken Innovia uzaktan beton yığını gibi görünüyordu. Tıpkı TEM Avrupa Konutları gibi. Ancak içine girince başka bir dünya ile karşılaştım. Ne demek istediğimi ancak şu an yaşamın başladığı Innovia 1’i ve 2’yi görürseniz anlayabilirsiniz. Innovia, Beylikdüzü’nde sanki çöldeki vaha gibi. Fiyatları Beylikdüzü standartında ancak inşaat kalitesi ve sunduğu imkanlarla çok daha fazlasını hakediyor. Beylikdüzü’nün Beyi gibi...

2009’da 60 bin TL’ye ev sattık

Hafta sonu Yeşil GYO Yönetim Kurulu Başkanı Engin Yeşil ve Yeşil GYO Genel Müdürü ve aynı zamanda GYODER Başkanı olan Işık Gökkaya ile birlikte Innovia projesini gezdik.

Engin Yeşil, öncelikle bu projeden daha önce ev alanların kazancına dikkat çekti: 2009’da 60 bin lira fiyatla 1+1 ev sattık. ‘Yüzde 20 peşin verin, 6 ve 12’inci aylarda yüzde 5, teslimde yüzde 20 verin, 60 ay 0 faizle taksit yapalım’ dedik. Şu ana kadar ödediği para 40 bin lirayı dahi bulmayan bu insanların evleri şu an 125-130 bin liradan satılıyor. Bundan daha iyi kazandıran bir proje varsa da ben bilmiyorum...

Innovia 1’de evler teslim edilmiş ve yaşam çoktan başlamış vaziyette. 2’inci etap ise bitmek üzere. 3’ün inşaatı devam ediyor. 4’üncü kısım ise bir kaç ay önce satışa çıktı. Şu ana kadar 4 bin 800 daireli dördüncü fazda yüzde 25 satış rakamına ulaşılmış. Alıcıların büyük kısmı da 1 ve 2’inci etaptan ev alıp, Innovia’nın sağladığı prime bizzat tanık olanlar ve onların eş dost akrabaları...

Ayrıca sil taksit sistemi var. Eşini dostunu getirip Innovia’nın yeni satışa çıkan bölümünden ev aldıranların halihazırda süren taksitlerinden iki tanesi siliniyor.

Innovia tek kalemde toplamda 13 bin 800 konutluk dev bir proje. Hem konutları hem de şantiye alanını gezdim. Kesinlikle şu an inşaatı devam eden fazlar, yaşamın başladığı alanlarda bir rahatsızlık yaratmıyor.

Beylikdüzü’ndekilerin hayali

Dikkatimi çeken nokta her etabın ortasındaki su bolluğu. Adeta 5 yıldızlı otel konforu var. Havuzların yanında şezlonglar tamam da, çok özel loca tarzı bölümleri görmek beni biraz şaşırttı. “Herhalde bu bölümleri ekstra para verenler tutuyor” dedim. Engin Yeşil, esprili bir şekilde “Hayır sabah kim önce gelirse orayı da ücretsiz kullanabiliyor. Burada yiyecek içecek dışında herşey fiyatın içinde” diye cevap verdi.

Abartmayı sevmem ancak Beylikdüzü’nde oturan herkesin öncelikli hayali Innovia’ya taşınmak. Mevcut evini satıp Innovia’daki fırsatlara bakan çok kişi var.

Yeni etabın fiyatlarına gelince...

Sosyal donatıya ayrı bir bölüm açtım. Ben şimdi öncelikle yeni satışa çıkan etabın fiyatlarından sözetmek istiyorum.

1+1’lerden 2+1’lerden ve 3+1’lerden farklı seçenekler var. Fiyatlar 95 bin liradan başlıyor maksimum 270 bin liraya kadar çıkıyor. Tabloyu verdim. Metrekare fiyatı 1.750 lira ile 2 bin 200 lira arasında. Haziran ayında ilk satışa çıktığında yüzde 10 daha düşükmüş hatırlatırım. Ancak projeyi gezdikten sonra söyleyebileceğim şey şu: Bu proje Beylikdüzü’nde değil de ne bileyim, mesela Kemerburgaz Göktürk’te olsaydı, metrekare fiyatı 4 bin 4.500 liradan daha az olmazdı.

Burada Yeşil GYO orta gelir grubunun rahatlıkla ulaşabileceği ancak fiyat/kalite dengesi en üst düzeyde bir proje hayata geçirmiş. Yeşil GYO Genel Müdürü Işık Gökkaya, bunun sebebini şöyle izah etti:

“13 bin 800 daire satmaya soyunuyorsunuz. Bir kalite tutturamazsanız bu kadar evi satamazsınız. Üstelik bu bizim tek ve son projemiz de değil. Bundan sonraki işlerimize referans olacak örnek proje. Beylikdüzü’ne ilk gelen firmalardan biri olmamız sebebiyle arsa maliyetimiz düşüktü. Ancak arsa maliyeti ile ilgili avantajımızı ev sahipleri lehine kullandık ve sosyal donatılara çok büyük ağırlık vererek karımızı ev sahipleri ile paylaştık”.

100 lira aidatla kusursuz SPA hizmeti

Zen Şelaleler, yürüme, bisiklet ve koşu yolları, bisiklet park alanları, açık ve kapalı yüzme havuzları, fitness-spa alanı, çocuk oyun alanları, seyir terasları, basketbol, tenis, voleybol sahaları, cafeler Innovia’yı diğer projelerden farklılaştıran sosyal donatılardan bazıları. Gezdiğim projelerde SPA’nın sterilliği konusunda her zaman aynı standartı bulamadım. Türk hamamı inanılmaz kötü kokan projeler gördüm. Innovia’daki gym merkezi, SPA, hamam hakikaten temiz. İnsana güven veriyor. İşletme sorunu kesinlikle yok. Kapalı basketbol sahasına bayıldım. Getirin Anadolu Efes’i ya da Türk milli takımını antremanlarını yapsın. O standartta bir kapalı basketbol sahası var. Squash da her sitede oturanın bulamayacağı bir özellik olarak dikkatimi çekti. Tüm bu imkanlara ödediğiniz aidat ile sahip oluyorsunuz. Gym ya da SPA için ayrıca bir ücret abonelik ödemiyorsunuz. Yetkililer “Dışarıdan buradaki sosyal imkanlardan yararlanmak için üyelik başvurusu çok alıyoruz. Ancak sadece Innovia sakinlerine hizmet veriyoruz” dediler.

33 bin metrekarelik ticari alanı da var

1 milyon 200 bin metrekare toplam satılabilir alana sahip olan, 375 bin metrekare arazi üzerine inşa edilen dev Innovia projesinin tamamının toplam yatırım değeri 2.3 Milyar TL olarak belirtilirken projenin yeni satışa sunulan 4. etabından beklenen gelir 975 milyon TL olarak açıklandı. 140.000 metrekarelik arazi üzerine inşa edilecek olan Innovia 4’ün içinde 33 bin metrekare ticari alan yer alacak.

Havuz başında kablosuz internet

Innovia Projesinde her konutta fiber altyapı ve özel donanımlar vasıtası ile 10 MB hızında internet kablolu ve kablosuz olarak bulunuyor. Dolayısıyla dairelerde modem kullanımına dahi ihtiyaç duyulmuyor.

Ayrıca Innovia Projesinde parklarda havuz başında kablosuz internet mevcut ve site sakini kendi şifresi ile site içinde her yerden internete bağlanabilme avantajına sahip. Online sistem ile site içindeki tüm sosyal mekânlar kamera sistemiyle izlenebildiği için güvenlik anlamında da destek sağlamakta.

Parti evi var, kına gecesi, sünnet düğünü yapabilirsiniz

Innovia’da oturuyorsanız akraba ve arkadaşlarınızı, kalabalık bir misafir grubunu yemeğe çağırmak çok zor değil. Her etapta bir parti evi var. Bu parti evinde piyano, bilardo masası dahil pek çok incelik düşünülmüş. Ortasında endüstriyel mutfak alanı hatta kapalı barbekü imkanı var. Bu parti evlerinde kına geceleri hatta nişan ve düğünler bile oluyormuş. Parti evinin yöneticisi “Her ayın en az 20 günü bu parti evi dolu. Çok önceden rezervasyonlar yapılıyor. 300 lira karşılığında parti evi kiralanabiliyor” dedi.

Komşularla site yönetimi ile On-line iletişim imkanı

Yeşil GYO’nun Türkiye’de ilk kez hayata geçirdiği Innovia Online sistemini anlattılar. İnternet altyapısı ile site yönetimi ve diğer site sakinleri ile iletişim kurabiliyorsunuz. Diyelim ki basketbol sahasında takım kurup maç yapmak istiyorsunuz. Site sakinleri içinde belirlediğiniz kategoride basketboldan hoşlanan insanları görebiliyor onlarla iletişime geçebiliyorsunuz. Ya da 12 yaşındaki çocuğunuza doğum günü partisi vereceksiniz. Aynı yaş grubunda çocuğu olan ailelerin listesini görebiliyor onlara mesaj atıp, çocuğunuz yeni arkadaşlar edinmesine olanak sağlayabiliyorsunuz.

Bu sistem diğer site sakinleri ile ortak etkinlik grupları kurmaktan, site marketinden restoranından ve cafesinden sipariş vermeye, taksi çağırmaktan, site yönetiminin duyurularına kadar her alanda işinize yarayabilir.

Evinizi diğerlerinden ayrıştırma lüksünüz var

Sosyal tesisleri gezerken Engin Yeşil, bana mağaza tadında bir yer gösterdi. Satış ofisinin alt katında yer alan bu mağazada kapı kolundan, farklı dolap sistemlerine, perdeden, beyaz eşyaya ve mutfak modüllerine kadar pek çok şey var. Örnek evleri gezenler zaten belli bir standartı satın alıyor. Ancak evinin mutfağının şirket tarafından verilen değil de kendi zevkine uygun farklı bir model olmasını isteyenler bu büyük mağazaya girerek evlerini istedikleri gibi farklılaştırıyorlar. Üstelik bu farklılığı ev teslim edildikten sonra ekstra masraf yaparak ve kırıp dökerek de yapmıyorlar. Tıpkı bir otomobil satın alır gibi içine farklı donanımda bir konfigrasyon yükleyebiliyorlar. Mutfak tezgahı, odaların ebatlarına uygun farklı dolaplar bu mağazada mevcut. 2 bin lira gibi ekstra bir harcama ile evinizi standart olmaktan çıkarabiliyorsunuz.

Yazının devamı...

Yarınların Zekeriya Yıldırım’ı veya Saffet Karpat’ı olacak

Darüşşafaka, tam burslu olarak okutacağı babasız, fakir, ancak zeki ve yetenekli genç beyinler arıyordu. 120 şanslı öğrenciyi belirleyecek sınava 20 ilde 1458 öğrenci katıldı. Van’da yapılan sınava bir çocuk çıkageldi. Daha önce başvurmamıştı. Ancak kriterlere uyuyordu. Eğitimde fırsat eşitliği istiyordu. Yöneticiler insiyatif kullanıp Davut’u sınava aldılar. Sonra... Sonrası film gibi...

Bir kaç ay önce Daruşşafaka Cemiyeti yararına Hürriyet Ekonomi Müdürü Vahap Munyar, Bloomberg TV Genel Yayın Müdürü Prof. Dr. Kerem Alkin, Dünya Gazetesi Genel Yayın Müdürü Hakan Güldağ ve gazeteci ağabeyimiz Osman Şenkul ile birlikte İhsan Varol’un hazırlayıp sunduğu Kelime Oyunu televizyon yarışmasına katılmıştık.

Yarışmadan elde edilecek gelirin tamamı Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanırken, asıl amaç ise Darüşşafaka Eğitim Kurumları’nın vizyon ve misyonu ile ilgili olarak kamuoyunda bir algı oluşmasına yardımcı olmaktı. 148 yıllık bir eğitim çınarı olan Darüşşafaka’nın bağışçılarla ayakta durduğu gerçeğinden hareketle eğitime katkıda bulunmak isteyenlere de çağrı yapmaktı.

Yeni eğitim yılının başlamasının ardından dün Darüşşafaka Cemiyeti yöneticileri Zekeriya Yıldırım, Davut Ökütçü ve Talha Çamaş, okul yöneticileri Adnan Ersan ve Çiğdem Kaya ile birlikte geldikleri noktayı anlattılar.

Cemiyet’in Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Yıldırım sınav sistemini bilgi ağırlıklı yapıdan yetenek odaklı sisteme çevirerek Anadolu’dan daha çok öğrencinin okula gelmesini sağladıklarını söyledi. 9 yaşındaki bir çocuğa devletin dışında eğitimde fırsat eşitliği sağlayan bir başka kurum olmadığını belirten Yıldırım, “Sınav sistemindeki değişiklikle bu yıl İstanbul ve çevresinden gelen öğrenci sayısı yüzde 27, Anadolu’dan gelen öğrenci sayısı ise yüzde 73 oldu. Kız ve erkek öğrenci oranı da yüzde 50-50 oldu” dedi.

İş Bankası’ndan destek

Darüşşafaka’da eğitim görme imkanı bulan çocuklar babası olmayan ve fakir öğrenciler arasından seçiliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın veri tabanından yararlanan Darüşşafaka Cemiyeti, bu yıl bu kritere uyan 11 bin 600 öğrenci belirledi. Bu öğrencilere tek tek mektupla ulaşıldı. 1570’i sınava başvurdu. 1458’i sınava girdi. En yüksek notu alan 120 öğrenci ise mali durum araştırmasının ardından okula girmeye hak kazandı. Yıldırım, şu konuya dikkat çekti:
“Çocuklar fiziksel ve ruhsal gelişimini bizimle birlikte yaşıyor. Bu eğitimle çocukların hayatını değiştiriyoruz. Çocuklara üniversite döneminde de tam burs vermeye devam ediyoruz.

Yıldırım, bu noktada İş Bankası’nın verdiği desteğin önemine dikkat çekti:

“Türkiye İş Bankası ile ‘81 ilden 81 öğrenci’ projesini başlattık. İş Bankası 4 yıldır sürdürdüğü bu proje ile şu an okuldaki 327 öğrencimizin tüm eğitim giderlerini karşılıyor. Bu çok ciddi bir rakam ve bu destek çocuklar üniversiteyi bitirene kadar yani toplamda 14 yıl devam edecek.”

Yönetim Kurulu Başkan Vekili Davut Ökütçü ekledi:
“İş Bankası desteği olmasaydı, Cemiyet’in gücü ile ancak toplamda 700 öğrencimiz olabilecekti. Oysa şimdi 928 öğrencimiz var. Bu öğrencilerin 434’ü hafta sonu bile okulda kalıyor. Kişisel ya da kurumsal bağışçılarımız artarsa mevcut okulumuzun kapasitesi artar. Hatta hedefimiz Darüşşafaka modelini her bölgeye taşımak. Her bölgede okul açabilmek.”

148 yıllık Daçka tarihinde ilk üçüzler



Yöneticiler sınavı kazanan çocuklarla tek tek ilgileniyor. Evlerine kadar gidiyor. Hem mali durumlarını kontrol ediyor hem de velileri ile konuşuyor. Zekeriya Yıldırım Giresunlu Ali Elmalı ile böyle poz vermiş.

Bu arada Darü∫∫afaka’nın 148 yıllık tarihinde bir ilk de yaşanıyor. Bursa’da Karamehmet İlköğretim Okulu’nda üçüncü sınıfta okuyan üçüz kardeşler Biray, Tahsin ve Birol Aladağ sınavı kazanıp Darüşşafakalı olan ilk üçüzler olarak tarihe geçti.

‘İyi insanlar’ yetiştirmeye çalışıyoruz

1873’ten bu yana varlığını sürdüren Darüşşafaka Eğitim Kurumları tamamen bağışlarla ayakta duruyor. Bir öğrencinin bir akademik yıldaki masrafları yaklaşık 4 bin 150 lira olarak hesaplanmış. Eğitim giderlerinin yanısıra barınma, sağlık gibi masraflarını da Cemiyet karşılıyor.
Zekeriya Yıldırım 9 yaşında ailelerinden emanet aldıkları çocukları çağdaş, özgüvenli, Atatürk ilkeleri doğrultusunda yaşam boyu öğrenen, araştıran, sorgulayan topluma karşı sorumlu, iyi insanlar olarak yetiştirmeye çalıştıklarını söylüyor.

Hepimiz birer bağışla kimsesiz fakir ama yetenekli öğrencilere bir gelecek sunabiliriz. İş dünyasının önde gelen isimleri arasında pek çok Darüşşafakalı var. Procter & Gamble’ın Türkiye CEO’su Saffet Karpat, Oyak’ın başındaki Coşkun Ulusoy, Merkez Bankası eski Başkanı Zekeriya Yıldırım, Koç Holding’de 31 yıl çalışan ve Tüketim Grubu Başkan Yardımcısı olan Davut Ökütçü, TÜRSAB eski Başkanı Talha Çamaş...

Daha gerilere gidersek ünlü matematikçi Salih Zeki, ultrasonografinin öncüsü Prof Dr. Adnan Sokullu, Türk edebiyatının önemli ismi Ahmet Rasim... Hepsi Darüşşafaka’dan çıktılar. Henüz yolun en başında bu isimlere eğitimde fırsat eşitliği şansı tanınmasaydı bu isimler çok büyük ihtimalle ortaya çıkamayacaktı. Şimdi yenileri yetişiyor.

Örneğin Vanlı Davut Elter. Son anda geldi, sınavı dördüncü sırada bitirdi.

Yazının devamı...

MAN için Ankara ‘stratejik üs’ oldu, Türkiye yollarına özel otobüs geliyor

MAN Türkiye’deki 45’inci yılını MAN CEO’su George Pachta Reyhofen’in de katıldığı bir törenle Ankara’da kutladı.
MAN Global içinde ciroya katkısını 2010’da yüzde 8’lerin üzerine çıkarma başarısı gösteren MAN Türkiye için CEO Reyhofen, “Türk ekonomisi büyümesi ile MAN için de bir lokomotif oldu. Türkiye hem seyahat otobüsü hem de şehiriçi otobüs üretebilme kabiliyeti olan tek ve en özel merkezimiz. Ankara bizim deneyim merkezimiz ve bundan sonra üreteceğimiz otobüsleri burada geliştireceğiz” dedi.

Volkswagen Grubu’nun bünyesine giren Alman ticari araç üreticisi MAN’ın CEO’su George Pachta-Reyhofen, Ankara’nın kendileri için stratejik öneme sahip bir üretim yeri olduğunu belirterek, “Yolcu otobüsleri ile şehir içi otobüsleri açısından deneyim merkezimizin kalesidir. En güvenilir ve gelişmiş otobüsleri üretecek bilgi ve deneyim burada bir aradadır” dedi. MAN Türkiye’nin 45’inci yıl töreni için Türkiye’ye gelen George Pachta-Reyhofen, MAN Ticari Araçlar Grubu içinde MAN Türkiye’nin payının yüzde 7-8 dolayında olduğunu söyledi.

MAN’ın finansal sonuçları ile ilgili bilgi veren Reyhofen, siparişlerin yüzde 22 arttığını cironun yüzde 18 arttığını, işletme kârındaki artışın ise yüzde 88’e ulaştığına dikkat çekti. İşletme kârının 404 milyon eurodan 762 milyon euroya geldiğini vurgulayan Reyhofen, EBITDA’nın da yüzde 6’dan yüzde 9.6’ya çıktığına dikkat çekti. Bu güçlü performansta Türkiye faaliyetlerinin çok büyük payı olduğunu söyleyen Reyhofen Türkiye’nin gerek canlı iç piyasası, gerekse ihracatı ile MAN ailesi için çok büyük stratejik öneme sahip olduğunu vurguladı. MAN Türkiye CEO’su Tuncay Bekiroğlu da geçen yıl finansal satış tarafının 360, üretim tarafının ise 300 milyon euro ciro yaptığına dikkat çekerek “Konsolide baktığımızda 600 milyon euroluk bir büyüklüğe ulaştık. Bir önceki yılki ciromuz 410 milyon euro civarındaydı. Bu performansla toplam içindeki payımızı yüzde 8’lerin üzerine çıkardık” diye konuştu. Ankara’nın 2010 yılında MAN Ticari Araçlar Grubu’nun Ar-Ge Merkezi olarak belirlendiğini hatırlatan Pachta, Ankara’ya bu rolün verilmesi sonrasındaki planlarından örnek verdi: “Tamamen Türkiye’de tasarlanıp üretilecek bir otobüs geliştiriliyor.

24-36 ay içinde bu model ortaya çıkar. Bu modelle hedefimiz gerek Türkiye, gerekse çevre ülkeler için daha düşük maliyetli bir otobüsü pazara sunmak.“ Reyhofen, “Türkiye’ye yeni roller vermeyi düşünüyor musunuz? Örneğin rakibiniz Mercedes’in yaptığı gibi kamyon üretimine yönelik bir hazırlık var mı?” sorusuna, “Türkiye, bizim için öncelikle yolcu otobüsü üretim merkezi. Hem yolcu otobüsü, hem şehiriçi otobüsün aynı mekanda üretilebildiği tek fabrikamız Ankara’da. Bunlar, Türkiye’ye verilmiş önemli roller. Kamyon fabrikası konusunda şu anda bir hazırlığımız yok” cevabını verdi. Bir kamyonun 150 saatte, otobüsün ise 1.500 saatte üretildiğini hatırlatan Reypofen, “Yani, kamyon üretiminin gelmesi Türkiye için çok büyük istihdam fırsatı da yaratmayabilir. Ayrıca, otobüs için Ankara üzerinden odaklanabileceğimiz çok daha fazla fırsatlar var. Onlara yoğunlaşacağız” dedi.

Yanmayan otobüs için ekstra maliyeti göze alıyoruz

Otobüslerin kısa sürede yanıp küle dönmesi son dönemde kamuoyunun çok tartıştığı bir konu. Son olarak cezaevi aracının alev aldıktan müdahaleye bile fırsat vermeden kül olması, içindeki mahkumların diri diri yanması konuyu bir kez daha gündeme getirdi. MAN’ın fabrikasını gezerken üretim yetkilileri, iç dizaynda yanmaya karşı dayanıklı ürünleri kullandıklarını söyledi. En ciddi rakiplerinin bile maliyeti düşük ürün kullandığına dikkat çeken yetkililer, “Biz bu konuya çok büyük önem veriyoruz. İç dizaynda yüzde 25’lere varan ekstra üretim maliyetini göze alarak yanıcı özelliği en aza indiren lamine ürünler kullanıyoruz” dedi. Bu arada yetkililer halen yüzde 60 olan yerlilik oranını yüzde 75’lere çekmek için çalışma içinde olduklarını da belirttiler.

45 yıl önce kuruldu 41 ülkeye satılıyor

Türkiye, 1966’da MAN’ın Almanya dışında üretim tesisi kurduğu ilk ülke oldu. Ercan Holding’le Türkiye’de yola koyulan MAN, çeşitli etkenlerle sıkıntılı günler de yaşadı. Zamanla Ercan Holding o dönemdeki hükümetin aldığı bazı kararlar yüzünden MAN’dan çekildi, bir süre alacakları nedeniyle İş Bankası devrede oldu. O dönemde görev alan Tunç Koman, MAN’ı yüzde 100 yabancı sermayeyle Türkiye’de kalmaya ikna etti. MAN Türkiye, son 15 yılda atağa geçti. MAN’ın Türkiye fabrikasında üretilen otobüsler bugün 41 ülkeye ihraç ediliyor.

Geçen yıl fabrikada üretilen 1.132 otobüsten 833’ü ihraç edildi. Halen MAN Türkiye’de 1.713 kişi çalışıyor. MAN Türkiye CEO’su Münür Yavuz, katoforez tesisi ve Ar-Ge merkezinin büyümesi ile istihdam rakamını ikiye katlamayı hedeflediklerine dikkat çekti. MAN Ankara fabrikası günde 16 otobüs üretme kabiliyetine sahip.

MAN’ın yeni sahibi Volkswagen oluyor

Ankara’da daha önce 4 yıl çalışmış olan CEO Reyhofen, MAN’ın hissedarlık yapısında son dönemde yaşanan gelişmeleri de aktardı. MAN’da yüzde 29.9 hisseye sahip olan Volkswagen’in Borsa’dan yaptığı alımlarla payını yüzde 30’un üzerine taşıdığına işaret eden CEO “Borsa kurallarına göre bir grubun payı yüzde 30’un üzerine çıktığı için tüm hissedarlara geri alım çağrısı yapma zorunluluğu doğdu. Bu çağrıya yüzde 26’lık hisseye sahip hissedarlar olumlu yanıt verdi. Yani Volkswagen’in MAN’daki payı yüzde 55.9’a çıkacak. Ancak bu yapı, Antitröst Kurumu ve sermaye piyasası otoritesinin onayından sonra kesinleşecek. Karar Ekim ayı gibi çıkar” diye konuştu. CEO Reyhofen, Volkswagen grubunun Scania otobüslerinin sahibi olduğuna işaret ederek yeni hisse yapısının özellikle ortak satın almalarda ölçek ekonomisinden kaynaklanacak bir fiyat avantajı yaratacağını söyledi. Reyhofen, “Bu hisse yapısı, birbirinin ürün yelpazesini tamamlama, deneyim paylaşımı, satın alma hacimleri gibi alanlarda bize avantaj sağlar” dedi.



MAN Türkiye’nin 45’inci yılı Ankara’daz kutlandı. Kutlamaya MAN’ın CEO’su George Pachta-Reyhofe de katıldı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.