Şampiy10
Magazin
Gündem

Güler Hanım için şarap, hobi olmaktan çıktı, butik Gülor 160 restoranın menüsüne girdi

Güler Sabancı’nın, dayısı Orhan Türker ile birlikte 18 yıl önce Şarköy’de kurduğu üzüm bağları ve şaraphane tesisi Gülor markası ile Türkiye’nin en çok tercih edilen butik şaraplarından biri haline geldi. Adnan Erem’i transfer ederek, üretimin yanısıra pazarlama ve satışa da aynı ölçüde ağırlık veren Gülor, 160 restoranın menüsüne girmeyi başardı. Şaraplarını Gold, Rouge, Silver ve Şayeste markaları ile seri haline getiren Gülor, sadece niş satış noktalarında bulunma kararı da aldı

Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, dayısı Orhan Türker ile birlikte hobi amaçlı girdiği şarap işini büyütme kararı aldı. Geçen hafta içinde Güler Sabancı ile birlikte helikopterle Şarköy Eriklice’deki Gülor tesislerine gittik. İki yıl önce de benzer bir yolculuk yapmış, Gülor’un Şarköy bağlarının gelişimini yeni üzüm çeşitlerini yerinde gözlemleme fırsatı bulmuştuk. Yolda Güler Sabancı bir ayrıntıya dikkat çekti:

“Gülor’da artık ben ve dayım Orhan Türker’in dışında yeni bir ortağımız daha var. Adnan Erem de artık bizimle ve son bir yıldır onun yönetiminde Gülor’da bazı gelişmeler oluyor. Adnan Bey Sizlerle bu gelişmeleri paylaşmayı istedik. Zira şarap artık bizim için önemli bir iş haline dönüştü.”

Adnan Erem, pazarlama satış yönü kuvvetli bir profesyonel. Sabancı Grubu’na da yabancı değil. Doluca’nın genel müdürü olmadan önce Sabancı Grubu’nun GıdaSa’sında genel müdür olarak görev yapmıştı. Hem şarapçılığı çok iyi biliyor, hem de satış pazarlama alanında yetkin.

Güler Sabancı, işleri Adnan Erem’e teslim ettikten sonra son 1 yıl içinde Şarköy’e kendisinin de ilk kez gittiğine dikkat çekti. Hobi olarak girdikleri şarap işinde artık yeni bir safhaya geçtiklerini, yeni yatırımlarla bu alanı geliştirmeye karar verdiklerini söyledi.

Artık Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi daha az ama iyisini içelim trendi olduğuna işaret eden Güler Sabancı, bu anlamda Gülor Şarapçılık’ın şarap serisinin bu trende uyduğunu vurguladı. Kaliteli şarap oranının genel olarak üreticilerde her 100 bin şişede bin şişe civarında olduğunu söyleyen Sabancı, Gülor’da ise 50 lira ve üzeri fiyatı hakeden şarap miktarının 100 bin şişede 5 bin şişeyi geçtiğine işaret etti. Gülor Şarapçılık’a ait bağ evinin helikopter pistine indik. Bizi Orhan Türker, Adnan Erem, Fransız şarap uzmanı Prof. Nicholas Vivas karşıladı.

Adnan Erem de yeni oluşuma dikkat çekti ve artık daha çok butik gurme satış noktalarında yer alacaklarını söyledi. Adnan Erem ciro vermemekle birlikte, “Yüzde 150’lik artış hedefimiz var. Önceliğimiz 200 bin şişe olan kapasitemizi doldurmak. Orhan Bey’den çok iyi bir altyapı devraldığımı belirtmem lazım. Şimdi hedefimiz bunu geliştirmek. Bu arada serilerimizi de yeniledik. Daha önce sadece kendi bağlarımız ve Şarköy’deki çiftliklerden aldığımız üzümlerle üretim yaparken artık buna Elazığ’ın Öküzgözü’nü, Diyarbakır’ın Boğazkere’sini de ekledik” dedi.

Domates kokulu Öküzgözü

Öküzgözü, Elazığ’a ait bir üzüm türü. Ancak ne var ki Ege de bile artık bu üzüm yetiştiriliyor. Adnan Erem, kendi toprağını terkeden üzümün her zaman iyi sonuç vermediğine dikkat çekerek, “Domates kokulu Öküzgözü bile oluyor. Oysa biz bu üzümü kendi orjinal bölgesinden alıyoruz. Çok iyi iklimlendirilmiş araçlarla taşıyoruz ve çok da iyi sonuç aldık” diye konuştu.

İşin satış pazarlama alanına da değinen Erem, 1 yıl öncesine kadar Gülor’un toplamda 50-60 restoranın menüsünde yer almasına karşılık şu an İstanbul’un en iyi 160 restorana girdiklerini belirtti. Restoranların sahiplerini, yeme içme müdürlerini ve somelier’lerini hafta sonlarında Şarköy’de ağırladıklarını kaydeden Erem, bu sayede kendilerini yeniden hatırlattıklarını ve restoran sayısını da artırdıklarını vurguladı. Bu arada Erem’in verdiği bilgiye göre restoranda açılan şarabın yüzde 70’inde garson etkisi bulunuyor.

Oran yüksek gibi görünse de aslında genel olarak dünyada trendin bu yönde olduğunu da bize Gülor’un Fransız uzmanı Vivas söyledi. Vivas Fransa’da somelierin tavsiyesiyle açılan şarap miktarının yüzde 50’yi bulduğunu belirtti. Türkiye aslına bakılırsa şarap kültürü ile yeni yeni tanışıyor. Bu yüzden yüzde 70 oranını yadırgamamak lazım.



Şarköy üzümü işaretleniyor akredite laboratuvar geliyor

Türkiye’ye has üzüm çeşitlerinden yapılan şaraplar son yıllarda uluslararası arenada pek çok ödül aldı. Öküzgözü, Boğazkere’nin yanısıra Avşa’nın Adakarası, Denizli’nin Çalkarası, Trakya’nın Papazkarası, Çanakkale ve Bozcaada’nın Kuntra’sı, beyazlardan Ege’nin Sultaniyesi, Tokat’ın Narince’si, Kapadokya’nın Emir’i epey tanındı bu üzümlerden yapılan şaraplar pek çok ödül aldı. Üzüm çeşidimiz çok ancak ne yazık ki hepsini birbirine kırdırmışız ve orjinalliğini bozmuşuz. Adnan Erem, şimdi Şarköy bölgesinde yetişen üzümlerin tam olarak coğrafi sınırlarını çizecek, ona bir kimlik kazandıracak apelasyon çalışması içinde olduklarını bunu Namık Kemal Üniversitesi ile koordineli yaptıklarını söyledi. Şaraplık üzümlerin asıl toprağında yetiştiğinde kendini daha iyi gösterdiğine dikkat çeken Erem, “Şarköy üzümlerinin kayıtlara geçmesini istiyoruz. Tüm bölgeler için bu çalışma yapılmalı” dedi.

Bu arada Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’ne bağlı Şarköy Şarapçılık Yüksek Okulu’nda Gülor Şarapçılık desteği ile dünyada akreditasyonu olan bir laboratuvar kuruluyor. Erem, bu laboratuvarın önemini şöyle aktardı: “Şarap ihraç ediyoruz ancak ihraç edeceğimiz şarabı rakiplerimiz analiz ediyordu. Bu laboratuvar ihraç edilecek şarapların tüm analizlerini yapabilecek.”





Sabancı: Bağcılık biraz desteklense işsizlikle mücadeleye güç katar

Güler Sabancı son dönemde tarımın dünyada yükselen değer olduğuna dikkat çekti. Bağcılığın ise zahmetli emek yoğun bir iş olduğunu kaydeden Sabancı, bağcılığın desteklenmesi halinde işsizliğin de azalabileceğine işaret etti. Birleşik Devletler’de Napa Vadisi’nin tamamen devlet kontrolü, muazzam teşvikler ve teknolojik destek ile şarapçılıkta geliştiğini hatırlatan Sabancı, son dönemde Şili başta olmak üzere Güney Afrika, Avustralya gibi ülkelerin de devlet desteği ile bu alanda ciddi mesafe kaydettiklerini belirtti. Şili’nin şarap ihracatının milyar dolarlara gittiğini ifade eden Sabancı, “Şarapçılık, tarıma dönük endüstrinin önemli örneklerinden biri. Madem işsizlikten söz ediyoruz, öyleyse buralara da yüklenmek gerek” dedi.

Gülor Şarapçılık Genel Müdür Adnan Erem, üzüm fiyatlarının bu sezon yükseldiğine, üreticinin iyi kazandığına dikkat çekti:

“Bu yıl dolu bağlara zarar verdi. Bir hastalık da geldi. Bu arada ABD başta olmak üzere kuru üzüm talebi fiyatları yukarı çekti. Sofralık üzümün fiyatı yüzde 100 arttı. Kaliteli üzümün fiyatı da yüzde 50 arttı. Bu yıl iyi mahsul alan üreticinin yüzü gülecek.”

Yazının devamı...

Turkcell çağrı merkezi kurdu Erzurum’un kaderi değişti

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), 2005 yılında Erzurum’a çağrı merkezi kuran Turkcell’in şehrin ekonomik ve sosyal hayatına olan etkisini bilimsel metodlarla ölçtü. Turkcell’in Erzurum’a gelmesi ile birlikte çarpan etkisi ile 5 yılda 309 milyon liralık ekonomi yaratıldığı ortaya çıktı. Kadın istihdamında artış oldu, şehirde modern bir AVM’nin açılışı bile Turkcell’in gelişiyle hızlandı.

BİR yazımda çağrı merkezlerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da istihdam yaratabilmek için çok önemli olduğunu vurgulamış ‘Çağrı merkezi eğer yapamazsak ağrı merkezi’ başlığını atmıştım. Güneydoğu’nun ağrı merkezi olmasında işsizlik olgusu tartışılmaz bile.

Slogan olacak sözlerle konuya dikkat çekmek elbette önemli ancak TEPAV çok ses getirecek bir ölçümleme ile bizim enteresan başlıklarla dikkat çekmek istediğimiz konuyu rakamlara döktü.

2005 yılında büyük bir cesaret örneği göstererek Erzurum’a çağrı merkezi kuran Turkcell’in tek bir yatırımla şehir ekonomisine ve sosyal hayatına etkisi ilk kez bilimsel bir çalışmaya konu oldu ve çağrı merkezinin şehrin kaderine olan etkisi ölçüldü.

Bu bilimsel ölçümlemeyi Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) yaparken aslında tek bir yatırımın bile bazı şehirlere nasıl dokunduğunu orada nasıl bir fayda yarattığını da rakamlarla ispat etti.

TEPAV Etki Analizi Programları Direktörü Sibel Güven, Erzurum’da Turkcell çağrı merkezinde yaptığı sunumda, bölgesel kalkınma tartışmaları için Turkcell’in yatırımının eşsiz bir vaka analizi fırsatı sunduğuna dikkat çekti. Erzurum’un 1980’lere kadar kamu ağırlıklı da olsa ekonomik anlamda gelişme içinde olduğunu, 1980’den 2000’lere kadar durgunluk hatta gerileme dönemine girdiğini belirten Güven, Turkcell’in 2005’te yatırımına başladığı, 2006 başında hizmete aldığı çağrı merkezinin şehirde ilginç bir kırılma yarattığını söyledi. Araştırmada tespit ettikleri bazı unsurları dile getiren Güven, Turkcell’in sosyal sorumluluk bilinci ile yaptığı bu yatırımın aslında başlangıçta büyük riskler taşıdığını vurguladı. Kent insanının muhafazakar yapısı, kadın istihdamının düşüklüğü, gece vardiyası gerektiren işlerin yadırganması, Erzurum’un kendine özgü lehçesi gibi unsurların başlangıçtaki riskler olarak tespit edildiğini belirten Güven, Turkcell’in tüm bu risklere rağmen giriştiği yatırımın şehirde diğer yatırımları tetiklediğine, öncü olduğuna da vurgu yaptı.

Ciliv: Erzurum’a 450 yeni eleman alacağız

Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, istihdamda fırsat eşitliği yaratma adına riskler alarak Erzurum’da yatırım yaptıklarını, bu yatırımın şehir ekonomisine ve yaşam kalitesine doğrudan etkisini ölçerek görmenin büyük mutluluk olduğunu söyledi. 5 yılda 309 milyon liralık ekonomi yaratıldığının ortaya çıkmasının kendileri açısından doğru verilmiş karar anlamına geldiğini kaydeden Ciliv, “Biz Erzurum’a geldiğimizde Türkiye’de çağrı merkezleri İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Uşak’ta bulunuyordu. Yani ülkenin batısında konumlanmışlardı. Erzurum’a gelip adeta bir kapı açtık. Doğu ve Güneydoğu çağrı merkezi olma yoluna girdi” diye konuştu. Bu yıl 2 bin yeni istihdam yaratacaklarını kaydeden Ciliv, bunun 450’sinin Erzurum’da çağrı merkezine yapılacak ilave yatırımda istihdam edileceğine dikkat çekti. Şehir ekonomisine katkı yapan çağrı merkezinin kalitesini artırmak istediklerini belirten Ciliv, “Sürekli düşünüyorum. Bu arkadaşlara daha katma değerli işler yaptırmanın yollarını arıyoruz. Çapraz satışlara yönlendirerek onların ekstra gelir elde etmesini de sağlayacağız. Bu merkezin şehre olan çarpan etkisini yükselteceğiz” diye konuştu.

Erzurum’a AVM açtırıyorsun, siyasi geleceğini mahvediyorsun

Erzurum için bu önemli toplantıya Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hikmet Koçak ile Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler de katıldı. Küçükler TEPAV sunumunu dinledikten sonra mikrofonu eline aldı ve konuşmasına “Biz de Erzurum’a son 8 yıldaki katkıyı biz yaptık sanıyorduk, meğer Turkcell yapmış” diyerek esprili bir dille başladı. Turkcell çağrı merkezinde çalışan 850 kişilik istihdamın ve yeni işe alınacak 450 kişinin Erzurum için çok şey ifade ettiğini söyleyen Küçükler, Erzurum’un duraklama ve gerileme dönemini geride bıraktığını, yeni yatırımların da yolda olduğunu söyledi. Başkan Küçükler, “Biz buraya alışveriş merkezi kurmak istediğimizde ve yatırımcıları davet ettiğimizde birileri bana geldi ve ‘Başkan siyasi geleceğini mahvediyorsun. Erzurum’a AVM gelemez’ diye tehdit etti. Biz bu söylemlere aldırış etmedik. Şimdi MNG Holding 350 milyon liralık yatırımla geliyor. Eski otobüs terminaline AVM ve rezidanstan oluşan karma bir proje yapacak. Entegre et tesisi de kurarak şehirdeki 600 bin büyük baş hayvandan daha fazla katma değer yaratmanın yolunu arayacağız” dedi. Rektör Koçak da, Turkcell’den içerik hazırlanmasında destek alarak Çağrı Hizmetleri Ön Lisans Programı’nda eğitime bu yıl başlayacaklarını belirtti.

Yazının devamı...

1 trilyon dolarlık Pazar iştah açıyor, ilk hamle Adnan Menderes’le geliyor

Hafta içinde Makedonya’nın başkenti Üsküp’te Büyük İskender Havalimanı’nın açılışı vardı. Havalimanı işletmeciliği ve havaalanı inşaatı konusunda büyük bir tecrübe edinen TAV, 20 yıl önce bağımsızlığına kavuşan ülkenin dışarıya açılan kapısını inşa etti.

Avrupa’nın ekonomik olarak en geri kalmış ülkelerinden biri olan Makedonya’da, Makedonlar halinden pek memnundu. Havaalanı onlar için gurur kaynağı olmuştu.

Makedon Başbakanı da bu açılışı bir seçim yatırımına dönüştürdü. Havaalanının açılışına Çin’den alınan ve Londra’nın sembolü iki katlı otobüslerin benzeri yaklaşık 100 otobüsle binlerce Makedon taşınmıştı. Makedon başbakanının kabinedeki bakanlarını birer otobüse bindirdiği ve yol boyunca vatandaşın sorunlarını bakanlara ilettiğini de ilginç bir anekdot olarak öğrendik.

Açılış sonrası TAV CEO’su Sani Şener akşam yemeği öncesi ilginç bir sunum yaptı. Bu sunum önümüzdeki yıllarda havacılık sektörünün ve aynı zamanda havalimanı inşaat sektörünün ne denli gelişeceğini net bir şekilde ortaya koyan projeksiyonlar içeriyordu.

Dünyada halen yolcu taşıyan 20 bin ticari uçak var. Boeing ve Airbus’un tahminlerine göre bu sayı 2027 yılına gelindiğinde tam iki katına çıkacak ve 40 bin ticari uçağa ulaşacak.

Ulaşmak zorunda çünkü şu an 4.8 milyar olan uçakla yolculuk eden kişi sayısı 2027 yılına gelindiğinde 9 milyara çıkacak.

Sani Şener uçuş eğiliminin tüm dünyada artacağını öngörüyor.

Uçakla yolculuk edenler arasında kuşkusuz ABD’liler bir numarada.

312 milyon nüfusu olan ABD’de uçakla yolculuk edenlerin sayısı 787 milyon. Yani nüfusun 2.5 katı bir uçak yolcusu var.

Türkiye için sayıyı vermek gerekirse 103 milyon uçak yolcusu var. Yani 74 milyonluk nüfusa göre 1.4’lük bir katsayıya sahibiz.

Çin için örneği devam ettirmek gerekirse 1.4 milyar nüfusa karşılık uçan Çinli sayısı sadece 430 milyon. Yani katsayı Çin için 0.3 seviyesinde. Çin önümüzdeki yıllar için büyük potansiyel. Zaten o yüzden uçak siparişlerinin büyük bölümünü Çinliler veriyor.

Uçuş eğiliminde Dünya ortalaması ise 0.7. 7 milyar insana karşılık uçan kişi sayısı 5 milyar.

Türkiye 1.4 katsayı ile dünya ortalamasının üzerinde uçuyor. Türkiye’nin bu istatistiği özellikle son 8 yıldaki performansı ile yakaladığı dikkati çekiyor.

2002 yılına bakıldığında Türkiye’de yolcu sayısı sadece 34 milyon.

2004’te 45 milyona çıkan yolcu sayısı 2007’de 70, 2009’da 86 milyona çıkmış. 2010 yılında ise 103 milyon olmuş.

Buna bağlı olarak Türkiye’de THY ve diğer özel havayolu şirketlerine ait uçak filosu çok hızlı büyüyor. Yukarıda uçak filosundaki artışın ilginç grafiği de var. 2023 yılına gelindiğinde muhtemelen Türkiye’nin 750 ticari uçağı olacak. Yani 40 bin ticari uçağın 750’sine Türkiye sahip olacak. Yüzde 1.9’luk ortalama kayda değer bir oran.

Bu işin hava trafiği ile ilgili kısmı.

Bir de işin inşaat kısmı var.

Hem Türkiye’de hem Türkiye dışında 10 havaalanının işletmecisi olan TAV’ın bir kolu olan TAV İnşaat 6 farklı ülkede 10 milyar dolarlık kontrat imzalamış durumda.

Bu çok önemli. TAV İnşaat şu ana kadar 3 milyar metrekarelik havaalanı inşaatı bitirdi. Halen devam eden projelerinin tutarı 8 milyar dolar seviyesinde. ENR sıralamasına göre 22 bin çalışanı, cirosu ve inşaat metrekaresi ile dünyanın 3’üncü büyük havalimanı inşaatçısı.

Şu an dünyada 2 bin ticari havalimanı var. Ancak garip bir istatistik yolcu trafiğinin yüzde 64’ünü sadece 93 havalimanı karşılıyor.

Yani diğer havalimanlarının gelişmesi için büyük potansiyel var. Mevcut havalimanlarının modernizasyonu, genişletilmesi ve yenilerinin yapılması ile birlikte dünyada 2027 yılına kadar 1 trilyon dolarlık çok önemli bir havaalanı inşaat pazarı oluşması bekleniyor.

Dünyanın üçüncü büyük havalimanı inşaatçısı olan TAV’ın önü açık görünüyor.

Adnan Menderes’e en iyi teklifi vermeye çalışacağız

Türkiye’de başta Atatürk Havalimanı olmak üzere Ankara Esenboğa, İzmir Adnan Menderes dış hatlar, Antalya Gazipaşa havalimanları ile yurtdışında Tiflis, Batum, Enfida, Üsküp, Ohrid ve Monastır havalimanlarının işletmecisi olan TAV Havalimanları Holding, Devlet Hava Meydanları tarafından ihaleye çıkarılmaya hazırlanan Adnan Menderes iç ve dış hatlar terminallerinin işletilmesi ihalesine hazırlanıyor. Adnan Menderes’in halihazırda dış hatlar terminalini TAV işletiyor.

TAV’ın işletme süresi 2015 yılında bitecek. Yeni ihale öncelikle iç hatlar ve CIP terminallerini kapsayacak. İhaleyi kazanan 2015’ten sonra iç hatlarla birlikte dış hatları da işletecek.

Sani Şener söz konusu ihale ile ilgili olarak “Tabii ki ihaleye katılacağız ve en iyi teklifi vermeye çalışacağız. Dünyanın pek çok ülkesinde havaalanı işleten bir firma olarak kendi evimizdeki bir ihaleyi kaybetmemek için gayret göstereceğiz. İç hatlar terminalinin yenilenmesi gerekiyordu. Türkiye’nin üçüncü büyük şehri İzmir’in iç hatlar terminali bir hayli eskimişti. Bu ihaleyi alanın 2015 yılına kadar iç hatlar binasını inşa edip işleteceğini ve 2015 yılından sonra da dış hatlarla birlikte işleteceğini anlıyorum. İhale dosyasını henüz almadık. Alınca daha detaylı inceleyeceğiz” dedi.

Yazının devamı...

Karamehmet için gelenek bozulmadı, iyi dönemin peşisıra kötüsü geldi

Çukurova Grubu’nun patronu Mehmet Emin Karamehmet ile Kuzey Irak’ta Erbil’de görüşme imkanı bulmuştum. Genel Enerji başta Tawke ve Taq Taq bölgeleri olmak üzere 6 bölgede petrol arama ve çıkarma ruhsatı almıştı. Bu iyi gelişmeydi. Ancak Bağdat Hükümeti ile Kürt özerk bölgesi yetkilileri bir türlü petrolün satışı ve paranın paylaşımı konusunda anlaşamıyordu. Bu arada petrol fiyatları da geriliyordu. Bu da kötü haberdi. Karamehmet o günkü ruh haliyle şöyle demişti:

“Finansta çok büyüdük sonra duraklama ve malum gerileme dönemi yaşadık. Turkcell’i kurduk, müthiş bir ekonomik değer yarattık, sonra orada da sorunlarla boğuştuk. Denizcilik alanında büyük fırsat gördük. Tersanelere siparişler verdik. Bir dönem iyi para kazandık, şimdi navlun fiyatları da gemi fiyatları da düştü. Geriye dönüp bakıyorum da bizim bir iyi dönemimiz oluyor ancak hemen arkasından kötü bir dönem başlıyor. Bir türlü istikrarı yakalayamadık. Petrol işinde de aynı senaryo geçerli. Biz petrol bulduk, petrol satacak konuma geldik, ancak petrol fiyatları düştü. Ben petrol bulunca sanki fiyatlar, bizim petrol bulduğumuz duyulmuş gibi düşmeye başladı.”

Biliyorsunuz önceki gün Londra’da Genel Enerji’nin İngiltere merkezli Vallares ile birleşme haberi duyuruldu. Bu birleşmenin detayları önceki gün gazetelerde yer buldu.

BP’nin eski CEO’su Tony Hayward ve Mehmet Sepil ile Londra’dan İstanbul’a gelip ayaklarının tozunu bile silmeden dün bir öğlen yemeğinde buluştuk.

Sepil ve Hayward buluşmada, Genel Energy Plc’ye giden yolu ve bundan sonraki yol haritalarına anlatırlarken Sepil ilginç bir ayrıntı verdi:

“Biz Vallares ile 2.5 ay önce görüşmeye başladık. İlk etapta iki grubun birleşmesi ile kurulacak şirkette bizim yüzde 55, Vallares tarafının ise yüzde 45 payı olacaktı. Ancak o ilk buluşmadan hemen sonra dünyada bir resesyon korkusu oluştu. Borsalar düşmeye başladı. Oysa onların cebinde 1.3 milyar paund cash vardı. Yani paraları para olarak kaldı. Ancak emtia ve varlık değerleri düşünce bizim oranlar da değişti. Bize yüzde 45 teklif ettiler. Pazarlıkla yüzde 50-50 ile ortaklığı kurduk.”

Anlaşılan o ki Karamehmet için iyi bir dönemin hemen ardından yine kötü bir dönem gelme geleneği bozulmamış. Şu an 4 milyar dolarlık bir şirket olduğu belirtilen Genel Energy Plc’de Karamehmet ve ortağı Mehmet Sepil’in toplamda yüzde 55 payı olacakken yüzde 50 ile yetinmişler.

Bu pürüze rağmen, yine de yapılan anlaşma her iki taraf için de çok iyi bir dönemin habercisi sayılmalı. Zira bu ortaklıktan dünyanın sayılı petrol devlerinden birinin çıkmaması için hiçbir neden görünmüyor.

Vallares tarafının cebinde 1.3 milyar sterlin cash var. Genel Enerji tarafında ise en az 1.4 milyar varil petrol rezervi olan kuyular.

Tony Hayward enerji alanında dünyanın sayılı uzmanlarından. Öyle olmasaydı, dünyanın en zenginleri arasında sayılan ünlü yatırımcı Nat Rothschild onun kurduğu şirkete para yatırmazdı.

Bu arada Rotschild’e ayrı bir paragraf açmak lazım.

Vallares için yatırımcılar 1.3 milyar sterlini sadece 1 günde toplamışlar. Çünkü işin içinde Rothschild olunca yatırımcıları ikna etmek zor olmamış. Rothschild daha önce Valler adında bir şirket ile Endonezya’da bir madencilik şirketine, tıpkı Genel Enerji’de yaptığı şekilde ortak olmuş ve kısa sürede kendisi ile birlikte hareket eden yatırımcılara yüzde 30’un üzerinde getiri imkanı yaratmış.

Şimdi benzer bir performansın Genel Enerji ile ortak kurulan şirkette gösterilmesi bekleniyor. Şu an Vallares’in hisse sırası işlemlere kapalı. Anlaşmanın onaylanması bekleniyor. Hayward onay sürecinin 4-6 hafta sürebileceğini, Londra Borsası’nda Premium List’e de 2012 başında girmeyi beklediklerini söyledi.

4 milyar dolar değer biçilen yeni şirkette Karamehmet’in yüzde 28 civarında hissesi olacak. Bu hisseleri 1 yıl boyunca satamayacak. Mehmet Sepil de şirketin yüzde 14.5 hissedarı oldu. Sepil ise 2 yıl boyunca hisselerini yine taraflar arasındaki anlaşma gereği satamayacak.

Genel Energy Plc’nin bölgede satın almalara yöneleceğini söyleyen Mehmet Sepil, “Bölgede halihazırda 50’ye yakın şirket var. 2-3 yıl içinde belki toplam 10 şirket kalacak. Biz de kalan 5-10 şirketten biri olmak istiyoruz. Harcayacak 2.2 milyar dolarımız olması da bizi güçlü hale getiriyor. Birleşme sırasında bizim para istemeyip hisse almamız bizi güçlü kıldı” diye konuştu.

BP eski CEO’su yıllar önce Türkiye’de jeolojik çalışma yapmış

Irak’ta yeni petrol yasası tartışmalarının, şirketlerin kontratlarıyla ilgili yaratabileceği sıkıntılara ilişkin bir soru üzerine Sepil, Bağdat’taki merkezi hükümetle değil Kuzey Irak yönetimiyle kontrat yaptıklarını, oradaki bütün şirketler için bunun geçerli olduğunu anımsattı. Petrol yasası konusunun tartışılıyor olmasının önem taşıdığına işaret eden Sepil, yeni düzenlemelerin hem Kuzey Irak yönetimiyle hem de Bağdat yönetimiyle kontratı olan bütün şirketleri etkileyeceğini söyledi.

Genel Enerji şu an bölgede günlük 155 bin varil üretim yapıyor. Sepil bu üretime 2 ayda bir 10-15 bin varil eklediklerini şu ana kadar kuyulara 600 milyon doların üzerinde yatırım yaptıklarını söyledi. Genel Energy Plc’nin CEO’su olarak görev yapacak Tony Hayward da, işlemin tamamlanması için Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin onayına ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

Yeni oluşturulacak şirketin 2.2 milyar dolarlık kaynağını şirketin faaliyet gösterdiği Kuzey Irak bölgesinde yeni keşifler, bölgede gerçekleşecek konsolidasyonlar ve Ortadoğu’da başka bir bölgede erken pozisyon almak için kullanmayı planladıklarını kaydeden Hayward, Ortadoğu’da yaşanan değişim rüzgarlarının mutlaka işlere de yansıyacağını, bu bölgede büyümeyi hedeflediklerini dile getirdi.

Bu arada görüşmede Hayward’ın ilginç bir özelliği de ortaya çıktı. BP CEO’su iken Meksika’daki çevre felaketini yaşayan Hayward 1978 yılında Kaş ve Finike arasında jeolojik araştırmalar yaptığını, 3 yıla yakın Türkiye’de kaldığını ve bölgeyi karış karış bildiğini söyledi. Ne ilginç tesadüf ki Hayward’ın yolu yıllar sonra yeniden Türkiye’ye düştü. Hayward yeni şirketi Ankara’dan yönetecek ve mesaisinin büyük bölümünü Türkiye’de harcayacak.

Yazının devamı...

Çılgın Türkler, Büyük İskender’i krize rağmen yolda bırakmadı

Küresel kriz patlak verdikten birkaç gün sonra Üsküp Alexander the Great (Büyük İskender) Havalimanı için anlaşma imzalayan TAV, Makedonya’yı yarı yolda bırakmadı. Havalimanı için 100 milyon euro yatırım yapan TAV, 18 ay gibi rekor sürede işi tamamlayıp Makedonya Başbakanı Gruevski’ye verdiği sözü tuttu.

TAV Havalimanları, kapasitesini katlayarak yeniden inşa ettiği Üsküp Alexander the Great Havalimanı’nı (Büyük İskender) Makedonya’nın 20’nci bağımsızlık gününde Cumhurbaşkanı Gyorgi Ivanov ve Başbakan Nikola Gruevski’nin katılımıyla hizmete açıldı. Daha önce Ohrid’de havalimanı açan TAV, Makedonya’da duble yapmış oldu. TAV Havalimanları, Nisan ayında da ülkenin önde gelen turizm destinasyonlarından Ohrid’in St. Paul the Apostle Havalimanı’nı yenilemişti. Mart 2030’a kadar 20 yıl süreyle TAV Havalimanları tarafından işletilecek Üsküp Alexander the Great Havalimanı 100 milyon euro yatırımla yılda 4 milyon yolcuya hizmet edecek kapasiteye ulaştı.

‘TAV’la doğru karar vermişiz’

Açılış töreninde konuşan Başbakan Gruevski, “Havalimanları ülkenin aynasıdır. Üsküp Alexander the Great Havalimanı, Balkanlar’da bir merkez haline gelmemize katkıda bulunacak. Ortak hayallerimiz gerçekleşiyor. Küresel ekonomik krizden birkaç gün önce bu anlaşmayı imzaladık. Ve krize rağmen bu projeyi tamamladık. TAV’la doğru bir seçim yaptığımızı gördük” açıklaması yaptı.

Nikola, Türkler nerede?

2008 yılında yapılan ihaleden sonra kriz çıktığını, bu nedenle bankaların projeye kredi vermekte tereddüt içerisine girdiğini ifade eden Başbakan Gruevski, şu ilginç anekdotu anlattı: “Bankalar projeden çekildiklerini açıkladıktan sonra Makedonya’da kamuoyu bana ‘Nikola çok güvendiğin Türkler nerede?’ diye sormaya başladı. Bunun üzerine İstanbul’a gittim. TAV’ın yoneticileriyle iftarda bir araya geldik. Kendilerine kriz nedeniyle projenin sorgulandığını ilettim. Kendileri ‘Hem sizin hem de bizim itibarımız için en geç 6 ay içinde bankalar para vermese bile gerekirse cebimizden koyarak havalimanını tamamlayacağımıza söz veriyoruz’ sözleriyle bana güvence verdi. Ve böylece proje devam etti ve söz verdikleri gibi havalimanı zamanında tamamlandı.”

Bağımsız Makedonya’nın 20. yılında görkemli açılış

Alexander the Great Havalimanı’nın açılışına Makedonya Cumhurbaşkanı Gyorgi Ivanov, Başbakan Nikola Gruevski, Makedonya Ulaştırma Bakanı Mile Janakievski, TAV Havalimanları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın ile İcra Kurulu Başkanı Sani Şener katıldı. Açılış, Makedonya’nın bağımsızlığını kazanmasının 20’nci yılı kutlamalarının en önemli etkinlikleri arasında yer aldı.

FT’de ilanı gördü talip oldu, ‘Merhaba Rumeli’ diye işe başladı

TAV İcra Kurulu Başkan Sani Şener, saygın ekonomi gazetesi Financial Times’ta gördüğü ilan sonrasında Makedonya ile ilgilendiklerini, defalarca bu ülkeye geldiklerini belirterek, “Özelleştirme ihalesine girdik ve kazandık. Başbakan Gruevski’ye verdiğimiz sözü tutup 8 Eylül’deki Bağımsızlık Günü öncesinde projeyi tamamladık. Burada kendimizi evimizde gibi hissettik. Makedonya’nın geleceğine inanıyoruz” dedi. Şener, şöyle devam etti: “Merhaba Rumeli diyerek başladığımız bu projeyi başarıyla tamamlamanın gururunu yaşıyoruz. Başkent Üsküp’ün giriş kapısını, ülkenin dinamik ve modern yapısını yansıtacak şekilde yenileyerek kültürel bağlarımızın köklü bir geçmişe dayandığı Makedonya’nın gelişmesine katkı vermekten mutluluk duyuyoruz. Yolcularımıza sunduğumuz hızlı, kaliteli, güvenli ve güler yüzlü hizmetle bu katkımız büyüyerek devam edecek. Küresel ekonomideki başarımızı perçinlemeye devam edeceğiz.”

100 milyon euro yatırım yaptı

TAV Havalimanları, 100 milyon euro yatırım gerçekleştirerek kapasiteyi yıllık 4 milyon yolcuya yükseltti. Yapımı 18 ay 5 gün gibi rekor sürede tamamlanan yeni havalimanının stratejik konumuyla Balkanlar’ın ulaşım merkezi olması öngörülüyor.

İşte TAV’ın havalimanında gerçekleştirdiği yenilikler

- 40 bin metrekarelik yolcu terminal binası

- Uçak pistinin 500 metre uzatılması

- 42 bin 500 metrkare/1300 araç kapasiteli otopark alanı

- 5 bin metrekare yönetim binası

- Yıllık 40 bin ton kapasiteli kargo terminali

- Yangın istasyonu

- Mevcut askeri altyapının taşınması

- Tüm gerekli altyapının sağlanması

- Gerekli ekipman ve donanım sistemlerinin sağlanması

Yazının devamı...

‘Uzanlar’a yararsa’ bahanesi de kalmadı mağduriyet giderilmeli

Uzanlar önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvuruda umduklarını bulamamıştı. Son olarak Libananco Davası’nda da Türkiye Hükümeti’ni köşeye sıkıştıracak hamleleri boşa çıkınca artık yolun sonuna geldiler.

Bakan Taner Yıldız’ın belirtiği gibi sülükmüydüler ona ben karar veremem ancak Türkiye’nin bir kamburdan kurtulduğu doğrudur.

12 Haziran 2003 tarihinde Çukurova ve Kepez Elektrik’e el konulduğunda şoka giren sadece Uzan Ailesi değildi.

Borsa’da bu iki şirketin hisse senedini almış binlerce yatırımcı da mağdur oldu. Şirketlerin imtiyaz sözleşmeleri feshedilince, barajlar başta olmak üzere tüm ekonomik varlıklarına el konulunca sadece bir tabela şirketine dönüşen ÇEAŞ ve Kepez hisse senetleri ile ortalıkta kala kaldılar.

O dönemde gerek Sermaye Piyasası Kurulu, gerekse ilgili bakan Abdüllatif Şener, küçük yatırımcılar açısından bir mağduriyet oluştuğunu kabul etti. Hatta küçük yatırımcıların mağduriyetinin giderilebilmesi için bir yasa teklifi bile hazırlandı. Ancak Ankara’nın sağı solu belli olmaz. O yasa tasarısı bir türlü Meclis’e gelmedi tozlu raflarda unutuldu gitti.

Bu yasa tasarısına karşı çıkan Hükümet yetkililerinin iki tezi vardı: Birincisi ‘Biz küçük yatırımcıyı korumak adına bu yasayı çıkarırız ancak ya Uzanlar da yasadan yararlanırsa ve onlara da ödeme yaparsak’ idi, diğeri de ‘Uzanlar bu düzenlemeyi koza çevirir uluslararası mahkemelerde aleyhimize delil olarak kullanır’ şeklindeydi.

Türkiye Uzan kamburundan kurtulduğuna göre artık küçük yatırımcının hakkını verme zamanı gelmiş demektir.

30 bine yakın ÇEAŞ ve Kepez mağduru var.

Takip etmişsinizdir ÇEAŞ ve Kepez’in imtiyazında olan dağıtım bölgeleri geçtiğimiz aylarda satıldı. Toros’tan 2 milyar 75 milyon dolar, Akdeniz’den 1 milyar 165 milyon dolar gelir taahhüt edildi. Barajlar duruyor onlar cabası.
Ankara’dakilere soruyorum.

Acaba bu özelleştirmesi yapılan dağıtım bölgelerinde, henüz özelleştirilmeyen başta Berke olmak üzere barajlarda, sayıları 30 bini geçen küçük yatırımcının hakkının olmadığını söyleyebilir misiniz?

Herşey elektronikleşti ancak yıllar öncesinin önemli gelişmelerine yönelik bir arşivi hâlâ saklarım. Yandaki iki ilana dikkatli bakın lütfen.

Birisinde ÇEAŞ ve Kepez’in özelleştirileceği duyuruluyor.
Diğerinde ise satış tamamlanmış küçük yatırımcıya teşekkür ediliyor.

O kapıdan girenler küskün. Sermayenin tabana yayılması için verilen uğraşlar heba olup gitti.

Bu mağdurlara ‘Burası Borsa, Uzanlar’a güvenmeseydin, hisse senedi almasaydın’ demek mümkün mü?

O yatırımcılar arasında belki de henüz şirketler Uzan’a satılmamışken hisse alanlar da var. Vatandaş Uzanlar’ın halka açtığı bir şirkete ortak olmayıp, devlet eliyle Uzanlar’a ortak edilmişti.

Libananco Davası’nın da bitmesi ile bu imtiyaz sözleşmesi feshi olayının devlet için tam bir hazine bulma olayı haline dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Çok büyük ekonomik değerler devlete geçmiş, ve bir bölümü bir kez daha satılmıştır. Barajlar ise yıllardır elektrik üretmeye para basmaya devam ediyor.

Borsa’da 2002 yılında 1 milyonun üstünde olan hisse senedi yatırımcı sayısı bugün 1 milyonun altına düşmüşse, altın depo hesapları çılgın bir şekilde artıyorsa sermaye piyasalarına güvensizlik en önemli sebeptir.

Çukurova-Kepez mağduriyeti de küçük yatırımcının Borsa’dan elini ayağını kesmesinin en önemli kilometre taşlarından biridir.

Başbakan bazen mitinglerinde Borsa’dan bahsediyor, endeksin katettiği yolu ekonomik başarılarının bir barometresi olarak gösteriyor. Merak ediyorum o miting alanında bu söylemi alkışlayanlardan acaba kaç tanesi hayatında bir lot dahi olsa hisse senedi aldı?

Almazlar çünkü Borsa’yı kumarhane olarak görürler.

Haksız da değiller.

Borsa’da bir kazanç varsa bunun kremasını 400’e yakın halka açık şirketin patronu ile yabancı yatırımcılar ve bir kaç spekülatör yedi.

Şeffaf ve adil bir piyasa oluşacaksa bu mağduriyet önlenmeli.

Azınlıkların mallarını iade etme kararı alan Hükümet, Borsa’daki bu haksızlığa da çare bulmalı.

30 bin küçük yatırımcı adına değil, bütün sermaye piyasası adına...





10 milyar hayali kuruyordu, 30 milyon dolar ödeyecek

Uzanlar, Libananco Davası ile Türkiye Hükümeti’ni köşeye sıkıştırdıklarından çok eminlerdi. Açıkçası ben bile, sözkonusu davada karar sadece 3 hakimin iki dudağının arasında olduğu için ve Cem Uzan’ın özellikle satın almalarda! ne kadar becerikli olduğunu bildiğim için davanın akıbeti konusunda hep tereddüt içindeydim.

Coşar Hukuk Bürosu’nun dava dönemindeki bazı acemilikleri de beni kuşkulandırıyordu.

Libananco Davası ile Türkiye Hükümeti’nden 10 milyar doların biraz üzerinde tazminat almayı hayal eden Uzanlar sadece bu paradan olmadılar.

Dava döneminde ABD’li avukat timi başta olmak üzere uluslararası hukukçulara verdikleri paralar bir yana üstüne bir de 30 milyon dolara yakın para ödeyecekler. Bu para Uzanlar’dan mahkeme masrafı olarak istenecek ve büyük bölümü Coşar Hukuk Bürosu’nun olacak.

Coşar Hukuk Bürosu’nun ayrıca Enerji Bakanlığı ile nasıl bir sözleşme yaptığını, davanın kazanılması halinde ne kadar prim alacağını da bilmiyorum. Ancak esaslı bir prim alacakları kesin...

Yazının devamı...

‘20 santimin altını tutma yemem’ diyenler haklı mı?

Denizlerde avlanma yasağı, getirilen yeni kuralların gölgesinde 31 Ağustos gecesi bitti.

Önceki gece, dualar eşliğinde ‘Rastgele’ temennileri ile balıkçılar denize uğurlandı.

Yeni kuralların ne olduğunu tüm okurlar bilmiyor olabilir.

Bu sezondan itibaren 20 santimin altındaki balığın avlanması yasak. Yanlış anlaşılmasın, boyu 20 santimin üzerine asla çıkmayan hamsi, istavrit, sardalye gibi balıkları içermiyor bu yasak. Büyüyünce lüfer olacak çinekop ve sarıkanatı tarif ediyor. İstavritin küçüğü kraçe de yasak kapsamında.

Peki bu yasak denizlerimizdeki balık neslinin tükenmesini önleyebilecek mi?

20 santimin altında kalan çinekop ve sarıkanat avlanmayınca acaba seneye iddia edildiği gibi bol lüfer yiyebilecek miyiz?

Balığı sadece rakı sofrasından tanıyanlara göre yiyeceğiz. O yüzden 20 santimin altındaki balığın avlanmasına getirilen yasak çok doğru. Balıkçıları denize uğurladıktan sonra dün gazeteye bu konuyu mutlaka yazmam gerekiyor, zira konu çok yanlış bir platformda, yanlış bilgilerle tartışılıyor duygusu ile geldim.

Gazetelere göz atarken Milliyet gazetesinde önce Mehmet Tezkan’ın ardından Güngör Uras’ın yazılarını birer sayfa ara ile gördüm. Tezkan 20 santimin altındaki balık için “Tutma satma, alma, yeme” önerisinde bulunurken, Güngör Uras ağabeyim ise keşke avlanma yasağı 1 Eylül’de değil 1 Ekim’de bitse o zaman palamutlar kendine gelecek 300 gramlık çingene palamutu yerine 900 gramlık gerçek palamut yiyebileceğimizi vurguluyordu.

Eyvah dedim içimden. Yazacaklarım şimdi onlara cevap gibi anlaşılacak, polemiğe girdiğim düşünülecek...

Zaten Tezkan ile konu Beşiktaş olunca fikirlerimiz asla örtüşmüyordu. ‘Beşiktaş’ta yeri yok, kalibresi düşük’ dediğimiz oyuncular üzerinde bir türlü hemfikir olamıyor her maç birbirimize giriyorduk.

Anlaşılan o ki balık konusunda da tartışacağız...



Her çinekop lüfer olur mu?

Zannediliyor ki her çinekop lüfere dönüşür. O yüzden de ‘bırakalım avlanmasınlar, büyüsünler lüfer olsunlar öyle yiyelim’ deniyor. İlk bakışta kulağa mantıklı geliyor. Ancak balığı balıkçılığı bilenler için bu kesinlikle doğru bilgi değil.

Çinekopun iki türü vardır. Bizim balıkçıların sırtıkara diye tarif ettiği ve denizlerimizde daha çok görülen çinekop türü 16-17 santimden daha fazla büyümez. Üstelik çinekop da havyar bırakma özelliğine sahiptir. 1 yaşına gelmemiş çinekop bile havyarının yüzde 25’ini denize atar.

15 santimi doldurmuş çinekop ise bütün havyarını bırakır.

Yani çinekop avlanınca, bu balık türünün neslinin tükeneceği savı kesinlikle doğru değildir. Üstelik lüfere dönüşen balığın havyar bırakma yani üreme kabiliyeti düşer. Büyük balığın barındırdığı cıva oranının yükseldiği, sağlığa daha zararlı hale dönüştüğü gerçeğini de unutmayalım. Denizlerimiz kirli. Denizde uzun süre kalan balık daha çok cıvaya maruz kalıyor.

Lüfere dönüştü kim yiyecek?

Sırtıkara diye bilinenin dışındaki çinekop türü büyür gelişir önce sarıkanat sonra lüfer olur. Olur da o balık bizim denizlerimizde durur mu?

Balıklar da tıpkı kuşlar gibi göçer. Boğaz’da lüfer, palamut akını olur bazen. O balık aslında akıp giden yani göç eden balıktır. Önce Marmara’ya ardından Ege’ye çıkar, İspanya’ya kadar gider. Lüfere dönen balığın çok az bir kısmı bizim denizlerimizde kalır. Kalanı da deniz suyu soğuduğunda kırılır yani ölür. Sonuç itibarıyla demem o ki çinekop avlanmayıp lüfere dönüşse bile bunu göç ederken yakalayamadığımız takdirde onu Yunan balıkçı, İspanyol balıkçı avlar. Yani yasağın bize değil aslında onlara faydası olacak.

Yasak martılara yarayacak

Şimdi bir de işin teknik kısmına bakalım. Boy kısıtı geldi diye balıkçılar tüm ağ takımlarını değiştirmeyecek. Bu ağ takımları öyle ucuz şeyler değil. Ağı ayrı para, kurşunu mantarı ayrı para. Şimdi balıkçı denize açılacak. Radarında balığı görecek. Ancak o radarlar balığın boyunu, santimine kadar gösterecek donanıma da sahip değil. Balığı çevirecek.

Balık torbaya kitale girdi miydi ölür. Balık tekneye alınacak. Ceza yemek istemeyen balıkçı santim kuralına uymayan balığı ayıklayacak, uymayanı ister istemez denize dökecek. (Bir kasa bile kural dışı balık bulunsa cezası 7 bin TL) Denize geri bırakılan balık yaşayacak mı? Kesinlikle yaşamayacak ve denizin üstünde öyle kalacak. Yani bu yasaktan Yunan, İspanyol balıkçının yanısıra bir de martılar kârlı çıkacak.

Başka kimler kârlı çıkacak?

Ceza yerim korkusu ile tuttuğu balığın büyük bölümünü ölmüş şekilde denize geri bırakan balıkçı Hal’e daha az balık getirecek. Mezatta fiyatlar yükselecek. Çiftlikte üretilen çupranın levreğin fiyatı zaten arttı, daha da artacak.

(Düşünmeden edemiyorum. Acaba bu yasakta balık çiftliklerinin etkili lobisinin payı olabilir mi. Bir ayrıntı daha. Yaklaşık 2 ay önce Ankara’da Greenpeace başta olmak üzere çevre örgütleri, üniversitelerin su ürünleri bölüm uzmanları, balıkçılar ve Tarım Köyişleri Bakanlığı yetkilileri biraraya gelip toplantı yapmıştı. Boy sınırı konusunda 19 santim olsun, bunun yüzde 20 altına kadar da opsiyon tanınsın kararında mutabakat sağlanmıştı. Ancak nedense toplantı sonrası karar 20 santim ve yüzde 5 opsiyon şeklinde çıktı. Balıkçılar şimdi çok kızgın ve oyuna geldiklerini düşünüyorlar. Mağdur edildikleri için dava açmaya hazırlanıyorlar)

Yasaksa herkese yasak olsun, çifte standart uygulanmasın

Şimdi gelelim meselenin bir başka boyutuna. Avlanma yasağı Nisan ortasında başlıyor, Ağustos sonuna kadar da sürüyor. İyi güzel de bu yasak niye sadece sektörün bir bölümüne, büyük gırgır teknelere uygulanıyor.

Deniz kenarlarında elinde oltası ile avlanan onbinlerce amatörü bir kenara bırakın. (ki onlar da küçücük balıkları tutup aslında katliama ortak oluyorlar) Oltacılar, valiciler uzatmacılar, yasak döneminde tekneleri ile çıkıp kasa kasa balık avlıyorlar.

İzmit Körfezi’nde 6 tane gırgır tekne var. Bunlara 15 Nisan-31 Ağustos tarihleri arasında avlanmak yasak. Darıca Yelkenkaya mevkiinden itibaren Körfez’de yasak döneminde bile avlanan küçük tekne sayısı ne kadar biliyor musunuz?
900’e yakın.

Bu teknelerin en küçüğü bile her gün mezata en az 5 kasa balık getirir.

Yasak kapsamındaki gırgır teknelerinin ise her biri, 1 Eylül ile 15 Nisan tarihleri arasında sezonda ortalama 50-60 bin kasa balık avlarlar.

Hesabı sadece İzmit Körfezi için yapıyorum.

Yasaktan etkilenmeyen yaz aylarında da denize açılan 900 tekne var dedik. Her biri günde 5 kasa balık yakalasa, (Ki fazlası vardır azı yoktur) 135 günde yakalanan balık miktarı 600 bin kasayı geçer. (Üstelik küçük teknelerin tuttuğu balık kayıt dışıdır. Vergisi de ödenmez.)

Yasaklı gırgır teknelerinin her biri sezonda 60 bin kasa balık tutsa dahi 360 bin kasa yapar ki küçük teknelerin, yasak dönemde tuttuğu balık miktarına yetişemezler.

Yani anlayacağınız avlanma yasağı da aslında göstermeliktir. Balık neslini korumaktan uzaktır. Çifte standart uygulanmakta, adeta göz boyanmaktadır.

Eğer yasak uygulanacaksa yaz aylarında denizde avlanan tek bir kayık bile olmamalıdır.

Amatörler üzülecek hatta kızacak belki ama Boğaz kıyılarında, Köprü üstünde balık tutanlara bile izin verilmemelidir.

Yazının devamı...

2.5 euro için turizmi baltalamaya değer mi?

Bodrum’da yaşanan ve 5 Rus vatandaşının ölümüne sebep olan sahte içki olayının şoku henüz atlatılabilmiş değil. Herkes kulağının üzerine yattı fakat sahte içkinin yarattığı güven kaybı ve olumsuz algı Türk turizmini bu yıl epey zorluyor.

Ortadoğu’da yaşanan karışıklık Türk turizmine yarayacak deniyordu.

Daha önce de bir yazımda vurguladığım gibi Ortadoğu’daki karışıklıkları, Yunanistan krizini bir an önce fırsata çevirmek isteyen Türk turizmcisi ‘uyanıklık’ yapayım derken ayağına kurşun sıktı sonra da apışıp kaldı. Turizm sanıldığı gibi patlamadı...

Sahte içki olayı da turizme bu yıl epey darbe vurdu. Sahte içkiyi üreten kadar hatta ondan daha çok bu içkileri sahte olduğunu bile bile alan turizmcinin, tekne sahibinin suçlu olduğunu belirtmiştim.

Geçtiğimiz hafta Antalya Belek sahilinin en iddialı tesislerinden biri olan Susesi Luxory Resort’ta kısa 3 günlük bir tatil fırsatı yarattım kendime.

Bizde tatille iş birarada olduğu için gitmişken otel yöneticileri ile de oturup konuştuk. Otelin genel müdürü Levent Topçuoğlu, Yiyecek İçecek Müdürü Osman Bakar ve Susesi’nin hakikaten çok ama çok iddialı mutfağının Executive Chef’i Bülent Yıldız ile bir masa etrafında buluştuk.

Sahte içki meselesine turizmcinin nasıl bir gözle baktığını merak ediyordum. Yiyecek İçecek Müdürü Osman Bakar, öyle rakamlar verdi ki işin sahtekarlığına kaçanlara bir kez daha sövüp saymadan edemedim.

‘Lüks otellerde genel giderleri 100 birim kabul ederseniz bunun 20 birimi mutfağa gider’ dedi Osman Bakar.

Daha net konuşmasını euro üzerinden bir hesap yapmasını istedim:

-Bir lüks otelde iddialı bir mutfağın bir misafir başına gideri günlük 18 euro civarında çıkıyor.

-Peki işin sahtekarlığına kaçan bu işten ne kazanır? diye sordum. Yine Bakar, cevap verdi.

-Öyle sanıldığı gibi yüklü bir kazanç elde etmezler. Yiyecekte düşük kaliteli malzeme kullanan işletme kişi başı etsin etsin de 1.5 euro kâr etsin. İçkinin sahte ya da kaçak olduğunu bile bile ucuzunu alan da yine misafir başına en fazla 1 euro kazanç elde eder. Yani toplamda misafir başına kalitesiz ve sahte üründen sağladığı günlük kazanç 2.5 euro’yu geçmez. Kişi başına 18 euro değil de 15.5 euro harcama yapıp günü tamamlar.

-Bütün bu sahtekarlık topu topu 3 euro için mi, değer mi? diye tepki gösterdim.

Maalesef öyle. Belek’in en lüks otellerinden birinin yiyecek içecek müdürünün ortaya koyduğu rakamlar bunu gösteriyor.

Sonra Executive Chef Bülent Yıldız, söze girdi:

-Aslında mal alırken kazanılır. Bunu pek çok işletme ne yazık ki bilmiyor sonra dolambaçlı yollara sapıyor. Ben her yıl 12 bin kilometre yol katederim. Ununa varıncaya kadar tüm ürünlerin en iyisini yerinden almaya çalışırız. Zeytinyağımız Assos’tan, domatesimiz Biga’da kendi tarlamızdan gelir. Kaşar peyniri, bal ya da dut pekmezi için Kars’a kadar giderim.

Benim için değil ancak tatile gidenlerin çok büyük bölümü için yemek kalitesi tercihte belirleyici oluyor. Her ne kadar gırtlağına çok düşkün biri olmasam da Susesi’nin mutfak kalitesi beni bile şaşırtacak kadar yüksekti.

Genel Müdür Topçuoğlu, kalitesinden ödün vermeyen ve bu özelliği ile de yurtdışı piyasalarda isim yapmış tesislerin bu tür güven sorunlarından hiç etkilenmediğini hatta kazançlı çıktığını söyledi.

Kalitesiz ürün endişesi ucuz otelleri daha çok vuruyor. Bu konuda Turizm Bakanlığı’nın Maliye başta olmak üzere diğer ilgili bakanlıklarla da koordineli bir şekilde sahtecilik olayının üzerine gitmesi gerekiyor.

Sahte içkiden ölümler, Türkiye’nin en büyük turizm pazarı Rusya’da çok konuşuldu. Allah korusun tekrarı yaşanırsa Ruslar bu kez affetmezler. Ayaklarını bir çekerlerse yanarız.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.