Şampiy10
Magazin
Gündem

Aslanlı Köşk müze yapmak için büyük, muhtemelen oturacağım

Ramsey’in patronu Remzi Gür, Halis Toprak’ın TMSF’ye olan borçlarından dolayı el konulan ve satışa çıkarılan Aslanlı Köşk’üne 23.8 milyon TL’lik teklifi ile sahip olduğunda bir kez daha çok konuşulmuştu. Daha önce adının sıkça telaffuz edilmesine sebep olan konu, Başbakan Erdoğan’ın çocuklarına verdiği burstu.

Halis Toprak diğer gayrimenkullerinde takındığı tavrı Aslanlı Köşk için de takındı ve “Burası çok ucuza gitti. Metrekaresine 1.400 dolar verdiler. Boğaz’da bu fiyata ev mi var?” diye çıkıştı.

Libadiye arazisi satılırken de Bozöyük’teki Sağlık Gereçleri Fabrikası satılırken de, Beşiktaş Yıldız’daki iş merkezleri satılırken de hep aynı isyanı etti. Karşı dava açarak satış ihalelerini iptal ettirmeye çalıştı. Hele hele eski Carlton Oteli arazisinin satış sürecinde gazetelere verdiği ‘Burası 1 milyar dolar kıymetindedir’ ilanları da epey sükse yaptı. Ancak ihaleye kimse gelmeyince, o rakamlar da asla telaffuz edilmeyince inandırıcılığını kaybetti. TMSF’nin 9 milyon dolara satışa çıkardığı Bozöyük’teki Sağlık Gereçleri Fabrikası’na da 500 milyon dolar değer biçince ‘Uçuyor’ diyenler çoğaldı. TMSF’ye geçen malları gerçekten onun dediği rakamlardan satılsaydı, borçları düşüldükten sonra bile herhalde açık ara Türkiye’nin en zengin adamı olurdu...

Remzi Gür ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Londra’ya yaptığı ziyaret esnasında konuşma fırsatı buldum. Osmanlı padişahlarına ait ferman ve beratlardan oluşan koleksiyonunu ilk kez yurtdışında Londra’da sergileyeceği için heyecanlıydı. Yunus Emre Enstitüsü’nde Vodafone ve THY’nin sponsorluğunda gerçekleşen serginin açılışına Abdullah Gül ve eşinin de gelmesi bekleniyordu. Önceki programlar uzayınca Gül Çifti sergiye gelemedi ama Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Remzi Gür’ün sergi heyecanına ortak oldu.

Padişah fermanlarını 1999’dan bu yana biriktirdiğini ancak yine de Türkiye’deki en iyi koleksiyona sahip olamadığını belirten Remzi Gür, bu alanda en zengin koleksiyonun Demet Sabancı Çetindoğan’ın eşi Cengiz Çetindoğan’da olduğunun altını çizdi. Gür, müzayedelere girdiğinde fiyatın otomatik olarak artmasından şikayetçiydi.

150’ye yakın eseri bulunduğunu belirten Gür, “Ancak bunun sonu yok. Halen almayı isteyip de alamadığım bazı fermanlar var. Bunların hangileri olduğunu söylersem fiyatı artar. Hem Türkiye’de hem de yurtdışında olduğunu bildiklerim var” dedi. Gür ferman ve beratlara olan merakının nedenini ise şöyle ifade etti:

“Bunlar tarihimizi ve kültürümüzü anlatan çok önemli eserler. Aynı zamanda döneminin sanatsal askeri, sosyolojik durumunu yansıtıyor. Tarihe tanıklık ediyorsunuz. Mesela 3. Selim’in İngiliz ticaret gemilerinin Boğaz’dan serbestçe geçmesine izin verdiği ferman ya da Kabe’nin onarılması için görevlendirdiği kişiye yönelik ferman... 700 yıllık dönemin yönetim biçimini daha iyi hissedebiliyor daha iyi analiz edebiliyorsunuz. Bu eserlerin çok özel bir dili var. Tarihteki gelişmelere dair büyük ipuçları var.”

Sahip olduğu Padişah Fermanları koleksiyonunun parasal değeri konusunda bilgi vermekten kaçınan Remzi Gür, sadece “Bu tür eserlere değer biçmek çok doğru değil aslında. Bugüne kadar yaptığım yatırımı paylaşmam da pek doğru olmaz. İstediğiniz, aradığınız eseri satın almak, ayakkabı almak gibi. Bir ayakkabıyı görürsünüz, beğenirsiniz. Fiyatı fazla gelir ama çok isterseniz yine de alırsınız. Koleksiyonculuk da biraz böyle. Çok istediğiniz, koleksiyonunuzda mutlaka olması gerektiğini düşündüğünüz bir eseri bulduysanız fiyatı neyse veriyorsunuz. O noktada para mühim değil. Dolayısıyla bu tür konularda değer biçmek, fiyat vermek doğru değil” demekle yetindi.

“Mucibince amel oluna” sergisi 10 Aralık’a kadar Londra’da kalacak. Gür daha sonra koleksiyonu Viyana, Paris hatta Brezilya’ya kadar geniş bir coğrafyada sergilemek istediklerini söyledi. Ancak Gür’ün asıl hedefi İstanbul’da kalıcı bir müze açmak. Müze denince akla tabii ki ilk önce Aslanlı Köşk geliyor.

Müze yeri olarak Aslanlı Köşk’ü düşünüyor olabilir misiniz? diye soruyorum.

“Hayır orası olmayacak. Orası böyle bir müze için fazla büyük. Kapalı alanı belki değil ancak arazisi ile birlikte değerlendirildiğinde çok büyük. Anadolu Yakası’nda yer bulduk. Muhtemelen 2 yıl içinde müzeyi açmış olacağız. Adını da Remzi Gür Kültür Eğitim Vakfı Müzesi yapacağız” diyor.

Peki Aslanlı Köşk ile ilgili bir planınız var mı diye devam ediyorum. Cevap veriyor ama belli ki tam da açık etmek istemiyor. Çünkü Köşk’ün alım sürecinde yaşananlardan epey sıkılmış.

“Muhtemelen orada oturacağım. Oturmak için almıştım” diyor.

Bu arada Halis Toprak’ın iddialarına da daha ben sormadan yanıt vermeyi ihmal etmiyor: Aslanlı Köşk için kalktı bana dava açtı. Ben sadece TMSF ihalesine katılmış bir alıcıyım. Bana niye dava açıyor ki? Açacaksa bir derdi varsa TMSF’ye dava açsın. Ayrıca telaffuz ettiği rakamlar inanılmaz. En son ‘600 milyon lira ederdi’ dediğini duydum. Söylediği rakamın onda birine köşkü kendisine geri vermeye hazırım.

Adabank’a onay çıksın stratejimizi açıklarız

ADABANK’ı Bahreyn merkezli Gulf Finance House (GFH) ile ortak kurduğu G Capital Danışmanlık adına 75 milyon dolara satın alan Gürmen Tekstil’in Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Gür, onay ve devir işlemlerinin BDDK tarafından tamamlanmasını bekliyor. Satışa onay konusunda bir sıkıntı olmayacağını düşünen Remzi Gür, “Adabank için iş planımızı ve büyüme stratejimizi yaptık, bekliyoruz. Onay süreci halen işliyor. Onay ve devir bittikten sonra stratejimizi ve iş planımızı açıklayacağız” diye konuştu.

Yazının devamı...

Ataşehirli Brandium İstinyePark kadar popüler olmaya aday...

Eğriye eğri doğruya doğru... Kim ne derse desin, ister reklam yapıyor desin, ister samimi bulsun. Bana göre İstanbul’un Avrupa Yakası’nda faaliyetteki alışveriş merkezleri arasında İstinyePark’a rakip olabilecek tek bir yer yok. İstinyePark rakiplerine fena fark atmış durumda. Anadolu Yakası’nda ise bu seviyede bir AVM henüz bulunmuyor. Ancak konsepti ile 2012 son çeyreğinde kapılarını açacak olan Brandium AVM, bu açığı kapatacak gibi görünüyor. Brandium AVM’de mağaza kiralamak doğru bir yatırım tercihi olacak gibi duruyor

Kurban Bayramı nedeniyle herkes 9 gün tatil yaparken biz gazeteciler için dinlenme süresi her zaman olduğu gibi sınırlıydı.

Bayramın ilk günü aile ziyaretlerini bitirdikten sonra eşimin ısrarı ile ikinci günü de Akmerkez’e gittik. Aradığı bir ayakkabı varmış ama bulamadık. Erkekler için alışveriş aslında bir kabustur. Tam eve döneceğimizi düşünürken “Bir de İstinyePark’a bakalım” demez mi?

Ulus’tan Maslak’a yöneldik ister istemez. 45 dakika ara ile Akmerkez ve İstinyePark’ı tatil günü gözlemleme fırsatı buldum.

Resmin neresinden bakarsanız bakın, İstinyePark, Akmerkez’e fark atıyordu.

Curcuna bir yere geldiğimiz zaten otoparkına adım attığımız andan itibaren kendini hissettirdi. Güvenlik kapılarında uzayan bir sıra vardı. Böyle bir tablo Akmerkez’de yoktu.

Ufak bir yanılma payı ile rahatlıkla söyleyebilirim ki Akmerkez’de gördüğümüz her bir kişiye karşılık İstinyePark’ta rahat 50 kişi vardı. Aslında Akmerkez İstanbul’un ilk gözağrılarından biriydi ama yenilenmesine rağmen havası sönmüş görünüyor. Şu an tartışmasız Avrupa Yakası’nın en popüler AVM’si İstinyePark.

Maalesef henüz Anadolu Yakası’nda bu kalitede bir AVM yok. Ancak Brandium Ataşehir Projesi içerisinde yer alacak 120 bin metrekare alana yayılı olan Brandium Alışveriş Merkezi bu boşluğu dolduracak gibi duruyor.

Emay ve Erko Grup ortaklığı ile yükselen Brandium AVM, 2012’nin son çeyreğinde hizmete girmiş olacak. Yaklaşık 60 bin metrekare kiralanabilir alanı olan Brandium AVM’de kiralamalar da başladı. Kiralamaları Reval yapıyor.

Sanırım 4 ay önceydi. Bir arkadaşım aramıştı. Bodrum’un ünlü Bitez dondurmasını getirmek istediğini ancak İstinyePark’ta kiralayacak alan bulamamaktan şikayet ediyordu. İnanılmaz bir sıra olduğunu söylüyordu. Alışveriş yapma potansiyeli olan tüm insanların oraya gittiği düşünülürse bu talebe de şaşmamak lazım. Brandium AVM de Anadolu Yakası için böyle bir imkan sunabilir.

Ufak ufak 3 ayrı İstanbul fikrine alışsak iyi olacak. Zira artık İstanbul bölünüyor. Anadolu Yakası’nda oturanlar trafik çilesinden dolayı diğer tarafa pek geçmek istemiyorlar. Aynı şekilde Avrupa Yakası’ndakiler de mecbur kalmadıkça diğer tarafa gitme taraftarı değil. Bir üçüncü bölge olarak da Halkalı, Beylikdüzü, Bahçeşehir kendi içinde şehirleşiyor.

Nasıl diğerleri başka yere gidemiyorsa o bölgede oturanlar da trafik çilesinden diğer iki bölgeye uzak duruyor. Her türlü ihtiyaçlarını yaşadıkları bölgede karşılamak istiyor.

Brandium Ataşehir’in konut bölümünde de kampanya devam ediyor

Brandium AVM, yatırım fırsatı sunarken, 1350 konuttan oluşan yaşam alanında da 30 aya kadar 0 faiz imkanlı ve kişiye özel ödeme seçenekli kampanyanın devam ettiğini belirtmek lazım. Konut bölümünde havuzlu teras daireler, doğayı ön plana çıkaran su konseptli çevre düzenlemeleri, 3.40 m tavan yüksekliği dikkat çekici. Proje kapsamında yer alan rezidans daireler 2013 sonunda yeni sahiplerine teslim edilmiş olacak.

TL kiralama ile kiracı önünü görecek

Ataşehir bölgesindeki hızlı gelişime yeniden vurgu yapmaya gerek yok. Yaşam alanları çok hızlı gelişti ancak yaşam alanlarındakilere hizmet verecek diğer aktiviteler biraz geriden geldi. Brandium AVM bu açığı kapatabilir. Ataşehir’de TEM ile E-5 Karayolu’nun kesiştiği bölgede yer alan proje 60.000 metrekare kiralanabilir alanı ve 250 mağazası ile Anadolu Yakası’nın en prestijli projesi olmayı hedefliyor. Brandium AVM’de 4 katta toplam 250 mağaza olacak. Brandium AVM’de kira ücretleri lokasyona göre 50 TL’den başlıyor, 350 TL’ye kadar çıkıyor. Kiralamanın TL ile yapılması bir avantaj. Zira bir kur hesabı yapıyorsunuz, mağazanızla ilgili fizibilite çıkarıyorsunuz, bir devalüasyon oluyor tüm hesaplar şaşıyor. Nitekim dolar ya da euro ile kiralama yapanlar son 3 aydır, kurdaki öngörülmeyen artışın sıkıntısını yaşıyor. Brandium’un kiralamayı TL ile yapması alıcı için ciddi bir avantaj.

AVM’de neler olacak?

Türkiye’de bazı özel markalar nedense Anadolu Yakası’nda yok. Brandium bu özel markaları Anadolu Yakası’na çekmek için bir markalar sokağı tasarladı. Türk ve dünya modasına yön veren uluslararası isimler özel konsept mağazaları ile Brandium AVM‘de yer alacak.

Teraslı ve açık alanları ile öne çıkacak restoran ve cafeler projedeki en önemli farklılıklardan olacak gibi görünüyor. Eğlence merkezleri, modern sinema ve tiyatro salonları, gece veya gündüz yaşama keyif katacak mekanlar ile eğlenceli alışverişin adresi Brandium olabilir.

Kiralama hizmeti REVAL Retail Value tarafından gerçekleşen proje ziyaretçilerine Alışveriş’te Rezidans konforunu yaşatacak iddiada bir konsept hazırlıyor. Spor Salonu, güzellik merkezi, moda danışmanlığı, emanet odası, alışveriş danışmanlığı, çocuk bakımı, paket taşıma hizmeti, şoför kiralama hizmeti, restoran rezervasyon ve concierge hizmetleri, araç yıkama, modern otopark alanları ve vale gibi hizmetler, kalitesi ile Brandium AVM’nin Anadolu Yakası’nın çekim merkezi olmasını sağlamayı hedefliyor.

Bölgede alım gücü yüksek 1.5 milyon kişi yaşıyor

Emay İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Çağlar söz konusu AVM’yi Ataşehir’in simgesi olacak şekilde projelendirdiklerini söyledi. Projenin sadece 3 kilometrelik yarı çaplı alanında 1.5 milyon nüfusun olmasının bile burada kiralama yapmak için yeterli bir sebep olduğunu söyleyen Çağlar sözkonusu nüfusun satın alma gücünün yüksekliğine de dikkat çekti. Brandium AVM projesinin 1.350 konut ve 5 yıldızlı otel ile birlikte karma bir projenin parçası olmasının da avantaj olduğunu söyleyen Çağlar finans merkezi olacak Ataşehir’in sadece konut alanlara değil, burada ticaret yapmak isteyenlere de büyük bir fırsat kapısı açtığını vurguladı.

Yazının devamı...

Unicredit çaresiz kalmadıkça Yapı Kredi hissesini satmaz

Avrupa’daki bankacılık krizi malum. Anlı şanlı bankalar sermaye sıkıntısı çekiyor. Bu sıkıntı onların varlık satmasına da neden oluyor. Dexia’nın Denizbank’taki, National Bank of Greece’in de Finansbank’taki hisselerini satma niyeti, bir başka Avrupalı Unicredit ile ilgili dedikodulara neden oldu.

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç “Unicredit CEO’su Federico Ghizzoni benim kadim dostumdur. Böyle bir satış olursa ilk bizim haberimizin olacağını belirtti. Çok çaresiz kalmazlarsa Yapı Kredi Bankası’ndaki hisselerini satmaları için en ufak bir neden yok” dedi.

Bankacılık sektöründe dedikodular bitmek bilmiyor. Dedikoduların odağında kıskandıran kârlılıkları ile ‘satılması en kolay’ assetler olarak görülen, Avrupalı grupların Türkiye’deki iştirakleri var. Hele hele Dexia’nın Denizbank için satış düğmesine basması, National Bank of Greece’in de Finansbank için müşteri yoklaması bu dedikoduların artmasına neden oluyor.

Geçtiğimiz hafta New York’ta Metropolitan Sanat Müzesi’nde 2 galeriye adını veren Koç Ailesi ile bu etkinliğin dışındaki konuları da konuşma imkanımız oldu.

Her ne kadar Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel, Metropolitan’daki etkinliğin dışındaki genel ekonomi ile ilgili başlıklardan gelen sorulardan biraz şikayet etse de hem Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç hem de Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç soruları samimiyetle cevaplama nezaketi gösterdi.

Mustafa Koç öncelikle sözlerine “Koç Holding’in New York Stock Exchange’de halka açılma gibi bir niyeti yok. Sanırım bu konuda bazı haberler çıktı. Bunlar doğruyu yansıtmıyor” diyerek başladı.

“Unicredit’in Yapı Kredi Bankası’ndaki yüzde 50 hissesini satıp satmayacağı ile ilgili çıkan haberleri de Mustafa Koç, şu şekilde yorumladı:

“Unicredit hisseleri konusunda herkes bir şey söylüyor, spekülasyonlar oluşuyor ancak hiçbir gelişme yok. Hatta konuyu bilen bilmeyenlerden bize ‘Satmak istiyorlar, aracı olabiliriz’ teklifleri de geliyor. Fakat Unicredit CEO’su Federico Ghizzoni benim kadim dostumdur. Hem de kendisi ile çok yakın çalışmalarımız oldu. Böyle bir şey olacağı zaman ilk bizim haberimiz olur. O bakımdan şu anda kesinlikle böyle bir konu söz konusu değil. Kaldı ki şu anda kârlarının çok büyük bir kısmı Türkiye’den geliyor. Böyle bir durumda çok çaresiz kalmazlar ise böyle bir asset’i satmaları için en ufak bir neden yok.”

Bu arada sohbet toplantısına biraz geç gelen Mustafa Koç’un Bank of America (BofA) ziyaretinin uzaması sebebiyle geciktiğini öğrendik.

Bir nezaket ziyareti yaptığını belirten Mustafa Koç, “Onlar da Türkiye’ye geldiğinde bizimle buluşur fikir alışverişinde bulunurlar. BofA’nın şu an Türkiye’de pek fazla bir faaliyeti yok. Ancak Türkiye’yi yakından izliyorlar. Gelecekte olacağını tahmin ediyorum” dedi.

Dolar da tansiyon gibi inse dert çıksa dert

Bir ara 1.90’ı geçen dolar biz ABD’deyken 1.78’e kadar gerilemişti. 15 gündür ABD’de olan Koç Ailesi de dolardaki gelişmeleri yakından takip ediyordu. Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, “Dolar da tansiyon gibi çıksa bir dert düşse bir dert” derken, Mustafa Koç dolardaki gerilemenin devam edebileceğini söyledi. Mustafa Koç hatta doların inebileceği nokta ile ilgili bir bant aralığı da verdi.

Ancak ben Koç’un telaffuz ettiği seviyeye kadar bir geri çekilme olmasını beklemediğimi söyleyince Mustafa Koç ile yemeğine iddiaya girdik. İddianın bitiş tarihi 31 Aralık 2011. Spekülasyon olmaması için ne Koç’un ne de benim telaffuz ettiğimiz alt seviyeyi belirtmeyeceğim. Ancak 31 Aralık’tan sonra kazananı yazacağım.

Sadberk Hanım’a yer aranıyor, çözüm Başbakan’ın iki dudağının arasında

KOÇ Ailesi, uzun süredir Sadberk Hanım Müzesi için yer arıyor. Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel ve tüm aile bu konuyla özel olarak ilgileniyor. Mustafa Koç, müzeye yer bulabilmeyi çok istediklerini, şu anda 2 bin metrekarelik bir alanda yer aldığını ancak yeni müze için 40 bin metrekareye ihtiyaçları olduğunu söyledi.

Rahmi Koç ise hayalini şöyle anlattı: “Benim hayalim, İstanbul’un ulaşımı kolay bir bölgesinde müze ve galerilerin iç içe olduğu bir alan oluşturabilmek. Ama daha önce de söyledik, bu ölçekte bir bina bulabilmek çok zor. Sağ olsunlar belediye yetkilileri ilgileniyor ama uzun soluklu bir süreç bu. İstanbul gibi bir metropolde yer bulmak çok da kolay değil.“

Semahat Arsel gönüllerinde yatan yerin Camialtı Tersanesi’nin yer aldığı alan olduğunu belirtti. Mustafa Koç uzun süredir o bölgeye baktıklarını ancak izinlerin çıkması için Belediye, Savunma Bakanlığı, Maliye, Ulaştırma gibi çok fazla mercinin onayını gerektiren grift bir durum olduğunu vurguladı. Bunun üzerine Rahmi Koç tespiti yaptı: “Sonuçta her şey Sayın Başbakan’ın iki dudağının arasında.”

‘Yerli oto’da püf nokta ölçek

Mustafa Koç’u yakalamışken yerli otomobille ilgili soru sorulması da artık adetten oldu. Mustafa Koç da bu soruya yine daha önce verdiği cevapların bir benzerini verdi. Konunun Koç Holding için çok ham olduğunu, işin püf noktasının ise ölçek olduğunu vurguladı. Bu arada Proton markasının devlet sübvansiyonu ile ayakta durduğuna vurgu yapması ilginç oldu. Koç, yerli otomobil ile ilgili Fiat ile yaptıkları çalışmadan Başbakan’a 600 bininci Türk Traktör’ün banttan inme töreninde bahsettiğini vurguladı ve aralarındaki diyaloğu aktardı: “Sayın Başbakan’ımıza Fiat ile mevcut üretim bantlarını kullanarak bir Türk markası çıkarabilir miyiz diye çalışma yaptığımızı ilettim. Başbakan çalışmanın neresinde olduğumuzu sordu. İlerledikçe kendisini bilgilendireceğimizi söyledim.

Sonuçta Türkiye’de üretilen otomobillerin yüzde 50’sini biz üretiyoruz. Ürettiğimiz otomobillerin 3’te birini ise ihraç ediyoruz. Yine Türkiye’de satılan araçların yüzde 20’sini de yalnızca biz satıyoruz. Yerli otomobil konusunu birçok açıdan biz de inceliyoruz. Takdir edersiniz ki önemli bir yatırım kararı ve birden fazla tarafın işin içine girmesi lazım. Ancak bir marka üretip bunu dünyaya satmak çok da kolay değil. Burada en önemli püf noktasının ölçek olduğuna inanıyorum. Ölçeği oluşturamadığınız sürece, bu konunun sübvansiyon olmadan gerçekleşme ihtimalini düşük görüyorum. 1-2 milyon otomobili üretip, dünyaya satma konusunu düşünürsek, servis teşkilatı, bayii teşkilatı bunları göz önünde bulundurmak zorundayız. Elbette Türkiye’de bu teşkilatlar var ancak bizim elimizdeki model konusunda bir problemimiz yok. Burada gelinen noktada dünyadaki örneklerini de göz önünde bulundurursak bir markayı sıfırdan üretmek ancak devlet sübvansiyonu ile hayatta kalabiliyor. O nedenle yerli otomobilin tam olarak ne demek olduğunu iyi tanımlamak, irdelemek gerekiyor. Bu konuda OSD çalışma yapıyor. O bir ortaya çıksın, onun ardından Sayın Başbakanımıza gidip, ne gerektiğini, kendisine elimizden geldiğince anlatacağız.”

Yazının devamı...

Koç Ailesi Metropolitan’da iki galeriye adını verdi, muhteşem Osmanlı’yı dünyaya tanıtacak

11 Eylül’den sonra İslam’la arasına mesafe koyan ABD, ünlü Metropolitan Müzesi’nde açılan galerilerle İslam Medeniyeti ile tekrar barışıyor. 15 yeni galeride toplam 1200 eser sergilenirken, 10 milyon dolar

bağış yapan Koç Ailesi’nin ismi Osmanlı saray sanat eserlerinin sergilendiği iki galeriye verildi

11 Eylül’ün onuncu yılında New York, İslam medeniyeti ile arasında oluşan kopukluğu ortadan kaldırmak için çok önemli bir fırsat yakalamanın heyecanını yaşıyor. Yılda 5 milyondan fazla ziyaretçisi olan dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Metropolitan Sanat Müzesi’nde 15 galeriden oluşan İslam Medeniyetleri bölümü, 1 Kasım’da kapılarını açmaya hazırlanıyor.

Yeni galeride Arap ülkeleri, Türkiye, İran, Orta Asya ve Güney Asya’dan İslam medeniyetini yansıtan 1.200 parçadan oluşan koleksiyonlar sergilenecek.

459 ve 460’ıncı galerilerde Büyük Osmanlı dünyası ve saray sanatlarını yansıtan 200’ün üzerinde eser yer alırken bu iki galeriye Koç Ailesi 10 milyon dolar ödeyerek adını verdi.

Diğerleri trink ödüyor biz 10 taksit yaptık

Önceki gün New York Metropolitan Müzesi’nde 15 galeriden oluşan İslam Eserleri bölümünün ön açılışı vardı.

Rahmi Koç, Semahat Arsel, Mustafa Koç ve Ömer Koç açılış için New York’a geldi. Müzeyi Koç Ailesi ile birlikte gezdikten sonra sohbet etme imkanı bulduk.

Rahmi Koç, öncelikle iki galeriye isimlerini verme sürecinden bahsetti:

“Bu müzeyi 35 yıl yöneten Philippe de Montebello arkadaşımdır. Kendisi fevkalade disiplinli, kararlı biridir. 3 yıl önce benimle bir kahvaltıda buluşmak istedi. Bu projeden söz etti ve iki galeriye adımızı vermemizi önerdi. 3 saat konuştuk. Kendisinden bu teklifi yazılı hale getirmesini istedim. Vakfın yönetim kurulunda konuyu gündemimize aldık. Bir galeriye 5 milyon dolar ödeyerek adımızı verme konusunda anlaştık. Ancak Ömer (Koç) ‘Tek galeri bize yakışmaz, iki galeri olsun’ dedi. Ben de Montebello’ya olumlu yanıtı ilettim. Ancak 10 milyon doları, 10 taksitte ödeme şartı sundum. Burada aslında bütün destekçiler parayı trink öder. Bizim için bir istisna yaptılar ve biz bu parayı 10 eşit taksitte ödemek üzere anlaştık.”

Rahmi Koç, bağış yapmalarının ve iki galeriye isimlerinin verilmesinin önemini de şu sözlerle ifade etti:

“1870’den bu yana buraya destek için herkes sıraya giriyor. Bu, vergi muafiyetinden önce de böyleydi, halen de böyle. Buraya para vermek bir statü sembolü. Sanat dünyasında ayrıcalıklı hale getiriyor sizi. Bu aile için, vakıf için ve Türkiye için önemli bir gelişme. Sizi başka bir platforma oturtuyor. Avrupa’da adımız en bağışcı ailelerden biri olarak geçiyor. Bu bağış ve iki galeride yer alan ismimiz, bizi bir üst platforma taşıyacak.”

‘Eserler vatanına dönmeli, orada sergilenmeli’ fikri kardeşleri böldü

Sohbetimiz esnasında Rahmi Koç, çok tartışılan, kaçırılmış eserlerin yurtdışında sergilenmesi konusuna da değindi. Koç, “Bir müzeci olarak ben açıkçası Türkiye’ye ait eserlerin yurtdışında kalmasını ve orada sergilenmesini destekliyorum” dedi. Koç, “Tek şart bir bütünse, yani yarısı vatanında yarısı başka yerde değilse” dedikten sonra neden bu görüşe sahip olduğunu da şu sözlerle ifade etti:

“Maalesef Türkiye’de müzelere gerekli özen gösterilmiyor. Eserler geliyor, bir heyecan, 1.000-2 bin kişi geziyor, sonra ilgi alaka kesiliyor. Eserler tozlanmaya mahkum oluyor. Mesela ‘Yorgun Herkül’ geldi. Şimdi bir süre ilgi görür, sonra bir köşede unutulur gider. Burada kalınca daha çok insan görüyor. Gerekirse zaman zaman ülkesine gelir gider ama burada kalmalı.”

Rahmi Koç bu görüşünü ortaya koydu ama ablası Semahat Arsel’den hemen itiraz geldi:

“Bize ait eserlerin burada kalmasına gönlüm razı olmuyor. Evet burada ziyaretçi adedi daha fazla. Gördüğü ilgi alaka daha fazla ama yine de eserler vatanında olmalı. Padişah fermanı ile gitmesine izin verilenler hariç, kaçırılan eserler Türkiye’ye geri dönmeli.”

Açılıştan notlar....

New York Metropolitan Sanat Müzesi’ni her yıl yaklaşık 5 milyon kişi ziyaret ediyor. Dünyanın dört yanındaki 270 ABD büyükelçilik ve konsolosluklarına gelenler 15 galeriden oluşan İslam eserleri bölümünü, özel hazırlanmış video gösterimi ile izleyebilecek. Bunun için ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un bizzat talimat verdiği açılışta bakanlık temsilcisi tarafından davetlilere anlatıldı. Temsilci elçiliklere yılda 14.5 milyon kişinin geldiğinin de altını çizdi.

Metropolitan Müzesi’nin Müdürü Thomas Campbell ise açılışta şunları söyledi: “10 yıl öncesine kadar İslam dünyası yokmuş gibi davrandık. Bu galeriler, kendi halkımıza İslam dünyasını İslam eserleri ile tanıtacak bir anlamda eğitim verecek. İslam sanatı ve kültürünün, dünya tarihinin çok mühim bir diliminde sergilediği soylu ihtişamını günümüze taşıyacak.”

Koç’un adını verdiği galerilerde halılar kumaşlar, zırhlar, silahlar, çiniler, el yazmaları ve sikkeler bulunuyor.

Yazının devamı...

Sabancı Ortadoğu’dan gelen ortaklık teklifleri ile artık ‘Esas’tan ilgileniyor

Şevket Sabancı ve çocuklarının 2000’lerin başında kurduğu Esas Holding, Ali Sabancı’nın da katılmasının ardından daha güçlendi ve Türkiye’de “Aile Ofisi” modelini en iyi uygulayan grup oldu. Esas Holding CEO’su Çağatay Özüdoğru, “Aile daha önce gelen ortaklık tekliflerine sıcak bakmıyordu ancak fikrimiz değişti. Ortadoğu’dan 250-300 milyon dolar para getirmek istiyorum. ‘Şirket alalım, siz yönetin’ diyenler çoğaldı” dedi.

ŞEVKET Sabancı ve çocukları 2000’lerin başında büyük aile resminden çıkıp tabir yerindeyse kendi yollarına gitmeye karar vermişti. Ali Sabancı’nın da Sakıp Sabancı’nın ölümü ile birlikte Holding’deki görevlerinden istifa etmesinin ve Esas Holding’e katılmasının ardından daha da güçlendiler ve Türkiye’de “Aile Ofisi” modelini en iyi uygulayan grup oldular.

Neydi bu ‘Aile Ofisi’ kavramı?

Bir işi alıp üzerine katma değer koyarak geliştiriyorlardı. Aslında geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye Doğuş ile giriş yapan Cerberus Private Equity’den bir farkları yok. Esas Holding’in tek farkı bir işe girerken “4 yıl içinde çıkarız” gibi bir taahhütte bulunmaması daha esnek hareket etmesi olarak gösterilebilir.

IT şirketi Promed’i aldılar, 5 katı fiyatla satarak çıktılar. Derindere Oto Kiralama ve City Farm da girip, çok başarılı bir şekilde çıktıkları işler arasında yer aldı.

Şu an ise ellerinde çok güçlü işler var. Başta Pegasus ve Electro World olmak üzere, Peyman, kısa süre önce girdikleri AFM sinemaları ve sağlık yatırımı alanındaki şirketleri BSK gibi.

Elektro World’da Sabancı Ailesi’nin bir başka kolundan Demir Sabancı ve Ömer Sabancı da var. Projenin yüzde 50’si Esas Holding’e, yüzde 25’lik iki pay ise Demir ve Ömer Sabancı’ya ait.

Geçtiğimiz hafta Esas Holding CEO’su Çağatay Özüdoğru ile bir araya gelerek mevcut projeleri ve bundan sonrasını konuştuk.

Özüdoğru, “Aile daha önce gelen ortaklık tekliflerine sıcak bakmıyordu. Görüşmek için randevu dahi vermiyordu. Ancak fikrimiz değişti. Çok iyi bir know-how oluşturduk ve bizimle ortak hareket etmek isteyenlerin hizmetine sunmak istiyoruz” diyerek Esas Holding’deki strateji değişikliğine dikkat çekti.

Markaların başarı öyküsü

Bu strateji değişikliğinin nedenini sordum. Özüdoğru, şöyle yanıt verdi: “Esas Holding’e bağlı şirketlerde başarı öyküleri oluştu. Oluşunca da dikkat çekmeye başladı. Örneğin Pegasus gibi, Elektro World gibi ya da Peyman gibi. Elektro World’da Dixons Grubu’nun en sağlıklı ve en hızlı büyüyen şirketi olduk. Peyman alındıktan sonra müthiş bir değer oluşturdu. Cirosu dört katına çıktı ve sektöründe çok kuvvetli iki numara pozisyonuna geldi. Bilhassa bu 3 markanın hikayesi yabancıların dikkatini çekmiş vaziyette.”

Somut teklif olup olmadığını öğrenmek istedim. Özüdoğru, devam etti: “Ortadoğu’dan ‘250-300 milyon dolar para getirmek istiyorum. Şirket alalım. Şirketleri siz yönetin, siz geliştirin’ diyenler çok artmaya başladı. Potansiyel projeleri birlikte inceleyelim diyen gruplar kapımızı çalıyor.”

Çağatay Özüdoğru, bu başarılı performansın arkasında yatan etkenleri ise şöyle özetledi:

“Bizim ekibimizin tamamı yatırım bankacısından oluşmaz. Yarısı yatırım bankacısı ise diğer yarısı da operasyonların içinden gelmiş şirketlerde genel müdürlük, üst düzey yöneticilik yapmış kişilerdir. Çekirdek kadro böyle olunca ve aile de işin çok içinde olunca başarı öyküleri ortaya çıktı. Havacılık alanını Ali Sabancı, sağlık alanını Erhan Kamışlı kontrol ediyor. Diğer alanlarda ben ve ekibim varız. Emine Kamışlı Hanım tüm şirketler için finansal ve makro yönetimsel rolü üstleniyor. Müthiş bir takım çalışması var. Ben her gün Şevket Sabancı ile konuşuyorum. Biraz iddialı bir söz olacak ama bu grup bir işi alıp büyütmeyi biliyor.”

Ciro 3 milyar lirayı geçecek

ESAS Holding girdiği işlerde başarı öyküleri yaratırken bu durum ciroya da yansıyor. 2010 yılı konsolide cirosu 2 milyar lira olan Esas Holding 2011 yılını ise 3 milyar liranın üzerinde bir ciro ile kapatmaya hazırlanıyor. Yine geçen yıl 5 bin 500 olan istihdam edilenlerin sayısı da bu yıl 6 bin 500’e çıkmış vaziyette.

Esas, insanlara dokunmayı seviyor

ÇAĞATAY Özüdoğru, fırsatlara bakarken olası gelişmelerle ilgili herhangi bir ipucu vermemeye özen gösteriyor. Ancak ailenin yeni bir iş seçerken tüketiciye doğrudan dokunan işleri sevdiğini önemli bir ayrıntı olarak veriyor.

Pegasus geçen sene 8.6 milyon kişi taşımış. Elektro World’e gelenlerin sayısı ise 15 milyonu geçiyor. Aynı şekilde AFM sinemaları yılda 7.5 milyon biletli seyirci kabul ediyor. Çağatay Özdoğru, Türkiye’de sinema salonlarının doluluk oranının yüzde 13’lerde olduğuna işaret ederek sinema salonlarının daha etkin hale getirme planları olduğunu belirtiyor. Bu arada Türk filmlerini desteklediklerini vizyona giren her Türk filmini istisnasız salonlarında gösterime soktuklarına da dikkat çekiyor. Özüdoğru bundan sonra da Türk filmlerini desteklemeye devam edeceklerini, yeni yönetmenler çıkmasını istediklerini belirtti. Ambulans hizmeti veren Medline’ın tam istedikleri performansa ulaşamadığını zira bu alanda devletin 112 hizmeti ile rekabet etmelerinin kolay olmadığını kaydeden Çağatay Özüdoğru ancak hastane alanında yatırımların kuvvetleneceğini ifade etti. Zaten Erhan Kamışlı da geçtiğimiz günlerde yeni hastane yatırımlarına 100 milyon dolar kaynak ayıracaklarını açıklamıştı. BSK yani Birleşik Sağlık Kurumları’nın halen Adana, Antalya, Eskişehir, Kütahya, Aydın ve Konya’da hastane yatırımları mevcut.

Yazının devamı...

SPK tebliği çok yerinde oldu, dalga Turkcell’in arkasında önümüz açık

Turkcell hisselerinin New York Borsası’nda işlem görmeye başlamasının 10’uncu yılı Wall Street’te kutlandı. Kutlamalara son Turkcell genel kurulu ve SPK tebliği damgasını vurdu. Gelişmeleri değerlendiren Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, “Son 3 yılda yaşanan olaylara bakınca SPK tebliğinin çok yerinde olduğu ortada. Her türlü çıkar çatışmasından uzak bağımsız üyeler bu şirketin geleceğine odaklanabilirler. Bu tebliğ ile başta küçük yatırımcılar olmak üzere tüm hissedarların hakları korunmuş oldu” dedi.

Turkcell hisse senetlerinin New York Borsası’nda (NYSE) işlem görmeye başlamasının 10’uncu yılı yine New Yok’ta Wall Street’te kutlandı. 10 yıl önceki ilk kutlamada New York Stock Exchange’ın ünlü balkonunda gongu çalmak üzere Mehmet Emin Karamehmet hazır bulunmuştu. O zaman Turkcell’in mutlak hakimiydi. Ancak geçen zaman içinde Turkcell’de dengeler değişti. Rus Alfa, şirketin hissedarı oldu ve TeliaSonera ile ortak hareket ederek, Karamehmet’in şirketteki gücünü kırmak istedi.

12 Ekim’deki genel kurulda tam başarıyorlardı ki Sermaye Piyasası Kurulu’nun bağımsız yöneticilerle ilgili tebliği Karamehmet’i adeta ipten aldı. Türkiye’nin en güçlü şirketlerinden biri olan Turkcell’de dengeler korundu, biri ya da birileri lehine bozulmadı.

Doğru bir rejim

10’uncu yıl kutlamalarına da bu gelişmeler damgasını vurdu. Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, konu ile ilgili ilk kez New York’ta net mesaj verdi ve “SPK tebliğinin çok yerinde olduğunu düşünüyorum. Ortaklardan bağımsız yöneticiler şirketin geleceğine odaklanabilirler. Bugün IBM’in 12 yönetim kurulu üyesinden 10’u bağımsız. Apple’da bu 7’de 6. Procter &Gamble’da 11’de 10. Turkcell’i de 20 yıl 50 yıl sonra çok daha güçlü bir şirket olarak farklı bir noktada görebiliriz” dedi.

Süreyya Ciliv’in SPK tebliğine yönelik mesajları da şöyle oldu:

“Son 3 yılda yaşanan olaylara bakınca SPK tebliğinin çok yerinde olduğu ortada. Her türlü çıkar çatışmasından uzak bağımsız üyeler bu şirketin geleceğine odaklanabilirler. Bu tebliğ ile başta küçük yatırımcılar olmak üzere tüm hissedarların hakları korunmuş oldu. Bakın çıkar çatışmasından dolayı 1.3 milyar liralık temettüyü dağıtamadık herkes kaybetti. Bu dönemde Türkiye’de devalüasyon oldu. TL yüzde 20’ye yakın değer kaybetti. Sonuçta hissedarlar temettü dağıtılmadığı için zarar etmiş oldu. SPK tebliği sonrası hisse senetlerinde yaşanan artış bile bunun doğru bir rejim olduğunu ispatlıyor. Biz hep doğruların peşinde olduk. Bir Türk şirketi olarak Turkcell’in nasıl konumlanması gerektiğine odaklandık. Sonuçta burada devletin vermiş olduğu bir lisans var. Belli bir süre sonra bu haklar devlete geçecek. Bu yüzden Turkcell devlet için önemli.”

En çetin denetime tabi piyasada 10 yıl

2000 yılında ilk kez Türkiye’den bir şirket, Turkcell, New York Borsası’nda (NYSE) işlem görmeye başladı. The Wall Street Journal gazetesi, Turkcell hisselerinin Wall Street’te işlem görmesinin Türkiye’de yabancı sermaye yatırımlarının artması açısından olumlu etkileri olacağını yazdı. Turkcell, NYSE’deki 10’uncu yılında 10,5 milyar dolar piyasa değeriyle NYSE’de işlem gören tüm şirketler içinde en yüksek değere sahip ilk yüzde 20’lik dilim içinde bulunuyor.

Hem İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (iMKB) hem de New York Borsası’na kote olmuş tek Türk şirketi olarak Kurumsal Yönetişim alanında 2002 tarihli Sarbanes-Oxley Yasası’nın 406. maddesi ile ABD Sermaye Piyasaları Kurulu (SEC) kurallarını uygulamaya koydu. En çetin denetim kurallarına uymayı, yüksek standartlardaki denetimleri kabul etti.

Alfa’dan Sonera’ya para gitti

TEALIASONERA’NIN 2009 yılı üçüncü çeyrekte yaptığı sunumun Turkcell’le ilgili kısımlarını çok önemli bulduğunu belirten Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, o sunumda Turkcell varlıklarının kontrol ele geçirildikten sonra nasıl değerlendirileceğine yönelik ipuçları bulunduğunu söyledi.

Süreyya Ciliv, Alfa’nın Sonera ile yaptığı Turkcell anlaşması referans verilerek TeliaSonera’ya ödenen bazı paralar olduğuna da dikkat çekti.

iPhone’dan daha özellikli ama % 80 daha ucuz telefon yaptık

PİYASAYA sürdükleri T20 telefonuna dikkat çeken Süreyya Ciliv, yeni dönemin mobil internet olduğunu ve bu alanda büyük fırsatlar bulunduğunu kaydetti. Turkcell’i sadece bir GSM operatörü olarak değil, bir yazılım şirketi olarak da konumladıklarını ve bu yüzden geleceğe güvenle baktıklarını kaydeden Süreyya Ciliv, şöyle konuştu:

“18 yıl önce Murat Vargı’nın iş planındaki fırsatları göremeyenler bugün de yeni fırsatları göremiyor. Biz bu şirkete 400 yazılım mühendisi aldık, rakiplerimiz bana saldırdı. ‘Telefon şirketiyiz biz o kendini Microsoft sanıyor’ diye... Oysa gelecek burada. Bakın akıllı telefon satışı PC satışını geçti. Bu fark daha da açılacak. İnsanlar yanlarında taşıdıkları küçük cihazları hem bilgisayar hem telefon hem de TV olarak kullanacak. Hepsi bir arada interaktif hale gelecek. Mobil ödeme sistemi yaygınlaşacak. Bu akıllı telefonlar pahalı. Biz insanımızın kolay ulaşabilmesi için daha ucuz T20 adında bir telefon yaptık. Ben de bunu kullanıyorum ve inanın başka bir telefona ihtiyacım da yok. Bu telefonun fazlası var eksiği yok. Kredi kartı özelliği gibi iPhone’da olmayan özellikler bu telefonda var. En büyük farkı ise iPhone’a göre yüzde 80 ucuz. Gelecek mobil internette. Steve Jobs, bu dalgayı gördü ve yakaladı. iPhone neden çok satıldı? Daha mı iyi ses kalitesi var. Hayır, en büyük özelliği internete kolay erişimi.”

Matbaa geç geldi ama mobil internette çok hızlıyız, şimdi ektiklerimizi biçeceğiz...

SÜREYYA Ciliv, Türkiye’nin bugüne kadar pek çok konuda çağa ayak uydurmada hep geç kaldığını ancak mobil internet konusunda dünyanın sayılı ülkelerinden biri olmayı başardığını söyledi.

Ericcson’un 53 ülkedeki 600 santrali arasında yaptığı araştırmada en hızlı 11 santralin Türkiye’den çıktığını belirten Ciliv, yüzde 99.7 oranındaki kapsama, 43.2 mbps mobil internet hızı, 1000 mbps fiber internet hızı ile Türkiye’nin iletişimde en ileri ülkelerden biri olduğunu belirtti. Ciliv, “Belki matbaa, buhar makinası, elektrik ülkemize geç geldi ancak inanın mobil internette sayılı ülkelerden biriyiz. Dünya 2008 krizinden sonra dururken biz yatırımlarımıza devam ettik ve geleceğe hazırlandık. Şimdi ektiklerimizi biçme zamanı” diye konuştu.

FATİH projesinde 3G olmazsa Türkiye tablet mezarlığına dönüşür

SÜREYYA Ciliv, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sürdürülen FATİH projesine de dikkat çekti ve bu projede kullanılacak tabletlerin mutlaka 3G özelliğinin de bulunması gerektiğini ifade etti.

Ciliv, “3G olmazsa tabletlerin ömrü çok kısa olur. Türkiye tablet mezarlığına döner. Öğrencilerin sadece okuldan değil, evlerinden ve her yerden internete bilgiye ulaşmaları gerekir. Bu da 3G gerektirir. Bugün herşey internette. Bakın dünyaca ünlü MIT, tüm derslerini internete koymuş. Öğrenciler okula gitmeden en yüksek notu nasıl alacağını planlıyor artık. Tabletlerin birer game boy’a dönüşmemesi için tüm platformlardan internete erişimi olması lazım” diye konuştu.

Yazının devamı...

Steve Jobs’un tasarımcısı ile elele veren Türk Telekom FATİH projesine göz koydu

Türk Telekom, sessiz ve derinden giderek androit bir tablet geliştirmede son aşamaya geldi. TTdroit adı verilen tablet için Apple’ın ünlü tasarımcısı ile çalışan Türk Telekom ilk prototipi hazırladı. Türk Telekom CEO’su Gökhan Bozkurt, “İlk pilot tablet PC’yi 2012 ilk çeyrekte üretmeyi planlıyoruz. Bu çalışmada ana hedefimiz FATİH projesi. Bu projeye talibiz” dedi

Fırsatları Artırma, Teknolojiyi İyileştirme Hareketi... Kısaltması FATİH olsun diye biraz zorlama görünse de eğitim alanında büyük bir hamleyi ifade eden bir proje. Seçimlerden önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde bir tabletle meydanlara çıkıp “Her öğrenciye bu tablet bilgisayarlardan vereceğiz” dediği proje...

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülüyor, Ulaştırma Bakanlığı tarafından destekleniyor. Proje hedeflerine göre 2013 yılı sonuna kadar tüm dersliklerde tabletsiz ve bilgisayara bağlanamayan öğrenci kalmayacak ve BT destekli öğretim gerçekleştirilecek.

Bu proje başlıca 4 aşamadan oluşuyor. Öncelikle donanım ve yazılım altyapısı oluşturulacak. Eğitsel e-içerik sağlanacak. Eğitim programları etkin BT kullanımına uyarlanacak ve öğretmenler bu alanda eğitilecek.

Cumhuriyet tarihinin en önemli ve parasal olarak da büyük projelerinden biri olacak FATİH’e Türk Telekom A’dan Z’ye talip oldu.

Türk Telekom CEO’su Gökhan Bozkurt ile Londra’da, World Finance Magazine tarafından verilen ödül töreninin ardından bir akşam yemeğinde biraraya gelerek sohbet etme imkanı bulduk. Bozkurt bu sohbet sırasında çok gizli bir şekilde yürüttükleri FATİH projesine hazırlığın ipuçlarını verdi.

Bozkurt’un anlattıklarından Türk Telekom’un bu büyük projenin neredeyse tamamına talip olduğu ortaya çıktı. Biliyorsunuz Türk Telekom’un öğrencilere yönelik Vitamin adlı bir programı var. Bu bir anlamda eğitsel e-içeriğin altyapısı olarak da tanımlanabilir. Türk Telekom bu içeriğin FATİH için biraz daha geliştirilebileceğini düşünüyor.

Ancak asıl önemli olan tabletler.

Türk Telekom yaklaşık 15 ay önce tablet üretme fikrini ortaya atmış ve bu konuda çalışmalara da başlamış. Steve Jobs’un en önemli yardımcılarından, MacBook Air’in tasarımcısı ile işbirliği yapılmış. Bozkurt, Macbook’da birden fazla tasarımcı olduğunu işbirliği yaptıkları kişinin adını gizlilik nedeniyle veremediklerini ancak o kişinin şu an Apple’dan ayrıldığını söyledi.

Bozkurt tablet ile ilgili olarak ise şu ayrıntıları verdi:

Hedefimiz bu tableti Türkiye’de ürettirmek. Tamamen bizim geliştirdiğimiz android bir tablet olacak. İlk pilotu 2012 ilk çeyrekte üreteceğiz. Bu hem normal bir ticari tablet olacak hem de çocukların kullanımına uygun olacak. Üretim için Türkiye’de Vestel, Arçelik, Foxconn ile işbirliği yapabiliriz.”

Fiyatı da ortaya çıktı

Sohbet esnasında Hindistan’da da benzer bir proje olduğunu ve o projede kullanılacak tabletlerin 85 dolara yaptırıldığını hatırlattım. Bozkurt “Bir tabletin civataları dahil maliyetini biliyoruz. Ancak bu kesinlikle 85 dolar olamaz. En azından bizim tarifini yaptığımız tablet bu olamaz. Bundan çok daha yüksek bir rakam” cevabını verdi.

Fiber kablo döşenecek

Tablet, FATİH projesinin en önemli ayağı. TTdroit ile Türk Telekom bu projede önemli bir aşama kaydedecek. Dediğim gibi Vitamin ile de içerik konusunda tecrübesi var. Bir diğer avantajı ise internet erişimi. Bu konuda da Türk Telekom Pazarlama ve İletişim Başkanı Erem Demircan söze girerek şu bilgiyi verdi:

“Türkiye’de 42 bin okulun 37 bini internete bağlı. FATİH projesi ile sadece okullar değil sınıflar da internete bağlı olacak. Bu 600 bin sınıf demek. Hedefimiz her okula fiber ile girmek, bant genişliklerini artırmak. Okullardan sınıflara kablolamamız olacak. Halen 133 bin kilometrelik fiber kablomamız var. Sanırım FATİH projesinin altyapısını bizden daha iyi verebilecek bir kuruluş yoktur.”





Türk Telekom, dünyanın en saygın ödülleri arasında gösterilen ‘World Finance Magazine Ödülleri’nde aldığı iki ödülle damgasını vurdu. İngiltere merkezli uluslararası ekonomi dergisi World Finance’in düzenlediği World Finance Magazine Ödülleri’nde bu yıl Türk Telekom CEO’su K. Gökhan Bozkurt ‘Yılın CEO’su’ ödülünü alırken Türk Telekom da ‘En İyi Sabit Hat Operatörü’ seçildi. Gökhan Bozkurt, “Bu ödüllerin arkasında çok başarılı bir yönetim takımı ve binlerce Türk Telekom çalışanının emeği var ” dedi.

14 Ekim’de London Stock Exchange Group Merkez Binası’nda yapılan ödül töreninde konuşan Bozkurt uzun soluklu stratejilerle geliştirilen yenilikçi ve müşteri hayatına değer katan ürün ve hizmetlerin tüm dünyanın dikkatini çektiğini ifade etti. Bozkurt şöyle konuştu:

“Avrupa’nın saygın iş ödülleri arasında gösterilen World Finance Magazine Ödülleri ’nde iki ödül birden aldık. ‘Dünyayı Konuşturan Türk’ sloganı ve bölgesel güç olma hedefiyle sürdürdüğümüz faaliyetlerin takdir görmesi bizi mutlu ediyor. Bu prestijli ödülü alarak Türkiye ’nin adını Avrupa ’da bir kez daha başarılarımızla duyurduğumuz için mutluyuz. Bu ödüllerin arkasında çok başarılı bir yönetim takımı ve Türkiye’nin 81 ilinde gecesini gündüzüne katarak çalışan binlerce Türk Telekom çalışanının emeği gayreti var.

Emeklerimizin uluslararası arenada takdir edildiğini görmekten çok memnunuz. Ürün ve hizmetlerimizle müşterilerimiz için altyapı ve teknolojiye yaptığımız yatırımlarla Türkiye’ye değer sosyal sorumluluk projeleri ile bu toplum için değer yaratmaya devam edeceğiz.”





Türk Telekom geçtiğimiz hafta ilginç bir kampanya başlattı. Türk Telekom hisse senedini alıp 6 aydan daha fazla süre tutan yatırımcılarına 1 yıl süresince bedava konuşma imkanı verdi. Gökhan Bozkurt yaptıkları araştırmada bu imkandan yararlanacak en az 10 bin yatırımcı olduğunu söyledi.

“Neden böyle bir jest yaptınız. Çoğu şirket hisselerini halka arz eder ve çekilir. Daha sonra hissenin fiyatı ne olmuş umursamaz bile. Düşmüş mü çıkmış mı bakmaz bile” diye sordum. Bozkurt şöyle yanıt verdi:

“Biz yatırımcımızı ödüllendirmek istedik. Ayrıca hisse senedimizin piyasa değerinin de hep iyi olmasını istiyoruz. Her 3 ayda bir analistlerin sorularını yanıtlıyoruz. Bizce hisse değeri bizim de performansımızı ölçen önemli bir kriter.”





Erem Demircan, 2008’de halka arz esnasında çıktıkları road show’da Londra ziyaretinde bir analistin söylediklerini hatırlattı:

“Bütün dünya mobil telefona geçiyor, siz sabit hat operatörüsünüz. Neden size yatırım yapalım. Sizin geleceğiniz yok” demiş bir fon yöneticisi.

12 milyar dolar piyasa değeri ile halka arz edildikten sonra bir ara piyasa değerinin 20 milyar dolara kadar çıktığını hatırlatan Demircan, sabit operatörlerle ilgili kaygıların Türk Telekom’da gerçekleşmediğini belirterek şöyle konuştu:

“Avrupa’da en az abone kaybeden operatör olduk. Ev gibisi yok ve akşam 7 sabah 7 kampanyaları ile sabit telefondan konuşmayı hep canlı tuttuk. Avrupa’da operatörlerin hat kaybı ortalaması her yıl yüzde 10’lardayken bizde yüzde 3.5’de kaldı. Sabit hat kaybının yerini ADSL abonesi kazanarak daha güçlü bir şekilde doldurduk. 10 milyar liranın üzerinde yatırım yaptık. Bu yıl da 2 milyar lira yatırım yapacağız. Avrupa’da yaşayan Türkler’e yönelik kampanyalarımızı Almanya dışındaki ülkelere de yayacağız.”

Yazının devamı...

‘İşimiz malı A noktasından B noktasına taşımak, bari bunu layıkı ile yapalım’

Boğazdaki tankerlerin yarattığı tehlikeden herkes sözediyor ancak trafikte bizimle tampon tampona seyreden canlı bombalar kimsenin umurunda değil. Her gün tehlikeli kimyasal madde taşıyan binlerce ağır kamyon yollara çıkıyor. Ne ilginç ki bu tehlikeli oyunun kuralları da sürekli ileri bir tarihe ötelenip duruyor...

Tehlikeli kimyasal taşıyan kamyonların 60 kilometreden daha fazla hız yapmaması lazım. Uyan var mı? Ara ki bulasın. Tam tersine bir sürü firmanın patronu ticari kaygılarla şoförlerine ‘Bas gaza’ diyor.

Bu araçların lastiklerinin derinliği her zaman en az 3 santim olmalı. Kontrol eden var mı yok...

Bu araçları kullanan şoförlerin 8 saatten daha fazla direksiyonda olmaması lazım.

Acaba bu kimyasalları taşıyan şoförlerin kaç tanesinin özel ADR ehliyeti var?

Boğazdan geçen petrol yüklü tankerlerin oluşturduğu tehdit sürekli gündemde. Hatta Başbakan Erdoğan seçim öncesi bu gerekçeyle Kanal İstanbul projesini bile gündeme getirdi.

Ancak hemen yanıbaşımızda trafikte burun buruna olduğumuz tehditten çoğu kişinin haberi yok.

Türkiye’nin önde gelen lojistik firmalarından biri olan Alışan Lojistik’in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Damla Alışan, kimyasal madde taşıyan araçların belirli kurallar eşliğinde karayollarında dolaşımını sağlayacak olan yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihinin sürekli ertelendiğine dikkat çekti.

Tehlikeli Maddelerin Karayolu İle Taşınması Hakkındaki yönetmeliğin 31 Mart 2007 tarihinde 26479 sayılı Resmi Gazete’de yayınlandığına ve yürürlüğe giriş tarihinin de 1 Ocak 2009 olarak belirlendiğine dikkat çeken Damla Alışan söz konusu yönetmeliğin devreye giriş tarihinin daha sonra iki kez ötelendiğini söyledi.

Damla Alışan, son olarak yönetmelikteki bazı maddelerin 1 Ocak 2013, bazı maddelerin de 1 Ocak 2014’te yürürlüğe gireceğine dair yeni bir karar alındığını vurguladı. Alışan bu durumun şu an Türkiye’de tehlikeli maddelerin karayoluyla taşınması hakkında yasal bir boşluk yarattığının, kuralsızlığın büyük bir tehdit oluşturduğunun altını çizdi.

Çoğu Avrupa’ya çıkamaz

Avrupa’nın, yönetim, çevre, sağlık, ekipman, operasyon, saha denetimi, emniyet gibi alanlarda taşımacılık konusunda en az 500 kriterden oluşan bir SQAS (Safety & Quality Assessment System / Güvenlik & Kalite Değerlendirme Sistemi) olduğuna vurgu yapan Alışan, bu yüzden pek çok Türk aracının Edirne’nin dışına çıkamadığını da ifade etti.

Damla Alışan ile geçen hafta buluştuk ve aslında çok da iyi bilmediğim bir sektördeki durumu konuştuk.

Güvenlik kalite ve çevre başlıklarında Avrupa’nın en iyi servis sağlayıcılarından biri olduklarını kaydeden ve SQAS değerlendirmelerinde 100 üzerinden 97 puan aldıklarını belirten Alışan, “Sonuçta yaptığımız iş belli. Bir malı A noktasından alıp B noktasına taşıyoruz. Bu basit gibi görünen işin kendi içinde çok fazla ayrıntısı var. Ancak ne yazık ki bu işi layıkı ile yapmayan çok firma bulunuyor. Henüz işin kurallarının bir türlü konmamış olması da bu gerçeği ortaya çıkarıyor. Eşit mücadele edebileceğimiz günleri bekliyoruz” diye konuştu.

Sohbet esnasında Alışan’a sordum: Şu an Avrupa’daki denetim sistemi Türkiye’de devrede olsaydı acaba kimyasal taşıyan kaç araç trafiğe çıkamazdı?

Damla Alışan şöyle yanıt verdi: Her gün 6 binin üzerinde araç yollara çıkar. Bunun yüzde 40’ı kimyasal ürün taşır. Normlar AB’deki gibi olsa herhalde bu araçların büyük bölümü trafikte olamazdı.”





Özellikle AB piyasalarının ekonomik durgunluğa girmesinin iş hacimlerine olumsuz bir etkisi olup olmayacağını sordum. Damla Alışan şöyle yanıt verdi:

“2010 ciromuz 120 milyon dolar seviyesinde oldu. Bu yıl 150 milyon dolar bekliyoruz. 2012 hedefimiz ise bu yılın yüzde 20 üzerinde. 66 araçlık bir filo yenilemesi yaptık. Filonun ortalama yaşını 1’in altına indirdik. 150’si uluslararası 450 plakamız var. 40 bin paletlik depomuzla iddialıyız. Avrupa pazarlarına olan taşımada belki bir artış olmayacak ancak, yüzde 20 artış hedefini Ortadoğu, Rusya ve Türk cumhuriyetlerine yapılacak taşımalarla tutturacağımızı düşünüyoruz.





Damla Alışan, erkek egemen bir sektörde, işini ciddiye alan, standartları yüksek tutan biri. Kimyasal taşıyan tankerlerin yıkamasının da çok önemli ayrı bir iş kolu olduğunu kendisinden öğreniyorum. Türkiye Yıkamacılar Derneği’ni kurmuşlar. Türkiye’de AB standartlarında kimyasal tanker yıkaması yapan doğru dürüst kimse yokmuş. Bazı benzin istasyonlarında basınçlı ve buharlı su ile ilkel yıkama yapılıyormuş. Oysa kimyasal madde taşımış tankerin yıkamasının çok özel standartlarda yapılması lazım. Bunun için Gebze’de Hollandalı ortakları ile 6 milyon euro’luk bir yıkama tesisi kurmuşlar. Bu arada Türkiye Yıkama Tebliği de çıkmış.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.