Şampiy10
Magazin
Gündem

Şeker fabrikaları çiftçinin dilinden anlayana verilsin mısırdaki tekel de bitsin

40’ın üzerinde şeker fabrikasının özelleştirmesinde düğmeye basıldı. Kütahya Şeker’in sahibi Torunlar Gıda’nın patronu Mehmet Torun “Pancar üreticisi ile iletişim çok önemli. Doğru Çiftçiyi küstürürseniz pancar üretmez. Bu yüzden fabrikalar işi bilenlere verilmeli sadece paraya bakılmamalı” dedi.

Türkiye’nin en büyük gıda firmalarından biri olmasına rağmen Torunlar’ın adını 2005 yılındaki Telsim binası operasyonuna kadar pek fazla bilen yoktu. TMSF’nin sattığı Esentepe’deki Telsim binasını, usta bir hukuksal manevra ile Hüsnü Özyeğin’in elinden kapınca, kamuoyunun dikkatini çektiler.

Sonrasında iddialı gayrimenkul projeleri ile ünlerini pekiştirdiler. Son olarak da Ali Sami Yen projesine yüzde 65 oranında ortak olarak dikkatleri bir kez daha üzerine çekti Torunlar Grubu.

Torium Alışveriş Merkezi, Mall of İstanbul, Korupark gibi gayrimenkul projeleri var yürüyen. Telsim binasının yerine yapacakları Torun Towers’da da harekete geçildi.

Ancak grubu bugünlere getiren asıl lokomotif sektör gıda. 188 milyon liralık üretimden satış ile Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu arasında 312’inci sırada Torunlar Gıda var.

Grubun GYO kısmında sözcü Aziz Torun. Aziz Torun’u herkes tanıyor. Grubun bir de basın karşısına çıkmayı pek sevmeyen, perde arkasında kalmayı tercih eden diğer patronu Mehmet Torun var. Mehmet Torun çok nadiren konuşur ancak önemli mesajlar verir.

Geçen hafta kendisi ile buluştuk ve şeker fabrikaları özelleştirmelerinden başlayıp, mısır şurubuna uzanan, oradan kur ve faiz dengesine kadar giden uzun bir sohbet yaptık.

Önce kısa bir hatırlatma. Türkiye Şeker Fabrikaları’nın elindeki fabrikalar 6 portföy halinde satışta. Kasım ayının son günlerinde B ve C portföylerinin satışı yapıldı. Portföy C için en yüksek teklifi 656 milyon dolar ile Cengiz Holding’e bağlı Ak-Can, Portföy B için ise en yüksek teklifi 266 milyon dolarla Kolin-Limak ortak girişim grubu verdi.

Kütahya Şeker Fabrikası’nın sahibi Torunlar da satıştaki portföyler için teklif verdi ancak, fiyat teklifleri geride kaldı. Portföy satışları devam edecek. Mehmet Torun, satışa çıkacak Bor, Ereğli ve Ilgın’dan oluşan Portföy D’yi önemsiyor. Hatta şaka yollu olarak, “Eğer alamazsak, Kütahya’yı da satar sektörden çıkabiliriz de” diyor.

Pancar tarım ürünü değil mi?

Kütahya Şeker Fabrikası’nda ciddi bir yenileme yatırımı yapmışlar. Pancar kesme kapasitesini 70 milyon liranın üzerinde yatırımla 1.800 tondan 4 bin tona çıkarmışlar. Bu sayede pancar alım kampanya süresini 120 günden 75 güne düşürecekler ve pancardan elde edecekleri verim de artacak. Zira pancar bekledikçe şeker enzimleri azalıyor. Şeker özelleştirmelerinde sadece fiyat odaklı bir satışın yanlış olacağını belirten Mehmet Torun, şöyle konuştu:

“Elektrik dağıtımındaki gibi sadece yüksek fiyat verene satmak marifet değil. Burada çiftçinin dilinden anlayan birine satış önemli. Zira şekerde sözleşmeli tarım yapıyorsunuz. Burada her bir fabrika için 15-20 bin sözleşmeli çiftçiden bahsediyoruz. Çiftçiyle iletişimi olan sektörü bilenler özelleştirmeye girmeli. Çiftçiyi küstürürseniz pancar ekmez. Arpa eker, buğday eker ama pancar ekmez. O yüzden bu işleri bilen birilerinin özelleştirmelere girmesi ve fabrikaları alması önemli. Havaalanı özelleştirmesinde bile yeterlilik aranıyor ancak bu önemli konuda yeterlilik aranmıyor.”

Mehmet Torun, şeker pancarının sanayi ürünü kabul edilerek ve tüm sorumluluğunun Sanayi Bakanlığı’na verilmesine de tepkili. Bu kategoriye girdiği için şeker pancarının Tarım Bakanlığı’nın destekleme politikalarından yararlanamadığını kaydeden Mehmet Torun, “Bu ürün Tarım Bakanlığı’nın aldığı kararlarda yerini almalıdır. Bir çok ürün destekleme alıyor ancak şeker pancarı alamıyor. Bir miktar destek olsa, Türk şekeri de zarar edilmeden ihraç edilebilecek” diye konuştu. Torun, C tipi şekerde ton başına 150 TL destekleme yapılması halinde şekerin zarar edilmeden ihraç edilebileceğine dikkat çekti.

Torun, B kotalı şekere de değindi ve “B tipi yani güvenlik gerekçesiyle stok olarak tutulması gereken şeker. Başka hiçbir üründe böyle bir zorunluluk yok. Mesela biz 1.200 ton şeker tutuyoruz stokumuzda. Ekstra bir maliyet yaratıyor” dedi.



Sıcak paraya ihtiyaç varsa faizi artırıp çağırmalıyız...

Mehmet Torun, ekonomideki gidişattan genel olarak memnun olduklarını, mali disiplini takdir ettiğini söyledi. Ancak Merkez Bankası’nın kur ve faiz politikasına ağır eleştiri getiren Torun, şirketlerin binbir güçlükle elde ettiği kârların kur yüzünden uçtuğunu söyledi. Torun, “Türkiye 25 yıldır sıcak para ile büyümüştür. Şu an yine sıcak paraya ihtiyaç var. Varsa onu çağırmak lazım. Bunun için de bir miktar faiz vereceksiniz. Literatürde faiz var mı var. Bunu inkar edemeyiz. İhtiyaç varsa vereceksiniz” dedi. Torun, Merkez Bankası’nın faiz koridoru politikasını hiç anlamadığını da belirterek kur ile ilgili sözlerine şöyle devam etti:

“Faiz koridoru uygulamasını doğru bulmuyorum. Bundan 2 yıl sonra bu işin yanlışlığının ortaya çıkmasının da bir anlamı yok. Çünkü bu arada şirketlerin çoğu kur yüzünden sıkıntıya giriyor. Piyasalarda batışlar, sektörel riskler ortaya çıkıyorsa işin doğrusunun çok sonra anlaşılmasının bir anlamı yok. Bizler bir zincirin halkalarıyız. Biri batarsa diğerinin etkilenmemesi diye bir durum söz konusu olamaz. Ayrıca bu işin bir diğer tarafı da Maliye’dir. Biz kur farkı zararımız olmasa Maliye’ye daha çok vergi verecektik. 1 yerine 3 verecektik. Kârımız var ancak kur farkı tüm kârımızı alıp götürüyor. Ben Merkez Bankası başkanlarının uzun bir süre için atanmaları gerektiğine inanıyorum. Mesela Durmuş Bey bir hayli tecrübe kazanmıştı. Bu işi iyi de götürüyordu. “



Mısır şurubunda kartel düzeni var

Şeker pancarından üretilen şekerin en büyük rakibi kuşkusuz mısırdan üretilen şeker. Mehmet Torun, “Sadece pancardan üretilen şekeri tüketin” diyor ancak mısırdan üretilen şekerin sağlığa etkisi ile ilgili yapılan spekülasyonlara çok fazla girmiyor. Ancak Torun’un takıldığı başka bir durum var. Mısırdan yapılan şeker ile ilgili tekel olduğunu, sektöre başka oyuncunun girmesine izin verilmediğine dikkat çekiyor. Torun, “Başka oyuncu sektöre giremediğine göre bunun adı karteldir. Bu daha ne kadar devam edecek. 10 yıldır aynı firmalar üstelik sektör kotaları sürekli artırılarak pancar çiftçisinin aleyhine bir durum yaratılarak işe devam ediyorlar. Bu bir korumacılıktır. Bunu doğru bulmuyoruz. Bunun kırılması lazım geldiğini düşünüyoruz” diyor.

Mısırdan üretilen şekerin şeker pancarından üretilen şekere göre ciddi bir maliyet avantajı var. Örnek vermek gerekirse şeker pancarından üretilen şeker 10’a maloluyorsa, mısırdan üretilen şeker 5.5-6’ya maloluyor. Ancak mısırdan üretim yapanlar fiyatı sadece şeker pancarından üretilen şekerin yüzde 10 civarı altında belirleyerek hem talebi canlı tutuyorlar hem de ekstra kar marjının sahibi oluyorlar. Üstelik şeker pancarı üreticisini de ekmeğinden ediyorlar.

Yazının devamı...

RIBA Ödülü bizi ‘Premier Lig’e çıkardı, dünyada Türk mimarların önünü açtı

Gayrimenkul alım kararında metrekare fiyatı, müteahhit kadar projenin mimarı da artık sorgulanıyor. Türkiye’nin en iyi mimarlık ofislerinden biri olan Tabanlıoğlu, RIBA Ödülü’nü alarak Türk mimarlarının alanında çok iyi bir noktaya geldiğini gösterdi. Türkler inşaatta aranıyordu, Oscar kabul edilen bu ödülle tasarımda da tercih edilecek

Türkiye’de gayrimenkul sektörü 2004’ten sonra çok hızlı gelişti. Doymamış bir pazar vardı ve 2008’e kadar tabir yerindeyse, ne yapıldıysa satıldı. Sonra malum Lehman Brothers battı mortgage krizi patladı ve o furya bir süreliğine durmuş görünüyor.

Her proje alıcı bulamamaya başladı. 2010’a gelindiğinde artık TOKİ usulü tek tip sıradan projelerden, mimari kimliği ile öne çıkan projelelere doğru kayış hızlandı. Sadece metrekare fiyatı ve projenin arkasındaki müteahhitin kimliği ile ilgilenen potansiyel alıcılar da artık bilinçlendi ve projenin mimarını da merak etmeye başladı.

Tabanlıoğlu Mimarlık, bu alanda kuşkusuz en iyiler arasındaydı. Marmara Forum, Kanyon, Sapphire gibi görkemli projelerin mimarı olan Tabanlıoğlu Mimarlık, sayısız ödül de aldı.

Kazakistan’ın başkenti Astana’da yaptıkları Astana Arena Stadı, ‘International Property Awards Kamusal Yapı’ dalında büyük ödülü aldı. Geçen yıl da Tripoli Kongre Merkezi ile yine ‘International Property Awards Kamusal Yapı’ dalında uluslararası büyük ödülü Tabanlıoğlu almıştı. Aynı yapı, Dubai’de verilen Cityscape Awards for Architecture’da yine büyük ödülü ve Middle East Architect’de en iyi kamusal yapı ödülünü kazanmıştı.

Bunlar Tabanlıoğlu Mimarlık’ın son 2 yılda aldığı ödüller oldu. Ancak son olarak aldıkları RIBA International Awards, onları başka bir yere taşıdı. RIBA, şu an dünyada mimarlık ofislerinin bir proje ile kazandıkları en prestijli ödül anlamına geliyor.

Geçen hafta içinde Tabanlıoğlu Mimarlık’ın ortakları Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, Murat Tabanlıoğlu ve Melkan Tabanlıoğlu’nun kardeşi Özdem Gürsel ile biraraya geldik, RIBA ödülünü konuştuk. Murat Tabanlıoğlu, aldıkları RIBA ödülünün önemini şöyle özetledi:

- Genelde mimari yarışmalara siz başvurursunuz. Riba’da ise başvuru yoktur. Onlar gelir sizi bulurlar. Geleneği çok eskilere dayanan İngiliz tarzı en prestijli ödüldür. Bu yıl ödül verilen 13 proje arasında tasarladığımız Loft 2’nin yer alması bizim için müthiş bir sevinç. Chipperfield, Zaha Hadid, Foster gibi mimarlığın duayenleri arasında yer almak heyecan verici. Sadece bizim için değil, Türk mimarisi açısından da heyecan verici. Bu ödülü veren Riba’da sadece İngiliz Kraliyet Mimarlar Odası’nın mimarlardan oluşan jürisi var. Ödülün ticari bir sponsoru yok. Kelimenin tam anlamı ile hakedene verilen bir ödül.

Hemen bu arada söze girdim ve Riba ödüllerinin mimari alanın Oscar’ı olup olmadığını sordum. Bu soruma da Melkan Tabanlıoğlu yanıt verdi:

- Bu alanda Oscar sayılması gereken ödül Pritzker’dir. Ancak o ödül, bir mimari esere değil, mimara verilir. Yıllarca başarılı işlere imza atmış bir mimar o ödülle onurlandırılır. O ödüle giden yolda Riba ödülü sahibi olmak büyük bir adımdır. Ben o yolda olduğumuzu hissediyorum. Pritzker’i farklı bir yere koyarsak evet Riba en prestijli ödüldür diyebiliriz.

Peki bu ödül, Tabanlıoğlu Mimarlık’ı nasıl bir noktaya taşıyacak?

Mimarlık alanında uluslararası arenada boy göstermek öyle kolay bir iş değil. Hele hele bu işi belirli ülkeler kendi tekeline almışken. Örneğin biz Dubai’de tam 7 yıl uğraş verdik. Bir proje almak için çabaladık durduk. Dubai’deki otel ve rezidanstan oluşan Crystal Tower projesi böyle bir uğraşın sonucudur. Bu ödül tabii ki bizim tanınırlığımızı bilinirliğimizi çok ama çok artıracak. Tabanlıoğlu Mimarlık artık en üst lige çıktı diyebiliriz. Şu an süren işlerimizin dışında yeni projelerde bu ödül bize katkı sağlayacak. Sadece bize de değil. Türk mimarlarına olan bakışı da değiştirecektir.

Bu noktada Tabanlıoğlu’nun halen devam eden projelerini sordum:

Bodrum Havalimanı Dış Hatlar Terminal Binası, Pegasus yönetim binası, Kırım-Yalta da villa ve otel projesi, Dubai’de rezidans ve otel projesi, Sabancı Grubu için İstinye’de rezidans ve Alaçatı’da resort otel projesi, Arnavutköy, Fatih ve Konya Selçuklu Belediyeleri için kültür yapıları, Ankara Oran, İncek ve Esat’da konut projeleri, Samsun’da Rönesans Grubu için bir AVM, Selçuk Ezca yönetim binası, Çamlıca 210 konut projesi, Beyazıt Kütüphanesi renovasyon projesi Tarabya Oteli renovasyon projesi, Galeria Regetta renovasyon projesi ve Çankaya Camii renovasyon projesi, yürüyen işlerin bir bölümünü oluşturuyor.

Hiçbir işi yemek masasında almadık

Yatırımcı açısından mimari proje çok önemli. Hem estetiğe dikkat edeceksiniz ancak maliyetleri de gözönünde bulunduracaksınız. 5’e çıkar denilen bir projenin 10’a malolduğu pek çok örnek biliyorum. Yatırımcısının mimarın adını anmak istemediği pek çok proje var. Bunlardan bir kaç tanesini hatırlattığımda Melkan Tabanlıoğlu, kendi tarzlarını şöyle özetledi:

“Mimarlık sadece havada uçuşan fikirler demek değildir. Saat gibi çalışan bir ofisiniz olacak. Size güvenen yatırımcının her zaman yanında olacaksınız. Sonuçta yatırımcı bu projeye ciddi bir para ayırıyor. Resimde gösterdiğinizin aynısını yapmak ve maliyetlerine de harfiyen uymak zorundasınız. Biz en azından böyle hissediyoruz. Yatırımın da her aşamasında maliyetleri check eden bir sistemimiz var. Şunu da belirtmeliyim ki biz bugüne kadar hiçbir işimizi ilişkilerimizi kullanarak yemek masalarında almadık. Sosyalleşme aracılığıyla aldığımız tek bir iş yok.”

Bu arada Park Şamdan’daki buluşmamızda rejimde olduğumdan söylemesi ayıp ama sadece enginar yedim. Ancak masadakilerin dil balığı ve kalkan siparişleri gelince de gözüm kaldı açıkçası. Özdem, Murat ve Melkan, kendi balıklarından birer parçayı bana vermeyi teklif etti. Melkan Tabanlıoğlu, balık dilimlerinden öyle zarif bir tabak yaptı ki, mimari estetik ve sunum hünerini burada da konuşturdu.

LOFT 2’DE EV HALİ

Levent’te yer alan Loft 2, Loft 1’in başarısının ardından yapıldı. 35 milyon dolar civarı bir yatırım maliyeti olan Loft 2’nin 8’i dubleks 82 dairesi var. Loft 2 sakinleri tanıtım filmi için evlerini açtı. Özdem Gürsel ve Mina Gürsel köpekleri ile oynarken, Hamdi Akın ise kızı Pelin ile iddialı bir tavla maçı yaparken görüntülendi. Gazeteci Uğur Cebeci ile Fatih Çekirge’nin ev halleri de bir hayli dikkat çekiciydi. RIBA ödülünü veren jüri heyetinin Loft Bahçe projesiyle ilgili değerlendirmesi ise şöyleydi:

“21 katlı konut yapısı, ana biçimine ustaca müdahalerle esnek bir yaşam formuna dönüştürülmek suretiyle, zarifçe insani ölçeğe taşınmış. Yüksek kotlarda yeralan avlu-bahçeler, çıkmalar şeklinde yerleştirilen cumbalarla dengelenerek cepheye gömülmüş ve bu hareketlilik, cephedeki dolu-boş dengesini güçlendirmiş. Plan ve kesitlerin organizasyonu, alternatif konut biçimleri ve bazıları yatayda avluların çevresinde, bir kısmı ise dikeyde iki kat yükselerek geniş bir mekansal çeşitlilik sağlamış. İç mekanlarda ise tasarımcılar, endüstriyel loft estetiğini cesur bir tutku ile sergilemiş; brüt beton, çelik ve ahşap kullanılan alanlarda alt yapının saklanmaması tercih edilmiş. Loft Bahçe, ustaca kişiselleştirilen bir tipoloji içinde zarafet ve ‘sınır’ın uç ifadesi olmayı başarmış”

Tabanlıoğlu Architects Zaha Hadid’li Chipperfield’lı, Foster’lı listenin içinde

- Loft Gardens, Istanbul, Türkiye - Tabanlıoğlu Architects

- Laboratory Building, Basel, İsviçre - David Chipperfield Architects

- Guangzhou Opera House, Çin - Zaha Hadid Architects

- Galleria Centercity Department Store, Cheonan, G. Kore - UN Studio

- Masdar Institute, Masdar City, Abu Dhabi, BAE - Foster and Partners

- Boston Museum of Fine Arts, Massachusetts, ABD - Foster and Partners

- School of Arts, Singapur - WOHA

- Alila Villas, Bali, WOHA

- Stanislavsky Factory, Moscow, Rusya - John McAslan & Partners

- Iron Market, Port-au-Prince, Haiti - John McAslan & Partners

- North College, Rice University, Houston, Texas, ABD - Hopkins Architects Partnership

- Virginia Museum of Fine Arts, Richmond, Virginia, ABD - Rick Mather Architects

- Brain and Mind Research Unit - Youth Mental Health Building, University of Sydney, Australya - BVN - Bligh Voller Nield Architecture (RIBA 2011 ödülünü alan 13 yapı ve mimarı)

Herkesin içine sinen liste

İtalyan Il Giornale dell’Architettura dergisi , bu yıl çağdaş mimarlığa yön veren 100 isim arasında Türkiye’den sadece Melkan Gürsel & Murat Tabanlıoğlu’na yer verdi. Mimarlar arasında çok popüler olan derginin yaptığı liste herkesin içine sinerken kimse itiraz etmedi ve ‘Gerçekten 100’ü de en iyi’ dedirtti.

Yazının devamı...

3’te 2’yi bulunca değil ‘röntgeni çürük’ yıkılacak

BAKAN ERDOĞAN BAYRAKTAR OCAK’TA YASALAŞMASI BEKLENEN AFET RİSKİ İLE İLGİLİ YASANIN BİLİNMEYENLERİNİ ANLATTI

Van-Erciş Depremi sonrası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Siyasi faturası ne olursa olsun, bize seçim de kaybettirse riskli binaları yıkacağız” sözü hâlâ akıllarda.

Zaten hemen akabinde ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi’ hakkındaki yasa taslağında çalışmalar hızlandı. Yasa tasarısı hazırlanıp jet hızıyla Başbakanlığa gönderildi. Büyük bir aksilik olmazsa Ocak ayında tasarı yasalaşacak. Yasanın çıkmasından sonra da 2-5-10 ve 20 yıllık projeksiyonlar doğrultusunda riskli konutların yıkımına başlanacak. Türkiye’de yaklaşık 19.5 milyon konut var. Bunların en az yüzde 40’ının yenilenmesi gerekeceği tahminleri yapılıyor. Çok büyük bir proje. Ekonomik maliyeti ise 500 milyar dolardan daha aşağı değil...

Yasa tasarısı ortaya çıkınca kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Ancak tasarıda bir ayrıntı var ki tüm gözlerden kaçıyor. Yasa tasarısı kamuoyunda tartışılırken sanki riskli bir binada oturanların 3’te 2’sinin oluru ile binanın yıkılabileceğine dair bir algı oluştu. Oysa bu bilgi büyük bir yanılgı. Zira yasa tasarısındaki hükme göre bina yıkımında kesinlikle 3’te 2 çoğunluğun kararına bakılmayacak.

Bilimsel Teknik Heyet’in raporu doğrultusunda bina yıkılacak. Bina yıkıldıktan sonra yapılacak işle ilgili olarak alınacak kararda 3’te 2 çoğunluğun oyu etkili olacak.

Dün Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile İstanbul’da bir grup gazeteci buluştuk. Gündemin en önemli konusu tabii ki yeni yasa tasarısı oldu. Ancak Bayraktar’ı dinledikçe, aslında yasa tasarısının çok yanlış bir şekilde tartışıldığını farkettim.

Bu yasa yakında hayatımıza girecek ve hayatımızı çok derinden etkileyecek. Sadece uygulanması ile değil, uygulanışı sırasındaki tartışmaları da epey renkli geçecek. Vatandaşla belediyeler, yine vatandaşla binanın röntgenini çekecek heyet, vatandaşla müteahhit ve siyasi rakipler birbirine girecek. Çeşitli suçlamalar iddialar alıp başını gidecek.

Hakikaten Başbakan’ın dediği gibi siyasi fatura çıkaracak bir operasyon. Çok sancılı geçecek.

Ancak şu da bir gerçek ki deprem gerçeği ile yaşayan Türkiye’nin bu yasaya ihtiyacı var.

Yasanın bir rant yasası olduğunu düşünürsek bu hamle yapılmaz. Olaya rant tarafından değil, hayati risk tarafından bakmak şart. Erdoğan Bayraktar çok ürkütücü bir rakam verdi.

Sadece İstanbul’un Zeytinburnu, Bakırköy ve Bahçelievler ilçelerinde 7.2 şiddetinde bir depreme dayanamayacak 110 bin bina tespit edilmiş... Van’da yıkılan konutların 4 katına yakın bir rakam.

Sanırım tasarının getirdiklerini Erdoğan’ın verdiği bilgilere göre küçük başlıklar şekline sokup anlatmak daha doğru ve anlaşılır bir yöntem olacak...

Hangi bölgenin yıkılacağına Bakanlar Kurulu karar verecek

Afet Yasası tüm Türkiye’nin kentsel dönüşümünü sağlayacak şekilde dizayn edilen ve bunu amaçlayan bir yasa değil. Deprem açısından riskli ilçeler, bölgeler tek tek belirlenecek. Bu belirlenen yerleri Bakanlar Kurulu onaylayacak. Yıkım işinde ilin valisi amir olacak. Ancak yıkımı belediyeler ve TOKİ yapacak.

Heyet ‘Yıkılsın’ dediğinde yapacak bir şey kalmıyor

Bilimsel teknik heyet geldi, binanızın röntgenini çekti. Bina dayanıksız çıktı. Yıkılması için rapor düzenlendi. Yasa tasarısının belki de en çok tartışılacak kısmı bana göre burası. Bu rapora itiraz edemiyorsunuz. Hukuk yolu kapalı olacak. Yıkımı durdurmak için başvuracağınız bir merci yok. Yıkım kararını değiştiremeyeceksiniz.

Hangi binanın yıkılacağına teknik heyet karar verecek

Diyelim İstanbul’un Zeytinburnu ilçesi. Buradaki binaların tek tek röntgeni çekilecek. Bu röntgen çekimleri için özel cihazlar kullanılacak. Binanın beton kalitesine, demir kalitesine bakılacak. Hatta bu iş için Almanya’dan deneme amaçlı özel bina röntgen cihazları getirildi. Teknik heyetin içinde devletten, üniversitelerden yetkililer olacak.

Rapordan sonra en geç 5 ay sonra bina yıkılacak

Yasa tasarısına göre ‘Yıkılsın’ raporu verilen binanın kat sahiplerine bir yazı gönderilecek.

‘Binanızın yıkılması gerekiyor. Size 4 ay süre tanıyoruz. En geç 4 ay içinde karar alın, binanızı yıkın’ denecek. 4 ay içinde yıkılmayan binanın ilgililerine, yasa tasarısına göre 1 ay daha ek süre verilecek. Ancak 30 günlük ek süreye rağmen, çürük raporlu bina hâlâ yıkılmamışsa, belirsizliğe devlet müdahale edecek. Yıkılsın raporlu bina yıkılacak. Yıkım masrafları da dönüşüm gelirinden düşülecek. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, gerekirse proje üretilmeyen arsanın yeşil alan olarak da kalabileceğine vurgu yaptı.

Van Depremi 100 bin kişiye iş sağlayacak

Van-Erciş depreminden sonra yaralar sarılmaya çalışılıyor. Kalıcı konutların bir bölümü ile ilgili ihaleler hızla tamamlandı. Erdoğan Bayraktar, Van bölgesinde yaklaşık 40 bin kalıcı konut yapılacağını belirtirken çok önemli bir başka konuya da değindi:

“İnşaat emek yoğun bir sektör. Hesabımıza göre tek bir konutun yapımında ortalama 3.5 işçi çalışıyor. Yani bu demektir ki 40 bin konut için en az 100 bin inşaat işçisine ihtiyaç duyulacak. Bu insan kaynağını elbette bölgeden temin edeceğiz. Türkiye’de en büyük işsizliğin bu bölgede olduğu düşünülürse, kalıcı konut seferberliği bölge ekonomisine de çok önemli bir katkı sağlayacak.”

Kat malikleri yıkımla artık arsa hissedarları olacak

Yıkılan binadan sonra o binanın ilgilileri artık kat maliki olmaktan çıkacak. Kat mülkiyeti, kat irtifakı gibi bir sıfatı olmayacak. Yıkılan binanın oturduğu arsanın hissedarı haline gelecek. İşte 3’te 2 çoğunluk bu noktada devreye girecek. Yıkılan binanın yerine yapılacak projeyle ilgili karar 3’te 2 arsa hissedarının oluru ile verilecek. Burada da 30 günlük süre var. Eğer karar verilemezse kamulaştırma dahil önlemler alınabilecek. Yıkıma direnen bina ilgililerine hapis cezası dahil ağır yaptırımlar uygulanabilecek.

Çoğunluğun kararına uymayan hissedarın hakkı ne olacak?

Diyelim ki 3’te 2 çoğunluk arasında yer almadınız. İtiraz ettiniz. Devlet devreye girecek. SPK’nın gayrimenkul ekspertiz çalışmasına göre arsaya bedel biçilecek. İtiraz edenin hissesi oranında bedel kabul ederse kendisine verilecek ya da bankada adına bloke edilecek. Bir diğer yöntem olarak projeyi kabul eden hissedarlar arasında açık artırmayla satılabilecek. Satılmayan hisseyi devlet alabilecek.

Yıkılsın raporu verilmeyen sağlam bina da tehdit altında

Afet Yasası’na göre sadece ‘Yıkılsın’ raporu düzenlenen binalar değil, onun yanındaki binalar da sağlam olsa bile tehdit altında. Zira şayet bölgede imar durumu ve yapılmak istenen proje, o sağlam binanın da yıkılmasını gerektiriyorsa, bina istediği kadar sağlam olsun yıkılacak. Yine bu duruma itiraz etme imkanı bulunmuyor.

‘İyi de bunda özümün kârı ne?’ demeden...

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, riskli alanların dönüşümünün bir seferberlik olması gerektiğini, yasanın Meclis’teki diğer partilerin de desteği ile çıkmasının önemli olduğunu vurguladı. İnşallah vekil zammında hep birlikte kalkan eller, bu önemli projede de ortak akıl ile en ideal, en adil yasayı çıkarırlar.

Erdoğan Bayraktar, dönüşümün bir rant yasası olarak görülmemesi gerektiğini şu sözlerle vurguladı:

“Hani Azerilerin dediği gibi ‘İyi güzel de bu işte özümün kârı ne?’ denilmeden olay götürülmeli. Projenin başarısı baştan olaya böyle yaklaşmamaktan geçiyor. Bu bir rant yasası değil, ölüme meydan okuyan yasa olacak. Bu işe kelle koltukta giriyoruz. Ancak TOKİ’den gelen bir deneyimimiz var. Hesaplarımıza göre 7 milyonun üzerinde konutun yenilenmesi lazım. Tabii öyle bir çırpıda olacak şey değil. 20 yıla yayılacak büyük bir proje.”

Yazının devamı...

Her 3 operatör de numara taşımanın lideri olabilir mi?

Türkiye’de en keskin rekabet kuşkusuz GSM operatörleri arasında yaşanıyor. Özellikle numara taşıma serbestisinden sonra Turkcell, Avea ve Vodafone arasındaki rekabet iyiden iyiye sertleşti.

Bu kızışan ve sertleşen rekabet çoğu zaman yanlış, eksik taraflı ve çekiştirilmiş bilgilere verilere dayalı bir iletişim yapılmasına da neden oluyor...

Her 3 operatör de her türlü veriyi alıyor, istediği gibi oynuyor ve kendi işine gelecek biçime sokarak kamuoyuna duyuruyor. Sonra da birbirlerine düşüyorlar.

Reklam Özdenetim Kurumu’nu en çok meşgul eden şirketler bu GSM operatörleri. Son günlerde yeni kavga alanı, operatörlerin numara taşımadaki performansı oldu.

Önce Turkcell en çok numara taşınan operatör olduğunu iddia eden reklamlar verdi.

Ardından Vodafone, “Hayır en çok numara taşınan operatör biziz” dedi.

Son olarak da Avea’nın, “İkisi de yanıltıyor en çok numara taşınan operatör biziz” reklamları dönüyor.

Aslında her üçü de rakamlara farklı bir yerinden bakınca doğru söylüyor gibi görünüyor. Önce Turkcell’in dediklerine bakalım... Turkcell, sanırım Kasım ayı başıydı şöyle bir reklam filmi metni ile karşımıza çıktı:

“Bu yıl en çok numara Turkcell’e taşındı. Milyonlarca kişi Turkcell kalitesine geri döndü. Turkcell numara taşımada tartışmasız lider oldu”

Diğer operatörlerin tepki gösterdiği hatta Reklam Özdenetim Kurulu’na şikayet ettiği metin rakamlara bakınca aslında yanlış değil.

Evet en çok numara Turkcell’e taşınmış bu doğru. Ancak hesabı sadece gelen ‘port in’ yani gelen abone rakamlarına göre yapınca doğru çıkıyor.

Ancak sağlıklı ve doğru bir veri olduğu tartışılır. Çünkü işin bir de ‘port out’ yani gidenler kısmı var.

Rakamları doğru analiz etmek için numarasını Turkcell’e taşıyanlarla, Turkcell’den gidenleri düşerek nete bakmak lazım...

Öyle bakınca da Turkcell numara taşımanın lideri değil. Ancak dediğim gibi bu yıl en çok numaranın Turkcell’e taşındığı cümlesi tek başına doğru. Söylenmeyen kısmı, Turkcell’e taşınan numaradan çok daha fazlasının Turkcell’den başka operatörlere taşındığı gerçeği...

Gelelim Vodafone’un söylemine.

Aslında hem Vodafone’u hem de sonrasında Avea’yı numara taşıma ile ilgili iletişim çalışması yapmaya Turkcell’in bu reklamı tahrik etti. Yani Turkcell bir anlamda kaşındı...

Vodafone çıktı ve numara taşıma sürecinin başladığı 2008 son çeyreğinden bugüne yani 12 çeyrek sonunda net olarak en çok numaranın kendisine taşındığını söyledi.

Kesinlikle doğru bir veri...

Avea ne yaptı?

O da sadece 2011 yılının ilk 3 çeyreğini dikkate aldı ve “2011 yılının en çok numara taşınan operatörü” ünvanını layık gördü kendisine...

Rakamlara bakınca o da doğruyu söylüyor.

En çok numaranın Turkcell’e taşındığı bilgisi doğrudur.

Total’de en çok numara taşınan operatörün Vodafone olduğu bilgisi doğrudur.

Ve son olarak 2011 yılının en çok numara taşınan operatörünün Avea olduğu bilgisi de doğrudur.

Ancak sağlıklı analiz yapmak için en doğru yöntem Bilgi Teknolojileri Kurumu’nun 3 aylık pazar verileri raporuna bakmaktır.

www.btk.gov.tr adresine giren herkes bu rapora ulaşabilir. Raporun 50 ve 51’inci sayfalarında işin gerçeği yer alıyor.

Port in ve port out’a göre toplamda net olarak en çok aboneyi Vodafone kazanmış görünüyor.

2011 yılında ise ilk 3 çeyrek sonunda Avea 510 bin net abone kazanmış. Vodafone’un kazancı 309 binde kalmış. Turkcell ise 819 bin abone kaybetmiş.

Turkcell, en iddiasız olduğu numara taşıma konusunda ilk reklamı hiç vermemeli ve bu konuyu açmamalıydı bence...

Ancak Turkcell’e de haksızlık yapmayalım. Operatörler arası rekabette sadece numara taşıma verilerine bakıp da bir sonuca ulaşmanın doğru olmayacağı gerçeğini de görmemiz lazım.

Bu kadar numara taşımaya rağmen, dönüp baktığımızda Turkcell’in abone pazar payı 2008 son çeyreğinden bu yana sadece yüzde 55.59’dan yüzde 53.13’e gerilemiş görünüyor.

Dünyanın neresinde olursa olsun numara taşıma olayının hakim operatörü olumsuz etkileyeceği aşikar. Hep öyle olmuş. Ancak Turkcell pazar payı açısından durumu iyi idare etmiş.

Onca numara taşımaya rağmen Vodafone’un pazar payı yüzde 25.50’den yüzde 27.53’e çıkarken, Avea’nın payı da yüzde 18.90’dan yüzde 19.33’e yükselmiş.

Çünkü son fotoğrafı sadece abone geçişleri değil bir de abone kayıp oranları belirliyor.

Oradaki başarısı Turkcell’in numara taşıma sisteminden çok ağır yara alıp çıkmasını engellemiş görünüyor...



Çağlayan: Gelsinler her türlü desteği kendilerine veririz

Önceki gün fabrika yapan fabrika CVS’nin finansman sıkıntısını yazmıştım. Etiyopya’da 400 milyon dolarlık bir demir çelik tesisinin yapım ihalesini kazanabileceğini ancak devlet garantisi istendiğini ve önemli finansman kabiliyeti gerektiğini belirtmiştim. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan aradı CVS yöneticilerine her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söyledi. Çağlayan “CVS yöneticilerini tanırım. Daha önce de kendilerine birçok konuda yardımcı olduk. Yaptıkları işlerin öneminin farkındayız. Kendilerini takdir de ediyoruz. Ancak bu son Etiyopya işinden haberim yoktu. Bana gelsinler dinlemeye ve elimizden gelen desteği vermeye hazırım” dedi.

Çağlayan’a konuya olan hassasiyetinden ve arama inceliğini gösterdiğinden dolayı teşekkür ediyorum. Zaten kendisi dünyanın neresinde olursa olsun, başı sıkışan bir derdi olan Türk firmalarının hep yanında oldu, sorun çözmeye çalıştı. Bunu gözlemlediğimden CVS konusunda da samimi olduğunu biliyorum.

Diğer taraftan Eximbank kredilerinde, veriliş yöntemi ve kontrol ile ilgili bir sıkıntı olduğu aşikar. Umarım bu finansman mekanizmasını daha doğru bir şekilde çalıştıracak gerekli düzenlemeler bir an önce yapılır.

Yazının devamı...

Mucizeyi uzaklarda aramayın Sayın Çağlayan önce burnumuzun ucunu görelim...

Geçen hafta içinde CVS Makina’nın ortaklarından Murat Karatekin aradı ve görüşmek istediğini söyledi. Belli ki dertliydi. Ehh biz gazeteciler de biraz dert babası olduğumuz için randevulaştık, bir öğle vakti Akmerkez Home Store’da buluştuk. Karatekin’i dinledikçe hakikaten derdinin büyük olduğunu, aslında onun derdinin tüm Türkiye’nin derdi olduğunu düşündüm. Hele hele Murat Karatekin’in anlattıklarının üzerine bir de hafta sonu Bakan Zafer Çağlayan’ın Cenevre’de sarfettiği sözleri okuyunca güleyim mi ağlayayım mı karar veremedim.

Önce Çağlayan’ın sözlerini hatırlatmakta fayda var. Cenevre’de ünlü saat markası Patek Philippe’in tamamen el yapımı saatlerinin üretildiği fabrikasını gezen Bakan Çgalayan hayıflanmış. Cari açıkla mücadelede Türkiye’nin bir saat markasına ihtiyacı olduğunu belirtmiş ve “Kafayı fena halde Türkiye’nin bir saat markası olması gerektiğine takmış durumdayım” demiş. Yaa Allah aşkına kafayı takacak başka konu kalmadı mı sayın Bakanım... Cari açıkla mücadele için mucizeyi çok uzaklarda hele hele hiç bilmediğimiz saat üretimi alanında sıfırdan yatırımda aramaktansa elimizdeki cevherleri niye geliştirmiyoruz?

Bakın size CVS Makina’yı biraz anlatayım da ne demek istediğimi daha iyi anlayın... CVS Makina, en basit anlatımı ile fabrika yapan bir fabrika. Anahtar teslimi çelikhane ve haddahaneler yapıyor. İlk tesisini Ürdün’e yapmış. Başbakan Erdoğan’ın da çok beğendiği, açılışını yaptığında pek bi keyif aldığı Tosyalı Holding’in Osmaniye tesislerini de CVS yaptı. Cengiz Saygın, Vedat Çalık ve Murat Karatekin’in ortak olduğu yüzde 100 Türk sermayeli bir şirket. 270 AR-GE mühendisi çalışıyor, ancak AR-GE teşviklerinden yararlanmaya çalışmayacak kadar da mütevaziler. Bu arada Tosyalı Holding’in patronu Fuat Tosyalı’yı da bir Türk şirketine güvendiği, fabrikanın yapım işini İtalyan ya da başka bir ülkenin firmasına vermediği için tebrik ediyorum. İtalya ve Almanya başta olmak üzere uluslararası dev rakiplerinin arasından sıyrılıp dünyanın dört bir tarafına fabrika kuruyor. Sadece fabrika kurmuyor fabrikanın ihtiyacı olan tüm sistem ve ekipmanları da yine tamamen yerli üretimle karşılıyor. Arcelor Mittal, Gerdau gibi devlere dahi proje satabilen teknolojiye sahip.

Örneğin son olarak Kazakistan’da Arcelor Mittal için yıllık kapasitesi 1 milyon ton olan sürekli döküm tesisinin tüm makinalarını tasarladı, imal etti ve devreye aldı. Tesisin açılışını Nursultan Nazarbayev ile Lakshmi Mittal birlikte yaptı. Murat Karatekin’e, “Nasıl devlerin arasında ayakta kalabiliyorsunuz. Türkiye’den fabrika satın almak zihinlerin kolay kabul edebileceği bir durum değil” dediğimde şöyle yanıtlıyor: “Doğru, ‘Türkler fabrika yapamaz sadece vidasını sıkar’ gibi bir algı olduğu kesin. Ancak bizde müthiş bir know how var. Ar-Ge mühendislerimiz öyle güzel işler yaptı ki, bizim fabrika ve ekipmanlarımızı alanlar, demir çelik üretiminde ton başına 15-20 dolar avantaj sağlayacağını gördü. Bir fabrikayı Çinli bir firma yaptığında şu an ton başına 380-390 kilowatsaat olan elektrik maliyetini daha aşağı çekemiyor. İtalyan-Alman rakipler 360’lardalar. Biz daha aşağıya çektik. Hatta yeni sistemimizle 300 kilowatsaat elektrik tüketimine ulaştık. Sonuçta bu bir fizibilite çalışması. Yatırımı yapan bu hesabı kitabı yapıyor, bize geliyor. Ama tabii ki öyle kolay olmuyor bu işler. Dünyanın her yerinde fuarlara katılıyoruz, kendimizi anlatmaya çalışıyoruz...”

Murat Karatekin’in somut derdi ise şu aralar ihalesi yapılan Etiyopya’daki bir demir çelik tesisi ile ilgili... 400 milyon dolarlık bir yatırım söz konusu. CVS’nin ününü, başarısını duymuşlar ve davet etmişler. Ancak bir şartları var. Fabrikanın inşaasında finansmanının büyük bölümünün karşılanmasını ve devlet güvencesi verilmesini istiyorlar. İşte olay orada tıkanıyor. CVS’ye gereken devlet güvencesi verilirse, Etiyopya’daki işi kapmaları an meselesi. Karatekin, bu noktada firmasına olan güvenini ve neden destek istediğini de şu sözlerle aktarıyor: “Bugün Almanya, cari açık değil fazla veriyorsa, inanın CVS gibi 100 firmanın üzerinde yükselerek veriyor. Almanya’nın kestiği 2 faturanın biri yatırım malzemesi faturasıdır. Ankara’nın cari açıkğı kapamakla ilgili bir hevesi var ama yönlendirmeye de ihtiyacı var. Kafalar biraz karışık. Biz dişimizle tırnağımızla birşeyler yaptık ancak bazı noktalarda tıkanıyoruz. Özellikle yurtdışı yatırımlarda Ankara’nın desteğini arkamızda hissetmemiz lazım.

Eximbank mekanizması bu tip büyük yatırımlar için ne yazık ki yeterli değil. Eximbank yurtdışı proje için kredi veriyor ancak 4 ay sonra geri istiyor. Oysa bu yatırımlar 3-5 yıllık yatırımlar. Miktarları da Etiyopya’daki yatırımın yakınından geçmiyor. Oysa Alman bir firma gerekli finansman desteğini de arkasına alarak ihaleye gidiyor.”

Murat Karatekin, rüyalarına Ankara’nın da neden ortak olması gerektiğini şu sözlerle aktardı: “Biz diyelim ki Etiyopya’ya 400 milyon dolarlık fabrika kursak, bunun en fazla yüzde 5-10’u için ithalat yaparız. Diğer tüm ekipmanlar malzeme, işçilik Türkiye’den sağlanır. Sonra bir fabrikayı yapmakla iş bitmiyor. Bu fabrikanın parçaları zamanla eskiyor, yenisini yine sizden alıyorlar. Teknik ekipman desteği veriyorsunuz. Sistem Türk olunca Türk yönetici ihraç ediyorsunuz. Herşeyden önemlisi Türkler fabrikayı almaz fabrikayı yapar imajını beyinlere yerleştiriyorsunuz...”

Türkiye’nin ilk sanayileşme hamlelerinde hep yabancılar vardı. Seydişehir Alüminyum’u Ruslar kurdu. Ama artık o günler geride kaldı. Şimdi Türkler bir fabrikayı projelendirip tüm ekipmanlarını sağlayarak üretiyorlar. Dedim ya sayın Bakanım saat yapmaya gerek yok. Elimizdeki saatlerin alarmını kuralım ve uyanalım.

Yanıbaşımızdaki gladyatörleri destekleyelim...

Yazının devamı...

75 metrekare parası ödeyip 5 bin metrekare ev almak mümkün mü?

NEF markalı sıradışı projeleri ile dikkati çeken Timur Gayrimenkul, foldhome sistemini, ilk uyguladığı proje olan Kemerburgaz Nef 04’te tanıttı. ‘5 bin metrekareli bir eviniz olsaydı içinde neler olmasını isterdiniz’ sorusundan hareketle ortaya çıkan foldhome sisteminde 75 metrekarelik 1+1 daire sahibi olup, 24 odalı çok geniş bir mekanda yaşamak mümkün oluyor...

Türk insanı büyük ev sever. Ancak yeni evlenen, ilk kez ev sahibi olacaklar için marka projelerde 140-150 metrekarelik ev almak kolay değil. Hele hele projeler şehrin dışında değil de içindeyse metrekaresine en az 3-4 bin TL vereceğiniz bir projede 450-500 bin lirayı bir çırpıda çıkarmak herkesin harcı değil.

O yüzden markalı, sehir içindeki projelerde genellikle 100 metrekarenin altındaki hatta son dönemde 50-60 metrekarelik evler tercih edilir oldu.

Bu gerçekten yola çıkan Timur Gayrimenkul, Türk insanı için katlanabilir ev modeli olarak Türkçeleştirilebilecek foldhome sistemini geliştirdi.

Timur Gayrimenkul’ün foldhome sistemi ilk olarak Kemerburgaz Nef 04 projesinde hayat buldu. Foldhome sistemini Kemerburgaz Nef 04’te tanıtan Timur Gayrimenkul Yönetim Kurulu Üyesi Erden Timur, katlanabilir ev sistemi foldhome’u basit olarak şöyle tarif etti:

“Sürekli kullandığınız yerler, alışkanlıklarınız sizin olsun, ancak arada sırada kullandığınız yerler arada sırada sizin olsun.”

Foldhome sistemini “5 bin metrekarelik kocaman bir eviniz olsaydı içinde neler olmasını isterdiniz” sorusundan yola çıkarak geliştirdiklerini kaydeden Erden Timur, sistemin işleyişini şöyle anlattı:

“Hepimizin farklı ihtiyaçları var. Hepimiz kocaman bir evde yaşamak isteriz ancak bu mümkün değil. Biz insanlara sorduk. Kimisi sinema odası istedi, kimisi müzik yapmak için özel bir oda... Güzel bir davet odası, play station odası isteyenler oldu. Biz de tüm bu istekleri bir sistem içine koyduk ve adına da katlanabilir ev dedik. Evinizde sinema salonunuz olsa belki haftada 1 kez kullanacaksınız. Özel davetler için bir misafir odanız olsa belki aylarca kapısı kapalı kalacak. Bu odalara gereksiz yere ilk satın almada para ödüyorsunuz. Ayrıca aldıktan sonra da boşuna ısıtıyorsunuz, ekstra maliyetlerine katlanıyorsunuz. Bu biraz aslında paylaşma eksikliğinden de gelen bir alışkanlık. Aslında paylaşınca herkese yeten bir durum var ortada. Bunu dikkate alarak geliştirilen bir sistem foldhome.”

Başka neler var?

Foldhome üniteleri arasında davet salonu, sinema salonu ve müzik odası ilk bakışta dikkati çekiyor. Ancak bunun yanısıra, fitness odası, hobi odası, resim odası, playstation odası, mini futbol sahası, mini basketbol sahası, yoga odası, toplantı odası da hemen göze çarpıyor.

45 liraya sinema salonu kapatın

Foldhome sisteminin kuşkusuz en çok ilgi çekecek mekanlarından biri sinema salonu. Çok şık koltuklar, en iddialı sinema salonundan daha konforlu bir standart sunuyor. İstediğiniz filmi DVD player’a koyuyor, bir cep sineması ekranına sahip sinema salonunda dilerseniz komşularınızla, dilerseniz arkadaşlarınızla sinemaya gitmeden sinema keyfi yaşıyorsunuz. Sinema salonunun ücreti sadece 45 lira. İster sinema salonunu tek başınıza kapatın, isterseniz 15 kişi paylaşın. 15 kişi paylaştığınızda bir de bilet ücreti keserseniz, kazançlı bile çıkabilirsiniz.

Belki de müziğe yeteneğiniz var, bunu keşfedin...

Foldhome ünitelerinden biri de müzik odası. Burası çok özel malzemelerle yapılmış özel bir mekan. Baterisi ve piyanosu var. Kesinlikle ses geçirmiyor. Yani komşuları rahatsız etmek mümkün değil. Hatta kayıt bile yapacağınız elektronik sisteme sahip. Bir müzik aletine yeteneğiniz varsa belki de bunu keşfetmek için ideal bir yer. Hele hele sesiniz güzelse Unkapanı’na gitmenize de gerek yok. Nef’in foldhome stüdyosundan çıkıp yıldız olabilirsiniz.

Diğer projelerin foldhome ünitesini kullanmak mümkün

Nef’in İstanbul’da başlayan, bitmek üzere olan Levent, Kağıthane, Haliç projeleri var. Tüm projelerde foldhome sistemi yer alıyor. Diyelim ki siz Nef’in Kemerburgaz projesinden ev aldınız. Ancak o gün, şehirde kalmanız gerekiyor zira ertesi gün sabah bir toplantınız var geç kalmak istemiyorsunuz. Ya da yoğun kış şartları ortaya çıktı evinize dönmekte zorluk çekiyorsunuz. NEF’in diğer projelerindeki foldhome ünitesi misafir odasından yararlanmanız mümkün...

Eviniz küçük olabilir ama davet odası sizi bekliyor

75 metrekarelik bir evde oturuyorsanız, misafir ağırlamanız tabii ki pek mümkün değil. Ancak apartmanınızda foldhome sistemi varsa misafirlerinizin geleceği akşamı rezerve ederek arkadaşlarınızı davet salonunda ağırlamanız mümkün. Kemerburgaz Nef 04’te davet odasının 1 gecelik ücreti 65 lira olarak belirlenmiş. Buna sadece mekan kirası dahil. Davet odasında dostlarınıza yapacağınız ikram size ait. Erden Timur bu tip yerlerde kesinlikle ekstra bir hizmet vermeyeceklerini belirtirken bunun nedenini de şöyle izah ediyor: “Hizmet beklenti yaratıyor. Su vermeye kalksanız sizden çay da istiyorlar. Çay verseniz demli olsun istiyorlar. Yani hizmet vermeye başlayınca bekl.enti üretmeye başlıyor. Bu yüzden su bile vermiyoruz. Foldhome ünitesini kiralayan tüm hizmeti kendisi sunuyor. İster catering firması ile anlaşır isterse evinden getirdiği yiyecekleri paylaşır”

Yazının devamı...

Cari açığın belalısı da madencilik, ilacı da...

Türkiye’nin maden ihracatı 3.5 milyar dolar. Üstelik bunun büyük bölümü de sadece mermerden. Oysa sadece kömür ithalatına ödenen tutar 3.5 milyar dolar. Madenciler Birliği Başkanı Atılgan Sökmen, “Yeraltı zenginliklerine Türkiye kadar hor davranan bir başka ülke yok” diyor

Madenciler Kasım ayının ortalarında Ankara’da TOBB çatısı altında toplandı. GİTES yani girdi tedarik stratejisi çerçevesinde cari açığın azaltılması noktasında madencilik sektörünün neler yapabileceği masaya yatırıldı.

Tablodan da açıkça görüldüğü gibi Türkiye’nin ara malı ithalatında temel açık madencilikte veriliyor. Türkiye’nin ihracat tutarı, yani 130 milyar dolar kadar ara malı ithalatı var. Bunun yüzde 28.5’lik bölümü madencilikten kaynaklanıyor. Madencilik sektörünü izleyen otomotivin toplam ara malı ithalatındaki payı bile yüzde 19.2’de kalıyor. Yani cari açığın en büyük sebebi madencilik. Şöyle bir örnek vermek gerekirse sadece kömür ithalatına ödenen döviz, Türkiye’nin toplam madencilik ihracatına eşit. Türkiye yaklaşık 3.5 milyar dolarlık maden ihracatı gerçekleştiriyor. Bunun 1.5 milyar dolarlık bölümünü de mermer oluşturuyor üstelik.

Türkiye Madenciler Birliği Başkanı Atılgan Sökmen ile hafta içinde buluşarak madencilik sektörünün sorunlarını, Türkiye’nin yeraltı kaynaklarına nasıl daha çok hakim olabileceğini konuştuk. Sökmen, öncelikle söze “İnanın hiçbir ülke kendi kaynaklarına bu kadar hor davranmıyor. Evet cari açık belasının kaynağı madenciliktir ancak çaresi de madenciliktir. Türkiye’nin zenginliklerini açığa çıkarması gerekir” tespiti ile başladı. Sonra konuşmamız soru-cevap şeklinde gelişti.

- Genel olarak Türkiye’de madenciliğin bir fotoğrafını çekebilir misiniz. İlkokuldan itibaren hep şunu duyduk. Tarımda kendine yeten 7 ülkeden biriyiz diye. İthalat rakamlarına bakınca pek de doğru bilgi çıkmadı. Madenler konusunda da çok zengin olduğumuz iddia edilir. Doğru mudur bu bilgiler?

Türkiye’de yaklaşık 52 çeşit mineral var. Bunlar içinde başta bor olmak üzere trona yani soda külü, mermer, ponza ve magnezit en önemli madenlerimiz. Tabii altını da unutmamak lazım. Türkiye giderek büyük bir altın üreticisi ülke durumuna geliyor. Ancak asla Türkiye yeraltı kaynakları konusunda çok zengin değil. Varolan zenginliği de maalesef kullanamıyoruz.

- Neden kullanamıyoruz? Yine bir efsane vardır. Mesela Türkiye’de petrol var ancak çıkartmamıza izin vermiyorlar denir. Madenlerimizi değerlendiremeyişimizin gerçek sebepleri neler?

Başta da söyledim. Cari açıkta bela burada ancak çare de burada. Kaynaklarımıza çok hor davranıyoruz. Madencilik sektörü Türkiye’de ne yazık ki sahipsiz. Enerji Bakanlığı’nın içinde kaybolup gitmiş vaziyette. Bizim bir sahibe ihtiyacımız var. Sorunlarımızı daha iyi anlayabilecek ve Başbakan’a daha iyi duyuracak bir yapılanma lazım. Madencilik Bakanlığı istiyoruz. Madencilikte zenginiz diyoruz ancak bir envanterimiz bile yok. Daha düşük tenörlü madenlerin çıkarılabilmesi için teşvik gerekiyor.

- Teknik oldu biraz sözleriniz. Düşük tenör nedir mesela ve madenlerin çıkarılabilmesi için nasıl bir teşviğe ihtiyaç var?

Hiçbir maden doğada tek başına bulunmaz. Bir yan taşı vardır mutlaka. Tenör 1 ton kayanın içindeki maden miktarını belirtir. Örneğin magnezit. Türkiye’de ortalama 40 tenör ortalamalı alanlardan magnezit çıkarılır. Daha düşük tenörlü alanlar ekonomik değildir. Oysa Türkiye’de 15-20-22 tenörlü çok fazla magnezit alanı var. Buralara zenginleştirme tesisleri kurulması gerekiyor. Bunlar madeni yan taştan kurtaracak tesisler. Bahsettiğim teşvikler bu tesisler için verilmeli. Bu teşvikler verilirse atıl olan pek çok maden sahası ekonomik hale gelir ve yeraltı zenginliklerimizi değerlendirmeye başlarız. Bir de madencilikte teşvik sisteminin değişmesi lazım. Türkiye biliyorsunuz teşviklerde bölgelere ayrılmış vaziyette. Ancak madencilikte bu bölgesel ayrımın mantığı yok. Sivas’ta bir madene teşvik var, Balıkesir’deki Bursa’daki bir madene yok. Oysa ikisi de dağın başında. Bir de bu iş tekstil gibi değil ki. Tamam, tekstilde teşviklere bakarsınız neresi cazipse orada üretim yaparsınız. Maden sahasını teşvikli bölgeye taşıma imkanı yok ki. Bulunduğu yerde çıkarmanız lazım. Yani 4. bölge teşviklerinin hepsinin diğer bölgelerde de geçerli olması lazım. Bir de MTA’nın maden arama konusuna daha fazla eğilmesi lazım. Bir ara maden aramaları tamamen durmuştu. Şimdi biraz kıpırdanma var ancak yine de yeterli değil.



Param olsa KÜMAŞ’ı hiç düşünmez alırım

Türkiye’nin en bol madenlerinden biri magnezit. Magnezit alanında Zeytinoğlu’ndan TMSF’ye geçen KÜMAŞ, 320 milyon dolar bedelle satışa çıktı. İhale Aralık’ta. Dün basına yansıyan haberlere göre Sabancı ve Ülker de bu tesisi radarlarına almış durumda. 320 milyon dolar ciddi bir rakam olarak dikkatimi çekmişti. Atılgan Sökmen’e, “Bu kadar eder mi?” diye sordum.

“Eder, hatta fazlasını eder. Param olsaydı hiç düşünmez alırdım” dedi.

KÜMAŞ kamuoyu tarafından çok bilinmeyen sadece konunun profesyonellerinin değerini farkettiği bir şirket. Stratejik önemini de Sökmen, şöyle aktardı:

“Demir çelik sektöründe kullanılan yüksek ısılara dayanıklı fırınların, elektrik arklarının magnezitten yapılmış tuğlalarla örülmesi gerekiyor. KÜMAŞ, işte magneziti alıyor ayrıştırıyor ve fırınlarda kullanılan tuğla malzemesi haline getiriyor. Çok stratejik bir ürün. Ayrıca KÜMAŞ sadece işleme tesisi değil, maden sahalarına da sahip. Çok kaliteli maden sahalarına sahip ve bunun da çok önemli bir parasal değeri var. Muhtemelen bu tesisin satışına yabancılar da büyük ilgi gösterecektir.“

En fazla çantacılık madencilikte vardı

Bir ara maden sahası alıp sonra devretmek modaydı. Pek çok şirket ucuza aldığı maden sahalarını daha sonra çok iyi fiyatlara devrettiler. Atılgan Sökmen, bu konuda da şu ilginç bilgileri verdi:

“Bir ara enerjide çantacılık vardı. Ancak çantacılığın en yoğun olduğu alan madencilikti. 5595 sayılı yasa bu işi dondurdu. Çünkü mali yeterlilik, teknik bir takım şartlar aranıyor artık. O yüzden 300 lira verip bir maden sahası alanlar bu ruhsatları devretmek için kapı aşındırıyorlar.”

Yazının devamı...

Bir yastıktan çıkan soru: Tasarruf oranı Türkiye’de gerçekten çok mu düşük?

Önce haberi bir kez daha hatırlayalım. Van depreminde mağdur olanlara yardım etmek isteyen Batmanlı bir ailenin gelini Nurhan Sudemir, içi altın dolu yastığı bilmeden yardım aracına verir. Meğer o yastığın içine kayınvalidesi 2 bilezik, 1 set kolye ve altın künye zulalamıştır, ortalık karışır.

Aile şimdi, değeri 12 bin lirayı bulan altınların peşinde. Bulana 1000 TL ödül var.

Tabir yerindeyse tam yastık altı bir durum...

Bu haber, ne zamandır yazmayı düşündüğüm ama ertelediğim bir konuda beni yeniden tetikledi.

Son krizde herkes cari açık sorununun dışında ikinci en önemli sorun olarak Türkiye’deki tasarruf oranının düşüklüğünden dem vuruyor. Yüzde 13’ler seviyesindeki yurtiçi tasarruf oranının düşük olduğu, mutlaka artırılması gerektiği vurgulanıyor.

Batmanlı ailenin haberini temel alarak, bir iddia ortaya atacağım.

Bana göre Türkiye’deki tasarruf oranı yüzde 14’lerden çok ama çok yukarılarda, yüzde 30 hatta yüzde 40’lar seviyesinde bile olabilir.

Nedenini açacağım. Bakalım ekonomi hocalarımız bu konuda iddiamı destekleyecek ya da karşı çıkacak mı?

Öncelikle hanehalkı finansal varlıklarının nasıl hesaplandığına göz atmak gerekiyor. Hanehalkı varlıkları, bankalardaki TL mevduat, döviz tevdiat hesapları, dolaşımdaki para, bono ve tahviller, eurobond’lar, hisse senetleri, repo ve yatırım fonları ile kıymetli maden depolarından oluşuyor.

Tasarruf oranını bulmak için bu varlıklardan tüketicinin yükümlülükleri çıkarılıyor.

Nedir o yükümlülükler?

Bankalar ve tüketici şirketlerince kullandırılan krediler, kredi kartı bakiyeleri.. Bir de TOKİ’nin vadeli konut satışları karşılığı imzalanan senetler dikkate alınıyor.

Peki başta altın olmak üzere evlerde tutulan yastık altı kıymetler nerede?

Bir hesaba göre Türk insanının yastık altında en az 5 bin ton altını var. Tahminler 6 bin tona kadar çıkıyor.

Altının onsu yaklaşık 1700 dolar seviyesinde.

Bir ons altın 28.34 gram altın yapıyor.

En düşük tahmini yani 5 bin tonu bile baz alsak tam 300 milyar dolarlık bir altını var Türk insanının evinde.

Bu altın hesabına bir de yastık altı dövizi eklemek gerekiyor. Zira Türk insanında ‘dövizi bankaya yatırayım da faiz geliri elde edeyim’ alışkanlığı yok. Parayı cebinde, zulasında tutmak istiyor, o para onu belli ki ısıtıyor.

Muhtemelen bankalardaki döviz tevdiat hesaplarındaki miktar kadar bir miktar döviz de yine yastık altından çıkar...

Yastık altındaki altın ve dövizi topladığımızda ise Türkiye’deki tasarruf miktarı inanılmaz bir seviyeye çıkar.

Elimde Merkez Bankası’nın önceki gün yayınlanan son finansal istikrar raporu var. 25’inci sayfada hanehalkı finansal varlıklarının kompozisyonu verilmiş.

Eylül 2011 itibarıyla 280 milyar TL tasarruf mevduatı, 107 milyar TL’lik de döviz mevduatı olduğu belirtiliyor. Yazıyı fazla rakama boğmamak için diğer alt kalemleri yazmayıp tabloda göstermeyi tercih ettim.

Resmi verilerle toplamda 537.7 milyar TL’lik bir varlık var.

Mütevazi bir hesap yaptık ve en az 350 milyar dolarlık bir yastık altı rakamı çıkardık. Yani resmi verilerdeki tasarruftan çok daha fazlası. Türkiye’nin tasarruf oranı yüzde 13.4 görünüyor. 2007’de yapılan bir istatistik veride oran yüzde 15.5’miş Yani tasarruf oranımız resmi olarak azalmış.

Ancak iddia ediyorum bu oranı rahatlıkla yüzde 30 kabul edebiliriz. Hesabın muhafazakar bir tahminle yapıldığını da dikkate alırsak tasarruf oranının yüzde 40’lara vardığını ve dünyadaki en iyi oranlardan biri olduğunu da söyleyebiliriz.

Yani aslında Türk insanı ifade edildiği gibi hesabını kitabını bilmeyen, har vurup harman savuran bir toplum değil. Ayağını yorganına göre uzatmayan kazandığından daha fazlasını harcayan bir anlayışı yok.

Sadece tasarruf ediş biçimi farklı.

Ekonomik tahminler yaparken bunu gözardı ederseniz, yani kayıt dışı tasarrufu unutursanız Türkiye gerçeğini göremezsiniz...

O zaman bu kadar otomobili kim alıyor, bu kadar ev kime satılıyor diye merak eder durursunuz...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.