Şampiy10
Magazin
Gündem

Havada büyük çarpışma

THY’nin Skylife dergisinin hazırlanması ve basımı ihalesine Yeni Şafak ve Akşam grubu ile birlikte Gürsoylar da girince ve kimse geri adım atmayınca, THY yönetimi terlemeye başladı.

THY’nin 2013’te yolcu sayısı 48.3 milyon olmuştu. Bu yılın Ocak-Ağustos döneminde ise 36.4 milyona ulaştı. Bu performansa göre 2014 yılının toplam yolcu sayısı 55 milyonu bulabilir. 8 aylık dönemde THY, 275 binden fazla sefer gerçekleştirdi. 263 uçağa ulaşan bir filo ile hizmet verdi ve doluluk oranı yüzde 79.5 oldu. Rakamlar bu kadar büyük olunca her 10 yolcudan 6’sının uçuş süresince mutlaka göz attığı Skylife Dergisi’nin önemi de arttı.

Reklam verenler için çok önemli bir mecra haline gelen Skylife Dergisi, içeriğini hazırlayıp basacak grup için de cazip oldu. Bundan 5 yıl önce yapılan ihaleyi İnfomag grubu kazanmıştı. O yıllarda Skylife Dergisi bu kadar önemli görülmemişti (Ya da önemi farkedilmemişti) Dolayısıyla ihalesinde çok büyük bir kapışma yaşanmadı. Ancak bu kez durum farklı. İnfomag’ın sözleşmesi 1 Ocak 2015 itibarıyla bitiyor ve dergiyi yeni haliyle hazırlayacak firmanın seçim süreci başladı. İnfomag Grubu yeni ihaleye katılmıyor. Çok ekonomik bulmadıklarını söylüyorlar ancak reklam gelirinde istenen performansı yakalayamadıkları da dikkati çekiyor. Reklam geliri öngörüsünde belli ki farklı bir matematik hesapları oldu. Ancak işi çok cazip bulanlar da var.

Yeni ihaleye 6 grup ilgi gösterdi. Bunlardan 3’ü yabancı gruplardı. Duyduğuma göre yabancılardan bir İngiliz grup elendi, Alman bir grup da süreç içinde çekilmeyi yeğledi. Angel Fish adında bir İngiliz grup hala sürecin içinde. Sabah Grubu ve LC Waikiki’nin patronlarının da ihale ile ilgilendiği konuşuldu ancak bildiğim kadarı ile yarışta yoklar. Kapışma Ethem Sancak’ın Akşam Grubu, Albayraklar’ın Yeni Şafak Grubu arasında görünüyor. Buna bir de Gürsoylar Grup eklenince kapışma tadından yenmez bir hale gelmiş durumda. Fakat asıl sıkıntı bu 3 grubun da bağlantılarının çok güçlü olması. Herkes bir kaç kanaldan girerek THY yönetimi üzerinde baskı kurmaya ve avantaj sağlamaya çalışıyor. Bir yandan da maket dergi üzerinde çalışılıyor.

THY yönetiminin işi bu kez çok zor. Bir tarafı memnun ederken, diğer 2 tarafı küstürme ihtimali sinirleri geriyor.

Duyduğuma göre ihaleyi ikiye ayırma, baskı işini bir gruba, editoryal içerik hazırlama işini de bir başka gruba verme formülü üzerinde duruluyormuş. Ancak bunun ekonomik olup olmayacağı tartışma konusu. Dolayısıyla henüz verilmiş bir karar yok. Sürecin bu ay sonuna kadar bitmesi planlanıyor. Bekleyip göreceğiz.

Sepetçiler Kasrı ile tanındılar

Albayrak ve Sancak Grubu’nun yanı sıra Skylife ihale sürecine dahil olan Gürsoylar, kamuoyu tarafından çok tanınan bir grup değil. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İmam Hatip’ten okul arkadaşı olan Hasan Gürsoy ve Abdurrahman Gürsoy tarafından yönetiliyor. 17 Aralık sürecinde ortaya çıkan dinleme kayıtlarına göre şu an Yeşilay tarafından kullanılan İstanbul Sirkeci’deki Sepetçiler Kasrı’nı istedikleri iddia edilmişti. İddialarda ortaya konan konuşma kayıtlarında Gürsoylar’ın burayı özel bir sosyal kulüp ve restoran haline getirmeyi planladıkları öne sürülüyordu.

Yazının devamı...

Ali Baba ve Şam Baba

Ünlü e-ticaret sitesi Ali Baba 168 milyar doları bulan başlangıç piyasa değeri ile New York’ta işlem görmeye başladı.

İstanbul Borsası’nda işlem gören 400’e yakın şirketi alt alta koyduğunuzda ise piyasa değeri ancak 250 milyar dolar ediyor.

Çinli e-ticaret devi Alibaba Group Holding ‘BABA’ hisse kodu ile New York borsasında işlem görmeye başlarken aslında Türk Borsası’nın ve Türk ekonomisinin de okyanusta bir damla olduğunu ortaya koydu, epeyce de kıskançlık yarattı. Türk Borsası’nda işlem gören 400’e yakın şirket içinde en büyük ilk 5’i bir kenara koyduğunuzda geri kalanların toplamı ne yazık ki bir Ali Baba dahi etmiyor.

Alibaba’nın hisse fiyatının 68 dolar olarak açıklanmasıyla şirketin piyasa değeri 167 milyar doları geçti. Alibaba yöneticileri yatırımcılarla buluşmak için iki haftadır kampanya yürütüyordu. Konuya yakın kaynakların verdiği bilgilere göre hisselere olan talep o kadar yüksekti ki banka yetkilileri bazı yerlerde emir almayı hafta başında durdurdu. Hafta başında olası fiyat aralığı 66-68 dolar olarak revize edilmişti. Şu an için Ali Baba 21.8 milyar dolarlık hisse sattı. Ekstra hisselerin satılması halinde bu rakam 25 milyar dolara kadar yükselebilir ki bu da işlemi en büyük halka arz haline getirecek. Şimdilik rekor 2010 yılında halka açılan Agricultural Bank of China‘nın 22.1 milyar dolarlık satışında.

Boyumuzu fena halde aşıyor

Bu rakamlar Türkiye sermaye piyasasının ve Türk varlıklarının aslında ne kadar küçük kaldığını da gözler önüne seriyor. Dün itibarıyla Borsa’da işlem gören Türk şirketlerinin toplam piyasa değeri 251 milyar dolar ediyordu. 15.4 milyar dolar piyasa değeri ile Garanti Bankası, 13.7 milyar dolar piyasa değeri ile Akbank, 12.2 milyar dolar piyasa değeri ile Koç Holding, 12 milyar dolar piyasa değeri ile Turkcell gibi hatırlı şirketleri de çıkardığınızda Türkiye borsasının tamamı bir Ali Baba dahi etmiyor. Türk Borsası’nda piyasa değeri 1 milyon doları ancak bulan Erico, 3 milyon dolar dahi etmeyen Selçuk Gıda gibi onlarca şirket küçük yatırımcı çekmeye çalışıyor.

Yazının devamı...

Roket mühendisi olmaya gerek yok bu büyüme az

Koç Holding Başkanı Mustafa Koç, “Japonya’da tsunami sonrası kendiyle birlikte otomotiv sektörünü durduran fabrika gibi, durdu mu dünyayı durduracak fabrikalarımız olmalı” dedi

Amerika Birleşik Devletleri’nin Sırbistan ile karşı karşıya geldiği 2014 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın finalini izlemek üzere İspanya’nın başkenti Madrid’deyiz. Turnuva’nın Presenting Sponsoru (Şampiyonayı tüm dünyaya sunan ana destekleyici) Beko’nun davetlisiyiz ve maç öncesi Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile sohbet etme imkanı buluyoruz.

- Son çıkan 2.1’lik büyüme hızına üzülen de var sevinen de. Bir kısım diyor ki plan dahilindeydi. Cari açığın düşmesi için müdahale gerekliydi. İkinci çeyrekte ortaya çıkan büyüme rakamını siz nasıl okudunuz?

Koç: Kesinlikle Türkiye için yeterli bir büyüme değil. Nato’da roket mühendisi olmaya gerek yok bunu söylemek için. Öyle bir ikilemde ki Türkiye, genç nüfusu beslemek için yüzde 5, 5.5 büyümesi lazım her sene. Ancak bunu biraz aşınca cari açık canavarı ortaya çıkıyor. Bu yüzden sanayimizde katma değer yaratacak ürünlere yönelmeliyiz. Hatırlayın Japonya’da iki fabrika sular altında kaldı. Tüm dünya otomotiv sektörü neredeyse durma noktasına geldi. Bizim de böyle katma değerli ürünler üreten fabrikalara ihtiyacımız var. Durdu mu dünya durmalı. Bu konuyu orta ve uzun vadeli ciddi bir şekilde ele almamız lazım. Devlet boyutunda, özel sektörle birlikte ele alınması lazım. Bir model olarak.

Yine de gemi yüzüyor

- 17 Aralık, yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi derken, yine de büyümede gelen rakam sizin için hayal kırıklığı mı oldu. Holding olarak yılbaşında koyduğunuz hedeflerle örtüşüyor mu?

Koç: Daha kötü de olabilirdi muhakkak. Belirsizlik ortamı oluştu. 2 tane seçim atlattık. Şimdi bir de genel seçim geliyor. Buna kuzeyimizde güneyimizde etrafımızda olan olayları da katarsak yine de iyi kötü gemi yüzüyor. Bunu da göz ardı etmememiz lazım. İyi bir noktadayız.

Bu noktada Koç Holding CEO’su Turgay Durak araya giriyor. Bir önceki soruya Koç’un verdiği ‘Sanayiyi geliştirmek için bir model gerekiyor’ sözlerine ilave edeceği şeyler var:

Durak: Büyük şirketlerimizi tüketici olarak desteklememiz lazım. Bunun ardından o şirketlerin elleri rahatlamış bir şekilde dünya pazarlarında ürünlerini satmaları için çok büyük atılım ve gayret içinde olmaları lazım. Konfeksiyonda, ayakkabıda, savunma sanayindeki, beyaz eşyadaki, otomotivdeki şirketler bunlar. Yurtiçindeki faaliyetlerini tüketici olarak bizler bir de büyük alıcı olarak devletin desteklemesi lazım.

- Ali Babacan’ın ‘Sanayicilikten vazgeçtik, AVM rezidans işine döndük’ sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz. Siz üstünüze alındınız mı?

Koç: (Gülerek) Biz geleneksel ürünler üreten sanayici tarafındayız. Yani spekülasyon yapılmayan taraftayım. Sayın Babacan’ın saptamalarına tamamen katılıyorum. Bir kriz oldu mu elinizdeki elle tutulmaz varlıklar bir anda uçup gidebiliyor. Bir fabrikanız bir varlığınız var ise bu her zaman iyi kötü bir değer ediyor.

Mustafa Koç’un örnek gösterdiği fabrikada ne oldu?

Japonya’da 11 Mart 2011’de yaşanan büyük deprem ve tsunami sonrası pek çok tesis zarar gördü, üretimini durdurdu. Tedarik üretimi yapan fabrikalar ise tüm dünya üretimini sekteye uğrattı. Mustafa Koç’un kastettiği fabrika boya tedariki sağlayan Merck. Merck’in ürettiği bir metalik boya katkısının deprem yüzünden üretilememesi özellikle Amerika’da fabrikalarda üretimin durmasına neden oldu. Ford, Kentucky’deki F serisi üreten fabrikasını 2 hafta kapalı tuttu. Turbo dizel motorları Euro 4’ten Euro 5’e taşımayı sağlayan airflow isimli parçanın dünyadaki tek üreticisinde yaşanan sorunlar General Motors, Toyota, Peugeot, Citroen gibi üreticilerin Avrupa’daki dizel motor üretimlerini etkiledi. J.D. Power and Associates’in raporuna göre Japonya depremi nedeniyle dünya otomotiv üretiminde bir aylık kayıp 600 bin adet civarında oldu.

DEİK’teki değişiklik enteresan olabilir

İş dünyasının önemli çatı kuruluşu DEİK’in yapısının değiştirilmesi ve Bakanlığa bağlanması ile ilgili olarak da, uzun yıllar Türk Amerikan İş Konseyi Başkanlığı yapan Koç’un söyleyecekleri vardı: “Öncelikle dış ilişkilerde veya dışarıda yapılan operasyonlarda koordinasyon çok önemli. Ortada bir kavram kargaşası yaşanıyordu. 3-4 ayrı kurum ayrı kanallardan gidiyordu. Mesela ABD ile ilişkilerde. Amerika’nın da kafası karışıyordu. Benim zamanımda da problem oluyordu. Herkes ayrı kanaldan gidince siz kimi temsil ediyorsunuz diye soruyorlardı bize. İş Konseyi, TUSKON, TÜSİAD, MÜSİAD, herkes aynı birimlere gidiyor. O yüzden tek kanaldan yürümesi doğru bir şey. Ancak doğru uygulanırsa. Eğer bu karışıklığı önleyecek bir sistem ise bence enteresan olabilir ama onun dışında DEİK’i bu şekilde devre dışı bırakmak bilemiyorum... İnşallah doğru yönetilir. Bunu zaman gösterecek. Şimdi bir yorum yapmanın faydası yok.”

Yazının devamı...

Antika bir eserdi fabrikaya benzedi

Ruslar’ın 1971’de kurduğu Seydişehir Alüminyum 540 milyon $’a yenilendi

Mehmet Cengiz’i artık tanımayan yok. 17 Aralık’la başlayan süreçte o da dinlenenler arasındaydı ve ortaya dökülen meşhur sözleri ile gündemi epey meşgul etmişti. Siyaset sofrasında meze yapılan bu sözle ilgili kendisi henüz hiç konuşmadı. Ben açıkçası o cümlede millet derken rakiplerini kastettiğini düşünenlerdenim.

Cengiz’in inşaat şirketinin Eskişehir-İstanbul hızlı tren inşaatında 26 nolu tünelde nasıl batağa saplandığını, tüneli açamadığını yazmıştım. Yiğidi öldür ama hakkını yeme. Tünele saplanan Cengiz, Seydişehir Alüminyum’da ise müthiş bir iş başarmış gibi görünüyor.

Hafta başında Meclis’ten geçen Torba Yasa’da Seydişehir Alüminyum’un da aralarında olduğu 5 özelleştirme uygulaması hakkında yargı kararının uygulanmayacağı hükmü yer alınca geçtiğimiz haftalarda yaptığım Seydişehir turunda aldığım notları haberleştirmenin zamanı diye düşündüm. Zira özelleştirme sonrası yapılanlar aslında Seydişehir’in Torba ile kamufle edilmeye hiç mi hiç ihtiyacı olmadığını ortaya koyuyor. Seydişehir kabul etmek lazım ki bir özelleştirme başarı hikayesi.

Malum bu fabrika 1971 yılında Rus teknolojisi ile yapılmıştı ve daha yapılırken tartışma konusuydu. Yıllar içinde de ilave yatırımlarla desteklenmeyince teknolojisi epey eskidi. 2005 yılında özelleştirmeye çıktığında ‘Antika’ sıfatını boynuna asmasına ramak kalmıştı. Yabancı rakipleri ile başa çıkmasına imkan yoktu.

305 milyon dolar bedelle bu fabrikayı alan Cengiz Holding şu ana kadar fabrikaya 300 milyon dolar daha yatırım yaptı. Halen devam eden 240 milyon dolarlık yatırımla satın alma bedelinin yanı sıra yapılan yeni yatırım tutarı da 550 milyon dolara yaklaşacak.

Neler yapıldı?

Fabrikayı Cengiz Holding Genel Koordinatörü Ömer Mafa gezdirdi. Gezdirirken de anlattı:

“Özelleştirmeden önce, alüminyum ürünleri A-7 Avrupa standartlarına bile ulaşamadığı için satılamazken, bugün A-8, A-9 standardına ulaşarak savunma, uçak, otomotiv sanayinde kullanılan uç ürünlerin bile hammaddesi sağlanabilir hale geldi. Aynı şekilde kalite sorunlarından satılamayan alüminyum hidroksit ara ürünü 260 bin ton/yıl kapasiteden 450 bin ton/yıl kapasiteye çıkarılarak 60’dan fazla ülkeye ihracat imkanı sağlandı.”

Mafa çevre yatırımına dikkat çekti: “Atık gazda AB’ye fark attık. Seydişehir Entegre Tesisleri’nin gaz salınımı için özelleştirme sonrasında 15 milyon dolarlık yatırım yaptık. Bu yatırım sonrasında AB normları gaz salınım değerlerinin altında bir seviyeye ulaşıldı.

İthalata darbe

Mafa devam etti: “Seydişehir Türkiye’nin birincil alüminyum üreten tek entegre tesisi. Türkiye’nin direkt iç tüketimi 600 bin ton alüminyum ve ne yazık ki Seydişehir de bunun sadece yüzde 10’unu yani 60 bin tonunu karşılayabiliyor. Yeni yatırımlarla

kapasite 82 bin tona çıkacak. Yani dışa bağımlılık 3.5 puan daha düşecek. Seydişehir’de yıllık 250 milyon dolarlık ciro yapılıyor. Bu dışarıya ödeyeceğimiz paranın Türkiye’de kalması demektir”

Özelleştirme sonrası istihdamın düştüğüne dair şikayetler vardı diye hatırlattım: “Özelleştirme aşamasındayken Seydişehir kapanma noktasına kadar gelmişti. Bugün 1300’ü doğrudan olmak üzere taşeronlarla birlikte 1700 kişiyi istihdam ediyoruz.”

540 milyon dolar nerelere yatırıldı?

- Doğalgaz dönüşümü: 5.419.000

- İnşaat: 27.620.000

- Buhar santrali: 52.714.000

- Kömür sahaları: 4.571.000

- 13 MW Buhar Türbini: 7.500.000

- Kalsinasyon fırını: 10.500.000

- Alümina elektro filitre: 2.500.000

- Alümina pres filtre: 6.500.000

- Elektroliz: 221.500.000

- Enerji ünitesi: 38.500.000

- İş makinaları: 19.619.000

- Laboratuar: 670.000

- Oymapınar HES: 14.664.000

- İzolasyon: 1.595.000

- Çevre ve altyapı: 15.810.000

- Makine teçhizat: 17.800.000

- Büyük onarım: 14.710.000

- IT yatırımları: 2.000.000

- Kimyasal tesisleri: 40.000.000

- Diğer: 36.500.000

- Toplam: 540.692.000

Oymapınar bizim olmazsa olmazımız

Seydişehir Alüminyum özelleştirildiğinde Oymapınar Barajı’nın da bu pakete dahil edilmesi çok tartışılmıştı. Ömer Mafa, barajdan üretilen elektriğin bu tesis için hayati olduğunu anlattı:

Alüminyum üretiminde çok yüksek tutarda elektrik tüketiliyor. 1 ton alüminyum üretmek için sadece 1750 dolarlık elektrik tüketiliyor. Bunun karşılığında ise 1 ton alüminyumu, bugünkü fiyatlarla 2000-2200 dolara satabiliyorsunuz. Diğer maliyetler de eklendiğinde alüminyumu ticari olarak üretme imkanı kalmıyor. Oymapınar barajı olmadan üretilemez: Elektriğin çok pahalı olması ve Türkiye’de devlet sübvansiyonu bulunmadığı için Oymapınar Barajı bu özelleştirme kapsamına alınmıştı. Eti Alüminyum Seydişehir Tesisleri, Oymapınar Barajı’nda üretilen elektrikle çalışmaktadır. Oymapınar Barajı olmadan ticari anlamda üretim yapmak mümkün değil”

Mafa özelleştirme öncesi 1 ton alüminyum için 17 bin 500 KW elektrik kullanırken bu rakamı yeni yatırımlarla 13 bin KW’ye kadar düşüreceklerine su kullanımını da yüzde 50 azaltacaklarına dikkat çekti.

Yazının devamı...

Rezidans-AVM yapmak suç mu?

Olayı hep yanlış tarafından almaya, yorumlamaya, insanları da inandırmaya bayılıyoruz.

Köprüde intihar etmek üzere olan kişi ile selfie çeken polis memurunun bile kendini ‘Amirime rapor verecektim. O karede benim de yer almamı istedi’ şeklinde savunabildiği bir ülkede kimse ‘Bir eşeklik ettim’ demeyi beceremiyor ancak sapla saman da çok fazlaca birbirine karışıyor.

Şimdi Ali Babacan sanayici iken fabrikalarını rezidansa AVM’ye dönüştürenlere yüklendi ya yine sapla samanı birbirine karıştırdık.

Şehrin değeri artmışsa, bir zamanlar şehrin kıyısında köşesinde kabul edilen fabrika arazileri zaman içinde değerlenmişse, o fabrikaların taşınmasından daha doğal ne olabilir ki.

Eczacıbaşı’nın Büyükdere Caddesi’nde şimdi Kanyon’un yükseldiği arazisinde ilaç mı üretmesi gerekiyordu?

Ya da Akkök Grubu, Akmerkez’in bulunduğu yerde kimyasal üretimi için mi yatırım yapmalıydı?

Bakın Kale Kilit Güngören’de üretim yapıyordu. Güngören 10 yıl önce şehrin öte tarafıydı.

O arazi değerlendi. Güngören halkının alım gücü yükseldi, Kale Grubu fabrikanın bulunduğu yeri AVM’ye dönüştürdü.

Ancak kilit üretiminden vaz mı geçti?

Tesisi taşıdılar. Şimdi de Çerkezköy’de sadece Türkiye’nin değil Avrupa’nın en modern entegre tesisini kurmak üzere 1 Eylül’de temel attılar.

Tesislerini büyütüp taşıdılar

Bugün AVM’ci diye suçlananan ya da hedef gösterilenlerin neredeyse tamamı aslında iyi de birer sanayici. Burada ‘iyi’lik kavramını hatırı sayılır istihdam yaratmalarını ölçü kabul ederek yazıyorum.

Eğer bu adamlar fabrikalarına kilit vurup sadece işi AVM’ye rezidansa dönüştürselerdi serzenişi anlayabilirdim.

Ancak çoğu şehrin değerli yerindeki arazilerini başka amaçla değerlendirirken, fabrikalarını da Trakya’ya, Anadolu’ya taşıdılar.

Dolayısıyla şehrin merkezindeki arazilerine AVM rezidans yapanları suçlamak kadar saçma bir şey olamaz.

Sorun çok sayıda AVM yapılması mı, yoksa sanayinin milli gelir üretiminde aldığı payın azalması mı?

Her ikisinde de aslında ana suçlu belediyeler ve Hükümet’in izlediği politikalardır.

Belediyeler mantar gibi biten ve koordinasyonsuz biçimde dip dibe yapılan AVM’lere izin vermeleri ile suçludur.

Hükümet ise aslında küresel rekabette bizi bir arpa boyu bile ileriye taşımayacak inşaat sektörünü bu ülkenin gözbebeği ana işkolu haline getirdiği için suçludur.

Kâr marjları daralmışsa, kur rejimi yüzünden ithalat cazip hale gelmişse, rakipleri ile mücadele edemeyen sanayicinin zarar edeceğini bile bile sanayiciliğe devam etmesini kim bekleyebilir ki?

Yani aslında fabrikasını taşımayan, kilit vurup sanayicilikten inşaatçılığa geçen ve artık üretmeyenler bile suçlu değildir, hedef gösterilemez.

Mesele sanayiciliği, üretimi, ihracatı göz bebeği yapan politikalar üretebilmektir.

Yazının devamı...

Bir de rating şirketimiz olacaktı

Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra en az muhalefet kadar performansı sorgulanan bir kesim de anket şirketleri oldu.

Hemen hemen hepsinin tahminlerinde yanılması “manipülasyon mu yapıyorlar” sorularının sorulmasına neden oldu.

Kamuoyu araştırmaları yapan Metropoll şirketinin Başkanı Özer Sencar’ın sözleri tam da bu şüpheler ortada dolaşırken herkesin dikkatini çekti. Sencar bir algı operasyonundan sözetti ve yüzde 2’nin üstünde yanılan anketlerde kasıt aranabileceğini söyledi. Daha önemlisi parayı bastıranın istediği algı operasyonunu yaptırabildiğini ifade etti.

Biz daha anket şirketlerinin yaptığı araştırmalara güvenemiyoruz ama kafamıza estikçe rating şirketi kurmaktan söz ediyoruz. S&P’den, Moodys’s’ten Fitch’den duymak istemediğimiz yorumlar geldiğinde, notumuz artırılmadığında haksızlığıa uğradığımızı iddia edip esip gürlüyoruz. Tıpkı Opera. Halley gibi sinir bozucu şarkılar seçip sonra Eurovision’da ‘Yok abi bunlar bize oy vermez. Hristiyan birliği kurmuş bunlar’ dememiz gibi.

Kızabiliriz ancak Fitch gibi Moody’s gibi itibarlı kredi derecelendirme kuruluşu kolay olunmuyor.

Biz JCR’yi de belki içine katarsak bir çırpıda en fazla 4 derecelendirme kuruluşunun adını sayabiliyoruz.

Oysa dünyada 80’e yakın kredi derecelendirme kuruluşu var.

Ancak itibarlı olup öne çıkmak hiç kolay değil. O yüzden bize göre sıfırcı hocalar öyle ya da böyle en azından saygıyı hakediyor. Belki farkında değiliz ancak Türkiye’de özel şirketlere not veren derecelendirme şirketleri zaten var.

Bunlardan en bilineni Saha Kredi Derecelendirme Kuruluşu ancak hükmü sadece Türkiye sınırları içinde o da sınırlı şekilde geçiyor.

Sakın yanlış anlaşılmasın, bu Saha ve diğer yerli kuruluşları yerme, eleştirme yazısı değil. Ancak biraz gerçekçi olmamız gerekiyor.

Biz daha anketlere güvenemezken, bırakın anketleri TÜİK’in verilerini bile sorgularken rating şirketi kurmak ile ilgili sözler kuru, içi boş hamaset laflarıdır. Kendimizi kandırmayalım.

Türkiye’de parayı bastırırsınız istediğiniz denetim raporunu alırsınız, parayı bastırırsınız ölüm madenine bile ‘Süper’ dedirtirsiniz. Bu kadar basit.

TÜİK’e bir özür borcum var

Geçen hafta enflasyon verisi yayınlandıktan sonra haberleşmedeki yüzde 7.49’luk artışa dikkat çekmiş ve “Operatörler zam yapmadık derken bu rakam da nereden çıktı. BTK’nın tavan ücret artışı mı dikkate alındı” diye sormuştum.

TÜİK Başkanlığı’ndan bir mektup aldım. O mektupta sabit telefon operatörünün zam yaptığı belirtiliyor. Oysa bana ‘zam yok’ demişlerdi. Sonra bir fatura geçti elime, Temmuz ayına ait. O faturada şehir içi, şehirler arası, milletler arası ve GSM operatörleri ile görüşme ücretinin 60 saniyesinin 16 kuruştan 17.50 kuruşa çıktığı görülüyor. TÜİK haklıymış. Türk Telekom beni yanıltmış oldu.

Yazının devamı...

Sivri bibere laf yok telefonda cızırtı var

TÜİK Temmuz ayında telefonla görüşme ücretinin yüzde 7.49 arttığını açıkladı. Ancak ne GSM operatörleri ne de sabit telefon hizmeti veren kurum ‘Biz zam yapmadık’ diyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun enflasyonu düşük gösterme gayreti içinde olacağını söyleseler inanırım ancak yüksek çıkarma niyeti olabileceğine inanmak zor. Kiracısı olduğumuz evde, mutfağımızda, arabamıza aldğımız benzinde hissettiğimiz gerçek enflasyonu sepetteki ağırlıklarla tatlı tatlı oynayarak bir şekilde dengeleyen TÜİK’in enflasyonla bir problemi olabileceğini düşünmek zor. Olsa olsa teknik bir hata ya da metodoloji yanlışlığı vardır.

TÜİK’in, Suriye’den gelen mültecileri turizm istatistikleri içinde göstermesinin son derece yanlış olduğunu yaza yaza nihayetinde bu yanlıştan döndürebilmiştim. Şimdi sırada bir başka polemik var anlaşılan. Haberleşme ücretlerindeki fiyat değişimlerine de yanlış bir yerder bakıyorlarsa belki bu yanlışı da düzeltme ihtimalimiz olur. Ancak öncelikle onlardan gelecek açıklamayı beklemek gerekecek.

Önceki gün açıklanan enflasyon verileri içinde Temmuz’un zam şampiyonu sivri biber olarak açıklandı. Sivri biberin fiyatı bir ayda yüzde 30.94 artmıştı. Listenin 7’nci sırasında ise yüzde 7.49 ile telefonla görüşme ücreti yer aldı. Yer aldı almasına da bu artış tespiti sektörü şaşırttı. Zira sektör oyuncuları böyle bir zammın yapılmadığına eminler.

BTK verisi mi baz?

Peki ne SMS ücreti ne data ücreti ne de ses ücreti artmadıysa TÜİK bu 7.49’luk artışı hangi veriye bakarak buldu?

Hesap hatası değilse sektör yetkilileri bunun tek bir izahı olabileceğini ancak bu ihtimalin de tartışılması gerektiğini belirtiyorlar.

BTK, 1 Temmuz itibarıyla yurtiçi ses ücretinde tavan fiyatı artırdı. 43.89 kuruş olan yurtiçi ses tavan ücreti 46.25 kuruşa çıkarıldı. Çıkarıldı çıkarılmasına ancak adı üstünde bu tavan ücret. Yani operatörler uyar ya da uymaz kendi bilecekleri mesele.

Nitekim fiyat politikası ve sert rekabet yüzünden kimse paketlerle oynayamadı, ne faturalı ne de faturasız hatlara bu artış yansıtılmadı. Yani realitede BTK’nın tavanı artırması pratikte vatandaşın haberleşme giderlerine negatif bir etki yapmadı.

Eğer TÜİK, BTK’nın tavan ücrette yaptığı bu değişikliği baz alarak, Temmuz’da telefonla görüşme ücretine zam geldiği gibi bir intibaya kapıldıysa bu işte ciddi bir hesap ve mantık hatası var demektir.

Kaldı ki tavan ücretteki artış da yüzde 5.37 yapıyor. Yani yüzde 7.49’luk artışı da tek başına açıklayamıyor.

Eğer TÜİK kurmayları yazdıklarımızı dikkate alır ve bu 7.49’luk artışı nasıl buldular izah edebilirlerse biz de işin gerçeğini anlayabiliriz.

Yanlış kurgulanmış turizm verileri bizi cari açığa kadar götüren bir hesap hatasına sokuyordu. Yanlış hesaplanan enflasyon verisinin ekonomik maliyeti ise çok daha yüksek.

Yazının devamı...

Özel sektörün ‘hedge’ ile tanışma vakti

Sandalye kapmaca oyununu herkes bilir. 5 kişisinizdir ancak 4 sandalye vardır. Müzikle beraber sandalyelerin etrafında dans başlar. Müzik sustuğunda herkes bir sandalye kapar ancak biri açıkta kalır ve yanar.

Piyasalarda şu an için müzik devam ediyor gibi görünüyor. Neşe içinde dans edenler kısa süre içinde müziğin susacağını ve pek çok yatırımcının açıkta kalacağını biliyorlar. Ancak her nedense bardağın boş tarafını görmemek, dansa devam etmek konusunda ısrarcılar.

ABD’de istihdam artış beklentisi 233 bindi ama 209 bin mi çıktı; haydii dansa devam.

ABD’de işsizlik 6.1 bekleniyordu ama 6.2 mi çıktı; eller havaya, borsada hisse almaya devam...

Son 6 aydır ABD’nin her ay ortalama 200 bin istihdam yarattığını, bunun 1997’den bu yana ilk kez gerçekleştiğini bile umursamıyorlar.

Beklentiyi koymuşlar 233 bine. Düşük çıkınca dansa devam...

Benden duymuş olmayın ancak bu müzik kısa bir süre içinde susacak.

Sustuğunda da sessizlik Türkiye’yi fena vuracak.

Neden mi?

Özel sektörün dış borcu tarihi rekor kırıp 210 milyar dolar seviyelerinde dolaşıyor.

Özel sektör dış borcunun milli gelire oranı 2006 yılında yüzde 23 seviyelerindeyken son verilere göre yüzde 33’e tırmanmış vaziyette.

Bu borcun büyük bölümünün ne yazık ki yatırım amaçlı alınmadığını da, özel sektör yatırımlarının büyümeye katkısına bakıp görebiliyoruz.

İç tüketime dayalı büyüme modelini desteklemek için kullanıldılar.

Özel sektörün kur riskini azaltma zamanı geldi de geçiyor.

Şirketler kazançlarının kur riski nedeniyle yitip gitmesini istemiyorlarsa kur riski yönetimini öğrenmek zorundalar.

Pek çok büyük şirkette bile hala kur riski ile ilgili bilgi ve deneyim çok az.

Hedge ürünlerden, opsiyon fiyatlama tekniklerinden habersizler. Opsiyonun risk yönetim aracı olarak nasıl kullanılabileceğini bilmiyorlar. Risk yönetiminde en önemli hedge enstrümanlar olan forward, future ve opsiyon hakkında cahiller.

Ancak korkusuzca 210 milyar dolar borçlanabildiler.

Bu borcun ne kadarının hedge edildiğine dair istatistiki bir veri yok ne yazık ki.

Ben yüzde 30’unun bile kur riski yönetimi ile kontr garanti altına alındığını zannetmiyorum.

Doların 2.08’den 2.15’e göz açıp kapayana kadar çıkması bir sinyal olsun.

Özel sektörün dış borcuna sigorta yaptırma zamanı geldi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.