Şampiy10
Magazin
Gündem

Çarşı'dan para çıkmaz

Dün gazetelerde ‘Çarşı’nın patentini kulüp aldı’ haberlerini görünce hayret ettim. Hele hele “Beşiktaş Kulübü Çarşı logolu ürün satışından çok para kazanabilir” yorumlarını okuyunca şaşkınlığım biraz daha arttı.

Konunun geçmişini hatırlayan biri olarak bazı yanlışları düzeltmek ve durum tespiti yapmak istiyorum. Herşeyden önce Çarşı’nın isim hakkı Boyner’dedir. Beşiktaş Kulübü Boyner’den bu ismi almak için 2 yıl önce çok uğraştı ancak Cem Boyner bir türlü razı olmadı. Beşiktaş kulübü de Genel Sekreter Metin Albayrak’ın başarılı bir hamlesi ile Siyah Beyaz Çarşı ve Karakartal Çarşı markalarının tescilini gerçekleştirdi. Yani aslında şu an Kartal Yuvaları’nda satılan Çarşı logolu ürünler dikkatli incelenirse önünde Siyah Beyaz ya da Karakartal ibarelerinin mutlaka olduğu görülecektir.

Bir yanlış algı daha vardı. Beşiktaş’ın taraftar topluluğu Çarşı’nın, Çarşı ismini ve meşhur logosunu tescil ettirdiği ve bu isimle, logosuyla çıkacak her türlü ticari ürünün de sahibi olduğu sanılıyordu. Nitekim Beşiktaş’ta Çarşı logolu ürünleri satan bir kaç küçük dükkan da vardı. Gönül verilen takımın gücünden yola çıkılarak bir ticari üst kimlik yaratılmıştı. Ancak Çarşı ismi için yapılmış herhangi bir tescil yoktu. Sadece Beşiktaş Çarşı grubunun lideri Ayhan Güner’in noterden alınmış bir tespit tutanağı vardı ki onun da ticari anlamda geçerliliği bulunmadığı anlaşıldı.

Gelelim Beşiktaş’ın bu ürünlerden çok para kazanacağı yorumlarına... Evet gerçekten de taraftarlar çok uzun süre kulübe Çarşı logolu ürünlerin hazırlanması ve Kartal Yuvaları’nda satışı için baskı yaptıAncak dediğim gibi bu ürünlerin satışı yeni bir olay değil. Epey uzun zamandır Siyah Beyaz Çarşı ve Karakartal Çarşı ibareli ürünler satılıyor (Lansman Pascal Nouma ile gerçekleştirilmişti) ve ne yazık ki en az satan ürünler listesinde yer alıyor. Gezi olayları yaşanmasa satışlar daha da düşük kalacaktı.

Beşiktaş taraftarının lisanslı ürüne ilgi konusunda rakipleri Fenerbahçe ve Galatasaray’a göre ne yazık ki çok geride kaldığı görülüyor. Yine ne yazık ki korsan ürünlere de en çok Beşiktaş taraftarı rağbet ediyor. Bu yüzdendir ki korsan ürün yapanlar FEDA t-shirtünün taklidini çıkartabildi ve birileri gidip onları satın aldı. Verdikleri paranın tek kuruşunun dahi kulübe yaramadığını bile bile...

Beşiktaş taraftarının “Beleş” konusunda öğrenmesi gereken çok şey var.

Stadınının hemen üstünde bir Beleştepe’si vardı malum. Yeni stadla birlikte o tepe olmayacak. Ancak öyle görünüyor ki bazı taraftar grupları ‘Beleş’ konusundaki ısrarlarını yeni stadla birlikte de sürdürecekler. Beşiktaş taraftarı olarak 132 desibele kadar çıkan yaratıcı çılgın tezahüratlarla övündük gururlandık. Ancak sportif başarı istiyorsak 132 desibellik muazzam rekorun yanına 132 milyon dolarlık taraftar gelirini de eklememiz lazım. Bunun yolu da maçlara bilet alarak girmekten, kombinelere ilgi göstermekten ve lisanslı ürün satın almaktan geçiyor.

Bunların hiçbirini yapmadan kulüpten flaş transfer istemek, sporculardan büyük başarılar beklemek haksızlık oluyor.

Yazının devamı...

Turkcell’de 3’lü yapı zor ortaklardan biri gidecek

Karamehmet’in Turkcell’i bırakmama niyetini ortaya koyması, buna devletin Ziraat Bankası yoluyla destek vermesi sonrası dengeler değişecek. Çukurova yeni bir hamleye hazırlanıyor.

Açıkçası Rus Altimo, Mehmet Emin Karamehmet’in 1.6 milyar dolarlık krediyi bulmasını beklemiyordu. Gözde Girişim’e BDDK ve Hazine’nin onay vermemesi bu beklentiyi güçlendirmişti.

Karamehmet’in bir kamu bankası olan Ziraat’den kredi desteği sağlaması Ruslar için tam bir sürpriz ve büyük şok oldu. Çünkü bu kredinin ticari anlamının yanında ciddi bir siyasi mesajı da bulunuyor. Açık açık Ruslar’a ‘Turkcell’i terket’ denmiş oluyor.

Karamehmet de ikinci hamleye hazırlanıyor. Rus Altimo’daki rehinli hisseleri alacak olan Karamehmet ikinci hamlede Rus Altimo’nun elindeki diğer yüzde 13.22’lik hisseyi isteyecek.

Hayat daha mı zor?

Karamehmet Privy Council’den ek süre istediğinde ve kredi arayışına girdiğinde Turkcell’in ortaklarından Rus Alfa Group’un telekom varlıklarını yöneten şirketinin CEO’su Alexei Reznikovich’den ilginç mesajlar gelmişti.

Reznikovich “Çukurova, TeliaSonera ve Alfa’nın olduğu yapıda karar almak oldukça güçtü ve bu nedenle pek de iyi olmayan şeyler yaşandı. Bir uzlaşmaya varmak zordu. Çukurova hisselerini geri alırsa, aynı statüko devam edecek. Hayat çok daha zor olacak. Eğer Çukurova ayrılırsa ve Telia ile kalırsak kurumsal yönetişim sorunları çözülecek. Ancak tersi bir üçlü yapıda bunların nasıl çözüleceğini düşünemiyorum” demişti, Reuters’e verdiği demeçte. Önünde Reuters ekranı olan tüm finans kuruluşları da bu tehditkar sözleri okumuştu.

Karamehmet hayat zor olacak mesajına rağmen kaynağı bulup hisseleri geri alma niyetini ortaya koydu. Reznikovich’in aba altından sopa gösteren sözlerine rağmen bir kamu bankası olan Ziraat Bankası da Karamehmet’e bu operasyon için tek kalemde 1.6 milyar doları vermekten çekinmedi. Demek ki Karamehmet için Turkcell’de hayatın daha zor olacağını düşünmüyor.

Ancak Turkcell’de üçlü yapı faaliyetleri kilitliyorsa ki kilitlediği ortada, biri için hayat gerçekten zorlaşacak demektir. O taraf da muhtemelen Rus Altimo olacak.

Karamehmet yüzde 13.8’lik rehinli hisseyi aldıktan sonra vakit geçirmeden ikinci hamlesine de start verecek. Rus Altimo aleyhine dava açacak.

O davada Ruslar’ın 2005 tarihli anlaşmaya uymadığını, şirkette anlaşmada yazdığı gibi kendileri ile değil, TeliaSonera ile işbirliği yaptığını ve anlaşma şartlarına uymadığını savunacak. Mahkeme bu iddiayı kabul ederse Ruslar’ın elinde kalan yüzde 13.22’lik hisseyi de geri isteyecek. O hisseleri de aldığında Turkcell’de yine hakim ortak olarak durumunu sağlamlaştıracak. Ruslar’ın ayrılması demek, Turkcell İletişim’in yüzde 51’ini kontrol eden Turkcell Holding’de Karamehmet hakimiyetinin yeniden kurulması anlamına gelecek. Bu da Turkcell’deki kilidi çözecek.

Yerli grup opsiyonu

Karamehmet’in ikinci hamlesine yani yüzde 13.22’lik hisseyi satın alma hamlesine bir Türk grup da yardım edebilir. Bu olasılık canlılığını koruyor. Yani Rus Altimo’nun yerini bir Türk grup alır ve Turkcell’i kilitleyen yapı sonlanarak daha uyumlu bir ortaklık yapısı kurulabilir.

Mehmet Emin Karamehmet’in Ziraat Bankası’ndan krediyi alırken, kağıda dökülmeyen şartlardan birinin bu opsiyon olduğu konuşuluyor. O yerli grubun kim olacağını da Cumhurbaşkanı adayı Başbakan Erdoğan’ın işaret etmesi bekleniyor.

Altimo: 1 Ağustos’ta ödeme yapılmazsa hisseler bizde kalır

Altimo’nun Başkan Yardımcısı Evgeny Dumalkin, “İngiliz Yüksek Mahkemesi ödeme için 1 Ağustos 2014 tarihini son ödeme tarihi olarak belirledi” dedi. Turkcell’in sorunlu hisselerine ilişkin İngiliz Yüksek Mahkemesi’nin (Privy Council) onayladığı anlaşmanın detaylarını değerlendiren Dumalkin, Çukurova ile Alfa’nın, Çukurova hisseleri geri alması halinde Alfa’nın haklarının tam olarak korunması konusunda anlaşmayı başardığını anlattı. Dumalkin, “Eğer 1 Ağustos’a kadar ödeme gerçekleşmeze Turkcell’deki sorunlu hisseler Alfa’da kalır” dedi.

Yazının devamı...

Bu kuşun eti yenir mi?

Türkiye tarihinin önemli, pahalı ve ses getiren özelleştirmelerinde fayda-maliyet analizi yapmamız artık gelenek oldu.

Ortaya çıkan rakamı yüksek ve korkutucu bulduğumu en başta söylemem lazım. 40 tur sonunda ortaya çıkan rakamı, rakamı ödemeyi teklif edenleri bir araya getirdiğimde ister istemez yeni bir ‘Çılgın Mehmetler’ vakası ile karşı karşıya kalabileceğimiz kuşkusu doğuyor içime.

Hatırlanacağı üzere Mehmet Emin Karamehmet ve Mehmet Kazancı, Başkent Gaz, AYEDAŞ ve Boğaziçi Elektrik Dağıtım için 10.5 milyar doların üzerinde bir taahhütün altına girmiş ancak finansmanı bulamamış ve teminatlarını yakma pahasına bu işten vazgeçmek zorunda kalmışlardı.

3 milyar TL kritik

6 adet farklı şans oyunundan oluşan pakete Net ve Hitay OGG, 2 milyar 755 milyon dolar verdi.

Bir önceki ihale 2009’da yapılmış ve o zaman açık artırma başlangıç bedeli 1 milyar 622 milyon dolar olarak belirlendiği halde kimse fiyat yükseltmemişti

Milli Piyango ile Doğuş, Doğan, Turkcell, Alarko gibi devler ilgilendi. Yeni yapılan ihaleye hiçbirinin iştirak etmemesini ve pahalı bulmasını bir kriter olarak dikkate alırım.

Katılanları ve ihalede çekişen grupları küçümsemek istemem ancak rakam biraz boylarını aşar gibi geliyor. Tabii bu hiçbir rakama dayanmayan yazının duygusal analizi.

Bir de rakamlara bakalım.

10 yıllığına özelleştirmesi yapılan Milli Piyango’nun 2012 yılı satış gelirleri 2.2 milyar TL olmuş. Bir önceki yıl 2 milyar TL seviyesindeydi. 2010 rakamı ise 1.7 milyar TL. Yani yıllar içinde yüzde 10’dan fazla bir büyüme potansiyeli var. Projeksiyon yaparken bunu dikkate almak lazım. Ancak sadece bu projeksiyona bakarak ihalede verilen 2.7 milyar doları ve tabii KDV’sinin ödenebileceğini söylemek güç.

Yeni lisans sahiplerinin mevcut oyunların yanına yenilerini koyma gibi bir hakkı var. Yani gelir tarafını normalin üzerinde büyütebilirler. Bu artık onların becerilerine kalmış durumda. Büyütmek de zorundalar.

Haftanın her gününü dolduracak şekilde (Şu an 3 gün boş, çekiliş yok) yeni oyunlar yeni çekilişler koyarak, bu oyunlara katılımı mobil uygulamalar ve benzerleri ile kolaylaştırarak 2015 yılı sonunda 3 milyar TL geliri yakalayabilirlerse işleri biraz kolaylaşır.

Bu rakam kritik bir eşik sayılabilir. 3 milyar TL gelir demek kasalarına 750 milyon TL yani 350 milyon dolar para girmesi anlamına gelir.

Sonraki yıllarda bunu her yıl ortalama yüzde 10 büyütürlerse problem çıkmaz.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymazsa yani yeni oyunlarla ve kolay erişimle geliri ilk etapta 3 milyar TL’ye taşıyamazlarsa ödemelerde zorlanırlar.

Bayilik verecekler

İhale şartnamesine baktım, bir başka ilginç detay çıktı karşıma. Yeni sahipleri oyunları devraldıktan sonra mevcut bayilerle olan tüm anlaşmalar fesih edilecek. Mevcut bayilerden talep edenlere lisans sahibinin belirleyeceği kurallara göre yeni bayilikler verilecek. İşte belki de ihalede çıkan rakamın izahı burada saklı.

Ortak girişim grubu bayilik ağını yeniden organize ederken, kısa süre içinde önemli bir gelir ve teminat tutarı elde etmeyi hedeflemiş olabilir.

Yazının devamı...

İşadamına ‘Çadır’da iftar şoku

Bir Osmanlı geleneğini canlandırıp yeniden yaşatmak adına kurulan Ramazan çadırlarında bazı belediyeler 2 değil tam 3 kez kazançlı çıkmanın yolunu bulmuş belli ki...

Öyle bir sistem kurmuşlar ki; belediyeler için Ramazan ayı tam anlamıyla 11 ayın sultanı olmuş.

Bir işadamı dostumun samimi bir ortamda anlattığı başından geçen gerçek hikaye, bu Ramazan çadırlarını kuran belediyelerin bazılarında dönen tuhaflıkları da ortaya koyması açısından enteresan.

Müteahhitlik yapan işadamı belediyenin de adını verdi ancak ben bu işte sadece bazı uyanık belediye çalışanlarının olabileceğini, başkanı başta olmak üzere tüm belediyeyi suçlamanın haksızlık doğurabileceğini düşünerek isim vermeyeceğim.

‘Arkadaşımla karşılaştım’

Müteahhitlik yapan işadamının adını da gizli tutacağım. Ancak anlattıklarını aktarmak lazım:

“Asistanım Belediye’den olduklarını belirten 2 kişinin ziyaretime gelmek istediğini söyledi. Randevu verdim. Geldiler ve ilçede kurulan ramazan çadırının bir gününe sponsor olur musunuz dediler. Belediye ile 50 tane işim var. Zaten böyle taleplerde mecbursunuz kabul etmeye. Gelenler de biliyor bunu. 1.000 kişilik iftar yemeği için 15 bin TL talep ettiler. Tereddüt etmeden kabul ettim. Ellerindeki bir listeye bakarak ‘Şu tarihte çadırın sahibi sizsiniz, Allah razı olsun’ dediler ve gittiler.

Benim sponsor olduğum gün iftar saatinde kurulan çadırı ziyaret etmek istedim. Verilen yemeklerin kalitesini görmek istemiştim çünkü. Hayır duası alalım derken, orada orucunu açanların şikayetine maaruz kalmak istemedim. Çadıra gittiğimde benim gibi müteahhitlik yapan bir başka işadamını görmeyeyim mi? O da çadırın o günkü sponsoru olduğunu söylemez mi? Meğer aynı günü sadece bana angaje etmemişler. Kimbilir o akşam için iki kişi değil belki daha fazla da olabiliriz. Bizim birbirimizi görmemiz tamamen tesadüf oldu.”

Bedava reklam yapıyorlar

Belediyeler çadırı kurup fakir fukarayı doyurarak reklam yapıyorlar, bunu oya çevirmenin yolunu buluyorlar.

Üstelik bu hayır işini sponsorlara yükleyerek belediyenin kasasından 1 kuruş bile çıkartmadan bedavaya getiriyorlar, kendilerinin de bedava reklamını yapmış oluyorlar.

Böylece iki kere kazançlı çıkıyorlar.

Ancak bunu üçüncü bir yolla farklı bir kazanca dönüştürenler de var belli ki...

Aynı odayı 2 kişiye birden satan uyanık tur acentası gibi aynı günü farklı sponsorlara angaje ederek, ekstra gelir de elde edebiliyorlar.

Dediğim gibi bu örnek istisna mıdır, yoksa belediyelerin çoğunda bu tür uygulamalar oluyor mudur bilmiyorum.

Ne diyelim, herkesin ibadetten dindarlıktan anladığı kendine...

Allah kabul etsin...

Yazının devamı...

70 milyar dolarlık çelikten dev kale

İstanbul altın üssü olmak için kolları sıvadı. Yenibosna’da Kuyumcukent’in yanına kurulacak yeni Kıymetli Taşlar Piyasası’nın içine 1.600 ton altın saklama kapasiteli çelik kale yapılıyor

Türkiye altın sevdası yüzünden dünyanın en büyük altın ithalatçılarından biri. Türk insanının yastık altında ciddi bir altın rezervinin olduğu biliniyor. Tahminlere göre Türkiye’de yastık altında en az 5 bin ton altın var.

Türkiye bir tasarruf aracı olarak yastık altında tuttuğu altının ekonomik bir değer olduğunu geç de olsa farketti. Altının yastık altında atıl olarak kalmasındansa ekonomiye kazandırılması için bankalar liderliğinde bir hareket başladı. Altına faiz dönemi ile birlikte pek çok kişi altınını götürüp bankalara teslim etti.

Ancak Türkiye bununla da yetinmeyip kıymetli madenler ve kıymetli taşlar alanında büyük bir merkez olma yolunda da çok önemli adımlar atıyor.

Geçen hafta içinde Kuyumcukent Gayrimenkul Yatırım ve İnşaat Şirketi (KUYAŞ) ile Borsa İstanbul (BİST) arasında bir borsa binası yapımı için sessiz sedasız bir sözleşme imzalandı. Ancak bu bina öyle herhangi bir bina olmayacak. İçinde tam tamına 1.600 ton altın ve elmas gibi değerli madeni saklayacak bir merkez, daha doğrusu çelikten bir kale olacak.

Kale niye kuruluyor?

Şu an altının gramı 90 liradan işlem görüyor. 1.600 ton demek 144 milyar TL ya da 70 milyar doların üzerinde bir ekonomik büyüklüğü ifade edecek. Bir başka şekilde bakılacak olursa tüm Türkiye’de evlerde yastık altında ya da kadınların kollarını boyunlarını süsleyen altın miktarının üçte biri tek bir merkezde toplanmış olacak.

Önceki gün Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Turhan ile bir iftar yemeğinde buluştuk. Söz Kıymetli Madenler Borsası’na geldi. Aslında şu an İstanbul Karaköy’de halen faal olan bir piyasa var. Ancak fiziki kapasitesi çok düşük. Bu piyasanın yerini alması için Yenibosna’da inşa edilen yeni Borsa’da 1.600 tonluk saklama kapasitesi olacağını Turhan açıkladı.

Bu büyüklüğe ulaşınca, başta Ortadoğu olmak üzere bölgenin altın talebini karşılayacak, fiziki yakınlığı ile güvenlik sorunu aza inmiş bir merkez de oluşturulmuş olacak. Turhan, bu çelikten kale ile Merkez Bankası’nın başka ülkelerde tuttuğu rezervlerin bir bölümünü de Türkiye’ye çekmeyi hedeflediklerini söyledi. Halen Merkez Bankası’nın 20.6 milyar dolarlık altın rezervi bulunuyor. Yani Yenibosna’daki kapasitenin yüzde 30’dan fazlası sadece Merkez Bankası’nın rezervleri ile dolabilir.

Yeni salon için ihale

Her ne kadar Borsa’da işlemlerin yüzde 98’e yakını aracı kuruluş merkezlerinden ve uzaktan erişimle yapılsa da borsalar için seans salonu önemli bir vitrin. Wall Street’ten düşüşlerde de çıkışlarda da çok güzel insan kareleri çıkarken, BİST’in işlem salonundan böyle heyecanlı kareler yakalamak mümkün olmuyordu. Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından çizilen ve halen sır gibi saklanan yeni işlem salonu için artık geri sayım başlamış durumda. Turhan, salonun inşası için ihaleye çıkmaya hazırlandıklarını söyledi. Salonun çevreci özelliği ile de dikkati çekeceğini belirten Turhan artık BİST salonundan da tıpkı Wall Street gibi görüntü almanın mümkün olacağını, salonun İstanbul Finans Merkezi’nin de reklamını yapacağını belirtti.

Düşük komisyonla altınları çekeriz

İbrahim Turhan, Kuyumcukent’te kurulacak merkezi düşük işlem ve saklama ücreti ile cazip hale getireceklerini söyledi. Altını saklamanın yanısıra fiziki olarak teslim etmenin de büyük bir maliyet ve risk olduğunu belirten Turhan “Düşünün Karaköy’den kuyumcuların bulunduğu merkeze nakil bile zırhlı araçlarla yapılırken risk teşkil ediyor. Onlara yakın bir merkez riski azaltacak. Ayrıca bölgesel olarak düşününce de Türkiye özellikle Körfez bölgesine altın sevkiyatında, Avrupa’daki rakiplerinin önüne geçebilecek, riski düşüreceğiz” diye konuştu. Halen Karaköy’de faaliyet gösteren Kıymetli Madenler Borsası’nda işlem komisyonu on binde 1.5 olarak uygulanıyor. Saklama komisyonu ise onbinde 2. Kasa saklama komisyonu aylık onbinde 1 olarak uygulanıyor ve ilk 15 gün için ücret alınmıyor.

Hırsızlar soyabilir mi?

Bir merkezde 144 milyar TL ya da 70 milyar dolar büyüklüğünde altın toplanacak olması haliyle buranın güvenliği ile ilgili kaygıları ve “Hırsızlık mümkün olabilir mi?” sorularını da beraberinde getiriyor. Ocean’s 11 ya da devamı niteliğindeki 13 filmlerini izledikten sonra kasa hırsızlarının soyamayacağı bir yer ya da güvenlik tertibatı olamazmış gibi geliyor. Ancak Yenibosna’da kurulacak saklama merkezinde en son teknolojiler kullanılacak. Yangın ve bombaya karşı erimez çelikten kasalarda korunacak altına, üçüncü şahısların ulaşabilmesi imkansız olacak. Görevli personelin her birinde ayrı şifre ve ayrı anahtarlar olacak. Bir kişi eksik olursa altınların bulunduğu kozmik odalara ulaşmak mümkün olamayacak. Altınların bulunduğu çelik kafeslerin duvarlarının kalınlığı 1 metreyi geçecek.

Yazının devamı...

‘En az 1.5 puan’ mesajı gitti mi?

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı dün gece rahat uyuyabildi mi bilinmez ancak bugün kariyeri açısından çok ama çok zor bir gün olacağı kesin.

Hükümet’in ağır baskısı altında olan Merkez Bankası, bugün faiz politikasına yönelik kararını açıklayacak. Aslında mevcut şartlar kolay kolay bir faiz indirimine imkan vermediği halde, ekip olarak tam saha pres altında oldukları için mecburen faiz indirimine gidecekler.

Gidecekler de bunun ölçüsü ne olacak?

Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Merkez Bankası bağımsızlığını askeri vesayetle bir tutması akıl alacak gibi değil. Dün sabah Kurtulmuş’un sözlerini okuyanların gözleri faltaşı gibi açıldı, dolar da kendini 2.15 TL sınırında buldu.

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi bu tam saha prese “Faizi 29 Ocak öncesindeki seviyede görmek istiyoruz” diyerek destek verdi. Zeybekçi’nin temennisi yüzde 4.50’lik bir faizi ifade ediyor ki şu ortamda mümkün değil.

Bundan 2 hafta kadar önce de Başbakan’ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut “Merkez’in 1.5 puanlık indirim yapma imkanı varken sadece 0.50 puanlık indirim yaptı. Türkiye’ye son kararından bugüne en az 1 puanlık fazla yük yükledi” demişti.

Yüzde 8’e çeker mi?

MB Başkanı Erdem Başçı’nın Konya’dan verdiği ‘Ölçülü’ indirim mesajı ise en fazla 0.75 puanlık bir indirimi ifade ediyordu. Ölçülü indirimden anlaşılması gerekenin 0.25 ile 0.75 puan arasında bir seviye olduğunu üstüne basa basa vurgulamıştı.

Ancak dün Ankara’da enteresan bir telefon trafiği döndüğünden sözediliyor.

Bugün Merkez Bankası’nın faiz indirimini 0.75 puan olarak açıklaması halinde (Ki aslında MB’nin isteği 0.50 puan indirmek, enflasyondaki gelişmelere paralel Temmuz’da bir indirim daha yapmak) dahi Başbakan Erdoğan’ın tatmin olmayacağı mesajının MB’ye iletildiği konuşuluyor.

Hatta gönüllerden geçen rakam da deklare edilmiş durumda.

Bağımsızlığı sorgulanır

“FAİZİ 150 BAZ PUAN İNDİR. % 8’E ÇEK.

Yüzde 8, şu an gösterge olan 1 haftalık repo faizinde Hükümet’in görmek istediği rakam.

Anlaşılan Merkez’in faiz indiriminde piyasanın da önüne geçmesini istiyorlar.

Zaten faiz sebep, enflasyon sonuç! olduğu için bu normal bir talep...

Merkez’in tüm baskıya rağmen 1.5 puanlık indirime gideceğini sanmıyorum. Çılgınlık olur.

1 puanlık indirim dahi Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sorgulanmasına, kurlarda da dalgalanmaya neden olur.

Döviz piyasası da hisse senedi piyasası da dün kilitlenip kaldı, işlem hacmi yok denecek kadar düşüktü.

Zira kimse MB’nin pozisyonunu kestiremiyor. Doğru bildiğini mi yapacak isteneni mi yapacak?

Bugün hakikaten kritik bir gün.

Yazının devamı...

Hangisi sebep hangisi sonuç

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Faiz sebeptir, enflasyon sonuç” dediğinde tarih 27 Mayıs’tı. Pek çok ekonomist tam tersini öğrenmişti. Enflasyonun sebep, faizin sonuç olduğunu gösteren kanıtlanmış çalışmalar vardı ancak bunun tersini ortaya koyan bir ekonomi teoremi yoktu.

Erdem Başçı bu sözlere yanıt vermemişti. Bakanlar Kurulu’na yaptığı sunumda da çok net olarak üzerine basmamıştı.

Aradan 20 gün geçti.

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, bu tespite net cevabını bana göre ilk kez dün Konya’da verdi.

Şu sözler ilginç:

“Enflasyon görünümünün iyileştiğine ikna olursak PPK’da faiz indirimini değerlendiririz. Enflasyon görünümünde belirgin iyileşme sağlanana kadar para politikasında sıkı duruş sürecek”

Bu sözler “enflasyon sebeptir faiz ise sonuç”a gelir...

Yani Başbakan’ın söylediğinin tam tersine.

Bir parmak bal

Bu tespiti bir kenara koyup diğer önemli mesajın da altını çizmek gerekiyor.

Başçı’nın sebep sonuç ilişkisini değerlendirdikten sonra ölçülü bir faiz indirime açık kapı bıraktığını görmemiz lazım.

Fakat ölçülü indirimin alt ve üst sınırlarını çizmeyi ihmal etmedi:

“Ölçülü kelimesinden ne anlıyoruz diye geçmiş tecrübelerimize baktığımızda; şimdiye kadar ölçülü dedikten sonra aşağı yada yukarı yönlü 25-50 ya da 75 baz puanlık değişiklikler yaptığımızı görüyoruz. Ölçülü indirim dediğimiz zaman piyasa bunlardan birisini anlar. Bunun dışında ölçülü dedikten sonra şu ana kadar daha farklı bir değişiklik yaptığımız olmadı.”

Sunumun belki de en kritik ve piyasaların net mesaj aldığı satırlarıydı bunlar.

Doların tam da 2.14 TL’yi geçtiği dakikalarda gelen bu net mesajlar aşağı doğru bir salınım sağladı. Yoksa doların ateşi hızla çıkacak gibi görünüyordu.

Belli ki Merkez Bankası’nın bir sonraki PPK’da faizi bırakın 400 baz puan gibi çılgın bir şekilde indirmek, 100 baz puanlık bir indirim niyeti dahi yok.

Gönüller hoş olsun, dostlar faiz indirimi görsün denerek kuvvetle ihtimal yine 25, belki 50 baz puanlık bir indirime yeşil ışık yakabilir.

Ancak şu bir gerçek ki yakın coğrafyada tansiyon düşmeden bu ihtimal bile çok mümkün görünmüyor.

Hem zaten 25 ya da 50 baz puanlık indirim yapsa, daha çok fırça yiyeceğini de tahmin ediyordur.

Son 50 baz puanlık indirim yaptığında Başbakan’dan azarı işitmişti:

Hatırlayalım:

Yükseltirken 5 puan, indirirken 0.5 puan. Sen dalga mı geçiyorsun...

Yazının devamı...

Hiç şubesi yok ama 10 bin şubesi var

Fındıkzade’deki Bakkal Mürsel Amca bile şubesi gibi çalışıyor. Şubesi yok ama 10 bin noktada perakende bankacılık yapıyor. Aktif Bank, yenilikleriylele Türkiye ve dünyada merak uyandırıyor.

Biz ekonomi gazetecileri bir banka genel müdürü ile bir toplantıda buluştuğumuzda klasik, değişmeyen bazı sorularımız vardır. İşin kolayına kaçan bazı arkadaşlar da haberi yazarken başlığı, o sorunun yanıtından yola çıkarak verirler.



Soru şudur. Bu yıl kaç şube açacaksınız, kaç yeni istihdam yaratacaksınız?

Bankacılar da gelecek soruyu bildiğinden toplantıya hazırlanırken, sunumlarının başına şubeleşme ve istihdamdaki hedeflerini yerleştirirler.

Aktif Bank’ın genç genel müdürü Önder Halisdemir’den ‘Yeni jenerasyon bankacılık’ iş modeli hikayesini dinledikten sonra bir daha bankacılarla buluşmada ne bu soruyu sorarım ne de bu malzemeden başlık çıkarırım.

Şubeleşmek artık out

Teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki belli ki bundan sonra çok şubeli bankalar için hayat zor olacak. Hele hele faizde marjlar daralıyorsa, yani para alıp para satmak arasındaki kazanç azaldıysa, komisyonlar ve ücretler öne çıkacaksa operasyonel maliyetleri indirmek adına şubeler artık birer yük demektir. Yeni dönemde bankalar şube açmak yerine kapatıp farklı kanallara yönelecekler. Bu ne yazık ki bankacılık sektöründe çalışanlar için kötü haber ama gelecekte her sokakta bir banka şubesi anlayışı geçerliliğini koruyacak gibi görünmüyor.

Aktif Bank Genel Müdürü Halisdemir, bunu yıllar önce sezip pozisyonunu buna göre alan ve hiç şubesi olmayan bir bankayı sektör liginde 7 yılda çok acayip bir yere taşıyan bir yönetici.

Ne kira ne elektrik

“Bankada işim var, 1 saate dönerim” devri bitmiştir. Şişe su satmak için sadece ssatan bir dükkan açılır mı. Ben suyu nereye gitsem alırım. Bankacılık da böyle olacak. Mağaza içinde mağaza mantığı ile çalışacak” diyor.

“Çok şubeli bankalar en fazla 2 yıl içinde şubeleşmenin nasıl yanlış ve gereksiz bir şey olduğunu anlayacaklar. En çok şubesi olan bankanın 1.650’ye yakın şubesi var. Hepsi büyük maliyet. Ben ise ne elektrik ne kira ne eleman gideri olmaksızın 10 bin şubeye sahibim. Kimseye de yük değilim. Tam tersine çalıştığım kanallara para kazandırıyorum. İşin riski de bende. Onlarla sadece geliri paylaşıyorum” diye devam ediyor.

750 liraya kiralıyorlar

Önder Halisdemir, Aktif Bank’ta bunu uygulayıp 11.2 milyar liralık bir finansal büyüklüğe ulaşmanın verdiği rahatlık ve güven içinde. Aktif Bank’ın 2007’den bu yana gerçekleştirdiği performans onun sözlerine kulak vermek gerektiğini ortaya koyuyor: Öncelikle 3 bin noktada yer alan N Kolay’lardan söz etmek gerekli sanırım. Bu cihazları bakkallar, benzin istasyonları 750 liraya kiralıyorlar. Ayda da 25 lira kullanım ücreti veriyorlar.

Şubesiz yapının ilacı

Bu noktalardan fatura ödenebiliyor, cep telefonu kontörü yüklenebiliyor. Uçak, otobüs, konser hatta maç bileti bile satın alınabiliyor. “Ben Fındıkzade’de büyüdüm. Molla Gürani’de Bakkal Mürsel Amca’mız vardı. Bu N Kolay’ları biraz da onun için icat ettik. O da para kazanıyor ben de. Caddelerdeki yapıyı sokaklara taşıdık. Bakkallara itici güç verdik. Burada hem trafik yaratıyorlar hem de para kazanıyorlar. Benim gibi şubesiz yapılar için de ilaç oldu” diye konuşuyor.

Aktif Bank’ın şubeleri sadece Bakkal Mürsel Amca ya da Petrol Ofisi istasyonu değil. PTT şubeleri de aslında birer Aktif Bank şubesi. Ve daha da ilginci Doğtaş, Arçelik, İstikbal gibi markaların dağıtım kanalları da birer şube gibi çalışıyor kredi veriyor. Aktif Bank’a Avrupa’nın en yenilikçi dağıtım kanalı ödülünü getiren bu yapıyı da şöyle anlatıyor Önder Halisdemir:

“İlk emekli maaşı PTT’ye yatırılır. Sonra emekliler burada kredi ihtiyacını karşılayamadıkları için genellikle emekli maaşlarını bankalara taşırlar. Ben PTT’ye gittim ve ‘Ortak iş yapalım hem sen kazan hem ben kazanayım’ dedim. 2010 yılında başladık. ‘Bu işyerinde kredi verilir’ dedik. Bizden sonra 4 banka daha PTT ile benzer anlaşma yaptı. Beyaz eşya ve mobilya mağazaları da benim şubem. Ürün almaya gelen ve kredi isteyen için eleman çok basit 5 bilgi talep ediyor, bilgisayara giriyor. Ben ona saniyeler içinde kredi onayı gönderiyorum, ya da karşı teklifimi sunuyorum. Bu kanallar sayesinde yılda 2 milyar lira kredi dağıttık.”

Kârlılıkta 36’dan 9’unculuğa çıktı

Aktif Bank’ın şubesi olmadığı halde bireysel ihtiyaç kredisinde HSBC’nin ardından 13’üncü sıraya yükselmesi dağıtım kanallarının başarısını gösteriyor. Önder Halisdemir, “2 milyar değil 10 milyar lira da kredi verebilirdim. Sermaye yeterlilik rasyom ancak buna izin veriyor” diyor. Düşük sermayenin yarattığı sıkıntıyı varlığa dayalı menkul kıymet çıkararak aştığını da vurguluyor. “Kredi alacaklarını paketleyip VDMK olarak sigorta, emeklilik şirketlerine satıyorum. Böylece bilançoyu 2 hatta 2.5 kere kullanma imkanım oluyor” diyor. Aktif Bank şubesiz şubeleri sayesinde aktif kârlılıkta yüzde 2.18 ile dördüncü, özsermaye karlılığında yüzde 15.53 ile 9’uncu sıraya yerleşmiş vaziyette. Son 5 yılda kârını her yıl ortalama yüzde 50 artırma başarısı gösterdi. 2007’den bu yana tam 77 kat büyüdü. 2012’de dünyanın en yenilikçi bankası seçildi. Bakkal dahil 5 benzemezi yönetiyor. Şubesi yok ancak faaliyetinin yarısı perakende bankacılık bölümünden geliyor. ABD’de yayınlanan Financial Services Marketing kitabında case study olarak yer aldı.

Acayip bi banka anlayacağınız...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.