Şampiy10
Magazin
Gündem

Patlıcan yüzünden Foreks’çi bayıldı

Türkiye’de son dönemde yıldızı parlayan ve doktorundan, mühendisine hatta ev kadınlarına kadar her kesimden pek çok kişinin oynadığı ‘Foreks’ piyasasında tabir yerindeyse dün kanlar aktı.

Önceki gün yani Pazartesi günü foreks şirketlerinde pozisyon açanların ağırlıklı hesabı şuydu: TÜİK, Salı sabahı Ocak ayı enflasyonunu açıklayacak. Yıllık bazda enflasyonun 1 puandan fazla düştüğü görülecek ve Merkez Bankası Başkanı da kendini sözleriyle bağladığı için

4 Şubat’ta yani bugün kurulu olağanüstü toplayıp faizi 0.50 hatta 0.75 puan düşürecekti... Bu ortamda dolar daha da değerlenecek, o karışıklıkta 2.50 hatta belki 2.55 TL’yi görecekti. TÜİK enflasyon rakamını açıklayana kadar bu baz senaryonun gerçekleşme ihtimali çok yüksekti. Pozisyonlar açıldı, beklemeye geçildi.

Ancak o da ne?

Patlıcan liderliğinde tüm zerzevat enflasyondaki beklenen düşüşe direnmişti. Enflasyonda yıllık bazda düşüş istenen oranda çıkmadı. Yüzde 8.17’den yüzde 7.24’e geriledi. Merkez Bankası’nın toplantıyı 24 Şubat’a ötelediği açıklandı ve dolar da faiz artmayacak diye gevşedi.

Ancak ‘Foreksçi’nin evdeki hesabı çarşıya uymadı. Foreks şirketlerinde adeta yer yerinden oynadı. Pek çok kişinin parası sıfırlandı. Pozisyonunu korumak isteyenler ilave para yatırmak zorunda kaldı. Bu piyasa açıldı açılalı, dünkü kadar hareketli saatler hiç yaşanmamış bu kadar canlar yanmamıştı. Konuştuğum ‘Foreks’ şirketi yetkilileri ,“Dünden pek çok dramatik hikaye çıkabilir. Aile birlikleri bozulmuş, intiharın eşiğine gelmiş insanlar olabilir” diyerek çok kısa ama gayet net durumu özetlediler.

Nasıl sıfırlanılıyor?

Esas itibariyle ‘Foreks’, bir ülkenin para birimi karşılığında başka bir ülke parasının alımı ya da satımı olarak tanımlanıyor. Ancak son yıllarda geleneksel kullanımından farklı bir şekilde yatırım amaçlı ve kaldıraçlı döviz işlemleri tüm dünyaya yayılmış ve yatırımcılar tarafından büyük rağbet görmüş vaziyette. Foreks olarak adlandırılan işlemlerde yatırımcılara yatırdıkları teminatın belirli bir katına kadar işlem yapma olanağı veriliyor. Türkiye’de yatırımcılara 1’e 50 hatta 1’e 100’e kadar oran kullandırılıyor. Peki kaldıraç ne işe yarıyor? Diyelim ki 100 bin liranız var. Doların artacağını düşünürseniz normal şartlarda 100 bin liranız ile 2.43’lük dolardan ancak 41 bin 152 adet alabilirsiniz. Ancak ‘Foreks’ şirketleri yatırımcıya şöyle bir teklifte bulunuyor. Kaldıraçla ben senin 100 bin lirana 10 milyon lira gibi davranacağım. Sana 41 bin 152 değil kağıt üzerinde, bunun 100 katını yani 4 milyon 115 bin doları vereceğim. Kur dediğin gibi 2.50 olursa 100 bin liran, 102 bin 880 lira yerine 387 bin lira olacak.

Ama ya tersi olursa... Nitekim dün öyle oldu ve 2.43’lük dolar 2.40’a geldi. Yani aslında 100 bin lirası olan ama kağıt üzerinde 100 katı işlem yapan birinin parası eridi gitti. Hatta 24 bin lira da borçlandı.

Yazının devamı...

Bu vergilerle akıllanamayız

Dünyanın en pahalı benzinini kullanan Türkiye, vergi yüküyle cep telefonunu da pahalı alıyor. Telefon 1.900 lira ama buna bir de 920 lira vergi biniyor. Krizdeki Yunanistan’da bile telefon % 25 daha ucuz

Geçen hafta içinde Hürriyet’ten sevgili Sefer Levent 4G ihalesine yönelik iki güzel yazı kaleme aldı. 4G’de ihale süreci ile ilgili takvimin Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan tarafından önümüzdeki günlerde açıklanacağını, bu yıl bitmeden de ihalenin yapılacağını belirtiyordu yazısında. 3G’den sonra 4G, mobil internette hızı 10 kata yakın artıracak. Artıracak artırmasına da ‘akıllı telefon’ penetrasyonunu artıramadıktan sonra 4G’nin gelişi hayatımızı kökünden etkileyemeyecek.

Zira ağır vergi yükü yüzünden dünyanın en pahalı benzinini kullanan Türkiye ne yazık ki yine ağır vergiler yüzünden dünyanın en pahalı cep telefonunu da kullanmak zorunda kalıyor.

Her ne kadar fiyatı makul akıllı telefonlar çıksa da bu telefonların yüksek fiyatı cihazların yaygınlaşmasının önündeki en büyük engel. Türkiye malum cep telefonunu seviyor, ancak akıllı telefon penetrasyonu bir hayli düşük. 68 milyon mobil abone var ancak bunların sadece 13 milyonunda yani yüzde 19’unda akıllı bir cihaz var. Erkeklerin kullandığı telefonların yüzde 21’i akıllı iken, kadınlarda bu oran daha da düşüyor ve yüzde 17’yi ancak buluyor.

Yurtdışı niye cazip?

Cep telefonlarının yurt dışında Türkiye’den daha ucuza satıldığını hemen herkes bilir. Ancak son dönemde vergilere ek olarak döviz kurlarındaki dalgalanmanın ardından dünya çapındaki cep telefonu fiyatlarına göz atıp ülkemizdeki seviyeyle karşılaştırdığımızda çarpıcı bir gerçekle yüzleşiyoruz. Maalesef dünyada cep telefonuna en fazla parayı ödemek zorunda olan ülke durumundayız.

Benzin fiyatlarından alışık olduğumuz bu durum ne yazık ki eğitimden sağlığa, finanstan eğlenceye kadar hayatımızın her alanına girmiş olan mobil teknolojileri cebimize taşıyan akıllı telefonlar için de geçerli artık.

Bu fiyat farkı niye?

Şu anda ülkemizde yaklaşık 1.060 dolara (2.499 TL) satılan 16 GB’lık iPhone 6’nın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki satış fiyatı sadece 720 dolar. Başka bir deyişle iPhone’a bir Amerikalıya göre neredeyse %50 daha fazla para ödememiz gerekiyor. Aynı telefona Avustralya’da 792, Kanada’da 679, Japonya’da ise 634 dolara sahip olmak mümkün. Sizce dünyada ortalama 700-800 dolar seviyesinde satılan bir akıllı telefonun ülkemizde 1000 dolardan bile daha pahalıya satılmasının altında ne yatıyor? Elbette vergiler...

Türkiye’de 1060 dolar olan iPhone 6 fiyatı, uzun süredir ekonomik krizle boğuşan Yunanistan’da bile yaklaşık 800 dolar seviyesinde. Bunun sebebi, ülkede cep telefonlarına yalnızca %18’lik KDV uygulanıyor oluşu. Yani bizdeki %25’lik ÖTV, krizdeki komşuda bile yok.

Bir yandan Türkiye’deki tüm dersliklere birer dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı ve akıllı tahta koyarak eğitim sistemi alt yapımızı dünyadaki seviyeye taşımayı amaçlayan FATİH (Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) Projesi’ni alkışlarken diğer yandan bu seviyede yüksek vergiler koyarak vatandaşlarımıza bilgiye erişimde fırsat eşitliği sunan akıllı telefonlara sahip olmalarını ve mobil teknolojilerden faydalanmalarını zorlaştırmayı anlamak mümkün değil.

Umuyoruz ki akıllı telefonların birer temel ihtiyaç olarak kabul edildiği 21. yüzyılda, ülkemizde de bu bilinçten beslenen vergi indirimleri ve halkımızın son teknolojiye daha kolay erişebilmesini sağlayacak teşvikler içeren bir mobil teknoloji hareketi, 4G ihale süreci ile birlikte hayata geçirilir.

Radyo özelliği varsa TRT bile % 6 pay istiyor

Cep telefonlarının vergi yolculuğu Türkiye’ye girer girmez başlıyor ve telefonda radyo özelliği varsa TRT’ye ödenen %6’lık bandrol payı ile fiyat şişmeye başlıyor.

Satın almayı düşündüğünüz cihazda radyo özelliği yoksa da çok sevinmeyin, çünkü telefonun fiyatına sırasıyla %25’lik Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve bu verginin bindiği fiyat üzerinden %18’lik Katma Değer Vergisi (KDV) ekleniyor. 800 dolarlık bir telefona önce 200 dolar vergi geliyor ve fiyat 1.000 dolara çıkıyor. Sonra buna bir de 180 dolar KDV ekleniyor. 800 dolar çıplak fiyatı olan telefondaki vergi yükü 380 doları buluyor. Yani telefondaki vergi toplamı cep telefonunu çıplak fiyatının yüzde 47.5’i oluyor.

4 telefon getir New York uçuşun bedavaya gelsin

THY’nin internet sitesine girerseniz, önümüzdeki hafta New York uçuşlarında ekonomi sınıfı biletlerin gidiş dönüş 1.597 liradan başladığını görebilirsiniz. Promosyonlu daha ucuza bilet de bulabilirsiniz ama fırsatları takip etmeniz lazım. 1.597 TL, 2.42’lik kura göre yaklaşık 660 dolar yapar.

Türkiye’de vergilerle fiyatı şişen ve 1.060 dolara satılan 16 GB’lık iPhone 6’nın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki satış fiyatı 720 dolar. Aradaki fark 340 dolar. Yani New York’a gidip 4 tane iPhone 6 alsanız, sonra da Türkiye’de bunu (kolay elden çıkarabilmek amacıyla) Türkiye’deki normal piyasa fiyatının 175 dolar altına satsanız. Yani her bir telefondan çok değil 165 dolar bile kazansanız, 4 telefon satıp ABD’ye gidiş gelişinizi bedavaya getirebiliyorsunuz.

Aynı telefona Avustralya’da 792, Kanada’da 679, Japonya’da ise 634 dolara sahip olmanın mümkün olduğunu da unutmayın.

Yazının devamı...

Ay yürüyüşü ile elindeki hisseyi bedavaya getirdi

Migros, reklam spotunda iddia ettiği gibi size bize iyi gelecek mi bilinmez ama ana hissedarı BC Partners’a iyi gelmiş görünüyor. Anadolu Endüstri Holding’e yüzde 40.25 oranındaki hissesi satılan Migros’da BC Partners’ın hakimiyetindeki Moonlight’ın yaptığı yatırımın analizinden bu sonuç çıkıyor.

Moonlight, 2008 yılının Şubat ayında Koç Grubu’ndan yüzde 50.8 hisseyi 1 milyar 980 milyon TL’ye almıştı. O günkü dolar kuruna göre ödediği para yaklaşık 1.5 milyar dolara denk geliyordu. Ardından Borsa’da da 900 milyon dolarlık hisse daha alıp şirketin yüzde 98’ine sahip oldu. Toplamda 2.4 milyar dolar gibi bir para ödedi.

Bu cebinden çıkan paraydı. Şimdi girenlere bakalım. Migros’u satın aldıktan sonra Moonlight Perakendecilik’le birleştiren BC Partners, Migros’tan büyük bölümü 2009’da olmak üzere aşağı yukarı 2 milyar liraya yakın temettü geliri elde etti. Dolar kurunu ortalama 1.85 alırsak elde ettiği gelir 1.1 milyar dolara yakın oldu.

Borsa’dan önce hisse toplayan şirket, fiyatların yükseldiği bir dönemde 775 milyon liralık da hisse senedi satışı yaptı. Bu da 420 milyon dolarlık bir satış anlamına geliyor.

BC Partners hatırlanacağı üzere 2011 yılında Migros’un bir parçası olan Şok Mağazaları’nı Yıldız Holding’e satmıştı. 600 milyon liralık satış o tarihli kura göre yaklaşık 387 milyon dolar etmişti.

Gelir tarafını alt alta toplarsak yaklaşık 1 milyar 900 milyon dolar ediyor.

Gelelim son satışa.

Anadolu Endüstri Holding Migros’un yüzde 50’sine sahip MH Perakendecilik’e yüzde 80.5 oranında ortak oldu. Yani nette Migros’un yüzde 40.25’ini aldı. Satın alma işleminin 26 liralık hisse başına fiyat üzerinden gerçekleştiği duyuruldu. BC’nin elde ettiği gelir 800 milyon dolar oldu.

Bunu da ilave edersek BC Partners 2.4 milyar dolar gibi bir para koymuş karşılığında 2.7 milyar dolar geri almış görünüyor.

Ancak unutmayalım BC’nin elinde hala yüzde 40.25 oranında Migros hissesi var.

Migros’un şu anki piyasa değerine göre (1.740 milyon dolar) elindeki hisselerin parasal karşılığı yaklaşık 700 milyon dolar.

Özeti şu. Aradan geçen 7 yılda Migros’a yaklaşık 2.4 milyar dolar yatıran BC Partners karşılığında 3.4 milyar dolar elde etti. 7 yılda dolar bazında yüzde 41 kazanç.

Hiç fena değil. Basit olarak her yıl dolar bazında yüzde 6’ya yakın kazanç demektir.

Şu bir gerçek ki 2005 ile 2008 arasındaki dönemde varlık fiyatları çok daha farklıydı. 2009 krizi ile birlikte varlık fiyatlarında önemli düzeltmeler yaşandı fiyatlar geri geldi. Global krizin yanı sıra Türkiye de çok çalkantılı bir dönemden geçti.

Dünyada faizin de 2009’dan sonra sıfır düzeyine indiği gözönüne alınınca 7 yılda dolar bazında yüzde 41 prim çok ama çok iyi bir performans.

BC Partners Migros’a ilk kez adım attığında ve Koç’la pazarlık yaptığında aşağı yukarı 3 milyar dolarlık bir piyasa ederi baz alınmıştı. Bugün ise Migros’un 1 milyar 740 milyon dolarlık toplam piyasa değeri var.

Bu şu demek...

Migros’da küçük yatırımcı aradan geçen süre içinde kaybetti, ancak büyük ortak BC Partners koyduğu 2.4 milyar doları 3.4 milyar dolar yaptı.

Migros küçük yatırımcıya değil ama BC Partners’a iyi gelmiş belli ki...

Yazının devamı...

Maliye 100 bin eve neden giremiyor?

Maliye Bakanı vergi yüzsüzlerini açıklayınca bu kanayan yaraya parmak basma ihtiyacı duydum ister istemez. Konu bildik gibi görünüyor ancak rakamları konuşturunca gerçekten dehşet bir tablo çıkıyor karşımıza. İstanbul’un nüfusu katlanarak gittiği halde, Turgut Özal döneminden beri taksi plakası ruhsatları sabit kaldı. Kimse yeni ruhsat dağıtımına cesaret edemedi. Böyle olunca da taksi plakası fiyatı son olarak 1 milyon 600 bin lirayı gördü.

İstanbul’da tamı tamına 17 bin 392 adet taksi plakası vardır. Çarparsanız bu sayıyı şu anki plaka değeri ile 27 milyar 827 milyon liralık bir rant çıkar ortaya. Ortalama 278 bin lira değeri olan bir ev gibi düşünürseniz, 100 bin daireye denk gelir. Maliye bu yollarda giden 100 bin evden bir türlü vergi toplayamaz. Basit usulde vergilendirilen plaka sahiplerinin gayrimenkul sahipleri gibi rant vergisi ödeyeceklerine dair hazırlıklar basına yansıdı ancak sonuç alınamadı. Taksici camiasının siyasiler üzerinde öyle bir etkisi var ki, kimse onlara bulaşmaya cesaret edemiyor. Düşünün bir taksici günde ortalama 30 kişi ile muhatap olsa kelimenin tam anlamı ile ayaklı bir sosyal medya. Müşteriye hükümeti, iktidarı şikayet etse al başına bela... Siyasiler de bunu bilir ‘Taksici milletinin gönlünü hoş tutalım’ der. Küçük bir gerginlik olsa dönemin başbakanı bir taksi durağına gider çay içer gönül alır. Taksiciler de bu oyunu bilir, ona göre davranırlar.

Çarpıklık çok büyük

Taksi plakası sahibinin bir de taksisini kiraya vererek elde ettiği bir gelir vardır. 12 saatlik kiralamanın ederi 150 TL civarında. Yani 2 vardiyada plaka sahibi günde temiz 300 lira kira alır. 365 günde 110 bin lira para yapar. Bir plakanız değil de yıllık 110 bin lira kira geliri olan bir eviniz varsa 16 bin lira civarı vergi ödersiniz. Hele hele yılda 110 bin lira kazanan bir işçiyseniz ödeyeceğiniz vergi 40 bin lirayı geçer. Oysa taksici 2 bin 500 lira vergi öder. Aradaki bu adaletsizliği kaldırmaya da kimse cesaret edemez. Çünkü vergi oranları artsa plaka fiyatı düşer. 17 bin 392 taksi yetmiyor yeni ruhsat dağıtalım deseler yine plaka fiyatları düşer. Taksici milleti kızdırılmaya gelmez.

Güne 200 lira borçla başlamanın stresi

Taksici milleti derken kasteddiğim tam olarak plaka sahipleri. Bir de bu işin cefasını, çeken direksiyon başındaki kişiler var. Onların ise durumu çok vahim. Bir süre öncesine kadar araba kullanırken, trafik kuralı dinlemeyen, aralara dalan, emniyet şeridine giren, adeta bir ambulans ayrıcalığına sahipmiş gibi davranan taksicilere çok sinirleniyordum. Ancak artık sinirlenmiyorum. Sinirlenir gibi olduğumda şu aşağıda yazacağım gerçeği düşünüyorum, öfkem geçiyor: Bir taksici güne 200 lira borçla başlar. 150 lirayı plaka sahibine vermelidir. 50-60 liralık da yakıt harcar. 12 saatin sonunda 200 liranın üzerine 30-40 lira kalırsa, kazancı olur. Bu adam saate karşı yarışır. Önce plaka sahibinin sonra yakıtın parasını çıkarmalıdır. Streslidir. İş güvencesi yoktur. Plaka sahibi ‘150 lirayı 160 lira yaptım, işine gelmiyorsa bırak anahtarı git’ diyebilir. Ne ihbar ne tazminat hakkı vardır. İşte bu yüzden sinirlidir, gergindir. Oysa o, mahallesinde yaşlı teyzenin pazar torbasını taşıyan iyi kalpli adamdır. Ancak direksiyona geçince bu matematiksel gerçekler yüzünden başka bir kimliğe bürünür.

Yazının devamı...

Bütçede sıkıntı olur mu?

Biliyorum sıkıcı konu ama bütçenin analizini yapmakta fayda var. Zira sinyaller bütçede olası bir bozulmanın habercisi gibi duruyor. Hele hele 2015’de çok önemli, kritik bir seçim olacağını düşünürsek bütçenin analize ihtiyacı var gibi. Hükümet, hakkını vermek lazım bugüne kadar her seçimde, seçim ekonomisi uygulamayarak oldukça dirayetli durdu. Ben artan siyasi gerginlik ve 2015 ilk yarısında global ekonomide FED kaynaklı bozulma ihtimalinin etkisi ile bu kriterde 2015 seçimlerine özel ciddi esnemeler olabileceğini düşünüyorum. Sonuçta 2015 seçimlerinden sonra 4 yıl seçim yok ve mevcut Hükümet, milletvekili aritmetiğindeki pozisyonunu daha da kuvvetlendirmek için varını yoğunu ortaya koyacaktır. Yani bütçe hedefleri 2015’de riske girebilir.

Önce yiğidin hakkını verelim, bardağın dolu kısmına bakalım.

Bütçe açığı Ocak-Kasım döneminde 11.3 milyar lirada kaldı ve hala OVP hedefinin çok altında. Yılın tamamı için öngörülen açık 24.4 milyar TL idi. Yani 11 aylık açık hedefin yüzde 46’sına geliyor. Aralık aylarında kesenin ağzı biraz açılır. Dolayısıyla aralık ayında kota dolar ancak gerçekleşme öngörülerle uyumlu olur. Hatta OVP’deki hedeften daha iyi bir yerde de yıl bitirilebilir. Bu biraz da izlenecek stratejiye bağlı.

Gelirlerde daralma var

Gelelim bardağın boş kısmına.

Geçen yıl 11 ayda bütçe açığı 1.2 milyar liraydı. Bu yıl ki 11.3 milyar lira, oradan bakınca bir hayli yüksek.

Bütçede 11 ayda gelirler yüzde 8.4 artarken, giderler yüzde 11.2 artmış vaziyette. Vergi gelirlerinde daralma var. Giderlerde ise artış trendi sürüyor. Sadece kasım ayına bakacak olursak gelirler geçen yıla göre yüzde 6.2 artmış ve 39.2 milyar lirada kalmış. Buna karşılık giderler yüzde 16.8 artmış ve 35.6 milyar lira olarak gerçekleşmiş. Yani yıl ortalaması olan yüzde 8.4’ün altında kalan bir gelir artışı, yine yıl ortalaması yüzde 11.2 olan gider tarafındaki artışın üzerine çıkan bir gider artışı var Kasım’da. Vergi gelirlerindeki daralma ise reel olarak yüzde 1’in üzerinde.

Ekonomik büyümedeki yavaşlama, iç talepteki zayıflık devam ederse, vergi gelirlerindeki daralma da devam edecek demektir. Bu da bütçenin gelir kısmında sıkıntı yaratabilir.

2015 yılı için bütçe açığı hedefi OVP’de 21 milyar TL düzeyindeydi. Bu yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı iyimser duruyor. Hele hele FED olası faiz artışını yılın ikinci çeyreğini beklemeden ilk çeyrekte yaparsa işler ummadığımız ölçüde karışabilir.

Maliye’nin faiz dışı giderler kısmını nasıl terbiye edebileceğini bana kalırsa gevşemeden, şimdiden düşünmesi gerekiyor.

Yazının devamı...

Digiturk’ün sahibi Karamehmet değilmiş!

Digiturk’ün % 47 ile azınlık payına sahip olduğu sanılan ABD’li fon şirketi Providence, % 53 hissenin sahibi çıktı. Digiturk’te satış görüşmelerini de sanılanın aksine TMSF değil, Providence yürütüyor.

Alın size Mehmet Emin Karamehmet’in oluşturduğu bir tuhaf şirket yapısı ve içinden çıkılması zor yeni bir ilişkiler yumağı daha...

Turkcell’de meydana getirdiği tuhaf üçlü yapı ve puzzle gibi hissedarlık şekli yüzünden anlaşmazlık bir türlü giderilemezken Digiturk’te de benzer bir yapının olduğunu öğrendim.

TMSF’nin Karamehmet’e ait hisselere el koymasının ardından Digiturk’teki bu tuhaf yapı ortaya çıkarken, TMSF yönetimi şimdi sakin kalarak doğru strateji kurgulayarak ve kamu otoritesi gücünü kullanarak düğümü çözmeye çalışıyor.

Rehin hisse ile kredi

Şimdi olayın en başına gidelim. Karamehmet, Fintur ve Yapı Kredi Bankası’nın elinde bulunan Digiturk hisselerini alabilmek için 2005 yılının sonunda ABD’li fon şirketi Providence Equity ile el sıkıştı. ABD’li fon şirketinden 150 milyon dolar nakit alan Karamehmet, Digiturk hisselerini Yapı Kredi Bankası ve Fintur’dan geri aldı.

- Providence’e ise Digiturk’ün yüzde 47 hissesini verdi. Bu anlaşma kapsamında Digiturk’ün 250 milyon doları bulan banka ve piyasa borçları da ödendi. Yani toplamda Providence’ın Digiturk’e koyduğu tutar 240 milyon doları buldu.

- 2006 yılının başında şekillenen bu anlaşma ile Digiturk’ün yüzde 53’ü Karamehmet’e yüzde 46’sı Providence’a ait bir yapı ortaya çıktı.

- Ya da biz öyle biliyorduk. Zira aradan geçen yıllarda nakite sıkışan Karamehmet, Digiturk’te kendisine ait olan yüzde 53 hisseyi de yine Providence’a rehin verip para almış. İşte dengeler de bu alışveriş sonrası değişmiş.

- Belirlenen tarihte Karamehmet ödeme yapacakken denkleştirememiş ve para biraz eksik kalmış. Çare olarak da Digiturk’te rehin verdiği yüzde 53 hissesinin 47’sini geri alabilmiş. Yani kendisine ait yüzde 5’lik hisseyi Providence’da bırakmak zorunda kalmış.

- Tüm bu alışverişler de Türkiye’de kurulu Digiturk şirket hisselerinde değil, Digiturk’ün yüzde 100’üne sahip Hollanda’da kurulu şirketin hisseleri üzerinden yapılmış. Yani bu alışverişler doğal olarak TMSF’nin ve bizim gözümüzden kaçmış. (Turkcell için de Rus Alfa ile yine yurtdışında benzer yapıda bir şirket kurulmuştu)

- Digiturk meğer Türk değilmiş demem ondan. Şirketin yüzde 100’üne Hollanda’da kurulu bir şirket sahip. Mevcut durumda da hisselerin yüzde 53’ü Providence’da, yüzde 47’si de Karamehmet’in varlıklarına 5411 sayılı yasaya istinaden el koyan TMSF’de. Hatırlanacağı üzere Mayıs 2013’te TMSF alacaklarını tahsil edebilmek için Aks Televizyonculuk ve BMC’den sonra aralarında Digiturk’ün de bulunduğu Karamehmet’in ortağı olduğu 10 şirkete daha el koymuştu.

ABD’LİYE 670 MİLYON $’LIK GARANTİ KAZANÇ SÖZÜ VERMİŞ

Digiturk de el konulduktan sonra diğer şirketler gibi potansiyel alıcıların ilgisini çekmeye başladı. Hatta Doğan Grubu ve Türk Telekom gibi alıcılar ortaya çıktı. Doğan TV Holding’in yüzde 53 hisse için 742 milyon dolar, Türk Telekom’un ise 530 milyon dolarlık bağlayıcı olmayan teklifler sunduğu basına yansıdı. Ancak Providence her aşamada yüzde 53 hisseyi göstererek, “Bu şirketin çoğunluk hissedarı benim” dedi. Ve ekledi “Eğer bir satış olacaksa da bu görüşmeleri ben yürütürüm, şirketi ben satarım.” Yani aslında satış görüşmelerini Providence yürütüyor, TMSF nezaret ediyor.

Bu arada ortada ilginç ve işleri biraz içinden çıkılmaz hale sokan bir başka durum daha var. İşte yine ancak Mehmet Emin Karamehmet’in becerebileceği bir bomba ayrıntı daha: Karamehmet’in 2005 Aralık ayında Providence ile anlaşma yaparken gizli bir protokol imzaladığı ve büyük bir taahhütün altına girdiği anlaşıldı.

TMSF iş başında

Meğer Karamehmet, ABD’li fon’u “2011’e kadar yatırdığınız 240 milyon dolar en az 670 milyon dolar olur. Olmazsa bu parayı taahhüt ediyorum. Digiturk’ten bu parayı alırsınız” diyerek ikna etmiş.

ABD’li şirketin bir de böyle kapı gibi anlaşması var elinde.

Bu protokolü de gerekçe gösteren Providence, 2011’den bu yana geçen 3 yıla da faiz işleterek “Ben bu satışın sonunda en az 1 milyar doları cebime koymalıyım” demeye başladı. Ancak şirketin Maliye ile uzlaşamadığı bir vergi cezası var. Nihayetinde Digiturk’ün en büyük değeri de süper lig yayınları. Bu yayınların akıbeti de yine kamunun iki dudağının arasında... Yani 1 milyar dolar istedi ancak çok fazla da efelenemiyor. Zaten rakamı önce 800 milyona indirdi, bugünlerde ise 670 milyon dolara razı. TMSF nezaret ettiği bu satışta durumu iyi yönetiyor. Kamunun bu işten istediğini elde edebilmesi ve eli boş çıkmaması için kozlarını iyi oynuyor.

PARİS SAİNT GERMAİN’İN SAHİBİ KATARLILAR TALİP

Digiturk için görüşmeleri Providence yürütüyor, TMSF nezaret ediyor demiştik. Şimdi gelelim potansiyel alıcılara... Ne Doğan Grubu, ne de Türk Telekom potada değil. Şu an masada en ciddi alıcı olarak Katarlı bir grup oturuyor. Paris Saint Germain’i satın aldıktan sonra Zlatan İbrahimoviç, David Luiz, Cavani, Thiago Silva gibi ünlü futbolcuları transfer eden, hem Fransa Ligi’nde hem de Şampiyonlar Ligi’nde ses getiren işadamı Nasır El Halifi, Digiturk’ün de en büyük taliplisi.

Duyumlarıma göre, 1 milyar 350 milyon dolar teklif ettiler. Borçlar düşüldükten sonra 1 milyar 150 milyon dolar kalabilecek görünüyor. Bunun 670 milyon dolarını Providence alırsa, kalanı ile de vergi borçları ödenecek. TMSF bu ödemelerden sonra kendine kalacak payı da Karamehmet’ten kaynaklı kamu alacağının tahsilinde kullanabilmenin hesabını yapıyor.

Yazının devamı...

Ülker’den ilham aldı paradigmaları yıkacak

Koç Grubu’nun amiral gemisi Arçelik’in Güney Afrika’da satın aldığı Defy tesislerini birlikte gezdiğimiz Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile Hint Okyanusu kıyısındaki Durbin’de yediğimiz yemekte farklı konulardaki düşüncelerini de öğrenme şansı buluyoruz.

Bir Türk markasının çok uzak diyarlarda satın aldığı önemli bir markanın tesislerini gezmişiz ve haklı olarak da gururlanmışız. Hele hele Afrikalı siyah işçilerin Türkiyeli yeni yatırımcılarını tam bir beyaz olarak görmemesi ve “Siz bizden her şeyimizi almaya gelmemişsiniz” diyerek son derece sempatik bir şekilde karşılaması da bizi ayrıca mutlu ediyor.

Koç Grubu buradaki yatırıma 400 milyon dolara yakın para koydu. İlave üretim bantları ile yatırım tutarı belli ki daha da artacak. Yemekte konu Türk yatırımcıların global ölçekteki operasyonlarına geliyor. Yıldız Holding’in İngiliz bisküvi devi United Biscuits’i 3.3 milyar dolara satın aldığı operasyon akıllarımızda henüz çok taze.

Belli ki Mustafa Koç da bu operasyondan çok etkilenmiş. Murat Ülker’e özel bir mektup yazdığını, kendisini tebrik ettiğini belirtiyor. “Ülker nokta bir atış yaptı” derken bu operasyonun kendilerinde de bazı değişimleri tetikleyeceğini şu sözlerle vurguluyor:

“Ülker’in yaptığı iş muazzam bir iş. Yurt dışı ile bu kadar ilintiliyiz her şeyi takip ediyoruz açıkçası bu satın alınan bisküvi firmasının bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum. Bizim de açıkcası bu tip girişimlere açık olmamız lazım. Paradigmaları değiştirmek açısından bu konuda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ana işlerimiz dışında başka fırsatlara başka iş dallarına da odaklanmalı, bu yaklaşımlara açık olmalıyız. Çıtayı daha yüksek bir yere koymalıyız.”

GLOBAL OLMALIYIZ

Mustafa Koç yakın gelecekte bu tür alımların gerçekleşmesi halinde Koç Topluluğu’nun cirosunun büyük bir bölümünü Türkiye dışındaki operasyonlarından sağlayacağı bir yapıya da kavuşabileceğini belirtti. Koç, “Otomotivde biliyorsunuz çok ciddi bir yatırım açıkladık. Tüpraş yine Türk sanayiisinin en büyük yatırımını gerçekleştiriyor. Ancak biraz daha ağırlığımızı bundan sonra global şirket olmak yönünde dışarıya doğru kaydıracağız” diye konuştu.

HAZİRAN SEÇİMLERİNDEN SONRA İSTİKRARLI DÖNEME GİRECEĞİZ

Mustafa Koç mevcut siyasi ortam ve genel ekonomi ile ilgili gelen sorulara da yanıt verdi. Önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerim ekonomiyi nasıl etkileyeceğine dair soruyu şöyle yanıtladı:

“Bardağın dolu tarafına bakacak olursak bu kadar çalkantılı bir dönemden sonra bile ekonomide çok fazla kesintiye uğramadık. İki tane seçim atlattık. 2015 yaz ayında yapılacak genel seçimden sonra Türkiye’de en az 4 yıl bir daha seçim olmayacak. O bakımdan daha istikrarlı bir döneme gireceğimize inanıyorum.“

Kutuplaşmayı hâlâ bir tehdit olarak gördüklerini kaydeden Koç, “Bu çok mahsurlu. Memleket iyi kötü gidiyor. Dünyaya ve etrafımıza baktığımız zaman yüzde 3.5-4 büyüme gıpta edilecek bir büyüme. Bence artık önümüze bakıp işlerimize odaklanıp hayatımızı idame ettirme zamanı diye düşünüyorum” dedi.

Koç cari açık belası ile başedebilmek için bir genel seferberlik gerektiğini yoksa işin içinden çıkılamayacağını da vurguladı. İşsizliğin bir tehdit olduğunu söyleyen Koç, “Bu sosyal açıdan bir tehdit. Ancak bir diğer taraftan baktığınızda fabrikalara formen bulamıyorsunuz. Enteresan bir çelişki var” diye konuştu.

EV SAHİBİYDİK

Koç’a son TÜSİAD toplantısına katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın patronları azarlar gibi konuşma tarzı hatırlatıldı. TÜSİAD üyelerinin tüm konuşmayı sessizce dinlemesinin daha sonra epey eleştiri aldığı belirtildi. Koç “Orada herhangi bir şey söylemek doğru olmazdı. Ev sahibi olarak herkes de öyle yaptı. Kendisi beyaz sayfa açmamız lazım dedi. Yeni bir Türkiye diye de saptama yaptı. Dolayısıyla bu kutuplaşma kimseye bir şey getirmiyor” yorumunu yaptı.

BİR GÖMLEĞİMİZ KALDI

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen ve bir konferansa katılan Fransız ekonomist Thomas Piketty, enflasyonun toplumda eşitsizliği artırdığını bu yüzden servet vergisi alınması gerektiğini belirtmişti. Koç’a servet vergisi ile ilgili düşüncesi soruldu:

“Daha ne vereceğiz. Bir gömleğimiz kaldı. Önce hele bir kayıtsız ekonomi kayıt altına alınsın. İşler düzelmiyorsa sonra bunu tekrar konuşmak lazım.”

FUTBOLDAN ARTIK HİCAP DUYUYORUM

Mustafa Koç babası Beşiktaşlı Rahmi Koç’un aksine iyi bir Fenerbahçelidir. Ali Koç’un Fenerbahçe sevgisini ise belirtmeye gerek yok. Ancak Türk futbolunda son dönemde yaşanan gelişmeler iyi bir Fenerbahçeli olan Mustafa Koç’u da soğutmuş durumda. Bu duygu değişimini şu sözlerle aktardı: “Futboldan hicap duyuyorum. Artık daha ötesi yok. Bence şu anda geldiğimiz nokta düşündürücü ve üzücü. Şöyle söyleyeyim ben 2-3 yıl hatta 3-4 yıl evveline kadar maçlara giderdim. 2 kızım da koyu Fenerbahçelidir. Formaları giyip hafta sonu maça giderdik. Onun bir ritüeli vardı. Önce Kalamış Marina’ya gidilir, yemek yenir oradan maça geçilir. Şimdi kızlarım maça gitmiyor. Onları bıraktım, ben bile televizyonu açmıyorum maalesef.” ‘Ali Koç da mı böyle düşünüyor’ diye sorduk. “Onu kendisine sorun ancak onun da düşüncelerinin çok farklı olduğunu düşünmüyorum” dedi.

Yazının devamı...

Koç, Zulu savaşçılarıyla Afrika’ya meydan okudu

Güney Afrikalı beyaz eşya üreticisi Defy’ı aldıktan sonra Arçelik, konsolide cirosu içinde Afrika’nın payını yüzde 3’lerden yüzde 13’lere taşıdı. Yüzde 40’lık ciroyu da Avrupa’dan sağlayan Koç’un amiral gemisi Arçelik’in gözü şimdi Güneydoğu Asya’da

Yıl 2008. Arçelik’in Beko markası ile giderek güçlendiği Avrupa pazarlarında global krizle birlikte durgunluk hakim olmaya başlar. Mustafa Koç, pazar çeşitlendirmesinin önemli olduğuna vurgu yapar ve global oyuncu olmak isteyen Arçelik Grubu yeni arayışlara girer.

Koç Grubu Dayanıklı Tüketim Grubu Başkanı ve Arçelik Genel Müdürü Levent Çakıroğlu, Güney Afrika’daki satın alma fırsatına dikkat çeker. Kurmaylar değerlendirir ve Güney Afrika’nın en büyük beyaz eşya üreticisi Defy, 324 milyon dolara Franke’den satın alınır.

Satın alma işleminden 3 yıl sonra Güney Afrika’daki Defy fabrikalarının kapılarını Türk gazetecilere ilk kez açan, bu arada East London eyaletinde gardırop tipi buzdolabı üretecek hattı da hizmete alan Koç Grubu’nun Başkanı Mustafa Koç, bu satın almanın nasıl pozitif sonuçlar doğurduğunu son verilerle birlikte paylaştı. Artık global bir oyuncu olan Arçelik’te Türkiye satışlarının konsolide cirodaki payı yüzde 38’e gerilerken, Avrupa yüzde 40, Afrika ise yüzde 13’lük paya ulaşmış durumda.

Geleceği satın aldık

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, “Biz burayı 324 milyon dolara aldık içine de 56 milyon dolar daha harcadık. Bu yatırım Türkiye’den Afrika kıtasına gerçekleşen en büyük yatırımı ifade ediyor. Marka çok güçlüydü. Her araştırmada Afrika’da bir numara çıkıyordu. Yeni hatlara yatırım yaptık. Üretim teknolojimizi buraya transfer ettik ve ürün gamında olmayan, örneğin küçük ev aletleri gibi ürünleri de dahil ettik. Performans beklediğimizden de iyi oldu. Şimdi hem Güney Afrika pazarında hem de sahra altı tüm Afrika ülkelerinde büyük bir hızla yayılıyoruz” diye konuştu.

Koç, satın almadan sonra diğer Afrika ülkelerine yapılan ihracatın yüzde 60 arttığını, yine 3 yıllık dönemde Defy’ın Güney Afrika satışlarını da yüzde 40 artırma başarısı gösterdiklerini ifade etti.

Koç, Defy ile birlikte Afrika’nın 39 ülkesine yayılabildiklerine de işaret etti ve “Topluluğumuzun global büyüme stratejisine en büyük ivmeyi kazandıran şirketi kuşkusuz Arçelik. Arçelik’in yaptığı yatırımlar ile gerçek bir küresel oyuncu olduk” diye konuştu.

Uzak ara birinciyiz

Arçelik Genel Müdürü Levent Çakıroğlu da sadece Güney Afrika’da değil, sahra altı Afrika’da da çok bakir, potansiyeli yüksek bir pazar olduğunu söyledi. Çakıroğlu “Biraz zaruriyetten ancak tam zamanında bir satın alma yaptık. Bu pazarda yüzde 36 pazar payımız var ve uzak ara birinci durumdayız. Bizden sonra pazarın ikinci oyuncusunun pazar payı yüzde 16. Yani 20 puan fark var. Güney Afrika’nın lider markası Defy, Afrika’daki büyüme stratejimizi destekleyen çok güçlü bir platform” dedi.

Çakıroğlu, istikrarlı büyüme performansı ile dünya beyaz eşya pazarının yarısına denk gelen Avrupa-Ortadoğu ve Afrika bölgesini içine alan EMEA pazarının ikinci büyük beyaz eşya şirketi konumuna yükseldiklerine de dikkat çekti.

Yeni yatırım hedefi Güneydoğu Asya

Global oyuncu Arçelik Afrika’dan sonra gözünü Güneydoğu Asya’ya dikti. 2015 yılında bir sürpriz yapabileceklerini kaydeden Mustafa Koç, “Biz her zaman yapabileceğimizin maksimumunu yapmaya çalışan bir takımız. EMEA dışında bir diğer büyük pazar Asya. Çin’in dışında Endonezya, Malezya, Tayland, Vietnam, Filipinler gibi ülkeler de çok hızlı büyüyor. Çin başlı başına bir pazar ancak bizim açımızdan daha büyük fırsatlar gördüğümüz Güneydoğu Asya pazarında potansiyeli değerlendirmek istiyoruz“ diye konuştu.

Mustafa Koç, satın aldıkları markaların üzerindeki tozu aldıklarına dikkat çekerken örnek olarak Alman Grundig’i verdi ve satın alma sonrası bazı analistlerin, “İki kere iflas etmiş bu tozlu markayı nasıl hayata geçireceksiniz” diye alaycı bir yaklaşımda bulunduklarını hatırlattı.

Tozlu marka parladı

Mustafa Koç, “Ancak bu marka yeniden canlandı. Grundig televizyonda üçüncü marka haline geldi. İskandinav ülkelerinde de çok hızlı bir büyüme temposu yakaladı” diye konuştu.

Gardırop soğutucular Beko ile Avrupa’da

Defy’ın Güney Afrika’daki tesislerinin kapıları Türk basınına ilk kez açılırken seyahat kapsamında Ezakheni’deki soğutucu cihazlar ile Jacobs’taki pişirici cihazlar ve çamaşır kurutma makinesi işletmeleri ziyaret edildi. Bu arada dün de Defy’ın East London’daki fabrikasında 100 cm eninde gardırop tipi buzdolaplarını üreten hattın resmi açılışı gerçekleşti. Dünyada ilk kez bu ene sahip buzdolapları Afrika’da Defy tarafından üretilirken, ürünler Beko markası ile Avrupalı tüketicilerin de beğenisine sunulacak. 2 milyonu aşkın üretim

kapasitesi olan Defy’ın G. Afrika’daki 3 üretim tesisine paralel olarak 8 de satış birimi bulunuyor. Ayrıca bu yapıya ek olarak Botsvana, Namibya, Upington, Swaziland ve Mpumalanga’da da satış temsilcilikleri var. Defy ürünlerini; aralarında Nijerya, Zambia, Mozambik, Zimbabwe ve Tanzanya gibi ülkelerin bulunduğu Afrika pazarlarına ihraç eden Arçelik daha üst segmentte bulunan Beko markalı ürünleri de satıyor ve bu marka ile de kuvvetli bir büyüme gerçekleştiriyor. Bu arada güneş enerjisiyle çalışan derin dondurucular da basın ziyareti sırasında ilk kez tanıtıldı. Bu ürünlerin özellikle elektriğe ulaşmakta büyük sıkıntı çeken Afrika pazarında önemli bir satış gücüne ulaşması bekleniyor. Güneş panellerinden aldığı güçle soğutan ürünlerin diğer pazarlarda tekne sahipleri tarafından da ilgi görmesi muhtemel görünüyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.