Şampiy10
Magazin
Gündem

Türk müşteriler Ray-Ban web sayfasında 5’inci

Andrea Bortolamiol 3 ay önce Türkiye “Luxottica Grup” un Direktörü olarak İstanbul’a geldi. Luxottica Group, 25 markası ile Türkiye’deki gözlük vitrinlerinin hemen hemen hepsinde yer buluyor.

Ray-Ban, Vogue, Persol, Versace, Moschino, Channel, Arnette, Bvlgari, Genny, Salvatore Ferragamo, Byblos gibi markalar Luxottica Group’un çatısı altında toplanmış durumda.

Bu Bortolamiol’un ilk Türkiye’ye gelişi. Türkiye görevi kendisine verildiğinde internette araştırma yaptıktan sonra “güzel ve farklı bir ülkeye gidiyorum” diye düşünmüş. “Bir İtalyan olarak Türkiye’de asla yabancılık çekmedim” diyen Bortolamiol Luxottica Grup bünyesinde bulunan 26 markanın 18’inin Türkiye pazarında olduğunu anlatıyor.

Dünyada hangi gözlük modaysa bir ay içinde Türkiye’de de o gözlüklükler moda oluyor. Bunu Bortolamiol de doğruluyor: “Türk insanı gözlük seçerken stil, marka ve rengine göre seçim yapıyor. Akdeniz insanı olmasından dolayı Türkler meraklı ve yeniliklere açık, trendleri takip eden, kendi ayağına gelmeden bilgiye ulaşmak isteyen bir yapıya sahip”

“Ayağına gelmeden bilgiye ulaşmak” deyince doğrusu şaşırıyorum. “Araştırmacı ve yaratıcı kimlikler” denildiğinde Türk insanı pek akla gelmez.

Ama iş alışveriş konusuna gelince iş değişiyormuş.

Türkiye, Luxottica sitesini ziyaret eden ülke sıralamasında dünyada sekizinciymiş. Ray-Ban’ın web sayfasında ise beşinci sıradaymışız.

Bortolamiol’un deyimiyle bu “Türklerin alışveriş konusunda hayli hevesli olduğunun bir göstergesi.”

Türkiye’de tezgâhlarda adım başı ünlü markaların taklidi gözlükleri görünce ne düşündüğünü soruyorum, gerçi aynı durum İtalya için de geçerli.

Bortolamiol de bu durumu garipsemediğini anlatıyor: “Ray-Ban, Vogue yada Channel müşterisi ne istediğini bildiği için mağazadan orijinalini almayı tercih ediyor. Dünyanın birçok ülkesinde taklit ürünler var”

Türkiye’de en çok satan marka Ray-Ban’miş. Dünyada da böyle.

Bortolamiol Türkiye’de özellikle Marmara ve Ege Bölgesi’ndeki her gözlükçüde markalarının satıldığını anlatırken, hedeflerinin kısa süre içinde satış noktalarını da artırmak olduğunu söylüyor.


TÜSİAD gerilen AB ilişkilerini yumuşatacak
Bir süredir gerek Türkiye’de AB hakkında, gerek Avrupa’da Türkiye hakkında olumsuz bir eğilim var. Eurobarometre’nin Türkiye’deki son araştırmasında Türkiye’nin AB üyeliğine istek ve inancında ciddi bir gerileme olduğu ortaya çıktı.

Türkiye de son günlerde AB’de 301’inci maddeden kaynaklanan davalarla gündeme geliyordu. Türkiye’nin limanlarını Güney Kıbrıs’a açmayacağını açıklaması da AB ile müzareke sürecinde soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. Hatta müzakerelerin belirli başlıklarda dondurulması veya müzakerelerin askıya alınması bile gündemde.

Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin açılmasının yıldönümü 3-5 Ekim tarihleri öncesinde gerilen ortamda esen sert rüzgârları yumuşatma görevi de TÜSİAD’a düştü gibi görünüyor.

AB kamuoyunun Türkiye hakkında doğru bilgilendirilmesi için çalışmalar sürdüren TÜSİAD Brüksel, Paris ve Berlin’de düzenleyeceği Türkiye Haftası etkinliklerinde siyasetçileri, iş dünyası temsilcilerini ve sanatçıları buluşturacak.

Yazının devamı...

Mersin’den Avrupa Festivali çıkar mı?

Bir Anadolu kentinde klasik müzik festivali tutar mı? Bundan 5 yıl önce yola çıktıklarında herkes “bir iki yıl sürer, sonrası gelmez” diyordu.

Bu yıl Mersin Müzik Festivali’nin 5’incisi düzenleniyor.

İstanbul ve Ankara’daki müzik festivallerinden sonra en kapsamlı müzik festivali 5 yıldır Mersin’de yapılıyor.

Festival komitesinin koordinatörü Tülay Bardakçıoğlu ve besteci Nevit Kodallı 22 Eylül’de başlayacak festival öncesinde İstanbul’daydı.

Uçaktan inip ayaklarının tozuyla Papermoon’a geldiler, sohbet ettik.

Nevit Kodallı 81’lik bir delikanlı. Mütevazı besteci, uzun yıllar ayrı kaldığı doğduğu kent Mersin’e 10 yıl önce dönmüş.

Uluslararası boyuttaki festivalde her yıl Mersinli değerler de öne çıkarılıyor. Nevit Kodallı’nın bir eseri seslendiriliyor.

Peki Mersin’de klasik müzik dinleyicisi var mı?..

Nevit Kodallı, “1946’da Mersin’de opera vardı” yanıtını veriyor.

Tülay Bardakçıoğlu ise Mersin’le ilgili önyargılı davranıldığını düşünüyor.

“Göç alan ama göç vermeyen bir kent Mersin. Ne yazık ki şiddet olaylarıyla anılır hale geldi, oysa Mersin’in bir başka yönü de var. Kültüre, sanata, tarihe değer veren bir kent Mersin. Ayrıca çok barışçıl” diyor.

Laik mezarlık
Nevit Kodallı’dan öğrendim; Türkiye’de Hıristiyan ve Müslümanların birarada oldukları tek mezarlık Mersin’deymiş. Halen de Hristiyanlar ve Müslümanlar aynı mezarlığa defnediliyor. Bardakçıoğlu’nun tanımlamasıyla Mersin aynı zamanda çok hoşgörülü bir kent. Ankara ve İstanbul Müzik Festivalleri Avrupa Festivaller Birliği üyesi. Bu yıl Mersin’deki festivali izlemeye Avrupa Festivaller Birliği Yönetim Kurulu’ndan Hugo de Greef gelecek. Tülay Bardakçıoğlu, Avrupa Festivaller Birliği’ne üye olmak için Mersin’in de sırada olduğunu anlatıyor.


“Aksak” piyano için dünyanın en iyi ustası
Mersin Festivali’nin ardında gönüllülerin yürüttüğü inanılmaz çalışma var. Örnek mi? Mersin Konservatuvarı’nda uzun yıllar unutulmuş bir piyano varmış. Bir ayağı “aksak” olduğundan dengesini sağlamak için piyanonun ayağı yıllarca bir çiçek sandığına oturtulmuş. Tülay Bardakçıoğlu bu piyano için dünyanın en iyi piyano ustası Japon Kazoto Hayashida’nın Mersin’e davet edildiğini anlattı. Bay Kazoto ve eşi geçtiğimiz yaz Mersin’e gelip günlerce uğraşarak piyanoyu tamir etmiş. Bay Kazoto, “Bu piyano yıllarca hiç okşanmamış, sevilmemiş, biz ona yeniden sevgi gösterdik” demiş ayrılırken.


İşadamı Yücel Çelik’ten festivale bireysel destek
Tülay Bardakçıoğlu Festival için 600-700 bin YTL harcandığını söylüyor. Sponsorlar mı? ÇİMSA, OPET, SODA Sanayi, Paşabahçe gibi sponsorlar arasında bireysel katkısıyla dikkat çeken isim Mersinli iş adamı Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkan Vekili Yücel Çelik.

Yazının devamı...

‘Hakia’ Google’a alternatif olur mu?

ABD’de yaşayan Türk nükleer fizikçi Dr. Rıza Can Berkan bundan iki yıl önce hakia.com adlı arama motoru kurdu. Yıllarca internet üzerindeki “arama” sistemleri üzerine çalışan Dr. Rıza Can Berkan’ın “hakia”sı diğer arama motorlarından farklı bir alt yapıya sahip. Hakia bir arama motoru.

Turkcell’in fikir babalarından Murat Vargı da bu projeye 5 milyon dolar yatırdı. Hakia’nın lansmanı Kasım ayında ABD’de yapılacak. Türkler ve ABD’lilerin birlikte çalıştıkları Hakia, İstanbul’da da ofis kurdu. Hakia şimdilik İngilizce, bir süre sonra diğer dillerde ve Türkçe de olacak.

Hakia’nın Genel Müdürü Dr. Rıza Can Berkan’ın müdür yardımcısı da 33 yaşındaki Melek Pulatkonak. Pulatkonak genç yaşında iyi kariyer yapmış bir finansçı. New York Borsası’nda çalıştıktan sonra 27 yaşında İMKB Başkanı Osman Birsen’in danışmanı olan Melek Pulatkonak, son zamanlarda tüm enerjisini Hakia’ya veriyor.

Pulatkonak’la dün sabah Bebek’te buluştuk, sohbet ettik. Herkesin aklına gelen ilk soruyu sorarak başladım ben de:

* Google’dan ne farkınız olacak?
Bizim indeksimiz farklı yapılandırıldı. Çok sık kullanığımız arama motorlarında şöyle yapıyoruz: Örneğin “meme kanseri” diye giriyorsunuz, bildiğiniz tüm arama motorlarında kocaman balon karşınıza çıkıyor. İçinde her şey var. Oysa Hakia’da farklı alternatifler anında çıkıyor karşınıza, sorduğunuz kavramı anlamak için direkt soru sorabiliyorsunuz, yani artı işaretlerine ya da tırnaklara gerek yok. Alt yapı kavram analizi yapıyor. Meme kanseri dediğinizde farklı galeriler karşınıza çıkacak. Çok aranan kelimeler için çıkış noktası sunuyor galeriler. Örneğin, “meme kanseri olmuş ünlüler kimlerdir?” diye direkt sorabiliyorsunuz. “Diyabet hastasıyım, meme kanseri oldum, tedavim nasıl olacak?” sorusunu da sorabiliyorsunuz. Bildiğimiz arama motorlarında bu cümleyi yazdığınızda milyonlarca döküman bulursunuz, çünkü diyabet ve meme kanseriyle ilgili her şey çıkar. Bu soruyu Hakia’da sorduğunuzda direkt tedaviler karşınıza çıkıyor. Fosforluyla çizili olarak sizin yanıtınız olan cümle gösteriliyor.

Başka bir örnek vereyim.

“Baş ağrısına hangi ilaç iyi gelir?” sorusunu sordunuz, sistem migren ve başağrısını ayırıyor. Örneğin yanıt olarak “aspirin iyi gelir” diyebiliyor.

Başka teknolojiler kavram analizi yapamıyor. Hakia bunu yapıyor.

* Bunu nasıl yapıyor? Neredeyse mikrofon olsa karşılıklı konuşacağız diye geçiriyorum içimden.
Pulatkonak aklımdaki soruyu okuyor gibi, “İleride bu tür sorular sorulacak ve bilgisayar yanıt verecek, son gelişmeler bu yönde” diyor.

Hedef ilk üç

Hakia’nın kavram analizi sistemini ontolojik semantik teorisinin fikir babası kabul edilen Purdue Üniversitesi Profesörü Victor Raskin tasarlamış. Prof. Haskin de Hakia’nın kadrosunda.

Hakia’nın hedefi tam olarak faaliyete geçtikten sonra en çok tıklanan ilk üç arama moturundan biri olmak. Hakia şu anda İngilizce olarak kullanıma açık ama henüz ancak evriminin yüzde 40’ını geliştirdi.

Hakia’nın tam olarak devreye girmesiyle internet kullanıcıları farklı bir arama deneyimi yaşayacak gibi görünüyor.

Yazının devamı...

KOBİ’lerde İngilizce seferberliği

Ostim Organize Sanayi Bölgesi Ankara’nın dev KOBİ merkezi. Tam 5 bin KOBİ aynı çatı altında. Bu KOBİ’lerde 50 bin çalışan var. KOBİ’lerin temel amacı sanayicilerin katma değeri yüksek ürünler üreterek uluslararası rekabete çıkmalarını sağlamak. KOBİ’lerin uluslararası rekabet etme gücünü bulması için olmazsa olmazlarının başında da İngilizce ve internet geliyor.

Şimdilerde Ostim’deki KOBİ’ler alt yapılarını değiştiriyor, bilgisayara geçiyorlar ve çalışanların İngilizce öğrenmesi için seferberlik ilan edilmiş durumda.

2006’nın başından beri bölgesel Ostim markasını şekillendirmeye çalışan, sanayiciler gelecek çizme konusunda motivasyonu yüksek olan Ostim’de dün Wall Street Institute bir merkez açtı. Bu fikir Ostim Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Aydın’a ait.

İlk önce kendi öğrendi
Orhan Aydın yaşını başını almış bir işadamı olarak yıllarca İngilizce bilmemenin yükünü omuzlarında taşıdıktan sonra, Wall Street Institute’e giderek İngilizce öğrendi. 2 yılda İngilizcesini ilerleten Orhan Aydın, KOBİ’lerdeki tüm çalışanlara kendini örnek göstererek, “Siz de öğrenebilirsiniz, dışa açılmamız için İngilizce şart” diyor.

Orhan Aydın’la sohbet ettik. Orhan Aydın bir süredir Ostim’de yaptıkları çalışmalarla KOBİ’lerde çalışan birçok kişinin Ankara’nın farklı yerlerindeki kurslara katıldıklarını söyledi. Herkes hevesli. Ama zorlanıyorlar. Çünkü zaten iş güç çok. İngilizce öğrenmek için şehrin farklı yerlerine dağılmak lüks geliyor çalışanlara.

“Şehrin kalabalığında İngilizce kursuna giden arkadaşlarımız var. İlk başta heves ediyorlar ama ulaşım ve zaman sorunu kısa zamanda arkadaşları yıldırıyor” diyen Aydın, Türkiye’deki sekiz merkezinde bugüne kadar 6 bin kişiye İngilizce öğreten Wall Street Institute’yi Ostim’e çağırmış.

Wall Street Institute’un CEO’su Dündar Uçar da Türkiye operasyonunun beşinci yılında, bu işi aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesi olarak görüp çok daha uygun şartlarla Ostim’de hizmet vermeye karar vermiş.

İşte dün Ankara’nın göbeğindeki Türkiye’nin en büyük sanayi bölgesinde KOBİ çalışanlarına hizmet verecek İngilizce kursu açıldı.

Aydın, “5 bin KOBİ var Ostim çatısı altında ama çevredeki KOBİ’lerle birlikte bu sayı 10 bini buluyor. Çok sayıda çalışanın bu hizmetten yararlanacağını tahmin ediyoruz” diyor.

Orhan Aydın 2 yıl içinde bölgedeki KOBİ’lerin tümünün bu hizmetten yararlanmasını hedefliyor. Bu proje planlanıldığı gibi hayata geçerse 100 değişik sektörden binlerce KOBİ AB yolunda “İş İngilizce”si programlarıyla tanışacak ve AB’yla iş yapmaları kolaylaşacak.


Türk şirketler yanaşmadı Altın Portakal’ın sponsoru Alman şirket oldu
Geçtiğimiz hafta Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’le sohbet ettik. Sohbetin bir kısmı yer buldu ekonomi sayfalarında. O sohbetimizde hem turizm, hem siyaset hem de Altın Portakal’ı konuşmuştuk. 16 Eylül’de başlayacak Antalya Altın Portakal Film Festivali’yle ilgili Başkan’ın “sitem” ettiği bir konu vardı. O yazıya sığdıramadık. Türel, festivallerin Antalya’yı markalaştırma yolunda çok önemli olduğunu düşünüyor. Antalya’nın kaliteli etkinliklerle adını sürekli olarak gündemde tutması gerektiğini anlatıyor. Türel, bu yüzden de göreve başladığından beri öncelikle film festivalinin canlanmasını istemiş. Son iki yıldır da bunu başarmış görünüyor. Ve “maddi destek” konusunda yaşadıklarını anlatırken, “İki yıl önce film festivalini uluslararası boyuta taşımak ve canlandırmak istediğimizde maddi olanaksızlıklar gündemimize geldi. Türkiye’nin önde gelen tüm şirketlerinin kapısını çaldım. Bizzat randevu aldım ama hiçbiri ilgi göstermedi. Bu yıl yüzde 100 Alman sermayeli Real Hipermarket zinciri ana sponsor oldu. Böyle bir festivale kendi markalarına iyi bir yatırım yapacaklarını Alman sermayeli bir şirket düşündü. Türk şirketlerine örnek olmalarını diliyorum” diyor.

Yazının devamı...

Kazandıran rezidans modeli

Turistik bölgelerdeki 5 yıldızlı dev otel projeleri devri kapanmış görünüyor. Galiba doyduk. Antalya’da bir dizi birbirine benzeyen otel inşa edildi. Bir ara Bodrum ve çevresinde de Antalya’daki dev otellere benzer yatırımlar yapıldı.

Şimdilerde yeni bir akım var. “Temalı tesis” dönemi diyenler var bu döneme. Dev oteller, butik oteller gibi değil. Yazlık site de değil.

Bu projelerden biri Bodrum’da kısa bir süre önce inşaatı başlayan Gardens of Babylon.

Bodrum’da Kadıkale Resort’u yapan Çakırlar Şirketler Grubu, bu yeni projeleri için “Babil’in Asma Bahçeleri’ni Bodrum’a taşıyoruz” diyor.

Babil’in Asma Bahçeleri denildiğinde aklınıza ne gelir? Şelaleler, meyveler, çiçekler... Artık nasıl bir tesis olacak, yapıldığında göreceğiz. Gardens of Babylon, Turgutreis kasabasına 3 km mesafedeki Kadıkalesi mevkiinde 40 dönümlük bir alan üzerine iki katlı 101 rezidans ve 22 odalı butik otelden oluşan bir proje.

24 saat oda servisi var. İkişer katlı rezidansların tümü manzaralı. Her yapının çatısı bir diğerinin bahçesi olacak.

Bu rezidanslardan aldınız diyelim, 3 ay tatil yapabiliyorsunuz. 9 ay boş kalacak.

Gardens of Babylon’da farklı bir sistem düşünülmüş. Yatırımcı firma, isterseniz rezidansınızı kullanılmadığı dönemlerde yüzde 75’i mal sahibine, yüzde 25’i de işletmeciye kâr sağlayacak biçimde işletecek. Babil’in Asma Bahçeleri kârlı bir yatırım olur mu? Bize bunu zaman gösterecek.


UCUZ DESTİNASYON OLMAK İSTEMİYORUZ
Çakırlar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu üyesi Recai Çakır, “Türkiye çok önemli avantajlara sahip. Denizimiz, iklimimiz, kültürümüz bizi farklılaştırıyor. Akdeniz çanağındaki en cazip ülkeyiz ama bunu kullanamıyoruz. Ucuz destinasyon olmaktan kurtulamıyoruz. Gardens of Babylon farklı, kaliteli ve güçlü bir proje” diyor.


İDDİALİ TİNERCİLER!
Düfa, ritim ustası Burhan Öçal’ın boya kutularını tımbırdatarak Türkiye’ye gelişini duyurduğu boya markası. Siyahlar giymiş Burhan Öçal ve perküsyonistlerin ritm tutarak tanıttıkları boyalar...

Düfa yeni bir marka. 7 Temmuz’da Türkiye pazarına girdi. Arkasında iki güçlü yatırımcı var. Biri Kayalar Kimya, diğeri de Alman Meffert AG.

Kayalar Kimya 30 yıldır mobilya sektörüne poliüretan, akrilik boya, vernik ve alt katlarını imal ediyor.

Meffert ise Almanya’nın en büyük boya üreticelerinden biri, Almanya pazarında lider. yenilikçi yönüyle biliniyor.

Kayalar Kimya yıllardır “Genç” markalı ürünleriyle tiner, vernik ve parke cilası üretiyordu. “Genç” markasıyla pazar payları yüzde 25. Ürettiklerinin yüzde 15’ini de ihraç ediyorlar.

Türkiye’nin alanında en büyük üretim tesisine sahip Kayalar Kimya, son 4 yılda 40 milyon dolarlık yatırım yaptı. İnşaat sektöründeki hareketlilik onların da iştahını kabarttı ve boya işine hayli iddialı bir biçimde girdiler.

Şimdi önümüzdeki üç yılda Türkiye pazarında ilk üçe girmeyi hedefliyorlar. 7 Temmuz’da pazara giren Düfa “nasıl gidiyor” diye merak ettim.

Daha şimdiden Düfa markasıyla 18 ülkeye direkt ihracat anlaşmaları yapılmış. Arap ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeye gidecek Düfa boyaları. Kayalar Kimya bu yıl sonunda Düfa markasıyla birlikte toplam 87 milyon dolarlık ciro beklentisinde.

Yazının devamı...

İstanbul’a yatak lazım

Bundan tam 21 yıl önce Atina “Avrupa Kültür Başkenti” olarak seçilmişti. Avrupa’nın kültür başkentini seçme fikri Yunanistan’ın eski Kültür Bakanı, sinema oyuncusu Melina Mercouri’ye aitti. 1999’da AB Parlamentosu AB üyesi olmayan ülkelerin de kültür başkenti olmak için başvurabileceklerini duyurdu.

Sonunda İstanbul da kültür başkenti olma mertebesine yükseldi ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edildi. Şehirler neden bu konuda hevesli? Çünkü kültür başkenti seçildiğinde yenilenme fırsatı buluyor. Şehir silkeleniyor, yeni yatırımlar geliyor, yeni projeler ortaya çıkıyor. Daha ne olsun?

İstanbul’un kültür başkenti ilan edilmesini çok istiyorduk. Bunun için Nuri Çolakoğlu’nun öncülüğündeki Girişim Grubu çok çalıştı, kulis faaliyetleri yürüttü ve başardı. Önümüzde 4 yıl ve yapılması gereken çok iş var.

10 MİLYON TURİST
Bu yıl turizm her ne kadar kötü gidiyor desek de, şimdiden yapılan hesaplara göre İstanbul’a gelen turist sayısı arttı. İstanbul geçen yıl 4.8 milyon turist ağırladı. Bu yıl bu sayının 5.5 milyona çıkması bekleniyor.

2010’da ise kültür başkenti olmakla birlikte turist sayısının en az 10 milyon olacağı söyleniyor.

Peki ne yapacağız?

O kadar turist nerede kalacak?

Bilmem farkında mısınız, son zamanlarda 5 yıldızlı otellerde yer bulunamıyor.

Turizm Yatırımcıları Derneği Başkanı Oktay Varlıer’le sohbet ettik. Aldığım bilgilere göre, İstanbul’da şu anda turizm belgeli toplam 55 bin yatak var. Bu kapasitenin 18 bin kadarı 5 yıldızlı otellerde, 20 bin kadarı da 3-4 yıldızlı otellerde. 10 milyon turist bekliyorsak en azından 30-40 bin yatağa ihtiyaç var İstanbul’da.

BEŞ YILDIZLI OTEL LAZIM
Varlıer’e “İstanbul’da 5 yıldızlı 19 otele ihtiyaç var” deniliyor, diyorum. Ortalama 500-600 yataklı 15-20 beş yıldızlı otel yapılabileceğini anlatıyor.

Özellikle de Anadolu yakasında çok az sayıda otel olduğuna dikkat çeken Varlıer, “Tersane, organize sanayi bölgeleri, Formula Anadolu yakasında. İş adamlarının kalabileceği otel yok. Halihazırda inşaatları süren yatırımlar var ama onlar da yetmez” diyor. AB Parlamentosu’nda kulis faaliyetleri sürdürülürken AKP’li Egemen Bağış Napoleon Bonaparte’ın bir sözünü hatırlatmıştı:

“Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” İstanbul’un tarihi ve kültürel mirasını en iyi şekilde tanıtma fırsatı kapımızda ve yapılacak daha çok iş var. Oteller inşa etmek yalnızca bir bölümü. Bakalım o zamana kadar gelecek turistleri yatıracak yer bulabilecek miyiz?

NELER YAPILIYOR?..
İKSV’nin (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 2010 yılı için hazırlıkları sürüyor. Onlara bir başka yazıda yer vereceğim. Şehrin yenilenmesi için yapılanlara gelince;

Fener ve Balat UNESCO’dan aldığı destekle yavaş yavaş çehresini değiştiriyor. Tekfur Sarayı ve Anemas Zindanları’nın restorasyonu bu yıl içinde bitecek. Sultanahmet ve Fatih’te yeni tarihi gezi platformları oluşturuluyor. Topkapı’ya metro hattı geliyor. Ayrıca Sadabat’ta da bir kültür vadisi oluşturulacak.

Yazının devamı...

Yeniden Roman

Turgut Toplusoy, Çekmeköylü bir ailenin oğlu. 7 göbek İstanbullu. 1980’de hazır giyim markası Roman’ı kurdu. 1998’e kadar markasını büyüttü, sonra tekstil sektöründe yaşananlardan bıktı ve markasını kardeşiyle eşine emanet edip başka işlere yöneldi.

“Başka işler” dediğim aslında uzmanı olduğu inşaat ve gayrimenkul işleriydi.

“Çekmeköy’de arsa” denildiğinde ilk akla gelen isimdir Toplusoy. Dedelerinden miras 400 yıllık tapulu arsaları var Çekmeköy’de. Çekmeköy’ün cazibe merkezi olacağını 1992’de söylemiş. Aslına bakarsanız Toplusoy, dedelerden kalan mala mülke güvenip hiçbir şey yapmayabilirdi de. Ama “İş yapmamak” yapısına uymamış, 1980’de aslında hiç bilmediği bir alan olan tekstil sektörüne girmiş.

“Ne kumaştan ne dikişten anlardım ama ince bir zevkim vardı, İstanbul’da büyüdüm” diyor o günleri anlatırken.

Yılların tecrübesiyle kumaşlar, astarlar, düğmeler, dikişler dünyasında da uzmanlaşmış. Kuyumcu olan kardeşi Süleyman Toplusoy’la, diğer kardeşi Muharrem Toplusoy’u da işlerine ortak etmiş. Bu arada gayrimenkul işlerinden de hiç kopmamış.

Yıl 1998, Turgut Toplusoy tekstildeki kriz ortamından bunalmış, işleri kardeşlerine ve eşi Suzan’a devredip kendini tamamıyla diğer işlere vermiş. Zaman içinde Roman’ın büyüyeceğini hayal ediyormuş ama olmamış.

“Kardeşlerim ve eşim istediğim noktaya getiremedi” diye durumu özetliyor.

4.5 milyon dolarlık yatırım yaptı
Toplusoy şimdilerde Roman’a yeniden el verdi. İlk işi firmayı Check Me Group adlı şirketinin bünyesine almak ve Roman’ın Çağlayan’daki merkezini Çekmeköy’e taşımak oldu. Çekmeköy’e 4.5 milyon dolarlık yatırım yapmış Toplusoy. Kısacası, markasını baba ocağına taşındı, hem de çok şık ve iddialı bir biçimde.

Dün Çekmeköy’deki Roman’daydım. Çok zevkli ve şık bir yer olmuş. İçerisi müşteri kaynıyordu. Azerbaycan, Kazakistan, İspanya siparişleri sıradaydı.

“Neden geri döndünüz?” diye sormadan önce, markanın “neden Roman” olduğunu sordum. Toplusoy’a bu soru defalarca sorulmuş, “Hiçbir vatandaşımızı ayırmam; çingene değiliz, Jitan ismi akla gelmişti, sonra Roman olsun dedik ve markamızın adını Roman koyduk” diyerek konuya açıklık getiriyor.

1990’larda Rumeli Caddesi’ndeki Roman’da günde 80 kaban sattıkları olurmuş. “Eski günlerdeki başarıyı yeniden yakalamak için geri döndüm” diyen Toplusoy, İtalya ve Japonya’dan kumaş getirtiyor. Biri Lübnanlı, 5 dizayncı ve eşi Suzan Toplusoy, Roman’ın yeni koleksiyonlarına imza atıyor.

İstanbul’da 4, Ankara’da 1, İzmir’de 2, Antalya’da 2, Bursa’da 2, Kayseri’de 1 mağazası bulunan Roman’ın Türkiye genelinde 80’i aşan satış noktası var. Gürcistan Batum,Tiflis ve Azerbaycan’da da mağazaları olan Roman, bugünlerde mağazalarını da yeniliyor.

Turgut Toplusoy’un Boston’da okuyan 21 yaşındaki oğlu Buğra da, şimdiden Roman’ın yurtdışı büyüme stratejilerini geliştirmek için kolları sıvamış. Amerika’da alışveriş merkezleriyle görüşmeler sürdürüyormuş. Toplusoy, “Geri döndüm. Beni yakından izleyin, Roman’ı uykudan uyandırdık” diyor.

Emlaktan vazgeçmedi
“Roman”ı büyütmeyi kafasına koyan Turgut Toplusoy bu arada inşaat ve gayrimenkul işlerinden elini çekmiş değil. Çekmeköy’de Terra Portia Evleri projesine de imza atıyor. 43 bin metrekarelik bir alan üzerinde 33 adet villadan oluşan projenin toplam maliyeti 12 milyon dolar. 782 ve 429 metrekarelik iki ayrı tipte inşa edilen villalardan oluşan Terra Portia Evleri’nin metrekaresi bin 500 dolar.

Yazının devamı...

Altın Portakal’da hem bütçe hem ilgi arttı

Antalya Altın Portakal Film Festivali geçtiğimiz yıl yenilenmişti, bu yıl da yenilenmeye devam ediyor. Hatırlarsınız, 2005’te Jüri Başkanı Ferzan Özpetek’ti. En İyi Film Ödülü’nü Ulaş İnanç’ın Türev’i almıştı. Gönül Yarası, İki Genç Kız, Eğreti Gelin, Hırsız Var, Pardon gibi filmlerin arasından sıyrılan Türev olmuştu. İlk sürpriz buydu. İkinci sürpriz ise En İyi Kadın Oyuncu ödülünde yaşanmıştı. Vildan Atasever ve Beste Bereket En İyi Kadın Oyuncu ödülünü paylaşmıştı. Geçtiğimiz yıl Altın Portakal’ı jürinin tercihleri nedeniyle çok konuşmuştuk. Görünen o ki bu yıl festival daha da iddialı geliyor.

Bu yıl festivalde Jüri Başkanı 1982’de Cannes’da Altın Palmiye alan “Yol” filminin yönetmeni Şerif Gören. Festival uluslararası açılımlar peşinde.

Geçtiğimiz yıl gibi bu yıl da festival TÜRSAK-AKSAV ve Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin iş birliğiyle gerçekleşiyor.16-23 Eylül 2006 tarihleri arasında yapılacak. Festivalin ana sponsoru Almanya’da pazar lideri olan, dünya perakende sektörünün başında gelen aktörlerinden Real hipermarket zincirleri. Real’in Türkiye ofisinin başındaki isim Ulf Groth’la iki hafta önce Pazarın Patronu sohbetinde buluşmuştuk. Groth sohbetimizde, “Biz global bir şirketiz, umarım Altın Portakal ileride uluslararası bir festival olur, bunun adımlarını atıyorlar” demiş, festivalin uluslararası açılımlarını beklediğini ifade etmişti.

Altın Portakal bu yıl bu anlamda iyi sinyaller veriyor. Festival bu yıl ilk kez Avrupalı ve Asyalı sektör temsilcilerinin bir araya geleceği “Avrasya Film Marketi” organize ediyor.

Cannes’da açılan Altın Portakal standı da ilgi gördü.

Ödül ikiye katlandı
Altın Portakal’da bu yıl ödüller de cazip. Türk sinemasına toplam 500 bin YTL para ödülü ayrıldı. Bu miktar geçtiğimiz yıldakinin iki katı. “En İyi Film Ödülü” bu yıl 300 bin YTL, “En İyi Yönetmen” 30 bin YTL, “En İyi Senaryo” 20 bin YTL, “En İyi Müzik” 20 bin YTL. Festival kapsamında müzik ve senaryoya da ilk kez bu yıl ödül veriliyor.

Kısa film yağmuru
Ulusal yapımların katıldığı Kısa Film Yarışması’na bu yıl tam 175 kısa film başvurusu yapıldı. Ön elemeyi geçen 19 film finale kaldı. Kısa Film Yarışması’nda birinci gelen filme 7 bin 500 dolar ödül verilecek.

Belgesel Film dalında da, başvuran 50 yapım arasında ön elemeyi geçen 14 film finale kaldı. En İyi Belgesel için ödül de 7 bin 500 dolar.

Genç yeteneklere ödül
Ayrıca Digiturk sponsorluğunda Altın Portakal Ulusal Yarışma’da Behlül Dal Jüri Ödülü ile genç yetenekler de ödüllendirilecek. Sinemanın herhangi bir dalında oyuncu, yönetmen, tasarım, ışık gibi alanlarda başarı göstermiş gençlere bu yıl 25 bin dolar ödül verilecek.


Afişler ünlü Türk tasarımcıdan
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin afişlerini bu yıl sinema reklamcılığının Oscar’ı sayılan Key Art ödülünü iki kez üst üste kazanan bir Türk hazırladı: Emrah Yücel. Bilkent Üniversitesi grafik tasarım yüksek lisansını tamamladıktan sonra Amerika’ya gitmiş Emrah Yücel. Orada Ionisus L&Y isimli bir şirket kurmuş. Filmlere afişler ve fragmanlar hazırlıyor.

Kasırga, Enigma, Becerikli Bay Ripley, Gerçeğin Peşinde, Aile Erkeği, Sayılar, 28 Gün, Panama Terzisi, A Long Came With Spider, The Time Machine 2, Charlotte Gray, No Good Deed, Kiss of The Dragon, U571, RKO 281, Muppets From Space, Dikey Limit filmlerinin jenerik ve afişleri ona ait.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.