Neden korktun ki hayatta?
Böyle bir hak verildi mi sana?
Korkma yalnızsın ama bağırsan duyarlar.
O kalabalıklar içindeki yalnızlığından korkma!
Korkular, yaşanmışlar, işte seni bunlar büyütecek dememiş miydi alimin biri?
Acılar da dahil değil miydi bu pakete?
Korkma, herkes aşağı yukarı bu sınavdan geçiyor hayatta. Mühim olan düşüp düşüp aldığın yaraları görmezden gelip devam etmek koşuya.
Hayat bir koşuysa...
Korkma derin nefesler al, önünde ardında yaşadıklarını düşün. Hiçbir şeyi olmayanları düşün ve şükret.
Korkma, yaşıyorsun, nefes alıyorsun ya, korkma!
İnsanlar bir kez anasının edep yerinden çıkıyor, doğmuş oluyor; eğer başarıp da yukarıdaki ışığı görebilirse, hele bir de hamle yapıp kuyunun başına zıplayabilirse. yeniden doğuş bu işte...
Ohh be, dünya varmış!
Ayşegül Dinçkök yukarıdaki satırların yazarı. Korkma adlı kitabını elime alıp hızla göz gezdirdim. Çantama attım, her fırsatta açıp bir öyküsünü okudum ve düşündüm. Defalarca da bu ilk öyküsününde yazdığı, sizinle paylaştığım bölümü okudum. 2005 yılında tanımıştım Ayşegül Dinçkök’ü. O ilk tanışıklığımızda beni çok şaşırtmıştı. Özel yetenekli çocukların eğitim aldığı TEVİTÖL’de buluşmuştuk. O buluşmamızda hali vakti yerinde bir kadının özel yetenekli çocuklara el uzatmasının dışında çok daha farklı bir duyarlılık görmüştüm. Daha sonraları farklı vesilelerle izledim Ayşegül Dinçkök’ü. Hiç “mış” gibi yapmayan, yüreği dolu bir kadın. Korkma adlı kitabı da onun bu yönünü gösteren bir kitap olmuş. Kadın erkek ilişkileri, hayal kırıklıkları ve yaşama sevinci, umut var kitabında. Ayşegül Dinçkök kendi deyimiyle “korkmamış yazmış”. Bebek doğumlu Ayşegül Dinçkök’le Bebek’te buluşup sohbet ettik.
* Korkma’da 5-6 sayfalık öyküler var. Sanki öyküler de birbirini tamamlıyor. Roman yazmayı düşünmediniz mi?
Kitabı teslim ettiğimde, “Bunu roman yapalım” dediler ama ben teslim ettikten sonra kafamda bitirmiştim. Bu fikre sıcak bakmadım ama bundan sonra olabilir.
* Korkular hepimizin hayatında var. Siz öykülerinize farklı öyküleri serpiştirmişsiniz. Hayal kırıklıkları, terk edilme, ayrılık... Öykülerde daha çok kadın-erkek ilşkileri ağırlıkta. Öncelikle sizin korkularınız mı bunlar aynı zamanda? Ayrıca korkular zaman içinde değişir? Çocukluğunuzda, genç kızlığınızda ve şimdilerde nedir sizin korkularınız?
Çok küçük yaşlardan itibaren film izlerim. Çocukluğumdaki korkulardan biri şuydu; büyüklerim “öğlen uykusu uyumazsak akşam sinemaya gidemeyeceğimizi” söylerlerdi. Ben öyküleri kurgularken insanların film izler gibi olmasını da istedim. Okurken olaylar insanların gözünde canlasın istedim. Barda adam kapıdan içeri girdiğinde saçlarındaki buzlar eriyor, bir öykümde. O öyküyü yazdığımda hava 35 dereceydi. Okuttuğum arkadaşlarım “Bu havada bunu nasıl düşündün?” diye sordular. Kendi gözlemlerim, yaşadıklarım ve çevremde yaşananlar var kurgularımda...
* Bebek doğumlusunuz...
Evet, Bebek doğumluyum. Babam da Bebek doğumlu. Babam yaşayan en eski Bebekli. Evimiz de sultanın 3 gözdesine verilmiş evlerden biriymiş. Ahşap binaydı. Çocukluğumda en çok koktuğum şey yangındı. Çünkü ahşap evlerde çok yangın olurdu. Bu korku uzaklaştı zaman içinde. Yangından çok korkardım. Karanlıkta duyduğum seslerden korkardım. Annem beni çok korku filmlerine götürürdü. O filmler sayesinde sanırım çok da korkum olmadı daha sonra.
Hayatta spor dışında hiçbir şeyde iddiam olmadı 10 yıl Milli Takım’daydım
* Genç kızlığınızda diye sormuştum...
Genç kızlığımda bir ara içinde olacağım araba patlayacak gibi gelirdi. Hayatın geleceğine dair beklentiler nedeniyle korkular oldu. Hayal kırıklığı mesela. Ben yüzücüydüm. Antrenörüm “Havuzdan birinci olmadan çıkma” derdi. Birinci olmadan çıkmamaktan korkardım. Hayatta spor dışında hiçbir şeyde iddiam olmadı. Sanırım bu baskılar sonucunda, ayrıca ben Avusturya Liseliyim, sanırım Alman ekolünden de ötürü, çok disiplinliydim. Yüzme hayatında çok başarılı oldum. Yüzmeyi bıraktığımda rekorlar benimdi.
10 yıl Milli Takım’daydım. Genç kızlıkta hayaller vardı.
* Ama sanki siz hayalperest biri de değilsiniz, ayaklarınız hep yere basmış gibi...
İnsanın normal hayatındaki pembeliğin hep devam etmeyeceğini bilecek kadar da gerçekçiydim gençliğimde de. O dönemlerde, evlilikte insan çok düşünüyor. İki kişinin birlikteliği. Zor bir müessese.
* Kaç yaşında evlendiniz?
23 yaşında evlendim. Evlenmek, çocuk sahibi olmak bunlar da beklentilerle birlikte korku getiriyor. İnsanın çocuğunun canı acıyınca kendi canı acımış gibi oluyor. Siz de annesiniz biliyorsunuz, çocuk yetiştirirken de insan korkularla mücadele ediyor. Hiç kimse ateşe parmağını sokmadan elinin yandığını bilmiyor... Düşe kalka büyülüyor. Annelik endişeleri ve korkuları hayat sürdüğü sürece devam edecek.
Zaman ve mekanı okuyucunun hayalgücüne bıraktım
* İlk öykü Korkma. Korkma’yı doğum gününüzde yazmışsınız... Sonra kitabınızın adı da Korkma oldu. Neden Korkma?
İlk Korkma’yı yazdım. Doğum günümde içimden Korkma geldi. En yakın dostlarıma mektup gibi yazdım ve gönderdim. Adı da böyle doğdu. Benim kafamda kurgular vardı onları da daha sonra yazdım. Sonradan öykülerin sırası değişti. Ama ilk öykü
Korkma oldu.
* Kimler okudu editörünüz Sanem Hanım’ın dışında kitabınızı?
Yakın arkadaşlarıma gönderdim e-maille. Sanem dosyaladı. Yakın arkadaşlarımın tepkilerini merak ettim. Arkadaşlarım bir zaman sonra her gün bekler oldu. “Bu sabah öykü gelmedi” denmeye başlandı. Eşim ve kızlarımız okudu. Onlar beni yüreklendirdi.
* Paylaşmaktan korkmadınız yazdıklarınızı?
Korkmadım. Bu kişiliğimin parçası. Beğenilebilir de eleştirilebilir de. Her şeyi açık yüreklilikle ortaya koydum.
* Öykülerde isim yok, mekan ve zaman yok. Son zamanlar öykülerde ve romanlarda hep tanıdık bildik adresler veriliyor, hatta neredeyse bazı yerlerin reklamı yapılıyor.
Siz yurt dışı ve yurt içinde tekneler, oteller, restoranlar, Anadolu kasabaları, terapi merkezleri, şık mağazalarda gezdirmişsiniz kahramanlarınızı ama buralar neresi yazmamışsınız... Neden?
Zaman yok, mekan yok. İsim yok. Bu benim tercihim. Geçenlerde bir arkadaşım “Bir öyküyü okurken Asmalımescit’i düşündüm” dedi, ben orayı düşünmemiştim. Yeri ve zamanı okuyucuya bıraktım. Teknolojiden de bahsetmedim. Yeni yazılanlarda bunlar çok var. Başka bir dilde bile öyküler okunsa onlar da mekanı ve zamanı bulabilir. Okuyucunun hayal gücünü zorlamak istedim. Kasabayı tanımlarken oradaki yaşamı düşünüyor okuyucu. Ben de beni oraya getirenleri de düşündüm.
* Teknede de var, Anadolu Kasabası da, Almanya’da...
Hepsinde sanırım ben de varım.
Şişman ve mutlu, güzel ama mutsuz olan insanlar az değil
* Her şeye rağmen gülen kadınlar da var....
Gülümse... Zor değil mi? Mümkün mü her gün gülümseyerek güne başlamak. Ben o öyküdeki kadın olmak istediğim için yazdım. Her şeye rağmen gülümseyerek bakıyor o kadın kahramanım hayata. Ben öykülerimde kadınları güzel hale de getirdim. Biraz önce dediğiniz doğru. En güzel, en genç olmak, bunların arkasından koşmak da boş. Şişman ve mutlu, güzel ama mutsuz olanlar çok değil mi? Ben öyküler de bunları satır aralarında yazdım.
* Devamı gelecek gibi görünüyor yazarlık maceranızın?
Hevesim var yazmakla ilgili. Kafamda kurgu da var. Bir karakteri de oluşturdum. Roman yazmak istiyorum. Korkma diye ürkütücü başlayıp, sonuçta pembe bir öyküyle bitirdim. Allah hastalık vermesin, ölüme çare yok...
Ne antidepresanlar ne terapistler çözüm değil
* Yurt dışında özel zayıflama kamplarına gidip kilo verip hızla geri alanlar, terapistlere başvuran kahramanlarınız var. Siz şükretmekten söz ediyorsunuz ilk öykünüzde ama ne yazık ki insanlar genelde bir şeylerin değerini kaybedince anlıyor...
Bence insanlar teknolojinin ilerlemesiyle yalnızlığa doğru itiliyorlar, belki de kendi seçimleri. Eskiden buluşup konuşurduk, mektup telefona, telefon mesaja dönüştü. Hatırlar mısınız, bir ünlü, bir ünlüye babası ölünce “Başın sağolsun” dileğini telefonda mesajla geçiştirdiği için haber oldu. Bu haber olur mu? Evet oldu. İlişkilere de yansıyor bunlar bence. Ama bence insanlar birbirine dönmeli. Terapistler, antidepresanlar çözüm değil. İnsanlara insanlar iyi geliyor. Fayda insanlarda. Ben öyküler de biraz bunu da verdim. İnsanlar ümitlerini kaybetmemeli. Depresyon hayatın içinde olmamalı, hayatın içinde daha değerli şeyler var...
Anlamak affetmek için değil, acıyı hafifletmek için gerekiyor
* Kadın erkek ilişkilerinde en baskın korku terk edilmek, aşkın bitmesi ve ayrılık... Siz de bunlar üzerinden kurgulamışsınız ilişkileri... Sizce en baskın duygular mı bunlar?
Evet. Hayal kırıklığı... Hayatın hoş da olmasa bir parçası. Hayal kırıklıklarını, terk edilmeleri hem kadınlar hem de erkekler yaşıyor. İki tarafın da yaşadığını hepimiz gözlemleriyoruz. Hayatın içinden, kadın erkek ilişkileri. Bunlar benimle başlamadı benle de bitmeyecek. İnsanları ben öyle gözlemledim. İkili, üçlü ilişkiler de hayatın bir parçası.
* Çok dikkatimi çekti. Terk edilen, aldatılan kadınlar ve erkekler var ama hiç öfke yok sizin öykülerinizde. Acı da baskın değil. Hayalkırıklığı var ama anlamak da var. Hep anlamaya çalışmak var... Aldatmalar karşısında duyulan öfke neden yok? Sizce öfkeyle yaklaşmamak mı gerekiyor?
Galiba ben kavga ve isyanla insanların bir yere gelemediklerini kendi yaşanmışlıklarım ve gözlemlerimle gördüm. Kadın erkek ilişkilerinde isyan edilecek çok şey var ama kavga edilerek de bir yere varılmıyor. Akılcı olarak da nereye varılıyor o da ayrı bir şey. Siz satır aralarını doğru okumuşsunuz.
* Acı da yaşamdan zevk almayacak hale getirmemiş kahramanlarınızı...
Acıları düşündüğünde acı yaşandığı yerde tek kişide kalıyor. İkili ilişkilerden dolayı acı çekilmişse zorunlu ayrılık yoksa bir taraf daha çok acı yaşıyor. O acı öyle bir yerde kalıyor ki buna herhangi bir karşı koymayla içinizden çıkarmak güç. Yaşayacaksınız.
* Anlamaya çalışmak biraz daha zor değil mi?
Kesinlikle. Öfke duymaktan daha zor anlamak. Acı çekmek, çok acı çekmek de belki zor ama karşı tarafın bunu neden yaptığını anlamak daha zor olan bir şey. Neden yaptığını, buraya neden gelindiğini aramak zor. Suçlu aramaya gerek yok çünkü olan olmuş, yaşanmış.
* Anlayınca affetmek daha mı kolay?
Anlamaya çalışmak karşındaki affetmek için değil illaki. Anlamak belki de o çekilen acının hafiflemesi ve sönmesi için. Ayrılık olmuşsa acımak, kavga etmek gereksiz, o kadar bitmiş bir şey. Ama niye oldu? Bazı şeylerden ders almak, bazı hataları tekrarlamamak için, bazı hayal kırıklıklarını yeniden yaşamamak için anlamanın işe yarayacağını düşünüyorum. Anlamayı becerebiliyor muyuz? Tam bilemiyorum. Ama en azından anlamaya yönelik çabanın işe yarayacağını düşünüyorum. Yemek yapar gibi, bazen yaptığınız yemeğe bir şey eklersiniz olur ya da olmaz. Ben anlamanın insanın kendisine faydalı olacağını düşünürüm.
* Hayat, kadın-erkek ilişkilerinin çevresinde dönüyor der misiniz?
Hayattaki ilişkiler hayatı yönlendiriyor. En çok yönlendiren de kadın erkek ilişkisi. Kitapta da okuduğunuz öykülerde kendinizi buluyorsunuz. Annem daha kitap basılmadan okuduğu bir öyküden sonra “Ben sana bunu anlatmış mıydım?” diye sordu. “Hayır” dedim. Ben herkesin başına gelecek şeyleri kurguladım.
* Yaşlanma, kadınlarda güzelliğini kaybetme korkusu var. Bu da var kitabınızda. Kırmızı Giysi adlı öykü var bunu anlatan. Güzellik, daha güzel olma çabası, yarışı çok yorucu değil mi?
“Kadınlar kadınlar için giyinir” derler. Evet bu var ama biz kadınlar karşımızdaki erkeği de etkilemek isteriz. O zaman çift yük var kadınların üzerinde. Ben hiçbir erkeğin bir erkek için giyindiğini sanmıyorum. Hem kadınlara hem erkeklere hem de kendimize beğendirmek istiyoruz. Öykülerimde bu da var.