Şampiy10
Magazin
Gündem

Sapphire’deki seyir terasına İstanbul’a gelen turistlerin % 80’inin çıkmasını bekliyoruz

İstanbul’un en yüksek binası Sapphire’i yapan Kiler Holding’in patronu Nahit Kiler, burada hayatın Ocak ayında başlayacağını söyledi. Bina için 40 yıllık rüzgar oranlarını aldıklarını, Şişecam’a özel cam yaptırdıklarını anlatan Kiler, satışta yüzde 60 orana ulaştıklarını, alıcılar içinde yabancıların yüzde 20 payı olduğunu vurguladı. Seyir terasının da binanın bilinirliğini arttıracağını belirten Kiler, “İstanbul’a gelen turistlerin tur kapsamlarının içinde olmasını istedik. Turistlerin yüzde 80’i buraya gelmeli. TÜRSAB’la görüştük, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da müracaat ettik, günübirlik turizm destinasyonu olmasını istedik. Onayladı onlar da. İzinleri alıyoruz” dedi

İstanbul’un en yüksek binası Sapphire Ocak ayı sonunda tamamlanacak. Sapphire’deki ev sahipleri evlerine yerleşecek, alışveriş merkezi açılacak. Kiler Holding tarafından yapılan İstanbul’un bu en yüksek binasını geçen hafta Kiler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nahit Kiler’le gezdik. Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından yapılan bu binanın mimari özelliklerini Melkan Tabanlıoğlu’ndan daha önce dinlemiş, etkilenmiştim. Binayı merak ediyordum. Öncelikle binanın 54’üncü katına yani Seyir Terası’na çıkılan katına çıktık Nahit Kiler’le. Fotoğrafları çeken arkadaşım Gamze’nin deyimiyle ‘Marmara Denizi bir gölmüş!’. Şanslıydık, hava açıktı. İstanbul’u avucumuzun içinde hissettik, Belgrad Ormanları’ndan Beykoz tepelerine, Ataköy’den Karadeniz çıkışına... Boğaz nehirdi sanki... Her yer kıpır kıpır...Sapphire’in en üst katının seyir amaçlı olarak düşünülmesi çok yerinde olmuş. Kuala Lumpur’daki Petronas Kuleleri’ne de çıktım, New York’taki Empire State binasına da. İstanbul şahane! Bir kez daha dünyanın en güzel şehrinde yaşadığımı düşündüm. Sapphire’le ilgili ayrıntılar ve tartışılan konular ile Kiler Holding’le ilgili soruları Nahit Kiler Sapphire’in 6’ıncı katındaki 1.600 metrekarelik lobi bölümünde yanıtladı.

* Bitlislisiniz. Babanız memur Hikmet Kiler, Bitlis Sigara Fabrikası’ndan emekli oluyor, bakkal dükkanı açıyor... Siz de işleri büyütüyorsunuz, nasıl geldiniz bakkallıktan bu noktaya?
4 kardeşiz, 3’ü erkek. Evet, biz bakkallıktan başladık. Babam ‘Dürüst olun, ödemelerinizi aksatmayın’ derdi. Ciddi paralarla ticaret yapmadık. Biz hep çok çalıştık. Cüssemizin üzerinde işler yaptık. Özsermayemizle iş yaptık. Borçlanarak iş yaptık ama kimseyi mahçup etmedik. İstanbul’a geldikten sonra işlerimizi büyüttük.

* 1984 yılında İstanbul’a geldiğinizde 3 milyon lira varmış cebinizde...
Dersinize çalışmışsınız! Doğru. Bakkallık bitiyordu, biz İstanbul’a geldikten 10 yıl sonra marketçiliğe başladık. Perakende sektörünün gelişeceğini gördük.

* Kaç Kiler marketi var şu anda? Sektörde büyüklüğünüz nedir?
Şu an 172 mağaza var. İlk 5’teyiz. Kiler’i satmıyoruz. Ortak alıyoruz Kiler’e. Halka arz çalışmamız var. Halka açılacağız Ocak’ta, vatandaşlarımız ortağımız olacak. Bir de Gayrimenkul Ortaklığı şirketimiz var, Nisan ayı gibi de orayı da halka açacağız. Şirketimizi büyüteceğiz. İki sektörde de büyüyeceğiz. İlk 2 yılda ciddi büyüme hedefliyoruz.

* Kaç çalışanınız var?
Perakende de 4 bin 650 kişi çalışıyor. Grupta toplam 6 bin çalışanımız var. İki yılda büyüyeceğiz, 2015’te perakendede çalışan sayımız 2 kat artar. Grupta da 2015’te toplam 10 bin çalışanımız olur.
Devletle iş yapmadık

* Hedefleriniz büyümüş. Bitlis’ten kalkıp geldiğinizde bugünleri hayal ediyor muydunuz?
İnsanoğlu doyumsuz. Hep daha iyiyi istiyor. Biz 1984 yılında Bitlis’ten geldik hedefimiz hepimizin birer marketi, evi, arabası olmasıydı. Onu yaptık kısa sürede, 10 market derken, 50 market oldu, farklı zincirleri aldık. Şimdi 10 yıl içinde Türkiye’nin ilk 10 şirketinden biri olmak istiyoruz. Biz çok çalıştık, yanlış da yapmadık.

* 2004’ten sonra hızla büyüdünüz. Kardeşiniz AK Parti milletvekili. Sizin bu büyümenizi siyasi yakınlıklara bağlayanlar var, ne dersiniz bu yorumlara?
Devletten ihale almadık, devletle iş yapmadık. Kardeşimiz siyaset yapmak istedi, kendi tercihi. Biz de destekledik. Biz iş yapıyoruz, devlete vergi veriyoruz. Bırakın dolaylı vergileri yalnızca şu binayı yaparken, yalnızca ilçe belediyesine ödediklerimiz 10 milyon lirayı aşmıştır. Resmi harçlar bunlar. Kardeşim milletvekili diye vergi mi ödemedim?

* İnşaat sektörü perakendeden çok farklı. Siz Sapphire projesi ile ilk kez hem hitap ettiğiniz kesimden çok farklı bir kesime ulaştınız hem de İstanbul’un en iddialı binalarından birini yaptınız. Buna nasıl karar verdiniz?
Buna kendimiz karar vermedik. Danıştık. Ama şunu söyleyebilirim. Ben bundan 15 yıl önce de ‘Maslak taraflarında büyük bir iş yapacağım’ derdim. Sapphire çok farklı oldu.

* Nedir o farklılıklar?
Bu tip rezidanslarda bahçe yok. Biz kat bahçeleri yaptık. Lüks malzemeler kullanıldı. Her odada banyo var. Taş panel ekran var...Siz daireleri gezerken gördünüz, her şeyi evinizdeki ekrandan yönetebiliyorsunuz, isterseniz evin dışındayken evdeki ısıyı kontrol ediyorsunuz...Çok yenilik var binamızda. Yüzde 30 enerji tasarrufu saplandı bu binada. Komşuluk ilişkilerinin olabileceği başka bir rezidans var mı? Yok.

* Kimler tercih etti burayı, satışlarınız nasıl gidiyor?
Aileler tercih etti. Yüzde 20 civarında yabancı müşterilerimiz oldu. Yabancı şirketlerden de alan oldu. İstanbul’da bir dairemiz olsun diye düşünen yabancı şirketler aldı. Bu arada şu ana kadar alanların çoğu yaşamak için aldı. Yüzde 60’ını sattık.

* Ne zaman bitecek?
Burada Ocak ayında hayat başlayacak. Ocak sonu gibi taşınabilecek ev sahiplerimiz.

* Ne kadardan başladı fiyatlar? Metrekaresi ne kadardan satış yaptınız?
7 ile 12-13 bin dolar arasında oldu. Farklı daireler var.

* Sizin bu bölgeden beklentiniz nedir? Büyükdere Caddesi’nin arkası Çeliktepe, Gültepe... Çarpık yapılaşma var.. Büyükdere Caddesi’nde trafiğin yer altına inmesini bekleyenler var...
Büyükdere’deki yolun yeraltına alınması ve yaya trafiğine açılması bu bölge için önemli. Bu konuda çalışmalar olduğunu biliyoruz. Trafik yer altına inince bölgede yaşayan insanların rahatça zaman geçirebileceği geniş bir alan olacak. Bu genişlikte cadde yok İstanbul’da. Binlerce kişi çalışıyor. Turizm açısından da önemli. Çok canlı bir yer. Çok sayıda alışveriş merkezi de oldu. Ama değişimler çok hızlı olmuyor. Kentsel Dönüşüm Projeleri önemli. Ben bu değişikliklerin olacağına inanıyorum. Yukarıdan birlikte baktık sırt sırta binmiş çok çarpık bir yapılaşma var.

* Siz burada yaşayacak mısınız?
Oturacağım. Sizle 54’e çıktık, ben bir alt katta oturacağım. Çocuklar da gördü, beğendi. Florya’da oturuyoruz, gelmek istiyoruz. Ben burada oturmak istiyorum. İleride bir sıkıntı olursa bunu da kendim tespit ederim. Kardeşlerim de gelecek. Zaten Florya’da da birlikteyiz birlikte geleceğiz.

* Buradan daire alanlar arasında milletvekilleri var mı?
Yok. Olsa da söylemek istemem isim isim. Çünkü isterlerse kendileri açıklar.
İşkembeci, kokoreççi olacak

* Sapphire’in alışveriş merkezi bölümü ne zaman açılacak? Nasıl bir yer olacak. Moda tasarımcılarıyla çalışacaktınız, vazgeçildi...
Ocak sonunda. Oradaki konsept yeni geleneksel. Yemek katına dünya mutfağını getireceğiz. Seyir terasına çıkılacak bölümde Kapalıçarşı konsepti olacak. Sapphire yabancı turistlerin gelmesiyle birlikte alışverişin de boyutu değişecek. Metro’ya bağlantı katında da biz kendimiz market açmadık. Bakkalımız olacak. Küçük bakkal dükkanı olacak. Geri kalan kısmında da her konuda işini en iyi yapanlar olacak. Balık pişiricileri, en iyi kasap isteyene eti pişirecek, Vefa Bozacısı v.s... Geleneksel olacak çarşı katı. İşkembeci, kokoreççi de olacak. Bir iki alışveriş merkezinde benzerleri var, bizde biraz daha gelişmişi olacak. Alıveriş merkezinde bildiğiniz markalar olacak.

* Seyir Terası için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdunuz... Günübirlik turlar içine girdi değil mi?
Seyir terası binanın bilinirliğini artıracak. İstanbul’a gelen turistlerin tur kapsamlarının içinde olmasını istedik. Turistlerin yüzde 80’i buraya gelmeli. TÜRSAB’la görüştük, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da müracaat ettik, günübirlik turizm destinasyonu olmasını istedik. Onayladı onlar da. İzinleri alıyoruz. Yollara sarı tabelalar da takılacak.

* Seyir Terası’nda cafe de olacak. Başka?
54’üncü katta animasyon odası yapılıyor. Helikopterle İstanbul üzerinde tur atmış hissine sahip olacaksınız. İstanbul’da görülecek yerleri simulatör aracılığıyla görecekler. Sapphire’den kalkıp Yere Batan Sarnıçı’nın içine girilecek. Biz İstanbul’un bu en yüksek noktasında İstanbul turu da attıracağız.

4’ÜNCÜ ÇOCUĞUMDA BABA OLDUĞUMU ANLADIM

* Çocuklarınız bayrağı teslim alacak mı sizden? Bir şirket Anayasa’nız var mı?
En büyük oğlum 22 yaşında. İşletme okuyor. Master da yapacak. Okuduktan sonra gelir. Ama kurumsallaşmamız lazım. İkinci nesil yetişecek kim hangi şartlarda hangi göreve gelebilir biz bunun anayasasını hazırlamalıyız. Çocuklar hak ediyorsa bir yerlere gelmeli. Profesyonellerle çalışacağız.

* Siz iş dışında ne yaparsınız?
İş bitince hemen eve giderim. İş dışında bir hayatım yok. 4 çocuğum var. Her şey çocuklarım için. Stresi de çocuklarımla birlikte olunca atıyorum. En küçük çocuğumuz 4 yaşında, kız. İnanın onla babalığın keyfi başka. Gençken baba olmuştum. Şu andaki babalık duygumla geçmişteki babalık duygum arasında yüzde 500’lük fark var. 3 kızım var. Bir oğlum. Hepsi iyi eğitim alsın istiyorum. Ben iyi okuyamadım, çocuklarım iyi eğitim alsın istiyorum. Dil bilmiyorum, çocuklarım iyi dil bilsin isterim.

H&M gelecek isteyen içki satar

* H&M geliyor mu?
YKM de var H&M de geliyor. Üçüncü mağazasını burada açacak H&M. Anlaşmayı imzaladık.

* Sapphire’nin üst katlarında cep telefonu çekmiyor mu?
Çekmiyordu. Binanın donanımından ve yüksekliğinden dolayı çekmedi cep telefonları. Biz Turkcell, Avea ve Vodafone’la görüştük. Şu anda asansör içinde de çekiyor. Gerekli teknik donanımlar yapıldı.

* Alkollü içki satılmayacak mı Sapphire’de?
Böyle bir şey yok. Ruhsatı olan yerler işyerini kiralayan kiracı alkol servisi yapabilir. Kısıtlama yok.

Şişecam bizim için özel cam üretti

* Tamamen Türk mühendis ve mimarlarla mı çalıştınız?
Türk mühendis ve mimarlarla çalışıp yabancılardan danışmanlık aldık. Cephe konusunda danışmanlık aldık. Çok rüzgarlı bir bölge ve çok yüksek bina. Almanya’da binayla ilgili çok ciddi testler yapıldı. Geçmişteki 40 yılın bölgedeki rüzgar yükleri alındı.

* Ya daha şiddetlisi olursa?
Onun da 2 katını alarak test yapıldı. Cephe aşağı inmesin, camlar patlamasın diye özel çalışmalar yapıldı. Şişecam bize 70 bin metrekare özel cam üretti. Çok titiz önemli bir çalışma yaptılar. Cam kalınlığının dışında değerleri çok önemliydi. İki cam arasında argon gazı var.

Yazının devamı...

Bayramda Boğaz’da 21 kaçak avcı yakalandı

İstanbul Boğazı dünyada bir tane. Harika bir şehirde yaşadığımızı düşünüyorum. Boğaz’ın bizlere sunduğu nimetler var ve ne yazık ki bu nimetler gün geçtikçe yok oluyor. Ve nedeni bu şehirde yaşayan bizleriz.

Hepimize sorumluluk düşüyor. Biri vapurda elindeki pet şişeyi denize fırlattığında buna tepki göstermiyorsak biz de suçluyuz.

Denize çöp kutusu muamelesi yapanlar kadar balık restoranlarına gittiğinde yaptığı balık seçimine özen göstermeyenlere kadar hepimiz suçluyuz.

Kaç ay oldu, Fikir Sahibi Damaklar ‘İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın’ diye ortalığı yıktı ama hala çinekopları afiyetle yiyenler ve bunu ‘Müşteri istiyor’ diye gönül rahatlığıyla sunan restoranlarla dolu her yan.

Geçen hafta Burgaz Ada’daydık oradaki restoranlarda da çinekop vardı. Boğaz’a nazır restoranların çoğunda da var. Bu gidişle lüfer kofana gibi yok olacak.

Bazen bana şöyle geliyor, doğada evet bir denge var ve biz insanlar da sanki bu dengeyi bozmak için yaratılmışız.

Ne yazık ki yöneticiler de aynı aymazlık içinde.

Denge bozulacak

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı yaptığı değişiklikle İstanbul Boğazı’na giren balığın yatak yaptığı koyları trol ve gırgırla avlanan balıkçılara açtı. Bu şu demek; bu avlar sonucunda Marmara’ya yani Boğaz’a giren balıklar azalacak. Boğaz’daki denge bozulacak.

Bu yetmekmiş gibi, bu değişiklikle ilgili ‘olacak iş değil’ diye yakınırken gördüklerime inanamadım.

Boğaz’da da trol avcılığı yapılıyor.

Bayramdan bir-iki gün önceydi. Boğaz’daki bir restorana gitmek üzere restoranın teknesiyle Kuruçeşme’den karşıya geçtik. Aynı tekneyle gece Rumeli Hisarı’na dönerken dikkatimizi seyir lambaları yanmayan sürat botu çekti. İlk başta ne olduğunu anlayamadık. Sürat botu hızla karanlıkta ilerliyordu, etrafımızda defalarca tur attı. Hızla zikzaklar çizip durdu. (Boğaz’daki hız sınırı 10 mil)

Ahmet (eşim) hemen Sahil Güvenliği aradı, ihbarda bulundu. Sahil güvenlik ‘O tekne bize ait, midye avcılarının peşindeyiz’ deyince şaşırdık.

Midye avcıları karada gözcü tutuyormuş, sahil güvenlik botu hareket ettiğinde kaçıyorlarmış. Bu yüzden de sahil güvenlik botu seyir lambaları kapalı ve hız sınırının üzerinde hareket ediyormuş.

Ve önceki gece yarısı yine kedi fare oyunu vardı Boğaz’da. Baltalimanı’nda oturuyoruz. 02.30 sıralarında midye çetesi bu kez bizim gözümüzün önündeydi. Gecenin karanlığında ışıkları kapalı bir balıkçı teknesi koca trolü denize saldı, dibi taradı, kökledi... Yine ihbarda bulunduk.

Sahil güvenlik midyeci çetesiyle mücadele etti ezcümle... Bayram tatili süresince 21 kaçak midye avı yapan balıkçı teknesi yakalanmış Boğaz’da.

Yani tehlike burnumuzun dibinde.

Bakanlık Boğaz’a yakın koylarda izni veriyor, biz ‘Aman Boğaz’da yaşam bitecek’ diyoruz, bir yandan da iştahlar kabarık Boğaz’da da kaçak avcılık yapılıyor.

‘Midyeleri toplamak için denizin dibinin taranmasından da ne olur?’ diyenler varsa küçük bir araştırma yapmalarını öneririm. Oksijen kaynağı yosunlar, balık yuvaları her şey gidiyor... Deniz yerine bir bataklık mı isteniyor?

Yazının devamı...

Walt Disney şarkılarını söyleyen Türk soprano

Tülay Uyar kendini müziğe adamış genç bir soprano. Aynı zamanda gençlere
el uzatan bir eğitimci. Dünyada verdiği konserlerle ve mükemmel sesiyle tanınıyor.
Biz ise onu ne yazık ki tanımıyoruz. Mütevazılığına, aydınlık yüzüne, yaptığı işe duyduğu tutkuya hayran oldum.

* Birçok organizasyonda en iyi ses seçilmişsiniz. Yurt dışında tanınıyorsunuz. İstanbul’da iki yeriniz var 7’den 77’ye herkese farklı müzik eğitimleri veriyorsunuz. Ama sizi küçük bir çevre tanıyor. Soprano Tülay Uyar kimdir? Müzik kariyeri nasıl başladı? Yurt dışında bunca işe nasıl imza attı?

1977, Almanya’da doğdum. Ailede kimsenin müzik eğitimi yok. Ben kendim piyano dersi almak istedim. Özel dersler aldım. Müzik tutku haline dönüştü bende. Güzel Sanatlar Lisesi Piyano Bölümü’nde okudum. Okurken müzikallerde de oynadım. O sırada sesimin iyi olduğu keşfedildi. Ses yarışmalarına katıldım. Milliyet Ses Yarışması’nda birinci oldum. Devlet Sanatçısı Suna Korat’tan özel dersler aldım. Suna Korat Bilkent Üniversitesi’nde hoca olunca, ben de oraya girdim. Oradan mezun oldum. Daha sonra Viyana Müzik Akademisi’nden burs kazandım. Orada eğitim aldıktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde de çalışmaya başladım. Ve 2003 senesinde de müzik okulumu açtım. Müzik eğitimi veriyoruz. Salzburg’ta, Londra’da, Köln’de farklı ülkelerde çok önemli hocalarla çalıştım. İyi eğitim aldım, bu eğitimi başkalarına aktarmak için de eğitim işine girdim. Taksim ve Zekeriyaköy’deki merkezlerimde farklı alanlarda müzik eğitimleri veriyoruz.

* Yurt dışında çok sayıda konseriniz olmuş. Bir ara yurt dışında yaşadığınızı düşündüm...

Sıklıkla konserim oluyor yurt dışında. Aslında bir süre de Londra’da yaşadım. Şimdilerde yavaş yavaş Türkiye ağırlık alıyor. Londra’da da eğitim aldım. Müzik öyle bir şey ki çok derin, gittikçe bitmiyor. Vizyonumu ve tekniğimi geliştirmek için uzmanlık çalışmaları yapmam gerekti. 35 ülkeyi aşkın yerde konserler verdim.
Artık en çok Türkiye’de yapacaklarımı önemsiyorum

* Türkiye’de opera olanakları kısıtlı... Opera ilgi görmüyor Türkiye’de.

Ben hem opera hem de müzikal söylüyorum. Ben de sizin gibi “Türkiye’de çok bilinmiyor, ilgi görmüyor opera” diye düşünüyordum ama artık düşüncem, daha doğrusu bakış açım değişti. Bunu değiştiren de biri oldu. Ben aynı zamanda seslendirme yapıyorum. Walt Disney şarkılarının hemen hemen hepsini ben seslendiriyorum. Çok severek yaptığım bir iş. İmaj Müzik’in sahibi Cemal Noyan, bir sohbetimiz sırasında “Yurt dışında bir şeyler yapmak önemli ama mutlaka Türkiye’de de yapmalısın” diyerek beni yüreklendirdi. Bu yüzden artık Türkiye’de yapacaklarımı çok önemsiyorum. Müzik eğitimi işin bir yanı. Diğer yandan da farklı projeleri hayata geçirmeyi planlıyorum.

* Opera ve müzikal alanında değil mi bu yapmayı planladıklarınız?

Bence herkese yakışan bir tarz var. Ben klasik müzik, cazdan güzel ya da türküden güzel diyemem. Herkesin ses rengi, dinlediği, sevdiği müzik farklı. Kimileri türküyü, kimileri pop müziği güzel söylüyor. Bu gırtlak yapısına da bağlı. Ben klasik müziği çok seviyorum. Caz müziği ve türkü söylemeyi çok seviyorum. Caz söyleme tekniği bambaşka bir teknik. Temel olarak ses güzelse bir eğitim almak gerekiyor. Stili seçmek tamamen kişiye bağlı.

* Ama bir de sesi olmayıp da stil seçenler var...

Var ama sonuçta stiliniz ne olursa olsun eğitim aynıdır. Sesiniz güzelse eğitimle birlikte çok farklı bir boyuta gelirsiniz. Opera zor söylenen bir tarz olduğu için bu eğitimin devam etmesi gerekiyor, mesela bir pop müzikte bu kadar uzun olmaz eğitim. Temel eğitimle birlikte stil dersi almak lazım. Mozart yorumlama dersi var, müzikal söyleyecekseniz tekniği farklı. Teknik dersler ayrı, stil dersleri ayrıdır. Temel olarak kişinin sesi güzelse stil seçmek kişiye bağlı.
Sesiniz güzel olmasa bile pop müziği canlı söyleyebiliyorsunuz

* Şarkı söylemek için sesin çok güzel olmasına gerek yok mu artık? Bakıyoruz sesi güzel olmayan çok isim var sahnelerde.

Şöyle bir şey var. Teknoloji gelişti, müzik piyasası dijital ortama kaydı. Sizin bu söylediğiniz biraz geçmişte kaldı. Çünkü albüm satışları düştü. Bir şarkıcı albümü prestij için yapıyor. Ve artık şarkıcılar sahne performanslarıyla değerlendiriliyor. Albüm yapabilirsiniz. Sesiniz kötü olabilir. Sesinizi 15 yaş gençleştirip 15 yaş yaşlandırabilirsiniz. Detone olduğunuz bölümler düzeltilebilir. Fakat böyle yaptığınızda sahnede canlı performans yapma şansınız yok. Albümünüz olur ama performansınız olmazsa iş yapamazsınız. Şu anda yalnızca çok meşhur isimlerin albümleri satıyor. Çok iyi bildiğimiz sanatçıların da albüm satışları çok düştü. Günümüzde şov dünyasında yaptığınız tarz önemli. Caz müzikte de, türküde de sahnede iyi sesiniz olmalı. Ama pop alanında şovla desteklediğinizde, müzik de o kişinin sesine göre seçilince sahne performansınız olabiliyor. Bunun da örnekleri var.

* Geçenlerde bir dost ortamında Şehrazat’la sohbet ettik. Bir şarkısı vardı, bir isim için, “O bu şarkıyı söyleyemez” dedi. Ne kadar eğitim alırsa alsın, çalışırsa çalışsın pop tarzında da herkesin bir kapasitesi olduğunu anlattı...

Güzel ifade etmiş. Eğitimle gelinebilecek nokta var. Ben bunu şöyle anlatıyorum. Bazı kadınlar makyajla çok güzel oluyor ama bir de makyajsız da çok güzel olan kadınlar var. Bazı insanların sesi güzel, iyi eğitim aldıklarında alıp götürüyor.

Leyla Gencer yurt dışında saygı duyulan bir isim

* Diva deniliyor bazı isimler için. Kim diva? Siz bu güzel sesinizle diva olabilir misiniz?

Aman ne olur, bunu benim için hiç söylemeyin. Suna Korat ve Lelya Gencer divadır. Onlar mesleklerinin doruk noktasında isimlerdi. Bu uzun bir yol, bizler için gidilecek çok yol var. Türkiye’de maalesef kelimenin ağırlığının farkında olmadan hafifletilerek kullanılıyor. Sanatçı kelimesi de öyle. Bazen yılların birikimi ve başarısı iyi değerlendirilemeyebiliyor.

* Ama bu ülkede Leyla Gencer’i yine çok sınırlı bir kesim tanıdı, bildi...

İtalya’da, Londra’da katıldığım tüm kurslarda Türk olduğumu öğrenen herkes bana Leyla Gencer’in başarısından bahsetti. Ne yazık ki Türkiye’de bir TV programında Leyla Hanım için, “Yurt dışında gerçekleri varken neden çakması meşhur olsun” denilmiş. Bu beni çok üzdü. Bizzat biliyorum. Yurt dışında saygı duyulan, hayranlıkla takip edilen bir isimdi Leyla Gencer.

* Ben de bir süre Almanya’da bulundum. Orada yanında kaldığım ailedeki baba bana, “Üç önemli Türk tanıyorum, Atatürk, Turgut Özal ve Leyla Gencer” demişti. Ben de bunu hiç unutmam.

Aynen öyle. Leyla Hanım’ın da ünü yurt dışında Türkiye’den çok daha fazla yayılmıştı.

Yurt dışında müzik eğitimi almak isteyen gençlere sertifika veriyor

Tülay Uyar’ın müzik okullarında müzik eğitimi alanında yurt dışında şansını denemek isteyen öğrencilerin önünü açacak bir sertifika da veriliyor. Birçok önemli okula kabul edilmek için ABRSM sınavları olarak bilinen Royal Academy, Royal College of Music, Northern College of Music ve Welsch College Of Music’in oluşturduğu bir sınav kurulundan geçmek gerekiyor.
Bu sınav kurulu çeşitli ülkelere giderek o ülkedeki öğrencileri sınava tabi tutarak sertifika veriyor. Bu sınav merkezlerinden biri de Tülay Uyar’ın müzik okulları.

Dünyanın en ünlü hocalarını getiriyorum

Çalıştığım önemli müzik adamları beni desteklemek üzere okullarıma geliyor. İlk atölye çalışmasını Royal Academy Of Music müzikal tiyatro bölüm başkanı Mary Hammond ile yaptık. Genç öğrencilerin arasında müzikal okumak isteyenlerin, Londra’da Royal Academy of Music’in kurul başkanı hocasıyla birebir ders yapması kadar büyük bir şans yok. Royal Opera House’dan Soprano Elisabeth Connell, Richard Hetherington ve müzik direktörü Gareth Valentine bu yıl Türkiye’ye gelecek.

Umarım ben de Haluk Bilginer’in tiyatroda yaptığını müzikal alanda başarırım

* Siz yurt dışında Türk olmaktan kaynaklanan sorunlar yaşıyor musunuz?

Evet, yaşadım. Ünlü müzikallerde rol almak için yüzlerce başvuru yapılıyor, genellikle de Avrupalı ve ABD’li sanatçılar tercih ediliyor. Son olarak da aralarında önemli isimlerin ve Phantom of The Opera’nın yönetmeni Laurence Connor’ın da bulunduğu sanat kurulu, daha önce seçilmiş 10 kişiyi 3 kez dinledi.

* Bu 10 kişi nasıl seçildi?

İnanın yüzlerce isim arasından seçildi. Benim için büyük gurur. Phantom of the Opera’nın oynandığı sahnede yapıldı dinletiler. Münih doğumlu olduğum için beni AB vatandaşı zannetmişler, Christine rolü için anlaşmaya varmak üzereyken çalışma vizem olmadığı için olmadı. Haziran sonu dinlediler, Ağustos’ta provalar başlıyordu. İngiltere’de çalışma vizesi almak birkaç ay sürüyor.

* Çalışma vizesi almayınca önünüz kapalı o zaman...

Yazın Londra’da müzikal albümüm için kayıtlara başladım. Londra’nın en önemli müzik mağazası Dress Circle’da albümüm Ocak ayı sonrasında satılacak. Bu arada Phantom of the Opera’nın devamı olan Love Never Dies müzikali için yeni kast yapılmadı ama beni önceden müzik direktörü Gareth Valentine’a dinlettiler. Love Never Dies şu anda dünyada tek... O noktaya gelmiş olmak bile benim için önemli. Yeni müzik direktörü 6 Aralık’ta beni Londra’da dinleyecek. Bu son elemelere kalmış olmak benim için onur verici. Yabancıların çok zor kabul edildiği bir alan. Diksiyona da çok bakıyorlar.

* Siz bu sorunu nasıl aştınız?

İngilizcem çok iyi... Yurt dışından bu noktalara gelmek zor. Bugüne kadar Haluk Bilginer bunu tiyatroda başardı. Müzikallerde oynayan bu düzeyde bir isim olmadı. Umarım ben de Haluk Bilginer’in tiyatroda yaptığını müzikal alanında başarırım.

Yazının devamı...

Türkiye’nin yüzde 70’i eve yemek siparişi vermiyor

Dominos Pizza eve servis pizzada pazar lideri. Ayda ortalama 6 milyon pizza satıyor. Yeni fabrikasıyla bu rakamı 4 kat arttıracak. 2015 hedefi 500 restoran, 10 bin çalışana ulaşmak. 1 milyar dolarlık eve servis pazarının hızla büyüdüğünü ve yeni rakiplerin geldiğini söyleyen Dominos Pizza Türkiye Genel Müdürü Aslan Saranga, “Rakiplerin pazara girmesi iyi çünkü farkındalık artacak. 1 milyar dolarlık bir pazar, hızla büyüyor ve Türkiye’nin yüzde 70’i hiç evine servis almamış. İşimiz çok basit ama aynı zamanda zor. Hedefimiz 5 yıl içinde yılda yüzde 7-8 büyüyen bu pazarda yüzde 30’luk paya ulaşmak” dedi.

Dünyada Dominos’nın 65 ülkede 9 bin restoranı var. Yılda 400 milyon adet pizza satıyor.

Türkiye’de pizza tüketimi hızla artıyor. Evlere servis pizza hizmetinde lider marka Dominos Pizza da hızla büyüyor. Neredeyse büyük şehirlerde her mahalle de bir Dominos Pizza var! Dominos Pizza Türkiye Genel Müdürü Aslan Saranga’yla Bebek Dominos’ta buluştuk. Küçüçük dükkan arı kovanı gibiydi. Bir pizza kuryesi giriyor, diğeri çıkıyor. Pizzalar gözümüzün önünde 3-4 dakikada hazırlanıp evlere 30 dakika içinde götürülüyor. Şu anda 3 bin çalışanı olan Dominos Pizza 4 yıl içinde 10 bin çalışana ulaşacak, restoran sayısı da 500’ü bulacakmış.



Dominos Pizza sizin hayatınıza nasıl girdi?

Ben üniversiteyi bitirdikten sonra, finans üzerine master yaptım. Gıda üzerine çalışmak gibi de bir planım yoktu. Bir firmada uluslararası ticaret yapıyordum. Metal alımları üzerine çalışıyorduk. Üniversite döneminde stajer olarak çalıştığım yerdeki bir yönetici, ‘Dominos Pizza’dan Amerika’dan misafirlerimiz gelecek, Türkiye’deki pazarı gösterir misin?’ dedi. Amerikalılarla gezmeye başladık.

Lahmacuncuları da gezdik, hamburgercileri de... O dönem hiçkimse bilmiyor Dominos’u. Bu arada onların iş yapması için Türk ortağa ihtiyaçları vardı. Ben iş yaptığım kişilere durumu anlattım. Onlar ilgilendi. Ortaklık kuruldu. Bana da ‘Sen bu işe göz kulak ol 6-7 ay. Genel müdür olsun ama sen de ilgilen bu işle’ dediler. Daha sonra beni Amerika’ya pizza kursuna gönderdiler. 22 gün sürdü kurs. Sonra Dominos Pizza’nın ilk yerini Ulus’ta bulduk. Başladık.

Ve o gün bugündür kopamadınız...

Aynen. Biz 4 senedir üst üste dünyada en iyi franchise’lara verilen ödülleri alıyoruz. 4 sene önce 50 dükkandık. Geçenlerde 153’üncü dükkanı açtık. Siz bu röportajı yayınlayana kadar bu sayı artar. Bu aralar her hafta dükkan açıyoruz.

Kaç çalışanınız var?

Şu anda 3 bin kişi çalışıyor. 52 dükkan şirket dükkanı, diğerleri franchise.

Fabrikalarınız var. Ne yapılıyor Dominos fabrikalarında?

Bu pizza sektöründe bir ilk. Bizim işimiz evlere servis üzerine kurulu. Bizim sistemimizde başarı düşük metrekare ve dükkanda çalışmaktan geçiyor. Pizza yapmak dışında bir aktivite yapılmıyor dükkanlarda. Bizim tüm aktiviteler fabrikada yapılıyor. Hamurlar fabrikadan geliyor. 3 günde bir sevkiyat yapılıyor fabrikadan. Ürün kalitesi aynı ve lezzeti de aynı. Ayrıca düşük metrekarelerde çalıştığımız için maliyet de düşüyor.

Pizza ustamız yok

Pizza ustalarınız yok mu?


Bizde usta yok. İstanbul’daki fabrikamıza 4 milyon euroluk yeni yatırım yaptık. El değmeden hamurlarımız yapılıyor. Bin metrekareye yakın soğuk hava depolarımız var. 3 bin metrekarelik bir alanda hem fabrika var hem de kuru depolarla soğuk depolar. Bu fabrikadan 500 restorana hizmet verecek kapasitedeyiz.

3 fabrikanız mı var?

Ankara ve İzmir’de de fabrikamız var. İstanbul’daki yatırımla birlikte biz toplam 700 restorana kadar servis verme olanağına sahip olduk. Sonuçta franchise vermek kolay değil. Ürün ve servis kolay ama veren firmanın altyapısı olmalı. Ürün verme ve dağıtma kapasitesi önemli.

Günde kaç pizza hamuru üretiliyor?

Günlük değil 3 günlük yapılıyor. Ama ayda ortalama 6 milyon pizza satıyoruz. Ve bunu yeni fabrikalarımızla 4 misli arttıracağız. 24 milyon pizza satma kapasitemiz olacak 15 gün içinde. 2015 senesi hedefimiz 500 restorana ulaşmak.

Türkiye’de insanlar bu kadar çok pizza yer mi?

Yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan? Bu, bunun gibi. Bizim halkımız hamur seviyor, peynir, sucuk seviyor.

Peki evine yemek yani pizza servisi alıyor mu? Büyük şehirlerin de kapasitesi bir yere kadar değil mi?

Evet eve servis henüz bizim için yeni. Ama Türkiye hızla gelişiyor. Her dükkanımızda en az 3 bin kayıt var. 4.5 milyon aktif müşterimiz var, son 120 günde bize sipariş veren müşteri sayısı.

Restoran yani oturmalı yerleriniz olacak mı?

İki konseptimiz olacak. Biz evlere servise odaklıyız orada kalacağız. Ama Sirkeci’de açtığımız dükkanda oturma yerleri var. Oturma yerleri olan dükkanlar açmaya da başlıyoruz. İstiklal Caddesi, Bağdat Caddesi ve Nişantaşı’nda yeni dükkanlar açacağız. Bu konsepti Fransızlar geliştirmiş ve beğenilmiş. Bu konsept de dünyada tutunca farklı ülkelerde uygulanmaya başlandı. Amerika’da yüzde 95 oranında evlere servis yapılıyor. Biz de hâlâ küçüçük pizzacı dükkanlarımızda oturuyorlar. Bizim halkımız dışarıda zaman geçirmeyi seviyor.

3 günde malzeme kalmadı

Aynı şeyleri Anadolu’daki yerleriniz için söyler misiniz?


Anadolu’da açtığımız dükkanlar rekor ciro yapıyor.
Çanakkale ve Konya gibi yerlerde çok ilgi gördük. Dominos Çanakkale’de o kadar ilgi gördü ki 3 gün içinde malzeme kalmadı.

Sizin rakibiz pizzacılar değil mi? Lahmacun, döner, pideyle mi rakipsiniz?

Aynen. Biz bunu çok önemsiyoruz. Bizim içinde olduğumuz sektörün içinde Çin mutfağı, pide, lahmacun ve hamburger de var. Bir restorana girip alınıp çıkılıp evde yenilebilen her şey içine giriyor. Türkiye bu pazarda yüzde 15’lik paya sahip. Hedefimiz 5 yıl içinde yılda yüzde 7-8 büyüyen bu pazarda yüzde 30’luk paya çıkmak.

Ya fiyatlarınız?

Biz ilk başladığımızda pahalıydık. Kebaptan pahalıydık, şimdi ucuzuz. Fiyat avantajımız da var ayrıca pislik bırakmayan bir ürün. Toplu yemekler de tercih ediliyor. Bizim hedef kitlemiz okazyonlar.

Siz ne yemeği seversiniz?

Makarna, sebze...

Başka? Dışarıda en çok ne yersiniz ailece?

Balık.

Peki eve en çok ne sipariş ediyorsunuz?

Pizza.

İşte biz de bunun üzerine gidiyoruz. Evde yemekler yapılıyor, ailece dışarı çıkıldığında yemekler yeniliyor, kebap ya da balık. Ama eve pizza sipariş ediliyor. Çünkü pizza aynı zamanda eğlence... Kolay yenilen, hızlı yenilen bir ürün. Biz 15 senede çok yol aldık. Eskiden Nişantaşı, Bağdat Caddesi derken, şu anda düşük gelir seviyesinde olan yerlerde rekor satışlar yapabiliyoruz. Yaşam şeklimiz çok değişti. Biz tamamen bir Amerikan firması olarak gelmedik, bunu da lanse etmedik. Mahalle pizzacısı olduk.

Dominos Pizza’nın ürünleri de bize özel değil mi?

Ürünleri de adapte ettik. Mönümüzde damak zevkimiz göre ürünler var. Baktığımızda yabancı markaya hiç benzemiyor. Turkish Pizza var, pastırmalı, 9 malzemeli pizzamız var. Türkiye’de insanlar etli ve bol malzemeli pizza seviyor. Örneğin Amerika’da hamurlu tatlılar var, bizim halkımız baklava ya da sütlü tatlı, çikolatalı tatlı seviyor. Biz bu süreçte künefe de sattık, kendi özel suflemizi de yaptık.

Türkiye’de evlere servisin çok yeni olduğu ortada. Baktığımızda sektöre yeni giren marka sayısı da her geçen gün artıyor. İşiniz zorlaşıyor mu?

Bu işe başladığımdan beri hep büyüyen pazara baktım. Yüzde 70’i Türkiye’nin pizza tüketmiyor. Daha doğrusu evine pizza sipariş etmiyor. Rakiplerin girmesi iyi çünkü farkındalık artacak. 1 milyar dolarlık bir pazar, hızla büyüyor ve yüzde 70 hiç evine servis almamış. İşimiz çok basit ama aynı zamanda zor. 30 dakikada pizzanın zamanında lezzetli gitmesi çok önemli. Adana’da varız. Gaziantep’te de açacağız yakında. Trabzon’da da ilk dükkanımızı zamanında açıyoruz.

Motorcularımız milyoner oldu



Çalışanlarınız özellikle de kuryelerin müşteri ilişkileri çok önemli. Bunu sağlamak için ne yapıyorsunuz?

Çalışanlarımız bu şirketin parçası. Bugün Dominos Pizza’da belli süre çalışan herkesin franchise şansı var. Biz bizimle uzun süre çalışanları iş sahibi yapıyoruz. Franchiselarımızın yüzde 25’i içimizden çıktı. Dominos Pizza’da motorcu olarak başlayıp 7 dükkanı olanlar var.

Bizim rakiplerden ayıran en önemli özelliğimiz çalışanlarımızın markaya bağımlılığı. Dominos Pizza’ya adım atan herkes girişimciliğe adım atmıştır. 10 bine çıkacak çalışan sayımız. 2015’te 10 bin çalışan olacak. 200’e yakın franchisemız olacak. Sanırım kendi içimizden de girişimciler ve milyonerler çıkacak.

İçinizden olmayanlar nasıl franchise olabilir?

Biz deneyim aramıyoruz. Biz markaya inanmasını ve sevmesini bekliyoruz bize başvuranların. Lokasyonlarımız var bize gösterilen yerler de olabilir. 250 bin dolarlık yatırım gerekiyor. 120 metrekarelik alana ihtiyaç var minimum. Dediğim gibi karşılıklı görüşmeler, markaya bağlılık, sevmek, inanmak çok önemli.

Her öğün pizza da ıspanak da yenmez

Kalorili pizza. Son yıllarda herkes doğru dengeli beslenmekten bahsederken pizza satışlarının artması çelişmiyor mu?

Ben iyi ve sağlıklı beslenmeye dikkat eden biriyim. Ben haftada bir veya iki pizza yerim. Dengeli olarak yenilen her şeyin sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bence çocularımıza öğretmemiz gereken en önemli şey dengeli beslenmek. Her öğün ıspanak da yenmez, pizza da...

Yazının devamı...

Türkiye’de otomobil üretim kapasitesi 2.5 milyona çıkar

Kış sonunda dünyada 2 yılda bir düzenlenen Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin (Global Reporting Initiative-GRI) Amsterdam’daki toplantısına Doğuş Otomotiv’in CEO’su Aclan Acar ile birlikte katılmıştık. Nedir bu GRI? diyenlere kısaca hatırlatalım. BM 11 yıl önce GRI’yi gündeme getirdi, Türkiye’de de şirketler bu sözleşmeyi imzaladı. Dünyada sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirebilmek için çevre ve sosyal konularda da yol haritaları çıkarılıyor. Doğuş Grubu da Doğuş Otomotiv de bu sözleşmeyi imzalayanlar arasında.

Bu sözleşmeyi imzalamak yetmiyor. Şirketler insana ve çevreye saygılı olduklarını, etik kurallara uyduklarını, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için yaptıklarını da hazırladıkları raporlarla ortaya koyuyor. Doğuş Otomotiv, Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporu’nu açıklayan ilk otomotiv şirketi oldu.

Bu gelişmeyi paylaşmak üzere Doğuş Otomotiv CEO’su Aclan Acar’ın davetiyle Ortaköy’deki Bentley Showroom’da buluştuk. Benim ilk merakım Bentley satışları oldu. Bu yıl 15 Bentley satılmış. Alıcılardan birinin Ali Ağaoğlu olduğunu biliyoruz. Bugatti de Doğuş Otomotiv’in Türkiye’ye getirdiği lüks otomobil markalarından. Henüz satış olmamış. Gelelim gündemimizdeki konuya. Aclan Acar bir bir yaptıklarını anlattı.



Doğuş Otomotiv öncelikle ofisini Maslak’tan Gebze’ye taşıdı. Ofis dikey değil yatay ofis. Asansör kullanılmıyor.

Gebze şehir merkezine uzak olduğu için de çalışma saatleri değiştirilmiş. Erken işe başlayıp, erken işten çıkıyorlar.

Porsche kırmızıda duruyormuş!

‘İnsana ve çevreye saygılı olacağız’ diye yola çıktıklarından beri ilk anda baktığınızda çok küçükmüş gibi görünen değişiklikler büyük tasarruflara neden olmuş. Doğuş Otomotiv, 1 yılda elektrik tüketiminde yüzde 13’lük tasarruf etmiş, atıkları da toplamışlar ve toplam tasarrufları 33 milyon TL’yi bulmuş.

Aclan Bey, Amsterdam seyahatimizde de söylemişti. Bir kez daha vurguladı. Örneğin Almanya’daki ortakları Meiller’le yapılan toplantılar için kısa aralıklarla Almanya’ya gitmekten vazgeçmişler. 3 bin euroya kurulan bir sistemle video konferans sistemini kullanmaya başlamışlar. Şirketin yarattığı karbon salınımında düşüş elde edilmiş.

Mutluluğu ve tatmini hedeflemelerinin verimliliği de artırdığını anlatan Acar, toplantı günleri dışında giyim konusunda da esneklik sağladıklarını söyledi. Ezcümle Doğuş Otomotiv’de kravat zorunluluğu yok.

Aclan Acar’la sohbet sırasında Doğuş Otomotiv’in Türkiye’deki konumuyla ilgili de bilgiler aldık. Doğuş’un satışını üstlendiği marka sayısı 45. Audi, Polo, Golf, Bentley Skoda, Seat, Porsche...

Sohbetimiz sırasında Aclan Acar, Volkswagen Grubu’nun araçlarında ‘yeni teknoloji’ örneklerini bizle paylaştı.

Örneğin Porsche marka araçlar kırmızı araçta beklerken duruyormuş. Arabaların bu özelliğini bilmeyenler, ‘Motor kendi kendine duruyor’ diye şikayette bulunuyormuş, oysa bu Volkswagen’in Porsche’larda denemeye başladığı ve diğer marka araçlarında da uygulamayı planladığı bir yenilikmiş.

Aclan Acar, artık araçlardaki sistemin yüzde 60-65’inin bilgisayar kontrollü olduğunu da söylerken, Türkiye’de ‘yeni yetişen insan gücü’nün altını çiziyor.

Meslek Liseleri’ndeki ve üniversitelerdeki Mekatronik Bölümleri’nin artması gerektiğini de vurgulayan Acar, İstanbul’daki iki liseyi desteklediklerini de anlatıyor.

Doğuş Otomotiv 2010 yılını büyüme rakamlarıyla kapatıyor. Türkiye otomotiv pazarında Renault, Fiat ve Ford’dan sonra yüzde 12’lik pazar payı var.

Çin lider pazar oldu

Volkswagen Grubu’nun dünya genelinde en çok satan markası Audi. Yıllardır Almanya’da en çok satan Audi bu yıl ilk kez en çok Çin’de satılmış. Audi’nin lider pazarı Çin olmuş.

Çin’de Volkswagen’in 2, Audi’nin 3 fabrikası var. Ve bu fabrikaların tümü iç tüketim için araç üretiyor.

Türkiye’ye dönersek; Aclan Acar’ın verdiği bilgiye göre, Türkiye’de otomobil fabrikalarının yıllık üretim kapasiteleri 1 milyon 200 bin adet. Trafikteki 12 milyon binek otomobilin yüzde 50’sinin yaşı ise 15’in üzerinde.

Bundan 15 yıl önceki otomobil teknolojisi ile üretilen bir araç, bugün üretilene göre 15 kat fazla enerji harcıyor.

Acar, Türkiye’deki 1 milyon 200 bin adet otomobil üretim kapasitesinin rahatlıkla 2 milyon 500 bine çıkabileceğini, Türkiye’deki eski araçların yerlerini hızla yeni araçların alacağını söylüyor. Acar’a göre, Türkiye’de otomobil sektörü iç pazarda büyüdükçe dış pazarda da büyüyecek, otomobil sektöründe 3’üncü dalga geliyor...

Yazının devamı...

Zorlu Center’da dünyanın en güzel mağazasını yapmak için yola çıktık

Cem Boyner, Zorlu Center’da planladıkları Beymen’i dünyanın en güzel mağazası olmasını istediklerini söyledi. ‘Dünyada olmayanı yapmak istiyoruz’ diyen Boyner, “Zorlu Center’daki Beymen’in fiyatları daha demokratik olacak. Biz şu anda Zorlu Center’da dünyanın en güzel mağazasını yapmak için yola çıktık. Örnek alıp bakacağımız mağaza yok. Zorlu Center’la birlikte Beymenler’in metrekaresi yüzde 60 büyüyecek” dedi .

Boyner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cem Boyner’le dün başladığımız sohbete bugün de devam ettik.

Her yer AVM oldu. Siz de AVM’lerde yer alıyorsunuz. Ne kadar devam edecek? Nereye kadar?

Türkiye’nin her yerinde muazzam inşaatlar yapılıyor. Siteler yapılıyor, içinde havuzlar, tenis kortları var. Alışveriş merkezleri var. Bunlar Türkiye’nin normları oldu. Bundan 10 yıl önce araba almayı hayal edemeyenler ev sahibi oldular. 1.000-2.000 dairelik sitelerde oturanlar mini AVM’leriyle mi yetinecek yoksa kalkıp büyük yerlere gidecek mi? Bizim format değiştirmemiz, çeşitlememiz gerekti. Herkes elindeki oyun planını farklı yapmak zorunda kaldı.

Beymen Zorlu Center projesinde yer alıyor. Projede çok önemli ve büyük bir yeriniz olduğunu gördüm. Oradaki farkınız ne olacak? İnsan sektöre bakınca ‘Sunulacak yenilik kalmadı’ diyor, var mı bir yenilik?

Tüm Beymen’ler birbirinden farklı. Akmerkez Beymen’de her müşteri adıyla bilinir. ‘Elif Hanım geçen sefer aldığınız pantolon...’ derler, Nişantaşı’nda yapılmaz bu. Müşteri gözüyle işaret etmeden satış sorumlusu Nişantaşı’nda müşterinin yanına gelmez. İstinye Park’ta da durum farklıdır. Zorlu da farklı olacak.

Yüzde 60 büyüme

Nasıl bir farklılık bu?

Zorlu Center’daki Beymen’in fiyatları daha demokratik olacak. Biz şu anda Zorlu Center’da dünyanın en güzel mağazasını yapmak için yola çıktık. Örnek alıp bakacağımız mağaza yok. Dünyada olmayanı yapmak istiyoruz. Ekibimiz Kore, Hong Kong, Pekin turu yapacak bayramdan sonra. Zorlu Center’la birlikte Beymenler’in metrekaresi yüzde 60 büyüyecek.

Çalışan sayınız da artacak. Kaç kişiye yeni istihdam olanağı doğacak?

Bundan bir yıl önce daha önce işten çıkardıklarımızı geri kazandığımız için memnunuz diyordum, şimdi önümüzdeki 3 yılda grupta çalışan sayısı 2 katına çıkacak.

Yeni heyecanım

Kaç kişi çalışıyor?

6 bin. Farkları da özetleyim. Zorlu Center’daki Beymen’de marka çeşitliliği olacak, aradaki fark açılacak, alınan ürün çeşitliliği artacak, geniş bir kesime hitap edecek. Mağazanın yarıdan fazlası ilklerden meydana gelecek. Alt katında gıda reyonu olacak. Yeni bir heyecanı Zorlu’daki yerimizde yaşatacağımıza inanıyoruz.

Zorlu Center’ı kendi projemiz gibi benimsedik. Çok güzel olsun istiyoruz. Heyecan duyuyoruz. Müthiş bir eser ortaya çıkardılar, bize de büyük sorumluluk düşüyor.

AB hayalinin içi boşalıyor

Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı kalmadı diyenler var. AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var mı?

Avrupa’nın sosyal ve politik sistemleri dışında Türkiye hiçbir şeyine özenmiyor. Türkiye’deki insanların çoğunluğu için AB hayalinin içi boşalıyor. Eskiden tepkimiz vardı onlar bizi istemiyor biz de ‘Onları istemiyoruz’ derdik. AB süreci çok aksak gidiyor. Türkiye’nin insanları çok duygusal. Avrupa’da ihracat pazarlarımız daralıyor, yeni pazarlara açılıyoruz. Bizim lüks kumaş ve konfeksiyon ihracatımız İran’a Amerika’dan daha fazla. AB yolculuğu yasal kazanımlar açısından Türkiye için çok önemli. Müzakere başlıklarını bir geçsek, hukuk altyapımızı sağlamlaştırsak çok iyi olacak.

Nedir Türkiye’deki insanların zembereklerinden boşalma arzusu?

Hermes‘in yeni bir çanta modeli geliyormuş. Dünyada 25 adet üretilmiş. Türkiye’ye bir tane gelecekmiş. Türkiye’den yüzlerce kadın sıraya girmiş... İlginç değil mi?

Haftada 3 gün sıcak su vermiyor değil mi bu çanta?.. İlginç... Çok ezik ve hırslıydık belki. Tam olacaktık ama olamıyorduk. Her zaman sanki geleceğin ülkesi kalacaktık. Sanırım artık o hayali yaşamak istiyoruz. Nedir Türkiye’deki insanların zembereklerinden boşalma arzusu? Bunun dibinin ne olduğunu bence Nilüfer Göle’ye sormalısın.

Siz Fulya’da da şehir içinde outlet açtınız, ünlü markaların ürünlerini orada da satıyorsunuz. Türkiye’de her geçen gün marka bağımlısı sayısı artıyor mu? Yabancı markalar Türkiye’ye geldiklerinde gördükleri ilgiden şaşkına dönüyor, cirolarından çok mutlular.

Bundan 15 yıl önce sadece Armani giyen, Beymen giyenler vardı. Şu anda bu yok. Mavi Jeans’ten pantolon, Gucci’den kemer, H&M’den de kazak giyen var. Marka hastalığı, bağımlılığı yok, marka bilinci çok yüksek artık. Bence bu kötü değil. Ben kendime banka olarak örneğin, Garanti veya Akbank’ı seçiyorsam, bir bildiğim olmalı. Demek ki memnunum. Hazırgiyim, cep telefonu ve çantada bir markayı tutturduysa kişi, bu onun kafasız olduğunu göstermiyor, eğitimli, tecrübeli olduğunu gösteriyor. Marka olmayan markalar, sevilen ve sevilmeyen markalar ayrılıyor. Eskiden restorana girerdiniz, 25 sene evvel ‘Şarap’ derdiniz, gelen şarabı içerdiniz, sonra ‘Kırmızı şarap’ dediniz, zamanla döndünüz ‘Merlot veya Cabernet’ dediniz, yılına bakmaya başladınız, şimdi restoranlarda şarap menüsünü uzun boylu inceliyorsunuz. Her işte detaya iniyoruz, indikçe o markayla ilişki yoğunlaşıyor, yakınlaşıyor. Belki o markanın ciddi bir takipçisi oluyorsunuz.

Bu marka bağımlılığı değil mi?

Ben tüm bunlara ‘insanlar marka delisi oldu’ perspektifinden yaklaşmıyorum. Aşağılamıyorum. Çok sofistike olduklarını düşünüyorum. Yobazlık da azalıyor. İnsanlar deniyorlar. Biz bunu Boyner ile Beymen’deki çok sayıda markalar arasındaki müşteri göçlerinden çok iyi anlıyoruz. Bir de sattığımız ürünlerden çok iyi gözlemliyoruz. Bir ürünün iyi satmasının ya da hiç satmamasının mutlaka nedeni vardır. Sezon sonunda bakıyoruz, alıyorsa müşteriler haklı nedenlerle alıyorlar, satılmadıysa da anlıyoruz. Hepsinin hikayesi var.

Tüm bunlar son 5 yılda mı oldu?

Bunların 4-5 yıla nasıl sığdığını bilmiyorum. Ama geçtiğimiz yıl ile bu yıl arasında yüzde 25 net büyümemiz var.

Yazının devamı...

Dünya durmuş, Türkiye aldı başını gidiyor, önümüzdeki 5 yılda uçacak

Boyner Holding’in Başkanı Cem Boyner, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili parlak bir tablo çizdi. “Son 2 yıldan önümüzdeki 4 yıla kadar dünyanın hiç bir yerinde bizimki kadar büyük, heyecanlı bir proje yok! Dünya durmuş, Türkiye aldı başını gidiyor” diyen Boyner, Türkiye’nin mikro ekonomik anlamda çok büyük bir değişim geçirdiğini düşünüyor. Boyner, “Türkiye koptu gidiyor. Türkiye yıkılmıyor, moraller yıkılmıyor. Türkiye’nin her yeri şantiye gibi. Bu yüzden çok hızlı gelişeceğiz diye düşünüyorum” dedi.

Ekonomideki olumlu tablonun siyasi istikrardan kaynaklandığına ilişkin yorumlara ise Boyner’den aynı iyimserlikte yanıt gelmedi: “Nerede var siyasi istikrar? Parti kapatma, 367, itiş kakış... Birkaç yıl öncesine kadar iktidardan proje duyardım. Şimdi kavga duyuyoruz. Muhalefet yok zaten. Olursa belki yakında göreceğiz. Rüya gibi geçebilecek bir referandumu kabus gibi yaşattılar bize. Ama Türkiye bölgesindeki ilişkilerde kendini ayağından vurmadığı takdirde önümüzdeki 5 yıl ve ötesini çok olumlu görüyorum”

Her zaman Cem Boyner’le konuşacak çok şey vardır. İş dünyasındaki yeri ayrı, siyasi geçmişi ayrı. Bu kez ‘Türkiye hızla değişiyor, insanların tüketim alışkanlıkları da hızla değişiyor’ derken, içinde bulunduğumuz değişimi, dönüşümü masaya yatırdık. Röportaja geçmeden önce yazmak isterim, Cem Boyner’le tanışıklığım mesleki deneyimimle yaşıt. 16 yıl öncesine dayanıyor. Stajer gazeteci olarak çalıştığım dönemde YDH hareketi beni içine mıknatıs gibi çekmişti. Cem Boyner için yakından tanıdığım ilk işadamı ve politikacı diyebilirim. O günden bugüne Boyner’le farklı vesilelerle gerçekleştirdiğimiz sohbetler oldu. İtiraf etmeliyim, bu röportajdan sonra moralim çok yükseldi. Türkiye’nin geleceğine dair söyledikleri beni heyecanlandırdı. Söyledikleri bende ‘bayram sevinci’ yarattı desem abartmış olmam. 5 yıl sonra gelişmiş bir Türkiye... Bayramınız kutlu olsun...

Altın yıl 2007’yi geçeceğiz

Perakende sektörü global krizden çok etkilendi ama hızla da kendini toparladı. Şimdi baktığımızda, öncelikle perakendede tercihler nereye gidiyor, bu tercihler nasıl ve ne yönde değişiyor?

Bizim sektörde kriz aslında 27 Nisan muhtırasıyla başladı. Sektörde 2007 altın yılımızdı. Dünyada da böyleydi. İlk önce lüks perakende etkilendi. Dağlıca olayından sonra Türkiye Irak’a girecek mi, karşısına Amerika’yı alacak mı? gibi tartışmalar vardı. 2008’de de finansal krizin etkisini hissettik. Tüm dünyada karanlık bir tablo vardı. Şöyle düşünülüyordu, ‘Dünyada hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak.’

Siz de bu kadar karamsar mıydınız?

Biz hayatın normal gelişimine ayak uyduracağımızı düşündük. Haklı da çıktık. Moraller düzelmeye başladığı an 2009’da, ilk lüks tüketim filiz verdi. Ve adım adım yayıldı iyileşme. Bizim için 2007 altın yıldı, biz o rakamları şu anda yakaladık, geçeceğiz.

Çok önemli bir iyileşmeden söz ediyoruz. Bu nasıl oldu?

Türkiye’nin gerçek bir krizi yoktu. Bizim endişemiz yurtdışındaki ihracat pazarlarımızın daralmasıydı, bu da hızla gerçekleşti. İkinci endişemiz de hükümetin ‘Kriz teğet geçecek’ düşüncesiyle tedbir almadan dönemi atlatmaya çalışmasıydı. Gerçekten pek bir tedbir almadı ama Türkiye kendi dinamikleriyle sıçradı. Turizm tekrar canlandı, döviz kuru yardım etmemesine rağmen ihracat canlandı. Fakat burada kendimize kredi vermeliyiz.

Sizin yabancı ortaklarınızla ilişkiniz kriz ortamında nasıldı? Onlar size endişelerini nasıl yansıttılar?

6 ay korkulu dönem geçirdiler. O 6 ay sonrasında hızla attılar korkularını. Türkiye kötü bir şey olduğunda hiçbir ülkeye benzemiyor, sapsız balta gibi dibine kadar gidiyor. Sonra işler toparlanınca da aynı hızla yükseliyor. Her ne kadar çok kriz yaşamış olsak da şerbetliyiz diyemem. Bu kez kriz bizden olmadığı için bocaladık. Korkulardan ötürü herkes tutuk davranınca moraller bozuldu. Şu anda agresif bir yol izliyor yabancı yatırımcılar.

Türkiye’nin potansiyeli mi ortaya çıktı?

Türkiye’de müthiş bir dinamizm var. ‘Büyük potansiyeli var Türkiye’nin, birgün elbette’ dediğimiz olay gerçekleşmeye başladı. Bir örnek vereyim. Geçen hafta New York’ta JFK Havaalanı’ndaydım, havaalanı dökülüyor, Miami’ye gittim, orası da dökülüyor. Siz Avrupa’da Amerika’da yeni bir müze, havaalanı, köprü yapıldığını duydunuz mu? Zorlu’daki Beymen için uluslararası mimarlarla çalışıyoruz. Son 2 yıldan önümüzdeki 4 yıla kadar dünyanın hiç bir yerinde bizimki kadar büyük, heyecanlı bir proje yok! Dünya durmuş, Türkiye aldı başını gidiyor. Bizde var, Çin’de var, Rusya’da eskisi kadar dinamizm yok. Dubai’de, Katar’da sükunetle başlayan birşeyler var. Türkiye koptu gidiyor. İhracatımızın bu başarıyı göstermesi verimlilik yakaladığımızı gösteriyor. Türkiye’nin mikro ekonomik anlamda çok büyük bir değişim geçirdiğini düşünüyorum. Türkiye yıkılmıyor. Moraller yıkılmıyor. Türkiye’nin her yeri şantiye gibi. Ben bu yüzden çok hızlı gelişeceğiz diye düşünüyorum.

Bu iyileşmeyi herkes, her kesim hissedecek mi?

Çaycının aldığı ücret de AB ülkelerindeki ücret skalasına gelecek. Sokaktaki vatandaşın zenginliğine etki yapacak büyüme yaşıyoruz.

Ahmet Zorlu deli ve Türk!

Türkiye’nin 1923’ten sonraki en büyük değişimi, dönüşümü yaşadığını iddia edenler var. Buna katılıyor musunuz? Türkiye daha önce tüketmeyen bir kesim vardı, onlar da ortaya çıktı. Geçenlerde sizin outletiniz Starcity’e gittim, ‘Hafta içinde insanların burada işi ne’ diye düşündüm. Bir yandan bugün bayram tatili için yurtdışına gidenler yazılmış. 80 bin kişi, tatil ekonomisi!

Türkiye’den yurtdışına gidenler yazılıyor, ya gelenler... İstanbul’a dışarıdan da çok gelenin olacağını tahmin ediyorum. Türkiye’de artık insanlar çok şey biliyor, takip ediyor. Biz Starcity’de outleti Türkiye’nin en şık alışveriş merkezlerinin kalitesinde yaptık. Hiçbir mağazada ürünler yerlerde değil, yurtdışındaki outletler gibi asla değil. Krizde açtık Starcity’i ve ilk 2 yıl minimum kira mecburiyeti koymadık, cirodan pay var. Amacımız iyi markaları çekmekti. Öyle de oldu.

Kriz ortamında da birçok yatırım devam etti...

Evet. Zorlu Center’a bakarsak... Ahmet Nazif Zorlu faktörü var. Dünyanın problemlerini çıkarttılar, yılmadı, kaçmadı, başardı. Dubai Emiri, İETT arsasında benzer zorlukları görünce kaçıverdi. Niye biri kaçtı, diğeri kelle koltukta inançla devam etti? Deli ve Türk olduğu için. İnandı, bırakmadı, yılmadı... Buralı olma faktörü bu pozitif zıplamada önemli.

ÜMİT İÇİN ŞAFAK SAYIYORUM, GÖREV BİTİNCE ENGİNAR BAHÇEMİZİ BÜYÜTECEĞİZ

Ümit Hanım TÜSİAD Başkanı olduğundan beri siyasi tartışmaların içine ister istemez girdi. Hatta şimdilerde Ümit Hanım için de ileride siyasete girecek söylentileri var, olabilir mi Ümit Hanım’ın böyle bir isteği?

Ümit’in görev ve sorumluluk bilinci çok yüksek. TÜSİAD’taki sorumluluğunu da en iyi şekilde yapmak istiyor. Bir yıl, 2 ay ve birkaç günü var.

Sayıyorsunuz...

Ben şafak sayıyorum. Çünkü bu süre bittiğinde Ümit’in ruhu normalleşecek. Onunla gurur duyuyorum, yaptığı işi çok ciddiye alıyor, yoğun tempoda çalışıyor. Bu iş bitince Ayvalık’taki enginar bahçemizde olacağız. Orayı büyüteceğiz.

Avrupa’nın Çin’i değil bölgenin Alman’ı olduk

‘Türkiye Avrupa’nın Çin’i oldu, olacak yorumlarına katılıyor musunuz?

Çin’in gelişimi için Çin hükümetlerinin yönetimleri pozitif etki yapıyor. Bir şirket gibi çalışıyor orada hükümetler. Türkiye ise tam tersi. Türkiye tüm bunları kendisine rağmen yapıyor.

Türkiye’de toplumsal bir dönüşümün yaşandığını düşünüyor musunuz?

Biliyorsun bizim mağazamız var Mısır’da. Mısır’da işe gelmeme oranı yüzde 40. Herhangi bir gün işe gelmeme oranı yüzde 40-45. Biz Türkiye’de yüzde 1’lerden konuşuruz. Türkiye’nin değişimini bunlarla anlatmak lazım. Bizim 15 yıl önce Alman uzmanlarımız vardı. Kalite, çalışkanlık, hız... İtalyanlardansa Almanları tercih ediyorduk. Şimdi biz 15 sene sonra tüm bölgenin Alman’ı olduk. Türkler çok çalışıyor, kredi kartı borcunu ödüyor, işini bitirmeden çıkmıyor. Çalıştığımız birçok bölgede oranın Almanları gibi görünüyoruz. Ne oldu bize? Bundan 15 yıl önce güvenilmeyen, Avrupa’nın dalgacı, esnek, Doğulu görülenleriydik. Şimdi Türkiye’nin iş dünyası dünyada el sıkışıp iş yapıyor. Güvenilir partner olarak biliniyorlar.

‘One minute’tan sonra ezik olmaktan çıktık

Bunları tetikleyen unsurlar neler oldu?

Ezik olmaktan çıktık. Kendine güvenir hale geldik. One minute sıkıntılı bir tecrübedir ama bizim psikolojimizde bir etkisi olmuştur. İran kararı da böyle. İran bile çekimsere razıydı. Çok eleştirilen bir karardı. Biz evet diyerek iyi yanıt vermedik diye düşünüyorum ama başka bir şeyi de gördüm. Bundan sonra Türkiye’nin oy vermesi ve parmak kaldırması gereken ortamda herkes Türkiye’ye bakacak. Tavizler verecek. Türkiye’yi ikna etmeye çalışacak. Türkiye, bölgenin sallabaşı değil. Türkiye bölgenin yaramaz çocuğu da değil. Aslında Türkiye’nin kendi geleceği hakkında kendi karar veren, öyle pek itilip kakılmaya, kafasına çuval geçirilmeye gelemeyen bir insanlar topluluğu olduğuna dair itiraf edeyim ki hepimize bir bel kemiği katkısı geldi. Bu yarının Ahmet Zorlu’larını daha deli, sert, cesur kararlar almaya teşvik ediyor. Türkiye önemli yanlışlar yapmazsa önümüzdeki 5-6 yılda tanınamaz hale gelecek.

Dayak mı yedik referandum mu yaptık, anlamadık

‘Ekonomi iyiye gidiyor, çünkü siyasi istikrar bunu sağlıyor, koalisyonlarla bunun olması zor’ görüşüne katılıyor musunuz?

Nerede var siyasi istikrar? Parti kapatma, 367, itiş kakış... Birkaç yıl öncesine kadar iktidardan proje duyardım. Şimdi kavga duyuyoruz. Muhalefet yok zaten. Olursa belki yakında göreceğiz. Rüya gibi geçebilecek bir referandumu kabus gibi yaşattılar bize. Dayak mı yedik, referandum mu yaptık, anlamadık. Tabiki bu eskiyle yeninin, kötüyle daha kötünün kavgasıydı. Ancak Türkiye bölgesindeki ilişkilerde kendini ayağından vurmadığı takdirde önümüzdeki 5 yıl ve ötesi çok olumlu. Soğukkanlı, iyi yönettiğimiz takdirde Türkiye uçacak.

Türkiye’de kafalar karıştı. Muhafazakarlık, milliyetçilik, ulusalcılık birbirine girdi...

Türk milliyetçileri hangi partiye oy verecek çok merak ediyorum. Eğer kendini Kürtlere karşı tanımlamıyorsan, dünyaya karşı tanımlıyorsan olağanüstü bir dönem yaşıyoruz. Teknoloji ve yatırım veriyorsun Yunanistan’a.. Amerika’nın ticaretini geliştirmek için uğraştığı bir partnersin. One minute ve İran var. Çok eleştiriliyor, bazılarına katılıyorum. Ama artık tüm oylamalarda herkes Türkiye’ye bakacak.

Kilit ülke olduk...

Akıllı uslu sağlam geleneklerden gelen, eski imparatorluk ağırbaşlılığını içine sindirmiş ama köşeli kararlar alabilen bir ülke olduk. Bir Türk milliyetçisi bundan öte tatmini nasıl bulur?

Bu arada İstanbul hızla gelişirken, Anadolu sanki içine kapandı.

Ekonomik olarak uçuyor ama sosyolojik olarak içe kapanıyor, geriliyor olabilir. Sivas’taki Cumhuriyet Balosu ve klasik müzik konseri için ‘Sivas Sivas olalı böyle zulüm görmedi’ deniliyordu cumhuriyetin ilk yıllarında. Bugün benzer bir şey yaşıyoruz. Türkiye kendi içinde ayrışıyor.

Eskiden gençtim deliydim, şimdi azıcık daha akıllıyım

34 yaşında TÜSİAD Başkanı oldunuz, 38 yaşında YDH’yı kurdunuz. Bu sorumlulukları alırken ne kadar gençmişsiniz... Şimdi yaşasaydınız bu deneyimleri farkı olur muydu?

O zaman gençtim, deliydim yaptım. Şimdi azıcık daha akıllıyım. İnanıyordum. O deneyimleri yaşamasaydım belki şimdi de yapılabilirliğine inanırdım.

Size tüm röportajlarda ‘Siyasete girecek misiniz?’ diye soruluyor. Siz de hep ‘Hayır’ diyorsunuz. Biz sanırım bir kere siyasete giren bir daha girer diye düşünüyoruz...

İnsanlar Türkiye örneklerine bakınca siyasete giren bırakamaz diyor. Ben siyaseti sevmedim, ideallerimi sevdim. Gereken zaman içinde o eşiği Türkiye’nin atlaması gerektiğini düşünüyordum. Olamayacağını anlayınca da bıraktım. Hoş YDH programının yüzde 80’i en azından gerçekleşti. Nüanslar ve detaylar var ama yine de büyük bölümü gerçekleşti.

Bu içinizi rahatlatıyor mu?

Evet. En azından eskisi kadar üzüntülü değilim.

O zaman yapılamaz gelen şeyler zaman içinde değişti. Siyaset yapılamaz hale mi gelmişti o dönemde?

Yapılamıyor değildi. Ben kötü ve yanlışla yan yana yaşayamıyorum. Ya düzeltmem lazım ya da gitmem lazım. Ben bir sorunla 15 yıl birlikte yaşayamam. Hâlâ Kürt Sorunu’nun çözülmediğini görünce kan beynime çıkıyor. Ama başka alanlarda yapılanları görünce de moral buluyorum.

YARIN:

BEYMEN ZORLU CENTER’DA NELER YAPACAK?

TÜRKİYE’NİN AB’YE İHTİYACI KALMADI MI?

BOYNER, İNSANLARIN NEDEN ZEMBEREKLERİNİN BOŞALDIĞINI DÜŞÜNÜYOR?

Yazının devamı...

Türk markası Kyo Japonca ismiyle ABD’de ilgi gördü

Perakende sektöründeki aktörlerin hikayeleri dinlemekten keyif aldığımı itiraf etmeliyim. Her hikayede bizi gülümseten yönler mutlaka çıkıyor. Geçenlerde Kyo My Friend’in kış koleksiyonuyla ilgili bir sunuma katıldım.

İki yıl önce Karadeniz Holding’in aldığı Kyo My Friend şu sıralarda atakta. Pijamalardan taytlara uzanan farklı ürünleri üretmeye başladılar. Hızla mağazalaşıyorlar.

Doğrusu ben Kyo My Friend’in uzun süre bir yabancı marka olduğunu sanıyordum. Bir Türk girişimci tarafından kurulup daha sonra el değiştirmiş ve Karadeniz Holding’in çatısı altına girdiğini bilmiyordum.

Yurtdışına açılıyor

Yek Tekstil’in markası Kyo My Friend’in Genel Müdürü Ayhan Görgülü, “Biz şimdi yurtdışına açılıyoruz. Biz markanın adını koymuş olsak büyük olasılıkla bir Türk ismini tercih ederdik ama Kyo My Friend de çok ilgi görüyor, akılda kalıyor’ dedi.

Logosu ve çağrışımı Uzakdoğulu olunca ‘Neden Kyo?’ sorusu gündeme geldi.

Markanın kurucusunun Japon arkadaşının adıymış Kyo. Karadeniz Yatırım Ortaklığı filan değil.

Kyo bu yaz aylarında Amerika’da farklı satış noktalarında olacak. Marka Amerika’da hızla büyüme planları içinde. Kyo adını Amerikalı PR şirketleri de çok eğlenceli bulmuş.

Türkiye’de 30 noktada satılan Kyo, yılda 300 bin adet mayo-bikini satışı yapıyor.

Ayhan Görgülü Uzakdoğulu üreticilerle rekabetin zorluklarını anlatıyor. Türkiye’de üretim yaptıklarını, onlar 500 üretirken Uzakdoğu’da 50 bin adet üretim yapıldığını anlatıyor.

“Bizim işçi maliyetimiz ortalama 1.000 dolar, Uzakdoğu’da bu rakamla onlarca kişi istihdam edilir” diyerek rekabet koşullarının zorluğuna dikkat çekiyor. Peki Kyo My Friend tüm bunlara rağmen hızla büyümeyi nasıl başardı?

Alt ve üstü ayırdı

Farklılık yakalayarak. Türkiye’de ilk kez Kyo bikini altını ve üstünü ayırdı. Altını 36, üstünü 40 beden alabilirsiniz ya da altını siyah renk, üstünü kırmızı. Beden ölçülerinize ve zevkinize göre seçim olanağınız her zaman oldu Kyo My Friend’de. Ve markanın getirdiği bu yenilik kısa zamanda farklı markalarca da takip edildi.

Fatmagül Karadeniz de markanın müşteri profili ve kış koleksiyonunu anlattı. “Ev giysilerimiz çok rahat ve eğlenceli. Bizim 12 yaşında da müşterimiz var, 60 yaşında da. Mayo markası olarak biliniyoruz ama başörtülü müşterilerimiz de var. Kyo’nun alışkanlık edinilmiş ürünleri var. Taytlarını kadınlar vazgeçilmez buluyor” dedi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.