Şampiy10
Magazin
Gündem

Biz nerede yanlış yaptık?

Genç, orta yaşlı ya da yaşlı...

Fark etmez...

Erkeklerin yüzde 99’u yaşlılık işine çok ama çok bozuluyor...

Hepsi inkâr peşinde...

E, bilim adamları da orta yaş sınırını yükselttikçe bunlar inanıyor.

Yapabiliriz sanıyorlar.

Ha, yaparlar tabii de neyi?

Onu da anlatacağım...

Ama önce başka bir şey anlatmak istiyorum...

Geçenlerde bir haber okudum, “evliliği çalışma kurtarıyor” diye...

Tam da tahmin edeceğiniz gibi, haberin içeriği şuydu:

“Çok çalışın, eşinizi az görün, mutlu kalın!”

Ben sizin gibi klasik çelişkiyi aklımdan geçirdim: Madem öyle niye evleniyorsun?

Hatta bir de dedim ki, iyi o zaman bir de sevgili bulun, evliliğiniz daha da iyi olsun!

Sonra da aklıma o soru takıldı:

“Biz nerede yanlış yaptık?”

Hâlâ yapmaya devam ediyoruz...

Çözümü ya da alternatifi nedir bilmiyorum ama biz doğaya karşı geliyoruz gibime geliyor...

Biz ona karşı geldikçe o da bize dikleniyor sanki...

Mesela evlilik insan doğasına aykırı olduğu halde neden hâlâ insanlar evleniyor?

Hadi onu da geçtim; evlilik erkeklerin işine gelen ve onların icadı bir iş olmasına rağmen neden bunu en çok kadınlar istiyor?

Erkekler de evlendikten sonra kendilerini cenderede hissetmelerine rağmen neden hâlâ evleniyorlar?

Bir, iki, üç kere evlenen niye bir daha evleniyor?

Alın size başka bir konu daha...

İnsan ergenliğe adım attıktan sonra neden 10 sene daha baskı altında tutuluyor?

Yani doğa insana o yaşta bu görevi, bu işi veriyor.

Ama biz bütün dünyaca bunu yasaklıyoruz...

Yoksa cinsel suçlar bundan mı kaynaklanıyor?

Hatta aklınıza gelebilecek bütün suçlar, bütün çarpıklıklar da mı bu yüzden acaba?

Tabii ki “bırakalım herkes ergenliğinden itibaren hayvanlar gibi istediğini yapsın” demiyorum.

Ama ortada bir yanlışlık olduğu kesin.

Yani acaba yüzyıllardır yanlış bir sosyal gelişim mi izliyoruz?

Bunlar gibi birçok örnek verebiliriz...

Doğaya uymayan...

Yani doğaya karşı kürek çekmek mi bizi yoruyor?

Hatta bizi oyalıyor...

Yanlışa götürüyor...

Tıpkı yaş almakta olduğu gibi...

Diyeceğim, akıntıya kürek çekmeyeceksin...

Suyun yolunu değiştirmeyeceksin.

Ha, yüzeceksin; yüzemiyorsan, köprü yapacaksın, sandala bineceksin...

İlle de “eskiden yüzerdim, yine yüzerim” diye tutturmayacaksın!

Sandalın keyfini çıkaracaksın...

Bilmem anlatabildim mi?

Çarpıklık, karışıklık, düzensizlik galiba burada başlıyor:

Doğaya karşı gelmekte...

Gelemiyorsun ya zaten...

Ondan...

Yazının devamı...

50 yaş erkeği...

Bir kere yazmıştım, 50+ erkekler çok bozulmuşlardı bana. Ama ben ne yapayım, tahrik var.

İki gündür Hürriyet’te 50 Yaş Erkeği diye bir yazı dizisi yayınlanıyor...

Tabii ki Osman Müftüoğlu’nun önderliğiyle...

Hocam diyor ki, “65 yaş artık yaşlılık sınırı olmaktan çıktı. Şimdi sınır 85 yaş ve üzeridir.”

Haydaa...

Hocamın ya da hastalarının yaşı ilerledikçe bu orta yaş sınırı da yükseliyor gibime geliyor ya neyse...

Yapmayın hocam, 80 yaşında bir adam yaşlı değil mi artık yani?

Hadi onu da geçtim, 65 falan...

O da mı değil?

Ölme ortalaması 70-72 ama...

Desenize gençliklerine doyamadan gidiyorlar!!!

Şaka, şaka...

Tamam, ben anladım aslında, hocam diyor ki,

“Eskiden olduğu gibi 40 yaşından sonra merdivenden aşağıya kaymaya başlamıyoruz. Bu kayma süreci uzadı.”

Ben de diyorum ki, uzamadı.

Belki çok ayıp ediyorum ama ne yapayım böyle düşünüyorum.

Bence uzamadı da, uzasın isteniyor...

Uzatmak istiyorlar...

Yani tam işlerini yoluna koyuyorlar, para kazanıyorlar, mevkileri yükseliyor; çocuklar büyüyor, karısı dırdırı kesiyor, aaa bakıyorlar ki tık yok.

Oysa tam da olması gereken zaman!

Yani bir de o olsaydı, tam süper olacaktı!

Ortam müsait, kafa da orada olunca, yaşlanmadık sanıyorlar...

Nerede yaşlanmıyorsun?

40 yaşındaki performansın var mı? Yok.

Her gün, hadi iki günde bir yapabilir misin? Hayır.

Derin inceldi, eline geliyor mu? Geliyor.

Artık sen bile karanlığı mı tercih ediyorsun? Evet.

Sevişirken terleyince ertesi gün her yerin tutuluyor mu? Tutuluyor.

Hatta hastalanıyor musun? Evet.

Hem içip hem seviştiysen ertesi günün iptal mi? İptal.

Daha mı çabuk terliyorsun? Evet.

Daha mı kısa sevişebiliyorsun. Evet.

Kalbin, kolesterolün, şekerin durumu ne? Eh...

Peki kahverengi beneklerine ne diyeceğiz?

Bütün bunları moral bozmak, erkeklere geçirmek için yazmıyorum.

Bunlar kadınlar için de geçerli.

Ortada bir yanlış var, onu anlatmaya çalışıyorum.

İyi görünüyorum, (ki görünmüyorlar) kafam da iyi diye 40 gibi olmuyorsun.

Hiç kimse olduğundan daha genç de göstermiyor. Sadece yaşının iyisi oluyorsun, o kadar.

Arada bir güzel bir kadınla

sevişme ihtimali için gençmiş gibi davranmak yanlış.

Kendini genç sanmak yanlış.

Yanlış da değil hatta acıklı...

Bütün huzursuzluk ve sapkınlıkların kaynağı da bu.

Gençmiş gibi yapmak!

Bu, eski ütülerden vazo yapmak gibi kitsch bir şey...

İçine de yapma çiçek koy, al sana kendini genç sanan adamın nataşalı hali...

Oysa 50, 60 hatta belki 70’in de kendine özgü çok güzel tarafları var.

Ona da sıra gelecek...

Yazının devamı...

Sigara düşmanının düşmanı

Artık böyle biri türedi, haberiniz olsun!

Sigara düşmanının düşmanı...

Şu son haberden sonra iyice zıvanadan çıktım.

“Ya sigarayı bırak ya koltuğu!”

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, tiryaki bakanlık yöneticilerine “ya sigarayı bırak ya makamı” mesajını vermiş.

E ama... İnsaf!

Kapalı alanda sigara yasağı tamam da; özel hayata müdahale ne demek oluyor.

Yahu, makamında sigara içmesi yasak değil mi? Yasak.

Eeee?

Ötesine hangi hakla müdahale ediyorsunuz? Size ne?

Hem bu, insanları yalancılığa, yalakalığa, sahtekârlığa teşvikten başka nedir ki?

İyi o zaman, köy kahvelerine gidin de, “sigara içene teşvik yok, ödeme yok” deyin de göreyim sizi...

Kendi altınızda çalışanlara diyorsunuz ya...

Ne farkı var?

Hadi!

Bu tür yasaklarla, baskılarla bir yere varamazsınız.

Bakın buradan diğer sigara düşmanlarına da sesleniyorum.

Bu yaptığınız doğru, akıllıca ve demokratik değil.

Bu kadar kişisel olunmaz.

Olmayın.

Yarın sizin bir zevkinize yasak gelirse...

İçkiye mesela...

Ben içki içmem, o yasağın yanında mı yer alayım?

“İçmeyin kardeşim, içip içip kokuyorsunuz ki çok fena kokuyorsunuz, sapıtıyorsunuz ki sapıtıyorsunuz”mu diyeyim?

Elinde bir bira olana iğrenç iğrenç mi bakayım?

Barda, lokantada yasaklanan içkinin ancak evlerde içilebilmesinden sırf ben içmiyorum ve sevmiyorum diye garip bir zevk mi alayım?

Hadi içkiyi de geçtim, mesela sağlığa zararlı diye kabul ettiğimiz (o da bu aralar her gün değişiyor biliyorsunuz) her şeye yasak mı gelsin?

Şişmanlara da mesela...

“Onların bize zararı yok” diyorsunuz!!!

Var, var...

Sigaranın sağlık giderlerine yükünden bahsediyorsunuz, tamam.

SGK’nın sağlık giderlerinde şişmanlıktan kaynaklanan hastalıkların giderlerine de bir bakın.

Ben mecbur muyum sen patlayana kadar yiyeceksin diye cebimden para vermeye...

Ayrıca benim çocuğum bin kiloluk bir sanatçıyı alkışlanırken görünce ona özenmeyecek mi? Daha binlerce örnek bulurum size...

Anlatmak istediğim şişmanlık şu bu değil; kişi hak ve özgürlüklerine toplum adına getirilen tüm kısıtlamalar gibi sigara yasağının, sigara düşmanlığının da bir sınırı olması gerektiği...

Sigara içmek her yerde serbest olsun, herkes istediği yerde içsin demiyorum tabii ki.

Bölümler ayrılsın, içilen yerler iyi havalandırılsın.

Buna niye karşısınız?

Ben onu anlamıyorum.

Lokanta, bar önlerinde, şirket bahçelerindeki görüntü daha mı iyi?

İç mekânlarda içilse hiç olmazsa çoluk çocuk görmeyecek!

Bir de, “Üff çok kötü kokuyor, üstümüze siniyor”cular var.

Geçen gün sigara düşmanı bir arkadaşım dedi ki, “hayret! Hem kedin var, hem sigara içiyorsun ama evin hiç kokmuyor!”

Bana ne hayret ediyorsun, normal olan kokanlara hayret etmek değil mi!

Temizliğe boş vermişlere yani...

Ama maalesef...

Pazar sabahı sucuk yer, spora gelir, leş gibi kokar sonra da sigara kokusuna burun çevirir...

Üstü başı kızartma kokar, üstelik aynı gömleği ertesi gün de giyip işe gider, sonra “Üff sigara kokuyor” der.

Bin kilo olmuş, kolesterolden

gidecek, “Senin sigaran beni tehdit ediyor” der.

Bunlar marjinal örnekler değil.

Onun için böyle abuk sabuk düşmanlık ve yasaklarla bir yere varılmaz.

Ha, yapabiliyorsanız sigarayı tümden yasaklayın.

Hadi!

Yapamıyorsanız, yapmıyorsanız, duracağınız yeri bilin o zaman.

Yazının devamı...

Kutlanması gereken günler

Şu günü, bu günü...

Hani dün yazmıştım ya, “Kız Arkadaşlar Günü” ymüş diye...

Madem b.kunu çıkardık işin, başka “gün”ler de olsun.

Benim birkaç teklifim olacak.

Mesela...

Hissiz Adamlar Günü

Ex Aşklar Günü

Arkadaşımın Aşkısın Günü

Aşkımın Arkadaşısın Günü

Sana ne? Günü

Aldatılmışlar Günü

Aldatanlar Günü

Aşkta vericiyim Günü

Liste uzar gider...

Tamam da, asıl önemli olan bu günlerin nasıl kutlanacağı...

Bir de zamanı...

- “Hissiz Adamlar Günü” nden başlayalım.

Bu günde herkes kendi hissiz adamına ne yapmak istiyorsa onu yapsın. Telefonda küfür mü eder, bir yere davet edip kafasından aşağı şarap mı döker yoksa aslında başından belliydi deyip kendisini içkiye mi verir bilemem.

Bildiğim şu: Hissiz Adam Günü bahar aylarına denk gelmeli. Eskinin rehavetinden sıyrılıp yenilere yelken açmaya hazır olunan aylar...

1 Nisan olsun mesela...

Şaka gibi!

Onlar da sonuçta şaka gibi değil mi yani?

- “Ex Aşklar Günü”

Bu da, adı üstünde; herkes o gün eski aşklarından birini seçsin ve onunla buluşsun. İki ex birbirine o güne kadar soramadıklarını sorsun, söyleyemediklerini söylesin. Bir nevi itiraf günü yani... Kimsenin içinde bir şey kalmasın!

Ex Aşklar Günü’nün şubat ayında olmasını öneriyorum. Kış ya, insan daha fazla biriktirir. O bakımdan...

- Gelelim “Arkadaşımın Aşkısın Günü”ne...

Hayır, hiiç anladığınız gibi değil. O bundan sonra... Genelde en yakın arkadaşının aşkına sinir olursun ya... Kız ya da erkek fark etmez, gıcıktır. Ya da sana gıcıktır. Yani onlar sevgili olana kadar aranız çok iyiyken sonradan aşkları depreştikçe senin ilişkin bozulmaya başlar.

Alacaksın karşına, “Ya, sinir misin nesin? Sen niye böyle oldun?” diye soracaksın.

Bunun tarihi önemli değil, ne zaman olsa olur...

- “Aşkımın Arkadaşısın Günü!”

Hıh, işte bu gün, o gün.

Hayııır... Herkes aşkının arkadaşına rahatça yazılsın diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

Ancak size şöyle bir serbesti sağlayabilirim: Onun fantezisini kurabilirsiniz. Yani bunu sevgilinizle paylaşabilirsiniz. Yerse tabii... (Unutturmayın da, bir gün bunu yazayım.)

Hani tam o sırada, “O da burada olsun, ister misin?” ler falan...

Yaz aylarında olması gerekir. Daha çok sevişilir ya, renk getirmesi açısından...

- “Sana ne? Günü” evliler için.

24 saat kaybolma hakkı. Ve tabii eve dönünce kimse kimseye bir şey sormayacak. Her şey de serbest olacak.

Bu günün ekim ayında olmasını öneriyorum. Tatil bitmiş, çocuklar okula başlamış yani bütün yükümlülükler bitmiş. Henüz kimse kimseye sinir olmaya başlamamışken.

- “Aldatılmışlar Günü” nde herkes gitsin aldatıldığı kadını veya erkeği dövsün dermişim... Düşünsene, sokaklarda herkes yara bere içinde... Kiminin elinde sopa falan... Hayır, gidip onları tebrik etsin. Ayrılırken de, “Dikkat et bana yapan sana da yapar” desin. Çok ağır oldu!! Bunun altında kalamaz yani!!

Kış aylarında kutlansın ki, yazın kan durmaz falan...

- “Aldatanlar Günü” ne bir şey bulamadım, onu da siz halledin artık...

- “Aşkta Vericiyim Günü”

Bu felsefede olanların hepsi o gün birine versin. (Kalbini.) Madem vericiymiş!

Öyle manalı manalı konuşması kolay!

Ne zaman mı?

Gün mü kalmadı, istediğin zaman!!!

Yazının devamı...

Ne varsa kızlarda var!

1 Haziran “Kız Arkadaşlar Günü”ymüş...

“Bir bu eksikti!” diyeceksiniz değil mi?

“Yok artık!” da diyeceksiniz...

Bence de...

Bence de ama...

Kız arkadaşlar da önemlidir yani...

Hem de çok önemlidir.

Anlayana tabii...

Anlayana diyorum çünkü kız arkadaşlarının değerini bilenler çok da fazla değil galiba...

Fifty-Fifty’yiz gibi...

Bu konuda kızlar üçe ayrılır.

Değer bilmeyenlerden bahsediyoruz.

“Erkek gibi büyüdüm kızları...”

Bunlar nedense(?) fırsat bulur bulmaz erkek gibi büyüdüklerini anlatırlar. Zaten niye anlatırlarsa? Kazık kadar olmuş, hâlâ 6 yaşındayken nasıl da erkek çocukları gibi afacanlık yaptığını anlatır! Sıkıcı insan tipi. Belli ki bencil ve dolayısıyla mutsuz. Kendinle ilgili anlatacak başka bir donen yok mu? Küçükken kız çocuğu gibi büyümüş olsan ayıp mı olacak? Öteki daha mı iyi bir şey? Bir ayrıcalık mı? Yok mu daha sıkı bir ayrıcalığın? Anlamadım ki...

“Benim erkek arkadaşım daha fazla kızları...”

Bunlar da büyüdükten sonra erkek arkadaş ayrıcalığını kullanırlar. “Ay ben erkeklerle daha iyi anlaşıyorum...” Ah anlaşıyorsun!

Aklı sıra diğer kadınları küçümseyerek kendisini yüceltiyor...

Görürüm seni arkadaşım dediğin danalar ilk içki içtiğin gün ne yapıyorlar...

Ha bir de, sen de onları bir tür cilveyle etrafında tutmaya yorulacaksın elbet!

Bir de bu tip kadınlar her fırsatta diğer kadınları küçümser hep erkeklerden yana tavır alırlar. Üff... Bunlar da çok sıkıcı...

“Kadın kadının kurdudur kızları...”

Bu daha çok erkeklerin fikri olup daha çok gelişimini tamamlamış kadınların benimsediği bir tutumdur.

Kendine güveni olmayan rekabet kadınlarının...

Bu kadınların yüzde 50’si kendini geliştirdiyse 40’ından sonra dönmeye başlar. Kadınları sevmeye yani...

Oysa ne gerek var?

Kadının kadını sevmemesine ne gerek var?

Hele ki bizim gibi az gelişmiş bir ülkede, az gelişmiş erkeklerle bunca yükü taşırken...

Birbirimize destek vermemiz gerekirken...

Benden size tavsiye: Geçin bunları geçin...

Ne varsa kızlarda var.

Önceki gün intte dolaşan mail gibi... (Biraz ilkel ama olsun.)

“Zaman geçiyo...

Hayat akıyor...

Mesafe ayırıyor...

Aşk büyüyor... Sonra azalıyor...

Kalpler kırılıyor...

Kocalar evde bir yerde duruyor...

Veya evlilikler mahkemede son buluyor...

Sevgililer değişip duruyor...

Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor...

İşler geliyor ve gidiyor...

Ebeveynler ölüp gidiyor...

Komşular değişiyor...

Ama kız arkadaşlar hep oradalar...

Siz onları bırakmadığınız sürece...

Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil...

Bir kız arkadaş, hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak değil... Hayatınız içinde, öyle ya da böyle, yakın ya da uzak...

Tüm Kız Arkadaşlara Sevgiyle...”

Yazının devamı...

Genç sevgili ömrü uzatır mı?

Hayret! Bu sefer araştırmayı İngiliz değil, Alman bilim adamları yapmış!

Pardon, bilim adamı...

1 kişi yani...

Almanlara güvenirim ama bir kişi olunca kafamda soru işaretleri doğmadı değil...

Kimdir bu adam? Kaç yaşındadır? Genç sevgili mi bulmuştur?

Nedir yani?

İnsan durup dururken böyle bir araştırma yapar mı?

Ben size söyleyeyim; bu bilim adamları var ya, hepsi yaşlandı; andropozdalar... Akılları başka şeye çalışmaz oldu. E gençlere de fırsat vermiyordur bunlar...

- Hocam, şu genlerle ilgili araştırmaya başlamıştık ya...

- Ne geni oğlum, bırak sen şimdi onu, genç sevgili araştırmasına başladık. Genç sevgilisi olanları bul bakiim sen bana. Tut getir onları.

- Genç sevgilileri mi?

- Oğlum! Haaa... İyi fikir! Bundan sonra da onları araştıralım. Bak bazen kafan çalışıyor! Sahi senin sevgilin kaç yaşındaydı?

- Hocaaam!!!!

İşte bu yüzden tıp falan yavaş ilerliyor.

Adam tam kanser araştırmasının sonuna gelirken andropoza giriyor...

Andropozu geçince emekli oluyor.

Böyle kısır bir döngü...

Şimdi bu Alman bilim adamı 2 milyon evli erkeğe ait verileri analiz etmiş.

Sevgililerinden 7-9 yaş yaş daha büyük olan erkeklerin, sevgilileriyle hemen hemen aynı yaştaki erkeklere oranla yüzde 11 oranında daha az ölüm riski bulunduğu görülmüş.

Amaaan... Bu da 7-9 yaşa fark diyor, genç sevgili diyor!

Gelsin de burada genç sevgili ne demek görsün!

28 yaş farkla falan...

Bir araştırma da burada yapsın.

Kalpten gitme riskleri azalıyor mu artıyor mu görsün.

Hatta yorulmasın, ben söyleyeyim:

Ya kadını başka biriyle yakalarken ya da kendi bir şeyler yapmaya çalışırken...

Küttt!!!

Sonra da kıza sorarlar, “Ne oldu?” diye...

Kız da, yaya yaya anlatır:

“Bilmiyoruuum... Yatıyorduuuuuk.... Bu baktım, ayyyy...Çok fenaaa...”

Ha, bu arada kiminle yattığı meçhul tabii!!!

Alman bilim adamı eli değmişken kadınlara da bakmış.

Ona da diyor ki, sevgilileri 7-9 yaş genç olan kadınlarda ölüm riski yüzde 20’lere kadar ulaşabiliyormuş.

Var ya, kadınlar genç erkeklere bakmaya başladılar diye ödleri kopmuyorsa neyim!

Niye onların ölüm riske yüzde 11 de, kadınların yüzde 20?

Hani kadınların bünyeleri daha kuvvetliydi?

Zaten yıllardır zararlı dedikleri güneş de yararlı çıktı ya!

Benim için iyice bittiler!

Onları dinleyip yıllardır güneşten kaçanlar kanser oldu, kalan sağlar hâlâ bizim.

Gelin siz beni dinleyin:

Olay genç sevgilide falan değil, yeni sevgilide...

Aşktır ömrü uzatan...

Taze kan!

Var mı itirazı olan?

Yazının devamı...

Pembe boxer’lı adam...

Ama pespembe...

Düşünebiliyor musunuz?

Gözünüzün önüne getirin. Tam o anda mesela, bir bakıyorsun adamın boxer’ı pembe!

Tamam kadınlara göre bir şey yok. Hatta hoş bile gelebilir.

Uçuk pembeyse genç kadınlara...

Fuşyaysa olgun kadınlara...

Pespembe de boşanmış kadınlara sevimli dahi gelebilir... Ama erkekler arasında...

Mesela tuvalette, soyunma odasında veya ne bileyim birbirlerinin donlarını görebilecekleri bir yerde...

Erkek erkeği pembe boxer’la görürse..

Görünce...

Yok, olmaz.

Ha, bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi, tartışılır.

Pembe enteresan bir renktir.

Kadınlardaki anlamı çok renklidir. Bir gün bunu uzun uzun yazayım. Bugün erkeklerin pembesindeyiz.

Niye mi?

Hani Elif Şafak, AKP Genel Merkezi’nde, “Kütüphane Söyleşileri” çerçevesinde partililere, son kitabı “Aşk” ı anlatırken bir erkek çıkıp şöyle demiş ya:

“Pembe kapaklı bir kitapla otobüste, sokakta, ortalıkta dolaşamıyorum. Erkek okurlarınızı hiç düşünmediniz mi?”

Ben de bir hatırlatma yapayım: Kitap hem pembe hem de üzerinde kalp figürü var.

Şimdi, özellikle de kadınlar konuya, “Yok artık! Daha neler... İçerik mi önemli, kapak mı?”, “Bu kadar da şekilci olunur mu?” diye yaklaşacaklar...

E aslında pembe kalpli bir kitabın içinden de ne fırıncının kızı hikâyesi ne polisiye ne de bir biyografi veya tarih çıkmayacağı kesin ama...

O halde konuya, “Erkekler aşk kitabı okur mu?” yla mı girmek lazım.

Okuduklarını farz edelim; pembe kapaklısını alır mı?

Dün tesadüfen bir arkadaşım bakın bana ne anlattı; başka bir konudan bahsederken...

Eşi ve çocuklarıyla tatile gittiklerinde plaja giderken doğal olarak plaj çantasını o taşıyormuş.

“Plaj çantasını taşımanın anlamı benim için şuydu: Evet doğru, eşimin çocuklarımın eşyalarını ben taşırım. Ama beni rahatsız eden bir şey de vardı. Bir iki gün bunun ne olduğunu bulamadım. Ta ki bir vitrin camında kendi yansımamı görene kadar... Plaj çantası pembeydi.”

“Eee?” dedim, “Bunu fark ettikten sonra taşımadın mı?”

Cevabı kısa ve netti:

“Hayır.”

O halde ne yapmalı?

Ne yapmalı da erkekleri pembeye alıştırmalı?

Elif Şafak dünkü yazısında konuyla ilgili olarak erkeklere şöyle sesleniyor:

“Bırakın ruhumuzun pencereleri açık kalsın. İçine pembe-mor-turkuvaz yapraklar girsin.”

Çok güzel de...

Bu sözleri bir erkek sadece ve sadece bir kadını tavlarken dinleyebilir. Ne anladığına gelince...

Bir şey anlamaz da aklında bazı kelimler kalır: Açık kalsın, girsin, falan...

Çok da zorlarsan, anladığı şudur: “Bu bana verecek (kalbini)...”

Bilmem yanılıyor muyum?

Yok, bir arkadaşına, ağabeyine veya iş arkadaşına bunları söylesen:

“Bırak ruhuna pembe-mor-turkuvaz yapraklar girsin” desen...

“İ..ne miyim kızım ben? Ne nereye kime giriyor?” der.

Peki bir erkek bir erkeğe bunu söylese...

“Ruhuna pembe-mor-turkuvaz yapraklar girsin” dese...

Bilmiyorum ne cevap verir.

Biliyorum da... Yazamıyorum!!

Bir erkek ha eline pembe kalpli bir kitap almış ha pembe kalpli bir don giymiş ha pembe plaj çantası taşımış, fark etmez... Eder mi?

Yazının devamı...

Libido düşmanı

Erkekler seksten neden soğudu?

Her kafadan bir ses çıkıyor...

“Onun yüzünden”, “bunun yüzünden”, cart curt...

Ben fikrimi söylüyor muyum?

Hayır.

Neden?

Çünkü bilim konuşuyor, bilim!

Boş konuşacağınıza, yazayım da öğrenin...

- “Uzmanlardan bazıları kadınların modern toplumdaki rolünün; erkeklerin cinsel isteksizlik yaşamasına sebep olabileceğini savunuyorlar.”

Hıh, işte kabak yine bizim başımızda patlayacak!

- “Cinsel ihtiyaçlarının farkında olan ve cinselliği geçmişe oranla daha özgürce yaşayan günümüz kadını yatak odasında da dominant olmak isteyince karşısındaki erkeğe kendini daha zayıf hissettirebiliyor.”

O zayıf değil de, kadın ona zayıfmış gibi hissettiriyor ha!

Peki kendini zayıf hissetmeyen nasıl hissetmiyor?

Hı?

- “Erkek ise cinsel egosuna aldığı darbe ile başarısız olma korkusu ile karşılaşıyor ve bir süre sonra böyle riskli bir mücadelenin içinde yer almak istemiyor.”

Bunlara bir de, “senden önce bir kişiyle birlikte oldum, o da Nauman” diyeceksin. “Nauma mı dedin?” diye sorunca da, “Hayır, Numan da, lakabı Nauman” diye tekrarlayacaksın. Heh heh hee...

- “Yatakta istediği performansı gösteremediği zaman da bu durumun tekrarlanma endişesi ile kendini bilinçsiz bir cinsel perhize sokabiliyor. ”

Sanki yaparken çok bilinçli yapıyorlar !! Yapsa bilinçsiz, yapmasa bilinçsiz !!! Nedir bu yahu?

- “Zira tekrarlandığı zaman bir sorunu olduğunu söylemek zorunda kalabilir ve bunu söylemeye henüz hazır olmayabilir.”

Ne diyecek ki ? Hayatım gördüğün gibi tık yok ! Ama bilinçsizce yok yani... Yanlış anlama. Üstelik bütün bunlar, senin bilinçli olman yüzünden....

- “Yatakta başarısız olma korkusunun yanı sıra modern hayatın hızı ve iş dünyasının stresli koşuşturması da erkek libidosunu ciddi şekilde tehdit eden faktörlerden...”

Tabii... Biz de inandık! Aranızda hiç, “trafik çok yoğundu bütün isteğim kaçtı” diyene rastlayan var mı? Ya da, “bütün gün toplantıdaydım, yapamayacağım” diyene...

Canı isteyecek de trafik sıkıştı diye yapamayacak !! Oldu.

- “Erkeklerin günlük hayatlarında karşı karşıya kaldığı stres ve depresyon; cinsel isteksizliğe sebep olabiliyor.”

Başarılı her erkek önce seks yapmak ister. İhaleyi mi kazandı, terfi mi etti artık her neyse, ilk aklına gelen odur. Demek ki, başarısızlar fazlalaştı...

- “Kimi zaman kendi vücutları ile ilgili güvensizlik yaşamaları da libidolarının düşmesine neden olabiliyor. Tıpkı kadınlar gibi erkekler de medyada yer alan kaslı ve fit vücutları; kendi vücutları ile karşılaştırıp sonu hayal kırıklığı ile biten bir yarışma psikolojisine girebiliyorlar.”

Ama “Zayıflayayım, şu göbeği eriteyim, biraz da kas yapayım” diyen yok! Güzel adam kalmadı yahu ! Hayır kötü bir niyetimiz yok, göz banyosu bakımından...

- “Televizyonda ya da dergilerde seks sembolü olarak yansıtılan kadınları görmeye alışan erkekler; bir süre sonra beraber oldukları partnerleri beğenmemeye başlıyorlar.”

İşte bu da başka bir bilinçsizlik!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.