Şampiy10
Magazin
Gündem

Erkekler soğuyor mu?

Soğuyor mu derken?

Aynen anladığınız gibi; “erkekler seksten soğuyor mu?”

Bana sorarsanız, cevabım kısa ve net:

“Evet.”

Ama siz şimdi bana inanmazsınız, onun için olayı bilimsel verilerle anlatacağım.

- “Araştırmalara ve uzmanlara göre erkek cinselliği büyük bir tehdit altında! Men’s Health Forum’un hazırladığı ankette; 18 ve 59 yaş arasındaki erkeklerin yüzde 15’i sekse olan ilgilerinin azaldığını itiraf ediyor.”

Haber böyle başlıyor.

Ama siz, yüzde 15 dediklerine bakmayın; bunu en az 5’le çarpmamız lazım.

Hangi “olgun” erkek, “evet ben seksten soğudum” der.

Hele bir de gençse...

En azından gey sanılacağından falan korkar.

Bütün itibarı sarsılır.

Bir de benim şöyle bir tezim var; bir erkek uluorta ve rahatlıkla, “yok abi, ne sevişmesi...”, “tık yok artık jübilemi yapacağım”, “bıktım artık bu işlerden, canım istemiyor zaten” diyorsa...

Hele bir de üzerine espriler yapıyorsa...

“Angelina gelse, kolumu kaldıracak halim yok” gibilerinden...

Ben o adamdan korkarım.

Korkarım dediysem, bana bir şey yapacağından değil!!!

Angelina’ya acırım!

Ayrıca o korksun!

Diyeceğim, ancak rahatlamış, kendinden emin adamlar böyle konuşur.

Herkes “tık yok” diye bağırmaya başlarmış!!!

Tabii tezim, tam tersi için de geçerli... Bir erkek çok “Yaparım ederim”ciyse...

Uçanı kaçanı havasındaysa...

Ondan da korkarım...

Korkarım aslında bir halt yiyemediğinden...

Yapıyorsa da, kesin hayat kadınlarıyla falan yapıyordur o.

Ya da erkencidir...

Preadam...

Ha, bir de bu konuda susma hakkını kullananlar vardır ki bunların yüzde 90’ı evlidir..

Yok yüzde 99’u...

Ne desin ki? O da haklı.

Onlara diyecek bir lafım yok; sadece mutluluklar dilerim...

Habere devam edelim...

- “Geçtiğimiz yıl evlilik ve ilişki terapistlerine seksten soğuduğu için başvuran erkeklerin sayısında ise yüzde 40’lık bir artış görülüyor, işin ilginç yanı; fiziksel herhangi bir problemlerinin de olmaması!”

Allah Allah...

Bak şimdi ben de merak ettim, fiziksel problem de yokmuş!

Niye soğumuşlar ki?

Nedenlerini anlatıyorlar da... Lafa da şöyle başlıyorlar:

- “Günümüz erkeği sinsi bir virüs gibi yayılan libido krizinin eşiğinde, ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığının henüz farkında değil!”

Erkekleri bilemem ama kadınlar bunun gayet farkında!

Ayrıca ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olan erkekler mi, kadınlar mı?

Erkeklerin seksten neden soğuduklarını, çaresini, neler yapılması gerektiğini falan hep anlatacağım...

Yoksa anlatmasam mı?

Yazının devamı...

“Artık pazara çık”alım da...

Nasıl? “Eve kapanma, artık pazara çık!” Bizim mahallede bir kedi var, yani bir sürü kedi var da biri diğerlerinden farklı.

Çetebaşı diyeceğim. değil çünkü ortada bir çete yok.

Şöyle tarif edebilirim; çete de o, başı da o... Biraz bela hali var anlayacağınız...

Hani yanmış gibi görünen kediler vardır ya, tüyleri siyah sarı... Onlardan.

E tabii iri yarı.

Yürüyüşü de, sözüm meclisten dışarı, hafiften Kasımpaşalı gibi...

Bakışları da Kurtlar Vadisi’vari...

Kafasını ağır ağır kaldırarak, “bir şey mi dedin?” gibilerinden

Herkesin işine çomak sokuyor.

Herkes dediğim, mahallenin diğer kedileri...

Yani kendisi gidip çöpten yemeğini aramıyor da orada bir şeyler yiyene sarkıyor.

Resmen iki pati, üç tıslamayla kaçırıp onun yemeğini alıyor. Hiç olmadı, durup dururken gidip birine sataşıyor.

Dedim ya, tam bir bela...

Şimdi ben de benimkinin yemediği mamaları sokaktaki kedilere veririm.

O akşam arabadan indiğimde onunla göz göze geldik. Âlemlerin kralıyım yürüyüşüyle ilerlerken beni görünce durdu.

Birkaç saniye bakıştık.

İkimiz de ne yapacağımızı bilmiyorduk.

Aniden karar verdim.

Elimdeki mamayı gösterip, çok da sevecen bir tavır ve yumuşacık bir ses tonuyla:

“Gel oğlum, gel... Aç mısın? Mama vereyim mi sana?” dedim.

Şaşkınlıktan gözleri büyüdü ve insiyaki olarak arkasına baktı, “bana mı söylüyor” diye...

Şaşkınlığı kısa sürdü, sonraki ifadesi şuydu:

“Bana ha! Hem de bana! Ulan yaşlanıyor muyum ne!!”

Ben önce davranmıştım.

Merak ettim, mamaya gelecek miydi? Kedilerde de acaba böyle kaygılar olabilir miydi?

“Karizma mı, mama mı?”

Gelmedi. Karizmayı seçti.

Mamayı köşeye bir yere bırakıp eve çıktım.

Benim tahminim şu:

Diğer kedilerin mamayı görmesini bir kenarda bekleyecek ve onlar yemeye başladığı zaman “Uleyyyn!!! Dağılın ben geldim!!!” diyerek olaya sahip çıkacak.

Şimdi ben bunu niye anlattım?

TOBB yani Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği önderliğinde bir kampanya başlatılmış ya,

“Eve kapanma, artık pazara çık” diye...

Haberi okuduğumda aynen o kedi gibi hissettim. Arkama bakasım geldi,

“Bana mı diyor?” diye...

Yok bana demiyorsa kime diyor?

İşsiz kalanlara mı?

Maaşını alamayanlara mı?

Maaşına zam yapılmayanlara mı?

Maaşı düşenlere mi?

Dükkânını kapatanlara mı?

Kirasını alamayanlara mı?

Ya işimi kaybedersem kaygısı taşıyanlara mı? Herkes bi arkasına baktı gibi geliyor bana! Ekonominin canlanmasının buradan başlayacağını savunuyorlar.

Arkalarına 9 sivil toplum örgütünü de almışlar, 5 hafta sürecek ve her hafta farklı bir mesajın verileceği bir kampanya başlatmışlar.

İlki bu: “Artık pazara çık.”

Tamam doğru ama...

Benim başka bir önerim olacak; hem de onlar diğer 4 mesaja geçmeden önce...

Hani bize “Pazara çık” diyorsunuz ya, ben de karşı bir öneride bulunacağım:

“Artık ucuzluğa girseniz!”

Bakın dünyanın en pahalı şehirlerinin başında gelen Londra’da bile her yer yüzde 50 indirime çoktan girdi.

Türkiye’den aldığımız aynı marka diş fırçası veya yine aynı marka ruj bile yüzde 50’de...

Burada şubesi olan giyim mağazaları orada indirimde...

Tamam, bizim de bir katkımız olsun, pazara çıkalım ama...

Gelin bu önerimi bir düşünün:

“Haydi mağazalar ucuzluğa...”

Yazının devamı...

Haydi erkekler okula!

Bu tür kampanyalar hep kızlar için olur ya...

Çocuklardan özellikle de kızları okutabilmek için...

Tamam çok doğru, çok güzel ama..

Ben bir de nasıl düşünüyorum biliyor musunuz?

“Aslında...” diyorum hatta “Acaba...” diyorum, “işe erkekleri eğitmekle başlasak daha mı doğru olur?”

Sonuçta kız çocuklarını okula göndermeye erkekler karar veriyor...

Kaçıncı sınıfa kadar okumaları gerektiğine bile...

Hadi okula gitti, hatta üniversiteyi bile bitirdi diyelim, çalışıp çalışmayacağına onay veren de erkekler...

O halde okuyup bilinçlenmesi gerekenlerin de erkekler olması gerekmiyor mu?

Ha, bu arada sadece kırsal kesimden bahsettiğimi sanmayın.

Taşradaki veya büyük şehirlerdeki erkeklerin de öğrenmeleri gereken o kadar çok şey var ki...

Onları da göndermek lazım.

Tamam, biliyoruz herhalde onların okula gittiklerini hatta master’lar yaptıklarını da...

Benim söylediğim şey başka!

Okullarda erkek öğrenciler için zorunlu bir ders açılmasını öneriyorum.

Hatta ismini de biraz cakalı yapacaksın ki teşvik olsun; mesela...

Ne olabilir?

İçinde “erkek” kelimesi geçsin ki kendilerini iyi hissetsinler...

Erkeklik Bilgileri...

Evet biraz cinsellik çağrıştırıyor ama bu onları derse bağlayabilir. Hatta dersin son bir iki dakikasını ya da dönemin son bir-iki dersini de ona ayıracaksın ki hevesli gelsinler...

Olay şu:

Daha ilkokuldan itibaren sadece erkek çocuklara özel bir ders konsa...

Aynı ders, bölgesine göre farklı içeriklerle hazırlansa...

Kırsal kesim için...

Burada berdelden tutun töreye, yöresel olarak başka ne kadar abuk sabuk gelenek varsa bunların kötülüğü anlatılsa...

Taşra için...

Küçük şehirlerde yaşayan erkek çocukların ders konusu daha farklı olmalı tabii...

Kadınlara dayak attıran ilkellik; kadınların çalışma hayatına katılmalarının hem ailesine hem de ülkesine sağlayacağı yararlar... Kişilikli bir kadınla daha mutlu olunacağı falan...

Ve büyük şehirlerde yaşayanlar...

Burada yaşayan erkek çocuklara da...

Erkekliğin parayla, güçle alakası olmadığı...

İlişkilerini yalan dolan üzerine kurmamaları gerektiği...

Kadınları ezmek yerine onları sevmelerinin yararlı olduğu...

Sevmekten neyin kastedildiği...

İçgüdülerine yenilmemeleri gerektiği...

Ohoo...

Daha o kadar çok ders konusu bulunur ki...

Ne var?

Hayır, kesinlikle dalga geçmiyorum...

Gerekmiyor mu?

Erkeklerin böyle özel derslere ihtiyacı yok mu?

Yazının devamı...

Hiç içime sinmiyor

Aylin’i tanımam...

Hiç görmedim.

Aylin Duruoğlu’ndan bahsediyorum...

Hani nedenini bilmeden 19 gündür tutuklu olan gazetevatan.com’un Yayın Müdürü Aylin...

Onun bu nedensiz tutukluluğu her gün beni en az bir defa yokluyor...

Genellikle de öğle yemeğinden sonra sigaramı içerken...

Tam “Bugün ne yazsam?” diye düşündüğüm zamana denk geliyor...

Ama ben yemeğimi yemişim, üzerine de sigaramı tüttürüyorum ya, hele bir de güzel konu bulmuşsam...

Yani tam keyfim keyifken...

İşte tam o sırada Aylin aklıma geliyor...

Niyeyse?

Hep en keyifli olduğum zamanları buluyor.

Hani insan düşünce hızına yetişemez ya bazen, öyle oluyor...

Belki üç-dört saniyede düşündüklerini anlatmaya kalksan 10 dakikanı alır, yazmaya kalkışsan sayfalar dolar ya...

Oysa sadece 3-4 saniyeliğine aklından geçmiştir...

O kadar kısa...

Düşündüğün her neyse bir duygu bırakır sana...

Ya keyfin yerine gelir, yüzün güler ya endişelenirsin kaşların çatılır veya üzülürsün, suratın düşer...

Aylin benim aklıma geldiği zaman...

Ne oluyor biliyor musunuz?

O sırada ne yapıyorsam...

İçime sinmiyor...

Kendi kendime hep aynı soruları tekrarlıyorum:

Neden tutuklandı?

Neden bir şey yapılamıyor?

Adalete inancım azalıyor...

Hep aynı endişeyi taşıyorum...

“Ya benim veya çok yakınımın da başına böyle bir durum gelirse...”

Ve kimse bir şey yapamazsa...

Yapmazsa...

İnsanlar keyifle hayatlarına devam ederken, ben veya yakınım suçsuz yere tutuklanır ve ellerimiz kollarımız bağlı kendi kendimize kalırsak...

Anlatamazsak...

Sesimizi duyuramazsak...

Çaresiz kalırsak...

Belki de bu yüzden keyifli zamanlarımda o aklıma geliyor..

Aylin birden çok yakınım oluyor...

Ve o anda ne yapıyorsam hiç içime sinmiyor.

Bazen de gece yattığımda aklıma geliyor...

O zaman da, genellikle seyrettiğim filmleri düşünüyorum.

Mesela, Changeling’de (Sahtekâr) olduğu gibi...

Nasıl da herkes herkese, en başta da kendi adaletine sahip çıkıyordu...

Öyle bir şeyler olsun istiyorum.

Çünkü biliyorum ki insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri çaresiz bir hastalıksa öteki de haksız yere suçlanmaktır.

Ve suçsuzluğunu anlatamamak...

Ama ne yazık ki, elimden bir şey gelmiyor...

Sadece en keyifli anlarım içime sinmiyor...

Yazının devamı...

Bu sefer başka...

Bu sefer ağlamadım...

Onun öldüğünü duyduğumda gözlerim dolmadı.

Tam tersine, daha da açıldı hatta biraz dik dik bakmaya başladı.

Hayır, bu haberi zaten beklediğim için değil. Üzülmediğim için hiç değil.

Ne bileyim, bu sefer başkaydı...

Biri söylediğinde, televizyondan, radyodan ilk duyduğunda

Bir ölüm haberini...

Hani omuzların düşer ya, başın da önüne...

Bu sefer düşmedi...

Tam tersine daha da dikleşti. Hatta kafamı da beraberinde yukarı çekti.

Daha yukarılara bakmaya başladım.

Daha yukarıya...

Dedim ya, bu sefer başkaydı...

Bu sefer kahrolmadım...

İçim çaresizlik ve yalnızlıkla dolmadı.

Hatta tam tersine onun gidişi bana yalnız olmadığımı gösterdi...

Yalnız olmadığımızı...

Üstelik çaresiz de kalmadım.

Sanki o bir çare bıraktı da gitti...

Hani derler ya, onu en son nasıl gördüysen hep öyle hatırlarsın diye...

Doğruymuş.

Ben de onu en son gördüğüm haliyle, en son söyledikleriyle unutmayacağım.

Son sözlerini aklımda saklayacağım:

“Görevimi yaptım, ölüme hazırım.”

Çareyi “görevimi yapmak” diye anlayacağım.

Karar verdim, bu sefer yas tutmayacağım...

Aslında bu bir karar da değil, sanki bunu bana o söylüyor...

Sanki ben onun okuttuğu kızlardan biriyim...

Sanki kurtardığı hastalarından biri...

Sanki ışık tuttuğu, yardım ettiği binlerce kişinin hepsiyim...

İçimden sadece alkışlamak geliyor..

Bir de başka bir yoldan da olsa, ona yetişebilmek için uğraşmak...

Bir de “Keşke...” diyorum, “Keşke elini öpebilseydim.”

Tuhaf ama gücümü de kaybetmedim.

Hatta tam tersine, daha da kuvvetlenmek istedim.

Sanki...

İçimden bir kuş uçtu gitti.

Diğerleri daha fazla kanat çırpmaya başladı.

Bu sefer başkaydı...

Ölüm bana hep karanlığı hatırlatırdı...

Hayret!

Bu sefer aydınlığı...

Yazının devamı...

Bırak o korksun!

Ben pazar günü başlayan yazı dizisindeki sorularda takılı kaldım.

Ayşe Arman’ın 40’lı yaşlar dizisindeki...

Aklıma takılan iki soru daha var...

Daha doğrusu cevaplamak istediğim...

Biri menopozla ilgili olanı...

Bire bir soruyu hatırlamıyorum ama şu anlamdaydı:

“Menopoza girdiğinizi eşinizden saklar mısınız?”

Evet kadınların yaşlarını gizlediklerini biliyoruz, menopoza girdiklerini etrafındakilerden sakladıklarını ya da en azından söylemek istemediklerini de...

Ama bir kadın bunu kocasından nasıl saklar yahu?

Nasıl saklayabilir?

İşin daha da vahim tarafı var tabii...

Hadi o saklamaya çalıştı, adam bunu anlamayacak mı?

O derece ök... Bakın o lafı söylememeye çalışıyorum, o derece dana mı bu adam?

Karısıyla bu kadar ilgisiz, bu kadar özensiz mi?

Adama, “karını hiç mi tanımadın” diye sorarlar yahu?

Yani sanki menopoz sadece reglden kesilmek!

Bu kadının ruh halindeki değişikliği fark etmeyecek...

Aşırı sinirini veya duygusallığını anlamayacak...

Kilo alışını, sıcak basmalarını görmeyecek...

Ona da koca denecek!

Oldu!

Hadi bunları da geçtim; benim asıl anlamadığım, daha doğrusu tuhafıma giden ne biliyor musunuz?

Bu nasıl bir ilişkidir ki bu kadar önemli bir olayı paylaşmayacaksın.

Saklayarak veya anlamayarak...

Ve bunun adı evlilik veya ilişki olacak!

Vah vah vah!

Menopozla ilgili bir başka soru da şuydu:

“Hamile kalma korkusu olmadığı için menopoz döneminde daha mı rahat sevişilir?”

Tabii bu daha eğlenceli değil mi?

Siz var ya!!!

Bu soruya da birkaç cevap hazırladım.

Birincisi:

Bir kadın, bir adamı çok isteyecek ve hamile kalma korkusuyla rahat sevişemeyecek!

Sizce böyle bir durum olabilir mi?

Onun rahat sevişmeyeceği tutmuş denir buna!

Ne yani?

Tam sevişiyorlar, her şey mükemmel, pat! aklına hamile kalma olasılığı geliyor ve...

Ve ne oluyor?

Geriliyor, vazgeçiyor, korkuyor...

- Tahsin, çok korkuyoruuummm...

- Korkma yavrum, kötü bir şey yapmaz!!!

Yok canım, o sırada insanın bütün bunları düşünecek hali mi olur?

Onu mu düşünür?

Yok, rutin sevişmelerden bahsediyorsak...

O halde ikinci cevabıma geçelim:

Yahu bin çeşit korunma yöntemi var; sana en uygun olanını seç ve uygula! Sonra da korkma!

Madem sevişen bir insansın, önlemini al.

Yani hiç sevişmezken ve sevişeceğini ummazken hayatının tutkusuna mı rastlıyorsun? Ve onunla da korku yaşıyorsun!!!

Korkma onun bile çaresi var.

Sadece bir hap.

Ben bu korkma işini anlayamadım doğrusu...

Zaten artık erkeklerin korkmaya başladığı bir devre girdik;

Eskiden danalar “nasıl olsa aldırır, ben yüz vermezsem cesaret edemez” diye düşünüyorlardı...

Ama artık kadınlar çatır çatır doğuruyor...

Ha doğru, yanlış tartışılır, ama kimse kimsenin iznine ihtiyaç duymuyor...

“Senden yardım isteyen yok” diyen çocuğu yapıyor.

Sevgililerinden, evli sevgililerinden çocukları olanların sayıları hiç de az değil.

Yani...

Nihayet onların da akılları başlarına geliyor yavaş yavaş...

Ne korkacan?

Bırak o korksun!

Yazının devamı...

Yaş ilerledikçe seks bilgisi artar mı?

Hızımı alamadım...

Ayşe Arman dün bir yazı dizisine başladı ya, 40+kadın ve erkek hallerini deşiyor...

Gerçekten de deşiyor ama...

Benden de görüş aldı.

Ama ben ne yaptım?

Dün gazeteyi okurken o kime, ne sorduysa, hepsini kendi adıma cevapladım...

Diğer görüş verenlerin kimine, “Hadi len!” dedim, kimini de “İşte budur!” diye alkışladım...

Dedim ya hızımı alamadım diye...

Hâlâ da alamadım...

Hele bir soru var ki orada biraz daha ileri gittim.

Taştım.

Yani şöyle:

Şimdi o soruyu kendi kendime sorup cevaplamak istiyorum.

Ya da manyak durumuna düşmemek için şöyle yapayım:

Ya da Ayşe bana sormuş olsaydı diye başlayayım...

“Yaş ilerledikçe seks bilgisi artıyor mu?”

Devamı da var:

“Bir kadın yaş aldıkça daha iyi sevişir mi?”

Aslında Çiğdem Anad’a sormuş, o da. “Neyi çok yaparsan, iyi yaparsın” demiş.

İşte buna itirazım var.

Şimdi, Ayşe Arman bu soruyu bana sorsaydı...

Derdim ki.

Bu konuda kadınları ikiye ayırmak lazım.

Ha, erkekleri de...

Onu sormuyor ama hazır başlamışken, danaları da unutmayalım...

Kadınlardan başlayalım...

Evet ikiye ayrılırlar: Evliler ve bekârlar diye...

Siz şimdi, evli kadınları harcayacağımı düşünüyorsunuz değil mi?

“Evli kadınlar için fark etmez, isterlerse 30 yıl sevişsinler bir gıdım ileri gidemezler” diyeceğimi...

Fena halde yanıldınız...

Daha klasik bir şey söyleyeceğim.

Kadınına göre değişir.

(Ama tabii şehirli kadınlardan bahsediyoruz değil mi?)

Açıkça yazayım; flörtöz bir kadınsa, evet o kadın yaş aldıkça daha iyi sevişir.

Daha da açılayım mı?

Flörtöz kadınlar evli de olsa adı üstünde çok flört ederler... Ve çoğu da sadece flört etmekle kalmaz.

Mutlaka daha ileri gider...

Özellikle de, 35-45 yaş arasında...

Bir-iki küçük kaçamakları vardır.

Evet vardır!

E, dolayısıyla hem daha çok sevişirler hem de daha iyi...

Ha, bir de normal evli kadınlar var ki, gerçekten de sadece kocasıyla birlikte olanlar, (tek kocadan bahsediyoruz) flörtöz olmayanlar, onların yıllar geçtikçe daha iyi sevişmeleri imkânsızdır.

Bırak daha iyiyi, hatta neredeyse sevişmezler bile...

Ne neredeysesi?

Onların çoğu zaten 40’tan sonra sevişmezler ki...

Ha, belki kocası onunla seks yapar, o ayrı...

Farkı anladık herhalde!

Ama temel olarak, bir kadının iyi sevişiyor olması, yüzde 90 partnerine bağlıdır.

Adama yani...

Sen istediğin kadar sevişmeye tat katmak için çırpın, adam anlamıyor başka telden çalıyorsa, ne yapabilirsin ki?

Gelecek, sıra onlara da gelecek...

“Yaş ilerledikçe erkekler daha mı iyi sevişir?”e de sıra gelecek...

Biliyorum şimdi danalar, “asıl çuval gibi yatan kadınlardan bahsetsene...” diye konuya atlayacaklar...

Onlar atlamadan ben cevap vereyim.

Cevap veriyorum:

“Bir kadın her erkekle farklıdır!”

Capito?

Yazının devamı...

His ve iş ilişkisi

Çok şaşırdım...

Gerçekten çok ama çok

şaşırdım.

Dün kadınların çalışması

gerektiğini yazarken “Çok mu

klasik ve sıkıcı bir yazı olacak?”

diye kuşkularım vardı.

Yani herkesin hemfikir

olduğu bir konuda yazmanın sıkıntısını yaşamıştım.

Meğer yanılmışım...

Meğer bu konunun hâlâ

tartışılabilir hali varmış.

Baksanıza...

* “Ne kadar ilginçtir ki ben karıma, ‘İşine sahip çık. Bence bırakmamalısın senin hayatının garantisi işindir ben değilim’ dediğimde, 2 sene bana küstü ve her fırsatta benim yüzüme vurdu... Siz ne derseniz deyin... Kadınlarımız da fazlasıyla rahatına düşkün ve güvenli arazide otlamaya müsait... Çok da savunulacak yanları yok.”

Al işte! Ne diyeceksin ki? Adam haklı...

* “Hayat onun, ne isterse onu yapar. Ne yani şimdi Berrak hn’a mahalle baskısı mı yapıyorsunuz yoksaaaa heee?? Yani bayanlara ‘Aman haaa oturun evinizde, evinizin hanımı olun’ deyince baskı, ‘Aman haaaa çalışınnn’ deyince nema problema öyle mi??”

Sen sözün bittiği yerdesin. Ben de, aşağıdaki mail’in sahibi gibi bir kocan olmasını yürekten diliyorum.

* “Bu kadını aşağı görme değildir!!! kesinlikle! Erkek seldir kadın onu durultan sakinleştiren ıslah eden göldür. Şahsen ben çok öfkeli kızgın olduğumda böyle bir kadınla muhataplığımda sakinleşiyorum duruluyorum şuurlu hareket ediyorum. Bu iki kişinin çalışmasından daha büyük kazançtır. Bu durumdaki kadın inanın sultan makamındadır.”

Ha, tabii... Kadınlar da bu dünyaya sadece erkekleri mutlu etmek için geldiler çünkü!

* “Sevdiğin insan için fedakârlık yapmaktan kimseye zarar gelmez. Bugün babanız hasta olsa ve bakmak için vakit ayırmanız gerekse işinizi nasıl bırakmanız gerekiyorsa sevgili de aynı değeri hak eder... O da ailenizdir sizin artık...

Bu kadar ezbere yaşamayın.” (Kadın)

Bak sana en iyi cevap, bu mail

olabilir...

* “Ben de bir denetim firmasında terfi aldığım halde; sefgilim de aynı iş yerinde benden daha üst pozisyonda olduğundan burada devam etmesi onun için daha iyi düşüncesi ile ayrıldım.

Sonra ne mi oldu??

Sıkıntıdan zona oldum, yüz felci geçirdim, bu sırada aldatıldım.

Kiminle mi aldattı? Benim onun için ayrıldığım işyerinden, ben ayrılırken yeni işe alınanlar grubundan bi hatun ile..!!!!

Hâlâ da aynı yerde çalışıyorlar..”

* “Çalışan kadınlar neyi üretiyoruz pardon para kazanıyoruz yiyoz içizyoz gezyoz, bırakın kız nasıl mutlu hissediyorsa kendini öyle yaşasın. Hissiz bir dünyada yaşıyoz zaten... Bulana da mani olmayalım...”

İyi de his gelince iş niye gidiyor, onu anlamadık!

* “Sevgilisi veya eşi için işini, hayatını değiştiren veya vazgeçenler ne hikmetse hep kadınlar oluyor. İleride kocaları veya sevdikleri terk edince de dövünüyorlar, ‘Senin için neler feda ettim’ diye. Hayattan ders almayanlar dövünmeye mahkûmdur.”

Bugünkü yazımı gayet naif bir mail’le bitirmek istiyorum:

* “Evet hiçbir kız erkek için, hiçbir erkek de kız için işini gücünü, okulunu veya ailesini bırakmasın.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.