Şampiy10
Magazin
Gündem

Yok canım... Ölmez herhalde...

Geçen hafta kaçırmıştım, seyredemedim

Elveda Rumeli’yi...

Ama anlattılar...

Hem de en ince ayrıntısına kadar...

Mustafa’nın yalvarışını...

Fatma’nın çaresizliğini...

Ve Vahide’nin vuruluşunu...

Seyretmiş kadar oldum. Anlatanlar Vahide için endişeliydi...

“Aman nasıl olsa ölmez, dizi devam ediyor” dedim.

Biraz hissizce oldu ama içimizi rahatlatmamız gerekiyor, öyle değil mi?

“Hayır...” dediler.

Nasıl yani?

“Vahide yani Berrak Tüzünataç diziden ayrılıyormuş, onun için öldürüyorlar herhalde.”

“Aaa...” dedim, “neden ayrılıyormuş ki?”

Sevgilisi Nejat İşler’e daha fazla vakit ayırmak ve ilişkisini daha rahat yaşayabilmek içinmiş.

“Yok artık!” demişim, “daha neler...”

Gerçekten mi?

Gerçektenmiş...

Eskiden kızlar evlenince işlerini bırakırlardı... Ya kocaları izin vermezdi ya da zaten işe koca bulmak için girdiklerinden kendileri bırakırdı.

Ve biz de bunun için kıyameti koparırdık.

Hâlâ da koparıyoruz.

Kızlar okuyun, kendi paranızı kazanın, paranız olsa bile çalışın, üretin ve hayata katılın diye yapmadığımız kalmadı...

Kalmıyor...

Hayattaki varlığınız birinin karısı, birinin annesi olmaktan ileri gitsin demekten dilimizde tüy bitiyor...

Her gün gazeteler, televizyon kanalları şahsiyetini ve parasını kazanamayan kadınların trajik hikâyeleriyle dolup taşıyor...

Hayır ille de berdel falan değil, şehirli kadınların ortada kalan hayatlarını da görüyoruz...

Pişman olan bir sürü kadının kaybolan inançlarını...

Demek ki şimdi bu iş sevgili düzeyine kadar inmiş.

İniyor...

Sevgilisiyle daha fazla vakit geçirmek için işini bırakıyor ha!

Vah vah vah...

Yok canım, doğru değildir belki de...

Değildir değildir...

Henüz mesleğinin başında, çok iyi sanatçılarla birlikte, çok iyi bir projede, çok iyi bir rol bulmuşken...

Yani belli ki hayat ona bir yol göstermişken...

Bir şans tanımışken...

Yok canım, sevgilisiyle daha fazla vakit geçirmek için bırakmamıştır!!!

Hayır, zaten çok vakit geçirince, geçirirse o da bitecek; biter, öyle değil mi?

Sevgilisine sardırıp duracak...

Hadi o da bir tarafa...

Peki ya sevgilisi sıkı bir dizi bulursa...

Hem de uzakta bir yerde...

Çok çalışmaya başlarsa ne olacak?

Daha da komiği...

Komik değil, daha da kötüsü ne olursa biliyor musunuz?

Nejat İşler Elveda Rumeli’nin kadrosuna girermiş!

Onlar da bir tarafa, kişisel olarak ne yaptıkları, niye yaptıkları bizi ilgilendirmez.

Ama...

Kocası için, sevgilisi için işini bırakan kızlara sesleniyorum:

Bütün kızlara...

Amah ha!

Aman...

Yazının devamı...

Londra ve topuklu ayakkabılar (2)

Aynı başlığı kullanmamın tek bir nedeni var; söylenişinin güzel olması...

Bir de insanda hoş duygular uyandırması...

Uyandırmıyor mu?

Sanki arkasında çok şık bir hikâye var gibi...

“Londra ve Topuklu Ayakkabılar” dan da ne sıkı hikâyeler çıkar ama...

Duygusal, erotik, macera, korku...

Ne istersen...

Hatta dördü birden çıkar.

“Daracık eteğiyle boş garajda hızla yürürken topuk sesleri yankılanıyordu... Adamla göz göze geldiklerinde...”

Artık ondan sonrası temaya göre değişir.

Yazılır yani...

Ben bugün sadece ayakkabı yazayım diyorum.

Ama kadın ayakkabılarını... Bir kadını ayakkabısından tanıyabilirsiniz.

Bir kadının o anki ruh halini ayakkabılarından anlayabilirsiniz.

Aslan yattığı yerden, kadın ayakkabısından...

Ha, bir de işin öteki yüzü var.

Erkeklerin bunu nasıl algıladığı...

Hangi ayakkabıya nasıl bakarlar?

Yani hangi ayakkabı onlarda hangi duyguyu uyandırır?

Uyandırır mı?

Hadi bakalım...

Klasik topuklu ayakkabı giyenlerden başlayalım... En zor kadın tipi...

Bilemezsin, hemen anlayamazsın yani...

Şöyle anlatayım:

Topuk boyu önemlidir.

Bir de ayakkabının rengi... Ayakkabının topuk boyu ve rengiyle, kadının libidosu arasında direkt bağlantı vardır.

Ayakkabı renklendikçe veya topuk boyu yükseldikçe kadının da libidosu yükselir.

Ya da libidosu yükselince onu giyer...

Erkekler de topuklu ayakkabı giyen kadınlara karşı saygı duyar.

Onların bu saygıları da yine renge ve topuğa göre değişir.

Topuk yükseldikçe ayakkabı renklendikçe saygı, ’sevgi’ye dönüşür!

Babet giyenler ikiye ayrılır.

Seksten hiç anlamayanlar veya çok iyi anlayıp bunu belli etmek istemeyenler diye...

Yani 35+ bir kadın babet giyiyorsa ya sapıktır ya salak.

Erkekler mi?

Bir erkek babetli bir kadınla evlenebilir ama kesin aldatır.

Dolgu topuk vardır bir de...

Onlardan çok iyi arkadaş olur.

Bir de erkeklerle araları pek iyi değildir.

Niye, bilmiyorum.

Düz, topuksuz ayakkabı giyen kadınlar fedakâr olurlar. Verici olurlar. Hayır be! Öyle değil, özverili anlamında...

Bir erkek düz ayakkabı giyen bir kadına asılıyorsa ya kendi eziktir ya da ezmek istiyordur...

Çizme önemlidir. O da özü bakımından topuklu ayakkabıya benzer.

O şekillendikçe kadın da şekillenir.

Çizme ne kadar sadeyse kadın da o kadar sade, ne kadar janjonsa kadın da o kadar janjon olur.

Erkeklerin tercihi ise... Eşinin düz, spor bir çizme, sevgilisinin ise diz üstüne çıkanlardan giymesidir.

Platformlu giyiyorsa...

Bir kadın platformlu ayakkabılardan giyiyorsa...

Onu kimse tutamaz...

“Sen bile tutamazsın, yıldızlar tutamaz...”

Erkekler de platformlu ayakkabı giyen kadınlardan biraz korkarlar.

E kadın belli ki kendine güveniyor, nasıl korkmasın adam?

Bütün bunlar iyi hoş da...

Şunu da unutmamak lazım: Bir kadının dolabında her çeşit ayakkabı vardır.

Yani bugün düz çizmelerini giyiyorsa yarın platformluları çekiverir...

Ona göre yani...


Yazının devamı...

Londra ve topuklu ayakkabılar

İngiliz bilim adamları...”

Böyle başlayan ne çok yazı yazdım,

kim bilir...

Biliyorsunuz nerede aşk meşk işi var,

bu İngiliz bilim adamları orada...

Yani Newton’ın kemikleri sızlıyordur

herhalde!!!

Habire araştırır durular ya; kadınların 27 farklı türü olduğunu....

9 aşk çeşidini...

Acıkan erkeklerin şişman kadınları

arzuladığını...

Kısa boylu erkeklerin sadık ve yatakta daha iyi

olduklarını...

Seks düşünenlerin hapşırdığını...

İlk cinsel ilişki ne kadar gecikirse, aşkın o kadar uzun ömürlü olacağını...

Mutlu evliliğin yolunun haftada 3 kez seks ile günde

4 kez öpüşmeden geçtiğini...

2033 yılında seksin ne hale geleceğini...

Bütün bunları hep kimden öğrendik?

İngiliz bilim adamlarından...

Sağolsunlar çalışıyorlar...

En son geçenlerde okudum; düz ayakkabıların zararlı olduğunu bildirdiler...

Hatta topuklu ayakkabının düz ayakkabıdan daha sağlıklı olduğunu

vurgulamışlar.

Ben biliyorum onların aklından

geçenleri...

“Hey İngiliz bilim adamları, siz bu lafları boşuna etmezsiniz...Vardır bir bildiğiniz...”

Dedim ve hazır THY de davet edince, konuyu yerinde incelemek için Londra’ya gittim.

Gerçekten de vitrinlerdeki ayakkabılar

artık platform ötesi...

Ayakkabı meselesine iyice girmeden...

Londra’ya gittim dedim ya...

THY Londra’da Stansted Havaalanı’na da iniyor ya, ben ilk defa gördüm.

Ne o kargaşa, ne uzun kuyruklar, ne uzak mesafeler...

Hiçbiri yoktu.

Check-in, pasaport, bagaj işlemleri tıkır

tıkır ve çok kısa sürede tamamlandı.

Buradan bütün Londra’ya gideceklere tavsiyem, Stansted’i tercih etsinler...

Gayet sakin ve dolayısıyla güler

yüzlü bir alan.

İnanmayacaksınız ama güvenlik kontrolündeki polis espri bile yapıyor!!! İlk defa bir polis kontrolünden kendimi suçlu gibi

hissetmeden geçtim.

Biz de öyledir ya, polis bize baksa bile korkarız...

Yoksa bir tek ben mi böyleyim?

Neyse yani siz beni dinleyin, pişman

olmazsınız...

Bilgi için: Her 15 dakikada bir

Londra’ya servis de var.

Daha ne istiyorsunuz?

Evet, araştırmacı gazeteci olarak, yerinde incelemeler yapmak üzere Londra’ya gittim.

Bu haberi de yolda okudum; ayakkabı haberini...

Dedim ya bunda bir bit yeniği vardır mutlaka diye...

Bakın şimdi haberin devamına:

* “Ayak sağlığının yanı sıra topuklu ayakkabılar cinsel dünyanızı da etkiliyor. Yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınlar, seksapeli baştan garantiliyor.”

Sırf bunun için düz ayakkabı zararlı demiyorlarsa neyim!!!

Hayır, sağlığı bu işe niye karıştırıyorsun?

Biz sanki bilmiyoruz neyle seksi olunup olunmadığını...

Babetlerle bu işin nereye kadar gidip,

topuklularla nereye varacağını...

Yazacağım, onu da yazacağım...

Bizi mi korkutacaksınız, sağlık

mağlık diye...

Topuklu ayakkabı giyin çağrısına bir destek de İtalya’dan gelmiş. İtalyan ortopedistler topuklu ayakkabı giyen kadınların partnerleriyle çarşaf altında daha iyi vakit geçireceklerini iddia ediyorlarmış.

Ortopedistler ne zamandır çarşaf altıyla ilgilenmeye başladı?

İyi, bir sorunumuz olunca artık onlara gidelim o zaman...

- Ya ben de ne zamandır tık yok.

Bir doktora, kime gitsem?

- İyi bir ortopedist biliyorum,

ona git...

- ????

- Kırık çıkık varsa, o bakımdan, heh heh hee...


Yazının devamı...

Öldürür gerçekten de...

Öyle sorular vardır ki, soran

için de, muhatabı için de kâbus gibidir...

Hatta hangi taraf için daha kötüdür diye sorsanız karar veremem...

Karar veremiyorum bir türlü...

Ne fark eder ki?

Zaten ve iyi ki hep aynı taraf olmuyorsun...

Bazen soransın, bazen de sorulan...

Mesela ne?

Alın size en gıcıklarından biri:

* “Biz neden ayrıldık?”

Eski sevgilinle buluşmuşsunuz. Artık niyeyse? Muhtemelen taraflardan biri tekrar başlamak istemektedir diğeri de boşluktadır...

Tekrar başlamak istemez ama dedim ya boşluktan o

akşam onunla

çıkmıştır...

Oradan buradan konuşmalar, içmeler falan veee işte o an:

Kız (evet, genellikle kız sorar) günlerce provasını yaptığı o soruyu sanki o an aklına gelmiş gibi çok spontan yani, pat diye soruverir:

“Biz niye ayrıldık?”

Ama öyle sorar ki, ses tonu sevecen, komikimsi ve biraz da hüzünlüdür. Gelecek cevaba göre A, B, C planları vardır...

Bu arada karşı taraf, o boşluktan ex’iyle yemeğe çıkan dananın kaşları havaya kalkmıştır bile... Yüzündeki boşluk ifadesini o hareket sağlar

çünkü...

Kafası boşalır, aklından tek cümle geçmektedir.

“A-ha! ...tık! Kaç oğlum.”

Kimi o an kaçar, kimi ertesi sabah...

* “Hiç mi sevmedin?”

Bu da benim Top 3’üm arasındadır. Nasıl bir durumdur ki, nasıl bir haldesin ki bu soruyu soruyorsun?

Hadi sordun, nasıl bir cevap

bekliyorsun?

Gerçekleri mi duymak istiyorsun?

“Valla bir ara sever gibi oldum ama çabuk geçti. Üst üste yatınca falan hevesim kaçtı” gibi...

Yoksa yalan dolan bir şeyler mi?

“Tabii, sevdim de işte olmadı. Biliyorsun sende değil suç.”

Ne suçuysa?

* “Beni özledin mi?”

Al işte bir tane daha!

Kim buna “Hayır” der ki...

* “Sır saklayabilir misin?”

Ohoo... Kim saklamaz! Hele hele şöyle sıkı bir sırsa! Önemsizse saklanır da ya gerçekten bomba gibi bir sırsa...

Bilemiyorum...

En azından bir kişiye...

Sadece bir kişiye ama...

Söylenmez mi?

* “Bunu hak ediyor muyum?”

Ediyordur.

Kesin!

Hatta böyle söyleyen bir de üstüne affeder. Sonra da bir dahakine yine sorar: Ben bunu hak ediyor muyum?

* “Benden önce kaç kişiyle

oldun?”

Bir.

Öyle diyeceksin ki bir daha

sormasın.

Tamam bu cevaba belki kimse

inanmamış olacak ama en azından susacaksınız. Belki ilk anda güvensizce

birbirinize bakacaksınız ama inanın en iyi cevap bu.

Şimdi sıra tüm zamanların en gıcık sorusunda...

* “Hangi konuda görüşecektiniz?”

Şöyle bir önerim var: Kimi aramış olursanız olun bu sorunun cevabı şu

olsun:

Ama kısık ve not alamayacağı kadar hızlı bir şekilde:

“Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı kurulması hakkında değişiklik yapılmasına dair kanun hakkında...”

Ve tekrarlamayacaksın.

Çok ısrar ederse daha kısık ve daha hızlı tekrar edeceksin.

Nasıl ama?

Yazının devamı...

Mardin..

Mardin’de olup

bitenlere kahroldum.

Herkes gibi...

Ama günlerdir içimde tuhaf bir his var. Rahatsız

edici bir his.

Nasıl anlatsam?

O katliam hem bize çok yakın hem çok uzakta...

Çok yakında çünkü o kadar iyi bildiğimiz bir dava ki...

Çok uzakta çünkü o kadar elimiz kolumuz bağlı ki...

Yani olan biteni sadece

seyrediyoruz ya...

Galiba içimdeki kötü hissin nedeni de bu.

Bütün Türkiye bir olduk seyrediyoruz...

Kim daha çok ballandıra ballandıra yazacak, çekecek diye yarışıyoruz.

Dram içinden dramlar çıkarmaya

uğraşıyoruz...

İyi de...

Sanki önümüze iyi bir malzeme düştü, biz de suyunu çıkarıyoruz gibi...

Uzaktan...

Öyle hissediyorum.

Rahatsızım...

Oysa benim aklıma başka sorular geliyor...

Mardin’in köyü neden hâlâ böyle, bu kadar uzakta?

Aramızda neden bu kadar derin bir uçurum var?

Oradaki 44 kişinin katilleri neden hâlâ kendilerini haklı görebiliyor?

Neden Mardin için kimse bir şey yapmak istemiyor?

Çocuklarını okula göndermeyi reddeden ailelere neden “tamam o zaman...” deniliyor?

Bunun gibi onlarca soru var aklımda...

Neden?




İSLAMİ İKONCAN




Kadir Topbaş’ın gelinini gördünüz...

Harbi güzel kız...

Yeni nesil türbanlılardan...

Genç, güzel ve aktif...

Az kalsın...

Yani kıyafeti yorgan sateni kumaştan

olmasa...

Onu aşsa...

Bir de türbanın arkasına hani bir şey

takıyorlar ya, yani şulebaş olmasa...

Diyeceğim ki, Tuğba Topbaş

İslami ikoncan...




BOYASI AKMIŞ



Hani Ferhat Göçer’in resmini çekmişler; ensesinden boyalı ter akıyor...

Kral TV Ödülü’nü alırken...

Uyarıları da, “terdir o” diye geçiştirmiş.

O nasıl bir boya ki akıyor,

anlayamadım ama...

Hem rahatsız oldum hem de itiraf edeyim biraz da için için sevindim demeyeyim de biraz, “nasıl oluyormuş ama!!” dedim.

Çok ayıp ama dedim.

Ferhat Göçer’le alıp vermediğim yok.

Yani hep kadınların yok selülitleri, yok frikikleri, saçları başları mı eleştirilecek?

Sıra erkeklere geldi ya...

Ona sevindim ben.

Bu ne demek oluyor?

Yok artık öyle, “erkek adam” muhabbeti...

Zaten nedir o öyle?

“Erkek adam göbekli olur”, “erkek

adamın saçı olmasa da olur”, “erkek adam pis bile olabilir”

Yani şeyi olsun yeter...

Yok artık!

Bitti.

“Erkek olsun çamurdan olsun” devri kapanıyor arkadaşlar...

Öteki iş azaldığından mı böyle

oluyor acaba?

Hani spermleri, testoları falan azalıyor ya, ondan mı?

Bakacaksınız artık siz de kendinize...

Ya bakacaksınız ya bakacaksınız...

Yazının devamı...

Senin tarihine geçeyim...

Dişiliğin sırları...

Ben de bu lafa hastayım; dişilik...

Dişi...

Sevişgen gibi bir şey yani...

E öyle tabii... “Kadın” desen, işin içine başka şeyler de giriyor; akıl, IQ, EQ, eğitim, zevk, kalite vs...

Ama dişi dedin mi iş değişiyor. Sadece o yani...

Dişiliğin sırlarını vermişler.

Bakalım mı?

Bakalım...

- “Çağıran bakışlar, erkeklerin akıllarını başlarından alır, o yüzden bu cilveli bakışı mutlaka kullanın. Hoşlandığınız erkeğin gözlerinin içine en fazla üç saniye kadar bakın ve sonra gözlerinizi kaçırın. Onu istediğinizi anlaması için bunu birkaç kere tekrarlayın.”

Selektör atacağız yani... Anlamadı kornaya mı basacağız?

- “Sadece bakışmak yeterli değildir. Ona yaklaşmak daha fazla ustalık ister. Direkt yanına gitmek yerine, ona yavaş yavaş yaklaşın. Yan taraftan yaklaşmak, daha az gözünü korkutacak ve direkt karşısına çıkmadığınız için sizin daha gizemli gözükmenizi sağlayacak.”

Yengeç gibi yandan yandan... Ben size söyleyeyim, adam ‘Bu kadında bir tuhaflık var. Verecek mi ne? (kalbini)’ demeye başladı.

- “Gürültülü ve kaba olmayan bir şekilde gülmek kendinize olan güveninizi artırır. Sizi mutlu, canlı biri olarak gösterir.”

Tabii o mutlu ve canlı kadını alsın içini çürütsün diye...

- “Hoş bir erkekle el sıkışırken, gözlerinin içine bakın ve aynı zamanda elini hafifçe sıkın. Hiç beklemediği bir anda elinizle uyguladığınız bu basıncı, cinsel bir hareket olarak algılar. Bu, gücünü sergilemekten korkmayan, cesur bir kadın olduğunuzu gösterir.”

Cesur derken? Sevişgen manasında yani!!!

- “Yemek yerken veya içki içerken, ona doğru aranızda 45 santimetre kalacak kadar eğilin ve koluna ya da eline dokunun. Aranızdaki mesafeyi azalttığınız için heyecanlanabilirsiniz ama aslında bu hareket gerginliğinizi hafifletecek ve sohbetiniz daha iyi akacak. Vücutlarınızın birbirine yakın olması aranızdaki kimyayı ve çekimi güçlendirecek.”

O anda bilemeyebilirsiniz, 45 cm yaklaşık iki karış falan... İnsanın astigmatı azar yahu! Adamı çift görmeye başlarmışsın. Daha ne? Bir taşla iki kuş.

- “Kısık sesle konuşmak cinsel cazibenizi artırır. Kadınlar tahrik olunca, testosteron seviyeleri artar ve daha derinden konuşurlar.”

Aha! Adam içinden, “bu azmış. Ben şunun tarihine bi geçeyim” demeye başladı. Hatta belki geçti bile...

- “Yemek sırasında, çıplak omuzlarınıza hafifçe dokunun veya göğsünüzün arasından sallanan kolyenizle oynayarak dikkatini çekebilirsiniz.”

Edeleli kollarını da okşayalım mı?

- “Gecenin gidişatı belli olduysa bile, seksi kedi imajınızı devam ettirmenizin yöntemleri vardır. Erkekler heyecan arayışı içindedirler, o yüzden sizi kovalamasını sağlayacak hareketler yapın.”

Daha ne hareketi yapacağız? Maymun olduk be!

Dişi maymun!

Bundan sonraki hareketler belli zaten. Fix menü...

Asıl hareket ondan sonra...

Sır, onu orada tutmakta...

Artık kelepçe mi olur, Japon yapıştırıcısı mı, domuz bağı mı, ne?

Asıl onu anlat...

Yazının devamı...

Bu sanal çok mu banal?

Hani dün 2033 yılında seksin neye benzeyeceğine dair İngiliz ve Amerikalı

33 yazarın görüşlerini yazmıştım ya...

Bugün de sıra bir başkasında...

Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve yaşam koçu Osman Börütecene’ye de sormuşlar, “ne olacak bu seksin hali” diye...

Tabii daha usturuplu sormuşlardır.

O da demiş ki:

“İnternet ortamında, gerçek birlikteliklerin yerini sanal iletişim aldı. Gelecekte de bu değişmeyecek. Belki çok eşli sanal sekse çağdaşlık diyeceğiz. Herkesin tek sanal sevgilisi mi olmalı yoksa birden fazla olabilir mi diye tartışacağız.”

E şimdiden başlayalım o zaman.

Hayır, çok eşli sanal sekse değil tabii ki!

Tartışmaya başlayalım.

Neyi tartışacağız?

Çok eşli sanal seks çağdaşlık mıdır?

Bir de...

Herkesin tek sanal sevgilisi mi olmalı yoksa birden fazla olabilir mi?

Önce hangisi?

İkincisinden başlayalım...

Şimdi diyeceksiniz ki bunda tartışacak ne var? Hem sanal hem de madem bir imkân tanınmış neden sınırlayalım ki kendimizi?

Peki o halde, dediğiniz gibi olsun; nasıl olur bir bakalım...

Düşünsenize karışan yok, yakalanma korkusu yok, kıskançlık yok...

Daha da önemlisi hizmette sınır yok!

Her şey serbest yani...

İstersen 10 sanal sevgili yaparsın hepsini de farklı farklı hem de istediğin gibi formatlarsın...

Ne zaman, hangisini istersen onunla olursun...

Hatta istersen hepsiyle birlikte olursun.

Biri fazla mı geldi, atıverirsin... Ne olacak ki, alınan yok, küsen yok.

Tam tersi, az mı geldi? Bir yedek oyuncuyu katıverirsin. Nasıl olsa kapris yapan yok, itiraz eden hiç yok.

Ne yalakalık yapman gerekiyor ne hediye düşünmen ne de yemek memek...

Elini sallasan ellisi durumu...

Ne o? Sevmediniz mi?

Bu sanal çok mu banal?

Yani... İyi de, biraz tatsız mı?

Yaaa... İşte tartışma burada başlar:

“Acaba herkesin tek sanal sevgilisi mi olsun” diye... Buradan yola çıkarak farklı açılımlar da yapabiliriz.

Mesela herkesin gerçek sevgilisinden başka tek sanal sevgili hakkı olsun.

Olsun da nasıl olsun?

Gerçek sevgilinin sanalı mı yoksa bambaşka biri mi?

Hangisi daha iyi? Hani sen yokken ya da canın istemediğinde o kiminle olsun?

İlk anda kendinin sanalı iyi gibi duruyor değil mi?

Hııı...

Sen öyle san!

Düşünsene sen hastasın, yatıyorsun mesela, adam sanalını almış, olacak iş değil, hayatta yapmayacağın şeyleri yaptırıyor...

“Leyynnn...” deyip masaya vurmaz mısın? “Hadi canım, başka kapıya...” demez misin?

Şimdi gelelim ikinci soruya...

“Çok eşli sanal seks çağdaşlık mıdır?”

Yahu, gerçeği nedir onu bilsek!!!

Yani çağdaşlık mı, nedir?

Şimdilik sadece suç olmadığını biliyoruz... Onu da ayrıca tartışırız...

Tartışalım mı?

Şimdi aranızda, biz elimizdeki gerçek olanı ne yapacağımızı bilmiyoruz, sen sanal manal takılıyorsun diyenler var, biliyorum...

Siz de haklısınız...

Yazının devamı...

Yaramazlığın geleceği...

Yaramazlık dediği de, seks... Evet, bildiğin seks... Pardon tabii o zaman artık bildiğin gibi olmayacakmış.

Hani, “bildiğin gibi değil!” denir ya, öyle yani...

* “Yaramazlığın geleceği...”

Niye “yaramazlık” diyorlarsa? ‘İşe yaramaz’ mı yoksa ‘haylazlık’ anlamında mı kullanıyorlar acaba?

Bence ikisi birden... Ayrıca ne fark eder ki? Konu o değil.

Konu, 2033 yılında seksin neye benzeyeceği... Söylenişi bile seksi, söyleyin bakın: 2033... 333’ten bile seksi... Neyse, İngiliz ve Amerikalı 33 yazar bu konuda varsayımlarda bulunuyorlarmış.

Hani bizim “ne olacak bu memleketin hali” geyiğimiz vardır ya, bunlarınki de, “ne olacak bu seksin hali.”

Epey kafa yormuşlar ve bakın ortaya neler çıkarmışlar... E tabii ki, ben de karışmadan duramayacağım...

* “Cinsiyet değişimi ameliyatları ucuzlayıp kolaylaşacak.”

Bence 50’sinden sonra bütün erkekler kadın olsun, heh heh hee... Ne var? Yaptım, yapamadım derdiniz kalmaz. Hani hep, “ben kadın olsam herkese yani herkesle yatardım” dersiniz ya... Onu da tatmış olursunuz. Hatta bence kadınlar da bir yaştan sonra erkek olsun, intikam için...

* “Romantik ilişkiler kalmayacak, aldatma tarih olacak.”

Yani aldatmalar aldatmadan mı sayılmayacak? O derece sıradanlaşacak yani... “Hayatım az önce Hakan’la seviştim, o da baydı yani... Bir daha yapmayacağım.” “Ama tatlım hemen harcama adamı, gergin bir günündedir”!!!

* “Boşanma oranı yüzde 100’e varacak.”

Demek ki şahsiyetli kadınlar çoğalacak...

* “Baş ağrısı, seks yapmama bahanesi olmaktan çıkacak zira insanlar sevgililerinin sanal imgeleriyle sevişecek.”

Ne yani? “Başın mı ağrıyor? Oldu. Ben sanalına gidiyorum” mu olacak? Sanalı da istediği gibi programlar... Ohhh... O halde sanalınla yatmak kalkmak aldatmadan sayılmayacak mı? Pardon aldatma da yoktu ki...

Böyle olacakmış... Yaramazlığın geleceği buymuş.

“Geleceğin varsa göreceğin de var” derdim ama... 2033’e ne kadar var?

24 yıl... Yani bir bakıyorsun öyle çoook uzak değil, bir daha bakıyorsun çok geç!

Ha şu anda 30, 35+’lar için çok geç tabii... Onlar eski yöntemlerle idare edecek...

Çocuklarına da anlatırlar artık, “baban beni aldattı diye ayrılmıştık yavrum.”

“Aman anneee... Sen onu bahane etmişsin. Bu yüzden ayrılınır mı?”

Baba da bu arada cinsiyet değiştirmiş, hayatını yaşıyor!!!

Olur mu bunlar?

Böyle olur mu?

Aman, bize ne?

Yeni başlayanlar düşünsün...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.