Şampiy10
Magazin
Gündem

Onu nasıl öldürürsün ki?

Yok, bu sefer aşktan meşkten söz etmiyorum...

Yani “onu nasıl öldürürsün?” derken de, birini unutmayı falan da kastetmiş değilim...

Bugün hayvanlardan bahsedeceğim.

Yok, danalar da değil konumuz)))

Kediler, köpekler, balıklar, kuşlar...

Ben hayvanları severim.

Çok severim...

Klasik, biliyorum ama hayvan sevmeyenin insanı da, hayatı da sevmeyeceğine inananlardanım...

Çünkü hayvan sevgisinin insanın içindeki merhamet, şefkat, paylaşım, empati ve saygı hislerini yansıttığına inanırım...

Ve bunları beslediğine, geliştirdiğine...

Ama öyle hayvanı insandan üstün veya insanla eşit tutanlardan da değilim.

Benim de bir kedim var. Başka türlü bir şey...

Tıpkı herkesin kendi kedisi gibi yani!!!

Ona ‘kedi’ de derim, ‘hayvan’ da derim... Gocunmam. Yani ona öyle çocuğum muamelesi yapmam.

Yemeğini kendi kabında, kendi yerinde yer.

Tezgâhın üzerine çıkarsa da zılgıtı yer.

Bir ara evden dışarı çıkaramadığım için vicdan azabı çekiyordum sonra onu da şöyle çözdüm.

“Ben bu dünyada hem de insan olarak istediğim yere gidebiliyor muyum? Hayır. E o da gitmeyiversin.”

Onu çok severim öperim, mıncıklarım ama öyle beni hissettiğine, yok üzüntümü paylaştığına falan inanmam.

Üzerine efsaneler yüklemem.

Ama gergin olduğumda, üzüldüğüm zamanlarda onun yalanışını seyrederim...

Bana iyi gelir.

Onu seyrettiğimi anlayınca kırlamaya başlar...

Kırrr... Kırrr..... Kırrrr...

İçim ısınır o zaman...

Sevinirim...

Kafamdaki takıntı her neyse hafifler...

Ha, ayırt etmem kimseyi kedici köpekçi diye...

Köpekleri de severim...

Ama kedisi olanların hele hele (bilen bilir) kedisi olan erkeklerin yeri farklıdır bende. Durur bir daha bakarım...

Balık, kuş besleyenleri anlamam ama saygı duyarım; onları dinler, tutkularını anlamaya çalışırım.

Hal böyle olunca bütün hayvanseverler gibi ben de, evlerine hayvan alıp iki gün sonra sıkılıp sokağa atanları hiç sevmem.

Hatta biraz daha ileri giderim; bu davranışlarının hayatlarındaki başka alanlara da yansımış olacağını düşünürüm.

Yani mesela bir köpek alıp sonra da onu sokağa atan bir adamı/kadını arkadaşlığa kabul edemem.

Bilirim ki yarın bana verdiği önemli bir sözü tutmayacak ya da beni de bir gün öyle ortada bırakacaktır.

Ortada bırakmanın büyüğü küçüğü yoktur.

O potansiyel varsa sana da yapar

Yoksa ona da yapmaz...

Buna inanırım...

Bugün niye onlardan bahsediyorum biliyor musunuz? Dün Hürriyet Gazetesi’nde vardı: Dünyanın en güçlü hayvan hakları örgütü PETA’nın başkanı Ingrid Newkirk, “Bakamadığınız hayvanı öldürün” demiş.

Oha!

Mantık da şu:

“Onlara iyi bir hayat veremiyorsanız, hiç değilse onları umursamayan bu dünyadan nazik bir kurtuluş verin.”

Nazik bir kurtuluş!

Nasıl yani?

Bu nasıl bir düşüncedir?

Bundan böyle çocuklarımıza “Alalım, bakamazsak öldürürüz”ü mü öğreteceğiz?

Daha da önemlisi, hani dedim ya hayvan sevgisi insanı yansıtır diye...

Biz, başa çıkamadığımız her şeyden onu öldürerek mi kurtulmaya çalışacağız?

Lütfen yaa...

Bunlara kulak asmayalım...

Bunları ciddiye almayalım...

Yazının devamı...

365 günün her günü...

Kocasına seks hediye etmiş!

Heh heh hee...

Okumuşsunuzdur haberi; “ABD’de yaşayan 40 yaşındaki Charla Muller, doğum günü hediyesi olarak kocası Brad’le (42) bir yılın her günü seks yaptı.”

Haberin yanında da çiftin fotoğrafı var.

Sanki biraz sonra oy vermeye gidecek bizim 70 grubu insanı gibi adam. Temiz temiz, kravat falan...

Ama hafiften şuurunu kaybetmiş gibi bakıyor. Eh olacak o kadar!!

Kadının da hiiç öyle her gün seks yapmış bir hali yok. O gün evde temizlik yapılmış, yemekleri de bitirmiş içi rahatlamış bir kadın havasında...

Ha, her gün sevişen kadın nasıl görünür bilmiyorum ama bence bu değil, olmamalı yani...

Yani kesinlikle öyle seksi giysili, dolgun dudaklarını uzatmış bir kadın fotoğrafı da beklemiyorum ama...

Sahi nasıl görünür ki?

Neyse biz olayımıza dönelim.

Kadın adama doğum gününde seks hediye etmiş ya...

Hem de 365 günün her günü...

Olay nasıl gelişti acaba?

Doğum günü yaklaşırken önce “Ne alsam?” diye düşünmeye başladı. Bunlar 40’lı yaşlarda olduklarına göre büyük ihtimalle

10-15 yıllık evliler...

E, alacak şey kalmamıştır artık. (Unutturmayın, bir gün de bu hediye meselesini

yazayım.)

“Adam yıllardır peşimde sürünüp duruyor. Şuna unutamayacağı bir hediye vereyim, doysun” demiş olabilir.

Şöyle bir hesap da yapmış olabilir:

“Bir sene dişimi sıksam her gün yapsam, sonraki seneler rahat ederim!!!”

Bilinçli tüketici yani...

Ya da kadın manyak. Veya şey, ne deniyordu hıh, nemfoman..

Ki, büyük ihtimalle öyle.

Şimdi kadının aklına bir şekilde bu 365 gün olayı düştü ya, hediyeyi kocasına nasıl verdi acaba?

Yani müjdeyi...

Ötekini düşünemiyorum bile...

Doğum gününde pasta falan kesildi, adam her yıl olduğu gibi bir paket beklerken...

- Brad, sevgilim...

- Yes honey.

- Sana bir iyi bir de kötü haberim var.

- A! Önce iyisini söyle.

- Sana çok güzel bir hediyem var. Önümüzdeki 1 yıl boyunca, 365 günün her günü seks yapacaksın.

- Oh God! Peki kötü olan ne?

- Hepsini benimle yapacaksın!

Heh heh hee...

Kocasının bu ilginç hediyeyi hemen kabul ettiğini söyleyen iki çocuk annesi Muller, 1 yıllık deneyimini anlatan “365 Gün” adlı bir de kitap yazmış.

Ben bu kitabı alıp ilk ve son sayfasına bakmak isterdim.

365’inci günü merak ediyorum.

Yok, o da değil; 300’üncü gün falan. Son gün artık bitiyor diye sevinçli olabilir adam.

Ama 300’üncü günde...

Haber şöyle devam ediyor:

“Garanti seks’e eşinin ilk önce inanmadığını söyleyen Muller, ‘Ciddi olduğumu anlayınca ev işlerinde bile bana yardım etmeye başladı’ dedi.”

Adam kendini ev işlerine vermiş.

Yerleri süpürüp süpürüp sonra da acıklı acıklı karısına bakıyordu herhalde; hani acır da bu akşam affeder belki diye...

Ama Charla affeder mi?

“Geellll, nereye? Daha sana hediyeni vereceğimmm...”

Ne diyeyim?

Ben de buradan bütün danalara pardon kocalara en içten duygularımla böyle hediyeler almalarını diliyorum.

Heh heh hee...


Yazının devamı...

Aşk mı, seks mi?

Şimdi, böyle soru mu olur? diyeceksiniz... Ben de sordum. Kendi kendime yani... Çünkü neredeyse ikisi aynı şey.

Ney?

Aynı yere çıkıyor.

Yani aşksız seks ya da sekssiz aşk şeye benzer?

Neye?

Suya hasret çiçeklere, yağmursuz ormanlara... (Romantik isteyenler için.)

Yok gerçekçi olacaksak, açık konuşayım, bi b.ka benzemez...

Şimdi ben, “Böyle soru olur mu?” dedim ya...

Aslında olur.

Kızlar için değil de, erkekler için olur.

Kızlara sorsan herhalde yüzde 99’u, “Aşk” der zaten... Yani aşk olsun da, seks olmasa da olur. Hatta bir yaştan sonra hiç olmasa daha iyi olur!!!

Ama erkekler için....

Bu gayet yerinde hatta ve hatta mantıklı bir sorudur bile...

Cevabı da nettir, tektir.

Sorun bir danaya, “Aşk mı, seks mi?” diye, sırıtmaktan cevap bile veremez...

Ama sevgilinize, kocanıza ya da size yazan birine sorarsanız alacağınız cevap bellidir; duyarsız bir dana imajı vermemek için, “İkisi de...” diyecektir.

Gerçekten arkadaşınız olan, başka bir şey de olma ihtimali olmayan birine sorarsanız gerçek cevabı alırsınız...

Ama...

Ama artık...

Yavaş yavaş...

Bazı erkekler...

Doymaya başladı.

Nihayet!

Nereden biliyorum?

Birkaç tanıdık ve aşağıdaki gibi birkaç mail...

“Bundan 5 yıl öncesine göre performans ve hayata bakış açım değişikliği nedeniyle doydum diyebilirim. Günde 14 kez sex yaptığımız olurdu. Bu tamamen kimyasal bişi bence. Delilik gibi... Delilik de yıllar yılı ruhi sanıldı ama onun da kimyasal NT’lerin azlığı veya çokluğu nedeniyle genetik yatkınlıkla meydana gelen 1 rahatsızlık olduğu ortaya çıktı.

Ben artık sexi hayatımın odağı yapmamaya kararlıyım. Deli danalar gibi her daim saldıray modunda olmak da, sexten hiç hoşlanmamak da kötü... Ortasını arıyorum” demiş.

Ama hemen sevinmeyin, devam ediyor:

“Devamlı aynı kadınla yatamıyorum sıkılıyorum bu da bana yaşadıklarımın cezası galiba...”

Yaaa... Olsun, yine bir gelişme var; ceza falan diyor. Bitmedi, şimdi sıra o soruda:

“Sexsiz hayat belki eksiklik ama avantajları da var; ikisi arasında tercih yapmak zorunda kalsanız aşk mı sex mi? Aşık olduğunuz kişiyle 1 ömür sexsiz de yaşayabilir misiniz? Diyelim ki, aşkın içinde sex yok; dayanabilir misiniz? Bu mümkün mü? Mutlu olabilir mi insan?”

Sormuş ve kendi cevabını da vermiş:

“Eskiden olsa, ‘Hayır’ derdim belki, bilmiyorum ama sexi artık takmıyorum ben. Bu da bana dezavantaj getirmiyor. Hatta avantajdan başka bişey yaşamıyorum.. Bana zarardan başka bişi vermemiş yılların arkasından baktığımda...”

Acaba ne zararını gördü, merak ettim doğrusu...

Bir de şeyi merak ettim:

Avantajını...

Ne olabilir ki?



Yazının devamı...

Birinci mi, bininci mi iyidir?

Ben yine dayanamayacağım...

Hani, insanı seksten sadece başka bir insan soğutabilir dedim ya.. Bir de insanların sadece yüzde 10’u layıkıyla seks yapıyor iddiasında bulundum ya...

Bunun üzerine gelen birkaç mail’e cevap vermek istiyorum.

İzninizle...

“Seks o kadar önemli bir olaydır ki bu dünyada, yazılmaması, çizilmemesi gerekir. Sadece yaşanmalı. Ancak bu konu hakkında yazılarınız hiç de sağlıklı değil.Önce yapın sonra yazın.Tavsiyem.”

Abarttın yahu!!! Ben yazmazsam, siz yapmazsanız nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa? Bence de sen önce yaz, sonra yap! Bir dene bakalım...

“Birinci defa ile bininci defa nasıl aynı olsun? Erkekler, hiç yoktan olsun da çamurdan olsun diye uğraşıyor!”

Peki o halde size başka bir soru: Birinci mi, bininci mi daha iyidir? Yani birisiyle yapılan kaçıncı seks en iyisidir? Onu da yazayım mı?

“Belediyenin ‘Fast Love’ kabinleri açması lazım; sevgilinle geziyorsun, aklına geldi, soluğu alacaksın kabinde, artık gerisi kabiliyete bakar. Planlama ile olmaz. Olsa da olmaz.:D”

Çok romantik gördüm seni; “Fast love” falan... Hangi love? Ona kısaca FF desek?

“Niye sekse taktın gidiyorsun, başka bir şey bilmez misin? Vatan’ın en sıkıcı köşesisin...”

E peki sen her gün ekonomi yazanlara da, “Taktın kafayı ekonomiye, başka şey bilmez misin?” diye soruyor musun? Peki söyle ne yazmamı isterdin?

“Dilek hanım mutlaka denemeniz lazım; şayet bir yeriniz ağrıyorsa seks bu ağrıyı mutlaka geçirecektir. En azından seks yaptığınız süre içinde... Zira metabolizmanın salgıladığı mutluluk hormonu içinde morfin de mevcuttur. Tabii süre konusu sizin becerinize kalmış...”

Sırf şifa bulmak için yani!!! Söylerim adama artık, “Bak yanlış anlama, belimin ağrısı geçsin diye...” O da, “Pardon ben burun akıntısına iyi geliyorum” dermiş!!!

“Güzel bir masada, sunumu da güzel yapılmış lezzeti tam kıvamında bir yemek her zaman iştah getirir ve böyle bir yemeği insanın karnı tok olsa bile tekrar yiyesi gelir. İştah açıcı extra tatlar ilave edilmişse, doping misali yani...”

Sen de öyle bir anlattın ki, yemek daha cazip gelmeye başladı...

“Dilek hanım sizi seviyoruz ama artık bu konu bizi sıktı. Daha güzel, romantik, duygusal ve etkileyici bir şeylerle beraber olalım.”

Romantik derken? Ben!!! Emin misin?

“Kastettiğiniz yüzde 10’un içinde olanlar akıllı, kültürlü, gönlü alçak, hissiyatları maksimum, materyal düşünceleri minumum insanlardır bence... Ya sizce?”

Tabii... Harvard mezunları mesela çok iyi sevişir!!! Ama burslu okumuş olacak! (Materyal bakımından uygun olsun diye) Hele sanat bölümündense, var ya onları kimse tutamaz. 13+1...

Yazının devamı...

İddia ediyorum: Yüzde 10’u geçmez

Hani şu dün yazdığım anket vardı ya, “İnsanları seksten soğutan 7 neden” diye...

Bugün de ona biraz daha devam etmek istiyorum...

Ama önce seksten soğuma konusunda bir iki laf etmek istiyorum.

Dün dedim ya, yorgunluk morgunluk hikâye diye, bunu hepimiz biliyoruz.

O halde asıl sorun nerede?

Yani İnsanı seksten ne soğutur?

Ben size söyleyeyim:

İnsan!!!

Evet insanı seksten ancak başka bir insan soğutabilir.

Ben buradan iddia ediyorum, bu memlekette doğru düzgün, layıkıyla seks yapanların sayısı yüzde 10’u geçmez.

Neyin yüzde 10’u...

Seks yapanların yüzde 10’u.

Öyle performanstan, dakika tutmaktan, kere hesabından bahsetmiyorum.

Yoksa git yatak odasına uykudan önce brüt 5 dakikada bitir her şeyi...

Ya da al her gece başka bir kadınla/erkekle kendi rekorunu kırmaya çabala...

Veya sırf seks olsun diye seks yap...

Sırf tavlamak, tutmak için yap...

Hayır!

Nedir layıkıyla dediğimiz?

Duygu, teknik ve dış donanımların bir arada yaşanmasından söz ediyorum...

(Çizerek anlatmaya başlarmışım!!!)

Ve tekrar ediyorum: Bunu yaşayanlar yüzde 10’u geçmez!

Hiçbirinizin bir şey bildiği yok.

Nereden bu konuya geldik yahu...

Ha, yani bunlardan biri eksik yaşanırsa...

Ya da şöyle anlatayım; bir adam/kadınla bu unsurlardan biri olmadan yatarsan, soğursun.

İlkinde olmasa da 3. veya 4’üncü de seksten soğursun.

Ben ankete dönüyorum yoksa başka şeyler(!) anlatmaya başlayacağım...

Anket sonuçlarında ilgimi çeken birkaç unsur daha var...

Mesela:

* “Katılımcılardan yüzde 45’i bazı zamanlarda seks için plan yaptıklarını ve zaman belirlediklerini açıklıyor. Bununla beraber yüzde 7 gibi bir grup, cinsel aktivite planlarını takvimlerinde veya PDA cihazlarında kayıtlı tuttuğunu belirtiyor” muş.

Al işte!

Bu adamın yaptığı seksin kime hayrı olur ki? Kendine bile olmaz.

Nedir yani?

“17 Haziran’da saat 21.00-23.00 arası seks yapılacak” diye plan yapacaksın, eee? Hadi bir aksilik oldu, ne yapacaksın.

Veya 16’sında canın istedi ya da denk geldi; ne diyeceksin?

“Kusura bakma, prensip sahibi biriyim, bugün git, yarın gel. Saat 21.00’de lütfen!”

Ya da cihaza kaydetmiş, ötüyor...

Herkes mesaj geldi size diyor falan... Sen “Hııı... Bankadan...” dersin artık.

Ne?

Planladın diye oradan biri alıp şey yapacak halin yok ya!

H“Erkeklerin yüzde 56’sı gün içinde mutlaka seks düşündüklerini belirtirken bu oran kadınlarda yüzde 19 olarak açıklanıyor.”

E iyi. Dikkat ederseniz erkeklerinki azalmış, kadınlarınki çoğalmış.

H“Genel sağlıklarından memnun olmayan kişiler daha az cinsel aktivitede bulunduğunu fakat cinsellik düşünme konusunda azalma yaşamadığını özellikle belirtiyor.”

Öyle oram arıyor buram ağrıyor diyenlere... Yok dayanamayacağım, söyleyeceğim...

Hani mızmız insanlar vardır ya, sürekli oram ağrıyo buram ağrıyo diye gezerler...

Onlar var ya...

Sanki seks yapsalar bütün ağrıları geçecek gibi gelir bana...

Ne bileyim... His işte...

Yazının devamı...

Yedi büyük günah

İnsanları seksten soğutan 7 neden bulunmuş! 7 neden...

Niyeyse?

Bana sorarsanız tek neden vardır, o da...

Neyse bunu sona saklayayım; önce bunlarınkine bakalım...

Sonuçlarını Amerikan Tüketici Raporları Araştırma Merkezi adlı istatistik kurumunun açıkladığı anket, 18 ila 75 yaşlarında yüzde 52’si kadın, yüzde 48’i erkek yaklaşık 1000 yetişkinle yapılmış.

18 ila 75!!!

Sizce de biraz tuhaf değil mi?

Bu tür araştırmaları 30 - 55 yaş arası yapmaları gerekmiyor mu?

E herhalde!

30’a kadar ve 55’ten sonra yapılana seks dememek lazım. O artık başka bir şey...

Ne ad verilir bilemem ama seks değil.

30’a kadar olana preseks deseler sonrakine ne denebilir?

Sek...

Başı sonu yok, sadece o an anlamına da gelir... İçerik bakımından yani!!!

Heh heh hee...

Neyse biz konumuza dönelim...

Yorgunluk ve uyku ihtiyacının ilk sıraları aldığı anket sonuçlarında gerçekten çok şaşırtıcı nedenlere rastlanıyormuş.

Ne kadar şaşırtıcı olabilirler ki?

Ha bu arada, anket katılımcılarının yüzde 57’si evliymiş veya partneri ile yaşıyormuş, yüzde 48’i ise 18 yaşından küçük çocuklara sahipmiş.

E şunu baştan söyleseler ya!

Ankete mankete ne gerek var, bir de sorular sorarak “neden” bulmaya çalışmışlar.

Onların da tek nedeni vardır.

Biz yine de devam edelim...

“Katılımcıların yüzde 81 gibi büyük bir yüzdesi, geçen yıl bir şekilde seks yapmaktan uzak zamanlar geçirdiğini” belirtiyormuş.

(Sanki önceki seneleri farklıymış gibi!!!)

Ayrıca lafa bakar mısınız?

“Seks yapmaktan uzak zamanlar geçirmek.”

Amma uzatmışlar olayı yahu!

“Tık yok” deyin, bitirin.

Hadi o ayıptan sayılıyorsa, “seks yapmıyoruz” deyin. Bu daha mı ayıp oldu, ne?

Nedir bu manalı yaklaşım; “uzak zamanlar geçirmek” falan...

Yani sanki istiyor da yapamıyor gibi...

Sanki imkânı yok, olsa yapacak(!) ama bu arada başka işlerle oyalanıyor gibi...

Hani eski bir şarkı vardı:

Sensiz yıllardaaa

Yaşadım sanmaaaa

Sensiz yıllardaaa

Unutmadım seniiii...

Diye...

Onun gibi...

Bisiklete binmek gibi yani... Yapmasan da unutmazsın ya...

Bunlar da, diğer işlerini bitirirlerse yapacaklar inşallah...

Yapacaklar da...

Mühim nedenleri var. (Mış.)

Bakın şimdi, cinsellikten uzak zamanlar geçirme nedenlerine...

UZAK ZAMANLAR ‘TOP 5’

1. Aşırı yorgunluk ve uykusuzluk: Yüzde 53

2. Kendini iyi hissetmeme ve diğer sağlık nedenleri: Yüzde 49

3. Havaya girememe: Yüzde 40

4. Çocuklarla veya ev hayvanları ile ilgilenmekten vakit ayırmama: Yüzde 30

5. İş yüzünden vakit ayıramama: Yüzde 29

Gerçekten de çok ilginçmiş!!!

Bööyle ağzımız açık kaldı!!!

İnanamadık!

Bu yukarıdakiler var ya...

Hepsi hikâye...

Dedim ya tek nedeni vardır diye; canları istemiyor bunların.

Ama seksi değil, partnerlerini istemiyorlar...

O kadar.

Yoksa...



Yazının devamı...

Uzaktan sevişme cihazı

Bilim adamlarının son buluşu da bu:

Uzaktan sevişme cihazı...

Çok iyi olmuş bunun üzerine çalıştıkları...

Daha sinüzitin bile çaresini bulamadılar ama uzaktan sevişme aleti tamam!

Neymiş bu alet, ne işe yararmış bir bakalım...

“Ayrı düşmüş çiftlerin özlemlerini tensel olarak da gidermelerini sağlayacak” bir

cihazmış...

Hayır, anlamadım; öyle bir özlem mi varmış?

Bizde ayrı düşmüş çiftler hiç de öyle birbirlerine tensel özlem falan duymazlar ki!

Bir tensel özlem duyabilirler tabii ama genelde eşininkine değil başka bir tene karşı olabilir. Ki onun için de bir cihaza gerek yoktur.

Ha, en fazla mavi bir hapa ihtiyaç duyulabilir!!!

Var ya, böyle bir cihaz gerçekten de yapılsa Türkiye’de isyan çıkar.

Düşünsene adam seyahate çıkacak, bir heves bir heves!!! Karısı valizini hazırlıyor; “Hayatım, cihazını ön göze koyuyorum... Akşam otele gidince açarsın...”

Heh heh hee...

Bir adam için en acısı da bu herhalde...

Otel odasında hem tek başına hem karısıyla...

Yani ne yalnızlığının ne de onun keyfini sürebiliyor...

Yani yalnız olsa tamam, ille de birini bulup bilmem ne yapmaz ama en azından hayallerini suiistimal etme zevki vardır.

E şimdi ne onu yapabilecek ne de...

Ne yapacak?

Alet yardımıyla, eşiyle...

Okuyayım bakayım neymiş bu alet?

“Ayrı düşmüş çiftlerin birbirlerinin vücutlarında ışık hüzmesi gezindirmelerini sağlayan” Mutsugoto adlı bir cihazmış.

Eşler kilometlerce uzakta yatakta uzanırken her birinin tepesine yerleştirilen bir kameranın gördüğü dokunma hassasiyetli bir yüzük takıyorlarmış. Uzaktan sevişme hedefini güden bilgisayarlı görme sistemi kullanıcının vücudunda gezdirdiği yüzüğün hareketlerini izliyor ve cihaz aynı anda uzaktaki eşin vücuduna ışık hüzmeleri veriyormuş.

Ohooo...

Kim uğraşacak bununla?

Otele in, kamerayı kur, yüzüğü tak...

O da evde yatağa uzansın (evdeki kurulu

düzen vardır zaten) sonra...

Sonrasını ben anlatayım:

- Aloo Nermin.

- Efendim Tahsin.

- Taktın mı yüzüğü...

- Taktım taktım. Sen?

- Hıh ben de taktım. Yap bakiiim, geliyor mu buraya?

- Ne yapiiimm?

- Üf yaa kadın yaaa... İlk defa mı yapacan?

- Aman Tahsin, sanki ben

yapıyorum hep.

- İyi aman, gezdir elini şimdi...

- Gezdiriyorum, geliyor mu oraya?

- Yok, iyice gezdir bakim... Ayrıca bağırma, ne bağırıyorsun ki?

- Aman ne biliiim... Tahsiiinn, gezdirmesem. Bu bi tuhaf oluyor...

- Ya ne tuhaf olacak, farzet ki ben varım yanında...

- E bu hiç sen gibi değil Tahsin..

- Nasıl değilim yaa...

- .....

- Aloo...

- .....

- Alooo....

- .......

- Nermin delirtme adamı cevap versene be!

- Tahsin, duyuyor musun beni,

sesin kesik kesik geliyor. Bu da öyle kesik kesik...

- Hey Allahım. Yapsan şaşardım zaten. Çıkart yüzüğü... Kapat telefonu, yat uyu. Başkası gibiymiş! Tıh tıh tıh...

Böyle bir şey olur herhalde...

Sonra adam açar telefonu, başka bir numara çevirir, “Üzerinde ne var?”la başlar konuşmaya, gerisi gelir zaten.

Öyle ışık hüzmesine falan gerek

kalmaz. Süre yetmez zaten!!!


Yazının devamı...

Yiyoz, içiyoz, ...., adios!

Günlük tutmuşmuş!

Mel Gibson’dan bahsediyorum.

Bir erkek niye günlük tutar ki?

Tabii daha enteresan bir soru daha var:

“Evli bir erkek niye günlük tutar ki?”

Soruların en ilginci ise şudur:

“28 yıldır evli bir erkek niye günlük tutar?”

Şimdi bütün soruların cevabını vereyim ben size...

Birinci sorudan başlayalım...

“Bir erkek niye günlük tutar” dan...

Bence tutmaz.

Tutmamalı yani...

Ne yazacak ki

Günlük ne içindir? Duygularını, kimselere anlatamadığın sırlarını dökmek için değil mi?

Eee?

Bir erkek zaten yaptığını anlatmayacaksa, hiç yapmaz daha iyi! Bu biir...

Çok iyi bir şey yaptıysa anlatmadan duramaz. Bu ikiiii...

Vasatsa onu niye yazsın, üüüçççç....

Kötüyse zaten bırak anlatmayı, yazmayı, bilinçaltından bile siler. Bu da dööörrrtttt...

Hadi bütün bunları da bir tarafa bırakalım ve diyelim ki tuttu.

Günlüğü yani...

Ne yazacak?

Konuşmaktan, uzun uzun bir şeyi anlatmaktan aciz yani hoşlanmayan adamlar ne yazacaklar ki?

“Sevgili Günlük, yaptım, çok iyiydi.”

Ertesi gün, pardon bir sonraki sayfa:

“Sevgili günlük, yine yaptım. Yine iyiydi.”

Birkaç sayfa sonra:

“Sevgili günlük, yaptık! Valla iyiydi...”

Şimdi gelelim ikinci soruya...

“Evli bir erkek niye günlük tutar?” a...

En saçması bu. Şey gibi; hani eskiden fıkra mı bilmece mi neyse, bir soru vardı:

“Evli adamlar için özel Playboy sayısı çıkarmışlar. Nasılmış?” diye..

“Nasılmış?”

“Her sayfada aynı kadın varmış!!!”

Heh heh hee...

Yani böyle... Evli adam ne yazacak ki?

“Sevgili günlük, uyuyakalmışım, yapamadım.”

Öteki sayfa ama aradan 2 ay geçmiş:

“Sevgili günlük, ne yapacaktım ki?”

3 ay sonra...

“Sevgili günlük, güzel rüyalar görüyorum.”

Ertesi gün:

“Tahsin!!! Hayırdır inşallah, hayırdır inşallah!!!”

Günlük isyan eder be!

Hani dili olsa da konuşsa, neler derdi:

“Ulan el âlemin sahipleri neler yazar bizimkine bak. Bende şans olsa Mel Gibson’ın günlüğü olurdum.”

Eveeet... Gelelim 28 yıllık evli adamların günlüğüne...

10 yıllıklar da olur...

10+ diyelim...

Onlar niye günlük tutar?

Niye tutsun, andropozundandır...

Var mı başka bir neden?

Bakın şimdi haber şöyle:

“Mel Gibson’ın 28 yıllık yuvasını yıkan Rus güzel Oksana, birlikte olduğu her erkeğin seks reytinglerini kaydettiği bir günlük tuttuğunu açıkladı.”

(Bu 28 yıllık yuvayı niye Oksana yıkmış anlamadım ama!!!)

Nasıl yani?

Her erkek reyting mi tutuyormuş?

Yok yau!!

Bu da yeni trend mi?

Bizimkiler de tutuyor mu acaba?

Neyse kar suyu kaçırmayalım...

Oksana’nın dediğine göre Mel Gibson yataktaki marifetlerini ve seks sonrasında ne sıklıkla birlikte uyuduklarını satır satır yazmış.

Hadi canım!!!

İşte burada şişti.

Marifetlerini yazmış olabilir ama uyuma faslını asla!

Ne yazacak ki?

“Sevgili günlük, (önce marifetlerini yazıyormuş ya) Oksana’yı çektim karşıma, ‘Bak kızım’ dedim, ‘Vereceksen ver kalbini...’ dedim. Baktı ciddiyim, verdi (kalbini)...” Hem de 3 kere! Sonra da, uyuduklarını yazıyormuş ya...

Yok yaa...

Olmaz öyle şey!

Hiçbir dana yazmaz.

Hiçbir dana günlük tutmaz.

Tutsa da öyle duygu muygu, skor falan yazmaz.

Ha, belki bizim hissiz adamlar bir-iki şey karalayabilir...

Hissiz danalar...

Ne yazarlar?

“Yiyoz, içiyoz, (....), adioosss...”


Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.