Şampiy10
Magazin
Gündem

Konya ve Şeb-i Arus tehlike altında

Geçtiğimiz hafta, Şeb-i Arus sebebi ile Konya’da “Mevlana Haftası“ idi. Önceki iki hafta, hem Konya ve çevresinde görülmesi gereken yerleri, hem de yeme-içme ve alışveriş adreslerini yazmıştım. Her yıl olduğu gibi ben yine geleneğimi bozmadım ve ordaydım. 10 yıldır hiç aksatmadan gittiğim için, Konya ile ilgili gelişmeleri ya da değişiklikleri de çok net gözlemleyebiliyorum. İnsanını, yemeklerini, tarihi mirasını çok sevdiğim bir kent Konya. Hele Şeb-i Arus Zamanı, bir başka canlı. Ama bu yıl büyük hayal kırıklığına uğradım. O dünyanın dört bir tarafından Mevlana’yı anmak için gelenlerin cıvıl cıvıl doldurduğu sokaklar tenha.Sanki Şeb-i Arus dönemi değil de sair zaman gitmişim gibi hissettim. Her sene “bin şükür” diyen Esnaf da çok şikâyetçiydi bu yıl. Maalesef belediyenin büyük hataları olduğunu düşünüyorum. Bir kere her yerde yol yapımı var. Aman sakın bu iyi bir şey sanmayın. Geçen yıldan beri, aynı sokaklara aynı taşlar alelacele döşenip sonra kaldırılıp yeniden döşeniyor. Daracık iki sokağın tadilatı bile aylarca bitmiyor. Yolların durumu ise içler acısı. Nereye girseniz sonu çıkmaza dönmüş, kapalı. Mevlana Caddesi ve türbe etrafındaki yolları öyle bir Arap saçına çevirmişler ki arabayla 300 metre sonrasına ulaşmak için iki kilometre Konya turu atmak gerekiyor. Yollar bir yana Karatay Medresesi gibi en önemli müze ve Alladdin Tepesi tarihi eserlerinin çoğu kapalı. Yahu, Şeb-i-i Arus’un tarihi belli! Nasıl olur da 10 Aralık’ta tadilat yapılır, akıl sır almıyor. Konya, koca bir şantiye gibi şu ânda! Üstelik, Mevlana’nın doğa sevgisi ve öğretilerinin aksine, her yıl inatla daha bir betona gömülüyor türbe çevresi. Geçtiğimiz yıllarda “uzaktan da iyice görünsün” diyerek, türbe çevresindeki tüm ağaçları kesmişlerdi. Yetmedi, beton döktüler. Yetmedi, bu yıl Başbakan’ın ilk konuşmasını yaptığı o tuhaf, beton ve şekilsiz büyük meydan çıktı ortaya. “Üstüme yağmurlar yağsın, bir ağaç gölgesinde toprağa karışayım” diye vasiyet eden Mevlana, betona boğulmuş durumda.

Turist bu yıl çok azdı

Gelelim, Şeb-i Arus etkinliklerine... Her yıl çok güzel programlar yapılırdı. Maalesef bu sene uğraşılmamış, Sema ayini biletleri ise sürekli partilere davetiye olarak gittiği için bir türlü satışa çıkamıyor, insanlar da vakitlice bilet alamadıkları için kendilerine program yapamıyor ve gelmekten vazgeçiyor. Partilere giden davetiyelerin yeri boş kalınca da, boşluk kalmasın diye civardan otobüslerle Kur-an kursu öğrencileri taşınıyor. Bu yıl yabancı turistte çok azdı. Daha önceki yıllarda, Amerikalı, Japon misafirler çok olurdu. Bu yıl İranlılar bile sayıca azalmıştı. Elbette, ülkenin siyasi durumunun da etkisi vardır. Pek, turist çeker bir hâlimizin kalmadığı muhakkak. Peki ama Konya Belediyesi, var olan yerli ve yabancı turistler için ne yapmıştı? Hiç! Tabii, Mevlana’nın öğretisi olan hiçlikten söz etmiyorum! Yahu, böyle önemli bir anma haftasında sokaklarda şerbet dağıtılsa, helvalar yapılsa, biraz geçmiş yaşatılsa fena mı olur! Sadece, gösteri merkezi önünde akşamları Karaman Belediyesi’nin dağıttığı sahlep var hepsi o. Allah’tan, Baki Kuyumculuk gibi Konya’nın yerli köklü esnafları var da Mevlana’nın öldüğü saatte sokakta hayrına helva yapıp dağıtıyorlar. Şekerciler, gelene geçene Mevlana şekeri dağıtıyor. Yerli halk, elinden geldiğince gayret ediyor ama belediye desteği olmadan maalesef Şeb-i Arus hak ettiği gibi kutlanmıyor. Hele bir de Sema Ayini Şerifi, kimi günler spor salonunda, basket potaları eşliğinde icra edilince meselenin tadı iyice kaçıyor. Hele hele, Ömer Tuğrul İnançer’in törende yaptığı konuşma üslûbunun her sene daha da sertleştiği ve hoşgörüden gittikçe koptuğu düşünülürse, insanların uzaklaşmasına şaşmamak gerekiyor. Demem o ki, Konya ve Şeb-i Arus etkinliklerinden sorumlu tüm kurum ve kuruluşların kendine bir çeki düzen vermesi gerekiyor. Böyle bir hazinenin çarçur edilmesine gönül râzı olmuyor. Bu mirasa sahip çıkılmazsa, elimizden kayıp gideceğini belli ki kimse hesap etmiyor! Benden söylemesi! İleriki yıllarda, Mevlana’yı anmak için etkinliklere katılmak üzere, biz İran’a gitmek durumunda kalmayalım sonra!

Yazının devamı...

Bir kitap bir film bir albüm

Bu kış günlerinde Adele’in yeni albümünü dinleyebilir, Modino kitapları okuyabilir ya da sinemaya gidebilirsiniz..

En Uzağından Unutuşun

Patrick Modiano, geçen yıla kadar ülkemizde pek tanınmayan bir yazardı. 2014 Nobel Edebiyat Ödülü, Modiano'ya verildiğinde, kitaplarını bulmak için çok uğraşmıştım. Bir çocuk kitabı olan "Babam ve Ben" vardı tek tük kitapçılarda. En önemli kitaplarından "En Uzağından Unutuşun", Tahsin Yücel'in usta çevirisiyle 1998 yılında tek basım yapmıştı sadece. 2014 yılında gelen Nobel ile birlikte Can Yayınları 3 bin adetlik ikinci bir baskı yaptı da okuma şansı buldum sonunda. Bu satırları yazma sebebim ise, Türk Edebiyatı'nın efsanesi "Kürk Mantolu Madonna" ile "En Uzağından Unutuşun" arasında müthiş bir yakınlık sezmem. Yanlış anlaşılmasın, asla bir taklitçilikten söz etmiyorum. Aşkın imkânsızlığı ve yaşamın uçuculuğu ve o garip hiçlik duygusu... İki romanın da hayatı sezişindeki hassasiyet o kadar yakın ki, okurun ruhunda bıraktığı iz birbirine çok benziyor bana göre. Ve aşk... İkisinde de o kadar derin ve tarifsiz ki... İki roman da geriye dönerek, naif ve sessiz bir yapıya sahip yazarın kendisi tarafından, geçmiş bir iz olarak anlatılıyor okuyucuya. 72 yaşındaki "Kürk Mantolu Madonna"yı eşsiz bulan okuyucunun, 2014 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Fransız yazar Patrick Modiano'nun "En Uzağından Unutuşun" romanından büyük hâz alacağını sanıyorum.

Merhaba Adele...

Adele ile ilgili yorum yapmayı kendime çok önce yasakladım aslında. Bu kadının sesinden öyle etkileniyorum ki reklam cıngılı söylese de beğenmekten alamıyorum kendimi. Son albümü "25"i bir ân önce dinleyebilmek için aylar önce ön sipariş verdim. Gün geçmiyor ki 25 albümündeki parçalarla ilgili bir dedikodu çıkmasın. Lionel Riche'ye ait "Hello" ile kıyaslandı önce. İsim benzerliğinden başka yakınlık bulamadım aralarında. En son, ülkemizde daha önce hangi şarkıcıların hangi şarkılarına benziyormuş Adele'in şarkıları, bunun listesine rastladım. Oysa Adele'i eşsiz kılan şarkılarından çok muhteşem yorumu. Yeni albümü de efsanevi parfümler gibi bana göre... Her seferinde yeni ve farklı notalar duyumsatıyor insana. Alt nota, orta nota, üst nota... Gittikçe, değişen ve dönüşen, insanı her deneyimlediğinde yeni keşiflere sürükleyen... Dinledikçe, daha çok dinleten...

Macbeth beklentileri karşılamadı

Ah ne büyük bir hevesle bekledim. Yorum yapma konusunda takıntılı dürüstlüğüm olmasa, ezberden ve daha izlemeden "muhteşem" diye manşet atabilirdim. Ama... Ah İşte "ama"... Belki de beklentimin çok yüksek oluşu bu denli hayal kırıklığına uğramama sebep oldu. Olağan üstü iki oyuncu, Micheal Fassbender ve Marion Cotillard'ı buluşturan, Shakespeare'in en sevdiğim oyununun sinema uyarlaması "Macbeth", muhteşem bir savaş sahnesiyle açılıyor. Ağır ama bir o kadar yoğun... Ve filmin, kırmızı ışıkla sonlanan final karesi de yine çok etkileyici. Böyle bir başlangıç ve sonun arası ise ne yazık ki beklentimin çok altında. Sürekli yakın plan ilerleyen çekimlerde Macbeth ve Lady Macbeth ilişkisi havada kalıyor. Yönetmenin rejisi altında oyuncuların çok kısıtlanmış olduğunu, bu yüzden rollerini ellerine alamadıklarını düşünüyorum. Filmi izlediğimde, Shakespeare'in insana dair derin düşüncelerinin anlaşılmamış olduğunu ve konunun basit bir trajedi gibi ele alındığını düşündüm. Polanski'nin 1971 yapımı Macbeth'i ise, hala sinemadaki en özgün Shakespeare uyarlaması olduğunu farkettim.

Yazının devamı...

Hediye sanatı

Yeni yıl hediyelerinde dikkat edilmesi gereken tek şey üzerine düşünülmüş olmasıdır. Hediyeniz karşınızdakini ne kadar tanıdığınızı gösterir.


Biri için hediye seçmek ve hediyeyi verme biçimi çocukluğumdan beri benim için önemli oldu. Hediye mutlaka kişiye özel olmalı bana göre. Alan kişinin, hediyeyi verdiği kişiyi anladığını, onun zevkleriyle ilgilendiğini ifade etmeli. Hediye seçiminde ve onu sunma biçiminde ise tek bir kriterim vardır; üzerine düşünmüş olmak. Bana hediye verildiğinde de ilgilendiğim tek şey budur. Birinden hediye aldığınızda, aslında o kişiyle aranızdaki bağdır o paketin içinde olan. Sizi ne kadar tanıyor, ne kadar düşünüyor, ne kadar emek harcıyor hemen hissedersiniz. Bu yüzdendir kadınların genellikle eşlerinin aldığı hediyelerden hoşlanmadıklarından, erkeklerin ise beceremediklerinden şikayetçi olması. Çünkü bir kadın, telefonla ya da sekreter aracılığıyla alınmış bir hediyeyi hemen anlar ve kutudan karat karat pırlanta çıksa bile önemsenmemiş hisseder kendini. En azından maddiyatçı olmayan kadınlar için durum böyledir. Kimse kusura bakmasın! Hediye almayı beceremeyen insan yoktur, karşısındakini neyin mutlu edeceğini düşünmeyen insan vardır.


Bugüne kadar sevdiklerime hep lüks hediyeler vermişim

Bugünün lüks tanımı aslında bir zamanların günlük yaşantısının parçasıydı. Okul yakama adımın baş harflerini işlerdi annem ve kumaş mendillerimin kenarında da başkalarınınkiyle karışmasın diye hep "B" harfi olurdu. Erkek gömleklerinin manşetinde, ceketlerin içinde isim-soyad yazardı. Zenginlik ya da lüks değil ama özenli olmanın sembolüydü bunlar. Ben de hediyelerimin basit ama özenli olmasını istedim hep. Meselâ; en yakın arkadaşım Aslı'ya eski Osmanlı paralarından kitap ayracı yaptırıp üzerine ismini yazdırmıştım ve seveceğinden emin olduğunu bildiğim bir kitabın benim ona olan sevgimi anlattığını düşündüğüm satırlarını çizip o sayfanın arasına koymuştum ayracı, ta öğrencilik yıllarımızda. Onun sevinci bana unutulmaz bir hediye olmuştu. Adının baş harfini kolye yaptırır önemli günlerinde hediye ederim sevdiğim insanlara ve her zaman çok mutlu olduklarını görürüm. İnançlarını, sevdikleri figürleri ya da kahramanları taşırım objelere ve öyle hediye ederim. Ve ben tüm bunları 25 yıldır yaparım. Sadece karşımdaki, onu düşündüğümü ve önemsediğimi bilsin istediğim için. Bugünün anlayışına göre ben hep lüks hediyeler vermişim de haberim yokmuş. Baksanıza çok zenginler bile marketlerdeki içeceklerin üzerinde kendi isimlerini arıyor ve onları içmek istiyor! Kısaca, özel hissetmenin paha biçilmez olduğu yeniden keşfediliyor.

Yıl başı hediyesi için kişiye özel Kar küreleri tasarlanıyor

"Kişiye özel hediye" kavramı tasarımları yeniden tanımlarken lüks tüketim markaları da boş durmuyor. Evet, yakasına isim işlenmiş bir gömlek lüks sayılıyor ama bu demek değil ki ultra pahalı ürünler de bu akımın dışında kalıyor. İşte size "yeni lüks" tanımına taptaze ve inanılmaz bir yılbaşı hediyesi örneği: Avusturyalı tasarımcı Leah Andrews yılbaşı için özel kar küreleri tasarlıyor. Hediye edilecek kişinin diyelim biri kız diğeri erkek iki çocuğu ve beyaz bir köpeği var ve mavi rengi çok seviyor. Kar küresinin içi buna göre tasarlanıyor. Buraya kadar çok hoş değil mi? Hatta instagramda'da severek takip ettiğim "markahikayecisi"nin blogunda okuduğumda, kar küresi aşığı kızıma hemen bir tane hediye yaptırmaya karar verdim. Bence muhteşem bir fikir. Ama küçük bir ayrıntı hayallerimi şimdilik ertelememe sebep oldu. Bu kürelerin, sallayınca uçuşan kar taneleri pırlantadanmış meğer ve fiyatı da 5 bin dolardan başlıyor. Eğer çok param var diyorsanız "Queen of Snow" isimli küreler buyrun yılbaşı hediyesi olarak sizi bekliyor. Ben de bir sonraki yılbaşına kadar girişimci birilerinin pırlanta yerine boncuktan kristalden filan kişiye özel kar küresi yapmasını umut ediyorum. "Pahalı olmasın yeter ki bana özel olsun" diyorum.

Yazının devamı...

Şeb-i Aruz haftasında Konya alışveriş rehberi

Geçtiğimiz haftaki yazımda, bu pazartesi başlayacak Mevl-na-Şeb-i Arus haftası için bir Konya yazısı yazmış, hem kentin içinde hemde çevre ilçelerde mutlaka görülmesi gereken yerleri sıralamıştım. Ayrıca önemli Konya lezzetlerini ve duraklarını da eklemiştim. Meraklısı ve kaçıranlar internetten geçen haftaki yazımı bulabilirler. Önümüzdeki 10 gün boyunca anma etkinliklerine katılmak niyetinde olan okurlar, Konya için yerel alışveriş tavsiyelerini eksik bıraktığımı hatırlattılar. Haklılar; ben de eve dönüşlerde hep gittiğim yerleri hatırlatacak şeyleri beraberimde getirmek, o kültürün parçalarını hayatıma katmak isterim. Hele söz konusu yer, Konya gibi hem ruhani hem çok kültürlü tabanı bu denli zengin bir tarihi geçmişe sahipse... Geciktirmeden ve elimden geldiğince cevaplamaya çalışıyor ve aşk ile buluşmak üzere Konya’ya gidecek olanlara huzur dolu bir yolculuk diliyorum. Kısmetse ben 13-14-15 Aralık tarihlerinde oradayım. Bakarsınız, karşılaşır, bir muhabbet şansı yakalarız.

Konya düz ayak bir şehir olduğu için, yürüyerek her yeri keşfetmek ve özellikle ana cadde olan geniş Mevlana Caddesi üzerinde rahatlıkla alışveriş yapmak mümkün. Antikacılar, keçeciler, çömlekçiler, seramikçiler, nakışçılar, doğal taş ile takıcılar, şekerciler, tesbihçiler...

İşte benden size tavsiyeler:

- Baki Kuyumculuk: Konya’nın simgesi gibi adeta. 17 Aralık günü kapı önünde dağıttıkları helva şahane. Mevlevi simgeli takıları benzersiz. Yazı-resim sanatıyla, geleceğin antikası olacak, insana manevi haz veren ‘Mevlana’ koleksiyonunu mutlaka görün. İsteyene altın isteyene gümüş. Fiyatları şaşılacak derecede uygun. Ben yıllar içinde gide gele, her yıl bir-iki parça daha katarak tüm koleksiyonu biriktirdim. Favorim, eteklerinde simetrik olarak “Ya Hazreti Mevlana” yazan semazen... Zaten, yazı-resim sanatının özelliği ile tüm tasarımlar mesela kuş ya da benzeri bir şekil ama aslında içinde dua. Pek çok yerde artık benzerleri yapılıyor ama unutmayın aslı burası ve motifleri çizen de iki kere üst üste yazı resim sanatında dünya birincisi olmuş bir sanatçı. Siz en iyisi benden selam söyleyin, bir kahvenin yanında hatır ikr-mınızı alacağınıza da emin olun.

- Tesbihçi Nuri Usta: Benim gibi tesbih merakınız varsa mutlaka dükkanına gidin. Mevlana Caddesi üzerindeki bir pasajın içinde. Yerini bulamazsanız sorun tarif ederler. Nuri Usta’nın keyfi yerindeyse, taş plaktan n-melerle ağırlar sizi. Milyarlık tesbihlerden, son derece uygun fiyatlı akik taşlı manevi figürlü takılara kadar çok geniş bir ürün yelpazesi bulabileceğiniz, özel yerlerden biri.

- Mevlana Vakfı: Türbenin hemen yanında. Eğer şansınız varsa torunu Esin Çelebi hanımefendiyle de burada tanışabilirsiniz. Vakıftan mutlaka beyaz gül yağı alın.

- Mevlana Müzesi içindeki ‘Müze-Dükkan’: Çok güzel ürünler bulabilirsiniz. Çay bardaklarından, papirüse yazılı Mevlana öğütlerine; kokulu çekirdek tesbihlerden semazen anahtarlıklara kadar çok sayıda çeşit içeren Avrupa standardında son derece kaliteli bir müze işletmesi.

- Şeb-i Arus gösterilerinin yapıldığı Mevlana Kültür Merkezi’nde, Sema Töreni öncesi ve sonrası açılan kermes alanı adeta minyatür Konya çarşısı. Bahsettiğim her dükkanın standı var burda. Resimden kurdale işine çok kıymetli tablolar, eşarplar, şallar, keseler, örtüler... Neyler, keçeler, pirinç tanesi üzerine heykeller.. Ayrıca küçük hediyelikler... Bu alanda epey vakit geçireceğinize emin olabilirsiniz.

- Yufkacılar: Şimdi ne alakası var demeyin! Konyalı kadınlar mutfakta çok m-hirdir. Özellikle de çok iyi su böreği açarlar. Ama biliyor musunuz ki Konya’da artık o kadar iyi açma su böreği yufkası satılıyor ki Konyalılar bile artık hazır yufkadan yapıyor su böreklerini. Alıp gelin ve deneyin. Ha yapması çok kolay değil, gene su böreği gibi tek tek süzgeçle haşlayıp, arasına bol çeşit peynir koyup kat kat itina ile dizmek gerekiyor ama en zor kısım olan yufka açma kısmı atlanmış oluyor. Fırından çıktığı -ndaki lezzeti ise tarifsiz güzellikte.

- Şekerciler, hurmacılar: Beyaz Mevlana şekeri Konya dönüşü eşe dosta getirmek için çok güzel bir hediyelik. Hurmalı şekerleri de tavsiye ederim.

Yazının devamı...

Konya’da “Aşk” ile buluşmak...

Konya denilince hemen herkesin aklına Mevlana gelir. 17 Aralık Mevlana Celaleddin Rumi’nin ölüm günü. Ben de Aşk ile buluşmak isteyenler için Konya rehberi hazırladım.

Konya aşkım mâlum... Mevlana Celaleddin Rumi'nin "Vuslat" kabul ettiği, ölüm günü olan 17 Aralık çok kıymetli bir gün. Her yıl, 7-17 Aralık haftası Konya'da söyleşi ve Sema ayinleri ile ânma törenleri yapılır.Aşk ile buluşmak isteyenler için küçük bir Konya rehberi hazırladım.

- Elbette önce Mevlana Türbesi: Mezar ve üzerine türbe yapılmasını hiç istememiş Mevlena. “Bırakın üzerime yağmurlar yağsın” dediği vasiyeti yerine getirilmediğinden dolayı içime bir hüzün dolsa da, mekânın enerjisi her gittiğimde beni yeniden büyülüyor. Başta İranlılar, bizler ve dünyanın her tarafından gelen ziyaretçiler kendi inançlarına göre ettikleri dualarla görünmeyen, ama hissedilen bir enerji dalgası oluşturuyorlar sanki. Amerkalılar, Japonlar en uzaktan gelen ziyaretçiler. Tam da Mevlana’ya yakışır bir biçimde farklı dinden insanlar ortak bir inançla buluşuyor bu çatı altında. Bir kere giren içeriden kolay çıkamıyor. Kenarda oturup saatlerce bu ortak ruhu deneyimlemek insanın ruhuna ayar yapıyor.

- Şems-i Tebriz’i Türbesi: Her ne kadar ne zaman ve nasıl öldüğü bilinmese de Konya’ya gidip, sembolik de olsa Şems’in adına yapılmış bu türbeyi ziyaret etmeden olmaz.

- İnce Minareli Medrese (Müze): Benim çok sevdiğim yerlerden biri. Minare turkuvaz renkte ve beyaz hamurlu tuğlalara örülmüş. İçinde hepsi birbirinden güzel, Selçuklu ve Karamanoğlu dönemine ait taş ve mermer oyma kapı, kanat, pencere ve kabartma rölyefler var. Başkenti Konya olan Selçukluların “Çift başlı Kartal” sembollerinin en güzelleri bu müzede bulunuyor.

- Karatay Medresesi(Müze): Kapısı bir Selçuklu dönemi şaheseri. Üzerinde medresenin yapımı ile ilgili kitabeler yer alıyor. Kapının diğer yüzeyleylerine ise ayet ve hadisler nakşedilmiş. Kubbesi ise tarifsiz bir güzellikte. Kenarındaki üçgenlerde dört peygamberin ve dört halifenin isimlerine yer verilmiş. Duvarlardaki mozaiklerin çinileri çoğunlukla dökülmüş olsa da kalanlarda gördüğünüz lacivert, siyah ve turkuvaz çini renklerine hayran olacaksınız.

Konya’da antikacılar, çömlekçiler, keçecileri gezin

- Alaaddin Tepesi ve Camii: Alaaddin tepesi, Konya’nın en eski yerleşimi. Muhteşem abanoz minberi, Selçuklu ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biri kabul edilir. Sekiz Selçuklu Hükümdarı’nın türbeleri burada.

- Aziziye Camii: Pencereleri kapısından büyük olan eşsiz bir yapı. Osmanlı mimarisinin Barok üsluptaki nadir eserlerinden biridir...

- Çatalhöyük: Muhteşem. Dünya üzerinde bulunmuş en eski yerleşim. 9 bin yıl öncesine tanıklık yapmak tarifsiz bir heyecan.

- Sille: Kente çok yakın eski bir Rum köyü. Çok şirin olan bu küçük köy, son dönemde hızla restore ediliyor. Sabah gidip kendi evinde kahvaltı veren evlerden birinde çayınızı içmenizi tavsiye ederim.

- Beyşehir: Eğer Konya'ya gitmişken vaktiniz varsa , araba ile 1,5 saat uzaklıktaki en güzel ilçesi Beyşehir'e de günü birlik bir gezi yapın. Türkiye'nin en güzel 5 camisinden biri kâbul edilen Eşrefoğlu Camii, Eflatunpınar ve bulması biraz zor olsa da Hitit döneminden kalma heykelleri görmeden bir de göl kıyısında gün Batı'mı izlemeden dönmeyin.

- Konaklama: Tercihim Hitch Otel. Kesinlikle her şeyi ile mükemmel. Hayatımda gördüğüm en güzel otellerden biri. Tam Türbe'nin karşısında.

- Konya mutfağı: Etli Ekmek ve Tandır akla gelir. Doğru yerde bu lezzetleri tatmak çok önemlidir.

- Etli Ekmek : Eğer çok meşhur bazı turistik mekanları tercih ederseniz hayal kırıklığı yaşayacaksınız. Konya’ya gittiğinizde Mevlana’nın hocası Konevi’yi ziyaret ederseniz, aynı bölgede ama Mahmuriye tarafında bulunan Etli Ekmekçi Mehmet’in yerine gidin. Ayağınızın altındaki mangalla ısınırken, çeşit çeşit etli ekmeğin çıtır çıtır lezzetine varın.

- Mevlana Caddesi üzerindeki, “Bolu” da etli ekmeğin hakkını veren bir başka mekan.

- Tandır: “Dedeler”... Kesinlikle rakipsiz. Tabak yok, çatal yok. Küçücük bir esnaf lokantası. Akşamüstü kapanır. Vakitli gidip yer kapmaya çalışın. Ortaya bir kağıt serip, üzerine kilo ile etleri atıyorlar, siz de parmaklarınızda beraber afiyetle yiyorsunuz.

Yazının devamı...

Fethiye’de beden ve ruhunuz şifa bulsun

Kışın eve kapanmak istemiyorum diyenler için farklı bir alternatif keşfettim ve hemen paylaşmak istedim. Ada'nın TEOG sınavları sebebiyle, bu sene kendimi iyiden iyiye eve hapsettiğimi ve hafiften de stres katsayımın yükseldiğini farkeden sevgili dostum Saffet Emre Tonguç "Bak Fethiye'ye gitmeyi düşünüyorum, bence sana da iyi gelir" deyince açıkçası önce bir şaşırdım. Saffet gibi bir seyahat ve tatil gurusunun kışın göbeğinde bana Fethiye'yi önermesine bir anlam veremedim önce. Ama tabii altından mutlak farklı bir öneri çıkacağını da tahmin ettim bir yandan. "Yok hiç gezme havamda değilim, ruhumu dinlendirmeye ihtiyacım var sadece" deyince cevabımı aldım ve tam ihtiyacım olan alternatif tatilin yanı başımda olduğunu öğrendim. Hem fiziksel, hem içsel bir yolculuk vadeden spiritüel bir tatil anlayışından söz ediyorum...

Türkiye'nin tam anlamıyla cennet bir köşesi olan Fethiye'nin Faralya koyunda, kış boyunca çok önemli katılımcıların atölyeleri olacak. Hele Cemal Nur Sargut'un ismini duyduğumda çok heveslendim. Doğa yürüyüşleri ve Cemal Nur Hanım'ın eşsiz sohbeti ile 1 hafta geçirmek düşüncesi bile içimi ısıtıp ruhumu dinlendirmeye yetti. Bu etkinlikleri kış boyunca, içinde bulunduğu doğa ile uyumlu konseptiyle Nautical Revive Hotel düzenliyor. Ziyaretçilere hem fiziksel,hem zihinsel bir yolculuk ve terapi olanağı sunuyor. Doğanın kucağında, Fethiye'nin kışa meydan okuyan yumuşak ikliminde tasavvuftan meditasyona, nefes egzersizlerinden sağlıklı beslenme reçetelerine, yogadan doğa yürüyüşüne kadar pek çok şifayı aynı anda sunan şahane programlar hazırlamışlar. Açıkçası bu yenilikçi anlayış kış aylarında pek çok insanın ihtiyacı olanı karşılayacak gibi hissettirdi bana. Ülkemiz adına da, yenilikçi bir turizm anlayışı gelişiyor olması ayrıca sevindirici. Günümüz insanının ihtiyaç ve ilgisine yönelik dört mevsim tatil konseptleri üretmek gerek artık.

Nautical Revive Hotel'in, kış boyu sürecek spiritüel tatil anlayışı bu sebeple ilgimi çekti. Keşke sadece bir haftalık değil de yoğun iş programı olan ya da okul zamanı çocuklarını tüm hafta boyu bırakmayı tercih etmeyenler için bunaldıkça kaçabilecekleri 2-3 günlük seminerler de olsa. Belki sesime kulak verip, programlarını bu yönde zenginleştirmeyi düşünürler. Detaylar ve workshop programları için otelin internet sitesinden isteyenler bilgi edinip, gelişmeleri tâkip edebilirler.

Nautical Revive Hotel, tasavvuftan Nmeditasyona, yogadan doğa yürüyüşlerine kadar hem fiziksel hem de zihinsel bir yolculuk ile birçok şifayı bir arada sunan programlar hazırlamış.

Fotoğraf: Mustafa Seven

Yazının devamı...

“Asla evden çıkmam abi” keyifli tavsiyeler

Şu anda içinizi ısıtan tatlı bir güneş karşısında keyif yapıyorsunuz değil mi! Evet, hava epey serin, hele gölgede insanın içi titriyor. Ama işte Güneş‘in altında... Ah o mucizevi, insana yaşam arzusu veren, tenini gıdıklayan Güneş... Ne soğuk, ne savaş ne kavga... Güneş ve siz bahtiyarsınız şu ânda... Bu son dem oysa ... Önümüzdeki hafta bambaşka bir mevsim kapıda.Beni de bir şair havası aldı sanırım şu anda... Demem o ki; hele çarşamba günü sonrası kara kış esir alacak hayatımızı. Eğer, “Evden çıkmam abi” diyenlerdenseniz, salça, reçel,tarhana,enginarın yanına evde kesintisiz izlemek için dizi ve filmleri de istifleyin bir kenara. İşte keyfi ve eğlencesi tarafımca garantili, 10 numara 5 yıldız yapımlar.

Diziler: İşte size bayılarak takip ettiğim birkaç dizi önerisi. Genellikle üç sezon yayınlanmış diziler bunlar. Eh yabancılarda zaten bir sezon 12 bölüm, dizilerin uzunluğu ise en fazla 40 dakika. Yani hemen internetten (alt yazıları da var) indirip, günde ikişer üçer izleyerek rahatlıkla ülkemizde de Amerika ile aynı anda gösterime başlayacak yeni sezon bölümlerine yetişebilirsiniz.

House of Cards: Politika sevenlere... Muhteşem... Efsane oyuncu Kevin Spacey ve Robin Wright başrolde. Bir kongre üyesinin Amerika başkanlığına uzanan ve iktidar olma yolundaki kirli oyunları konu alan ve politikanın korkunçluğunu gözler önüne seren inanılmaz cesur bir yapım. Entrikada son nokta.

Ray Donovan: Liev Schreiber ve John Voight sanırım bu diziye başlamak için yeterli . Hollywood’da, ünlülerin ve “önemli” kişilerin “fixerlık” görevini üstlenen bir adamın nefes kesen macerası. Nedir bu “fixerlık”derseniz ; ünlülerin skandallarını örtbas etmek , zenginlerin entrikalarını yoluna koymak gibi bir iş olarak düşünebilirsiniz . Bir hukuk bürosuna bağlı olarak çalışan Ray Donovan, uyuşturucudan sex skandalına kadar her tür meseleyi hukuk dışı olarak sümen altı etmek için maaşlı çalışan bir adam.Sanırım gerçekten Hollywood’da böyle bir meslek var. Tabii Ray’in kendi hayatı çok daha karışık. Nefes kesen bir macera ve biraz da sert bir iş izlemek istiyorsanız tam size göre.Kesinlikle 15 yaş altı için uygun değil.

The Affair: Kadın-erkek ilişkileri ile ilgili filmleri sevenler için...Öyle romantik aşk hikayesi filan sanmayın yalnız.Sayfiyeye ailesiyle gelen bir şehirli yazar ile, yazlık lokantada garson olarak çalışan evli bir kadının yasak ilişkisi... Ama dizinin farklılığı, kimin öldürüldüğünü bilmediğiniz bir cinayet soruşturmasında , kadının ve erkeğin aynı olayı farklı anlatışıyla hikayenin ilerliyor olması. Seyirci, aynı olayı kadının ve erkeğin gözünden ayrı izliyor. Heyecanlı,karmaşık ve zeki...Ruth Eilson,Dominic West ,Joshua Jackson ve Mauro Tierney şahane oynuyor.

FİLMLERDEN HABER VER DİYENLERE

Evde sinema keyfi bambaşka... İşte size keyif katsayısı garantili, DVD’si satışta olan film önerilerim.

Robin Hood’un son macerası: 1930-1950 yıllarının, özellikle Robin Hood rolüyle akıllara kazınan efsane Hollywood Starı Errol Flynn’in ölmeden önce 16’lık lolitasıyla yaşadığı skandal aşk hikayesini eğlenceli bir dille anlatıyor.Kevin Kline-Susan Sarandon-Dakota Fanning’in şahane performanslarıyla çok keyifli bu film, 2013 yapımı.

James Bond serisi: Yeni film ‘Spectre’nin vizyona girmesiyle James Bond aşkınız kabardıysa hemen tüm koleksiyonu satın alıp izlemeye başlayın. Ben öyle yaptım.Favorim şimdilik, Sean Connery’li, Dr.No. Bu hafta Roger Moor’un Bond’unda sıra.

Oss 117: James Bond deyince, Fransız Bond komedisi OSS 117’den bahsetmeden olmaz. Artist filmiyle Oscar kazanan Jean Dujardin’in 2006 ve 2009 yıllarında oynadığı ,Kahire ve Rio’da geçen iki serilik macerasını kaçırmayın. Gece çok geç saat izlemeyin ki kahkahanızdan komşular uyanmasın.

Yazının devamı...

TEOG ile ilgili tavsiye ve uyarılar

Yıllardır öğrencilerin girdiği tüm sınavlarla ilgili uyarıları, sorunları, sistem bozukluklarını dile getirmeye çalışıyorum. Ve sonunda, çok uzak gibi gelen burnumun dibinde bitti ve sıra benim kızıma geldi. "TEOG" sınavı, bu hafta çarşamba ve perşembe günleri yapılacak. "Bu yılki ismiyle" dedim, çünkü genelde iki yılda bir liseye yerleşme sınavının ismi ve şekli değişiyor. Değişmeyen ise henüz 13 yaşındaki çocukların boyundan büyük bir stres altında ecel terleri döküyor oluşu. Bu sene yaklaşık 1,5 milyon öğrenci girecek sınava. Bu çocukların çekirdek ailelerine yakın çevreleri de eklendi mi basit bir hesapla 20 milyon kişiyi ilgilendiriyor bu sınav. Ardından bir bu kadar Üniversite öğrencisi çevresi yetmedi KPSS'si, kısaca memleketin yarısı sınavlarla sürekli haşır neşir. Bir de her yıl iptal edilen sorular, şaibeli durumlar derken hepten içinden çıkılmaz bir düğüm atıyor çocuklara ve gençlere bu sınav sistemi. Üstelik her yıl da şekli, katsayısı, kanunu- kuralı değişiyor. Öğrenciler de veliler de neyi tâkip edeceğini şaşırıyor. Örneğin; liseler için, geçen yıl hangi okulun ne şartlarda öğrenci alacağını ezbere biliyoruz ama üç gün sonraki sınavın yabancı özel okullarca nasıl değerlendirileceğine yönelik bilgi ancak Haziran ayında elimizde olur. Ne tahmin yürütmek ne hedef belirlemek mümkün değil yani. Evet, üç gün sonraki sınavda, 1,5 milyon öğrencinin içinde benim kızım da var. Ama sakın kimse "kızı sınava giriyor da şimdi yazıyor" demesin. Merak eden, önceki yıllardaki yazılarımı da okuyabilir ve takıntılı bir şekilde ülkedeki eğitim ve sınav sistemini takip ettiğimi görebilir. Bu yüzden de çok mütevazi olamam çünkü gerçekten o kadar çok mesai veriyorum ki yıllardır, uzmanlaşmaya başlıyorum. Okurlardan gelen istek üzerine, uzmanlara danışarak çocuklara yardımcı olacak ipuçları derledim. Tüm çocuklarımız için adil bir sınav dilerim.

Çocuklarınıza eksiklerini söylemeyin, gayretini takdir edin

- Sınav haftası ve günleri her günkü olağan rutininde davranın. Evde her zamanki yemeklerii yenmesine özen gösterin. Baklagil, sebze ve süte ağırlık verin. Her zamankinden daha erken ya da geç yatırmayın. Sınav sabahı "aman kafası çalışsın" diye fazla yedirmeye kalkmayon. Dışardan yemek yedirip, sağlığının bozulması riskini almayın. Sınav günü, asker uğurlar gibi sınava yollamayın. Her zaman nasıl gidiyorsa öyle gitmesini sağlayın. Kapı önünde bekleyeceğinizi söyleyerek strese sokmayın.

- Fazla koruyucu olmayın. Günlük hayatın devam etmesini sağlayın. Cam fanus içine koymuş gibi, "aman ders çalışsın da" diyerek ona ait sorumlulukların tümünü üzerinize almaya kalkmayın.

- Sınav stresini bahane edip, bağırıp çağırmasına ve agresif davranmasına müsaade etmeyin.

- Sürekli sorgulayıcı ve yargılayıcı olmayın. Önce çocuğunuza "nasılsın" diye sorun, sonra sınavı ile ilgilenin. Başka çocuklarla mukayese sakın etmeyin.

- Aşırı müdehaleci olmayın. Onun yerine her şeyini belirlemeye kalkmayın. Sınava çalışma metodundan, ödev programlamaya, hatta gireceği okula kadar karar vermeye kalkışmayın. Ve ne olur sürekli "ders çalış" demeyin.

- Sürekli eksikliklerini söylemeyin. Katettiği aşamaları ve size göre yeterli olmasa da gayretini takdir edin.

- Sanki başka konu kalmamış gibi sadece sınavdan konuşup sürekli kaygı üretmeyin. Biliyorum, bu aşamada hayatın merkezi sınav oluyor. Ama lütfen ilgilenecek başka konular yaratın. Yürüyüşe ya da sinemaya gidin hatta televizyondaki en saçma programları birlikte izleyin, yeter ki biraz ortamı gevşetin.

- Sanki bu sınavı başaramazsa değersiz biri olacakmış gibi hissettirmeyin. Kişiliğinin değerlerinden bahsedip, sınav başarısını ayrı kefeye koymasını sağlayın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.