Şampiy10
Magazin
Gündem

Nükleer enerji ve askerlik

Libya olayları beklenden farklı seyrediyor. İç savaşa dönüşünce devreye Birleşmiş Miletler girdi. Kaddafi’nin hava gücünü kullanması yasaklandı. Bu durumda NATO ile sıcak çatışma ihtimali yükseldi. Küresel ekonomi için kötü haberdir.

Büyük ülkelerin (G-7) müdahalesi ile doların yen karşısında düşüşü durduruldu. 77 yene kadar gerilemişti. 8 yene geldi. Orta vadede etkili olur mu? Şüphelidir. Bu arada euro-dolar paritesi de 1.42’ye yaklaştı.

İçeride iki yeni veri var. Tüketici güven endeksi Şubat’ta 2 puanın üzerinde artarak 94’e tırmandı. Ocak’ta geçen yıla kıyasla ithalat miktar endeksi yüzde 31, ihracat miktar endeksi yüzde 14 arttı. Tüketicinin ithal mal iştahı sağlam duruyor.

Çarşamba günü Para Politikası Kurulu toplanıyor. Geçen ay “Bekle gör” denmişti. Kredi, tüketim ve ithalatın gidişatı görüldü. Faiz değişir mi? Karşılık oranları yükselir mi? İlkini bilmem ama ikincisi yüksek ihtimaldir.

İki ilginç konu

Nükleer enerji konusuna girmekte epey tereddüt ettim. Nükleer santralların nasıl işlediği ve riskleri üzerine birinci elden teknik bilgim yok. Kulaktan dolma, medyada okuduklarım var. O kadar. Yeni ne söyleyebilirim diye düşündüm.

Neyse ki tartışma hızla tekniğin dışına taştı. Çünkü Türkiye çok ilginç bir anda yakalandı. Ben bildim bileli nükleer santral projesi vardır. Ama hayata geçirilemedi. Tam başlarken Japon depremi geldi.

“Zamanlama her şeydir” denir. Tarihin cilvelerini severim. Japon depremi seçim kampanyasına rasladı. Üstelik CHP’nin “bedelli askerlik” teklifine de denk geldi. Böylece tartışma benim ilgi alanıma taşındı. Kararı kim ve nasıl alacak?

Önce ilke düzeyinde bakalım. Temsili demokrasi yanlıları yetkiyi seçilmiş temsilcilerde yani mecliste görür. Diğer tarafta kritik konuların halka sorulmasını (yani referandumu) gerekli görenler yer alır.

İlginç bir tablo ortaya çıktı. Başbakan askerlik için referandum istiyor. Nükleer enerjide gerek’‘ görmüyor. CHP ‘Askerliği meclis çözer diyor. Diğerini çözemedim ama galiba nükleer enerji karşıtları ile birlikte referanduma sıcak bakıyor.

Referandum gerekiyor

Kendi tavrımı kayda geçirmek istiyorum. Nükleer enerji karşıtı değilim. İktisatta “dışsallık” kavramı vardır. Fosil enerjinin dışsal maliyet ve riskleri yüksektir. Küresel ısınmayı unutmayın. Bunları doğru fiyatlandırınca nükleer enerji daha ucuz çıkabilir.

Ancak, olayı sıradan bir fayda-maliyet hesabına indirgemenin yetersizliğini de görüyorum. Nükleer fizyonun insanı korkutan, derinlerde tedirgin eden bir boyutu var. Bu açmaz ancak siyaseten çözülebilir. Bence kararı referandumla vatandaş vermelidir.

Gelelim bedelli askerlik önerisine. Geri planda gene geçmiş hatalar yatıyor. Son yirmi yılda nüfus arttı, savunma ihtiyaçları ve savaş teknolojisi değişti. Ama yeni koşullara uyumu sağlayacak reformlar yapılamadı. Nüfus fazlası hızla birikiyor.

Yani esas sorun zorunlu askerlikten profesyonel orduya geçiştir. Bence doğrusu odur. Teknik açıdan basit duyuyor. Fakat siyasi ve toplumsal sonuçları fevkalade önemlidir. O nedenle vatandaşın doğrudan onayı gereklidir.

Yazının devamı...

Araçlar nerede?

Mali piyasalar deprem şokunu atlatmaya çalışıyor. Dün Tokyo borsası kaybının bir bölümünü geri aldı. Petrol ve altın fiyatlarında düşüş daha kalıcı olabilir. Bu arada TL üzerindeki değerlenme baskısı hafiflettiği görülüyor.

Deprem ilgimi çeken iki konuyu gündeme getirdi. Bir: Doğal afetin yol açtığı zarar nasıl hesaplanır? İktisatta akım (gelir) ve stok (servet) ayırımı sık sık gözden kaçar. İki: Nükleer enerjinin getirisi götürüsünden fazla mı? Zor bir karardır.

Maliye Bakanlığı şubat bütçe sonuçlarını açıkladı. Bütçe iki ayda 2 milyar TL fazla verdi. Geçen yılın 5.3 milyar TL açığına kıyasla 7 milyar TL düzelme anlamına geliyor.
Gelirler yüzde 22, faiz dışı giderler yüzde 5 arttı. Bütçe disiplini sürüyor.

TÜİK aralık (ekim-ocak dönemi) istihdam verilerini yayınladı. İyi haber: Mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranı yüzde 11’e geriledi. Bilmece: Tarım istihdamında hızlı artış sürüyor.

Merkez Bankası yeni para politikası ile çıkan döviz miktarına açıklama getirdi. Çıkış: Bankaların bilanço-dışı yabancı para pozisyonu 11.5 milyar dolar ve borsa 2 milyar dolar. Giriş: tahvile 7.2 milyar dolar. Bana makul geldi.

Araç zengini iller

Geçen yazıda 2010 sonunda araç stoğuna baktık. Beş kişiye bir araç, on kişiye bir otomobil düştüğünü gördük. Kamyonet kategorisinin özelliklerine değindik. Akla hemen bir soru geliyor. Bu oranlar bölgeler arasında nasıl dağılıyor?

Hemen araç ve nüfusun illere dağılımına baktım. Önce illerde 100 kişiye düşen aracı buldum. Sonra sıraladım.

Otomobil, kamyonet, motosiklet ve otomobil artı kamyonet için tekrarladım. Sonuç ilginç çıkınca okuyucularımla paylaşmaya karar verdim.

Toplam araç sayısı ile başlayalım. İlk onda beklenmedik iller var. Beklenenler ise yok. Zirvede Muğla yer alıyor:

39 araç. Onu Burdur, Antalya, Çanakkale, Manisa, Aydın, Denizli, Karaman ve Bolu (28.2 araç) izliyor.Sıkı durun: İstanbul 31’inci.

Ya otomobil? Altı il ilk ondan düşüyor. Zirve Ankara’nın: 19.4 otomobil. Onu Muğla, Antalya, Burdur, İstanbul (5’inci), Eskişehir, İzmir, Denizli, Kayseri ve Karabük (11.9 otomobil) izliyor.

Son olarak otomobil artı kamyonete bakalım. Karabük çıkıyor, Bolu giriyor. Zirve gene Ankara’nın: 23 araç. Onu Antalya, Muğla, İstanbul (4’üncü), İzmir, Burdur, Eskişehir, Denizli, Bolu ve Kayseri (15.1 araç) izliyor.

“Olağan şüpheliler”

Sıralamanın en altındaki on il “olağan şüphelilerden” oluşuyor. Yedi il karşılaştırdığımız üç kategoride de var:

Hakkari, Bingöl, Şırnak, Siirt, Bitlis, Ağrı, Muş. Bunlar dışında Batman, Diyarbakır, Mardin ve Ardahan bir ya da iki kategoride son ona dahil oluyor.

Yazıyı en alttaki illerle bitirelim. Araçta 3.7 ile Hakkari, otomobilde 0.8 ile Şırnak var. Diğer dokuz ilin sayıları bunların biraz üzerinde çıkıyor. Sonuçlar böyledir. Ayrıca tefsir etmeye gerek görmüyorum.

Bilginize...

Yazının devamı...

2010’da araç stoğu

Beklendiği gibi, ilk iş gününde Japonya’da borsa düştü. Buna karşılık depremin diğer borsalara etkisi sınırlı kaldı. İMKB son günlerdeki yükseliş eğilimini sürdürdü. Ama geçen aylardaki göreli kayıplarını daha telafi edemedi.

Euro zirvesinde Yunanistan faiz indirimi ve vade uzatma elde etti. Bedava olmadı. Zorunlu özelleştirme paketi 50 milyar dolara yükseldi. Ama muhalefet Papandreu’yu ülkeyi satmakla suçluyor.

Zirve nihai karar yetkisinin Almanya’da olduğunu tescil etti. Merke “bizden para isteyen koşullarımıza da uyar” demiş. İşin buraya geleceğini uzun süredir söylüyoruz. Euro dolar karşısında güçlenince parite 1.40’a yaklaştı.

İçeride TL değer kazanmaya başladı. Sepet kur bir ara 1.92 TL’yi görmüştü. Dün 1.89 TL’ye geriledi. Piyasada sermaye girişinde yeniden canlanma eğilimi konuşuluyor. Dış açık için kötü haberdir.

Trafiğe kayıtlı araç

Deprem Japon otomotiv sanayiine ciddi bir darbe vurdu. Çok sayıda fabrikada üretimin durduğu açıklandı. Dolayısı ile Türkiye’nin Japonya’dan yaptığı araç ithalatında da kesinti ihtimali belirdi.

Mikro düzeyde ithalatçıları ve meraklıları olumsuz etkiler. Ama makro düzeyde fark etmez. Sektörde çok yoğun rekabet var. Rekor düzeyde seyreden talep diğer markalara yönelir.

Türkiye’de trafiğe kayıtlı araç stoğu TÜİK tarafından saptanıyor. Dikkat: Otomotiv Sanayicileri Derneği brüt satışları açıklıyor. Stoğa ulaşmak için yaş, kaza vs. çeşitli nedenlerle trafik kaydı silinenleri düşmek gerekiyor.

Bir: Sayıları severim. İki: Otomobil modern toplumun herhalde en önemli tüketim ve refah simgesidir. Üç: Ticari araç (kamyon, traktör, otobüs, minibüs) verileri konjonktürü yansıtır.

Dolayısı ile her ay olmasa da en az yılda iki-üç kez TÜİK yayınına göz atarım. Resmin tümünü görmeye çalışırım. 2010 sonu verileri kısa süre önce yayınlandı. Böylece on yıllık bir karşılaştırma olanağı doğdu. Sonucu aşağıdaki tablo özetliyor.

On kişiye bir otomobil

Toplam araç sayısı son sütunda yer alıyor. On yılda 8.3 milyondan 15.1 milyona yükseldi. Yani araç parkı 6.8 milyon arttı. Nüfusa bölünce, beş kişiye bir araç düştüğünü hesaplıyoruz.

Toplamın içinde traktör de var. Tabloya koymadım. On yılda sadece 250 bin artarak 1.4 milyona çıktı. Otobüs, kamyon ve minibüsle beraber “diğer ” kalemine dâhildir. Tümündeki artış 700 binde kalıyor.

Geri kalan 6.1 milyon artışın yarısı otomobilden geliyor: 3.1 milyon. 4.4 milyondan 7.5 milyona tırmanıyor. “Araba sevdasının” somut göstergesidir. On kişiye bir otomobil düşüyor. ABD’de beşe yakındır.

Kamyonet sayısı on yılda 1.6 milyon artışla 2.4 milyona ulaşıyor. Yani üç otomobile bir kamyonet düşüyor! Şaşırmayın. Vergi avantajı sağlayan otomobil muadili hafif ticari araçları kapsıyor. Dağılımı yok; ama çok popüler olduklarını açıktır.

Son gözlem: Sayılar motosikletin “araba sevdasını” kesmediğini gösteriyor. 2010 sonunda trafikte daha çok kamyonet dolaşıyor. Fark giderek açılacaktır. Bilginize...

2000 2005 2010

Otomobil 4.4 5.8 7.5

Kamyonet 0.8 1.5 2.4

Ara toplam 5.2 7.2 9.9

Motosiklet 1.0 1.4 2.4

Diğer 2.1 2.5 2.8

Toplam araç 8.3 11.1 15.1

Yazının devamı...

Ocak ödemeler dengesi

Depremin Japonya’ya mali faturası asgari 100 milyar dolar hesaplanmış. Ne kadar gerçekçi bilmiyorum. Acaba dünya ekonomisini etkiler mi? Kısa dönemde olabilir. Petrol fiyatı talepte gevşeme ihtimaline düşerek tepki verdi. Ama borsalara yansımadı.

Şubat bütçe gerçekleşmesi bu hafta açıklanıyor. Daha önce yayınlanan Hazine nakit dengesi fikir veriyor. Şubat’ta nakit gelir yüzde 20, nakit gider yüzde 7 artınca faiz-dışı fazla belirdi. Geçen yıla kıyasla bütçe açığı küçüldü. Bütçe iyi gidiyor.

CNBC-e televizyon kanalı için hazırlanan Tüketim Endeksi yararlı bir öncü göstergedir. Şubat’ta geçen yılın yüzde 25 üzerine çıktı. Mevsim etkisi temizlenince Ocak ayına göre de yüzde 2 artış görülüyor. Vatandaş tam gaz tüketiyor.

Rekora devam

Geçen yazıda ekonomi yönetimi ile toplantıda konuşulanlardan hareketle dış açık sorununa giriş yaptım. İki farklı yaklaşım olduğunu söyledim. Çözüm senaryolarını sonraya bıraktım.

Merkez Bankası yılın ilk ödemeler dengesi verilerini Cuma günü yayınladı. Nihai sayılar olmadığını hatırlatalım. Sonra yenilenir. Ancak cari işlemler hesabı fazla oynamaz. Revizyonlar sermaye hesabında yoğunlaşır.

Ocak dış ticareti sayıları cari işlemler açığında çifte rekoru haber vermişti. Aylık 5.9 milyar dolar gelmiş geçmiş en yüksek Ocak dış açığıdır. Aynı şekilde 51.4 milyar dolara tırmanan yıllık açık da tarihi rekordur.

Dış açık rekorları yakın gelecekte devam eder. Şubat geçti. Mart’ı yarıladık. Seçim öncesinde konjonktürde kırılma beklenmiyor. Velhasıl mevcut eğilimler dış açıkta 60 milyar doları yaza kalmadan göreceğimize işaret ediyor.

Sonrası iki etkene bağlıdır. Biri yıl sonunda devreye sokulan politikaların kararlılıkla uygulanıp uygulanmadığıdır. Diğeri mali piyasaların tırmanan dış açığa tepkisidir. Senaryoları ileride tartışacağım.

Çözülemeyen bilmece

Doğal olarak, dış açık bu düzeylere tırmanınca ayrıntıların fazla önemi kalmıyor. Eğilim değişikliği zaten görülmüyor. Ticaret açığı büyüyor. Görünmeyen fazlası küçülüyor. Özel kesimin kısa vadeli finansmanı artıyor.

Ama “Net Hata Noksan” kalemi (NHN) gene ilginçleşti. “Neshebi gayrisahih” döviz girişleri Türkiye ekonomisinin ezeli ve ebedi bilmecelerinden biridir.

Aralık 2006’dan bu yana NHN’dan gelen birikimli döviz miktarı aşağıdadır. 2008 sonuna kadar “net hata noksan” gibi davranıyor. Sıfır etrafında dolaşıyor. 2009 başında, ilk dalga ile 12 milyar dolar giriyor. Gelen döviz çıkmayınca Ekim 2010’a kadar 11 milyar dolar civarında dalgalanıyor.

Yeni denge Kasım 2010’da bozuluyor. Son üç ayın girişi 5.8 milyar dolar. Böylee birikimli fazla 18 milyar dolara yükseliyor. Çok para derim. Komplo teorisyenlerine duyurulur.

Yazının devamı...

Dış açık sorunu

Çin’in dış fazlası küçülüyor mu? Yılın ilk iki ayının dış ticaret verileri öyle diyor. Emtia ve enerji fiyatlarındaki artışın da etkisi ile ithalat ihracattan daha hızlı artıyor. Dış fazlanın azalması Çin-ABD kavgasını rahatlatabilir. Yuanın değer kazanmasına gerek kalmayabilir.

IMF Başkan Yardımcısı Lipsky’den uyarı geldi. Gelişen ülkelerde aşırı ısınma ve enflasyon riskinin arttığını söyledi. Nedenler arasında Fed ve Avrupa Merkez Bankası’nın dünyayı likiditeye boğmasını sayıyor. Sermaye girişine karşı daha kararlı mücadele istiyor.

Adı geçmiyor ama Türkiye de sermaye girişinin sıkıştırdığı ülkeler arasında yer alıyor. Döviz sepeti dün 1.90 TL’nin altına geriledi. Bence piyasalar yüksek faiz döneminin geri döneceğine oynuyor. Tutarsa iyi para kazanacaklar.

TÜİK’in açıkladığı ocak sanayi üretimi beklenenden yüksek geldi. Geçen yıla göre toplamda yüzde 19, imalat sanayiinde yüzde 21 artış var. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince aralık ayına göre toplamda yüzde 0,5, imalat sanayiinde yüzde 0,1 artış çıkıyor. Sanayi yıla iyi başladı.

Dış açık ve finansmanı

Ekonomi yönetimi ile toplantı izlenimlerine devam ediyorum. Geçen yazıda dış açığı ayrıca ele alacağımı söylemiştim. Nedenini tahmin etmek zor değil. Nitekim laf döndü dolaştı dış açık sorununa yoğunlaştı.

Ekonomi yönetimi dış açıktan rahatsız mı? Evet. Bir süredir farklı ağızlardan ifade edildi. Daha önemlisi, çözüme katkı amaçlı politikalar deneniyor. Hatta, seçim yılında ekonomiyi soğutma çabası hükümetin popülizmden uzak durduğuna kanıt gösterildi.

Dış açığın finansmanında bir sorun var mı? Hayır. Tam tersine, daha fazla sermaye girdiği için TL değer kazanıyor. Genel açıklamaların ardından Ege Cansen hemen espriyi patlattı. Finansmanı bulunan dış açık neden sorun olsun?

Bir ara bu görüş Türkiye’de çok popülerdi. Aslında totolojidir. Tanım gereği, finansmanı yoksa dış açık da olmaz. Ancak, bugün kaynak girmesi yarın da geleceği anlamına gelmez. Dış açık büyüdükçe sermaye girişinin çıkışa dönüşmesi ihtimali de artar.

Yani orta vadede büyük bir mali çalkantı riski oluşur. Dolayısı ile yumuşak geçiş için önceden tedbir almak gerekir. Ekonomi yönetimi bu görüşünü bizlere de tekrarladı. İtirazım olmadığını söyleyebilirim.

İki “tarz-ı iktisat”

Nasıl yapılacak? Hedeflerde anlaşmak genellikle kolaydır. İş kullanılacak araçlara gelince saflar ayrışır. Keynesci, monetarist, köktenpiyasacı vs. politika tarzları devreye girer. Üstüne çıkar ve duyarlılık farkları gelir. Tartışmalar başlar.

Ekonomi yönetiminin yaklaşımını yeni para politikası bileşimi yansıtıyor. İki ayağı var: Döviz kuru ve kredi hacmi. İlki için faiz iniyor. İkincisi için mevduat karşılıkları yükseltiliyor. İç talep ve kur üzerinden dış açığın denetlenmesi amaçlanıyor.

Diğer yaklaşım büyük ölçüde mali kesimin taleplerini yansıtıyor. Özünde eski politika tarzına geri dönüşü istiyor. “Yüksek faiz-sıkı bütçe” diyebiliriz. Küresel kriz öncesinde IMF’in standart reçetesi olduğu için Türkiye yakından tanıyor.

Hangi iktisat politikası bileşimi dış açık sorununu çözmekte daha etkili olur? Maalesef tam esas soruda yerim bitti. Önümüzdeki günlerde bu konuları tartışma fırsatları olacaktır.

Yazının devamı...

Ekonomi yönetimi ile toplantı

Petrol fiyatlarında belirsizlik sürüyor. Libya’da üretim ve ihracatın düşmesi ciddi arz sorunları yaratıyor. Suudi Arabistan kullanılmayan kapasitesi olduğunu ve bunu devreye sokacağını söyledi. Ama piyasalar tam ikna olmuşa benzemiyor.

Bu durum mali piyasaları da tedirgin ediyor. Avrupa borsaları ve iMKB haftaya düşüşle başladı. ABD’de (Batı Teksas) petrol fiyatı 105 doları gördü, Euro dolar paritesi 1.40’ı aştı. Buna karşılık içeride döviz kuru üzerinde baskı yoktu.

Bugün 2011’in ilk sanayi üretimi verisi açıklanıyor. Diğer göstergeler ocakta geçen yıla kıyasla güçlü bir artışa işaret ediyor. Bizi daha çok mevsim ve takvim etkisi düzeltildikten sonra aralıkla karşılaştırma ilgilendiriyor.

Otomotiv Sanayicileri Derneği, Şubat üretim ve satış sonuçlarını yayınladı. Vatandaşın otomobil aşkını hiçbir şeyin etkilemediği görülüyor. TL’nin değer kaybına rağmen araç satışları rekor kırdı. Dış denge için kötü haberdir.

G-20 haberleri

Geçen yazıda değindim. Cuma günü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ekonomi yazarları ile biraraya geldi. Merkez Bankası Başkan Yılmaz ve Başkan Yardımcıları Başçı ve Yörükoğlu tarafından temsil edildi. Hazine Müsteşarı seyahatte olduğu için katılamadı.

Bakan Babacan bu toplantıları 2003’ten bu yana düzenli şekilde yapıyor. Sanırım “geleneksel” sıfatını hak ediyor. Önce ekonomi yönetimi bir ufuk turu yapıyor. Sonra bizler konuşuyoruz. Doğal olarak fikir farklılıkları beliriyor. Tartışma çıkıyor.

Bakan Babacan G-20 toplantısı izlenimlerini paylaştı. Tahmin edileceği gibi toplantıda olup bitenleri birinci elden dinlemek bizim için önemli. Bu bilgiye başka türlü ulaşmak olanağımız yok. Kendisine müteşekkirim.

Babacan küresel dengesizliklerin yakın gelecekte çözülebileceğini düşünmüyor. Geri plandaki pazarlıkların ne kadar çetin geçtiğini anlattı. Neticede olay dönüp dolaşıyor ve Çin’in tavrında düğümleniyor. Çin ise şimdilik pozisyonunu koruyor.

Bu arada önümüzdeki dönemde dünya ödemeler sisteminde kapsamlı bir reform çabasının yoğunlaşacağını söyledi. Çok önemsiyorum. Mevcut dolar bazlı sistemin iflas ettiği ortadadır. G-20’nin öncelikli gündemi dünya para sisteminin reformu olmalıdır.

Çıkan sıcak para

Toplantıda tartışılan bir konu medyaya yansıdı. Güngör Uras yeni para politikası bileşimi sonucunda ülkeden çıkan sıcak paranın miktarını ve hangi verilerde izlenebileceğini sordu. Babacan sözü Yılmaz’a verdi. Uras cevabı ve kendi tereddütlerini Milliyet’te yazdı. Ardından Merkez Bankası’ndan açıklama notu geldi. Özetliyorum.

“Kasım toplantısı ile Aralık sonu arasında 10 milyar doların üzerinde kısa vadeli fon çıkışı var. Esas olarak yabancıların swap, depo, repo ve kredi işlemleri yolu ile aldıkları para piyasası pozisyonlarını kapatmasından kaynaklanıyor. Özellikle swap işlemlerini ödemeler dengesinde izlemek mümkün olmuyor. 2011’de yabancı portföy hacminde günlük bazda dalgalanmalar meydana geliyor. Kasım-Şubat verileri ise yabancıların devlet tahvili aldıkları yani vade uzattıkları yönündedir.”

Bir ayrıntı: Toplantıda çıkan 10 milyar doların kısmen geri döndüğü söylenmişti. Ama açıklamada bu yönde bir bilgi yok. Konu ilginç olduğu için sizlerle paylaşmak istedim. Dış açık sorununa bakışı ayrı bir yazıda ele alacağım.

Yazının devamı...

Şubat’ta enflasyon

Küresel mali piyasalar bu hafta çok dalgalandı. Borsa endeksleri bir aşağı bir yukarı zıplayıp durdu. Yüksek volatilite tehlike işareti mi? Olabilir. Ama Libya, petrol fiyatı, vs. siyasi ve ekonomik belirsizliği de yansıtabilir.

Yaşam memnuniyeti araştırması 2010 bulguları TÜİK tarafından yayınlandı. ‘Mutluyum’ diyenlerin oranı 2009’a göre 6.8 puan artışla yüzde 61.2 ’ye yükselmiş. Hızlı büyüme vatandaşın keyfini yerine getirmiş.

Cuma günü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ekonomi yazarları ile bir araya geldi. Gelenek oldu; yılda en az iki kez buluşuyoruz. Hazine müsteşarı seyahat nedeni yoktu. Merkez Bankası yönetimi tam kadro geldi. Sorunları tartıştık. Çok yararlı oldu.

Rekor kırıldı ama...

TÜİK Şubat enflasyon verilerini Perşembe günü açıkladı. Tüketici fiyatlarında (TÜFE) bu kez hiç sürpriz olmadı. Tam piyasanın beklediği düzeyde, yüzde 0.7 çıktı. Böylece yıllık TÜFE artışı yüzde 4.2’ye geriledi. Kırk küsur yılın rekorudur.

Ancak bu durum fazla ilgi uyandırmadı. Tersine, medyada enerji ve gıda fiyatlarındaki artış ve TL’nin değer kaybının yarattığı riskler vurgulandı. “Enflasyon yükseldi” başlığına bile rasladım.

Bu havayı “yüksek faiz lobisinin” başarı hanesine yazabiliriz. Yeni para politikası eski güzel günleri bitirdi. Baskılar işe yaramadı. Son umut enflasyon kaldı.

Enflasyon yükselecek, Merkez Bankası yüksek faizlere geri dönenecek! Göreceğiz.

Merkez Bankası Beklenti Anketinde piyasanın bir yıl önce ne beklediğine baktım: yüzde 6.9. Neredeyse üç puan fark var. O arada gözüm kendi tahminime takıldı: yüzde 4.2. Hayret! İnanın bana, çok ender başıma geliyor.

Fiyatlar üzerinde talep baskısını ölçmek için uzun süredir kiraları izliyoruz. Yıllık kira artışı yüzde 4 ama Ocak’tan Şubat’a bir kıpırdama var. Takvim ve mevsim etkisi düzeltilince de küçük bir artış çıkıyor. Devam ederse çok önemlidir.

ÜFE ve TÜFE eğilimleri

“Enflasyon yükselir” tezine bir destek üretici fiyatlarından (ÜFE) geliyor. ÜFE Şubat’ta yüzde 1.7 arttı.

Yıllık artış yüzde 10.9’a yani TÜFE’nin iki buçuk katına tırmandı. Maliyetlere baskıyı gösterdiği düşünülüyor.

ÜFE konusunda rahatsızlıklarımı uzun süredir seslendiriyorum. Neyi ölçtüğü ve ne işe yaradığı belirsiz bir endekstir. Taşıdığı bilgi aslında pek güvenilir değildir. Üstelik çok dalgalanır. O nedenle analizlerimde kullanmam. Ama son dönemin bir gelişmesi ilgimi çekti.

2007’den bugüne yıllık TÜFE ve ÜFE artışı aşağıdaki grafikte yer alıyor. Dalgalı çizgi ÜFE’dir. Mart 2010’a kadar iki endeks arasında sistematik bir ilişkiden söz edebiliyoruz. Yükseliş ve düşüşleri beraber yapıyorlar.

Mart-Kasım 2010 arasında yeni bir eğilim beliriyor. İki endeks yüzde 8-10 aralığında çakışıyor. Yani yıllık TÜFE ve ÜFE artışları eşitleniyor. Aralık 2010’da bu dönem bitiyor. Üç aydır TÜFE düşerken ÜFE yükseliyor.

Seriler 2004’e geri gidiyor. Kontrol ettim. İlk kez böyle bir eğilim zıtlaşması ortaya çıkıyor. Acaba neden? Enflasyonun geleceği açısından ne anlama geliyor? İşte size bir bilmece!

Yazının devamı...

İstanbul enflasyonu

Küresel piyasalarda tedirginlik sürüyor. Rivayetler muhtelif. Enerji fiyatlarındaki artışın yarattığı enflasyon baskısına atfediliyor. Gerçekten öyle mi? Yoksa “düşüş geldi cihane, petrol fiyatı bahane” mi? Göreceğiz.

Dünkü Radikal’in başlığını çok sevdim: “28 Şubat’ın Cenazesi”. Ya diğerleri, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül? Cenazelerinin kalktığını hatırlamıyorum. Acaba benim neslim onları da görebilecek mi? Umutluyum.

2010’un yıllık istihdam verileri TÜİK tarafından açıklandı. Çalışan sayısında 1.3 milyon artış, işsiz sayısında 425 bin azalış var. İşsizlik oranı yüzde 14’ten yüzde 11,9’a geriliyor. Bir yıl önce beklenenin epey altındadır.

Salı yazımda bir sayı hatası var. Sevgili Atilla Yeşilada uyardı. Mevcut eğilim 100 değil 110 milyar dolar dış ticaret açığına işaret ediyor. Nasıl gözümden kaçmış anlamadım. Özür dilerim.

İTO Ücretli Geçinme Endeksi

Şubat enflasyonu bugün yayınlanıyor. Aralık ortasından bu yana TL yüzde 10’un üzerinde değer kaybetti. Fiyatlara nasıl yansıyacağı özellikle merak ediliyor. Şubatta tüketici fiyatlarında yüzde 0,8 artış tahmin ediyorum. Daha düşük de olabilir.

İstanbul Ticaret Odası İTO tarafından hesaplanan Ücretliler Geçinme Endeksine sık sık atıf yapıyorum. Çünkü ayın ilk günü, yani TÜİK’ten üç gün önce yayınlanıyor. O bakımdan iktisatçıların ilgisini çekiyor.

Endeks TÜFE ile tam örtüşmüyor. Biri tanımında: Sadece İstanbul’da ücretli kesimin yaşam maliyetini ölçüyor. TÜİK de İstanbul sonuçlarını açıklıyor. Ama hesabı ücretlilerle sınırlamıyor. Esnaf, işveren vs. diğer kesimleri de kapsıyor.

Diğeri baz yılı: 1995’te belirlenen ağırlıklara göre hesaplanıyor. O nedenle tüketim kalıplarında özellikle son dönemde ortaya çıkan büyük değişimi tam yakalamıyor. TÜİK’in baz yılı daha güncel: 2003.

Yanlış anlaşılmasın. Önemsiz demiyorum. TÜİK’le karşılaştırma olanağı veriyor. Yani bir tür denetim işlevi görüyor. Enflasyonun düşük ölçüldüğü konusundaki önyargılar açısından yararlı olduğunu düşünüyorum.

TÜFE ile mukayese

İstanbul için İTO ve TÜİK tarafından hesaplanan yıllık enflasyon artışları aşağıdaki grafiktedir. Rahat görülmesi için son iki yılı aldım. Üsteki çizgi İTO’dur. Şubatı da kapsıyor. TÜİK ocak ayına kadar geliyor.

Grafiğe Türkiye genelini de koymuştum. Ama üç çizgi zor okunuyor. Bir yıldır TÜİK’in İstanbul enflasyonu Türkiye genelinin altında çıkıyor. Örneğin ocakta yıllık enflasyon Türkiye’de yüzde 4,9 iken İstanbul’da yüzde 3,9 oldu.

Son iki yılda İTO enflasyonu daha dalgalı ve yüksek seyrediyor. Buna karşılık eğilimler benziyor. Arada sırada yıllık enflasyon eşitleniyor. Nitekim ocakta çok yaklaştı. Şubatı bugün öğreneceğiz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.