Şampiy10
Magazin
Gündem

Ocak dış ticareti

Rahmetli Erbakan hoca ile şahsen tanışmazdık. Birkaç kez kalabalık toplantılarda konuşmasını dinlemiştim. Farklı dünyalara aittik. Vefat ettiğini duyunca hüzünlendim. Yaşlılık sendromu herhalde; sıra bizim nesle geliyor. Ailesine ve sevenlerine sabır dilerim.

Erbakan hocanın hükümet dönemi kısadır. İcraatı ile Türkiye’ye damgasını vuramadı. Proje ve hayallerini de gerçekleştiremedi. Ona rağmen Türkiye’nin son yarım yüzyılda yaşadığı büyük dönüşümün kritik aktörlerinden birisi oldu. Bugün daha iyi görülüyor. Tarihin cilvesi denebilir.

2009 yılı gelir dağılımı sonuçları TÜİK tarafından yayınlandı. Gelir dağılımını ölçen Gini katsayısında küçük (0.1 puan) bir artış var. Krizle birlikte artan işsizliğin etkilerini yansıtıyor. Nitekim kentlerde bozulma kırsal alandan daha yüksek çıkıyor.

Tehlikeli gidişat

Ocak dış ticareti dün TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa dış ticaret açığını 4.5 milyar dolar civarında öngörüyordu. Doğrusu aşırı iyimser bulmuştum. O nedenle verileri merakla bekliyordum.

Bir süredir dış ticaret verilerini özellikle önemsediğim biliniyor. Her fırsatta tekrarlıyorum. Dış açıktaki patlama beni çok endişelendiriyor . Sürdürülebilirliği konusunda ciddi tereddütlerim var. Yılbaşında 2011 için tahmin yapmaktan o nedenle kaçındım.

Tehlikeli gidişatı dört etkene bağlıyabiliriz. İkisi Türkiye’nin denetimi dışındadır. Emtia fiyatlarındaki artış ithalat faturasını artırıyor. AB’de yavaş büyüme ihracat olanaklarını kısıtlıyor.

İkisi uygulanan iktisat politikalarının sonucudur. Bence en önemlisi aşırı değerli TL’dir. İhracatı cezalandırıyor ve ithalatı teşvik ediyor. Aynı anda kredi hacminde hızlı büyüme iç talebi ve oradan ithalatı besliyor.

Dikkat edilirse, bunlar doğrudan para politikasının etki alanına giriyor. Maalesef Merkez Bankası’nın tepkisi gecikti. Sıcak parayı ve kredileri denetim altına alacak yeni politika bileşimi yıl sonuna sarktı. Ocak verileri o nedenle önem kazandı.

Rekora devam

Aylık sayılarla başlayalım. Ocakta ihracat 9.6 milyar dolara, ithalat 16.9 milyar dolara, dış ticaret açığı 7.3 milyar dolara yükseldi. Geçen yıla kıyasla artış oranları, ihracatta yüzde 22, ithalatta yüzde 44 ve dış ticaret açığında yüzde 90 oldu.

Dış ticaret açığı ocak ayı için tarihi bir rekordur. Diğer ayları ekleyince, sadece beş ay dış ticaret açığı daha büyük çıkıyor: Haziran-ağustos 2008 ve kasım-aralık 2010. Ocak cari işlemler açığı 7 milyar dolar, yıllık açık 52 milyar dolar çıkar. Gene rekordur.

Takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş verilere dönüyoruz. Bir önceki aya göre ihracat yüzde 4.2 azalırken ithalat yüzde 9.7 yükseliyor. Neticede 8.9 milyar dolar tarihi bir rekor daha kırılıyor.

Bir aylık gözlemden genelleme sevmem. Ama mevcut eğilim yıllık dış ticaret açığı için 100 milyar dolara, cari işlemler açığı için 90 milyar dolara işaret ediyor. Dolayısı ile Merkez Bankası’nın şubatta benimsediği “bekle gör ” tavrını anlamakta zorlanıyorum.

Yazının devamı...

Aile Sigortası

Mali piyasaların üzerinde dolaşan bulutlar giderek kararıyor. Zaten emtia fiyatları, enflasyon tehdidi, şişen varlık fiyatları vs. bir dizi tedirginlik nedeni vardı. Libya’da iç savaş ihtimali süreci hızlandırdı. Fırtınaya dönüşür mü? Herkesin aklında bu soru var.

Köşe komşum Ali Ağaoğlu hafta başında değindi. İki temel gösterge: Petrol fiyatında son üç ayda ciddi bir ayrışma ortaya çıktı. Brent fiyatı Batı Teksas’ın 20 dolar üstüne çıktı. Makas ilk kez bu kadar açılıyor. Makul bir açıklama bulamadım.

Merkez Bankası şubatın ikinci beklenti anketi sonuçlarını yayınladı. Mali piyasalar sonbaharda faiz artışının başlamasını ve bir yıl içinde 1 puana ulaşmasını öngörüyor. Dış açıkta da artış bekleniyor.

Sosyal demokrasiye doğru

CHP’nin “Aile Sigortası” çok ilgimi çekti. Kamuoyunda da ses getirdi. Medyada bazı ayrıntıları çıktı. Özellikle Seyfettin Gürsel’in mülakatından çok yararlandım. Ama esas metni görmeden yazmak istemedim. Neyse, salı günü o da geldi.

Önce küçük ama önemli bir ayrıntı. Çalışmadan haberdar olunca hemen internete başvurdum. CHP sitesine girdim. Bulamadım. Belki arada koymuşlardır diye az önce tekrar kontrol ettim. Gene bulamadım. Hayret!

Sonucu baştan söyleyelim. Çalışmayı genelde beğendim. İlk duyduğumda fazla ciddiye almamıştım. Boş vaatler ve genel geçer sloganlar bekliyordum. CHP’nin böyle bir imajı var. Ama karşıma iyi hazırlanmış, ne söylediğini bilen bir çalışma çıktı.

Hafızamı yokladım. Yıllardır yakından izliyorum. CHP’den daha önce buna eşdeğer bir somut iktisat politikası önerisi geldiğini hatırlamıyorum. O bakımdan geçmişle ciddi bir kopuşun işareti olarak görülebilir.

Sosyal demokrasi toplumun zayıf kesimlerini piyasa ekonomisinin olumsuz sonuçlarından koruyacak kamu müdahalesini savunur. Ayırt dedici özelliği budur. Başta yoksullukla mücadele gelir. Aile Sigortası bu yaklaşımın tipik bir örneğidir.

Popülizme geçit yok

Önerilen politika çerçevesinde oluşan siyasi polemik kaynak sorununa odaklandı. Normaldir. Türkiye geçmişte popülizmden çok çekti. Sağlam kaynağa dayanmayan politikaların kâbusla bittiğini gördü. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.

Polemik CHP için bir fırsat yarattı. Eski usul popülizmden koptuğunu, özlenen sosyal demokrasiye terfi ettiğini vurgulama olanağı tanıyor. Sabırla ve bıkmadan, önerdiği politikanın mali istikrarı bozmayacağını anlatmalı, kanıtlamalıdır.

Tablolar üstünde biraz çalıştım. Tam hesaplayamıyoruz ama sayılar tutarlı duruyor. Bence polemiği besleyen CHP sözcülerinin ortalama sayıları kullanırken özensiz davranmaları oldu. Siyasetin cilvesidir.

Kime ne kadar aylık destek verilecek? Sayıya, yaşa ve özürlülük durumuna göre değişiyor. Asgari 125 TL: Yoksulluk sınırı yarısında iki kişilik aile için. Azami 1.254 TL: En yoksul, bir bölümü özürlü beş çocuk ve bir yaşlı sekiz kişilik aile için.

Özetle, iyi bir başlangıçtır. Siyasi rekabetin somut politikalar üzerinden yürütülmesi kamu yönetimini olumlu etkiler. Demokrasiyi güçlendirir. Elbette ayrıntılarla ilgili eleştiri hakkım mahfuzdur.

Yazının devamı...

Krizin onuncu yılı

Küresel mali piyasalar haftaya tedirgin başladı. ABD piyasaları kapalı olduğu için Asya ve Avrupa borsaları izlendi. Parite 1.37 civarında seyretti. Libya’daki kargaşa petrol fiyatını yükseltti. İçeride İMKB düştü. Döviz kuru biraz kıpırdadı.

G-20 toplantısı sonuçlandı. Çin direnince, döviz kuru getirilen kriter demetinden çıkartıldı. Yani “yuan değer kazansın” talepleri için meşru zemin oluşmadı. Dış fazla tanımı da Çin’in istediği gibi gevşetildi. Sürpriz değildir.

Merkez Bankası iki önemli öncü göstergenin şubat sonuçlarını açıkladı. Takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş kapasite kullanımı altı aylık yükselişten sonra ilk kez geriledi. Aralık ve ocakta yüzde 77 iken şubatta yüzde 76,1’e indi.

Benzer bir işaret reel kesim güven endeksinden geldi. Aylık endekste ocaktan şubata 2.6 puan düşüş var. Gene de geçen yılın 5 puan üstünde seyrettiğini hatırlatalım.

Her ikisi de sanayi üretimi artış hızında yavaşlama işaretidir. İyi haberdir.

2001 çok özeldir

Hayat ne kadar hızlı akıyor! 2001’in o karanlık şubat günlerinin üzerinden on yıl geçti. Halbuki bana çok taze gibi geliyordu. Dün radyoda dinlerken farkına vardım. Şaşırdım. O kadar oldu mu?

Benim neslim için ekonomik krizler, askeri darbeler gibi, olağan olaylardır . Ortaokulu 1955-57 krizinde bitirdim. Kahve yoktu. 1978-79’da profesörlüğe adaydım. Gene kahve yoktu. 1994’te Bilgi Üniversitesi’ne hazırlanıyorduk. Kahve vardı ama faiz ve döviz uçmuştu.

Şans mı? Şansızlık mı? Geçmişi yargılamak istemiyorum. Bizim neslin farklılığı demeyi tercih ediyorum. Evet, krizler içinde sıkıntılı günler geçirdik. Ama o arada çok deneyim kazandık. Öğrenmenin tek yolu galiba.

Bu kriz bolluğunda bile 2001in yeri çok özeldir. Çünkü diğerlerinden çok farklıdır. Diğer krizler arasında tektir. George Orwell’e nazire, “bütün krizler eşittir, ama 2001 daha eşittir” (!) diyebiliriz.

Fark nerede? Önceki üç kriz birbirine çok benzer. Üçü de popülist politikaların sonucudur. Kamu açıkları kökenlidir. Kriz hükümeti IMF’e götürdü. 2001’de ise önce IMF’le anlaşma geldi. Bütçe faiz-dışı fazla verdi. Reformlar devreye girdi. Kriz bir yıl sonra çıktı.

Unutamadığım gün

Krizle ilgili analizlerimi tekrar etmek istemiyorum. O günlerde hem gazetede hem Ekodiyalog’ta ayrıntılarına girmiştim. Neticede 2001 kalıcı etkiler bıraktı. Türkiye’yi popülizm belasından kurtardı. Siyasi haritasını değiştirdi.

Benim açımdan da tarihi bir krizdir. Unutsam bile vatandaş hatırlatıyor. 21 Şubat günü köşe yazımda “kur çapası sağlamdır; bırakılmamalıdır; bırakılmayacaktır” demiştim. Ama gazetenin birinci sayfasında sekiz sütuna “kur serbest” manşeti çıktı.

Daha büyük bir şanssızlık (!) olabilir mi? Bir gece önce yapsalar “yanlıştır ama olmuştur” diye yazardım. İki gün sonra olsa, bir bahane bulur, örneğin “arada koşullar değişti ” derdim. İşte böyle...

Yazının devamı...

G-20 gündemi

IMF’in Türkiye ekonomisi üzerine kısa bir değerlendirme raporu yayınlandı. IMF yürütme kurulunun görüşlerini yansıtıyor. Bir bölümü medyada yer aldı. Yeni para politikasına kısmen destekliyor. Elbette sıkı maliye ve para politikası istiyor.

Küresel krizde IMF’in rolüne yönelik tartışmadan söz etmiştim. Türkiye analizini okurken onlara göz atma ihtiyacını hissettim. Ağır eleştiriler çıkıyor. Örneğin gelişen ve gelişmiş ülkelere uyguladığı çifte standart vurgulanıyor. Can çıkar huy çıkmazmış!

Hala sürdüğünü söyleyebiliriz.

CHP’den önemli bir öneri geldi. Yeni yönetimin seçimde yoksullukla mücadeleye ağırlık vereceği anlaşılıyor. Somut bir paket hazırlanmasını çok olumlu buluyorum. Ayrıntılar netleştikten sonra mutlaka bakmak istiyorum.

Dengesizlikler sürüyor

Bu hafta sonu G-20 ülkeleri ekonomi yönetimleri dönem başkanı Fransa’nın başkenti Paris’te toplanıyor. Ekonomi-maliye bakanları ve Merkez Bankası başkanları katılıyor. Bu arada Sarkozy seçimde muhtemel rakibi Strauss-Kahn’la karşı karşıya geliyor.

Toplantıda dünya ekonomisinin sorunları masaya yatırılacak. Küresel mali krizden bu yana iki yıldan fazla zaman geçti.

Fakat küresel dengesizliklerin çözümü yolunda ciddi adımlar atılamadı. Bu da yeni dengesizliklere yol açtı.

Bu sütunda sık sık vurguladık. Küresel ekonomiyi krize taşıyan sürecin temelinde uluslararası ödemeler sisteminin zafiyetleri yatıyor. Son iki yılın gelişmeleri bunların daha açık şekilde görülmesine olanak verdi.

Dolayısı G-20 gündemi ABD kökenli sorunlarla başlıyor.

Çünkü ABD rezerv para ülkesi ama iktisat politikası iç siyaset tarafından belirleniyor. Özellikle maliye ve para politikasının gevşekliği küresel istikrarı tehdit ediyor.

Türkiye de sermaye akımlarından zarar gören ülkeler arasında.

Bilek güreşinin öbür ucunda Çin oturuyor. Bir türlü küresel çözümün parçası olmayı kabul etmiyor. Cari işlemler hesabındaki büyük fazlalara rağmen parasını düşük değerli tutmakta direniyor. İhracata yönelik büyüme modelinde israr ediyor. Yöneldiği yeni piyasalar arasında Türkiye de var.
Listenin sonunda Euro Bölgesi’nin sorunları yer alıyor.

Yüksek borçlu ülkelerin sorunlarına çözümün gecikmesi dünyanın ikinci büyük ekonomisinin küresel konjonktüre katkısını sınırlıyor. Bu da Türkiye’yi en büyük ihracat pazarında zorluyor.

Hammadde fiyatları

Bu kez gündeme yeni bir sorun eklendi. Son toplantıdan bu yana gıda ve enerji fiyatları tekrar artmaya başladı. Küresel büyüme büyüme doğal kaynaklar üzerinde talep baskısı yaratıyor. Çünkü arzlarını arttırmak kolay olmuyor.

Hiç şüphesiz, son dalgada küresel likidite bolluğundan yararlanan spekülatörler de etkili oldu. Sonuç değişmiyor. Neticede hammadde fiyatlarının kısa dönemde maliyet enflasyonunu tetiklemesi riski artıyor.

Uygulanan gevşek maliye ve para politikaları ile birleşince tehlikeli bir eğilim ortaya çıkıyor. Küresel konjonktür açısından çok olumsuz bir gelişmedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde zaten yavaş seyreden toparlanmayı tekrar durdurabilir.

Görüldüğü gibi, G-20’nin gündemi yoğundur. Sorunların konuşulması yararlıdır. Ama somut sonuçları konusunda iyimser değilim.

Yazının devamı...

2010’da istihdam

Para Politikası Kurulu salı günü politika faizini ve karşılık oranlarını değiştirmedi. Önce yeni politika bileşiminin etkisini görelim diyor. Büyümeden kur ve enflasyona, farklı çekinceleri olabilir. Mali kesim çok sevindi. TL derhal değer kazandı.

Spekülasyona müsait bir gelişmedir. Ancak Merkez Bankası aba altında sopa göstermeyi ihmal etmedi. Para politikasını aynı yöntemle sıkmaya devam edeceğini hatırlattı. Yazı konusu yapıp yapmamaya karar veremedim. Ben de bekleyeceğim .

Maliye Bakanlığı ocakta bütçenin fazla verdiğini açıkladı. Hazine nakit dengesinden zaten anlamıştık. Gelirde yüzde 20,4; vergi gelirinde yüzde 14,2; faiz dışı harcamada yüzde 12,9 artış var. Sıkı maliye politikası sürüyor.
TÜİK ve Merkez Bankası’nın müştereken hazırladığı tüketici güven endeksi ocak sonuçları yayınlandı. Tüketicinin güveni sağlamdır. Endeks üç aydır son yılın zirvesinde yatay seyrediyor. Büyüme ve istihdam için iyi, dış açık için kötü haberdir.

Büyüme hızlanınca

Hanehalkı İşgücü Araştırması kasım verileri TÜİK tarafından açıklandı. Ekim-aralık dönemini yani son çeyreği kapsıyor. 2010’un tümü için istihdam ve işsizlik sayıları da elimize geçti.

Lafı dolaştırmayacağım. 2010 istihdam ve işsizlik açısından çok parlak bir yıl oldu. İnkâr edecek halimiz yok. Ben dahil, iktisatçıların büyük bölümü ekonominin bu performansını öngöremedi. Sonuç en iyimserin beklediğinden bile iyi çıktı.

Oluşan “fazilet dairesi” biliniyor. Tüketici ekonomiye güvendi, harcamaktan korkmadı. Bankalar onu kredi ile destekledi. Küresel likidite bolluğu bankaları fonladı. Patlayan özel tüketim yatırım harcamalarını da canlandırdı. Büyüme hızlandı. İstihdam arttı. Tüketiciye büsbütün güven geldi. Böyle devam etti.

Yıllık ortalamaları kısaca görelim. İstihdam 22.8 milyon kişiye yükseldi. Tarihi zirvedir. Bir yılda yaratılan istihdam 1.3 milyondur. Son beş yılın rekorudur. Aynı durum ücretli istihdamı için geçerlidir. 1 milyon artışla 13.8 milyon kişiye yükseldi.

Doğal olarak, istihdamda hızlı artış işsiz sayısının 3 milyon kişiye düşürdü. Geçen yılın yarım milyon altındadır. İşsizlik oranı da bir yılda yüzde 13,9’dan yüzde 11,7’ye indi. Büyük başarıdır.

Ayrıntıdaki şeytanlar

Gelelim şeytanın gizlendiği ayrıntılara. Birine epeydir dikkat çekiyorum. Tarım istihdamı 400 bin artışla 5.8 milyon kişiye yükseldi. 2007’nin ise 800 bin üstündedir. “Tarımsallaşma mucizesi (!)” diyoruz. Bilmecedir.

Diğeri sanayi istihdamının 400 bin artışla 4.5 milyon kişiye yükselmesidir. Hem düzey hem artış son beş yılın rekorudur. Şaşırdım. Sanayi üretiminde özellikle son çeyrekte beliren canlanmayı yansıtıyor. Umutlanalım mı?
Konjonktürü takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş seriler üzerinde izliyoruz. TÜİK’in hesabına göre, Kasımda işsizlik oranı yüzde 11,2 ile Ağustos 2008 düzeyine geriledi. İşsizlik oranında düşüş devam eder mi? Nereye kadar?
Sanayi istihdamında takvim ve mevsim etkisini ben temizliyorum. Kasım’da bir önceki 4.64 milyon kişi ile rekor kırıyor. Bir önceki ayın yüzde 3,8 üstündedir. Haziran 2008’deki eski zirveden 135 bin kişi daha yüksektir. Tam anladığımı söyleyemem.

Yazının devamı...

2010’da dış finansman

Küresel piyasalar haftaya sakin başladı. Dolar euro karşısında değer kazandı. Son baktığımda parite 1.35’in altına inmişti. Petrol fiyatları da 85 dolara gevşedi.

İçeride kur yatay seyretti. Asayiş berkemal diyebiliriz.

Para Politikası Kurulu bugün toplanıyor. Faizde yeni bir indirim ve zorunlu karşılıklarda artış kararı çıkar mı? Mali kesim heyecanla bekliyor. Merkez Bankası’nın devam etme ihtimalini daha yüksek görüyorum.

Bugünün gündeminde ayrıca iki önemli veri var. TÜİK kasımda istihdam ve işsizlik verilerini yayınlıyor. Böylece 2010 tamamlanıyor. Sanayi üretimi ve dış açık istihdamda güçlü bir artış ima ediyor.

Maliye Bakanlığı ocak bütçe gerçekleşmesini açıklıyor. Hatırlatalım: Hazine nakit dengesi Ocak’ta fazla vermişti. Dolayısı ile bütçe sayıları iyi gelir. Rekor araç satışı ve tüketim harcaması sayesinde bütçe tutuyor.

Sorun dış açıktır

2010 ödemeler dengesi ile devam ediyoruz. Pazar cari işlemler açığına baktık. Rekor üstüne rekor kırıldığını vurguladık. Bu düzeyde bir dış açığı sürdürmenin çok zor olduğunu söyledik. “Malumu ilan” kategorisine giriyor.

Türkiye’de dış açıkla ilgili ezber boldur. Örneğin finanse edilebildiği sürece dış açığın sorun olmadığı sık tekrarlanır. Kelimenin tam anlamı ile totolojiktir. Elbette finansman yoksa dış açık da olamaz. Geçmişte bunun örneklerini yaşadık.

Biraz daha incesi, dış finansman kalitesini ekler. Dış açığın yabancı sermaye yatırımları ve diğer uzun vadeli kaynaklarla karşılanması gerekir. “Sıcak para” yani kısa vadeli borçlanma risk yaratır. Kaçınmak gerekir.

Dikkatinizi çekerim. İki yaklaşım da özünde dış açık kötü değildir demeye getiriyor. Mühim olan dış kaynakların bulunmasıdır. Hele bunlar kaliteli olursa, dış açığın hiçbir mahzuru kalmaz. Ne güzel!

Farklı düşündüğüm biliniyor. Sorun dış açığın bizzat kendisidir. Sanayiyi, ihracatı ve istihdamı desteklemeyen bir büyüme modelinin sonucudur. Hem tüketim ve tasarruf, hem iç ve dış piyasa için üretim açısından tehlikeli bir dengesizliğin işaretidir.

Kötü kalite finansman

Türkiye ekonomisi küresel kriz öncesinde de dış açık veriyordu. Ama hacmi nisbeten makul, uzun vadeli kaynak payı ise yüksekti. Küresel krizde dış açığa çözüm fırsatı oluşmuştu. Maalesef kullanılmadı. Sorun bugüne taşındı.

Doğal olarak, sorun büyüdü. 2010’un ayırdedici özelliği buradadır. Rekor dış açıkla birlikte finasman kalitesi de bozuldu. Uzun vadeli kaynakların payı düştü. Kısa vadeli kaynakların payı arttı. Sermaye hesabında da yeni rekorlar kırıldı.

Özetleyelim. Gayrimenkul dahil doğrudan sermaye girişi 7.1 milyar dolar. Net hata noksan kaleminde 4.3 milyar dolar fazla var. Borsaya 3.5 milyar dolar girdi. Üç kalemin toplamı 15 milyar dolar; dış açığa oranı yüzde 31. Kriz öncesinde yüzde 70’ti.

Türkiye’nin 33.5 milyar dolar borçlanması gerekiyor. Ama iki kalemden 35.5 milyar dolar geliyor: yabancıların TL tahvili alımları (10.7 milyar dolar) ve bankaların dış borçlanması (24.8 milyar dolar). Merkez Bankası’nı tavır değişikliğine zorlayan işte bu resimdir. Bilginize...

Yazının devamı...

2010’da dış denge

IMF’e çok ağır bir eleştiri içinden geldi. İç Değerlendirme Bürosu raporuna göre kurumda hakim olan kökten piyasacı zihniyetin küresel krizde sorumluluğu var. IMF’in hem analizleri hem uygulaması yanlıştı diyor. Raporu büyük keyif alarak okudum.

Aralık dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından yayınlandı. Miktar endeksleri önemlidir. Geçen yıla kıyasla ithalat ihracattan çok daha hızlı artıyor. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince bir önceki aya göre ihracat artışı ithalatın üzerine çıkıyor. Bir umuttur.

Türkiye’de araç satışları Ocak’ta da rekor kırdı. Geçen yıla kıyasla otomobil satışları yüzde 137, otomobil ithalatı yüzde 134 arttı. Evet, doğru okudunuz. İki katından fazla artış var. Bu hikayenin nasıl biteceğini çok merak ediyorum.

Mısır’da Hüsnü Mübarek dönemi nihayet bitti. Gitmesi otoriter cumhuriyeti zayıflatır. Ama onu oraya getiren ve orada tutan toplumsal koalisyon direnecektir. Demokratikleşme sürecinin zorluklarını Türkiye iyi biliyor. “Hayırlı Cuma” başlığını sevdim.

Rekora devam

2010 ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Okuyucularım için sürpriz olduğunu sanmıyorum. Bir süredir her ay dış açıkta yeni bir rekor kırıldı. Yılın da rekorla biteceği biliniyordu.

Bir parantez açalım. Merkez Bankası bilançoya yeni kalemler eklemiş. Eski yılların verileri de değişmiş. 2005’e kadar geri gidiyor. Bütün dosyaları yeniden tasarlamam gerekti. Bir tam günümü yedi. Ona rağmen sermaye hesabının ayrıntılarına hakim olamadım.

Aralık’la başlayalım. Cari işlemler açığı 7.5 milyar dolar çıktı. Piyasa 6.5 milyar dolar bekliyordu. Söylemeye gerek yok; tarihi bir rekor daha kırıldı. Gelmiş geçmiş en yüksek aylık dış açıktır.

Böylece 2010’un cari işlemler açığı 48.6 milyar dolara tırmandı. Bir takvim yılında oluşmuş en yüksek dış açıktır. Yıllık bazda sadece Ağustos 2008’in dış açığı 500 milyon dolar daha yüksekti.

2009’la karşılaştırmak fazla anlam taşımıyor. Açık 14 milyar dolardı. Yani üç buçuk katına çıktı. 2008’de 42 milyar dolar olduğunu hatırlatalım. 2000’de cari işlemler açığı 10 milyar dolara ulaşınca 2001’de kriz patlamıştı. Nereden nereye!

Rekora doymuyor

İktisatçılar dış açık/milli gelir oranını önemser. 2010 milli geliri Mart ortasında açıklanıyor. Makul bir tahmin kullanınca oranı yüzde 6.6 bulunuyor. Bu da bir rekordur.

Konjonktürü izlerken yıllık oran yeterli bilgi vermez. Yıl içindeki değişimi göstermiyor. O nedenle çeyrek bazında hesaplıyorum. Mevsim etkilerini çapraşık yöntemlerle temizlemeyi gerektiyor. Ayrıntılarla sizi sıkmak istemiyorum.

Çeyrek bazlı oran 2009’un son yarısında yüzde 3’ten 2010’un ilk yarısında yüzde 5’e yükseliyor. Üçüncü çeyrekte yüzde 7.4’le rekor kırıyor. Son çeyrekte (sıkı durun) yüzde 8.4’e tırmanıyor. Rekorların rekorudur. Sürdürülmesi olanaksızdır.

Yazının devamı...

2010’da sanayi üretimi

Çin Merkez Bankası bir ay içinde ikinci faiz artırımına giderek piyasaları şaşırttı. Varlık ve tüketici fiyatlarındaki artışın korkuttuğu anlaşılıyor. Yuanı denge değerinin çok altında tutma çabası gecikme ile de olsa geri tepiyor.

Amerikan borsaları ise yükseliyor. Dow Jones 12.500 sınırına dayandı. Küresel dengesizliklere göz yummanın sonucudur. Ortalığa saçılan likidite serseri mayına benzedi. Şimdi döndü, ABD’yi şişiriyor. Ocak nakit dengesi gerçekleşmeleri Hazine tarafından açıklandı. Bütçenin öncü göstergesidir. Hazine faiz dışında 3.6 milyar TL, toplamda 0.4 milyar TL nakit fazlası vermiş. Nakit gelirlerde hızlı artıştan kaynaklanıyor. İyi haberdir.

Merkez Bankası şubatın ilk beklenti anketi sonuçlarını yayınladı. Mali kesimin bakışını yansıtır. Son kararlara ve ocak enflasyonuna tepkileri merak ediyordum. Anlamlı bir değişiklik göremedim. Ayrıntısına girmek istiyorum.

Sanayi de rekor kırdı

Sanayi üretimi aralık verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Böylece yılın tümünü görebildik. Dikkatinizi çekmiştir. Sanayi üretiminin ayrıntılarına çeyrek bazında ve yıllık giriyoruz. Aylık bazda kısaca değinmekle yetiniyoruz.

Kasımda takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş sanayi üretimi bir önceki aya göre az da olsa gerilemişti. Uzun bayram tatilinin etkisi olabilir, aralık verisi önem kazandı demiştim. Öyle olduğu ortaya çıktı.

Aralık sayıları ile başlayalım. Geçen yıla kıyasla toplam sanayi üretimi yüzde 16,9 , imalat sanayii üretimi yüzde 17,8 arttı. Yüksek artış baz etkisinden de kaynaklanmıyor. Geçen yıl da yüzde 20’nin üzerinde artmıştı. Böylece iki endeks de son altı yılın en yüksek değerine ulaştı. Yani hem toplam sanayi hem imalat sanayii üretimi rekor kırdı. TÜİK ayrıca takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş serileri de yayınlıyor. Bir önceki aya göre toplam sanayide yüzde 5,7, imalat sanayiinde yüzde 6,4 artış var. Sanırım tahmin ettiniz. Bunlar da rekordur.

Rekor büyüme mi?

Son çeyrek sayıları ile devam edelim. Geçen yıla kıyasla toplam sanayide yüzde 12,1, imalat sanayiinde yüzde 13,5 artış var. Yıllık sayılarda da benzer bir resim görülüyor. 2010’da toplam sanayi üretimi yüzde 16,9, imalat sanayii üretimi yüzde 18,9 arttı. Özellikle imalat sanayiinin daha hızlı artması sevindirici bir gelişmedir.

Milli gelirin hesaplanmasında sanayi üretimi kritik öneme sahiptir. Dolayısı ile bu veriler büyüme tahminlerini yukarı yönde değiştirdi. Yüzde 9’a yakın, hatta üzerinde çıkabileceği konuşulur oldu.

Kriz döneminde iki seri arasındaki ilişki gevşemişti. Bu eğilim 2010’un ilk üç çeyreğinde de devam etti. Mart ortasında milli gelir açıklanınca göreceğiz. Sanayi üretimi ve milli gelirde yıllık değişim hızı aşağıdaki grafiktedir. Bir fikir veriyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.