Şampiy10
Magazin
Gündem

Üçüncü çeyrekte milli gelir

Piyasa dün yayınlanan iki kritik göstergede iyimser kaldı. CNBC-e anketi geçen yılın aynı dönemine kıyasla üçüncü çeyrek büyümesini ve Ekim sanayi üretimi artışını yüzde 2.6 ve yüzde 2.5 öngörüyordu. Daha karamsar olduğumu yazdım. Yüzde 1.6 ve yüzde 5.7 çıktı.

Sanayi üretiminde sert düşüş Bayram etkisini aşıyor. Takvim ve mevsim etkisi arındırıldıktan sonra da Eylül’e kıyasla toplam sanayide yüzde 2.5, imalat sanayiinde yüzde 2.4 gerileme var. Büyüme açısından üçüncü çeyrek de kötü başladı.

Bugün Ekim ödemeler dengesi yayınlanıyor. Piyasa cari işlemler açığını Ekim’de 2.1 milyar dolar, yıl sonunda 54.2 milyar dolar öngörüyor. Ben ikisini de daha küçük hesaplıyorum. Normaldir; büyümede karamsar, dış açıkta iyimser demektir.

Yavaşlamanın kökenleri

Ekonomideki yavaşlama milli gelir verilerine yansıyor. Üçüncü çeyrekte büyüme yüzde 1.6 oldu. Küresel kriz döneminin (2008-09) hariç, 2001 sonrasının en düşük üçüncü çeyrek büyüme hızıdır.

Yılın ilk üç çeyreğinde büyüme yüzde 2.6’ya geriledi. Örneğin geçen yıl yüzde 9.8 olmuştu. Yıllık (dört çeyrek) büyüme yüzde 3.2’ye indi. Geçen yıl yüzde 9.7 idi. İkisi de 2009 hariç 2001 sonrasında üçüncü çeyrek için en düşük büyüme hızlarıdır.

2011 ve 2012’de ana talep kalemlerinin büyümeye katkısı aşağıdaki tabloda özetleniyor. Bir yılda gerçekleşen değişimi ifade eden son sütuna odaklanıyorum.

Özel kesim hem tüketim hem yatırım harcamasını kısıyor. Özel kesimin daralmaya etkisi 11.1 puan çıkıyor. Yarısı tüketimden yarısı yatırımdan geliyor (5.6 ve 5.5 puan). Buna karşılık kamu kesimi harcamaya devam ediyor. Daralmaya cüzi (0.1 puan) katkı yapıyor. Neticede iç talebin daralmaya katkısı 12.2 puan oluyor.

İhracat artışının olumlu etkisi sınırlı kalıyor: 0.4 puan. Buna karşılık ithalattaki düşüş 2.5 puan artı katkı yapıyor. Dış talep ekonomiye 2.9 puan büyüme getiriyor. Bu yıl stok değişimi de 1.5 puanlık iyileşme gösterince bir yılda büyüme 6.8 puan geriliyor.

Ne oluyor?

Yakın geçmişi kısaca hatırlatalım. Küresel krizden çıkışı banka kredisi alıp gelirinin üzerinde tüketen vatandaş tetikledi. İktisat politikası da destekledi. Artan satışlar firmaları yatırıma yöneltti. Büyüme rekorları kırıldı.

Ancak değerli TL artan talebi ithalata yönlendirdi. Üstüne dış koşullar ihracatı köstekledi. Oluşan dev dış açık hükümeti harekete geçirdi. İç talebi dizginlemek ve TL’ye değer kaybettirmek için yeni politika belirlendi. “Yumuşak iniş” dendi.

Ne demek? İç talep yavaşlayacak, dış talep güçlenecek, böylece ekonomi büyürken dış açık makul düzeylere çekilecekti. Politikanın iki riski vardı. Kur denetim dışına çıkarsa enflasyonu zıplatırdı. Ya da iç talep fazla sıkılırsa büyüme çok düşerdi.

Yayınlanan veriler ikincisinin gerçekleştiğine işaret ediyor. Doğal olarak, geri planda son dönemlerin iktisat politikası tercihleri yatıyor. İktisat politikasında “ince ayar” daima zor iştir. Ayrıntılarına gireceğim.

Yazının devamı...

Yolsuzluk algıları endeksi

Veri zengini bir haftaya giriyoruz. Yarın üçüncü çeyrek milli geliri ve Ekim sanayi üretimi açıklanıyor. Gelen sayılar konjonktür analizlerini etkileyecektir. Piyasaları (ve iktisatçıları) heyecanlandırıyor.

CNBC-e anketinde büyüme üçüncü çeyrekte yüzde 2.6, yılın tümü için yüzde 3.1 öngörülüyor. Daha karamsar olduğum biliniyor. Sanayi üretiminde ise yüzde 2.5 daralma bekleniyor. Mümkündür. Bayram etkisini unutmayın.

İnci Pastanesi kapandı. Galatasaray Lisesi, leyli öğrencilere Çarşamba öğleden sonra Beyoğlu izni verirdi. İnci’de profiterol yerdim. 1955 sonbaharına gider. Pazar günü okulda mezuniyetin 50’nci yılını kutladık. Çıkışta uğramadığıma hayıflandım.

Dave Brubeck’i de kaybettik. Toprağı bol olsun. Saray sinemasında (İnci’ye komşu) dinledim. Paul Desmond’a özenip alto saksafon diye tutturdum. Yıl 1958; döviz karaborsada, ithalat yok... Beni kırmayıp Sermer altoma bir servet ödeyen babacığımı rahmetle anıyorum.

Yolsuzluk nasıl ölçülür?

Berlin merkezli Transparency International (TI) (www.transparency.org) fevkalade önemli bir sivil toplum kuruluşudur. Küresel düzeyde çalışır. Kamuda şeffaflığın gelişmesi için çaba gösterir.

Bu bağlamda kamu kesimi için Yolsuzluk Algıları Endeksi hesaplar. Dünya ülkelerini en iyiden en kötüye sıralar. 2012 sonuçları yayınlandı. Türkiye’nin sıralamada yukarı çıktığı haberi medyaya yansıdı.

Yolsuzluğun kendini ölçmek adeta imkansızdır. Çünkü suçtur ve gizlidir. Buna karşılık toplumun yolsuzlukla ilgili görüşünü anketlerle toplamak mümkündür. Fark önemli: yolsuzluk değil yolsuzluk algıları ölçülüyor.

TI ağırlığı iş adamı ve uzmanların görüşlerine veriyor. Rüşveti veren (yada vermediği için hakkı yenen) kesimlere soruluyor. Ayrıntılarına hakim değilim. Tarafsız ve objektif davrandıklarını sanıyorum. Ama ölçme hatasına müsaittir.

Türkiye 2003’de 133 ülke içinde 77’nci idi. 2008’de 180 ülke arasında 58’e yükseldi. 2011’de 61’e düştü. 2012’de 174 ülke içinde 54’e çıktı Eğilim iyileşme yönünde duruyor. Tekrar uyaralım. “Türkiye’de yolsuzluk azaldı” demiyor. “Yolsuzluk algıları daha olumlu” diyor.

Yolsuzluk gözlemleri

Bir kaç soruya cevap arayalım. Yolsuzlukla büyüme hızı arasında ilişki var mı? Maalesef gözükmüyor. Çin (80) ve Hindistan (94) Türkiye’den daha hızlı büyüyen ama sıralamada gerisinde kalan ülkeler.

Yolsuzlukla zenginlik arasında ilişki var mı? Evet ama asimetrik. Listenin yukarısında sadece zengin ülkeler var. Ama bazı zengin ülkeler alt sırada yer alıyor. İtalya (72) ve Yunanistan (94) hemen göze çarpıyor.

Yolsuzlukla demokrasi arasında ilişki var mı? Gene asimetrik. Listenin altında hiç demokrasi yok. Ama yukarıda otoriter rejimlere rastlanıyor: Singapur (5), Hong Kong (14), Katar (26) ve BAE (27)..

Yolsuzlukla nüfus arasında ilişki var mı? Evet ama garip. Zirve küçük ülkelerin tekelinde. 50 milyonu aşan 25 ülke içinde Türkiye 7’inci. Almanya (13), Japonya ve İngiltere (17), ABD (19), Fransa (22), Kore (44) ve Türkiye (54). 70 milyonu aşan 19 ülke arasında ise 4’üncü oluyor.

Şaşırmadım diyemem.

Yazının devamı...

Gıda fiyatlarının seyri

Gösterge faiz rekorlar kırmaya devam ediyor. Dün yüzde 5,7’ye geriledi. Sabah okula giderken radyoda uzmanları dinliyordum. Biri yüzde 5,5 pekâlâ mümkündür dedi. Hayret ettiğimi söylemeliyim.

Merkez Bankası Beklenti Anketini doldururken aklıma geldi. Aralık 2011’de bir yıl sonrası için altı ay vadeli gösterge faiz yüzde 9,2 bekleniyormuş! Hoş, bir ay önce bile bir yıl sonrası için gösterge faiz hâlâ yüzde 7 öngörülüyordu.

Buna karşılık döviz kurunda küçük kıpırdama işaretleri belirdi. Son baktığımda döviz sepeti tekrar 2.06 TL’yi geçmişti. Kurda yukarı yönlü sert bir hareket ihtimali yoktur. Yumuşak bir değer kaybı ise mümkündür. Ayrıca arzulanan bir gelişmedir.

Yunanistan krizi dostlarını da perişan ediyor. Son kurbanı dün öğrendik. Zaten biliniyordu. Kıbrıs daha fazla dayanamadı. AB Komisyonu, AB Merkez Bankası ve IMF’ten oluşan üçlünün (troyka deniyor) acı reçetesini kabul ettiğini açıkladı.

Gıdanın nispi fiyatı

Tam bir yıl önce, Türkiye’de gıda nispi fiyatlarının seyrine bakmıştım (8 ve 11 Aralık 2011). Gene kasım enflasyonu yeni yayınlanmıştı. 2006 sonrasında eğilimin nasıl değiştiğini ve gıda fiyatlarının nasıl yükselişe geçtiğini göstermiştim.

Nispi fiyat ne demek? Gıda fiyat endeksini genel TÜFE endeksine bölüyoruz. Başlangıç yılını 100 alıyoruz. Örneğin gıda fiyatları enflasyondan hızlı artınca nispi fiyat yükseliyor. Gıda daha pahalı oluyor. Endeks 100’ün üstüne çıkıyor.

TÜİK’in 2003 bazlı (mevcut) enflasyon serilerini kullanıyorum. 1994 bazlı endeksin zafiyetleri analizi daha eskiye taşımaya izin vermiyor. Zaten on yıl gözlem için yeterince uzun bir zaman aralığı sağlıyor.

Gıda kaleminde işlenmiş ve işlenmemiş tüm gıda maddeleri yer alıyor. Örneğin taze sebze-meyve, et-süt-tavuk, ekmek-pirinç-makarna vs. dâhildir. Buna karşılık alkollü ve alkolsüz içecekler hariçtir.

Yöntemi de hatırlatalım. Önce gıda ve TÜFE endekslerinde mevsim etkisini temizliyoruz. Sonra ilkini ikinciye bölerek yeni bir endeks oluşturuyoruz. Bu şekilde elde edilen nispi gıda fiyatının ayrıca trendini hesaplıyoruz.

Artış eğilimi kırıldı

Sütunlar gıda nispi fiyatını ifade ediyor. 2003 başından 2005 yazına kadar düşüyor. Sonra artışa geçiyor. 2008’de 2003 düzeyini yakalıyor. Kasım 2010’da zirveyi görüyor. Eylül 2005’in 16 puan üstündedir. Ardından yavaş ve dalgalı da olsa gerilemeye başlıyor.

Trend eğrisi uzun dönemli eğilimi yansıtıyor. 2005 sonbaharından 2011 sonuna kadar sürekli yükseliyor. Ardından yatay seyre geçiyor. Yılın ikinci yarısında az da olsa düşüş eğilimi belirginleşiyor.

Bundan sonra ne olur? Gıda fiyatlarının tarihi eğilimine geri dönmesi (normalleşme diyebiliriz) enflasyonu beklenenin çok altına taşıyacaktır. Sert faiz düşüşü mali piyasaların da bunu hesapladıklarını gösteriyor. Bilginize...

Yazının devamı...

Enflasyon hedefe yöneliyor

Gösterge faizin engellenemez düşüşü sürüyor. İki yıl vadeli devlet tahvilinin ikinci el piyasa fiyatını yansıttığını hatırlatalım. Her gün yeni bir rekor kırılıyor. Dün sabah saatlerinde yüzde 5,8’e kadar geriledi.

Paralelinde TL değer kazanıyor. Döviz sepetinin ekim ortalaması 2.07 TL idi. Kasımda 2.04 TL’ye indi. Yani TL döviz sepetine göre yüzde 1,1 değer kazandı. Büyüme ve dış denge için kötü haberdir.

Dün enflasyon piyasaya erken sızdı. Çok değil, 15-20 dakika... TÜİK’i içeriden bilgi sızmasına izin vermeyen disiplini için daima takdir ettim. Ama biraz “gayri milli” duruyordu. Neyse, sorun (!) çözüldü. Bir ilk mi? Yoksa ilk ve son mu? Göreceğiz.

Sevinenler arasındayım

Kasım enflasyonu piyasaları çok şaşırttı. Pazar yazdım. Tüketici fiyatlarında yüzde 0,9 artış öngörülüyordu. Daha düşük çıkar dedim. Aklımda yüzde 0,6 civarı vardı. Ama onun da bayağı altında geldi.

Kasımda tüketici fiyatları yüzde 0,4 arttı. Artış geçen yıl yüzde 1,7, geçen ay yüzde 2 olmuştu. Böylece yıllık TÜFE’de sert bir düşüş yaşandı. Yüzde 7,7’den yüzde 6,4’e geriledi.

Medya ayrıntılara geniş yer verecektir. Normaldir. Şeytan daima ayrıntıda gizlenir.

Yanılan sadece piyasalar değildir. Merkez Bankası da bir ay önce yıl sonu tüketici enflasyonu tahminini yüzde 7’nin üzerine yükseltti. Gene de ekonomi yönetiminin üzüleceğini sanmam. Manevra alanını çok genişletiyor.

Sevinenler arasında ben de varım. Enflasyonda baştan itibaren “güvercin” takıldım. Bu bütçe ile enflasyon bir yere gidemez dedim. Yıl sonu için yüzde 6,5 tahminimde ısrar ettim. Ayağım son aylarda biraz kayar gibi oldu, o kadar.

Ağustos enflasyonu sonrası şunu yazmışım (4 Eylül 2012): Yılbaşında piyasaların “enflasyon patlıyor” gürültüsünü ciddiye almadığım biliniyor. Haklı çıktım. Tekrar vurgulamak istiyorum. 2012’de Türkiye ekonomisinin öncelikli sorunu enflasyon değildir. Değerlenen TL ve yavaşlayan büyümedir.”

Arz şokları üzerine

Enflasyon analizinde “arz şoku” önemli bir kavramdır. Nispi fiyatlarda iktisat politikasının kontrolü dışında değişim anlamına geliyor. Petrol, hammaddeler ve gıda ürünleri bu kapsama girer. Fiyatlarını dünya arz-talep koşulları belirler.

Küresel kriz sonrasında enerji ve gıda fiyatlarının seyri Türkiye’de enflasyonu yükseltti. Önemli bir göstergesi genel enflasyonun çekirdek enflasyondan ayrışması ve arada ciddi bir farkın oluşmasıdır. Geçtiğimiz iki yılda bu konuları epey işledik.

Ancak enerji ya da gıdanın fiyatı bile ilelebet yükselemez. Çünkü nispi fiyat değişimi talebi azaltır ve arzı artırır. Böylece fiyat üzerinde baskı hafifler. Hatta, şu ya da bu nedenle fiyat aşırı şişmişse gerilemeye başlar.

Gıda fiyatlarında eğilimin kırıldığına yaz aylarında değindim. Şimdi enerji fiyatlarının da nefesi kesilmeye başladı. Benzer sürprizler bundan sonra da tekrarlanabilir. Hazırlıklı olun derim.

Yazının devamı...

Altın-hariç dış ticaret

Gösterge tahvil faizinin yüzde 6’nın altına ineceğine inanmıyordum. Piyasa beni mahçup etti. Yüzde 5.9’u gördü. Yani sabit getirili TL varlık fiyatları rekor düzeye yükseldi. Geçici bir ‘balon’ mu? Yoksa ‘yeni normalin’ işaret mi? Cazip bir soru!

Yarın Kasım enflasyonu açıklanıyor. İTO’nun Ücretliler Geçinme Endeksi Kasım’da yüzde 0.3 arttı. CNBC-e anketi TÜFE artışını yüzde 0.9 (yılsonu yüzde 7.1) öngörüyor. Ben biraz daha düşük bekliyorum.

Merkez Bankası yılın ikinci Finansal İstikrar Raporu’nu yayınladı. Piyasalar rekabetçi kur analizine odaklandı. İçinde tasarruf üzerine uzun bir bölüm var. Konuyu önemsediğim biliniyor. Yakında geri dönerim.

Koç Üniversitesi öğretim üyeleri Sumru Altuğ ve Sumru Öz’ün son çalışmasını yararlı buldum:

‘Finansal Serbestleşme ve Yurtiçi Tasarruflar’ (http://eaf.ku.edu.tr/). İlgilenenlere tavsiye ederim.

Ekim’de ithalat sürprizi

Ekim dış ticareti TÜİK tarafından açıklandı. İhracat 13.3 milyar dolar, ithalat 18.8 milyar dolar, dış ticaret açığı 5.5 milyar dolar geldi. Piyasa tahminini Perşembe yazmıştım. İhracat tahminden pek sapmadı. Ama ithalat ve dış açık bayağı altında kaldı.

İthalatın beklentinin altında çıkması önemlidir. Yoksa İran’a altın ihracatına atfedilip geçiştirilirdi. Halbuki düşük ithalat farklı bir analiz gerektiriyor. Çünkü genel kabul gören konjonktür senaryosuna uymuyor.

Özetleyelim. Ekonomi yönetimi ve piyasalar iç talebin yılın son çeyreğinde toparlanmasını öngörüyordu. Bu durumda dış açıktaki düzelme Ekim’den itibaren duracak, yani ithalat ve dış açık tekrar yükselecekti.

Bu analize katılmadığım biliniyor. Talep ve büyüme için tereddütlerimi daha önce açıkladım. “Aman büyümeye dikkat!” dedim. Yaz sonunda maliye politikasının sıkılmasına karşı çıktım. Yıl boyunca kurun baskı altında tutulmasını eleştirdim.

Ekim ithalatı karamsarlığımı destekliyor. Faiz düşüşü de aynı yöne işaret ediyor. Unutmayın; piyasalar durumu çabuk kavrar. Bir de uyarım var. Kurban Bayramı bu yıl Kasım’dan Ekim’e kaydı. Resim ancak Aralık sonuçları ile netleşir.



Düzeltme sürüyor

İran’a altın ihracatı iktisatçılara yeni iş çıkardı. Öncesinde sadece enerji-hariç denge ayrıca izlenirdi. Şimdi altın-hariç dengeye de bakmak gerekiyor. Zor değil ama gene de zaman alıyor.

Altın-hariç ihracat ve ithalat için İran’a altın ihracatının önem kazandığı son yıla bakıyorum. Sütunlar yıllık ithalatın, çizgi yıllık ihracatın bir yıl öncesine göre değişimini gösteriyor. Örnek: Ekim 2012’de yıllık altın-hariç ithalat (228 milyar dolar) Ekim 2011’deki ithalattan (233 milyar dolar) yüzde 1.3 azdır (1.3).

Manzara açıktır. İkisinin de artış hızı yavaşlıyor. Ama ithalat artışı daha yüksek başlayıp daha hızlı geriliyor. Nisan’da eşitleniyor. Ekim’de ithalat eksiye geçiyor. Dolayısı ile dönem boyunca altın-hariç dış ticaret açığı daralıyor. Olay bundan ibarettir.

Yazının devamı...

Türkiye nerede İngiltere nerede

İçeride mali piyasalarda olumlu hava sürüyor. Gösterge tahvilin faizi dün yüzde 6,05’e kadar geriledi. Düşecek yer kalmadı gibi duruyor ama piyasa şaşırtmaya devam ediyor. Döviz sepeti de dün biraz (1 krş.) gevşedi.

Halbuki reel ekonomide işler iyi gitmiyor. Mevsim etkisinden arındırılmış kapasite kullanımı kasımda son iki yılın en düşük düzeyine geriledi. İnşaat, hizmet ve perakende sektör güven endeksleri de düştü. Sadece reel kesim güven endeksi biraz yükseldi.

Merkez Bankası üç ayda bir imalat sanayinde yatırım anketi yapıyor. Üçüncü çeyrek sonuçlar yayınlandı. Yatırım eğilimi düşüyor. Ancak orta boy firmaların (çalışan sayısı 250-500 kişi arasında) yatırım planlarında artış görülüyor.

Yarın ekim dış ticaret verileri açıklanıyor. CNBC-e anketinde ihracat 13 milyar dolar, ithalat 21 milyar dolar, açık 8 milyar dolar çıktı. Kurban Bayramı etkisi ile daha düşük gelebilir.

Dışarıda Yunanistan kritik bir tarihi daha atlattı. Almanya ve müttefikleri “havuç-sopa” stratejisinden vazgeçmiyor. İki taraf da geleceğe oynuyor. Sorun çözülmedi ama Yunanistan’ın 2012’yi euro’dan çıkmadan bitirmesi kesinleşti.

CERN üyeliğine destek

Teknoloji Türkiye’nin gündeminde özel bir yere sahiptir. Bilimsel gelişmenin ve teknoloji üretiminin önemi her fırsatta vurgulanır. İhracattan fakirliğe, adeta tüm sorunların sihirli çözümü şeklinde sunulur.

Dolayısı ile Türkiye’nin Avrupa Nükleer Araştırma Teşkilatı (CERN) üyeliğinden vazgeçebileceği haberi çok ses getirdi. Nedeni de garip durdu. Yılda 70 milyon TL civarında bir maliyeti vardı. Karşılığını alamayacağımız düşünülüyordu.

Bilimsel araştırma harcamaları iktisatta “pozitif dışsallık” kavramı ile ele alınır. Nedeni getirisinin belirsiz olmasıdır. Ekonomiye somut etkisini ölçmek imkânsız denecek kadar zordur. Katkısı beklenmedik yer ve zamanda ortaya çıkar.

Aslında bilimsel gelişmişlik düzeyi ile verimlilik arasındaki ilişki simetrik değildir. Bilimsel gelişmişliğe rağmen düşük verim mümkündür. Sovyetler Birliği örnektir. Ama tersi doğru değildir. Yüksek verimlilik mutlaka bilimsel gelişmişlik gerektirir.

Lafı uzatmayalım. Olay Türkiye’ye hiç yakışmadı. Kişi başına yıllık maliyet 1 TL’dir. Uzun dönemde bunun çok üzerinde yararı olacağı bence çok açıktır. Kamuoyu hükümete CERN üyeliği için mutlaka baskı yapmalıdır.

İngiltere hep şaşırtır

İngiltere demokrasinin ve sanayi toplumunun beşiğidir. Sui generis (kendine özgü) bir ülkedir. Geleneklere bağlılığı, Kraliçesi, Lordlar Kamerası, tersten giden trafiği, aykırı ağırlık ve uzunluk ölçüleri, özel okullara “kamu okulu” denmesi vs, liste uzundur.

İngiliz Merkez Bankası (Bank of England 1694’te kuruldu. 318 yıldır başkanı (guvernör) Majestelerinin tebaası arasından seçildi. Bu yıl gelenek bozuldu. Kanada vatandaşı Mark Carney başkan atandı. Başkanın gazete ilanı ile arandığını da ekleyelim. 4 Eylül’de yazmıştım.

Değerlendirmeyi size bırakıyorum.

Yazının devamı...

Dünyada tasarruf oranları

Son iki yazıda dünyada dış açık ve dış fazlanın dağılımına baktım. Türkiye’nin hassas bir sorununa girdiğimi biliyordum. Nitekim tablolar yararlı olmuş. Çok sayıda okuyucumdan mesaj geldi.

Tablolara bütçe açığını ve böylece özel kesim gelir-harcama dengesini eklemiştim. Sonuncusu özellikle dikkat çekmiş. Özel kesim gelir-harcama farkında Türkiye uzak ara en kötü durumda çıkıyordu.

Bu koşullarda dünyada iç tasarruf oranları ile devam etmeye karar verdim. Her zaman olduğu gibi, Dünya Bankası’nın kolay erişilen veri setine gittim. Benzer bir karşılaştırmanın iç tasarruf oranları için yapılabileceğini gördüm.

Gayri safi tasarruf oranı

Dünya Bankası “gayrisafi tasarruf oranı” diyor. Neden “gayrisafi”? Milli gelir verileri ile hesaplanıyor. Milli gelir ise sabit sermayede eskime payını (amortisman) kapsıyor. Nitekim tam adı gayrisafi yurt içi hasıladır (GSYİH).

Maalesef pek çok ülke için 2011 verileri hâlen yayınlanmamış. Dolayısı ile 2010 yılını kullanıyorum. Dış denge tablolarındaki yirmi ülkeden petrolcüleri (S. Arabistan, Norveç, Rusya) çıkardım. Bazı G-20 üyelerini ekledim. 21 ülke oldu.

Kalabalık grafik zor okunuyordu. Sayıyı 14’e indirdim. Çin, Almanya, Hollanda, Japonya gibi tasarruf oranının yüksekliği bilinen ülkeleri koymadım. Singapur ve İsviçre’yi tuttum. Hatırlatma: Rekor yüzde 50 ile Çin’dedir.

2010 yılında Türkiye’nin tasarruf oranı yüzde 13,7’dir. Not: 2011’de yüzde 12,2’ye geriledi. Sadece iki ekonomide iç tasarruf oranı Türkiye’nin altındadır: İngiltere (yüzde 11,9) ve ABD (yüzde 12). Gerisinde ciddi şekilde daha yüksektir.

Grafiği dikkatle inceleyin. 2010’da Türkiye ancak ABD ve İngiltere kadar tasarruf yapmaktadır. 2011’de onların da altında çıkması ihtimali yüksektir.

Özel kesim tasarruf oranı

İç tasarrufun iki bileşeni vardır: Özel tasarruf ve kamu tasarrufu. Bütçe dengesi kamu kesimi net tasarrufunun genelde iyi bir göstergesidir. Dolayısı ile onu kullanarak özel kesim tasarruf oranı bulunabilir.

Dünya Bankası verilerinde nakit bütçe dengesinin milli gelire oranı yer alıyor. Toplayarak özel kesim tasarruflarını elde ettim. Kesinkes değildir; sıralama için yeterlidir.

Türkiye uzak ara en düşük özel kesim tasarruf oranına sahip: Yüzde 15,9. Ardından Brezilya (yüzde 19), Kanada (yüzde 20,5), İtalya (yüzde 20,8), İngiltere (yüzde 22), ABD (yüzde 22,1), Fransa (yüzde 24,2), İspanya (yüzde 24,2) vs. geliyor.

Ayrıntıya inince resmin daha da bozulduğu açıktır. ABD’de bile özel kesim tasarrufları Türkiye’den yüksek çıkıyor. Neden? Hangi politikaların sonucunda? Ne zamandır? Bu kritik sorular “vatandaş çok müsrif” diyerek geçiştirilemez.

Yazının devamı...

Dünyada dış fazla

Küresel piyasaların “manik depresif” kişiliği depreşti. Bir önceki hafta borsalarda felaket çanları çalıyordu. Bu hafta yerini coşku aldı. Önümüzdeki hafta ne yöne gider? Yoğurdu üfleyerek yemeğe devam ediyorum.

İçeride olumlu hava sürüyor. Gösterge tahvilin faizi yüzde 6.2’ye geriledi. İki yıl vadelidir. Enflasyonda hedefler tutsa bile reel faiz ancak yüzde 1 olur. Faizde alt sınır diyebiliriz. İnsan inanmakta zorlanıyor. Döviz sepeti de 2.05 TL civarında sakin seyrediyor.

Bu satırları Kars’ta yazıyorum. Kafkas Üniversitesi’nde Türkiye ekonomisi üzerine bir konuşma yaptım. Üniversite hızla gelişiyor ve güçleniyor. Kentin sosyal yaşamına da çok katkı yapıyor. Akşam Karstore’da hoş bir gece geçirdik.

Dış fazlada ilk on

Perşembe dünyada dış açığa baktık. The Economist’in verilerini kullanarak ilk on ülkeyi sıraladık. Tabloya üç önemli oranı daha ekledik: dış açığın, bütçe dengesinin ve özel kesim gelir-harcama dengesinin milli gelire oranı.

Bazı ülkelerde dış açık mutlaka başkalarında dış fazla demektir. O nedenle resmin tamamlanması için bugün dış fazlaya dönüyoruz. En büyük on ülkeyi sıralıyoruz. Toplamı 1.1 trilyon dolar ediyor. Tablonun en altında Türkiye verilerini hatırlattım.

Dış fazla liginin lideri Almanya’dır. Uzun süre başı Çin çekmişti. Ama küresel kriz sonrasında Çin büyümeyi sürdürmek için iç talebi canlandırdı. Almanya ise buna yanaşmadı. Böylece Çin’i ikinciliğe attı.

Euro bölgesinden Hollanda da ilk ona giriyor (Yedinci). Dış açığın ilk onunda ise euro bölgesinden üç ülke vardı: Fransa, İspanya ve İtalya. Euro Bölgesi’nin temel makro dengesizliğini iyi yansıtıyor.

İlk onda üç petrol ihracatçısı yer alıyor: Suudi Arabistan, Rusya ve Norveç. Ama İsviçre, Singapur, Tayvan ve Japonya gibi doğal kaynağı kısıtlı ülkeler de var. Dış fazlanın milli gelire oranında Suudi Arabistan açık ana birincidir: Yüzde 23. İlginçtir; onu Singapur izliyor: Yüzde 16.4. Doğal kaynak zenginliği ile dış fazla arasında ilişki olmadığı açıktır.

Özel tasarrufun önemi

Keza dış fazla ile bütçe dengesi arasında da anlamlı bir ilişki görülmüyor. Örneğin dördünün bütçe açığı Türkiye’den büyük (yada eşit) çıkıyor. Japonya yüzde 9.5 gibi rekor bütçe açığına rağmen dış fazla veriyor.

Buna karşılık özel kesim gelir-harcama dengesi etkili olduğu hemen görülüyor. İlk onun hepsinde denge artı veriyor. Yani özel kesim gelirinin altında harcama yapıyor. Altısında bu oran yüzde 10’u aşıyor. Birinci ise Singapur: Yüzde 15.5.

Neden böyle oluyor? Neden bazı ülkelerde özel kesim gelirinin altında, başkalarında ise üzerinde harcama yapıyor? Bu sonucu hangi iktisat politikaları etkiliyor? Türkiye’nin dış açık sorununu çözebilmesi büyük ölçüde bu sorulara doğru cevaplar bulunmasına bağlıdır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.