Şampiy10
Magazin
Gündem

Yaprak dökümü

İki gün ara ile iki sınıf arkadaşımı kaybettim. Ekonomi aniden gözüme çok önemsiz gözüktü. Hangi bilgeden duyduğumu hatırlamıyorum. Hayatın anlamı dört kelime ile özetlenir demişti: İnsan doğar, yaşar, ölür. Sonsuz evrende bir nokta, ebediyette bir an...

Esas hüner doğumla ölüm arasındaki süreyi iyi kullanabilmekte yatıyor. Bazen çok kısa oluyor. Sadece geride kalanların gönlünde izler bırakıyor. Diğerlerine daha uzun zaman tanınıyor. Onlar noktayı büyütmek, ölümsüzlüğe ulaşmak için debeleniyor.

Aslında bunun imkansızlığını bilmiyor muyuz? Pekala biliyoruz. Galiba insanı ilginç kılan da bu. Asla umudunu kaybetmiyor. Pes etmiyor. Ben yaparım, yapmalıyım diyor. Evrendeki hiçliğine karşı direniyor.

Sevgili Mehmet Ali

Mehmet Ali ile geçmişimiz neredeyse altmış yıla gidiyor. Galatasaray Lisesinde yatılı okuduk. Bir yıl önce başlamıştı. Sonra bize geldi. 12 Edebiyat’tan beraber mezun olduk. Son sınıf yatakhanesinde pencere kenarını almıştı. Aramızda iki yatak vardı.

Sosyal enerjisi o zaman da boldu: Okul dergisi, yıllığın ve son sınıf çayının organizasyonu, tiyatro kolu vs. Sahneyi severdi. Güzel ve ikna edici konuşurdu. Etrafına insan toplar ve onları çalıştırırdı. Lider özelliği o günden belirgindi.

Herhalde siyasete atılır diye düşünmüştüm. Yanılmışım. Gazeteciliği seçti. İlginç şekilde, mesleğinin ve aile ilişkilerinin sağladığı bütün olanaklara rağmen aktif siyasete bulaşmadı. Sadece daha iyi gazeteci olmaya odaklandı. Bunu başardı.

İki kanıtı var. Biri meslektaşlarının yazdığı methiyelerdir. Gerçekleştirdiği ilkleri anlattılar. Diğeri son birkaç günde sıradan vatandaşın gösterdiği ilgi ve sevgidir. Gönüllerde böyle taht kurmak az faniye nasip olur.

Daha da önemlisi, bir zoru becerdi. Siyasete girmeden siyasi aktör olabildi. Benzer siyasi duyarlılıkları paylaştık. Türkiye’nin aydınlık yüzünü, Galatasaray Lisesi’nin güzel değerlerini temsil etti. Allah rahmet eylesin, sevgili kardeşim.

Sevgili Toktamış

1962 sonbaharında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi birinci sınıfına beraber başladık. Takip eden yirmi yılı aynı çatı altında geçirdik. Ben iktisat kürsüsüne asistan oldum. Toktamış siyaset ilmine geçti. Akademik ünvanlarımızı bile aynı tarihlerde aldık.

YÖK sonrasında ben üniversiteyi bıraktım. Ama İstanbul Bilgi Üniversitesi bizi tekrar biraraya getirdi. Kuruluşuna beraber katıldık. Kuştepe’de komşu odalarda oturduk. Hoş kahkahaları hâlâ kulağımda çınlıyor.

Siyasi görüşlerimiz uyuşmazdı. Hep farklı zihniyet dünyalarında dolaştık. Ama dostluğun sıcaklığını korumayı bildik. Son dönemde sağlığı çok bozulmuştu. Buraya kadarmış. Allah rahmet eylesin, sevgili arkadaşım.

Yazının devamı...

Maliye politikası

Mali piyasalarda coşkulu günler sürüyor. İMKB rekor üstüne rekor kırıyor. Gösterge faiz yüzde 6’nın altına indi. Yoğun sermaye girişi doları 1.75 TL’ye, döviz sepetini 2.05 TL’ye doğru itiyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum.

Ekim istihdam verisini TÜİK açıkladı. İşsizlik oranı geçen yılla aynı, yüzde 9.1 çıktı. Üstelik mevsim etkisi arındırılınca eylüle kıyasla 0.1 puan düştü. Düşük büyümeye rağmen hızlı istihdam artışı şaşırtıcıdır. Ayrı bir yazı gerektiriyor.

Merkez Bankası ve TÜİK tarafından müştereken hesaplanan tüketici güven endeksi aralık sonuçları yayınlandı. Kasımdaki güçlü artışın ardından cüzi bir gerileme var. Ama yakın gelecek için tüketici iyimser.

2012’de araç piyasası ilk kez Avrupa’da beşinci sıraya yükseldi. İlk dördü yakalamak çok zor duruyor: Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya. Otomobilde altıncıyız. Ama İspanya ile aradaki fark çok azaldı. 2013’te yakalarız.

Bütçe disiplini sürüyor

Maliye Bakanlığı 2012 bütçe gerçekleşmesini açıkladı. Hazine nakit dengesi bütçe açığının boyutunu göstermişti. Bütçe dengesinde geçen yıla kıyasla 10 milyar TL civarında bozulma beklediğimi daha önce yazdım.

1 milyar TL oynadı. 2012’de bütçe açığı geçen yıla göre 11 milyar TL artışla 29 milyar TL’ye yükseldi. Milli gelire oranı yüzde 2 ediyor. 2011’de yüzde 1.4 olmuştu. Yani 0.6 puan arttı.

Kamuoyunun IMF’li günlerden kalma bir alışkanlığı var. Faiz-dışı denge hâlâ ciddiye alınıyor. 2012’de faiz-dışı denge 5 milyar TL azalarak 20 milyar TL’ye indi. Milli gelirin yüzde 1.4’ü ediyor. Geçen yıla göre 0.5 puan geriledi.

2012’de faiz ödemeleri ise 6 milyar TL artarak 48 milyar TL’ye yükseldi. Milli gelirin yüzde 3.4’üdür. Geçen yılın 0.1 puan üstündedir. Net borç ve faizde düşüşe rağmen bu artış arızidir. 2013’te tekrar başını aşağı çevirir.

2012’de büyümenin yüzde 8’lerden yüzde 3’ün altına gerilediğini hatırlayalım. Bu sonuçlar ekonomide yavaşlamaya rağmen kamu maliyesinde disiplinin sürdüğüne yeterli kanıttır. Büyük AB ülkeleri arasında Almanya hariç en küçük bütçe açığıdır.

Gereksiz sıkılaştırma

Küresel kriz sonrasında bütçe açığının milli gelire oranının seyri grafikte görülüyor. Yıllık verileri kullanıyoruz. 2008 sonunda bütçe açığı yüzde 1.8 iken Eylül 2009’da yüzde 5.7 ile zirveye tırmandı. Maliye politikasının krize tepkisini yansıtıyor. Desteklemiştim.

Ekonomi canlanınca bütçe açığı da hızla geriliyor. 2011 sonunda yüzde 1.4 ile dibe vuruyor. Dış açıkla mücadele için talep kısılınca Eylül 2012’de yüzde 2.3’e yükseliyor. Ama son çeyrekte gene geriliyor.

Nedeni sonbaharda maliye politikasının sıkılmasıdır. Vergiler arttı. Aynı anda faiz-dışı harcamalar kısıldı. O zaman eleştirdim. Sonuçlar beni haklı çıkardı. TL’ye değer kazandıran süreci tetiklediğini de özellikle vurgulamak istiyorum.

Yazının devamı...

2013’te gelişmiş ekonomiler

Dolar dün 1.77 TL’nin altını gördü. Geri planda euro karşısında değer kaybı yatıyor. Son baktığımda parite 1.34’e yaklaşmıştı. Dolayısı ile döviz sepeti pek oynamıyor. 2.07 TL bir tür alt sınır oluşturdu. AB’ye ihracat yapan kesimler için iyi haberdir.

Euro/dolar paritesi nereye gidiyor? Tekrar 1.60’ları görme ihtimali var mı? Pek çok kişinin merak ettiğini biliyorum. Paritenin uzun dönemde seyrini inceleyen bir yazıyı hazırladım. Ama bir türlü sıra gelmiyor.

Bugün iki önemli veri var. Maliye Bakanlığı 2012 bütçe gerçekleşmesini açıklıyor. Hazine’nin nakit açığı 25 milyar TL çıkmıştı. Bütçe açığı da o civarda gelir. Ayrıntılarına ayrı bir yazıda bakarım.

TÜİK Ekim istihdam ve işsizlik verilerini yayınlıyor. Eylül-kasım dönemini kapsıyor. Yavaşlayan ekonominin istihdama olumsuz etkileri belirginleşiyor. İşsizlik oranı yükselir.

Keynes’çilere destek

Son dönemde gelişmiş ekonomileri ihmal ettim. Yılbaşında dünya konjonktürü üzerine görüşlerimi bile yazmadım. Araya serpiştirdiğim birkaç küçük gözlemle yetindim. Onun dışında Türkiye’ye odaklandım. Bazen böyle oluyor.

Taze bir haberle başlayalım. ABD’de gevşek maliye politikası yanlısı Keynes’çi cepheye IMF’den şaşırtan bir destek geldi. Başiktisatçı Blanchard’ın gene IMF’li Leigh ile müşterek çalışması Amerikan İktisat Derneği ocak toplantısında çok ses getirdi.

Makale özel kesim talebinin yetersiz kaldığı durumlarda bütçe açıklarının yararlı olduğunu gösteriyor. Yani mevcut konjonktürde gevşek maliye politikasını açıkça savunuyor. Adı: “Büyüme Tahmini Hataları ve Bütçe Çarpanları” (www.imf.org).

IMF’in önceliği bütçe disiplini yerine büyümeye tanıması çok sevindiricidir. AB’de Merkel’in tavrını yumuşatmasında etkili olabilir.

Farklı konjonktürler

Gelişmiş ülkelerin 2013 büyüme, enflasyon ve dış açık (milli gelire oran) tahminlerini The Economist’ten aldım. Büyük yatırım bankalarının ve özel tahminci kuruluşların ortalamasıdır. Son sayıda (12 Ocak) yayınlandı.

Yukarıda en büyük üç gelişmiş ekonomi yer alıyor. Onları Euro bölgesinin büyük ekonomileri izliyor. Son sıraya doğal kaynak ihracatçısı Avustralya’yı ekledim.

Gelişmiş ülkelerde büyüme performansının farklılaştığı hemen görülüyor. 2013’te ABD, Japonya ve Avustralya’da büyüme düşüyor. Ama Almanya’da yükseliyor. Euro bölgesinde ise küçülme azalıyor.

2013’te enflasyon sadece bir ülkede (Avustralya) artıyor. Diğerlerinde ya sabit kalıyor ya düşüyor. Yavaşlamaya rağmen, Japonya hariç, enflasyonun pek de düşük seyretmediğini hatırlatalım.

2013’te dış açık veren ülkelerden sadece birinde (gene Avustralya) açık büyüyor. Diğerlerinde geriliyor. Fazla verenlerde ise azalan (Almanya), sabit (Japonya) ve artan (Euro bölgesi) var. Avrupa’da dış dengesizliğin düzelmesi olumlu bir gelişmedir.

Yazının devamı...

Türkiye’nin dış borcu

Hazine ilginç bir karar aldı. Anlaştığı iki kredi derecelendirme kuruluşundan birini değiştirdi. Moody’s kaldı. Ama olumsuz raporlar yazan S&P yenilenmedi. Yerine Türkiye’nin notunu yükselten Fitch tercih edildi.

Bence bir fırsat kaçırıldı. Kamu borcunun milli gelire oranı düştü. Hazine’nin yurt dışında borçlanma ihtiyacı adeta hiç yok. Pekala ikisi de bırakılabilirdi. Üstelik TL üzerinde değerlenme baskısı hafiflerdi. Ne diyelim; bekara boşanmak kolay gelirmiş!

Kasım cari işlemler açığı 4.5 milyar dolar çıktı. Piyasa 4.8 milyar dolar bekliyordu. Böylece onbir aylık dış açık 45 milyar dolara geriledi. Geçen yıldan 25 milyar dolar düşüktür. Yılı 51 milyar dolar civarında bitirir.

Bu yıl dış açığın ve enflasyonun gerilemesi “sıcak paracıları” çok üzdü. İkisine de düşmez dediler. Tutmadı. Son bir umutları daha kaldı. Bundan sonra ikisinin de artışa geçmesini heyecanla bekliyorlar. Umut zenginin ekmeği...

Borç hassas konudur

Net kamu borcuna yeni tanım getiren Perşembe yazım ilgi uyandırdı. Ekodiyalog ortağım Ege Cansen’le uzun bir telefon konuşması yaptık. Muhasebenin (ve muhakemenin) baş ustasıdır. Beni sınava çekti. Notu da kıttır. Galiba geçtim.

Borç konusunda Türkiye’nin kent efsaneleri dirençlidir. Örneğin vatandaş kamu borcunun sürekli arttığına inanır. Bütçe açığının azaldığına, borç oranının gerilediğine asla ikna olmaz.

Diğeri dış borçlardır. Türkiye’nin dış borcu bir şekilde kamunun dış borcu ile özdeşleştirilir. Eskiden kamu borcu ile Türkiye’nin dış borcunun toplandığı bile olurdu. Neyse artık yapılmıyor.

Türkiye’nin dış borç stoğu verilerini çeyrek bazında Hazine yayınlıyor. Eylül sonu (üçüncü çeyrek) sonuçları açıklandı. Brüt ve net borç için ayrı seriler var. Brüt borç hesabında kamu ve özel kesim ayırdediliyor. Ama brüt dış varlıklar için bu kategoriler kullanılmıyor. Neticede net dış borcun kamu ve özel kesim arasında dağılımı görülmüyor. Hazine’nin ayıbıdır.

Özel dış borç artıyor

2002 sonunda Türkiye’nin dış borcu 130 milyar dolar yada milli gelirin yüzde 56’si idi. 87 milyar doları (üçte ikisi) kamuya, 43 milyar doları (üçte biri) özel kesime aitti. Dönem boyunca dış borç stoğu arttı ama milli gelire oranı ve kamunun payı azaldı.

Eylül 2012 sonuçlarını aşağıdaki tabloda özetledim. Toplam dış borç 326 milyar dolara, kamu borcu 109 milyar dolara, özel kesim borcu 217 milyar dolara yükseldi. Yani özel kesim borcu 2002’ye göre dört kat, toplam borç ise bir buçuk katı arttı. Brüt dış borcu halen kamu, özel bankalar ve reel kesim dış borcu eşit (üçte bir) paylaşıyor. Kamu bankaları ve TCMB çıkınca Hazine’nin payı dörtte bire, milli gelire oranı da yüzde 11’e geriliyor.

Eylül sonu için Türkiye’nin net dış borcunu ise Hazine 192 milyar dolar hesaplıyor. Milli gelirin yüzde 25’i ediyor. 2002 sonunda 88 milyar dolardı (milli gelirin yüzde 38’i). Yukarıda söyledim. Net dış borcun kamu ve özel kesim arasında dağılımı yayınlanmıyor.

Yazının devamı...

Üçüncü çeyrekte kamu borcu

Kasım sanayi üretimi beklenenden daha iyi geldi. Geçen yıla göre toplam sanayi üretimi yüzde 11,3, imalat sanayi yüzde 13,3 arttı. Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca ekime göre toplam sanayide yüzde 1,5, imalat sanayinde yüzde 1,8 artış var.

Sanayi üretimi toparlanıyor mu? Bayramın bu yıl ekime kayması resmin net görülmesini engelliyor. Üretimin toparlanması ekonomi yönetimini sevindirecektir. Ben aralık verilerini beklemeyi tercih ediyorum.

Hazine 2012 nakit gerçekleşmesini yayınladı. Bütçenin öncü göstergesidir. 2011’de 15 milyar TL olan nakit açığı 2012’de 25 milyar TL’ye yükseldi. Bütçe dengesinde öngördüğüm 10 milyar TL bozulma ile uyumludur.

Faiz-dışı nakit fazlası ise 3 milyar TL azalışla 20 milyar TL’ye indi. Yani bozulmanın büyük bölümü faiz ödemelerinden kaynaklanıyor. Ayrıntılı analizi bütçe sonuçlarının açıklanmasından sonrasına bırakıyorum.

Maliye politikası ve borç stoğu

Bütçe dengesi ile kamu borcu arasında birebir ilişki vardır. Bütçenin akım değişken, kamu borcunun ise stok değişken olduğunu unutmayalım. Muhasebe ilkeleri birikmiş bütçe açıklarının borç stoğuna eşit olmasını gerektirir.

Fiilen bu kural çalışmaz. Bir nedeni devletin sermaye kazanç ve kayıplarının bütçeye konmamasıdır. Örneğin TL değer kazanınca dış borcun TL tutarı azalır. Sermaye kazancıdır. Ama bütçeye gelir yazılmaz. Tersi de geçerlidir.

Bu nedenle borç stoğundaki değişim kamu dengesinin en kapsamlı göstergesidir. Bütçe sonuçları ne olursa olsun, borç stoğunda artış kamu dengesinde nominal açık, borç stoğunda azalış nominal fazla demektir.

Dolayısı ile kamu borç stoğu maliye politikasını değerlendirirken çok yararlı bilgiler taşır. Örneğin milli gelire oranına bakarak maliye politikası sıkı mı gevşek mi sorusunu daha kolay cevaplayabiliriz. Keza reel kamu dengesini hesaplayabiliriz.

Net borç azalıyor

Kamu borç stoğu üçüncü çeyrek verileri Hazine tarafından yayınlandı. Brüt borç stoğu ile başlayalım. Yıl sonuna göre 14 milyar TL artışla 561 milyar TL’ye yükseldi. İç borçta 19 milyar TL artış, dış borçta ise 5 milyar TL azalış var. Brüt borcun milli gelire oranı 0.1 puan düşüşle yüzde 42’ye geriledi.

Gelelim net borç stoğuna. Yıl sonuna göre 38 milyar TL düşerek 252 milyar TL’ye geriledi. Net borç/milli gelire oranı 3 puan düşerek yüzde 19’a indi. Brüt borç 14 milyar TL artarken net borç 38 milyar TL nasıl azalır? Kamu menkul varlıkları 52 milyar TL arttı. Çoğu (36 milyar TL) Merkez Bankası döviz rezervlerinden geliyor.

Döviz rezervlerini düşelim. IMF’nin kullandığı “finansal olmayan net kamu borcu” tanımına uyuyor. Yılbaşına göre borç stoğu 2 milyar TL azalarak 431 milyar TL’ye geriliyor. Milli gelire oranı yüzde 31’dir.

Kamu dengesinin nominal fazla vermesi yabancıların düşük zannedilen faize rağmen TL tahvillere neden yöneldiğini de bence açıklıyor. Ne dersiniz?

Yazının devamı...

Petrol fiyatları

Kasım sanayi üretimi bugün yayınlanıyor. Piyasa yüzde 10,5 artış bekliyor. Yüksek artış bayramın ay değiştirmesinden kaynaklanıyor. Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış endekse bakacağız. Esas aralık ayı önem kazanıyor.

Merkez Bankası reel efektif döviz kuru (REDK) aralık sonuçlarını açıkladı. Üretici ve tüketici fiyatlarına göre hesaplanıyor. İkincisi ayrıca gelişmiş ve gelişen ekonomilere ayrılıyor. 2012’de dört endekste de TL ortalama yüzde 1 değer kazandı.

Ünlü Fransız aktör Gérard Depardieu (Oburiks) vergi artışını protesto için Rusya vatandaşlığına geçti. Gençliğimde “komünistler Moskova’ya” denirdi. Yeni moda “zenginler Moskova’ya”; nereden nereye...

The Economist’in kapağı: “Amerika Avrupalılaşıyor”. Demokrat Obama’da Fransız beresi, Cumhuriyetçi Boehner’de deri Bavyera pantolonu var. Ne diyor atalarımız? Gülme komşuna gelir başına...

Kuşbakışı on yıl

Enflasyonu analizin zorluklarına sık değiniyorum. Farklı etkenleri ayrıştırmak gerekiyor. Biri maliyet ve talep etkileridir. Özellikle nispi fiyatların değişimi önem kazanır. Diğeri geçici ve kalıcı unsurlardır. Vergi artışı iyi örnektir.

Pazar günü “orta vadeli eğilimlerin dışına çıkan nispi fiyat hareketlerinden” söz ettim. Enerji, gıda ve kuru örnek verdim. Gıda fiyatlarında yaşanan dalgaların 2012’de enflasyonu nasıl etkilediğini gösterdim.

Bugün uzun dönemde enerji fiyatlarına bakıyorum. Biraz malumu ilan gibi oluyor ama gene de resmin tümünü hatırlamakta yarar var. Çünkü enflasyon tartışmalarında bazen ihmal edildiğini izliyorum.

Türkiye petrolü “Brent” fiyatından ithal ediyor. Günlük ve aylık bazda çok dalgalanıyor. Eğilimin daha iyi görülmesi için grafikte üç aylık ortalamaları kullandım. Mart 2013-Aralık 2012 arasını kapsıyor.

Ocak 2003’te petrolün varili 31.2 dolara satılıyordu (aylık ortalama). Yıl içinde 28 dolara kadar geriledi. Mart 2004’te hâlâ 31 dolardı. Sonra hızla artmaya başladı. 2008 yazında 133 dolara ulaştı. Yani 4.2 katına çıktı.

Küresel krizde 40 dolara kadar geriledi. Ama orada fazla kalmadı. Şubat 2011’de 103 dolara, Mart 2012’de 125 dolara tırmandı. Ardından 110 dolar civarında dalgalanmaya başladı. 2003 başının 3.5 katıdır.

Tarih kimseyi beklemez

Doğal olarak, petrol fiyatında iki yükseliş dalgası Türkiye’de enflasyonla mücadeleyi ciddi şekilde zorlaştırdı. Maliyet artışları fiyatlara yansıdı. Genel endeksin uzun süre çekirdek enflasyonun (ÖKTG-I) üzerine çıkardı. Yani işi epey karıştırdı.

Enflasyonla mücadelenin petrol fiyatının yükseldiği döneme rastlaması bir şanssızlık mı? Teknik anlamda evet; ama genel anlamda hayır. Sık sık vurgularım. Tarih kimseyi beklemez. Zamanında yapmadığın işin faturasını mutlaka ödetir.

Ya bundan sonrası? Petrolde yukarı baskının kırıldığı rivayeti güçleniyor. 2013’te yatay seyretmesi bile enflasyonu olumlu etkiler. Normalleşmeye katkı yapar. Gerilerse daha da hoş olur. Ticaret haddine ve denge kuruna etkisine ayrıca bakacağım.

Yazının devamı...

2012’de enflasyon

ABD’de maliye politikası üzerinden yürütülen siyasi kavgaya kısa süreli de olsa ara verilmesi mali piyasaları sevindirdi. Dünya borsaları ateşkesi yükselerek kutladı. Dow Jones Endeksi 13.500’e yaklaştı. İMKB yeni rekorlar kırmayı sürdürdü. Nereye kadar?

Öte yandan Fed’in son toplantı tutanakları ortalığa saçılan 2 trilyon dolar likiditeden tedirginliğin arttığını gösterdi. Geri çekme opsiyonları konuşuluyor. Doğal olarak altın fiyatları hemen düştü. Dolar euro karşısında değer kazandı. Şaşırtıcı değildir.

İçeride döviz kuru biraz gevşedi. Sepet kur 2.06 TL’nin altına indi. İlginç şekilde devlet tahvili faizleri yukarı yönlü hareketini sürdürüyor. Gösterge faiz yüzde 6.5’a yaklaştı. Tahvil piyasasının normalleşmesi diyebiliriz.

Tarihi rekor ama...

Aralık enflasyon verileri piyasa beklentisi ile uyumlu geldi. Tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) yüzde 0.4 yükseldi. Böylece TÜFE yılı yüzde 6.2 artışla bitirdi. Son 44 yılın en düşük yıl sonu enflasyonu olduğunu Merkez Bankası bile vurguladı.

“Yıl sonu” anahtar sözcüktür. Yoksa oniki aylık enflasyon 2009’un sekiz, 2011’in beş ayında daha düşük çıkmıştı. Toplamı bir yıldan fazla (onüç ay) ediyor. Gerçek tarihi rekor ise Mart 2011’de yüzde 4.0’le kırılmıştı.

Üretici fiyatları endeksi (ÜFE) için de benzer bir durum vardır. Yılı yüzde 2.5 artışla bitirdi. Gene yıl sonu için tarihi rekordur. Ancak daha düşük on ay vardır: Biri 2005’de, biri 2007’de, sekizi 2009’da. Gerçek rekor ise Temmuz 2009’da eksi yüzde 3.8’le kırılmıştı.

Yanlış anlaşılmasın. Enflasyonda elde edilen sonucu küçültmeye çalışmıyorum. Sadece kayda geçirmek istedim. Enflasyonun yüzde 6’ya gerilemesine üzülenlerden de değilim. Tersine, tahminime çok yakın geldiği için mutluyum.

Ocak 2012’de Merkez Bankası anketinde yıl sonu enflasyonu yüzde 7.4 çıkmıştı. Ben yüzde 6.5 dedim. Yıl içinde ekonomide esas riski enflasyonun tırmanmasından çok büyümenin gerilemesinde gördüğümü her fırsatta tekrarladım. Haklı çıktım.

Gıda dalgaları

Son dönemde orta vadeli eğilimlerin dışına çıkan nisbi fiyat hareketleri enflasyonun analizini (ve tahminini) çok zorlaştırdı. Üçü önemli: enerji, kur ve gıda. Arz kökenli etkenler deniyor. O nedenle kira ve berber fiyatları yararlı göstergelere dönüştü.

Ayrıntılarına yıl içinde değindim. Özellikle gıda fiyatlarını pertavsız altına aldım. Bir: endekste ağırlığı yüksektir. İki: Artış kalıcı olmayabilir. Dolayısı ile dalga dönünce enflasyonu hızla aşağı çeker diye uyardım. Son ayların hikayesi bundan ibarettir.

2010’dan bugüne TÜFE’de (çizgi) ve gıda fiyatlarında (sütun) yıllık değişim grafikte izleniyor. 2013’de gıdada yeni bir yukarı yönlü dalga halinde TÜFE’nin de tırmanacağı kolayca kestiriliyor. Uzun dönemli eğilimlere başka bir yazıda bakacağım.

Yazının devamı...

Para politikasını anlamak

ABD son dakikada “bütçe uçurumuna” düşmekten kurtuldu. Yumurta kapıya gelince yasama organı yılın ilk günü çalışmak zorunda kaldı. Bir paket üzerinde anlaşma sağlandı. Obama’nın onayına yollandı.

Böylece dünya ekonomisi de gereksiz bir sıkıntıdan kurtuldu. Ama çabuk sevinmeyin. Sorun çözülmedi. Bütçe açığı ve kamu borç düzeyi hâlâ önemli bir siyasi kutuplaşma nedenidir. Yeni bir kriz her an patlayabilir.

Kasım dış ticaret verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Piyasa dış ticaret açığını 6.4 milyar dolar bekliyordu. İhracat tuttu ama ithalat daha yüksek geldi. Dış açık 7.2 milyar dolar oldu. Kurban bayramı etkisi karşılaştırmayı zorlaştırıyor. Aralık verileri çıkınca ayrıntısına bakacağım.

TÜİK bugün aralık enflasyonunu açıklıyor. İTO’nun İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi aralıkta yüzde 0,4 arttı. Piyasa tüketici fiyatlarında yüzde 0,4 artış öngörüyor. Ben biraz daha iyimserim. Yüzde 6 hedefinin tutacağını düşünüyorum.

Yararlı bir sunum

Geçen hafta Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen para politikası panelini duyurmuştum. Seyfettin Gürsel yönetti. Merkez Bankası’ndan Hakan Kara bir sunum yaptı. Murat Üçer, Cevdet Akçay ve ben tartıştık.

Benim dışımdaki katılımcıların sunumları BETAM’ın sitesine konuldu (http://betam.bahcesehir.edu.tr ). Maalesef sıkışık bir dönemime denk geldi. Konuşmamı yayınlanabilir hâle getiremedim. Para politikası ile ilgilenenlere sunumları dikkatle incelemelerini tavsiye ederim.

Hakan Kara para politikasının genel çerçevesini çizdi. Adı içeriğini iyi özetliyor: “Para politikasını anlamak”. Merkez Bankası’nı para politikasında yeni arayışlara yönlendiren nedenlerle başladı. Ardından geliştirilen yeni araçları ayrıntılı şekilde açıkladı. Sonra son iki yılın konjonktürünü bu perspektiften değerlendirdi. Tahmin edileceği gibi, yeni politikayı başarılı buluyor.

Bilgi Üniversitesi son sınıfta para politikası dersini veriyorum. Son haftaları Türkiye’nin güncel konularına ayırırım. Bu yıl yeni para politikasına odaklandık. Son derste Kara’nın sunumunu kullandım. Yeni politikanın zaman içinde evrimini de görme fırsatını verdi.

Döviz kuru politikası

Sunumda Merkez Bankası’nın döviz kurunu kredi artışı ile eşdeğer bir politika hedefi gördüğü net şekilde ifade ediliyor. Sayfa 15’in başlığı: “Finansal istikrar açısından döviz kuru”. Metni aynen alıyorum.

“Döviz kurundaki aşırı değerlenme başta bilanço kanalı olmak üzere birçok kanaldan sistemik riski artırarak makroekonomik ve finansal istikrarı bozabilmektedir. Türkiye gibi yükselen ekonomilerde yerli para biriminin hızlı değerlenmesinden olumlu etkilenen firma bilançoları kredi büyümesini ivmelendirici etki yapabilmektedir. Yerli paranın aşırı değer kaybetmesi de belirsizlik ve bilanço kanalından finansal istikrarı olumsuz etkilemektedir.

TCMB, yeni politika çerçevesinde döviz kurundaki aşırı hareketlere kayıtsız kalmamaktadır.”

Döviz kurunun favori konularımdan biri olduğu biliniyor. Anlaşılan 2013’te de çok kur tartışacağız.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.