Şampiy10
Magazin
Gündem

Dünyada dış açık

Para Politikası Kurulu sürpriz yapmadı. Uzun süredir ilk kez karar piyasaların öngörüsü ile bire bir örtüştü. Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora öğrencilerim arasında anket yaptım. Sadece koridorun üstü iner ve ROK artar çıktı. Tam tuttu.

Kararın yazımında değişiklik var. TL değer kazanırsa hem koridorun alt sınırı hem gösterge faiz inebilir diyor. Döviz kuruna “yazılı müdahale” sayılır. Ama piyasalar etkilenmedi. Kur sepeti 2.05 TL’de kaldı.
Moody’s de şaşırtmadı. Türkiye’nin notunu değiştirmediğini açıkladı. Malum sebepler sayılıyor: dış açık, enflasyon, siyasi riskler vs. Halk Bankası’na yurt dışından gelen talep fazla ciddiye alınmadığını gösteriyor.

“Bunu da gördük Netekim!” Milliyet’in manşeti duygularımı yansıttı. 12 Eylül darbecilerinin yargılanması talebini yirmi küsur yıl önce seslendirmiş, mutlaka olacaktır demiştim. Failler yaşarken gerçekleşmesinin “kıymet-i harbiyesi” vardır.

Dış açıkta ilk on

The Economist bu hafta Fransa’yı kapak konusu yaptı. Fransız bayrağının renklerinden (mavi-beyaz-kırmızı) bir kurdelenin sardığı patlayıcılar ve yanan bir fitilin altında “Avrupa’nın kalbindeki saatli bomba” yazıyor.

Seyfettin Gürsel Radikal’de “Fransa’yı bırak, Amerika’ya bak” diyor. İçimden “İngiltere’yi de unutma” diye eklemek geldi. Büyük ülkelerin dış ve bütçe dengelerine bakmaya karar verdim.

The Economist 42 ülke ve Euro bölgesinin göstergelerini yayınlıyor. Dünya ekonomisinin yüzde 90’ını temsil ettiğini sanıyorum. Oradaki verileri tabloya döktüm. En büyük dış açığa sahip 10 ülkeyi kapsıyor. Toplamda 1 trilyon dolar dış açık ediyor.

İlk sütun dış açığın mutlak değerini veriyor. Büyükten küçüğe sıralanıyor. Yanında dış açığın milli gelire oranı ve bütçe dengesinin milli gelire oranı var. Son sütun özel kesimin gelir-harcama dengesini yansıtıyor.

Türkiye’nin yeri

Dış açıkta Türkiye beşinci sırada yer alıyor. ABD ayrı bir âlem; asla ulaşamayız. İngiltere de zorlar. Ama Hindistan ve Fransa mümkün; bir yıl önce dış açık ikisinin de üstüne tırmanmıştı. Milli gelire oran sıralamasında ise Türkiye açık ara birinci çıkıyor.

Hepsinin bütçesi açık veriyor. İlk üç sırayı İngiltere, İspanya ve ABD alıyor. Türkiye sekizinciliğe geriliyor. Brezilya ve Avustralya’nın daha küçük bütçe açıkları var. Bütçe ile dış açık arasında ilk bakışta güçlü bir ilişki gözükmüyor.

Özel kesim harcama-gelir dengesi sadece üç ülkede eksi çıkıyor. İlginç şekilde, bunlar en düşük bütçe açığına sahip ülkeler. Ama bu kez Türkiye gene açık ara birinci oluyor. Özel tasarruflarda rekor düşüşü yansıtıyor.
Bu resim kısmi kalıyor. Fazla veren ülkelerle tamamlanması gerekiyor. Pazar günü devam edeceğim.

Yazının devamı...

Üçüncü çeyrekte işsizlik

Para Politikası Kurulu bugün olağan aylık toplantısını yapıyor. Gelişmeler biliniyor. Fitch Türkiye’nin kredi notunu yükseltti. Enflasyon ve dış açık geriledi. Obama seçimi kazandı. Faizler rekor düzeylere indi.

Piyasa ne bekliyor? CNBC-e banka ve aracı kurumlara soruyor. 15 iktisatçı cevaplamış. Ne diyorlar? Politika faizinde sadece iki kişi indirim bekliyor. Buna karşılık tümü koridorun üst sınırında, yarısı ise alt sınırında indirim öngörüyor.

Zorunlu karşılıklarda değişiklik beklenmiyor. TL için bir, döviz için bir kişi artış diyor. Rezerv opsiyon katsayısında ise oranlar tersine dönüyor. Bir kişi hariç herkes artış tahmin ediyor. Piyasa beklentisini özetleyelim: Faiz koridoru yukarıdan 0.5 puan daralıyor ve ROK 0.1 puan artıyor. Gerisi sabit kalıyor. “Bekle gör” anlayışına tekabül ediyor. Bakalım, Merkez Bankası piyasaları şaşırtacak mı?

İşsizlik ve siyaset

Ekonomi geliştikçe toplumun ve siyasetin işsizliğe duyarlılığı artar. Nedeni ücretli istihdam artarken ücret-dışı istihdamın azalmasıdır. Köylü ve esnaf işinden olmaz. Geliri düşer. Ücretle çalışan için işsizlik çok farklıdır. Geliri sıfırlanır. 2000 öncesinde Türkiye’de ücretli oranı yüzde 50’ye ulaşmazdı. Özellikle 2001 sonrasında artan istihdamın tümü ücretli kategorisinde gerçekleşti. Global kriz öncesinde yüzde 60’ı gördü. Şimdi yüzde 63’e geldi. Örneğin AB’de yüzde 80’in üzerindedir.

Nitekim, gelişmiş ülkelerde ekonomide başarının ve başarısızlığın nihai göstergesi işsizlik düzeyidir. Siyaseti bire bir etkiler. İktisat politikaları kısa dönemde bile işsizliğin seyrini göz ardı edemez. Sanırım lafı nereye getirmek istediğimi anladınız. Türkiye’nin de bu düzeye geldiğini düşünüyorum. Örneğin iktisat politikasının sadece istikrara odaklanması artık gerçekçi değildir. İşsizlikte artış politikanın sürdürülebilirliğine ciddi kısıtlar getirecektir.

Eğilimler

Mevsim etkisinden arındırılmış işsiz sayısı ve işsizlik oranı TÜİK tarafından yayınlanıyor. Aylık veriler Ocak 2005’te başlıyor. Neredeyse sekiz yıl eder. İşsizliğin seyri grafikte özetleniyor.

Dönemin tümü için ortalama işsizlik oranı yüzde 11’dir. Dikey ekseni orada kestim. Ancak küresel krizi de kapsıyor. Kriz öncesinde ortalama işsizlik oranı yüzde 10,3’tü. 2011 sonrasında ise yüzde 9,5’a düştü. Durum grafikte çok net görülüyor.

Yakın geçmişe dönelim. İşsizlikte tarihi zirve yüzde 14,7 ile Mart 2009’da gerçekleşti. Sonra sürekli geriledi. Haziran 2012’de yüzde 8,9 ile tarihi dibe vurdu. Ardından yönü değişti. Ağustosta yüzde 9,3’e yükseldi. Son bir yılın en yüksek işsizlik oranıdır. Mevcut konjonktürde yüzde 10 pek uzakta durmuyor. Üstü ekonomi yönetimi için tehlikeli alandır. Evdeki hesabın çarşıda bozulmasıdır. Benden söylemesi...

Yazının devamı...

Üçüncü çeyrekte dış açık

Küresel mali piyasaların keyfi yerinde değil. Gelişmiş ülke borsaları düşüşe geçti. Likidite bolluğunun şişirdiği hisse senedi balonunun sonu mu? Birkaç kez evet dedim; yanıldım. Sütten ağzım yandı, yoğurdu üfleyerek yiyorum.

Ağustos (üçüncü çeyrek) istihdam verileri beklendiği gibi geldi. İşsizlik oranı yüzde 8.8’e yükseldi. Temmuz’a göre artış 0.5 puandır. Mevsim etkisi arındırılınca da 0.1 puan artışla yüzde 9.2’a çıktı. Ayrıntısına Salı günü gireceğim.

Ekim bütçesi de sürpriz yapmadı. Faiz-dışı denge Eylül’den sonra tekrar açık verdi. Oniki aylık bütçe açığı ise yıl sonu hedefini aştı. Bayramın Ekim’e kaymasının etkisi olabilir. Kasım-Aralık performansı önem kazanıyor.

Tüketici güven endeksi Ekim sonuçları yayınlandı. Vatandaşın morali bozuluyor. Endeks 2010 başından bu yana en düşük değerine geriledi. İç talep için kötü haberdir. Sürmesi halinde son çeyrekte büyümeyi olumsuz etkiler.

Dış açıkta hızlı daralma

Eylül ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Piyasa cari işlemler açığını 3 milyar dolar öngörüyordu. Ben daha düşük çıkar dedim. 2.7 milyar dolar oldu. Geçen yıl 6.4 milyar dolardı. Düzelme 3.7 milyar dolar demektir.

Neticede yıllık açık o kadar azaldı. Ağustos’da 58.5 milyar dolar iken Eylül’de 54.8 milyar dolara geriledi. Ekim 2011’in tarihi rekorunun 22.6 milyar dolar altındadır.

Bu iyileşmenin kökenine bakalım. Enerji ithalatı dış açığı 6.3 milyar dolar arttırıyor. Yani enerji hariç açık 28.9 milyar dolar geriliyor. Ancak bunun içinde çok tartışılan altın ihracatı var: 8.9 milyar dolar. Velhasıl altın-enerji hariç dış açık 20 milyar dolar daralıyor.

Geri planda altın hariç ihracatın artması ve altın-enerji hariç ithalatın düşmesi yatıyor. TL’nin değer kaybı, euro bölgesi resesyon, ekonomide yavaşlama, vs. yani konjonktür gelişmeleri devreye giriyor. Konu önemlidir; ayrınsını bir başka yazıya bırakıyorum.

Milli gelire oranı

Kritik gösterge dış dengenin milli gelire oranıdır. Yıllık veriler konjonktürün kırılmasını göstermez. O nedenle çeyrek bazında oranları mevsimlik etkiden arındırdım Üçüncü çeyreği yüzde 11.7 nominal milli gelir artışı varsayımı ile hesaplıyorum.

Dış açık/milli gelir oranının Eylül 2007’den Eylül 2012’ye seyri grafiktedir. Dikey ekseni neden yüzde 6’da kestim? Hükümetin sürdürülebilir kabul ettiği dış açık düzeyidir. Küresel kriz öncesinde bu değer civarında istikrarlıdır.

Küresel krizde dış açık hızla kapanıyor. Ekonominin dibe vurduğu Mart 2009’da sıfırlanıyor. Ama ekonomi toparlanınca daha da hızlı patlıyor. İki yıl sonra (Mart 2011) yüzde 10.6 ile tarihi zirveyi görüyor. Sonra tekrar inişe geçiyor.

Üçüncü çeyrekte oran yüzde 6.1’dir. Hedefe ve kriz öncesi ortalamasına eşittir. Üçüncü çeyrekte düşüşün yavaşladığı görülüyor. Bir buçuk yılda düzeltme 4.2 puandır. Uygulanan iktisat politikalarının başarı hanesine yazıyoruz.

Yazının devamı...

2060 için farklı senaryolar

Başkan Başçı bir mülakatta TL’nin fazla değerlenmesine izin verilmeyeceğini vurguladı. Reel kurla ilgili sınırlar verdi. Döviz kuru hemen etkilendi. Sözlü müdahale diyebiliriz. Sepet 2.05 TL’nin üzerine çıktı.

Bugün üçüncü çeyreğin iki önemli verisi açıklanıyor. Biri eylül ödemeler dengesidir. Piyasalar 3 milyar dolar cari işlemler açığı öngörüyor. Biraz daha düşük çıkabilir. Yıl sonu beklentisi 58 milyar dolara geriledi. Yılbaşında 65 milyar dolardı.

Diğeri ağustos istihdam verileridir. Temmuz-eylül dönemini kapsıyor. İki aydır istihdam durağandı. Ekonomideki yavaşlama gecikerek de olsa işsizliğe yansır. Boyutunu merak ediyoruz.

Ayrıca ekim bütçe sonuçları yayınlanıyor.. Vergi artışları ve Fitch’in kredi notunu yükseltmesi maliye politikasını geri plana attı. Para politikası öne çıktı. Gene de konjonktür gidişat hakkında ipuçları taşıyacaktır.

2060’da kişi başına gelir

Geçen yazıda OECD’nin 2060 tahminlerini anlattım. Bir dizi önemli ayrıntıya giremedim. Özellikle 2030-60 döneminde Türkiye için öngörülen büyüme hızını makul bulmadığımı söyledim. Bugün devam ediyorum.

Büyüme hızını daha anlaşılır bir büyüklüğe, kişi başına gelire dönüştürelim. 2011’de satınalma gücü paritesine göre 2005 fiyatları ile kişi başına gelir Türkiye’de 13.500 dolar, ABD’de 42.500 dolar. Türkiye ABD’nin yüzde 32’si düzeyinde.

OECD senaryosunda Türkiye 2030’da 26.500 dolara, 2060’ta 45.000 dolara çıkıyor. Böylece 2060’ta ABD’nin bugünkü düzeyi yakalanıyor. Ama ABD’de büyüyor. Neticede ABD’ye oranı 2030’da 15 puan artışla yüzde 47’ye, sonraki 30 yılda ise 5 puan artışla yüzde 52’ye yükseliyor.

İki dönemin performans farkı ilgimi çekti. 50 yılık ortalama büyüme hızı Türkiye’den yüksek ülkelere baktım. Bunlar tabloda görülüyor. Küçük ülke olduğu için Brezilya ile aynı hızı tutturan Estonya’yı almadım. Bilgi için ABD ve Yunanistan’ı ekledim.

Neden olmasın?

Çin ve Hindistan 1 milyarı aşan nüfuslu iki devdir. Bize örnek olamaz. Endonezya ile başlıyorum. Aynı büyümeyi tuttursak ne olur? Kişi başına gelir 2030’da ABD’nin yüzde 55’ine (31 bin dolar), 2060’ta yüzde 93’üne (82 bin dolar) yükseliyor.

2011-2030 döneminde Türkiye zaten Güney Afrika ve Brezilya’dan hızlı büyüyor. Sonrasında onlar gibi büyümesi hâlinde 2060’da ne olur? Yüzde 2,3 ile (Güney Afrika) yüzde 59’a, yüzde 2,1 ile (Brezilya) yüzde 55’e ulaşıyor.

Son olarak bana makul gelen bir senaryoyu hesapladım: İlk dönemde yüzde 4, ikincisinde yüzde 3 büyüme. Kişi başına gelir 2030’da ABD’nin yüzde 50’sine (28 bin dolar), 2060’da yüzde 78’ine (69 bin dolar) çıkıyor.

Ya Yunanistan? OECD’nin tahmininde Yunanistan’ın kişi başına geliri 2060’da bile Türkiye’den 1.000 dolar yüksek (46 bin dolar) çıkıyor. İnandırıcı bulmadığımı söylemeliyim.

Yazının devamı...

2060’ta Türkiye ekonomisi

OECD’nin analizlerine önem verdiğim biliniyor. Bizim neslin gözünde yeri farklıdır. 1990’ların ortasına kadar, Türkiye ekonomisi için en güvenilir verileri OECD yayınlardı. Dört gözle Türkiye raporunu beklerdim. İş Bankası Yayınları getirirdi.

Kökeni Soğuk Savaş’ın hemen öncesine, Marshall planına gider. Sovyet tehdidine karşı Avrupa’ya ABD yardımını yönetmek için kuruldu. Türkiye de kurucudur. Bugünkü statüsüne 1960’ta kavuştu. Sonrasında diğer ülkelere açıldı. “Zenginler Kulübü” de deniyor.

Soğuk Savaş bitince kabuk değiştirdi. Ekonomik konularda resmi bir küresel düşünce üretim merkezine dönüştü. İyi tarafı ABD’nin siyasi etkisinin daha az hissedilmesidir. Profesyonel kadrosu çok kalitelidir.

Uzun dönemli tahminler

Son çalışması dünya ekonomisinin uzak geleceğini inceliyor. İki rapor var. Daha az teknik olanı: “2060’a Bakarken: Uzun Dönem Küresel Büyüme Görünümü”. İngilizce (ve Fransızca) metin sitesinde yer alıyor (www.oecd.org).

Bekleneceği gibi, 50 yıl sonrasını tahmin etmek zor ve riskli bir iştir. Bu tür tahminlerin tutma ihtimali yok denecek kadar azdır. Mutlaka arada ciddi yol kazaları oluşur; eğilimler tersine döner vs. Gene de “hiçten iyidir” mantığı ile bunlar yapılır.

Modelin genel hatlarını raporda yazılanlardan çıkartıyoruz. Zaten uzun dönemde büyümenin temel belirleyicileri biliniyor: Yatırım, eğitim, nüfus ve çalışan nüfus, teknoloji ve verimlik, mali istikrar vs.

50 yıl biri 20 diğeri 30 yıllık iki alt döneme bölünüyor: 2011-30 ve 2030-60. 2005 sabit dolar fiyatları ile satınalma gücü paritesi ile (SGP) milli gelirin ve kişi başına milli gelirin ortalama artış hızları hesaplanıyor. Ayrıca, 1995-2011 fiili sayıları da veriliyor.

Türkiye’nin durumu

Türkiye’nin durumu aşağıdaki tabloda özetleniyor. Diğer ülkelere girmedim. Dünya, OECD ülkeleri ve geri kalan dünya ile karşılaştırıyorum. Sayılar kişi başına gelirin ortalama yıllık artış tahminleridir. En altta ise Türkiye’nin 42 ülke arasında sırası gösteriliyor.

Onunla başlayalım. Yakın geçmişte onuncudur (Şili ile paylaşıyor). 2012-30 döneminde dördüncülüğe tırmanıyor. 2030 sonrasında yirminciliğe düşüyor (Kanada, İngiltere, İsviçre ve Slovenya ile paylaşıyor). Dönemin tümünde ise yedinci çıkıyor (Şili ve Meksika ile paylaşıyor).

İki alt dönem arasındaki performans farkı çok çarpıcıdır. 2030’a kadar dünya ortalamasından 1.4 puan daha hızlı büyüyor (yüzde 3,6). Sonra ise dünya ortalamasını ancak yakalayabiliyor (yüzde 1,8). Bana hiç makul gelmediğini söylemeliyim.

Doğal olarak tahminlerin başka ilginç sonuçları da var. Yerim bitti; bir başka sefere...

Yazının devamı...

Üçünçü çeyrekte sanayi üretimi

Eylül sanayi üretimi verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Böylece üçüncü çeyrek için büyümenin ve konjonktürün önemli bir göstergesi kesinleşti.

Piyasaların yaşadığı sürprizi medyadan izlemiş olmalısınız. Geçen yıla göre sanayi üretiminde yüzde 2.2 artış bekleniyordu. Üç katına yakın geldi. Toplam sanayi ve imalat sanayi üretimi yüzde 6.2 arttı. Hemen “sanayinin çarkları dönüyor” başlıkları atıldı.

Ağustos’ta sert düşüşün ardından (yüzde 1.5’tan 1.8’e revizyon gördü) şöyle yazmıştım. “Başta uzun bayram tatili, geçici etkenlerden kaynaklandığı kanısındayım. Eylül’de telafi eder. Zaman serilerinde böyle dalgalanmalar olağandır.”

Benzer bir güçlü artış takvim ve mevsim etkisi arındılınca da görülüyor. Ağustos’a göre toplam sanayide yüzde 3.9, imalat sanayinde yüzde 4 üretim artışı var. Yukarıdaki “telafi” sözcüğüne tam uyuyor.

Eğilimler

Üçüncü çeyrek verileri ile devam edelim. Bir önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıyoruz. Yılın ilk yarısı ile başlayalım. Sanayi üretimi, toplamda ve imalat kesiminde ilk çeyrekte yüzde 2.8 ve yüzde 1.8, ikinci çeyrekte yüzde 3.4 ve yüzde 3.1 artmıştı.

Üçüncü çeyrekte artış, aynı sıra ile, yüzde 2.7 ve yüzde 2.2 oldu. Dolayısı ile toplam sanayi için artış önceki iki çeyreğin altındadır. İmalat sanayi ilk çeyreğe kıyasla biraz daha yüksek ama ikinci çeyreğe göre düşmüştür.

Sanayinin yaz aylarında yavaşlaması yıllık ortalamalarla daha belirgin hale geliyor. İkinci çeyrekte toplam sanayide yüzde 5, imalat sanayinde yüzde 4.7 artış vardı. Üçüncü çeyrekte, aynı sıra ile, yüzde 3.9 ve yüzde 3.2’ye geriliyor.

Dikkatinizi çekerim. Bu veriler geçmişi yansıtıyor. İçinde bulunduğumuz son çeyrekte (Ekim-Aralık dönemi) talep ve üretimin nasıl seyrettiği hakkında elde bilgi yok. Ekonomi tekrar hızlanabilir mi? Evet; ancak çeyreğin ilk yarısında bu yönde bir işaret yoktu.

Üçüncü çeyrekte büyüme

İmalat sanayi üretimi artışı ile milli gelir büyüme hızı arasında güçlü bir ilişki vardır. Krizde imalat sanayi üretimi milli gelire kıyasla daha sert düşmüştü. Dolayısı ile toparlanma döneminde daha hızlı büyüdü. 2011’de ilişki dengelendi.

Grafikte çubuklar çeyrek bazında imalat sanayi üretimi artışını, çizgi büyüme hızını gösteriyor. 2011’in ikinci çeyreğinden bu yana imalat sanayi üretimi ve milli gelirde artış hızının birbirine çok yakın seyrettiği görülüyor.

Üçüncü çeyrekte büyüme ne olur? İmalat sanayi ile milli gelir arasındaki ilişkide beklenmeyen bir kayma olmadığı takdirde ilk çeyrekten düşük çıkar. Ne kadar? Kesin bir tahmin değil ama yüzde 2 duruyor. Yıllık büyüme hızı yüzde 3.3’e iner.

Yılın tümünde ne olur? Kredi notu artışı, düşen faizler, vs. sayesinde önümüzdeki bir buçuk ayda talebin kıpırdadığını varsayalım. Son çeyrekte büyümeyi yüzde 3.5’a yükseltelim. 2012’de büyüme yüzde 2.9’a geriliyor. Hükümetin son tahmininin de altındadır.

Yazının devamı...

Artan kredi notunun etkileri

ABD’de başkanlık seçimi beklendiği kadar başa baş geçmedi. Oy verenlerle yapılan anketlerde Obama önde gidiyordu. Nitekim zorlanmadan kazandı. Oy oranı yüzde 50’ye ulaştı. Kadın ve gençler arasında ve kent içlerinde güçlü çıktı. Sanırım dünya rahat bir nefes aldı. Romney’in kökten piyasacı ve “kemer sıkmacı” politikalarından herkes çok zarar edecekti (kaybet-kaybet). Küresel ekonomi kısa dönemde çok hırpalanacaktı. Amerikan seçmeni felaketi engelledi.

Ancak, bu sonuç küresel dengesizliklerin düzelmesini garantilemiyor. Sadece çözüm çabalarının zamana yayılması fırsatını sağlıyor. Obama’nın (ve geri kalan dünyanın) bu süreyi iyi kullanması gerekiyor. Yoksa alternatif artık bellidir. İçeride üst üste gelen iyi haberlerin yarattığı olumlu hava sürüyor. Gösterge tahvil faizi yüzde 6,9’un altına indi. Sepet kur 2,02 TL’ye yaklaştı. Bugün Eylül sanayi üretimi açıklanıyor. Piyasa yüzde 2,2 artış bekliyor.

Küresel kriz derecelendirme kuruluşlarının güvenilirliğine ağır bir darbe vurdu. “Yatırım yapılabilir” notunu bol kepçe dağıttıkları biliniyor. Lehman’a ve Yunanistan’a en yüksek notları (!) vermişlerdi. Türkiye’ye tavırları ise tam zıddı oldu. Nedense bize karşı sıfırcı hoca kesildiler. Türkiye’nin notu ekonomik temellerin ve uygulanan politikaların gerektirdiğinin çok altında tutuldu. Büyük haksızlık yapıldı. Bu durum içeride ve dışarıda eleştirildi.

Nihayet üç büyüklerden biri (Fitch) Türkiye’nin notunu üst kategorinin (yatırım yapılabilir) ilk kademesine yükseltti. Yani daha çok yolumuz var. Diğer ikisi (S&P ve Moody’s) hâlâ ona bile direniyor.

Teknik ayrıntılara girmek istemiyorum. Hazine’nin döviz ve TL ile borçlanmasına ayrı not veriliyor. Fitch ikisini aynı düzeye getirdi. Moody’s TL notunu daha önce muadil düzeye yükselti. Ama dövize dokunmadı.

Genelde olumlu bir haberdir. Hazine’nin borçlanma faizlerinde bir düşüş sağlar. Ancak etkisi kısıtlıdır. Piyasalar derecelendirme kuruluşlarını beklemedi. Hazine’nin borçlanma faizlerini çoktan düşürdü. Son karar malumun ilanından ibarettir.

Karar, uygulanan ortodoks olmayan para politikalarına önemli bir destektir. Fitch özellikle ekonominin yumuşak inişi gerçekleştirme yolundaki başarısını vurguluyor. Merkez Bankası’na ve politikasına ağır eleştiriler yönetenlerin canı sıkılmıştır.

Doğrusu ben de pek sevinemedim. Nedenlerim farklı. “Yatırım yapılabilir” notu Türkiye’ye mutlaka sermaye girişini güçlendirecektir. Böylece TL’nin değer kazanması süreci yeniden başlayacaktır.

Eminim “100 milyar dolar geliyor” başlıklarını siz de gördünüz. Gelip de ne olacak? Türkiye ürettiğinden daha da fazla tüketecek; dış açık tekrar tırmanacak; yapay saadet zinciri eninde sonunda kopacak... Buna mı sevinelim?

Ancak bu derdin çaresi de vardır. Not artışının TL’ye değer kazandırması bir kader değildir. Gerekli politika tedbirleri zamanında ve etkili şekilde devreye sokulursa rekabetçi kur düzeyi pekâlâ korunabilir. İktisat politikasının öncelikli hedefi bu olmalıdır.

Yazının devamı...

ABD’nin kritik seçimi

İçeride iki iyi haber var. Ekimde yıllık enflasyon yüzde 7,8’e geriledi. Yüzde 7’nin altı gözüktü. Fitch nihayet Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir düzeyine yükseltti. Sevindiricidir. Ama dış açık ve ihracatçı için kötü haberdir. Ayrı yazı gerektiriyor.

Bugün Amerika, Cumhurbaşkanı’nı seçiyor. Aslında oy verme daha önce başladı. Pek çok eyalet posta, e-mail, internet vs. seçim sandığına gitmeden oy kullanma hakkını tanıyor. Türkiye de artık bu yöntemleri düşünmelidir.

Yarış kelimenin tam anlamı ile başa baş geçiyor. İki adayın oy oranları çok yakın. Ancak ABD’de başkanlık seçimi iki derecelidir. Eyalet delegelerinde çoğunluğu sağlayan kazanır. Çok oy alan kaybedebilir. Örneği çoktur.

Bir adayın bariz üstünlüğü hâlinde sonuç çabuk belirlenir. Bu kez öyle olmayabilir. İtirazlar, yeniden saymalar vs. uzun sürebilir. 2000’de genç Bush’un ilk seçimini hatırlayın. Heyecanlı bir bekleyiş olacaktır.

Büyük kutuplaşma

İki partili siyasi yapılarda seçim platformları genellikle merkez seçmene yönelir. Nedeni radikal önerilerin seçim kaybettirmesidir. Dolayısı ile partiler arasında köklü anlayış farkları oluşmaz. Ayrıntılar ve uygulama öne çıkar.

ABD iyi bir örnekti. Ancak son 10-15 yıldır yeni eğilimler belirdi. Toplumda kültürel, ekonomik ve siyasi kutuplaşma derinleşti. Ekonomik krizin katkısı küçümsenemez. Ama başka etkenler de var.

Kendine özgü tarihi nedenler, birey-devlet çelişkisinin ABD’de çok keskin yaşanmasına yol açmıştır. Anayasanın amacı bireyi devlete karşı korumaktır. Toplumda adeta anarşizan bir bireycilik fevkalade yaygındır.

Nitekim ekonomiye devlet müdahalesi sınırlıdır. Refah devleti kurumları zayıftır. Yeniden dağılım mekanizmaları Avrupa’ya kıyasla yetersizdir. Ayrıca geç tesis edilmiştir. Zaten bunlara karşı güçlü bir muhalefet hep var olmuştur.

Derindeki kavga bu seçimde iyice su üstüne çıktı. 1980’lerde ilk provası yapılmıştı. Reagan’ı (ve İngiltere’de Thatcher’ı) hatırlayalım. Kalıcı olamadı. Demokrat başkanlar (Clinton ve Obama) kamu müdahalesini sürdürdü.

Krugman özetliyor

Çatışmanın refah devleti eksenini New York Times’da Paul Krugman çok net özetliyor. Not: Krugman Obama yanlısıdır.

“Eğer Obama yeniden seçilirse, sağlık sigortası kapsamı genişler, zenginlerin ödediği vergi artar ve Wall Street daha sıkı düzenleme altına alınır. Eğer Romney kazanırsa, sağlık sigortası kapsamı daralır, zenginlerin vergileri 80 yıldır görülmemiş düzeye geriler ve mali mevzuat eski (gevşek) hâline geri döner”.

Diğer eksen makro politikadır. Demokratlar büyüme ve istihdama öncelik veriyor. Keynes’çi politikaları savunuyor. Cumhuriyetçiler ise devleti küçültmek istiyor. Çözümü kemer sıkmakta (ve para basmayı durdurmakta) görüyor.

Bu açıdan çok kritik bir seçimdir. Dünya ekonomisini etkileyecektir. Romney’nin kazanmasının sonuçlarını tahayyül etmekte zorlanıyorum. Tahmin edeceğiniz gibi, tereddütsüz Obama’yı destekliyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.