Çocuklarla ilgili en sık dile getirilen şikayet dikkatini toplayamama ve öğrenmeye karşı isteksizliktir. Çocukların dikkatini uzun süre toplayarak, kitap okumasını sağlayacak ve böylece öğrenme sorunlarını çözmeye katkıda bulunacak harika bir önerim var: “Uzmanlık Alanı Uygulaması”.Anaokulundan üniversiteye kadar birçok çocukla ilgili en sık dile getirilen şikayetler arasında dikkatini toplayamama ve öğrenmeye karşı isteksizlik vardır. Öyle ki, çocuklara, “Ders çalış!” dersin çalışmaz, “Kitap oku!” dersin okumaz. Sonuçta sınavlarda ve derslerde istenen performansı da gösteremez. Bu süreç kısırdöngü halinde sürer gider. Çoğu zaman hem anne-babalar hem de öğretmenler bu duruma bir türlü çözüm üretemez ve çaresizlik içinde kalırlar. Özellikle çocukların dikkatlerini geliştirmek amacıyla okulda ve evde yapılan çalışmalar, daha çok “mekanik dikkat becerileri” ile sınırlı. Oysa, mekanik dikkat becerilerini geliştirmek yeterli değil. Dikkat kapasitesi ve kalitesi ile ilgili en önemli özellik, “belirli bir konuda uzun süreli dikkatini toplayıp sürdürebilmek”tir. Bu özellik, sadece sınav ve ders başarısı için değil, hayattaki başarıda da en önemli yeterliliklerden biri. Dikkat becerilerinin yanında, “Çocuklara kitap oku!” demek de sonuç vermez. Çünkü, bu mesajın özü de amaca hizmet etmez. Kitap okumak, amaç değil, araçtır. Bu nedenle, çocuklara sürekli olarak kitap okuması söylendiğinde, araçla amaç yer değiştirir. Kaldı ki, çocuk kitap okumaya ikna olsa da, sorun çözülmez. Çünkü, okunabilecek olan yüzlerce kitap var ve hangilerinin okunması gerektiği konusunda çocuğun zihni çok net değil. Aslolan, “hedefli okuma”dır. Amaç ve hedef oluşturmak ise hiç kolay bir şey değil.Çocukların dikkatini uzun süre toplayarak, kitap okumasını sağlayacak ve böylece öğrenme sorunlarını çözmeye katkıda bulunacak harika bir önerim var: “Uzmanlık Alanı Uygulaması”. Anaokulundan üniversitenin sonuna kadar rahatlıkla uygulanabilir bir öneri uzmanlık alanı uygulaması. Uygulamanın ayrıntıları şöyle:1. Çocuk belirli bir konuda uzman ilan edilmeli:Anaokulu için bir örnek verecek olursak; örneğin, anaokulunda çocuklara, önceden hazırlanmış ve üzerinde çeşitli nesne, olay, durum resimleri (köpek balığı, deniz anası, dinozor, uçak, uzay gemisi, gezegenler vb.) olan kartlar gösterilir. Çocuğa “Sen artık istediğin bir konuda uzman olacaksın. Şimdi bu kartlar arasından uzman olmak istediğini seçebilirsin” diyerek, bir kartı seçmesi sağlanır.2. Uzmanlık alanı ile ilgili ünvanlar, işaretler, kartlar vb. kullanılmalı: Örneğimizden devam edersek, diyelim ki, çocuk köpek balığını seçmiş olsun. Çocuğun yakasına “Köpek Balığı Uzmanı” olduğunu gösteren resimli bir kart yapıştırılır. Defterlerine ve kitaplarına köpekbalığı ile ilgili semboller yapıştırılır. Arkadaşlarına ve yakın çevresindeki büyüklere, çocuğun köpek balığı uzmanı olduğu söylenir. Böylece, çocuğun kendini köpek balığı uzmanı olarak görmesi ve bu kavramla benliği arasında ilişki kurması sağlanmış olur. Bir anlamda uzman olmanın prestiji yaşatılır.3. Uzmanlık alanı ile ilgili çocuğun bilgisine başvurulmalı: Okulda, evde ya da herhangi bir ortamda, çocuğun uzmanlık alanına ilişkin bir konu gündeme geldiği anda -ki bazen kasten gündeme getirilmelidir- onun bilgisine ve görüşüne başvurulmalı. Böylece bu konudaki birikiminin işe yaradığı duygusu geliştirilmiş olur ve motivasyonu artırılmış olur. Bilgisini ve birikimini göstereceği fırsatlar sunulduğunda, çocuğun uzmanlık alanına daha fazla sahip çıkması kaçınılmazdır.4. Uzun bir süre geçtikten sonra uzmanlık alanı değiştirilmeli: Çocuğun uzmanlık alanı ile ilgili belirli bir süreden sonra değişikliğe gidilmesi yararlı olur. Böylece, konu çeşitliliği sağlanmış ve farklı alanlarda ilgisi ve birikimi de geliştirilmiş olur. Ancak, uzmanlık alanı değişikliğine giderken çocuğun da fikri alınmalı ve onun da ikna olması sağlanmalı. Bu değişikliğin yapılacağı zamanlar yaş grubuna göre değişiklik gösterebilir. Anaokullarında ayda bir olabilirken, ilkokullarda iki ayda bir, ortaokulda öğretim döneminde bir, lisede ise yılda bir değişiklik olabilir.Bu uygulama okulda da, evde de geliştirilerek rahatlıkla yapılabilir. Nitekim, öğretmenlerine verdiğim bir seminerde paylaştığım uygulamayı daha da geliştirerek hayata geçiren Özel Tarsus Amerikan SEV İlköğretim Okulu, uygulamadan oldukça iyi sonuçlar aldı ve yıl boyunca bu uygulamayı devam ettirme kararı aldı. Önemli olan, çocuklarımızın doğasını ve ihtiyaçlarını yakından tanımak ve buna uygun olarak daha yaratıcı ve gerçekçi çözümler üretmek. Aksi halde, zorlayıcı yöntemlerle bir yere varmak çoğu zaman pek mümkün değil.“Uzmanlık alanı uygulaması”nın çocuklara kazandırdıkları şunlardır- Çocukların benlik algıları güçlenmekte ve kendilerini özel hissetmektedirler.- Öğrenme motivasyonları belirgin şekilde artmakta ve uzmanlık alanına ilişkin her fırsatta öğrenme çabası gösterir.- Belirli bir konuda merak duygusu güçlenmekte ve o konuya ilişkin ilgisi güçlenir.- İlgilendiği konuyla ilgili dikkatini yoğunlaştırarak uzun süre devam ettirmesi mümkün hale gelir. - Televizyonda, kitaplarda, internet sitelerinde uzmanlık alanı ile ilgili konular hemen dikkatini çekmekte ve o konuda öğrenme isteği artıyor. Amaca uygun kullanılmaya başlanmakta; kitap okuma isteği de olumlu yönde gelişir.
Geçmişle kıyaslandığında biraz daha bilgi ile haşır neşir olmamıza rağmen, yine de bilimsel bilgiyi çok içselleştirdiğimiz söylenemez. İşte bu kısmi bilgilenmiş halimiz, genel olarak işimize yarasa da kimi zaman kafamızı da karıştırıyor. Öyle ki, günümüzde anne-babaların bir çoğu bu kısmi bilgilere dayanarak yanlış çıkarımlar yapabiliyor ve bu çıkarımlarından hareketle çocuklarıyla kurdukları ilişkilere de bu kafa karışıklığını yansıtabiliyor.Bugün, anne-babaların bir çoğu, çocuklarıyla iyi iletişim kurmak için onlarla arkadaş olmaları gerektiğini düşünüyor ve bunun için de çaba harcıyor. Böylece hem kendilerini hem de çevrelerini, modern bir çocuk yetiştirme anlayışına sahip olduklarına ve çocuklarıyla daha demokratik bir ilişki kurduklarına inandırmaya çalışıyorlar. Hatta zaman zaman çevrelerine yaptıklarının doğruluğunu söyleyip bununla gurur duyuyorlar...Çocuklarınıza rastgele davranma hakkınız yokBu düşüncenin altında, kaliteli iletişimin sadece arkadaş-arkadaş ilişkisinde kurulabileceği, anne-babalık ilişkisinin pek de kaliteli olamayacağı kabulü vardır. Anne-baba olmak, çocuğuna rastgele davranma hakkını vermez. Sağlıklı bir ilişkinin gerektirdiği tutum ve davranışlar nelerse, anne-babaların da buna uygun davranması beklenir.Anne-babaların çocuklarıyla arkadaş olmaları doğru mu?Hayır. Çünkü onların yeterince arkadaşı var. Çocuklar, anne-babalarından arkadaş olmalarını değil, ebeveyn olarak yerlerinde durmalarını isterler. Yani sanıldığı gibi, çocuklar buna pek de istekli değildir. Kaldı ki, çocukla arkadaş olma fikri bir çok açıdan tartışmalıdır. Bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz.Gerektiğinde otorite kullanılır ama arkadaşlık önemli Otorite güç demektir ve bütün ilişkilerde güç dengesinden söz edebiliriz. Ancak, ebeveynlik otoritesi, anne-babaya çeşitli haklar vermektedir. Örneğin, çocuğa kurallar ve sınırlar koymak, hata yaptığında kızmak, ödevlerini yapması için zorlayıcı olmak vb. gibi tepki biçimleri ebeyvenlik rollerinin içerisinde az veya çok yer alır. Çocuklar, ebeveynlerinin otorite kullanmalarına kimi zaman kızsalar da, bu otoriteyi kabul eder ve onun sayesinde kendilerini daha güvende hissederler. Ancak, arkadaşlık ilişkisi genel anlamda eşitler ilişkisidir. Klasik otorite ilişkisi arkadaşlık ilişkisinde çok da geçerli değildir. Herkes uygunsuz da olsa istediğini söyler ve konuşurken çok da düşünme ihtiyacı duymaz. Kimse birbirine herhangi bir konuda zorlama yapamaz. Anne-babalar, çocuklarının önce insan, sonra çocuk, sonra da öğrenci olarak görmelidirler. Çocuklarıyla ilişkilerinde ebeveynlik rollerini gözardı etmemelidirler. Sonuçta arkadaşçılık oynamak yerine anne-babalık rollerini iyi yapmalıdırlar. Anne-babalığın içgüdüsel doğallığı onlara çoğu zaman doğru yolu gösterecektir. Çocuklarının gelişimine yapacakları en büyük katkı da bu yolla olabilir. Çocuklarına arkadaş olarak değil, anne-baba olarak kalite sunmalıdırlar.Anne-babalık rolleri ile arkadaşlık rolleri birbirinden farklıdırHayatımızdaki bütün ilişkiler öncelikle “insan-insana ilişki”dir ve insanların birbiriyle kurdukları bütün ilişkiler için geçerli temel insani değerler vardır. Sağlıklı ilişkilerin hepsinde, saygı, dürüstlük, içtenlik ve sevgi gibi değerler olmak zorundadır. Bu değerler üzerine kurulan ilişki ve iletişimler kişilerin hayatına anlam ve keyif katar. Bununla birlikte, genel anlamda “insan-insana ilişki”nin belirlediği çerçevenin içinde de çeşitli sosyal rollerimiz bulunmaktadır. Bu toplumsal rollerimiz, kurduğumuz ilişkilerin sınırlarını ve çeşitli davranış biçimlerimizi belirler. Örneğin, hasta-doktor ilişkisi, esnaf-müşteri ilişkisi, karı-koca ilişkisi, öğretmen-öğrenci ilişkisi, yöneten-yönetilen ilişkisi gibi. Sonuçta, anne-baba ile çocuk arasındaki ilişki de bu ilişki biçimlerinden biridir ve kendine özgü kuralları vardır. Anne-babalık, koruyuculuk, müdahalecilik, sevme, otorite kullanma, destekleme gibi pek çok tutum ve davranış biçimini barındıran bir roldür. Bu roller belirli ölçülerde doğaldır. Oysa arkadaşlık ilişkisi, daha eşitlikçi, her duygunun yaşanabildiği, sırların paylaşıldığı, zaman zaman abartılı sayılabilecek espri ve şakaların yapıldığı bir ilişkidir. Bu ilişkinin doğasında da bu tür davranışlar vardır. Hiç bir anne-baba, çocuğunun arkadaşlarıyla yaptığı her tür şakayı kendisine yapmasını hoş karşılamaz. Çünkü, onlar gerçek anlamda bir arkadaş değildir. O halde, her ilişki kendi rol ve sınırları içerisinde olduğunda çok daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkar diyebiliriz.
Çocuk yetiştirirken anne babaların en sık kullandığı kelimelerden biri de ‘hayır’dır. Bu süreçte çocuk kızabilir veya ağlayabilir. İki tarafı da mutlu edecek çözümü bulmalısınızAnne-baba ve çocuk arasındaki ilişkilerde kurallar, sınırlar ve özgürlükler konusu her zaman tartışma konusu olmuştur. Her ailede özgürlükler ve yasaklar arasındaki sınırlar farklı anlayışlarla şekillendirilir. Hemen hemen her çocuk, doğası gereği ailesinin koyduğu bu sınırları test eder ve aşmaya çalışır. Kimi zaman bunu başarır, kimi zaman ise başaramaz. Anne-baba ve çocuk arasındaki bu ip çekme oyunu, çocuk yürümeye başladığı andan itibaren başlar ve ergenliğin sonuna kadar devam eder.Bu ip çekme oyunu, gelişimin bir parçasıdır ve doğaldır. Bir anlamda çocuk, ailesiyle giriştiği bu mücadeleyi kazandığı ölçüde bireyleşir, özgürleşir ve kendine yeter hale gelir. Anne-babalar da içgüdüsel olarak bu oyunun diğer tarafında yer alır. Çocuğun yaptığı manevralar karşısında onlar da kendi manevralarını yapar ve biraz çocuğu koruma içgüdüsü biraz da kendi egolarını tatmin etme dürtüsüyle yasaklar ve sınırlar koyarlar.Bu süreçte çocukların anne-babalarından en sık duydukları söz “Hayır!” olur. Bu sözün arkasına uzayıp giden bir sürü şey eklenir:- “İnternete girmene izin vermiyorum.”- “Derslerini yapmadan dışarı çıkamazsın.”- “Bugün arkadaşlarınla görüşmeyeceksin.”- “Geç saate kadar kalamazsın.”Anne-babanın çocuğuna gösterdiği bu tepkiler, çoğu zaman çocuğun ya öfkelenmesiyle ya da ağlamasıyla sonuçlanır. Aslında ilişkinin en zor ve hassas noktalarından biri de burasıdır. Herkesi memnun edecek bir çözüm bulmak da zordur.Ego savaşı olmasın, kelimeleri doğru seçinBir insanın herhangi bir durumda karşısındakine doğrudan “Hayır!” demesi, karşı tarafın alnının ortasına atılmış yumruk gibidir. Bir anlamda sözel şiddet ve güç gösterisidir. Bu sözcüğün bilinç altımızdaki kodu “Ben senden daha güçlüyüm, ben seni döverim” olarak çevrilebilir. “Hayır!” sözcüğünü duyan bir insanda negatif duygular tetiklenir ve artık söylenecek şey duyulamaz hale gelinir. O andan itibaren mantık kilitlenir ve tamamen duygu alanına taşınmış bir çatışmanın fitili ateşlenmiş olur. Artık egolar savaşa başlamıştır. Çocuğun egosu engellenmiş hisseder; anne-babanın egosu da dikkate alınmamış ve sözü dinlenmemiş hisseder. Gerek aile içi ilişkilerde gerekse diğer sosyal ilişkilerimizde bir çok çatışma, sözlerin ve sözcüklerin doğru seçilememesinden çıkar.“Hayır!” demeden hayır kelimesi nasıl kullanılır?Kültürümüzde ve dilimizde “hayır” sözcüğü çok yerleştiğinden, dili değiştirmek oldukça zordur. Ancak unutmamak gerekir ki, dilimizi değiştirdiğimizde duygu durumumuzu, düşünme biçimimizi de değiştiririz. Aşağıdaki örnekler, “Hayır!” demeden nasıl iletişim kurabileceğimizle ilgili ipuçları verebilir:- “Hayır! O saate kadar dışarıda kalamazsın.” yerine “Oğlum/kızım, bu isteğini anlıyorum. Ama sen eve geç geldiğinde ben kaygılanıyorum. O nedenle geliş saatin konusunda anlaşmalıyız.”- “Hayır! Internete girmek yok. Önce derslerini yapmak zorundasın.” yerine “Internete girmek istediğini biliyorum. Derslerini tamamladıktan sonra internete girebilirsin tabii ki ama şimdi değil.”- Hayır! Bugün arkadaşlarınla gezemezsin. Bana yardım edeceksin.” yerine “Arkadaşlarınla gezmek istemeni anlıyorum. Ama bugün senin yardımına ihtiyacım var.”- “Hayır! Okula gideceksin. Saçmalama” yerine “Sabah erken kalkmanın ve her gün okula gitmenin zor olduğunun farkındayım. Bu senin sorumluluğun.”Peki, hiç mi “Hayır!” demeyeceğiz. Elbette, çocuğun güvenlik ve sağlık riskinin olduğu, tüm söylenenlere rağmen sonuç alınamadığı durumlarda “Hayır!” sözcüğü de kaçınılmaz olur. Ancak, önemli olan, otomatiğe bağlanmış “Hayır!”larla iletişimi riske sokmamak.
Eğer hayatın içinde bazı hedeflere ulaşılması isteniyorsa, sorumluluk alarak yaşamak son derece önemlidir. Ders çalışmak da, bu sorumluluğun bir parçası. Ancak, çocuklara verilen ödevlerin de pedagojik kriterlere uygun olması ve insaf ölçünü de aşmaması gerekir. Bir çocuğun neredeyse tüm günü okulda geçiyor. Üstüne bir de uzun saatler süren ödevler ve projeler verildiğinde, çocuğun ruh sağlığı açısından ne kadar zorlayıcı bir durum olacağı açıktır. Bir çocuğun herşeyden önce çocuk olduğu ve ders çalışmaktan başka hakları da olduğu unutulmamalı.Peki çocuklara nasıl ders çalıştırabiliriz?Ders çalışma alışkanlığını kazandırmak hiç de kolay değil. Bu sürecin, hem öğretmenler hem de anne-baba tarafından son derece bilinçli bir şekilde yönetilmesi gerekir. Bunun için bazı kritik noktalara dikkat edilmesinde yarar var:Erken yaştan itibaren çalışma alışkanlığı Bir davranışın alışkanlık haline gelebilmesi, o davranışın erken yaşlardan itibaren tekrar edilerek yapılmasına bağlı. O halde, ders çalışma alışkanlığı kazandırılacaksa, okul öncesi dönemde başlayan küçük sorumluluk görevleri bir başlangıç noktası olabilir. Bu da 15-20 dakikayı geçmeyecek bir faaliyetle sınırlandırılmalı.Düzen sağlanmalıAlışkanlık, düzenli tekrar ve süreklilik gerektirir. Bu nedenle, ders çalışma davranışının “süre olarak az ama süreklilik halinde” devam ettirilmesi son derece önemli. Düzenlilik ve süreklilik, beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağlantının güçlenmesini sağlar. Böylece, zaman içinde “ders çalışma davranışı” bir alışkanlık haline dönüşür.Aşamalı olarak süreç ya da miktar artırılmalıDers çalışma alışkanlığının kazandırılmasında, kısa süre ile başlayıp süreç içinde aşamalı olarak artırarak ideal süreye ulaşılması doğru olur. Başlangıçta 15-20 dakika ile başlayan bir çocuk, bir iki hafta bu süreyle devam ettikten sonra, giderek 5 dakikalık artırımlar yapın. Bu da yaklaşık olarak 1,5 aylık bir zamanı kapsar. Eğer çocuk çalışmaktan keyif alıyor ve süre açısından da bir sorun yaşamıyorsa, ideal süre ile başlamakta bir sakınca yok.Ödüllendirme yapılabilirBazı çocukların, ders çalışma alışkanlığı oturana kadar ödüllendirmeye ihtiyacı olabilir. Başlangıç aşamasında ara ara ödüllerle çocuğun motivasyonu artırılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken üç temel nokta var... Birincisi, ödülün düzenli değil, aralıklı olması gerekir. İkincisi, ödülün abartılı bir şey olmamalı. Üçüncü kritik nokta da, alışkanlık geliştikçe ödülün de ortadan kaldırılmasıdır.Çocuğun yerine ödevi asla siz yapmamalısınızAnne-babaların kesinlikle çocuğun yerine ödevlerini yapmamaları gerekir. Çünkü öğrenmesi beklenen kişi anne-baba değil, çocuktur. Anne-babalar çocuğun zorlandığı durumlarda küçük ipuçları verebilirler ama bir ödevi büyük çoğunlukla kendilerinin yapmaya kalkması hiç doğru değil.Minimum saat uygulaması yapılmalıBelirli bir ders çalışma alışkanlığı olan öğrenciler de, bazı günler aşırı sıkılmaktan dolayı çalışmayı bırakabilirler. Ancak, bu ara vermeler artıkça, alışkanlığın bozulması ihtimali vardır. Böylesi durumlarda, çocukla konuşulmalı ve “minimum saat” uygulaması yapılmalı. Uygulama öncesinde, çocuğa verilecek mesaj şudur: “Evet, bazı günler içinden hiç ders çalışmak geçmediğinin farkındayım ve bunu anlıyorum.İçinden hiç ders çalışmak geçmediğinde seninle minimum saat uygulaması yapalım” dedikten sonra, çocukla konuşarak onun için uygun olabilecek bir minimum süre ya da ödev miktarı belirleyin. Bu, 15 dakika da olur, 5 tane problemi çözmek de olabilir.Ödevlerini yapması konusunda hatırlatma yapılmalı ancak ısrar edilmemeliAnne-babaların, çocuklarına ödevlerinin olup olmadığını sorması doğal. Ancak, bunu çocuk için bir eziyete çevirmeyin. Ders çalışma alışkanlığı oturduktan sonraki günlerde, çocuğa bir iki kez ödevi ile ilgili hatırlatma yaptıktan sonra ısrarcı olunmamalıdır. Eğer çocuk düzenli olarak ödev yapmamaya başlamışsa, o zaman öğretmenle iletişim kurup bilgi aktarmaları en doğru yol olur.
Anne-babaların çocuklarıyla, öğretmenlerin de öğrencileriyle yaşadıkları en önemli sorunlardan birisi “ders çalışma sorunu”dur. Kimi, çocuğunun hiç ders çalışmadığından, kimi verimsiz çalıştığından, kimi düzensiz çalıştığından, kimi de yetersiz çalıştığından söz eder. Üstelik bu sorun, ilkokuldan lise son sınıfa ve hatta üniversiteye kadar az veya çok devam ediyor. Öyle görünüyor ki, çocuklar, bu konuda ne yaparsalar yapsınlar anne-babalarını ve öğretmenlerini pek memnun edemiyorlar.Sonuçta, “sorun” diye tanımladığımız bir durumun böylesine yaygın olması aslında birçok şeyi gözden geçirmeyi gerektiriyor. Öyle ki, ders çalışma ve ödev yapma gibi kavramların gerekliliği bile sorgulanabilir durumdadır.Çocuktan ders çalışmasını ve ödev yapmasını beklerken, neyi niye yaptığımızın cevaplarını çok iyi gözden geçirmeliyiz. Aksi halde, çok keyfi uygulamalarla da karşı karşıya kaldığımızı söylemek gerekir.Ders çalışmamak bir sorun mudur?Ders çalışmamayı bir sorun olarak tanımlamak çok kolay değil. Çünkü, ders çalışmamanın birçok boyutu var ve bunları bir bütün olarak değerlendirmeden “sorun” tanımlaması yapmak kolaya kaçmak demek olur. Peki ders çalışmamak ne zaman bir sorun olarak tanımlanabilir? Bunun için bir kaç kriter verebiliriz:- Eğer çocuk ders çalışması gerektiği bilincinde değilse- Eğer çocuk öğretmenin verdiği sorumlulukları sürekli unutuyorsa- Eğer çocuk sürekli olarak verilen ödevleri yapmıyor ya da eksik yapıyorsa- Eğer çocuk ders çalışmadığı için akademik yönden başarısız oluyorsa çocuğun ders çalışma sorunundan söz edebiliriz.Çocukların ders çalışmamalarının nedenleri nelerdir?Çocuğun doğası: İnsanın doğasının bir yanı sorumluluk almak, üretmek, eyleme geçmek olsa da, diğer yanı konfor ve eğlence arayışındadır. Bu açıdan, bir çocuğun, ders çalışmak yerine oyunu ve eğlenceyi tercih etmesi doğal olarak kabul edilebilir.Hormonal düzen ve tercihler: Beyin, haz odaklı bir aygıttır. Dopamin denilen kimyasal, beyni haz aramaya yöneltir. Bu nedenle, diyebiliriz ki, beynimiz sorumluluk yerine hazza öncelik veren bir aygıttır. Hatta sorumluluk dediğimiz faaliyetleri bile hazza ulaşmak için yerine getirir. Hazzı erteleyen ve kontrol eden beyin bölgesi de alın bölgesidir ve bu bölge en geç gelişen yerdir. Ders çalışmak ise genel olarak sıkıcı bir süreçtir. Bu nedenle bir çocuk, ders çalışmak yerine arkadaşıyla sohbet etmeyi, gezmeyi, top oynamayı daha fazla tercih eder.Çocuğun motivasyon tipi: Motivasyon, bir işi isteyerek yapmaya yönelme olarak tanımlanabilir. İç ve dış motivasyon tipinden söz etmek mümkündür. Bir çok faaliyette değişse de, genellikle iç ya da dış motivasyon tipinden birine daha yatkın olabiliriz. Bu motivasyon tipleri doğuştandır. Bu nedenle kolay kolay değişmez. İç motivasyon kaynakları güçlü çocukta çalışma alışkanlıklarının gelişmesi daha kolay olmasına karşın, dış motivasyon kaynakları güçlü çocukta daha çok yönlendirilme ihtiyaç vardır.Çalışma alışkanlıkları ile ilgili geçmiş yaşantılar: Çocukların geçmişten gelen çalışma alışkanlıkları da bir başka etkendir. Özellikle küçük yaşlarda, kısa süreli ama düzenli çalışmalarla geliştirilmesi gereken çalışma alışkanlığı zamanında kazandırılmamışsa, sonraki yıllarda sonuç almak çok daha zordur. Alışkanlık oluşturmak gerçekten de uzun süre ister. Özellikle birinci sınıftan itibaren çalışma alışkanlığının geliştirilmesi için çaba harcamak son derece önemli.Anne-babanın ders çalışma ile ilgili çatışmacı tavrı:?Anne-babalar, kendi kişilik özellikleri ve önceliklerine göre çocuklardan beklentiler oluştururlar. Birçok anne-baba için öncelik beklentilerden biri çocuğunun ders çalışmasıdır. Beklediği düzeyde ders çalışmayan çocuğu karşısında anne-babalar, kimi zaman üzülmekte, kimi zaman kaygılanmakta, kimi zaman da öfkelenebilmektedir. Bu süreci akıl odaklı değil de duygu odaklı yöneten anne-babalar, çocuklarının içinde bulunduğu durumu anlamak yerine tepkisel yaklaşımlar sergilerse, süreç daha da içinden çıkılmaz bir hale gelir.Çocuğun ders çalışmasını beklemek doğal. Onlar da aslında çalışmaları gerektiğini bilir. Ancak, unutmayalım ki, hayatımızda doğru olduğunu düşündüğümüz ve bildiğimiz halde bizim de yapmadığımız ya da yapamadığımız çok şey var.
Bir çocuğun sorumluluğuna hazır olmadan anne baba olmanın en ağır faturasını çocuklar ödüyor. Çocuk sahibi olmak için iyi düşünün. Unutmayın mutlu çocuklar mutlu bir anne-baba ile yetişir. İstatistiklere göre boşanma oranlarında ciddi bir artış var. Bu durum, toplumların geleceği açısından bu büyük bir risk. Evlilik ve aile kavramlarını, geleneksel kültürün çekirdek değerleriyle, modern kültürün geliştirici değerlerini buluşturarak yeniden tanımlamak ve geleceğe taşımak gerekir. Aksi halde, bireyleri, aileleri, toplumları ve ülkeleri hiç de iyi şeylerin beklemediği açık.Çocuk sahibi olmadan önce bu üç soruya cevap verin1. Ekonomik yeterlilik düzeyiYaşadığım hayat ve gözlemlerimden öğrendiğim şeylerden biri, “Para mutluluğu garanti etmez ama parasızlık mutsuzluğu garanti eder” şeklinde özetlenebilir. Bu nedenle, eşlerin ekonomik olarak bir alt yapıyı oluşturduktan sonra çocuk sahibi olmalarının doğru olacağını söylemek mümkün.2. Evliliğin ve çiftler arası ilişkinin kalitesiEşler arasındaki ilişkinin belirli bir olgunluk düzeyine erişmesi çok önemli. Bu nedenle, evlendikten sonraki ilk bir yıl içerisinde çocuk sahibi olmak riskli. Bazı evliliklerde ilk yıllarda eşler arası sorunlar çıktığında, çevredeki çok bilen büyükler “Bir çocuk yapın hepsi geçer” diye komik tavsiyelerde bulunurlar. Bu tavsiyeye uyan kimi çiftlerde ise fatura dünyaya getirdikleri çocuklarına çıkar.3. Eşlerin duygusal olarak bir çocuğun sorumluluğunu almaya hazır olup olmamasıKişisel dünyasında, bir çocuğun sorumluluğunu alamayacak olmasına karşın, ya aşık olarak ya da aile büyüklerinin yönlendirmesiyle evlenen birçok kadın ve erkek, sonraki yıllarda büyük acılar yaşar. Çocuk sahibi olmadan önce, “Ben bir çocuğun sorumluluğunu alıp büyütebilecek bir ruhsal dengeye ve duygusal güce sahip miyim?” diye kendimize sormak zorundayız.Sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için nasıl bir aile ortamına ihtiyaç var?- Kendi mutluluğunuzu ihmal etmeyin, kendinize zaman ayırınNelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığınızı düşünün ve kendi isteklerinize zaman ayırın. Siz gülümsemedikçe çevrenizdekilerin de size gülümsemesini beklemeyin. O halde sizi gülümseten şeyler nelerse onları yapın. Sizin kendinize zaman ayırdığınızı çocuğunuz da görsün. Böylece, o da zaman içinde kendine zaman ayırmayı öğrenecek ve olası bir bağımlılıktan kurtulmuş olur. - Eşinizle ilişkinize özen gösterin Eşinizi tanıyın. Sevdiği ve sevmediği şeyleri öğrenin. Ona sürprizler yapın. Sizi görmek ve sizinle bir şeyleri paylaşmak ona iyi gelsin. Eşinize yönelik tutum ve davranışlarınızı çocuğunuz da bol bol görsün. Böylece, hem anne-babasının arasındaki sevgi dolu ilişkiyi görerek duygusal yönden beslenecek hem de bu paylaşım modelini kopyalayarak gelecekte kendi kuracağı ilişkinin sağlıklı olması için doğru referanslara sahip olacak.- Eşinizle tartışmalarınızda dikkatli olunEvlilik sürecinde, zaman zaman eşler arasında tartışma çıkabilir. Tartışmalarda önemli olan nokta, “konu odaklı” olmaktan çıkıp, “kişilik odaklı” olmaktır. Eğer karşılıklı kişilikleri zedeleyecek şeyler söylenir ve yapılırsa, bu istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bir anlaşmazlığın düzeyli bir tartışma ile çözüme kavuşturulması çocuk için harika bir fırsat. Bir çocuk için en büyük şans, mutlu bir anne-baba ve huzurlu bir aile ortamıdır.
Çocukların bilgisayar ve internet kullanma davranışları anne-babalar için büyük sorun oluşturuyor. Sık sık şikayetler duyuyoruz. Çocuğum bilgisayara çok düşkün. Sürekli oyun oynuyor. Televizyonun başından alamıyoruz. Ödevleri olsa bile televizyon izlemeyi istiyor. Peki bilgisayar ve TV başında ne kadar zaman geçirilmeli?Bilgisayarlar, bir yandan günlük hayatımızın vazgeçilmezi öte yandan çocuklarımızın dünyasını işgal eden en büyük tehditlerden biri. Anne-babaların ve öğretmenlerin kafası karışıyor.? Kaç yaşından itibaren bilgisayarlar kullanılmalı?? Çocuğun bilgisayar ve internet kullanmasına, televizyon izlemesine ne kadar izin verelim?? Bilgisayarda oyun oynasın mı oynamasın mı?? Bilgisayar ve televizyon çocuğumun sosyalleşmesini engeller, akademik başarısını düşürür mü?Araştırma sonuçlarına bakarsak, bilgisayarları tümden iyi ya da kötü olarak nitelendirmek mümkün değil. Yararları da var riskleri de. Hatta diyebiliriz ki, gelecekte bu tür cihazlar daha fazla hayatımızda olacak ve bilgisayar becerileri gelişmiş insanlar iş dünyasında daha da fazla tercih edilecektir. Ama bu, çocukların gelişim sürecinde bilgisayar ve televizyon gibi cihazların kuralsızca kullanılması anlamına gelmez.2-3 yaşına kadar bilgisayardan uzak tutunAraştırmalar, bilgisayar kullanmanın (oyunlar da dahil), çocukların görsel algı hassasiyetlerini, bazı dikkat becerilerini, hızlı tepki verme kalitelerini, sürekli değişen görsel bilgileri hızla işleme becerilerini, aynı anda birden fazla hedefi takip etme becerilerini geliştirdiğini ortaya koyuyor. Buna karşın, özellikle bebeklik döneminde bilgisayar ve televizyon karşısında geçirilen zamanın bazı olumsuz etkileri olduğu da bulgular arasında. Bebeklerde dil gelişimini zayıflatma, sözcük hazinesini daraltma; 3 yaşındaki çocuklarda zihinsel yeteneklerde düşme; 3 yaşından küçük çocuklarda da şiddet içerikli programları izlemenin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna yol açma gibi sonuçları olduğu vurgulanıyor. Kısaca diyebiliriz ki, 2-3 yaşına kadar çocukların bilgisayar, televizyon gibi elektronik araçlar karşısında bırakılması yararlı değil. Bu tür araçlarla çocuğun kontrol edilmeye çalışılması da doğru değil. Bu yaşlarda çocuğun gelişimini en fazla destekleyen şey sosyal etkileşim ve paylaşımdır. Sonraki yaşlar için de, çocuğun günlük hayatını, işlerini, ödevlerini, projelerini ve sosyal ilişkilerini sürdürüp sürdüremediğine bakılması gerekir. Eğer çocuk, bilgisayar ve televizyon yüzünden bu tür sorumluluklarını sürekli olarak yerine getiremez duruma gelmişse, konunun bir uzmanla birlikte değerlendirilmesi en doğru yol olur.Anne-babalar ne yapmalı?¦ Bilgisayar kullanma ve televizyon izleme konusunda anne-babaların açık seçik ve tutarlı bir yaklaşım sergilemeleri gerekir. Bu çerçevede şunları önerebiliriz:¦ 2-3 yaşına kadar mümkün olduğunca bu tür elektronik cihazlar çok fazla çocuğun dünyasına sokulmamalı.¦ 3-6 yaşına kadar çocukların televizyonda seçilmiş bir çocuk programını izlemesine izin verilmeli.¦ 6-10 yaşına kadar yine seçilmiş bir programı, günde 30-45 dakikayı geçmeyecek şekilde izlemesine izin verilebilir.¦ Ortaokula geçtikten sonra, önceliğin ödev ve derslerinde olması koşuluyla biraz daha esnek davranılabilir. Ancak ödevlerinde ve derslerinde aksamalar olursa, kısıtlama yoluna gidilmelidir.¦ Lise dönemine gelen çocuklarda genelde kısıtlayıcı yaklaşımlarla sonuç almak zordur. Bu dönemde, çocuğun bilinçlenmesini sağlayacak yaklaşımlar daha doğrudur.
Gün geçtikçe büyük bir erozyona uğrasa da toplumumuz için aile hala en önemli değerlerden biri. Bir çocuk için en büyük şans, her açıdan kendisini besleyen bir aileye sahip olmasıdır. Bugün için ailelerimizde iletişimin azaldığı, kalitesizleştiği ve yüzeysel bir hale geldiğine dair pek çok eleştiri yapılıyor. Bu eleştiriler de genellikle haklı endişelere dayanıyor.Geçmişin anne-babalarının bilgisi az ama ilişkileri daha gerçekti. Severken de kızarken de gerçekti, gerçekçiydi. Çocukluğumdan hatırladığım ve en keyif aldığım anlar annem, babam ve kardeşlerimle yaşadığım ortak paylaşım anlarıdır. Kimi zaman eve gelen misafirlerimiz de bu paylaşımları zenginleştirir, mutluluğumuzu çoğaltırdı. Mısır patlatırdık, kestane pişirirdik, pazar sabahlarımızın en büyük keyfi ailece izlediğimiz kovboy filmleriydi. Hele bir de “fincan oyunu” diye bir oyunumuz vardı ki, iki gruba ayrılan aile üyeleri arasında kıran kırana bir yarışma geçerdi. Yakın komşularımızla birlikte evde yapılan espri dozu yüksek sohbetleri dinlemenin tadına doyulmazdı. Sıcaktı, insancaydı ve içimizden geldiği gibiydi her şey...Geleneklerimizden gelen samimi ve sıcak aile ilişkileri günümüzün hırsları arasında sorunlar yumağına dönüştü. Bugün ise bilgi çok ama ilişkiler daha yapay. Modern dünyada çocuklar ve aileler kuşatılmış durumda. Öyle ki, okullar, dersler, sınavlar, televizyonlar, cep telefonları, diziler, spor programları vb. derken, aile bireyleri birbirini göremez, fark edemez oldu. Anne-babalar, birbiriyle çelişen tonlarca bilimsel bilgi ve uzman arasında sıkışıp kalıp şaşkına döndü.Geleneklerimizde olan ama bugünümüzde kayıplara karışmış olan aile içi paylaşım kültürünün ruhunu geri çağırmalıyız. Belki biraz güncelleştirilmiş ve modernize edilmiş haliyle... Ama eskisi gibi samimi, eskisi kadar sıcak haliyle...Bugün aileler için en iyi yöntemlerden biri “aile oturumları” olabilir.Aile oturumu yapmanın amacı nedir?- Aile oturumları, aile içi iletişimi güçlendirerek, aile bağlarının güçlenmesine büyük katkı sağlar.- Aile bireylerinin kendilerini özgüven içinde ve değerli hissetmesini sağlar. Böylece aile içindeki ki∫iler arası saygıyı geliştirir.- Aile üyeleri arasında duygu, düşünce ve bilgi alışverişine imkan sağlayarak kendini ifade etme becerilerini geliştirir.- Aile üyelerinin yaşadığı sorunlara karşı mücadele gücünü geliştirir ve sorunların çözümünde daha etkili sonuçlar alınmasını sağlar.İyi bir aile oturumunda nelere dikkat edilmeli?- En az haftada bir kez ve “Aile Oturumumuz” adı konarak yapılmalı. Tüm aile bireyleri o gün o zaman diliminin “aile oturumu” olduğunu bilmeli.- Tüm aile bireyleri o gün ve zaman diliminde bir arada olmalı.- Aile oturumu başladığında, herkesin yüzü sohbet edebilecek şekilde birbirine dönük olmalı.- Sohbet etmeyi engelleyecek hiçbir şeye (TV, bilgisayar, cep telefonu vb.) yer verilmemeli.- Demokratik bir iletişim ortamı sağlanmalı. Görüş bildirirken, bilgi paylaşırken kimsenin kimseye üstünlüğü olmamalı, eşit haklara sahip olunmalı.- Mümkün olduğunca konuşmalarda pozitif ve motive edici bir dil ve empatik bir iletişim yaklaşımı kullanılmalı.- Oturum süresince, eleştiri, yargılama, suçlama gibi iletişim engellerinden uzak bir iletişim dili kullanılmalı.- Aile oturumunda ne konuşulacağı, ne tür bir etkinlik yapılacağı ya da hangi sorunun ele alınacağı ortaklaşa kararlaştırılmalı.Bir çocuk için en büyük şans, özgürleştiren, geliştiren, destekleyen ve duygusal yönden besleyen bir aileye sahip olmaktır. Aile oturumları da bunun için iyi bir araçtır. Küçük yaşlardan itibaren bu paylaşımlarla büyüyen bir çocuk, gelecekte kuracağı ailede de benzer bir uygulamayı devam ettirecektir. Böylece, aile oturumları, bir yandan çocuğu, bir yandan aileyi bir yandan da toplumsal kültürü geleceğe taşıyacak bir köprü görevi görecektir. Bir ülke ve toplum için aile gerçekten çok önemli. Ailesini kurtaran toplumlar geleceğini de kurtarır. O halde, modern dünyanın imkanları ile geçmişin değerlerini buluşturarak bir aile kültürü yaratmak birçok toplumsal sorunun çözümünün de anahtarı olabilir.