Kuzey Avrupa ülkelerinde neredeyse tümü karanlık ve yağışlı geçen uzun bir kıştan sonra ilkbahar sevinçle karşılanır. İnsanlar ilk önce gri bulutların arasından yavaşça kendisini göstermeye başlayan güneşi, sonra da masmavi gökyüzünü görünce kendilerini dışarıya atarlar. İngilizler şehrilerine cömertçe serpiştirilmiş yemyeşil parklara, Fransızlar kaldırım kafelerine, Almanlar da bira bahçelerine akın ederler. Bizim kışımız da pek günlük güneşlik değildir. Belki ilkbaharımız daha erken gelir ve birkaç gökgürültülü sağanak dışında daha güneşlidir. Ama ilkbaharda güneşin kendisini göstermesiyle kış soğuğundan yorgun düşmüş vücutlarımızı ısıtmak için akın edebileceğimiz parklarımız şehrilerimizde pek yok. Paris’teki gibi kaldırım kafelerine gelince, belediyelerimiz nedense çoğu yerde bize bir kaldırım kafesinde oturup soğuk bir bira veya serin bir roze şarabın keyfini çıkarmayı çok görüyor. Hal böyle olunca Almanya"daki gibi bu yıl iki yüzüncü yıllarını kutlayan bira bahçelerimiz de tabii ki yok. Sosis ve salamın ağırlıkta olduğu mönüler varİki yüz yıl önce, daha elektriğin, soğutmanın olmadığı zamanlarda, Bavyera’daki biracılar kışın üretip yaz boyunca satacakları biraları fabrikaların altındaki mahzenerde serin kalsınlar diye fabrikalarının etrafına ıhlamur ve kestane ağaçları ekerlermiş. Evlerinde içmek üzere bira almaya gelen müşteriler de bahar ve yaz aylarında daha evlerine gitmeden birkaç şişeyi açıp ağaçların gölgesinde keyif yaparlarmış. Bunu gören zamanın Bavyera kralı I. Max 1812 yılında bira fabrikalarının bahçelerinde müşterilerine bira ve ekmek satmasına izin veren bir kanun çıkarmış. Zamanla müşteriler ekmeklerine katık olacak yemekleri de yanlarında getirmeye başlamışlar. Ihlamur ve kestane ağaçlarının altına tahta masalar, banklar atılmış ve ortaya iki yüzyıl boyunca dünyaca meşhur olacak olan “Biergarten”, “bira bahçesi” çıkmış. İlk yıllardaki müşterilerin bira bahçelerine yanlarına yemeklerini alarak gelmeleri geleneğini sürdüren Biergarten"ler hâlâ var, ama büyük çoğunluğu sosis, salam ve jambon gibi şarküterilerin ağırlıkta olduğu mönülerini sunuyorlar. Bavyeralıların harika bir kelime ile özetledikleri "Gemütlichkeit", yani aynı masayı paylaşan yabancılar arasındaki misafirperverlik, hoşgörü ve bira eşliğinde gelen keyif bir gelenek halinde 200 yıldır sürdürülüyor.Saflık kanununa göre üretilmesi önemli Münih"te hâlâ üretimini sürdüren yedi bira fabrikasının neredeyse hepsinin bira bahçeleri var. Münih"e yolunuz düşerse her ne kadar en sevdiğim Münih birası Augustinerbräu"un Edelfass"ı ise de bira mahzenlerinin ve bira bahçelerinin en ünlüsü olan Hofbräuhaus"a gitmeyi ihmal etmeyin. Münih biraları aynı Pilsen biraları gibi sarışın biralardır, onun için sipariş ederken de "Helles", yani "açık renkli" demeniz gerekir. Pilsen biralarının iyilerinde şerbetçi otunun lezzetli acımtrak tadı hissedilir. Helles ise daha maltsı, hatta ekmeksi bir tada sahiptir ve çok rahat içimlidir. Ve en önemlisi "Reinheitsgebot", yani "saflık yasası"na göre üretilirler. Münih"teki bira fabrikalarının çoğunun yarım bin yılı geçen geçmişleri vardır. Bu kadar uzun bir tarih de tabii ki ancak gelenekler ve kurallar ile sürdürülebilmiştir. 1516 yılında gene bir Bavyera kralının çıkarttığı Reinheitsgebot dünyanın tüketiciyi koruyan ilk kanunlarından birisidir. Aslında bira satış fiyatlarını ve şeklini bile kontrol altına alan "saflık kanunu"na göre bira yapımında su, arpa ve şerbetçiotu dışında herhangi bir şeyin, katkının kullanılması yasaktır. Biranın olmazsa olmazı maya, bu üç hammadenin içinde Pasteur"ün 19. yüzyılda mikro organizmaları keşfine kadar bilinmediğinden yer almaz. Ama Bavyera başta olmak üzere bütün Almanya"da bira hâlâ bu 500 yıllık kanuna göre sadece su, arpa, şerbetçi otu ve maya kullanılarak yapılır. Almanlar iyi bir bira için bunlar yeterlidir derler. Konu bira ve Almanlar olunca tartışmak bizim ne haddimize? En güzel filmler Wings Cinecity Trio Açık Hava’da Yaz akşamları elinizde harika bir kokteyl, palmiyeler eşliğinde şezlonglar üzerinde keyfinize keyif katacak bir ortam, lezzetli patlamış mısırlar ve açık hava sinema perdesinde beklediğiniz film... Sinemaseverlerin vazgeçemediği adreslerden Wings Cinecity Trio Açık Hava Sineması bu ay sezonu açtı. Wings Cinecity Trio Açık Hava Sineması’nda her Çarşamba, Cuma ve Pazar akşamları yeni ve en güzel filmleri rahat şezlonglarda ve minderlerde izleyebilir, seyir keyfini artıran ses sistemiyle açık havanın güzelliğini film izleyerek çıkarabilirsiniz...
Liffey nehri tarafından ikiye bölünmüş bir şehir Dublin. Nehrin kıyısında tek tük de olsa, Britanya İmparatorluğu"nun üzerinde güneşin batmadığı zamanlardan kalma görkemli binalar var. Bunlardan kubbeli bir koloniyal yapı olan gümrük binası ile İrlanda ihtilalinde önemli bir yeri olan postane görülmeye değer olanları. Gerçi laf aramızda, Avrupa"nın çeşitli başkentlerinde benzerlerinden çok var. Ama değil Avrupa"da, dünyada bile eşine zor rastlayacağınız bir eser, hatta eserler görmek istiyorsanız, mutlaka Trinity College"in muhteşem bir gotik mimariye sahip kütüphanesine gitmelisiniz. Buradaki çoğu el yazması 1milyon kitap yazarlar kenti Dublin"de her kitapseveri mest etmeye yeter.Dublin yürüyerek gezmesi çok keyifli bir şehir. Rengarenk kapıları olan sıraevler, Liffey nehrinin üzerindeki köprüler, şehrin sağına soluna serpiştirilmiş parklar. Bir zamanlar Dublin"de her üç evden birisinin altında bir pub varmış. Bu rakam doğrusunu isterseniz bana da biraz abartılı geliyor, ama ben söylenenlerin yalancısıyım. Gene de Dublin"de kısa bir yürüyüş yaptığınızda kişi başına düşen pub sayısının çok yüksek olduğu hemen dikkatinizi çekiyor. Tam olarak bir rakam isterseniz, onu da vereyim:1 milyon 200 bin nüfusu olan Dublin"deki pub ve restoran sayısı 7 bin, bütün Türkiye"de ise sadece 18 bin kadar. Bir pub"da ellerimizde Guinness bardakları sohbet ettiğimiz bir İrlandalı "O da bir şey mi" diyor, "Ben Dublin"e yarım saat mesafede 6 bin nüfuslu bir kasabada oturuyorum, orada 35 tane pub var."1759’daki fabrika dev bir müze olmuşDublin"de herhangi bir pub"a girdiğinizde Guinness"in İrlanda"daki hakimiyetini hemen görüyorsunuz. Arthur Guinness"in 1759 yılında 9 bin yıllık bir kontrat ile kiraladığı fabrika dev bir müzeye çevrilmiş. Sadece arpa, şerbetçiotu, maya ve su kullanılarak yapılan Guinness bir "stout". Stout biralardan birkaç hafta önce uzun uzun bahsetmiştik. Bu yakılmış arpadan üretildikleri için siyaha yakın bir renge ve krema kıvamında bir köpüğe sahip nefis biraların yurdu İrlanda"dır. En ünlüleri de Guinness"tir. Guinness"in müzeye çevrilmiş olan şehir merkezindeki eski bira fabrikası 20. yüzyılın başında yapılmış, çelik konstruksiyondan bir mimari harika. Dublin"in en yüksek binalarından birisi, tepesinde bütün Dublin"e hakim 360 derece panoromik bir bar var. Ama Guinness için aslında pub"lara gitmek gerekir.O"Donoghue birçok kimseye göre Dublin"in en iyi pub"ı. Şehrin en güzel parklarından St Stephen"s Green"in hemen yanındaki Merrion Row"da. Gecenin ilerleyen saatlerinde pub"ın bir köşesinde oturan bazen müzisyenler, bazen de müşteriler İrlanda folk şarkıları söylüyorlar. Guinness içmek için ideal bir ortam. Pub"ların çoğunda yemek yemek mümkün. 1198 yılında kurulmuş olan Dublin"in en eski pub"ı Brazen Head de bir Guinness eşliğinde Irish stew gibi geleneksel pub yemekleri yemek için ideal.Şehirde satılan harika peynirlerden de almalısınızLiffey nehri kıyısına yakın olan Temple Bar ve etrafındaki sokaklar ise gece hayatının en canlı olduğu bölge. The Palace Bar, Temple Bar ve Oliver St John Gogarty buralardaki pub"ların kayda değer olanları. Buralarda şerbetçiotunun o harika acımtrak tadının hakim olduğu çok iyi bir "ale" bira olan Smithwicks IPA (India Pale Ale) içmeyi de ihmal etmeyin derim. Nehrin karşı kıyısındaki Ryan"s sadece İrlanda"nın değil, bütün Britanya"nın kraliçe Victoria döneminden kalmış en güzel pub"larından birisi. Bir de Dawson Street"teki Dawson Lounge var ki, o da bir bodrumda 15-20 metre kare kaplayan alanıyla Dublin"in en küçük barı.Hep pub ve bira yazdın diyorsanız, o zaman "mutlaka gidilmeli" diye National Library"nin (milli kütüphane) iki genç kız tarafından işletilen kafesini de ekleyeyim. Burası yemek dünyamın en muhteşem lezzetlerinden clotted cream (bir nevi yağlı kaymak) ile çilek reçelli "scone" eşliğinde geleneksel 5 çayı için ideal. Bu arada İrlanda son yıllarda viskileri kadar peynirleriyle de kendisinden söz ettirmeye başladı. Anne Street South"daki Sheridan Cheesemongers bu peynirleri bulabileceğiniz harika bir dükkan. Dawson Street"teki Celtic Whiskey Shop ise viski alışverişiniz için. Bushmills Malt, Black Bush ve Redbreast tavsiyelerimiz. İsli malt viskilerden hoşlananlar ise Connemara"yı denemeliler. Bunlar bizim buralarda daha yok, ama neyse ki artık Guinness ithal ediliyor... Hem de olması gerektiği gibi fıçıda!
Türk Hava Yolları, Temmuz ayından itibaren Avrupa’nın en güzel şehirlerinden Edinburgh’a uçmaya başlayacak. Edinburgh gerek bir ucuna muhteşem bir kale kondurulmuş olan uzun bir kayalık tepenin sırtında kurulu eski şehri, gerekse de o tepenin gölgesinde kurulmuş yeni şehri ile gerçekten görülmeye değer güzellikte bir şehir. Ve şimdiye kadar Londra veya Amsterdam üzerinden neredeyse bütün gününüzü alan bir seyahatle ulaşılan İskoçya’nın başkentine Temmuz ayından itibaren THY ile 4 saatte uçmak mümkün olacak.Eski şehirin bulunduğu tepeyi boydan boya kateden Royal Mile biraz turistik dükkanlarla dolu olsa da üç beş yüzyıllık binalarının mimarisiyle çok ilginç bir cadde. Royal Mile aslında Edinburgh kalesinden, kraliçenin şehirdeki sarayı Hollyroodhouse’a kadar uzanan çeşitli caddelerin tümüne birden verilen ad. Tam ortasında görkemli St Giles katedrali bulunuyor. Katedralin önündeki parke taşlarının arasındaki kalp şeklindeki desene Heart of Midlothian, yani (Edinburgh’un bulunduğu) Midlothian bölgesinin kalbi deniliyor. Bu taşlara tükürmenin şans getirdiğine inanılıyor. İskoçya denilince akla gelen ilk üç şey olan viski, ekose etek/kumaş ve gaydaya ülkenin başkentinde bol miktarda rastlamak mümkün. Ekose kumaş almak için en iyi yer kalenin bulunduğu Esplanade meydanının hemen yanıbaşındaki Tartan Waving Company. Burada bu kumaşların nasıl dokunduğunu görebileceğiniz gibi tarihleriyle ilgili bilgi de alabilirsiniz. Tartan adı verilen bu ekose kumaşların desenleri her bir aile, daha doğrusu aşiret için farklı; onun için bir İskoç’un genellikle hangi aileden olduğunu giydiği eteğin rengi ve deseninden anlayabilirsiniz.İskoç Ale’leri İngilizlerinkiler kadar acı olmuyorViskiye gelince, viski tabii ki Edinburgh’da yapılmıyor. Ama Royal Mile üzerinde İskoçya’nın ana viski damıtım bölgeleri olan Highlands, Lowlands, Islay ve diğer adalar ile Campbelltown’un en iyi viskilerini satan içki dükkanları var. Bunlardan St Giles katedralinin hemen karşısındaki Royal Mile Whiskies ile kraliçenin sarayına gelmeden hemen sağda kalan Cadenhead en ünlü olanlar. Yeni şehir, eski şehir ile deniz arasında kalan düzlükte kurulmuş. Princes, George ve Queen adındaki (her ne kadar tabelalarında “street” yazıyorsa da, bulvara daha çok benzeyen) üç cadde ile onları kesen sokaklar bir alışveriş cenneti. Aralarına sıkışmış Rose Street ise pub’ları ve gece hayatı ile ünlü. Edinburgh bir pub cenneti. Birkaç tanesini belirtecek olursak: Royal Mile’daki Mitre ile Deacon Brodie’s Tavern, eski şehirden yeni şehre inen Cockburn Street’teki Malt Shovel, George Street üzerindeki Tiles ile eski bir banka binasından çok görkemli bir pub-restorana dönüştürülmüş olan Dome ve Edinburgh’nun limanı Leith’teki çok tipik bir eski pub, Kings Wark. Kalenin arkasında kalan Grassmarket’te pub’ları ve nispeten hareketli gece hayatı ile ünlü. Ne içeceğinize gelince, pub’da tabii ki bira, hatta bir İskoç ale birası içeceksiniz. İskoç Ale’leri İngilizlerinkiler kadar acı olmuyorlar. Fıçıdan Caledonian 80, Deuchars India Pale Ale ve McEwan’s 90 ile eğer bulabilirseniz, Orkney Dark Island Ale ile Fraoch Heather Ale denenmesi gereken İskoç biraları.Lezzetli deniz mahsülü lokantalarına mutlaka uğrayınEdinburgh’u gezdiğiniz zaman aslında denize ne kadar yakın olduğunuzu unutmak çok kolay. Ama şehrin limanı olan Leith’e mutlaka gitmeniz gerekir. Burası en iyileri Skippers ve Fishers olan deniz mahsülü lokantaları ile dolu. Ne balık seversiniz bilemeyeceğim, ama Leith’de İskoçya’nın buz gibi sularından gelen istridyelerinden denemeden dönmeyin derim.Konaklamaya gelince, eski şehir ile yeni şehri birbirine bağlayan North Bridge’in iki ucuna yerleşmiş olan Balmoral ile (Şehrin gazetesinin eski binası olan) Scotsman neredeyse her odasının önü manzaraya açık çok iyi oteller. Leith’deki Malmaison ise limanın havasını içinize çekmek için ideal. Ağustos ayındaki Edinburgh festivalini yaşamak istiyorsanız, şimdiden yer ayırtmanızda fayda var derim. Kalenin önünde yapılan gayda orkestralarının yürüyüşleri muhteşem oluyor. Ama festival dışında da gayda dinlemek mümkün Edinburgh’da. Şehrin dört bir tarafına adeta serpiştirilmiş ekose kiltlerini giymiş gaydacılara her daim rastlayabilirsiniz. Caddenin karşısında durup dinleyin derim, gaydanın sesi uzaktan çok güzel geliyor.
18’inci yüzyılda, daha biraların koyu kahverengi renkte olduğu zamanlarda İngiltere"nin pub"larında yeni bir bira ortaya çıkmıştı. İlk başta yaratıcısı Ralph Harwood"un adı "Mr. Harwood"s Entire" diye satılan bu bira kısa bir süre sonra günün yorgunluğunu pub"larda bu lezzetli bira ile atmaya başlayan Londra"nın hammallarına istinaden "porter beer", yani "hammal birası" olarak tanınmaya başlamıştı. Bizde bira sevmeyenlerin iki de bir "bira içmek hammallıktır" demelerinin bununla bir alakası olup olmadığını bilemeyeceğim, ama "porter" kısa bir süre sonra Londra pub"larının en sevilen biraları arasında en ön sırayı almayı başarmıştı.Aynı yüzyılda, daha doğrusu tam olarak 1759 yılında, o zamanlar İngiltere"ye bağlı olan İrlanda"nın başkenti Dublin"de Arthur Guinness adında 34 yaşındaki bir adam St. James Gate"teki kapanmış olan bir bira fabrikasını kiralamıştı. Genç Arthur ya çok iddialı, ya da çok ileri görüşlü biri olmalıymış ki, kira kontratını tam 9 bin yıl için yapmıştı. O zamanlarda İrlanda"yı her fırsatta hırpalamayı kendilerine görev edinmiş İngilizler, İrlandalılara kendi memleketlerinde ürettikleri biralar için yüksek vergi uygularken, İngiltere"den ithal ettikleri biralar için daha düşük vergi alıyorlardı. Arthur Guinness bu sorunu Londra"dan bir porter bira ustası getirip iyi porter yaparak ve yaptığı biraları İngiltere"ye ihraç ederek çözmüş. Hikayenin kalan kısmı tam bir başarı öyküsü, ama ona gelmeden önce bira tarihine dair kısacık bir not daha düşmeliyim.Guinness sanılanın aksine daha az alkollüOn dokuzuncu yüzyıldaki sanayi devrimi dünya ile birlikte bira dünyasını da değiştirdi. O zamana kadar bira yapımında kullanılan çimlendirilmiş arpa, kömür veya odun ateşi üstünde kurutuluyor ve neticede ortaya yanık arpadan dolayı koyu kahverengi biralar çıkıyordu. Ancak on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan makineler sayesinde bu kurutma işlemi sıcak hava ile yapılmaya başlanınca ortaya altın renginde biralar çıktı. Buna bir de cam bardakların yaygın şekilde üretilip kullanılmaya başlanmasıyla bu bardakta ışıl ışıl parlayan sarışın biralar bir anda bira dünyasını fethediverdiler. Porter de zamanla ve biraz da iki dünya savaşının ve yirmili yıllarda Amerika"daki içki yasağının da yardımıyla ortadan kayboldu.Ama herşeye rağmen yanık arpadan vazgeçemeyen biraseverler de vardı. Özellikle İrlanda ve İngiltere"de arpa adeta kızartılıyor ve siyaha yakın, hatta siyah renkte biralar yapılmaya devam ediliyordu. Bu biralara ilk başta "stout porter", yani "dolgun, yoğun" porter deniyordu, sonradan porter unutuldu ve bu biralara sadece "stout" denmeye başlandı. Porter ortadan kaybolmuş, yerini stout almıştı. Bu arada iyice Ale biralara yönelen İngiltere stout tüketimi için İrlanda"ya ve Guinness"e bağımlı hale geldi. Guinness stout konusunda artık uzmanlaşmış, hatta bizden bir deyimle kendini aşmıştı. Dünyada hiçbir bira, bütün bir bira kategorisiyle Guinness"in stout ile birlikte anıldığı kadar anılmaz. Bu siyah renkli, krema kıvamında köpüklü, çok rahat içimli ve sanılanın aksine bizim sarışın biralarımızdan bile daha az alkol içeren bira yüzden fazla ülkede severek içiliyor.Özellikle fıçıdan doldurulanları tercih edinPorter"e gelince, seksenli yıllarda Amerika"daki bira devrimiyle birçok küçük üretici eski reçetelerle tekrar porter üretmeye başladılar. Amerika"da İngiltere veya İrlanda kadar köklü değilse de bir porter geleneği vardı, hatta ilk başkanları George Washington ile üçüncü başkanları Thomas Jefferson kendi porterlerini üretip, hem içiyor, hem de satıyorlardı. Bu yeni nesil porter"leri ülkemizde bulmak ne yazık ki mümkün değil, ama artık bizim buralarda da Guinness içebilirsiniz, hem de olması gerektiği gibi fıçıdan! Bana sorarsanız, İstanbul barlarından, pub"larından birisinde rastlarsanız, mutlaka bir bardak için derim, çok lezzetli, görünüşünün aksine hafif, Brooklyn Brewery"nin bira ustası Garrett Oliver"e göre "iyi bir arkadaş gibi bir bira".
Bir zamanlar Tekel konyak yapardı. Daha doğrusu "konyak" adı, hatta markası ile bir içki yapıp satardı. Sonra günün birinde Tekelciler bir içkiyi konyak olarak satabilmek için, onun Fransa"da, şaraplarıyla ünlü Bordeaux şehrinin yakınlarındaki Cognac kasabasının çevresindeki sınırları belli bir bölgede üretilmesi gerektiğini öğrendiler. Bir de buna uymamanın hukuki boyutları olduğunu konusunda uyarıldılar. Böylece konyağımızın adı bir gecede Kanyak olarak değiştirildi. Halkımızın daha çok soğuk kış günlerinde içlerini ısıtması, bir bakıma yeni adındaki gibi kanlarını yakması için kullandıkları bu küçük yassı şişe uzun yıllar hayatlarımızda yer aldı.Benzer bir hikaye de şampanyanın ülkemizdeki macerası için geçerli. Genellikle yılbaşı geceleri ve düğün, doğumgünü ve benzer kutlamalarda hatırladığımız bu asil içkiyi de yıllarca yerli ve yabancı şampanya olarak ayırdık. Oysa bir köpüklü şaraba da şampanya diyebilmek için AB kanunlarına göre onun da illa Paris"in doğusundaki Reims ve Epernay şehirlerini çevreleyen Champagne bölgesinde üretilmiş olması gerekir.Artık bu kurallara uymayı öğrendik. Hatta sadece bununla kalmayıp, iyi şaraplar da yapmaya başladık. Köpüklü şaraplarımızın sayıları da, kaliteleri de süratle arttı. Bir zamanlar Türk filimlerinde veya magazin haberlerinde şarkıcılar için onlarcasının patlatıldığını seyrettiğimiz köpüklü şaraplar da hayatımızda daha ciddi bir rol oynamaya başlamak üzereler. İşte Gusto dergisi de Nisan sayısınsa bunu göz önüne alarak Türkiye"de üretilen köpüklü şarapların tadımını yapmış.Birkaç yıldır çok iyi köpüklü şaraplar yapıyoruzGusto"nun tadımında ilk iki sırayı çok küçük bir fakla Vinkara Yaşasın ve Kavaklıdere Altınköpük almışlar. Vinkara ülkemizin Champagne bölgesinde kullanılan ve "methode champenoise" diye bilinen metodla üretilen ilk ve tek köpüklü şarabı. Kalecik Karası"dan yapılan gövdeli ve zengin bir şarap. Bizi yıllar önce Kalecik Karası ile tanıştıran Kavaklıdere"nin Altınköpük"ü ise bir klasik, yıllardır tadını ve kalitesini korumayı başarmış bir doğal köpüklü şarap. 7 puan ve üzerinde not alan bu iki şarabı tadımda6 puandan fazla not almayı başaran 5 tane şarap izliyor. Birkaç yıldır ciddi şaraplar yapmaya başlayan Kayra"nın Cameo d"Oro"su bunların ilki. Çok canlı, burunda Misket"in harika, parfümsü kokularının hakim olduğu lezzetli bir şarap. Roze"sinde çilek ve kırmızı meyve kokuları daha da hakim, bir de tabii ki roze"nin yerli yabancı bütün köpüren şaraplarda harika bir renk avantajı var.Patlatıp etrafa saçmak yerine direkt kadehlerde kalmalıKayre Leona Bubble, Doluca Bianca ve Kavaklıdere İnci Damlası da 6 puanlık notlarıyla önümüzdeki yaz aylarında güneşin yansıyan ışığının altında kıpır kıpır oynaşan buz gibi kadehlerinizde görmeyi tercih edebileceğiniz şaraplar olabilir. Ama konu köpüklü şaraplardan ve yazının başındaki gibi şampanya patlatmaktan açılmışken bir şeyi hatırlatmakta fayda var. Bu şaraplar saygın ve efendi içkilerdir. Patlatıp etrafa saçmaktan ziyade dikkatlice açılıp, kadehlerde coşmalarına izin verilmelidir. Ama Formula 1 pilotları podyuma çıkınca öyle yapmıyorlar diyorsanız, onların şampanya patlatmaya hakları vardır, çünkü geleneklere göre şampanyayı sallayarak "patlatmaya" ancak bir zafer kazananların hakkı vardır.Şampanya bölgesine dönecek olursak, oranın takımı Stade Reims ellili yıllarda iki defa Şampiyon Kulüpler Kupası"nda final oynamış defalarca Fransa şampiyonu olmuş bir takımdı. Kupa gibi yıldızları vardı. Sonra küme düşüp uzun yıllar ikinci, hatta üçüncü liglerde oynadı. Bu sezon ise tekrar birinci lige çıkmak üzereler, sanırım o zaman şampanyanın nasıl patlatıldığını seyretmek istiyorsanız, Paris"ten iki saat mesafedeki Reims"e gitmek gerekecek.
Benim ilkbaharda en sevdiğim içkilerin başında beyaz şarap gelir. Gerçi son yıllarda bütün dünyada olduğu gibi bizde de bir rose çılgınlığı başladı, ama bence daha rose için biraz erken. Onun için yazın gelmesini, sıcakların iyice bastırmasını, güneşin kızıllığının kadehimizin içindeki buz gibi şaraba yansımasını beklemelisiniz.İlkbahar ise tam bir beyaz şarap mevsimidir. Daha sıcaklar çok bastırmamıştır, ama uzun bir kıştan sonra yüzünü tekrar göstermeye başlamış olan güneş yavaşça da olsa vücudumuzu ısıtmaya başlamıştır. İdeal senaryoda balkonunuzda veya varsa bahçenizde oturuyorsunuzdur. Etrafınızı yeni kesilmiş bir çimin eşsiz kokusu kaplamıştır. Elinizdeki kadehteki serin şaraptan çiçeksi kokular yükselmektedir. Benim birkaç yıl öncesine kadar bu tablonun içinde görmeyi istediğim şarap nedense hep bir Avustralya Chardonnay’i oluyordu. Sonra bu takıntıdan kurtuldum. Bunda da itiraf etmeliyim ki bizim şaraplarımızın son yıllarda büyük bir aşama göstermelerinin büyük bir rolü oldu.Yerli ve yabancı üzümlerden doğan tatGeçen hafta ülkemizi ziyaret edip şaraplarımızı tadan Master of Wine’lardan bahsetmiştik. Dünyadaki önemli dergi ve gazetelerde şarap üzerine yazılar yazan bu şarap üstadları bu yıl şaraplarımızı pek bir beğenmiş olmalılar ki tam 24 şarabımıza “üstün karakter ve stile sahip olağanüstü şaraplar” anlamına gelen 90 ile 94 arasında puan verdiler.Master of Wine tadımında en yüksek notu alan beyaz şarabımız 91 puan ile Kavaklıdere Cotes d ’Avanos Narince-Chardonnay 2010 oldu. Kavaklıdere’nin Kapadokya’daki bağlarının ürünü olan bu şarap yerli üzümler ile yabancı üzümlerin evliliğinin ne kadar mutlu bir sonuç doğurabileceğinin de adeta bir ispatı olmuş oldu. Beyaz şaraplar arasında 3. sırayı alan Karma Chardonnay-Narince de aynı yerli ve yabancı üzümlerin kupajı; kırmızı şaraplarda 93 puan ile bütün tadılan şaraplar arasında en yüksek puanı alan Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü de böyle bir evliliğin ürünü.Popülerleşen beyaz şaraplarda sınıfı geçtiBeyaz şaraplara dönecek olursak İstanbul’a gelip tadıma katılan 7 Master of Wine, en iyi Narince’miz olarak 89 puan ile Vinkara Mahzen Narince 2010’u seçti. Kavaklıdere Prestige Narince 2010 da üstadlardan aynı puanı almayı başardı. Chardonnay’lerde ilk sırayı 91 puan ile Küp Şarapçılık’ın Epic 2010 şarabı aldı. Onu izleyen Vinkara Mahzen 2010 işe Sarafin Chardonnay 2009, 88’er puan aldılar, ki bu da “özel nitelikli olağanüstü şaraplar” anlamına geliyor. Birkaç yıldır süratle popülerleşip birçoğumuzun hayatında Chardonnay’in yerini almaya başlayan Sauvignon Blanc’larda ise 4 şarap 87’şer puan aldı. Bunlardan Kavaklıdere Cotes d’Avanos Sauvignon Blanc 2011 ile Kavaklıdere Egeo Sauvignon Blanc 2011 birinciliği paylaşırken, onları Sarafin Sauvignon Blanc 2011 ile Sevilen İsabey 2011 üçüncü ve dördüncü olarak izlediler.Hayatımızda neden daha çok yer vermediğimiz harika tatlı şaraplardan Kavaklıdere Tatlı Sert Narince 2000’de kendi kategorisinde 90 puan alarak Master of Wine’ların “bizce tatsanız iyi olur” dedikleri şaraplar arasında yer aldı. Başka çok ihmal ettiğimiz, daha doğrusu neredeyse sadece yılbaşı ve belirli kutlamalarda hatırladığımız köpüklü şaraplara gelince, onlardan haftaya bahsedeceğiz. Çünkü onların da baloncuklarla dolu ışıl ışıl kadehleri tabiatın kıpır kıpır olduğu ilkbahara çok yakışıyorlar. Gusto dergisi de bu yüzden olacak Nisan sayısında bir köpüren şarap tadımı yapmış. Bakalım Master of Wine’lardan en yüksek puanı alan köpüklü şarabımız Vinkara Yaşasın 2009, Gusto tadımcılarından kaç puan almış?Master of Wine Türk şarapları tadımı en iyi 10 beyaz şarap1) Kavaklıdere Cotes d’Avanos Narince-Chardonnay 2010 91 puan 2) Küp Epic Chardonnay 2010 91 puan3) Doluca Karma Chardonnay-Narince 2009 89 puan4) Arcadia Sauvignon Blanc-Narince 2011 89 puan5) Prodom Misket 2011 89 puan6) Kavaklıdere Prestige Narince 2010 89 puan7) Doluca DLC Moskado 2011 88 puan8) Sarafin Chardonnay 2009 88 puan9) Sarafin Fume Blanc 2009 88 puan10) Yazgan Emir 2011 88 puan
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul"a gelen 7 Master of Wine üç gün boyunca oturdular, şaraplarımızı tattılar, 100 üstünden notlar verdiler ve ülkelerine döndüler. Bu "Masters of Wine Weekend Istanbul" etkinliğinin 4. yapılışıydı. Dünyanın şarapta iddialı olan ülkelerinin çoğunun şaraplarıyla ilgili yazılmış onlarca kitap olduğu gibi şaraplarıyla ilgili tadım notları ve puanların olduğu rehber kitapları da vardır. Avustralya şaraplarıyla ilgili James Halliday"s Australian Wine Companion ve Güney Afrika şarapları hakkındaki Platter"s South Afrian Wine Guide bunlara iyi birer örnektir. Robert Parker"in Bordeaux, The Comprehensive Guide"ı da yüzlerce Bordeaux şarabının 100 yıllık rekoltelerinin bile tadım notlarını ve puanlamalarını bulabileceğiniz muhteşem bir eserdir.Dünya şaraplarını tanımak için zorlu sınavlar varBizim şaraplarımız ile ilgili böyle kitaplar ne yazık ki daha yok. Onun için Yunus Emre Kocabaşoğlu"nun Veritas ile düzenlediği "Masters of Wine Weekend Istanbul" önemli bir organizasyon. Katılan 7 Master of Wine"dan, yani "şarap üstadı"ndan dünyada sadece 19 ülkeden 299 kişi bulunuyor. “Master of Wine“ olabilmek için sıkı bir eğitim almak, dünya şaraplarını kokuları ve tatlarından tanıyabilmek ve zorlu bir sınavdan geçmek gerekiyor. MW tadımlarında notlar 100 üzerinden veriliyor. 95 ve üzeri "kendine özgü bir karaktere sahip mükemmel bir şarap", 90 ile 94 arası ise "üstün bir karaktere sahip olağanüstü bir şarap" anlamına geliyor. Geçen yıl 18 şarabımız üstatlardan 90 puan ve üstünde puan alabilmişti. Bu yıl ise 90 puan ve üzerinde 24 şarabımız var ve şaraplarımızın 7 uluslararası şarap ustasından (ABD’den Christy Canterbury, Tim Hanni, Sheri Morano, İngiltere’den Sarah Abbott, Tim Atkin, Peter McCombie ve Japonya’dan Ned Goodwin) aldıkları notlar cesaret verici. Bu yıl ilk defa bir Türk şarabı, Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü 2009, 93 puan almayı başardı. Bu açıkçası yıllardır uluslararası üzümlerle yerli üzümlerin evliliklerini savunmuş biri olarak bu satırların yazarını çok memnun etti. 93 MW puanı da bu akımın öncüsü diyebileceğimiz Doluca"ya da çabaları için iyi bir ödül oldu. 92 puan alan 4 şarabın ikisi, Doluca Tuğra 2009 ile Kavaklıdere Pendore 2009, Master of Wine"ların her gelişlerinde en beğendikleri yerli üzümümüz Öküzgözü"nün şarapları. Diğer iki ise Sevilen 900 Petit Verdot 2011 ve Vinkara Mahzen Cabernet Sauvignon-Merlot-Shiraz 2009. Sevilen 5 farklı şarap ile en çok 90+ puan alan üreticimiz. Beyaz şaraplarda Kavaklıdere, kırmızıda Doluca liderFarklı kategorilerde "en iyi" olan şaraplar ise Beyaz Şaraplar"da 91 puan ile Kavaklıdere Cotes d"Avanos Narince-Chardonnay 2010, Kırmızı Şaraplar"da yerli üzümlerde 92 puan ile Doluca Tuğra Öküzgözü 2009, uluslararası üzümlerde 91 puan ile Prodom Petit Verdot 2010, kupaj kırmızılarda ise Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü 2009. RosÈ şaraplarımızın puanları ise beyaz ve kırmızılara oranla oldukça düşük kaldı. Hiçbir rosÈ 90 puanı geçemezken en yüksek puanı 87 ile Suvla Blush 2011 aldı. Her tadımda ve puanlamada olduğu gibi MW tadım neticelerinde de itirazlarınız, benim sevdiğim filanca şarap en iyiler arasında neden yok gibi yakınmalarınız olabilir. Neticede herkes için en iyi şarap en severek içtiği, içerken en keyif aldığı şaraptır. Ama 7 MW tarafından tadılıp özellikle 90+ puan alan şarapları tatmaya da, denemeye de sanırım hiçbir şarapseverin itirazı olmaz, ne de olsa her biri dünyada şarap denince lafı dinlenen kişiler... Şarap Markası Puan Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü 2009 93Doluca Tuğra Öküzgözü 2009 92Kavaklıdere Pendore Öküzgözü 2009 92Sevilen 900 Petit Verdot 2011 92Vinkara Mahzen Cabernet Sauvignon & Merlot & Syrah 2009 92Kavaklıdere Cotes d"Avanos Narince-Chardonnay 2010 91Küp Epic Chardonnay 2010 91Prodom Petit Verdot 2010 91Urla Tempus 2010 91Vinkara Mahzen Kalecik Karası 2009 91Chateau Kalecik Kalecik Karası 2006 90Yazgan Mahra Cabernet Sauvignon & Syrah 2011 90Barbare Syrah & Grenache & Mourvedre 2009 90Urla Nero d"Avola & Urla Karası 2010 90Kavaklıdere Prestige Öküzgözü 2009 90Prodom Syrah-Petit Verdot 2011 90Melen MLN Öküzgözü Rezerve 2008 90Prodom Syrah 2011 90Sevilen 900 Cabernet Sauvignon 2011 90Sevilen Plato Kalecik Karası 2011 90Kavaklıdere Tatlı Sert Narince 2000 90Doluca Signium 2009 90Sevilen Centum Syrah 2009 90Sevilen Centum Syrah 2010 90En iyi Beyaz Şaraplar1.Kavaklıdere Cotes d"Avanos Narince-Chardonnay 2010: 91 puan2.Küp Epic Chardonnay 2010: 91 puan3.Doluca Karma Chardonnay-Narince 2009: 89 puanEn iyi Kırmızı Şaraplar (yerli üzümlerden)1.Doluca Tuğra Öküzgozü 2009: 92 puan2.Kavaklıdere Pendore Öküzgözü 2009: 92 puan3.Vinkara Mahzdn Kalecik Karası 2009: 91 puanEn iyi Kırmızı Şaraplar (uluslararası üzümlerden)1.Prodom Petit Verdot 2010: 91 puan2.Urla Nero d"Avola-Urla Karası: 90 puan3.Sevilen Centum Syrah 2009: 90 puanEn iyi Kırmızı Şaraplar (kupaj)1.Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü 2009: 93 puan2.Vinkara Mahzen Cabernet Sauvignon-Merlot-Syrah 2009: 92 puan3.Urla Tempus 2010: 91 puanDerecelendirme95+ Kendine özgü bir karaktere sahip mükemmel nitelikteki şaraplar94-90 Üstün bir karakter ve stile sahip olağanüstü şaraplar89-85 Özel niteliklere sahip çok iyi şaraplar84-80 İyi ve doğru yapılmış ortalama üzeri şaraplar75-79 Doğru yapılmış vasat şaraplar74 Önemli kusurları olan şaraplar
Financial Times gazetesinin şarap yazarı Jancis Robinson birkaç yıl ülkemize gelmiş ve şaraplarımızı tadıp 20 puan üzerinden değerlendirmişti. Jancis Robinson dünyanın en önemli gazetelerinden birisinin şarap yazarı olması dışında bir Master of Wine (şarap üstadı) idi. Verdiği puanlar çok tartışıldı, birkaç şarabımıza 17 (üst kaliteden bir gömlek daha iyi) ve 16 buçuk puan verdi, Financial Times’da “The New Ottoman Emperors” başlıklı bir yazıyla Türk şaraplarını okurlarına övdü. Dünyada isminin arkasına çok prestijli MW (Master of Wine) harflerini ekleyebilen 19 ülkeden sadece 299 kişi bulunuyor. “Master of Wine“ olabilmek için sıkı bir eğitim almak, dünya şaraplarını kokuları ve tatlarından tanıyabilmek ve zorlu bir sınavdan geçmek gerekiyor. Master of Wine olmak isteyenlerin sadece yüzde üçü hedeflerine ulaşabiliyor. Bunlar da dünyanın en sözü geçen şarap uzmanları, şarap üstatları oluyorlar. Üstatlar İstanbul’a gelip tadım yapacakJancis’in şaraplarımızı tatmasının ardından şarap üstatları her yıl ülkemize gelip şaraplarımızı tadıp değerlendirmeye devam ettiler. Yunus Emre Kocabaşoğlu’nun Veritas’ının üstatları ağırladığı Masters of Wine Weekend İstanbul etkinliği de neredeyse geleneksel bir hal aldı, bu yıl Nisan ayının başında da dördüncü kez düzenleniyor. Önümüzdeki hafta sonu “MW” üstatlar İstanbul’a gelecek ve gene şaraplarımızı tadıp değerlendirecekler. Çoğu şarap yazarı oldukları için de daha önceki yıllarda olduğu gibi şaraplarımızı kendi okurlarına tanıtacaklar. Aralarında şarap kitabı yazmış olanlar da kitaplarının bir dahaki baskılarında Türk şaraplarına şüphesiz daha geniş yer ayıracaklar. 4. Masters of Wine İstanbul etkinliğine, üçü ABD’den (Christy Canterbury, Tim Hanni, Sheri Morano), üçü İngiltere’den (Sarah Abbott, Tim Atkin, Peter McCombie) ve biri Japonya’dan (Ned Goodwin) olmak üzere toplam 7 Master of Wine katılacak.90 üstü puan alanlar için ‘olağanüstü’ deniyorBizim açımızdan en merak konusu ise şaraplarımızın alacakları notlar olacak. Şaraplarımız beyaz, roze, özel (köpüren, tatlı, fortifiye gibi), yerli üzümlerden kırmızı, uluslararası üzümlerden kırmızı ve kupaj kırmızı şaraplar kategorilerinde tadılacaklar. 6-9 Nisan tarihleri arasında The Marmara Taksim otelinde yapılacak olan tadımlarda değerlendirmeler 100 puan üzerinden yapılacak. Masters of Wine Weekend Istanbul 2011’e katılan 28 üreticimizin 187 şarabı arasından en yüksek puanı 92 ile Kavaklıdere Pendore Syrah 2009 ve Vinkara Mahzen Kalecik Karası 2009 alabilmiş, onları 91 puan ile Büyülübağ Cabernet Sauignon 2007 ve Kavaklıdere Prestige Öküzgözü 2008 izlemişlerdi. Şarap yazarlarının belki de en sözü dinleneni Robert Parker 90 üstü puan alan şaraplar için “olağanüstü, harika” tanımlamasını kullanıyor, yani bir bakıma şaraplarımız artık lezzetleriyle de dikkat çekmeye başladılar diyebiliriz. Bu yıl 92 puanı geçebilecek şarabımız olacak mı, en yüksek puanı hangi üzümden hangi şarabımız alacak, Master of Wine’lar şaraplarımızla ilgili hangi yorumlarda bulunacaklar, üstatlar geçtiğimiz 3 yıl içinde Öküzgözü veya Boğazkere demeyi öğrendiler mi, benim de sizin kadar merak ettiğim konular. Masters of Wine Weekend’de her yıl olduğu gibi bu yıl da Masterclass’lar olacak. Bu yıl 250 ile 750 TL arası fiyatlarla (www.vindrome.com) cumartesi günü Supertuscans, Avustralya’nın en iyi Shiraz’ları ve Bordeaux tadımlarına, pazar günü ise Syrah veya Burgonya (Masterclass) tadımlarına katılıp dünyanın en iyi şaraplarından bazılarını bir Master of Wine ile beraber tadıp onunla sohbet edebilirsiniz. En ilginç seanslardan birisi de şüphesiz hem bir şef, hem bir MW olan Tim Hanni’nin akşam yemeğiyle devam edecek özel bir workshop’ta şarap başta olmak üzere sevdiğimiz şeyleri neden sevdiğimizi anlatacağı bir workshop olacak. Öğlen yemeğinde neden Merlot içiyorsunuz diye sorduklarında cevap veremiyorsanız katılmakta yarar olabilir.