Deniz, hep yeniden başlayan deniz...

4 Haziran 2010

Çılgın kalabalıktan uzakta, doğada kendisiyle baş başa kalmak ya da kendini bile ardında bırakmak isteyenler ilk fırsatta yollara düşmeli. Doğanın bir diğer adıdır mavi yolculuk...Yalnız deniz bilir denizlerin derinliğini der bir Hint atasözü. Mavi yolculuk biraz da bu sırrın peşinde denizlerin derinlerine yelken açmak değil midir? Masmavi bir düştür bu ya da denizin ortasında nazlı nazlı salınan bir teknede doğanın kalbine doğru bir yolculuk... Ancak yolculuklar her zaman sürprizlerle doludur. Hele de mavi yolculuğu tercih edenler için... Ama ne gam... Deniz, güneş, mehtap, yıldızlar var ya... Yolculuk sırasında gece ile gündüz birbirine karışır, aslında bunun pek de önemi yoktur. Belki de kendi içine doğru, yaşamı keşif yolculuğudur bu. Hırslar, kişisel hesaplar, kırgınlıklar, aşk acıları... Hayatın dökümü önünüzdedir sanki. Yanınıza sadece kitap ve giysi alın Bu rengârenk dünyaya dalmak için sadece denizin çağrısına kulak vermek yeterli. Bir valize hafif giysiler, bir-iki kitap koyun ve geri kalanı kentte bırakın ve çıkın. Ben öyle yaptım... Sadece renkler vardı düşümde. Sonunda on bir yolcuyla birlikte bir yelkenlideydim. Diğer yolcuları tanımıyordum ve tanımaya da hevesli değildim. Dış dünyayla bağın koptuğu ilk günMavi yolculuk yapanlar bilir. Bir askerlik kuralı gibidir... Teknenin önünde duran sepete ayakkabılarınızı koyacak ve yolculuk bitene kadar giymeyeceksiniz. Belki de dış dünya ile bağın ilk koptuğu yer burasıdır. Artık bambaşka bir dünyadaydık. Tekne henüz hareket etmeden kamaralarımız gösterildi. Valizleri kamaraya bırakıp yukarı çıktık, bu arada teknenin halatları çözüldü. Ve işte rüzgârın kollarındaydık, yolculuk başlamıştı. Marmaris’ten yola çıktıktan iki saat sonra, kaptanımız bir koyda demir atmaya karar verdi. Motorların sesi kesildiğinde mavi yolculuğun, sesin, sessizliğin ne anlama geldiğini fark ettik. Arap adası adlı bu koyda bizden başka iki tekne daha vardı ve bir de derin bir sessizlik... Denizin rengi gün geceye dönerken koyu bir pembeye dönüştü. Deniz muhteşem bir renk ve ışık gösterisi sergiliyordu. Teknenin mutfağından gelen yemek kokuları olmasa acıktığımızı fark etmeyecektik. Her gün başka bir koya demirledikAkşam indikçe dalgalar azaldı, deniz duruldu... Tekne sanki bir akvaryumun üzerinde duruyordu. Söz birliği yapmışçasına herkes yemek öncesi birer birer denize atladı. Sudan çıktığımda kendimi çok iyi hissediyordum. Bir saat sonra aşçı ve gemici masayı hazırlamaya başladılar. Masanın görünümü ve yemekler gerçekten nefisti. Gece olunca uyku tulumları ve kalın battaniyeler uyku sorununu çözdü. Sabah gün doğarken uyandım. Güneş yüzünü henüz gösteriyordu ama yalnız olmadığımı gördüm. Kaptan, teknenin kıç tarafındaki küpeştede, koyu çevreleyen tepelere dalmış sigarasını içiyordu. Kahvaltıdan sonra yeniden yola koyulduk. Birer birer basılan yelkenler, içi doldukça ağırlaşıyor ve şişiyordu. Teknemiz geceyi Orhaniye koyunda geçirecekti. Diğer adıyla Kızkumu efsanesiyle de bilinen bir koydu bu. Koy, geceleri adeta dipsiz bir karanlığa gömülüyor ve yakamozların seyrine doyulmuyordu. Herkes bir an önce havanın kararmasını bekliyordu. Gece karanlık basar basmaz hepimiz sulara daldık. Sabah yine Orhaniye’nin gün doğumuna uyandım. Ve yolculuk tekrar başladı. Gün boyu yelken yaptık. Her gün başka bir koyun keyfini sürdük. Kameriye adasında denize girmekle kalmayıp adadaki eski kiliseyi gezdik ve inanılmaz güzellikteki güneş saatini gördük. Ertesi gün eski adı Yeşilova olan Bozburun’da demirledik. Sonra ver elini Serçe limanı. Kıyıya çıkıp koyun dar girişindeki tepeden denizi izledik. Her gün yapılan bu yürüyüşler küçük keşifler yapmamıza yarıyordu.Son uğrak yerimiz olan Kadırga limanında akşam bir parti ile veda gecesi yapıldı. Elveda deniz, elveda doğa, elveda özgürlük... Merhaba İstanbul... Sana bir avuç mavi getirdim. Mavi Yolculuk yapmak için Arya Yachting & Tours Caferpaşa Cad. 21/A- 48400 Bodrum Tel: 0252 316 15 80 Fax: 0252 316 50 59hasank@arya.com.tr-yachting@arya.com.trGSM Office: 0533 7213180GSM özel: 0533 7605197 www.aryatours.com

Devamını Oku

Peynir, şarap ve doğa ile başbaşa Borgoluce

28 Mayıs 2010

Ancak son zamanlarda özellikle Avrupa’nın pek çok ülkesinde yaygınlaşan bir tatil seçeneği var ki, dikkatlerden kaçırmamayı gerektiriyor. Bu yeni seçenek, büyük kentlerin karmaşasından uzakta bir çiftlik evinde yemyeşil çayırların üzerine uzanarak ya da akşam üstleri şarabınızı yudumlayarak tatil imkanı sunuyor. İşte Susegana’da bulunan Borgoluce böyle bir tatil için ideal yerlerden biri. Ben Borgoluce’yi İtalya’da yıllarca yaşamış sinema, mafya ve gastronomi konularında uzmanlaşmış ve bununla da kalmayıp bu konulara ilişkin kitap yayınlamış bir arkadaşımdan öğrendim. “Mafya Öldürür, Susmak da” adlı kitabın yazarı Mine Türkili’nden bahsediyorum. Söz etmeye değer çünkü kendisi gastronomi alanında da İtalya’da özel zamanlar geçirmek isteyenlere danışmanlık yapıyor. Bu geziyi benim için o organize etti. Yoksa benim kendi başıma bulmam imkansızdı.Ulaşım Venedik üzerinden trenle yapılıyorBorgoluce’ye ulaşmak çok kolay. Venedik’ten trenle yaklaşık bir saat süren bir yolculuk sonunda varacağınız Montebelluna tren istasyonundan Borgoluce yetkilileri sizi karşılayacak. Yok eğer karayolunu tercih ederseniz, A-27 otoyolundan Venedik-Treviso üzerinden Conegliano’ya doğru bir yolculukla aynı yere varacaksınız. Çiftlik evinin sahipleri Ninni, Giuliana, Caterina ve Maria Trinidad Collalto, size bu muhteşem tatilin kapılarını açmış olacaklar. Mekanın yöneticisi Dott. Ludovico Giustiniani de Borgoluce’de mutlu olmanız için elinden geleni yapacak. Bir çiftlik evinde 6 kişi bir hafta boyunca konaklamanın bedeli ise 1000 Euro’dan başlıyor. Mekana giriş yapmadan önce yiyeceklerinizi, çiftliğin kendi ürettiği etleri ve birbirinden güzel birçok çeşit peyniri çiftlik evinin kendi marketinden satın alıyorsunuz.Bağlar, çayırlar ve çiftlik hayatını özleyenlere biçilmiş kaftan Susegana’da bulunan Borgoluce, 1300 hektarlık bir alana yayılmış bir yer. Bu alanın içinde bağlar, arpa, buğday, soya ekim yerleri, çayır çimen, ormanlık alanlar ve hayvanların bulunduğu mekanlar var. Zaten bu nedenle çiftlik evindeki süt ürünleri, et ve salam kendi yapımları. Mekanın çalışanları ekmeklerini kendileri üretiyorlar. Ayrıca dört çeşit de peynirleri var. Bunlar manda sütünden yapılan mozzarella, caciotta, ricotta ve robiola. Borgoluce’da Lentiner ve Sfondo adı verilen iki değişik tip çiftlik evi var. 32 kişilik yatak kapasitesi bulunan Sfonder’de genellikle haftalık pansiyon tarzı konaklama yapmak mümkün. Burada mutfakta yemek pişirilebiliyor. Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi de mevcut. Lentiner’de ise çift kişilik 9 oda var. Kahvaltı dahil konaklama mümkün. Bisiklet gezileri yapabileceğiniz bu mekanda bir de doğal havuz var. Burada konaklarken 2. yüzyılda Kont Rambaldo VIII tarafından kurulan San Salvatore Kalesi gezilebilir. Borgoluce Halkla İlişkiler Uzmanı Lara Buscati’nin gezi boyunca bize en çok tekrarladığı kelimeler “basit” ve “yalın” oluyor. Galiba bu bölgelerin anahtar kelimesi bu. Çünkü insan eli değmemişliğin en güzel örneği. Geçmişten bir kasaba: Susegana Susegana küçük ve şirin bir yerleşim. İtalya’nın şarap üreticisi bölgelerinden biri ve kasabada pek çok şato ve çiftlik evi bulunuyor. Geçen yüzyıllara rağmen Susegana’da Cima da Conegliano olarak tanınan 1459-1518 arasında yaşayan ressam Giovanni Battista Cima’nın pastoral tablolarını bugün de görmek mümkün. Buradaki basit ve yalınlık ilkesi sadece doğanın güzelliğinde değil, yemeklerde de geçerli. Collalto şirketi’nin şarapla ilgili bölümünü temsil eden Borgoluce’de değişik proseccolar (köpüklü şarap) üretiliyor. Prosecco’nun üretildiği bölgenin özellikleri adeta bu şaraba tadını veriyor. Burada tepelerin deniz seviyesinden yüksekliği 50-500 metre arasında değişiyor. Alüvyonlu yamaçlar, güneş ışınlarının farklı dağılımı da prosecco’da farklı lezzetler yaratıyor. Prosecco sadece Treviso tepelerinde üretiliyor. Adını bir bölge ve üzümünden alan prosecco değişik mutfaklarla içilebiliyor. Ama en güzeli, akşam üzeri bir aperatif olarak alınması. Peki, prosecco’nun yanına ne eşlik edecek? Yine bu bölgenin üretimi olan peynirler, etler, salamlar, ceviz, ekmek...Borgoluce’nin sahipleri Ninni, Giuliana, Caterina ve Maria Trinidad Collalto.Yöneticisi Dott. Ludovico GiustinianiBilgi için: 0039 0438 435287Nasıl gidilir?Borgoluce gezisi için Gurme Tur veya Travel Club’ı arayabilirsiniz. Gurme Tur 0212 - 251 24 24info@gurmetur.com www.gurmetur.comTravel Club 0212 - 292 88 88info@travelclub.com.trwww. travelclub.com.tr

Devamını Oku

Ege’deki huzur SİMİ

21 Mayıs 2010

Aslında birçok özelliğiyle diğer Yunan adalarına benziyor ama en önemli yanı şu ki, Türkiye’ye çok yakın bir konumda bulunuyor. Öyle ki, mavi tur yapan teknelerin hemen yanı başından geçtikleri küçük ama çok etkileyici bir ada burası...Simi, Yunanistan topraklarına oldukça uzak konumdaki Oniki Adalar’ın en çok tercih edilenlerinden biri durumunda. Bu adalar kışın çok sakin olan nüfuslarını her yaz birkaç katına kadar artırıyor. Yine de Simi’de feribotların uğradığı saatler dışında genel olarak sakin bir hayat bekliyor ziyaretçileri. Simi, her gün sabahları Rodos’un ünlü Mandraki Limanı’ndan gelen feribotlarla canlanan bir yapıya sahip. Saat 10.00 sularında Rodos’tan hareket edip 11.00 civarında Simi’ye varan feribotlar adayı bir anda Pazar yerine çeviriyor. Akşam üstü 16.00’ya kadar bu kalabalık adada kalıyor ve adaya gelir bırakıyor. Yaz ayları boyunca turistleri ağırlayan liman Gialos, özellikle feribot geldiğinde büründüğü cıvıl cıvıl halleri, rengarenk insan profilleri ve sahne olduğu o telaşlı koşuşturmacayla insanı etkiliyor.Evlerden otellere bütün yapılar Ege mimarisine sahipYönetimi, Rodos’a bağlı olan Simi’de kış aylarında nüfus 1000 civarındayken bu rakam yazları 7000’leri aşıyor. Adalarda pansiyona dönüştürülmüş taş evlerin serin avlularında dinlenmek bile çok keyif veriyor insana. Hanımelleri ile çevrilmiş bu avlularda akşamüstleri, pansiyon sahiplerinin misafirlerine sundukları çörekler ve kahveler de tatil keyfine küçük fakat sevimli ayrıntılar olarak ekleniyor. Büyük bir saat kulesi de bulunan limanının etrafında bulunan oteller, Ege mimarisiyle görsel bir şölen sunuyor. Oteller demişken bir otelden bahsetmeden geçemeyeceğim. Hotel Aliki limana çok yakın ve Simi’ye hakim konumuyla gerçekten harika bir mekan. Verdikleri hizmet de çok kaliteli. En azından bir akşam burada kalmanızı öneririm. (http://www.simi-hotel-aliki.gr.) Birbirine yaslanmış gibi duran Simi evleri de tıpkı otellerin tarzında inşa edilmiş. Neredeyse tümünün üçgen alınlıkları var. Bu arada, adayı gezerken birçok merdivenle karşılaşacaksınız şaşırmayın ve yılmayın. Çünkü tepede Gialos limanından yüzlerce basamakla çıkacağınız köyler var. Bunlardan en beğendiğim ise Khorio köyü oldu...Nasıl gidilir?Simi’ye deniz yoluyla Marmaris ve Rodos üzerinden deniz otobüsü ile gidilebilir ya da Olympic Havayolları’nı tercih edebilirsiniz. Marmaris’ten deniz otobüsü ile gitmek için Yeşil Marmaris’i arayabilirsiniz. Yeşil Marmaris P 0252 4126486 E-Mail:info@yesilmarmaris.com Web: www.yesilmarmaris.comTanrıların susadığı ada Simililer adalarına “Tanrıların Susadığı Ada” adını vermişler. Çünkü etrafı suyla çevrili ama içme suyu açısından çok ciddi problemleri var. Aslında bu durum hemen hemen tüm Yunan adaları için geçerli ve zaten hükümet bu adalarda oturanlara su sorunuyla ilgili destek veriyor. Adaya gelen turistlerin ilk vardıkları yer genellikle Panoromitis koyundaki manastır oluyor. Bu manastır, Ortodoks hacılar için önem taşıyor. Sonrasında ise Simi’de sınırsız bir eğlence hakim. Dediğim gibi, Simi’de her gece sabaha kadar süren taverna eğlenceleri var. Sirtaki, uzo ve mezeler eşliğinde süren eğlencenin tadına doyum olmuyor gerçekten. Simi’de yaşayanlar adalı olmanın keyfini sürüyorlar. Simi’nin ışıklar altındaki limanını ve Rum tavernalarından gelen müzik seslerini tüm gece dinleyebilirsiniz. Tanıdık yemeklerEğlence derken yemekten bahsetmemek olmaz. Yunan yemekleri bize çok tanıdık. Kokuları, tatları, sunumları aynı. Greek salad, imam bayıldıs, pilakis, hani o bildiğimiz pilaki. Yemeğin ardından Greek kahve de Türk kahvesinin aynısı. Yemekten sonra, gece ilerledikçe eğlence de yavaş yavaş hızlanıyor: masaların arasında dolanan sazlar, şişelerin dibini bulmaya başlayan içkiler ve dans...Bakir koylarda huzurSimi’nin ünlü plajları arasında Nanou, Nimborios, Nos, Pedi, Sesklia, St. George, St. Marina, St. Nicholas yer alıyor. Bu koylardan Nanou’da her türlü spor aktivitesi yapılabiliyor. Ayrıca taxi-boat ile adanın dört bir yanına tur alınabiliyor. Nimborios da önereceğim küçük ve güzel bir koy. Eğlenceli tavernaları ve plajı ile tanınıyor. Sesklia ise Simi’ye çok yakın küçücük bir ada. Akvaryum gibi bir denize sahip Sesklia’yı da özellikle öneririm.

Devamını Oku

Tarih, insan ve lezzetin mozaiği Hatay

14 Mayıs 2010

Dönem dönem egemenliğine girdiği Helen, Eski Roma, Pers, Arap, Bizans, Selçuk, Memlük, Türk ve kısa bir süre de Fransız kültürleriyle şekillenmiş olan Hatay, yaşadığı bu uzun ve renkli süreç sonunda bugün tam bir kültür mozaiği sergiliyor. Doğrusu bu şehirde keşfedilecek çok şey var...Hatay bir tarih, geçmişe uzun bir yolculuk ve rengarenk bir toplumlar aynası... UNESCO tarafından barış kenti seçilen Hatay’da çok uzun yıllardır birçok farklı kültür, insanları ve eserleriyle sorunsuzca bir arada yaşayabiliyor. Hatay’da Türkler en büyük nüfusa sahip. Sonrasında Alevi Araplar, yani Nusayriler geliyor. Arapları, Hıristiyan Katolik Araplar, Süryaniler, Ermeniler takip ediyor. Bu bileşim, şehri müthiş bir kültür platosu haline getiriyor. Şehirde yaşayanlar bu mozaiğe alışkın olabilir ama dışarıdan gelen için şaşırmamak pek mümkün değil... Şehrin her yeri tarih kokuyor desem abartmış olmam. Ne var ki, bu ilginç şehri görmeye gittiğinizde sokak aralarında bu değerli mirastan geriye kalanların, gelişmiş ülkelerdeki gibi korunmadığını göreceksiniz. Eski Roma yolunda ilerlerken yolu sadece araştırmalarınızın yardımı ile hayal edebilirsiniz. Düşünün durumun vahametini! “Peki, yaşayan gerçek nedir?” diyecek olursanız, Hatay’da bugün karşılaşacağınız tek gerçek büyüleyici lezzet mozaiği olacak. Oturduğunuz her sofra size mutluluk verecek.Hatay’a dair satır başları* Suriye ile vizenin karşılıklı olarak kaldırılmış olmasının kente kattığı canlılık her an hissediliyor. Vakit ayırıp Suriye’ye gitmek isterseniz Arap kültüründen keyif alabileceğinize eminim. * Savon Otel’in sırasında bulunan defne sabunu üreticisi Verdaa’nın satış mağazasına bir göz atın. Dilerseniz eski halinin de korunduğu sabun fabrikasını gezmenize izin veriliyor. Buradan en azından defne sabunu almanızı öneririm.* Hatay Mozaik Müzesi’ne bolca zaman ayırmalısınız. Çünkü girdikten sonra mozaiklerin eşsiz güzelliği sizi büyüleyecek. Çıktığınızda Hatay’ın her anlamda bir mozaik kent olduğunu tekrar hissedeceksiniz.* Dünyanın ilk mağara kilisesi olan Sen Piyer, Hıristiyanlar tarafından hac yeri olarak kabul görüyor. Burası Hıristiyanlara “Hıristiyanlık” isminin verildiği yermiş. Burada her yıl 29 Haziran günü Katolik Kilisesi tarafından ayin düzenleniyor.Şehir bakımsız ama lezzetler müthişHatay’ın genel olarak bakımsız haline göre size başka bir yere geldiğinizi hissettirecek yerlerin başında Savon Otel geliyor. İsmini aldığı bir sabun fabrikasından, butik otele dönüştürülmüş olan tarihi yapı, gerçek bir dinlenme ve keyif mekanı. Savon Otel’de peynirlerden oluşan yöresel ürünlerle sunulan kahvaltı çok dikkate değer. Bu kahvaltıda testi peyniri, sıkma peynir, tuzlu yoğurt, halhali zeytini, çökelek salatası ve Antakya simidini mutlaka tatmanızı öneririm. Öğle yemeğinde otelin aşçısının özenle hazırladığı Maklube, Aşur ve kağıt kebabını tattım. Hatay’da akşam yemeği için size önereceğim yerde tadacağınız lezzetlerin gönüllü tanıtıcısı olacağınıza ve bunun uzun yıllar süreceğine eminim. Gerek özenle hazırlanmış mekanı ve gerekse sunduğu mükemmel lezzetleri ile birçok ünlünün de ziyaret etttiği bu mekanın adı Sveyka. Sveyka Restoran’da yediğiniz her yemekten mutlu olacağınıza eminim. Ama yine de size birkaç özel önerim var. Bu önerilerimde adı geçen bazı meze ve yemekleri daha önce başka yerlerde tatmış olabilirsiniz ki, ben de öyleydim. Ama Sveyka’da yedikten sonra daha önce hiç yemediğime karar verdim. Meze olarak özellikle humus, kekik salatası, cevizli biber ve zengini tatmalısınız. Ana yemeklerde de birçok seçenek var ama beni asıl büyüleyen kirazlı kebap oldu... Savon Otel, P 0326 214 63 55 www.savonhotel.com.trSveyka Restaurant, P 0326 213 39 47 www.sveyka.comŞehir içi veya Suriye turları için Titus Turizm, P 0326 213 91 41 Verdaa defne sabunu, www.verdaa.com

Devamını Oku

Müzik ve kafelerle vals: Viyana

7 Mayıs 2010

Bahara doyamadıysanız geç kalmadan Viyana’ya bir bilet alın, hâlâ baharın tüm etkilerini hissedebileceğiniz bu güzel müzik şehrine uçun. Viyana’nın o meşhur kafelerinde klasik müzik dinlerken bir melange için, mutlu olun. Bu hafta sizlere kendi Viyana deneyim ve önerilerimden bahsedeceğim.Viyana’nın kokusunu hissetmek, gerçekten orada olduğunuzun farkına varmak istiyorsanız ilk gün mutlaka Kahlenberg’e çıkıp bir kahve ya da bir kadeh şarap eşliğinde Viyana’yı ve Tuna’yı kuşbakışı izleyin. Birçok insanın izlediği Viyana’dan daha farklı bir kent görüntüsünü hafızanıza kaydetmiş olacaksınız. Sonra inin aşağılara doğru ve Stadtpark’ta veya diğer parklardan birinde baharın tadını çıkartın. Viyanalılarla birlikte güneşlenerek yeşilin tüm tonlarını izleyin. Sakinlikten biraz sıkılınca gençlerin arasına karışıp üniversiteliler meydanı olarak anılan Museumsquartier öğrencilerinin arasına karışıp gösterilerini izleyin. Zaten o gün gerçekten çok yorulmuş olacaksınız. İkinci gün kahvaltı için önerim, Naschmarkt’daki Deli Cafe Restaurant olacak. Müthiş bir kahvaltı sofrası hazırlıyorlar. Kahvaltı sonrasında biraz gezinti için zaman ayırın ve bit pazarını gezin. Çok ucuza bir sürü şey bulacaksınız. Dünyanın her yerinden gelmiş giysiler, eşyalar burada size gülümsüyor olacak. Tabii ki, Viyana’ya gitmişken schnitzel yemeden olmaz. Bu nedenle öğle yemeğinde size schnitzel için en iyi adres olan Figlmüeller’i öneriyorum.Kafe Savoy farkıBenim naçizane önerim, bu şehirde gezebildiğiniz kadar kafe gezin. Viyana’da yaşayanların genci, yaşlısı, yalnızı hemen herkes bu kafelerde vakit geçiriyor. Kafede melange adı verilen kahveyi içmek ise keyiflerin en büyüğü. Kafeleri gezin ama Cafe Savoy’a özel zaman ayırmayı sakın atlamayın. Ve Viyana’nın olmazsa olmazlarından biri Demel Pastanesi’nde mutlaka Anna turtası yiyin...İlk cafe uyanık bir Polonyalı’danSavoy, Imperial Kafe. Kafe Landtmann, Sacher, Mozart fark etmez, bu gizemli kafelerin bir de öyküsü var. Bu öyküye göre, Kolschitzley isimli bir Polonyalı casus, Türklerden kahve çekirdeği torbaları çalar. Avusturyalılar o zaman bu kahve çekirdeklerini deve besini sanmaya devam ederken Polonyalı kahve pişirmeyi öğrenir ve Viyana’da ilk kafeyi açar. Viyana tarihinin ilk kahve üreticisi Johann Diobato ise 1685 yılında kahve tarzındaki ilk Türk içeceğini hem üretir hem de satar. Şehirde park bolluğu var* Burggarten: Saat 10:00 ile öğleden sonra 16:00 arasında açık. Bu park içinde tropikal kelebekler, göletler ve bir de restoran var.* Donaupark: Büyük bir alanı olan park içinde ayrıca bir su parkı var ve burada yüzülebiliyor. Ayrıca piknik yapmak isteyen Viyanalılar bu parkı sıklıkla tercih ediyorlar.* Lainzer Tiergarten: Doğal bir park alanı sabahları 9:30’da açılıyor ve akşamüstü 16:30’da kapanıyor.* Schonbrunn: Şehir merkezinde ayı adlı sarayın bahçesi olan bu alan dinlenmek ve imparatorluk yıllarının görkemini hissetmek için ideal. Asırlık dev ağaçlar ve gül bahçeleri parkın cazibesini artırıyor.* Stadpark: Büyülü bir mekan ve tüm Viyana parkları gibi uzun yürüyüşler için ideal.Nasıl gidilir?Viyana gezisi için Gurme Tur veya Travel Club’ı arayabilirsiniz.Gurme Tur P 0212 - 251 24 24info@gurmetur.comwww.gurmetur.comTravel Club P 0212 - 292 88 88info@travelclub.com.trwww. travelclub.com.tr

Devamını Oku

Butik safari keyfi için Lebombo

1 Mayıs 2010

Güney Afrika’daki safari kampları içinde belki de en özeli olan Singita’nın içindeki Lebombo, lüks safari keyfi için tasarlanmış. Burada konfordan ödün vermeden vahşi hayatı yaşamak için her şey düşünülmüş.üney Afrika’nın ve Singita kampının bendeki yeri her zaman farklı olmuştur. Safari yaptığım kampların birçoğu gerçekten çok özel yerler olsa da, bu ülkeye ilk gittiğimde kaldığım kampın Singita olması yüzünden bendeki yeri hep ayrı oldu. Çünkü burada hemen her şey insana kendini özel hissettirmeye yönelik organize edilmişti. Orada gördüğüm, tanıdığım Afrika beni gerçekten büyüledi. Singita’nın içinde yer alan Lebombo Lodge da bu kampın çok özel bölümlerinden biri. Ben de bu defa Singita’da Lebombo’da kaldım ve orada safari yaptım.İçkinizi yudumlarken vahşi hayvanları izleyinLebombo safari kampı, Mozambik sınırına çok yakın bir bölgede ve Kruger National Park’a komşu. Kampı, bu devasa ulusal parktan Sand nehri ayırıyor. Yani iki bölge arasında doğal bir sınır var. Singita’da safari boyunca, sabahları saat 05.30 gibi kalkılıyor, akşamları da doğal olarak erken yatılıyor. Sabah gün doğarken başlayıp akşam yemeği saatinde sona eren safariler, gerçekten yorucu oluyor.Safariye üstü açık bir Land Rover’la çıkıyoruz. Sabahları Afrika rüzgarı inanılmaz soğuk esiyor. Bu nedenle çok sıkı giyinmekte fayda var. Aslında araçta daima battaniyeler bulunuyor yani endişeye gerek yok.Sabah saat 05.30’da çıkılan safari, saat 08.00 sularında kampa dönüşle sonlanıyor. Burada mükellef bir kahvaltı bekliyor misafirleri. Günün ikinci safarisine öğleden sonra saat 16.00 gibi çıkılıyor. Safariye çıkışımız öncesinde rehberimiz ormanda ne içmek istediğimizi soruyor, önce şaşırıyoruz ama bu önemli. Çünkü akşam Afrika savanlarında güneş batarken mola verip vahşi hayvanları izlerken en sevdiğiniz içkiler servis edilecek. Bu çok keyifli organizasyonun ardından yola koyulmadan önce yine sıkı giyinmenizi öneririm. Akşam üstü saat 16.00 gibi çıkılan safariden saat 20.00’de kampa döndüğünüzde sizi Afrika’ya özgü yiyecek ve içkiler bekliyor olacak. Otelin havuzunu da sakın es geçmeyin.Singita’da akşam yemekleri bir şölen gibi. Sıcak tatlılar, salatalar, yerel şaraplar, biralar ve tabii ki yerel dansçılar, kampta parti ortamı yaratıyor.Singita hakkında bilgilerhttp://www.singita.comSon iki yıldır dünyanın en iyisi seçilen Singita’da seçkin Güney Afrika şaraplarından oluşan 5000 şişelik bir şarap mahzeni var. Singita’da özellikle fotoğraf çekmeye yönelik bir organizasyon istiyorsanız bana mail atabilirsiniz. Singita Lebombo Safari organizasyonu içinEkolojik Turizm P 0216 456 75 22-0533 711 66 96www.ecologic-travel.comHayvanların yanına yaklaşmak mümkünLebombo’da kaldığım süre boyunca sabahları oldukça erken saatlerde kalktığımı belirttim ama bunun ne büyük bir keyif olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Sabah 04.00 gibi uyanıp, sabahın o dingin serinliğinde dumanı tüten kahvenizi peksimet ya da kurabiye eşliğinde yudumlamak, ardından kendinizi vahşi doğanın koynuna bırakmak gibi bir deneyim, insanın hayatı boyunca kaç kere başına gelebilir ki? Afrika’nın büyülü güneşinin doğuşunu izleyerek başlayan safari yaklaşık dört saat sürüyor. Günün ilk ışıkları doğmadan tüm hayvanların uyanık olduklarını görüyoruz. Özellikle bu saatler büyük kedileri görebilmek açısından ideal. Çünkü onlar sabah ve akşam saatleri dışında genelde vakitlerini uyuyarak geçiriyorlar. Araçla yanlarına kadar sokuluyoruz ama bizi hiç de umursamış görünmüyorlar. Bir aslan başını hafifçe kaldırıyor ve sonra önemsiz bir şey görmüş gibi çeviriyor. Uçarcasına koşan impala ya da bir ağaç dalında avını kollayan leopar, burada hiç de ürkütücü gelmiyor. Rehberler gördükleri tüm hayvanlar hakkında bizi bilgilendiriyor. Benim gibi meraklıysanız, onlardan herkesin bildiği bu hayvanların özelliklerini öğrenebilirsiniz. Safari sonrasında, nemlenen havanın etkisiyle Afrika’nın toprak kokusunu duyarak ormanın daha vahşi bir yüzünü fark ediyoruz. Benim gibi şanslıysanız bir aslan ailesini birkaç metre mesafeden izlemeniz bile mümkün. Saat 20.00’de kampa döndüğünüzde barda yerel aperatifler alırken o gün safariye çıkan insanlarla gördüklerinizi paylaşmak çok zevkli oluyor. Yanınıza almanız gerekenler* Rahat kıyafetler seçmeye özen gösterin. (Safari kıyafetleri Singita’daki mağazada bulunuyor.)* Kış (mayıs-eylül arası) ve geceler için sıcak tutan kıyafetler.* Rahat yürüyüş ayakkabıları, mayo, şort.* Dürbün ve kamera.* Anti-sıtma haplarını unutmayın. (Seyahat aşılarını zaten yaptırdığınızı düşünüyorum! Tetanoz gibi bazı aşıların yolculuktan aylar önce yaptırılması gerekiyor.)Tarifeye dahil hizmetler* Rehber ve refakatçi hizmetleri.* Gündüz ve geceleri üstü açık Land Rover Defender ile safari.* Doğal yürüyüş safarileri.* Lüks konaklama.* Kahvaltı, öğle yemeği, ’boma’ akşam yemeği, çay ve kahveler.* Gece safarilerinde ikramlar.

Devamını Oku

Bir aşk şehri...VENEDİK

23 Nisan 2010

Ana karadan ayrı ve adeta zamandan bağımsız yaşayan Venedik, adını aşk ve romantizmle özdeşleştirmiş muhteşem bir şehir. Aşkı, tarihi ve tabii gondol keyfini sakın kaçırmayın!..Çocukluğumdan bu yana duyar, okurum: “Venedik sular altında kalacak...” Ama kenti kaplayan su, henüz Venedik’e ihanet etmedi. Adriyatik’in suları Venedik Körfezi’nde zaman zaman öfkesini artırıp seviyesini yükseltse de şehir, hemen her zaman konuklarını tüm davetkârlığı ve haşmetiyle ağırlamaya hazır bekliyor. Kuzey İtalya’nın doğusunda, Adriyatik denizi kıyılarında, bir ada şehir olan Venedik, karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demiryolu köprüsü Ponte Della Liberta ile bağlanıyor. Ama iskeleden kalkan vaporettolar ile (Boğaz’da çalışan motorlar gibi küçük tekneler) gitmenizi özellikle öneririm. Su şehrine su kanalıyla gitmekten zevkli bir şey olamaz. Vaporetto’ya adım attığınız an sadece trafikten, kornalardan, ana karadan, İtalya’dan değil, yaşadığımız yüzyıldan da ayrılacaksınız. Tarih kokan (itiraf etmeliyim, özellikle yaz aylarında rutubet de kokan!) Venedik’te sizi geçmiş yüzyıllar bekliyor olacak... 19. yüzyıldan kalma binaların aklınızı başından alacağına şüphem yok...İlk girdiğinizde kaybolma endişesi yaşayacağınız daracık sokaklar, sizi birbirinden güzel meydanlara ulaştıracak. “Bu kez kayboldum” dediğiniz anda anlayacaksınız ki, aslında Venedik’te yürürken kendinizi sokaklarda akıntıya bırakırsanız, mutlaka bildiğiniz bir noktaya varacaksınız. Venedik’i en iyi hissetmenin ipucunu da size vereyim. Ünlü tarihçi Fernand Braudel’in “Akdeniz, İnsanlar ve Miras” kitabındaki Venedik yazısını okuyun. Venedik’i daha iyi anlayacaksınız. (Akdeniz, İnsanlar ve Miras/Fernand Braudel-Metis Yayınları)118 adacık, 170 kanal, 400 köprü ve gondollarla bağlıDaracık yüzlerce kanalı birbirine bağlayan köprüleri, sokak aralarında satılan maskeleri ve meydanlarındaki görkemli kiliseleri ile ilginç bir kent Venedik. Ansiklopediler de zaten kenti bir kanallar şehri olarak tanımlıyor. Yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu kentte bu adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve onları da birbirine bağlayan 400 köprü var. Venedik’te kanallar boyunca ilerlerken neredeyse her dönemeçte bir meydana çıkıyorsunuz. Bu yanıyla da sürprizlerle dolu bir labirentin içindeymişsiniz izlenimi veriyor. Zaten yürümek gibi bir şansınız yok ama bu labirentleri mutlaka gondolla keşfetmeniz gerektiğini söylememe pek de gerek yok değil mi? Sokak aralarından çıkıldığında zaman zaman dalgalı denize maruz kalınsa da ara sokaklarda huzur var. Ama önemli bir uyarım var, unutmayın ki Venedik turistik bir şehir ve bunu çok iyi bilen gondolcular gezi için olağanüstü yüksek rakamlar isteyebiliyor. Pazarlık yapmayı sakın ihmal etmeyin.San Marco’da ünlüleri ağırlayan restoran: Antico PignoloYalnız gitmemenizi ve aşkı dolu dolu hissetmenizi önereceğim Venedik’te, kendinize ve sevgilinize Ristorante Antico Pignolo’nun eşsiz lezzetlerini sunmayı sakın unutmayın. San Marco Meydanı’nda yer alan Antico Pignolo’nun sıcak kanlı yöneticisinin adı Fulvio Zanella. 1930’dan bugüne Zanellaların yönetiminde olan mekanın tarihi, çok daha eskilere uzanıyor. 1200’lerde Venedik dükünün atlarının tedavi gördüğü yer olarak ve 1600-1700 arasında rahibeler için fırın olarak ve hemen ardından baharatçı olarak kullanılıyor. Son yüzyıldaysa birçok ünlünün yemek yediği bir restoran olarak kullanılıyor. Bu ünlüler arasında Yoko Ono, Pierre Cardin, Julio Iglesias, Robert de Niro, Nick Nolte, Phil Collins ve Jon Bon Jovi gibi isimler var. Restoranın 1500 etiketli seçme şaraplardan oluşan çok zengin bir kavı var. Ayrıca sommelier kursları da düzenleniyor. Yemekte karides ve safranlı risottoyu özellikle tavsiye etmek isterim. Farklı bir içecek olarak ise yemekten sonra digestive olarak, kırmızı greyfurt, prosecco ve votkadan oluşan Sgroppino’yu mutlaka tadın derim. Şarap seçiminizde mütevazı olursanız fiyatlar da mütevazı olacaktır.Maskelerin hikayesiVenedik, 1600’lü yıllardan beri Avrupa’daki en güzel karnavalların odak noktası durumunu koruyor. Şehrin maske takma geleneği de bu zamanlardan başlamış. Eğlenceye çok düşkün şehirde fahişelik mesleği cazip bir hale gelince, köprülerde müşteri arayan kadınlar, yerel halk tarafından tanınmamak için birbirine benzeyen ve hafif bir tebessüm taşıyan yaldızlı maskeler takmaya başlamışlar. Böylece maskeler, Venedik’in ve fahişeliğin sembolü olmuş. Şehrin ileri gelenleri, maskelerin sayısındaki artışı fark edince paniğe kapılıp fahişeliği yasaklamış. Ama maskeler günümüzde Venedik’in sembolü durumunda ve en popüler turistik objelerden de biri.Görülmesi gereken yerler St.Marco MeydanıŞehrin en güzel anıt binalarından Dükler Sarayı ve Sansoviane Kütüphanesi’nin arasında kalan bu alan, görkemli St. Marco Kilisesi ile tamamlanıyor. Önceleri pazar yeri olarak kurgulanmış ancak 1536 yılından itibaren temiz tutulması amacıyla pazar kurulmasından vazgeçilmiş.Dükler sarayıPembe Verona Mermeri ve beyaz Istra taşından Gotik üslupta yapılmış. Venedik dukalarının sarayı, aynı zamanda yönetim merkeziymiş.Hasret köprüsüDükler Sarayı ile Prigioni Nuove (Yeni hapishane) arasında kapalı olarak inşa edilmiş bu köprü,17. yüzyıl barok mimarisinin en popüler örneklerinden. Murano adasıYüzyıllardır kendine özgü cam işçiliğiyle öne çıkan Murano adasına, kuzeye doğru 1.5 km yolculuk yaparak küçük teknelerle ulaşmak mümkün. Burada cam işçiliğini izleyebileceğiniz gibi çeşitli hediyelik takılar, aksesuarlar ve şamdan, çerçeve gibi Murano işi eşyalar da satın alabilirsiniz.Venedik gezisi için Gurme Tur veya Travel Club’ı arayabilirsiniz.Gurme Tur0212 - 251 24 24info@gurmetur.comwww.gurmetur.comTravel Club0212 - 292 88 88info@travelclub.com.tr www. travelclub.com.tr

Devamını Oku

Ege’nin güzel kızı: Rodos

16 Nisan 2010

Marmaris’in 45 km açığındaki Rodos, Ege’yle Akdeniz’in birleştiği noktadan adeta ışıl ışıl gülümsüyor. Renkli kültürü, köklü tarihi ve insanı çeken denizi ile kumsalları, bu güzel adayı mutlaka görülmesi gereken bir yer yapıyor.Rodos, hemen baş ucumuzda, görülesi bir cennet. Marmaris’ten deniz otobüsüne biniyor ve en fazla 50 dakika sonra Rodos’a varıyorsunuz. Limana yaklaşırken gördüğünüz turkuvaz renkli sahiller, daha karaya adım atmadan büyülüyor insanı. Ve adaya yaklaştıkça belirginleşen şahane mimari, insanda kendini bir an önce Rodos’un daracık sokaklarına atma isteği uyandırıyor... Rodos’un ünlü Mandraki Limanı’ndan adaya ilk adımınızı attıktan sonra vakit kaybetmeden kararınızı verin; ister eski, isterseniz yeni Rodos’ta konaklayabilirsiniz. Ben eski Rodos’u tercih ettim. Daracık parke taş kaplı sokakları, eski binaları, küçük dükkanların dizildiği çarşısı, eski meydanı, küçük pansiyonları ile eski Rodos, yani adanın kale içinde kalan bölümü geceleri de tavernaların içinden yayılan müziklerle şenleniyor. Sanki Ege kasabasındayımRodos, tam bir Ege kasabasını hatırlatıyor. Sokak aralarında “şekerleme yapan” kedileri, pencerelerinden dantel perdelerin dalgalandığı evleri, kapıların önünde oturan yaşlı teyzeleri ve turkuvaz sahilleri ile Ege’den kopmuş bir kasaba gibi. Rodos’un ünlü Mandraki Limanı hep kalabalık. İrili ufaklı rengarenk tekneler, insanı rahatlatan bir ortam yaratıyor. Limanın çevresinde Rodos hatırası fincanlar, kül tablaları, yerel içkiler satanlar, tekstil ürünleri ve bunları satmaya çalışan tezgahtarlar var. Bunlar renkli bir kartpostal oluşturuyor. Gemilerle gelenler gidenler, Helios’un aşkı güzel Rodos’u görüp onunla birkaç gece paylaştıktan sonra hoş anılarla ayrılıyorlar... Buram buram deniz ve tarih kokan huzurlu bir yer burası.Kızın adı RodosMitolojideki öyküye göre; güneş tanrısı Helios, deniz tanrısı Poseidon’un kızına aşık olmuş, kızın adı Rodos’muş... Rodos o zamandan bu yana aşıkların adası olarak biliniyor. Kendim sevdiğimden midir bilmiyorum ama belki Rodos hep sarışın ve mavi gözlü bir kadın gibi görünür bana. Yani benim gözümden sarı saçları, mavi gözleri ve eteğinin etrafında dolanan kedileri ile karşılıyor konuklarını güzel Rodos. Işıltılı gözleri Rodos’un kıyılarına köpük köpük dalga olarak vuruyor. İnsanlar o dalgaların arasında rüzgar sörfü yapıyor.Adanın sembolü bir dünya harikasıRodos turistlerini ilk karşılayan, limandaki iki heykelcik oluyor. Limanın iki ayrı ucunda bulunan bronz heykeller, günümüzde Rodos’un sembolü sayılıyor. Aslında yüzlerce yıl önce bunların yerinde güneş tanrısı Helios’un heykelinin ayakları varmış. Rodos sakinleri tarafından kuşatmadan kurtulunca sevinçlerini ifade etmek için Lindoslu Khares’e yaptırıldığı söylenen bu heykel, 32 metre yüksekliğindeymiş. Büyük bir depremde yıkıldığı iddia edilen devasa heykel, halen dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul ediliyor.Kumsallar birbirinden güzelRodos, iki farklı dünyayı 1401 km2’ye sığdırabilmiş bir ada. Adanın yeni bölgesinde Rodos’a gelen turistlerin çok tercih ettiği uçsuz bucaksız bir kumsal var. Buraya Rodos’un kent merkezinden otomobille de ulaşmak mümkün. Özellikle Kalithea ve Faliraki plajları popüler. Adanın güneyinde bulunan Lindos Plajı ise incecik kumlarıyla en çok tanınan kumsal. Burada da “Zorba, The Greek” filmiyle adanın “yüzü” olmuş Anthony Quinn’in adını taşıyan plajı mutlaka görmenizi öneririm. Yeni bölgedeki şehir merkezinde bolca çok katlı binalar ve beş yıldızlı oteller var. Geniş yolların kaldırımlarındaysa dünyanın tüm markalarını satan mağazaları görmek mümkün. Eski kentteki dükkanların yerini burada lüks mağazalar almış. Rodos ve KaleiçiEski kentler hep ilgi çekicidir. Rodos’un kale içinde kalan bölümü de kesinlikle bu savıma uyuyor. Eski Rodos, 14. ve 16. yüzyıllar arasında Rodos Şövalyeleri tarafından yapılmış. Rodos dar sokakları ile eski bir fotoğraf karesinden bugüne seslenen bir zaman gibi duruyor. Kale içindeki Alexis adlı tavernayı özellikle önermek istiyorum. Burası müthiş mönüsüyle yıllarca Winston Churchill’den Liz Taylor’a, Anthony Quinn’e kadar dünyanın en önemli simalarının gözdesi olmuş bir yer. Büfelerde döner varEski kentin meydanı, hem limana hem de kentin yüksek noktalarına 10 dakika uzaklıkta. Meydan, kafe ve restoranlarla dolu ve çevresinde de alışveriş yapılacak dükkanlar var. Bu dükkanları gezmek çok keyifli. Satıcılarsa Türkiye’de olduğu gibi çok bağırıyor. İlginçtir, büfelerde döner de yapılıyor. Meydandaki kafelerde yemek yemek isterseniz mönüdeki isimler size çok tanıdık gelecektir: Pilakis, cacık, ayran, imam bayıldıs, Greek salad -ki bu bildiğimiz çoban salatası-, zeytinyağlı yemekler ve işte Rodos. Tam bir Ege-Akdeniz kültürü...Nasıl gidilir?Rodos’a Marmaris’ten deniz otobüsü ile kolayca gidilebilir ya da Olympic Havayolları ile uçabilirsiniz. Adaya Marmaris’ten deniz otobüsü ile gitmek için Yeşil Marmaris’i arayabilirsiniz. Yeşil Marmaris P 0252 4126486 E-Mail:info@yesilmarmaris.com Web: www.yesilmarmaris.com

Devamını Oku