Deniz Akçay Katıksız’ın ilk filmi Köksüz, Venedik Film Festivali’nde Geleceğin Aslanı kategorisinde aday gösterildiğinde izleyici tarafından dakikalarca alkışlandı. Öyle ki birçok kişi eleştirisinde filmin ne kadar içten ve gerçekçi olduğunu belirtti. Babalarının kaybının ardından aile bireylerinin yaşadığı dramı anlatan film izleyici tam kalbinden vuruyor. Evin büyük kızı Feride’yi ise Ahu Türkpençe canlandırıyor. Ailede baba rolünü üstlenmek zorunda kalan Feride’nin içinde boğuştuğu hayat beyazperdenin dışındaki dünya ile bire bir aynı. Köksüz’ün yalın ama bir o kadar etkileyici hikayesini Ahu Türkpençe ile konuştuk. Başrolünde olduğunuz Köksüz Venedik Film Festivali’nde dakikalarca alkışlanmış. Dünyanın en önemli festivallerinden birinde bunu yaşamak sizi nasıl hissettirdi?Tabii ki çok mutlu oldum ve gurur duydum. Aklımdan geçen ilk şey; “Yaptığımız işi anladılar” oldu. Yani paylaşmaya çalıştığımız duyguyu anladılar, hissettiler ve hiç kopmadan filmi seyrettiler. Bu bir filmin başına gelebilecek en güzel şey.Köksüz aslında çok bilindik bir dünyayı bize gösteriyor. Aile içinde hep iyi anlaşmak mı gerek?Elbetteki hayır. Tabii ki aile üyelerinin her biri aileden bağımsız bir birey ve anlaşmak zorunda değiller ama belki ortak bir yol çizmek durumunda olabilirler. Zaten filmde konu edilen anlaşıp anlaşmamaları değil, ailenin babasız kalmasıyla her bireyin kendi açmazını yaşaması ve bu kayıpla birlikte nasıl değişip geliştikleri.Seyirci ile paylaşılan duygu çaresizlikFilmin festivalde bu kadar sevilmesini sağlayan duygu neydi?Aslında bunu seyirciye sormak gerek, ama kanımca sevilmesindeki en önemli faktör karakterlerin ve duygularının çok gerçek olması. Hikaye ve durumlar olabildiğince basit ve tanıdık, ama tepkiler ve özellikle de duygular o kadar gerçek ki seyirci bu gerçekliğe kendini kaptırıp seyrediyor filmi. Doğal olarak empati kurmak ve karakterleri benimsemek de kolay oluyor seyirci için. Kadın erkek ayırmadan, herkesi bir noktadan ve de tam kalbinden yakalamaya çalışan bir hikayesi var filmimizin. Ben bir an evvel Türkiye’de vizyona girsin ve kendi seyircimizle de paylaşalım istiyorum bu hikayeyi.Filmde evin küçük çocuğunu düşününce yeni nesil kendi istediklerini yaptırma konusunda geçmişe nazaran daha mı bencil?Filmi yeni nesil olarak değil de geçen anı, zamansız olarak düşünebilirsiniz. Hikayenin duygusu ve seyirci ile paylaştığı çaresizlik duygusu. Dönemi ne olursa olsun aynı kalacak ortak bir duygu. Evdeki gerginlikten etkilenen ve içine kapanan, ileride belli ki acısını çok çekecek olan evin küçük kızının hikayesi de öyle. Aslında her karakter kendi içinde çok çaresiz ve yine hepsi içten içe uzanacak bir yardım eli bekliyor.Büyürken ben de içimde sorunlar yaşadımCanlandırdığınız kadın içe dönük bir abla. Sizin de kardeşiniz var. Abla olmanın yükünü hiç yaşadınız mı?Hem kardeşim hem de bir abim var. Elbette ki herkes gibi ben de büyürken dışarıdan ufak görünen ama kendi içimde büyük olduğunu düşündüğüm anlar yaşadım. Hem ablalık hem de kardeşlik anlamında... Ama hikayedeki Feride karakteri kadar zor bir durumda hiç kalmadım. Feride’nin en büyük acısı, yaşamak istediği hayat ile yaşamak zorunda kaldığı hayat arasında kilometrelerce mesafe olması. Dışarıdan güçlü duran ama aslında zayıf bir karakter. Ailenin yükünü sırtlanmış görünse de gerçekte ona çok ağır gelen bir sorumluluk bu. Kendi istekleri ve hayalleri için savaşacak gücü olmadığından kendini bir kurban modeline dönüştürüp, sırf sorumluluklardan kaçmak için, istemediği bir hayata sığınan biri. Kendi elleriyle kendini zindana atıyor yani.Amacım beni mutlu eden işleri yapmakİzlediğim en doğal oyunculardan birisiniz. Seyirci tarafından da bu size artı puan olarak mı dönüyor yoksa seyirci ulaşılmaz, abartılı oyuncular mı seviyor?Elbette ki artı olarak dönüyor. Bence seyircinin de benim de aradığımız şey aynı; samimiyet. Gerçek ve samimi bir performans için uğraşıyorum hep ve o performansı yakaladığımda görünmez bir bağ oluyor seyirci ile aramda... Gerçekten inanılmaz ve anlatılamaz. Ancak yaşayarak, hissederek bilirsiniz. Özellikle tiyatroda bu bağ daha da etkili oluyor. Saniyesi saniyesine hissediyorsunuz, çok ama çok büyülü. Bana “Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim” deme isteği uyandırıyorlar.Emre Kınay ile oynadığınız tiyatro oyunu ‘Sondan Sonra’ bu sezon da devam edecek. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?Sinemadaki önceliğimizin aynısı tiyatroda da var, yani samimiyet ve tabii ki oyun çok iyi bir metine sahip. Anlattığı şey ve bunu anlatış tarzı nadir bulunur bir özenle ve beceriyle yazılmış. Sondan Sonra adlı oyunu bulduğumuz için çok şanslıyız. Tiyatroda yakaladığım, beni mutlu eden işleri yapma lüksünün aynısını sinemada da yakalamaya çalışıyorum. Köksüz de o işlerden biri.Yönetmenlerin güvenlerini boşa çıkarmıyorumSinemada yer aldığınız filmlerdeki kadınlar seyirciyi etkiliyor. Böyle rollere sizi seçtikleri için şanslı mı hissediyorsunuz yoksa o rolü hak etmiş mi?Her ikisi de. Sürekli çok yaratıcı ve duyarlı insanlarla yollarımız kesişiyor ve o kadar şanslıyım ki projelerinde yer almam için beni seçiyorlar. Sonrasında güvenlerini boşa çıkarmıyorum ki bir önceki işim bir sonrakinin referansı oluyor. Ben yine iyi insanlar ve güzel işlerle karşılaşıyorum. Yönetmenimiz Deniz ile sekiz sene önce başlayan tanışıklığımızın arkadaşlığa dönüşmesi ve sonrasında da böyle bir filmle taçlandırılması paha biçilemez bence. Yaptığım her iş bana bir şey daha öğretiyor ve sürekli bir değişimin içinde olduğumu hissediyorum. Bu yolda etrafımda işinin ehli güvenilir insanlarla birlikte olmanın lüksü çok başka.Festivalleri takip ediyorsunuz. Bir oyuncunun ulaşmak istediği en yüksek noktalardan biri filminin festivallerde oynaması mıdır?Benim için filmden çıkan seyircinin anlatmaya ve paylaşmaya çalıştığımız duyguyu hissetmiş olması en önemlisi. O zaman seyirci ile ortak bir macera yaşamış ve çok özel bir şey paylaşmış oluyoruz. İster festivalde olsun isterse vizyondayken yeter ki filmden çıkınca gözlerinde o ifadeyi göreyim. Ama tabii ki festivaller sayesinde sayıca çok daha fazla üstelik de uluslararası seyirciye ulaşmış oluyoruz. Ne kadar çok kişiye ulaşırsak o kadar iyi elbette.Yönetmen Deniz Katıksız Köksüz filmiyle ilgili, “Arada kalmış, kendine rol biçememiş insanların başkalarınca giydirilen rolleri beceriksizce taşıma çabalarının hikayesini anlatıyoruz” diyor.Tango ile rahatlıyor- İleride İspanyolca öğrenip, İspanya ya da İtalya’da bir süre yaşamak istiyor. - Kendi yazdığı bir oyunda oynama hayali var.- Bu aralar tango yaparak rahatlıyor. Daha başlangıç seviyesinde. - Daha önce oynadığı filmler Kaybedenler Kulübü, Denizden Gelen, Dinle Neyden, Hicran Sokağı, Keloğlan Kara Prense Karşı, Neredesin Firuze.- Kariyerinin başlangıcı ise Bir İstanbul Masalı dizisi...
Yazın en sıcak günlerini yaşadığımız şimdilerde bence en iyi tatil seçeneklerinden biri yeşilin her tonunu görebileceğim Rize yaylaları diye düşünerek Rize’nin yolunu tuttum. Sahilde ve mükemmel bir konumu olan Dedeman otele yerleştim. İlk farkettiğim otelin yenilenmiş odalarının konforu oldu. Ama otelde fazla zaman geçirmek yerine hemen yayla yollarına düştüm. Dedeman otelinden Cengiz Dil’de bana rehberlik etti diyeceğim ama bu yetersiz kalacak. Cengiz’in yore hakkındaki bilgisi ve keyifli anlatımı ile seyahatim daha da bir neşelendi. Petran yaylası ve Ayder yaylasına ayra ayrı yolculuk ettik. Petran yaylası henüz turist çekmeyen bir yer olması nedeni ile daha bakir bir yer. Yaylada yaşayan halk ise fazlası ile konuksever. Her evden yemek ve çay daveti aldık desem yalan olmaz. Ayder yaylası ise yıllar önceki el değmemiş halini bildiğimden benim için biraz üzüntülü bir ziyaret oldu. Çarpık yapılaşmayı oraya taşımakta zorlanmamışız. Tabi ki insanların konukseverliği ve ilgisi anlamında değişen bir şey yok ve bu anlamda keyifli. Ama ben bu seyahatimde yaylalardan daha çok yayla yollarında geçirdiğim zamandan keyif aldım. Neredeyse adım başı bir eski köprü ve şelale gördüğüm bu yolculukta ben de adım başı durdum ve hepsinin keyfini tek tek sürmeyi seçtim. Özellikle fotograf hobisi olanlar için ideal uzun pozlama yapma imkanı sunan bu doğa harikası manzaraları görüntülemeye çalıştım. Bu nedenle de fotografla ilgilenenlere bu fırsatı kaçırmayıp Rize’nin yayla yollarını öneririm. Yol üzerinde bulunan küçük kahvelerde oturmak ve demli bir Rize çayı içmek de işin ayrı bir keyif tarafı oluyor. Ayder ve Petran yaylaları dışında görkemli görüntüsü ile sizi etkileyecek olan Zil Kale’yi de ziyaret etmenizi öneririm. Ve yine Zil Kale yolu da diğerlerinden farklı değil. Yol üzerindeki muhteşem eski köprülerde mola verin ve bol bol fotograf çekin.Ayder Yaylası :Osmanlı döneminden beri şifalı suyu ile ilgi odağı olan Ayder 1987 yılında turizm merkezi ilan edilmiş, romatizma, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına şifa verdiği iddia edilen, 260 metre derinlikten gelen 50 derece sıcaklığındaki kaplıcalarından faydalanılabilmesi için modern turistik tesieler inşa edilmiştir. 260 metre derinlikten çıkan, 55 derecelik kaplıca sularının başta romatizma, kireçlenme olmak üzere pek çok hastalığa iyi geldiğini belirtiyor. Kaplıca sularından fayda görmek için havuza girmek, özel banyo almak ya da içmek mümkün. KaradenizTeknik Üniversitesi'nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Güler yaptığı açıklamada, kaplıca sularının romatizmal eklem hastalıkları,sinir, sindirim, dolaşım sistemi hastalıklarıyla idrar yolları ve üreme organı hastalıklarına iyi geldiğini belirtiyor. Kaplıca suları ayrıca, egzama ve sedef, ergenlik sivilceleri gibi cilt hastalıklarının tedavisinde de kullanılıyor. Tabii ki, kaplıcaya girmeyi sakıncalı kılacak durumlar da var. Örneğin kanamalı rahatsızlıklar, yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlıkları başta geliyor. Bu nedenle kaplıcaya girmeden önce mutlaka uzman bir doktora danışmak şart. Zaten Ayder Kaplıcaları'nda görev yapan bir uzman doktor da bulabilirsiniz. Uzmanlar ayrıca kaplıcada günde ikiden fazla banyo alınmaması gerektiğini hatırlatıyor ve 4 banyodan sonra kendisini halsizlikle belli eden ve Kaplıca Krizi olarak tanımlanan bir rahatsızlığın bazı kişilerde görülmesinin normal olduğunu belirtiyorlar.Petran Yaylası:Petran yaylası son zamanlarda Lazboard ile gündeme geldi. Profesyonel Snowboard'çıların ve yerel halktan oluşan Lazboard'çuların Meşeköy'de yaptıkları yarışın sonucunda Meşeköylü halkın kazanması sayesinde Lazboard’un un patenti de Meşeköy halkına verilmiştir. Lazboard halk tabiriyle “üzme tahtası” yaşlı halkın anlattığına göre 150-200 yıl öncesine kadar zevk için kullanılmaya başlanmış, meydana gelişi ise belki de daha eski. Lazboard nüfusun fazla olduğu ve kışın da köyde kalanların bulunduğu zamanlarda, köyden ilçe merkezine inmek isteyenlerin bulmuş olduğu bir ulaşım aracıdır. Kullanıldıkça halkın hoşuna giden bu araç yıllar içinde zevk haline gelmiştir...Zil Kale:Rize İli, Çamlıhemşin ilçesinde bulunan bölgenin en dikkate değer eserlerinden biridir. İlçe merkezinin 15 km güneyinde Fırtına Deresinin batı yamaçları üzerinde kurulmuştur. Kalenin, üzerinde inşa edildiği sarp kaya kütlesi, denizden 750, dere yatağından ise yaklaşık 100 m yüksektedir. Kale, dış surlar, orta surlar ve iç kaleden meydana gelmektedir. Dış kalenin kapısına kuzey batı yönündeki patika bir yolla ulaşılır. Kuzeydeki kapının söve taşları sökülmüştür. Bir teras yardımıyla orta surlar seviyesine çıkılır ve ikinci bir kapı ile kale içerisine girilir. Orta kale içerisinde üç önemli yapı bulunmaktadır. Bunlar; muhafız binası, şapel ve baş kuledir. Kulenin dört katlı olduğu, duvarlardaki hatıl izleri ve kiriş deliklerinden anlaşılmaktadır. İçerisinde ince bir bölüntü duvarı ve dolgu toprak vardır. Duvarlar üzerinde doğu yönünde kemerli pencereler, diğer taraflarda mazgal delikleri bulunmaktadır. Kalenin yapılış tarihini belirtecek kesin veriler olmamakla birlikte 14. ve 15. yüzyıllara tarihlendirilmektedir.Rize’ye gitmişken bir sabah Zümrüdü Anka’da kahvaltı etmenizi, Hüsrev’de kuru fasulye yemenizi, yaylalarda muhlama tatmanızı öneririm. Eğer alışveriş yapmak istiyorsanız da Rize şehir merkezinde bulunan Yaşar Sarıbaş’ın yöresel gıda marketini öneririm. Konaklama için önerim ise memnun kaldığım Dedeman oteli olacak. c17Şehrin hemen yanıbaşında, gürültüden uzak, mavi ile yeşilin buluştuğu noktada konumalanan Dedeman Rize, misafirlerin huzur ve güven içinde konaklamalarına imkan veriyor. Dedeman Rize, Doğu Karadeniz boyunca Trabzon’dan Hopa’ya kadar olan tesisler içerisinde, en güzel konumda yer alıyor. Rize’ye 4 km. mesafede, bir yarımada üzerinde denize sıfır konumuyla, denizle iç içe olan otelin tüm odaları deniz manzaralı. Ayrıca bulunduğu yer itibariyle, Ayder Yaylası, Fırtına Deresi, Anzer Yaylası, Uzungöl gibi turistik lokasyonların merkez noktasında yer alıyor.Rize’nin uluslarası standartlarda hizmet veren tek zincir oteli olmasıyla da öne çıkan Dedeman Rize; tamamen yenilenen odaları, toplantı salonları, genel alanları ve restoranıyla misafirlerini “Geleneksel Dedeman Misafirperverliği” ile ağırlıyor.Sedventure ile Rize doğa veya fotograf gezisi için:Sedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.comSigma Objektiflerde Bayonet DeğişimiSigma fotoğraf dünyasında bir ilke daha imza atarak yeni nesil objektiflerinde bayonet değişimi yapacağını açıkladı. Dünyanın önde gelen fotoğraf makinesi markalarına uyumlu objektif üretimi yapan Sigma, bundan böyle kullanıcıların fotoğraf makinesi markası değişiminde önlerindeki en büyük engel olan objektiflerim ne olacak sorusuna bir cevap olarak yeni nesil A ve S serisi objektiflerinde kullanıcının makinesini değiştirmesi durumunda objektifin gövde bağlantı bileziğinin (bayonet) bir ücret karşılığında değiştirilebileceğini açıkladı. Bu hizmet Eylül 2013 itibari ile başlayacak. Detaylı bilgi için; http://fotoproistanbul.wordpress.com veya www.fotopro.com.tr Nar Art Sanat Galerisi Yaz Karma Sergisi Nar Art Sanat Galerisi kendi koleksiyonundaki fotoğraf sanatının önde gelen isimlerinden Peter Lik , Robert Park, Art Wolfe’un yanısıra Altan Çelem, Nilhan Sesalan, İpek İnal, Seyyit Bozdoğan, Özgül Arslan’ın çalışmalarını kapsayan sergiyle sanat severlerle buluşuyor. 24 Temmuz 31 Ağustos 2013Adres: Narart Galeri- Burhaniye Mah. Beybostanı Sok. No:41 A Blok Zemin Kat BeylerbeyiÜsküdar / İstanbul-Türkiye
Yazın sıcağından uzaklaşmak ve farklı bir rota yapmak her zaman ilgimi çekmiştir. Kızım Deniz’in önerisi ile Royal Caribbean’in ilginç bir rotasını seçtik. Hatta o kadar ilginç ki, çoğu kişinin hiç gitmediği ve hayatımız boyunca pek de sık gidemeyeceğimiz bir rota idi bu. Royal Caribbean’in Brillance of the Seas adlı gemisi ile yapacağımız bu yolculuk İngiltere’nin Harwich imanından başlıyordu. Tabi ki bunun için Londra’ya gitmek gerekiyor öncelikle. Karar verdik ve biletlerimizi aldık. Londra’dan transferimizi havalanında bizi karşılayan Royal Caribbean yetkilileri gerçekleştirdi. 2 saat süren bir yolculuktan sonra gemimizin bulunduğu Harwich’e geldik. Brillance of the Seas adlı gemiye binince crusie firmalarının aralarındaki farkı bir daha anladım. Özellikle böylesi uzun rotalarda Royal Caribbean’ı seçmemin ne kadar haklı bir tercih olduğunu gördüm. Son derece şık tasarlanmış bir gemi ve kabinlerden servise dek herşey gerçekten mükemmeldi. Özellikle yemek konusunda bizi ihya ettiler desem hiç de abartmış olmam. Geminin dünya mutfağı sunan açık büfesinde o kadar kişiye bu kadar çok yemeği nasıl böylesine lezzetli sunabildikleri seyahat boyunca aklımı kurcaladı. Diğer yandan gemide çalışan Türk personelin ilgi saldırısana uğradık resmen. Hepsi her an bizimle ilgilendiler. Özellikle gemideki özel restoranların müdürü olan Mustafa Kalkan bizi her akşam bir başka restorana davet etti ve gittğimizde gördüğümüz ilgi ise mükemmeldi. Brillance of the Seas ile Harwich’den ayrılıp 12 gün süreek yolculuğumuza başladık. Sırasıyla Norveç’in güzel liman kenti Bergen, yine Norveç’in belki en güzel fiyordu olan Geiranger, İskoçya’nın Shetland adası, Danimarka’ya bağlı olan Faroe adaları ve ardından da gemimizin 1 gece konaklayarak doya doya gezeceğimiz İzlanda’nın Reykjavik kentine gittik.İstanbul yaz güneşi ile kavurup nem ile bunaltırken biz serin havada gezmenin tadına vardık. Bergen’in sokaklarında gezdik, Geiranger’de yaşayanların hiç bir yerde yaşayamayacağına çünkü oranın en yaşanası yer olduğuna karar verdik. Shetland adalarının sokaklarında şirin küçük evlerin arasında dolaştık. Faroe adalarında çatısı çim kaplı evlerin önünde fotograf çektirdik. Ve Reykjavik ise gezimizin en güzel bölümünü oluşturdu. Gemimizin reykjavik’de 1 gece konaklayacak olması nedeniyle küçük bir İzlanda turu yapmaya karar verdik. Tabi ki İzlanda’yı böylesine güzel gezmemizin en önemli nedeni orada yaşayan ve bir İzlanda aşığı olan arkadaşım Hakan Durak’ın organizasyonu oldu. Bir araç organize edip bizi aldı ve inanılmaz doğa manzaraları gördük. 80 civarında ülke gezmiş biri olarak bu manzaraları dünyanın başka hiçbir yerinde göremeyeceğinizi rahatlıkla söyleyebilirim. Hakan’ın rehberliğinde gördüklerimizden bazılarını sıralarsam; siyah çöller, Avrupa’nın en büyük buzulu, sayısız ve her biri çok farklı şelale, üstleri sarı veya bazen yeşil kuru yosunlarla kaplı kaya çölleri ve yine üzeri çim kaplı evler. Hakan Durak’ın gezdiğimiz yerlere ilişkin keyifli anlatımını da eklemeliyim. Gece Reykjavik’e dönüp şehiri de gezme imkanı bulduk. Ertesi gün öğlene kadar Reykjavik’in altını üstüne getirip her tarafını dolaştık ve elbette bir palto kıvamındaki İzlanda kazaklarından aldık. İstanbul’da senede kaç gün giyebilirim bilmiyorum ama kazaklar gerçekten çok hoş, size de öneririm.İzlanda doğası ile eşsiz bir yer. Doğa ve fotograf sevenler için bir cennet diyebilirim. Zengin yeraltı su kaynakları var. Ormanı ise çok ilginç. Rekjavik’in hemen çıkışında gördüğümüz küçük birkaç ağacı göstererek işte İzlanda ormanı dedi Hakan. Hatta bu konu ile ilgili bir İzlanda espirisini de ekledi. İzlanda ormanında kaybolursanız ne yaparsınız? Sorusunun yanıtı orada “ayağa kalkarsınız” mış. Çünkü gerçekten ağaçlar oldukça kısa.Bu seyahati yapmaktan dolayı çok mutlu oldum. Sonuç olarak İzlanda’ya daha uzun kalmak için tekrar gitmeye karar verdim çünkü görecek daha çok şey var. Beni pek de şaşırtmayan ama tek üzen şey 3000 kişilik gemideki tek Türkler bizdik. Hala seyahat kültürümüzün gelişmediğinin en güzel göstergesi budur. Oysa gemide neredeyse dünyanın her yerinden insan bulunmaktaydı. B nedenle sizlere bu geziyi özellikle tavsiye ederim. Belkide hayatınızda bir kez görebileceğiniz bu güzel ülkeleri ve doğasını görme fırsatını kaçırmayın.Royal Caribbean’ın Brillance of the Seas adlı gemisi hakkında da biraz bilgi vereyim. Ne de olsa 12 gününüz bu gemide geçecek. Kabinler ferah ve gerekli herşey mavcut.Geminin uzunluğu 293 metre ve neredeyse 100 bin tona yakın ağırlığı var. Farklı ülkelerden 859 mürettebatın çalıştığı gemideki Türk mürettebak ise özel ilgi gösteriyor. Ana yemek salonları dışında da restoran bulunan gemide birkaç tane de özel alakart restoran’da var. Ve bu restoranların şefi daha önce de belirttiğim gibi Türk. Meksika, İtalyan, Uzak doğu ve et restoranlarını özellikle tavsiye ederim. Küçük bir ek ödenti ile bu restoranların çok özel menülerini tatmak mümkün. Gemide ayrıca sir çok cafe, bar ve bir de İngiliz Pub’ı da mevcut. Spor yapmak isteyenlere her türlü olanak var. Kapalı açık havuzlar, kapalı açık spor salonları, basketbol sahası ve hatta kaya tırmanışı olanağı var. Her gemide olduğu gibi bu gemide de bir alışveriş merkezi bulunuyor ve gemi limana bağlı olmadığı durumda açık. Şansını denemek isteyenler için gemide casino da mevcut.Royal Caribbean ile cruise için:Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.trSedventure ile İzlanda doğa veya fotograf gezisi için:Sedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.com
Sedventure safari hayali kurup henüz yapamamış olanlara bayramda çok özel fiyata safari sunuyor. Sınırlı sayıda katılımcının kabul edileceği bu çok uygun fiyatlı turda yerinizi almak için şimdiden rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Bu safariden hayatınız boyunca anlatacağınız anılar edinerek döneceğinizi düşünüyorum. Tur öncesi bir bilgilendirme toplantısı düzenlenerek herkesin soruları da yanıtlanacak.11-16 Ekim 2013 tarihindeki bu çok özel safariye 2556 Euro’dan başlayan fiyatlarla katılabilirsiniz…Seyahat programından başlıklar:Dünyanın en önemli aktivitelerinden kabul edilen vahşi yaşam safarisi deneyimini, Dünyanın en önemli bölgesi olan Kenya’da birebir yaşayacaksınız.Kenya’nın yerli halkı olan Masai Köylüleri ile tanışarak çok farklı bir kültürü tanıyabileceğiniz bambaşka bir tecrübe yaşayacaksınız.Türkiye’nin en büyük ikinci Gölü olan Tuz Gölü ile aynı büyüklükteki 1500 kilometrekarelik bir alana sahip olan Masai Mara Ovasında size özel safari aracınız ile safari saatlerine bağlı kalmadan rahatlıkla vakit geçirebileceksiniz.Özellikle fotoğraf safarileri konusunda eğitilmiş, yerel rehber şoförler eşliğinde zamanınızı en iyi şekilde değerlendireceksiniz.Konaklamalarınız vahşi yaşamın ortasında olmasına rağmen konfor bakımından çok üst düzeydeki lodgelarda tüm yemekler dahil şekilde gerçekleşecek. Bu konaklamalar esnasında yerel dokuyu yaşayacaksınız. Geceleri hayvanların çıkardığı sesleri dinlemek dünyadaki en eşsiz anlardandır ve bunu yaşama fırsatınız olacak.Dünyanın en güzel gün doğumu ve gün batımlarını izleme şansınız olacak. Ve her sabah Afrika doğasının hiçbir yere benzemeyen kokusu ile güne başlayacaksınız.Dünyaca ünlü Carnivore Restaurant’ta enfes bir ziyafet sizleri bekliyor olacak.Sedventure’nin detaylı tur programı ise aşağıdaki gibi. 11 Ekim 2013: İSTANBUL / NAIROBI İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali içerisinde G 16 kontuarı karşısında bulunan Setur Ofisi önünde saat 17:00’de buluşacağız. Check-in ve pasaport işlemlerinin ardından Türk Hava Yolları’na ait TK 607 nolu sefer sayılı uçak ile saat 19:50’de Nairobi’ye hareket edeceğiz. Uçuşumuz yaklaşık 6,5 saat sürecek. 12 Ekim 2013: NAIROBI / MASAI MARA Yerel saat ile 02:25’de Nairobi'deyiz. Havaalanında bizi bekleyen özel aracımız ile Nairobi’deki Eka Oteli’ne yerleşeceğiz. Sabah kahvaltısının ardından Nairobi’den özel aracımız ile yaklaşık 6 saat sürecek kara yolculuğu ile Masai Mara’ya konaklama yapacağımız kampımıza hareket edeceğiz. Check-in işlemleri ve öğle yemeğimizden sonra bir süre dinlenip Masai Mara’daki ilk safarimizi gerçekleştireceğiz. Bu safaride bir milli parkta görebileceğiniz en fazla türde hayvanı izleme şansına sahip olacaksınız ve fotoğraflayacaksınız. Safari dönüşü güzel bir sohbet eşliğinde akşam yemeğimizi yiyeceğiz. Masai Mara’da 2 geceyi Mara Sopa Lodge’da geçireceğiz. 13 Ekim 2013: MASAI MARA Safarimize güneş doğmadan önce çıkacağız. Ardından kampımıza dönerek kahvaltımızı edeceğiz. Kahvaltımızdan sonra Masai Köyünü ziyaret edeceğiz. Bu gezimizde yerel yaşantıyı yakından görme ve tanıma imkanı bulacak, yerel insanların fotoğraflarını çekebileceksiniz. Gezimizin ardından öğle yemeğimizi yiyeceğiz ve safarimize devam edeceğiz. Safari bitiminde kampımızın restaurantında keyifli bir sohbet eşliğinde akşam yemeğimizi yiyeceğiz. 14 Ekim 2013: MASAİ MARA / LAKE NAKURU Sabah kahvaltımızdan sonra karayoluyla yaklaşık 6 saat sürecek yolculuk ile; Out Of Africa filminin çekildiği 600.000 civarında flamingonun yaşadığı ve bu nedenle zaman zaman pembe olan Nakuru'da olacağız. 1 gece kalacağımız Flamingo Hill Camp’da çadırımıza yerleştikten sonra ilk safarimizi gerçekleştireceğiz. Safari bitimindeki akşam yemeğimizi yerken fotoğraflarımızı değerlendireceğiz. 15 Ekim 2013: LAKE NAKURU / NAIROBI Kahvaltı sonrasında yaklaşık 2,5 saatlik kara yolculuğumuz ile Nairobi'de ki Eka Oteline yerleşeceğiz. Carnivore Restaurant'da yiyeceğimiz akşam yemeğine kadar serbest zamanımız var. Carnivore Restaurant'da unutulmaz lezzetler ve sohbet, yemeğin ardından otele transfer ve uçak saatine kadar dinlenme. 16 Ekim 2013: NAIROBI - ISTANBUL Gece Nairobi Havalimanı’na transfer. Check-in, pasaport ve gümrük işlemlerinin ardından Türk Havayolları’na ait TK 608 nolu sefer sayılı uçak ile saat 04:45’de İstanbul’a hareket ve yerel saat ile 10:20’de İstanbul Atatürk Havalimanı’na varış.FİYATA DAHİL OLAN HİZMETLER : İstanbul – Nairobi – İstanbul arası Ekonomi sınıfı uçak bileti ve alan vergileri Havalimanı - Nairobi Oteli-Havalimanı transferleri Nairobi - Masai Mara transferi Masai Mara - Nakuru transferi Nakuru - Nairobi transferi Nairobi’de varış günü Eka Hotel oda-kahvaltı konaklama http://www.ekahotel.com/ Masai Mara’da Mara Sopa Lodge 2 gece tam pansiyon konaklama http://www.sopalodges.com/masai-mara/home.html Lake Nakuru’da Flamingo Hill Camp 1 gece tam pansiyon konaklama www.flamingohillcamp.com Nairobi’de son gece havalimanı transferine kadar Eka Hotel’de konaklama Carnivore Restaurant’ta alınacak olan akşam yemeği Masai Mara’da Masai Köyü ziyareti Gözlem rahatlığı için çatısı açık, telsiz iletişimli safari van aracıyla ulaşım ve bütün transferler Tur boyunca gruba özel safari aracıyla yapılacak tüm safariler. Safariler sabah ve öğleden sonra yapılır Yaban hayat konusunda deneyimli, hayvanları tanıyan, iz takip edebilen, İngilizce bilen şoför / rehber Yakıt ücretleri ve araç için milli park ücretleri Yolcular için milli parklarda kalınan her gece için ödenmesi gereken park ücreti Araçlarda günlük kişi başı 1 lt. Su Seyahat sağlık sigortasıSedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.com
Yunan adalarında cruise yapmak bir yaz klasiği oldu artık. Kültürü ve eğlence hayatı ile bize çok yakın olan bu ada tatilini hepinize öneririm. Her adanın farklı özellikleri var elbette ama benim favorilerim Santorini, Mikonos ve Rodos oldu. Mikonos: Apollo’nun torunu Mykon’dan adını alan bu ada son yılların popüler tatil mekanlarından. Dünyanın her yerinden turist çeken adanın beyaza boyalı sokakları, plajları ve kubbe biçimindeki ev ve kiliseleri görmeye değer. Son yılların bu marjinal tatil beldesinde Paradise plajını denize girmek isteyenlere öneririm. Güzel bir akşam yemeği için ise adanın merkezinde deniz kıyısında bulunan Babulas tavernayı öneririm. Balıklar taze, servis mükemmel ve fiyatlarda uygun. Ayrıca ada’da günlük 30 Euro vererek araç kiralayabilir ve her yeri istediğiniz gibi gezebilirsiniz. Taksi bulmanın güç hatta olanaksız olduğu adada adayı gezmek isteyenler için araç kiralamak en uygun çözüm.Rodos: Türkiye’nin Ege sahillerinden sadece bir saat uzaklıkta bir ada. Yaşam tarzıyla, mimarisiyle, sokak aralarında gezinen kedileriyle ve turkuvaz rengi sahilleri ile tam bir Ege kasabası gibi…Adını mitolojiden alan Rodos gerçekten efsanelerden fırlamış ve denizin üzerine oturmuş gibi. Rodos’un ünlü Mandraki Limanı her zaman kalabalık. Mitolojideki öyküye göre; Güneş tanrısı Helios, deniz tanrısı Poseidon’un kızına aşık olmuş, kızın adı Rodos’muş…Rodos o zamanadan bu yana aşıkların adası. Eski kentler hep ilgi çekicidir. Rodos’un kale içinde kalan bölümü de öyle. Yüksek duvarlar arasında kalan dar, dapdar sokaklar, arnavut kaladırımı tabir edilen siyah küçük kaldırım taşları ile bezeli caddeler insanı kendine doğru çekiyor. Eski Rodos, 14. ve 16. yüzyıllar arasında Rodos şövalyeleri tarafından yapılmış. Rodos’un bir de estetik ameliyat geçirmiş olan yeni bölümü var. Çok zengin turistler orayı tercih ediyor ama eski Rodos her zaman çok çekici…Rodos dar sokakları ile eski bir fotoğraf karesinden fırlamış gibi duruyor. Sanki her sokak başından siyah uzun elbiseli bir kadın çıkacak ve size simsiyah gözleri ile gülümseyip geçecek. Bu daracık sokaklarda hep bir müzik sesi, küçük kahkaha duymamak imkansız gibi. Rodos’ta gezerken kendinizi bu güzel kadının kollarına bırakın ve o sizi nereye götürürse oraya gidin.Eski kentin meydanı hem limana hem de kentin yüksek noktalarına sadece on dakika uzaklıkta. Meydan, kafeler ve restoranlarla dolu ve alış veriş yapılacak küçüklü büyüklü dükkanlar var. Bu dükkanları gezmek çok keyifli. Aynen Türkiye’de olduğu gibi çok sesli bir satıcı topluluğu var. Büfelerde döner yapılıyor. Meydandki kafelerde yemek yemek isterseniz mönüdeki isimlerin size çok tanıdık geldiğini farkedeceksiniz. Pilakis, cacık, ayran, imam bayıldıs, Greek salad ki bu tam anlamıyla bir çoban salatası, zeytinyağlı yemekler ve işte Rodos. Tam bir Akdeniz kültürü. Rodos’ta Sokrates Caddesi çok hareketli bir yer. Küçük rodos hatırası fincanlar, kül tablaları satanlar, içki satanlar, tekstil ürünleri ve bunları size satmaya çalışan tezgahtarlar… Hipokrat Meydanı, Şövalyeler döneminde ikiye ayrılan eski kentin büyük olan bölgesi Chora. Birbirine sırtlarını dayamış meydan kafeleri, restoranlar, alışveriş yapılan küçük dükkanlar. Türk’lere ait yapılar ise; Ippokratus (Hipokrat) Meydanı’nın kuzeyinde İbrahim paşa Camii ve hala ibadet yapılıyor. Bir de Bizanslılar tarafından kilise olarak inşa edilen bir Süleyman camii var. Süleyman camiisinin karşısında bir Türk Kütüphanesi bulunuyor. 1540 yılından kalma bir el yazması Kuran bulunan kütüphanede Osmanlı döneminden kalma çok önemli eserler var. Yeni bölgede yüksek katlı ve beş yıldızlı oteller var. Geniş kaldırımlarda dünyanın tüm markalarını satan mağazalar bulunuyor. Yani eski kentteki dükkanların yerini burada mağazalar almış durumda. Bu bölgede uçsuz bucaksız bir kumsal var. Rodos’a gelen turistler bu kumsalları tercih ediyorlar. Kalithea ve Faliraki plajları çok popüler. Adanın güneyinde bulunan Lindos Plajı ise en çok tanınan plajı. Faliraki’den 45 dakika uzaklıkta ise Athena Tapınağı bulunuyor. Rodos iki farklı dünyayı yansıtan 1400 kilometrelik bir ada. Santorini : 1500 yıl önce patlayan bir volkanın oluşturduğu bir ada Santorini. Doğanın tüm vahşiliğini ve güzelliğini sunduğu Santorini’ye tek bir ada olarak bakmamak gerek. Çünkü irili ufaklı dört adadan oluşuyor. Sıcak ve soğuk denizlerin yani Ege ile Akdeniz’in birleştiği noktada lacivert sulara haykırırcasına beyaz yapılarıyla öylece yükselen ada öylesine korkusuz ki, eteklerindeki volkanik kayaların birgün hareketlenme olasılığı bile ürkütmüyor...Adanın halkı yüzlerce yıldır üzerinde yaşadığı kayalardan bir cennet yaratmayı başarmış görünüyor. Adnın dik merdivenleri, beyaz boyalı mavi pencereli evleri, mor çiçekleri ve kedileri ile barış içinde yaşıyor. Belki gezginlerin yazılarında Santorini için yazılan “tepsi gibi” benzetmesi tüm dünyaca biliniyor ancak adanın coğrafyası görülmeden bunun ne anlama geldiği tam algılanamayacak bir şey. Gerçekten de dört bir yanı uçurumlarla çevrili Santorini tıpkı bir tepsiyi andırıyor. Adada turizm sezonu oldukça uzun. Tıpkı Akdeniz ve Ege kıyılarında olduğu gibi, Aslında her mevsim adada konaklama mümkün ama turizm açısından en elverişli zamanlar nisan-ekim ayları arasında... Bu turizm centteti adanın bir ressam tarafından resmi yapılsaydı eğer; maviden mora boyanmış kilise ve ev çatıları, mavi panjurlar, kapılar, kırmızı, pembe çiçekler, beyaz boyalı cepheler çizilirdi.1500 yıl önce hareketlenen volkan Tunç çağının Kyklades uygarlığını tarihe gömmüş. 1956 yılında ise yeniden patlamış. Adanın halkı tüm bu yaşanan doğal afetlerden yılmamış ve doğaya uyumlu davranmaya çalışmışlar hep. Sonuç olarak Santorini gibi bir turizm cenneti yaratmışlar. Santorini ya da Thira adalarının merkezi, adanın batısında bulunan Thira’da kurulu . 1500 yıl önce bir volkanın patlamasıyla oluşmuş Santorini adasının büyüklüğü sadece 76 kilometreden oluşuyor. Santorini’nin yerleşim bölgesi Thira’da evler, kiliseler, restoranlar adanın yamaçlarına kurulmuş.Bu mekanları birbirine bağlayan merdivenleri ise dar ve çok dik. Ancak bu merdivenler adadaki ulaşımı sağlamanın yanı sıra ada halkının iletişiminde de büyük rol oynuyor. Santorini’de tatil yapmak bir Akdeniz kasabasında tatil yapmaktan kesinlikle daha pahalı değil. Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr
Marmaris’ten deniz otobüsüne biniyor ve en fazla 45 ya da 50 dakika sonra Rodos’a varıyorsunuz. Limana yaklaşırken gördüğünüz turkuvaz renkli sahiller insanı büyülüyor. Ve eski Rodos’un şahane mimarisi de Rodos’un daracık sokak aralarına bir an önce varma isteği uyandırıyor... Rodos’un ünlü Mandraki Limanı’ndan adaya ilk adımınızı attıktan sonra kararınızı vermek durumundasınız. İster eski, isterseniz yeni Rodos’da konaklayabilirsiniz. Ben eski Rodos’u tercih ettim. Tarih kokan daracık parke taşlarla döşenmiş sokakları, eski binaları, birçok küçük dükkanın sıra sıra dizildiği çarşısı, eski meydanı, küçük pansiyonları ile eski Rodos yani adanın kaleiçinde kalan bölümü geceleri de tavernaların içinden yayınlan müziklerle şenleniyor.Ve yeni Rodos ise modern mimarinin hakim olduğu otelleri, uzun, upuzun sahilleri ile gerçekten görülmeye değil. Bu kısa tanıtımdan sonra adayı anlatmak kalıyor geriye...Adını mitolojik öyküden almış...Rodos’ta süren yaşam gerçekten tam bir Ege kasabasını andırıyor. Sokak aralarında dinlenen kedileri, pencerelerinden dantel perdelerin havalandığı evleri, kapıların önünde oturan yaşlı teyzeleri ve turkuvaz sahilleri ile gerçek bir Ege kasabası gibi. Gibisi fazla aslında, tam da öyle. Adını mitolojik bir öyküden alan Rodos ciddi ciddi efsanelerden fırlamış ve denizin üzerine oturmuş eski bir kahraman gibi. Belki diyorum bu efsaneyi yaşamak isteyen insanlar bu adayı bu kadar çok ziyaret etmek istiyor. Rodos’un ünlü Mandraki Limanı her zaman kalabalık. Gemilerle, gelenler-gidenler Helios’un aşkı güzel Rodos’u görüp onunla bir kaç gece paylaştıktan sonra tuhaf ve hoş anılarla dönüyorlar...Bir efsanenin içinden geçmek bu olsa gerek.Mitolojideki öyküye göre; Güneş tanrısı Helios, deniz tanrısı Poseidon’un kızına aşık olmuş, kızın adı Rodos’muş…Rodos o zamanadan bu yana aşıkların adası. Ben belki sarı saçları ve mavi gözleri sevdiğimden midir bilmiyorum ama Rodos bana hep sarışın ve mavi gözlü bir kadın gibi görünür. Yani sarı saçları, mavi gözleri ve eteğinde kedileri ile karşılıyor konuklarını güzel Rodos. Işıltılı gözleri kıyılarına köpük köpük dalga olarak vuruyor Rodos’un. İnsanlar o dalgaların arasında rüzgar sörfü yapıyorlar. Burada özellikle belitmeliyim ki bu kıyılarda sörf yapmadan kesinlikle dönmeyin.Turistleri karşılayan iki heykelcikRodos’a ilk gelenleri karşılayan limandaki iki heykelcik oluyor. Limanın iki ayrı ucunda bulunan bronz geyik heykeller Rodos’un sembolü olarak kabul ediliyor. Bu bronz heykellerin yerinde çok eski çağlarda iki büyük ayak dururmuş. Yani her iki bacağı Rodos limanın iki yanına basan dev bir bronz heykel hala konuşuluyor. Bir depremde yıkıldığı iddia edilen heykel dünyanın yedi harikasından biri olarak da kabul ediliyor.Eski kent kaleiçiEski kentler hep ilgi çekicidir. Rodos’un kale içinde kalan bölümü de benim için kesinlikle öyle. Yüksek duvarlar arasında ilerleyen dapdar sokaklar insanı kendine doğru çekiyor. Eski Rodos, 14. ve 16. yüzyıllar arasında Rodos şövalyeleri tarafından yapılmış. Rodos dar sokakları ile eski bir fotoğraf karesinden bugüne seslenen bir zaman gibi duruyor. Sanki her sokak başından siyah uzun elbiseli yaşlı bir kadın çıkacak gibi bir duyguya kapılıyorsunuz burada gezerken. Dediğim gibi dantel perdelerin süslediği küçük pencerelerin sardunya çiçekleri ile bezeli pencere önleri tuhaf ve güzel kokular arasında kendinizi kaybetmenize neden oluyor. Bazen bu kokulara tavernaların önünden geçerken uzo kokusu da ekleniyor. Bence Rodos’ta gezerken kendinizi bu güzel kadının kollarına bırakın ve o sizi nereye götürürse oraya gidin. Bazen kendini bırakmak iyidir...Eski kentin meydanı hem limana hem de kentin yüksek noktalarına sadece on dakika uzaklıkta. Meydan, kafeler ve restoranlarla dolu ve alış veriş yapılacak küçüklü büyüklü dükkanlar var. Bu dükkanları gezmek çok keyifli. Aynen Türkiye’de olduğu gibi çok sesli bir satıcı topluluğu var. SIGMA 10mm F2.8 EX DC Balıkgözü ObjektifBalıkgözü konusunda bir lider olan Sigma’nın odak çarpanlı gövdeler için geliştirdiği 10mm objektif diagonal olarak 180mm görüş açısı ile çok farklı çekimlerde kullanılabiliyor. Dairesel görüntüde olduğu gibi sensör üzerinde boşluk bırakmadan tam çözünürlük ve 180 derecelik bir görüş açısı ile örnekte görüldüğü gibi son derece başarılı kareler çekmek mümkün… www.fotopro.com.trMeyhane ve sirtakiBence akşam yemeğini bir meyhanede yemek gerek çünkü sirtaki yapanlar, gecenin bir vakti masanıza gelip sohbet eden ihtiyarlar, Rodos hakkında çok önemli ipuçları veriyorlar. Bu arada Rodos’ta eğlence gece 23:30 gibi başlıyor ve sabaha karşı bitiyor. Böylesine yoğun bir gecenin ardından sabah uyanmak zordur mutlaka kahve içmek gerekiyor. Tabii ki Greek Kahve.Adım adım RodosŞövalyeler bir zamanlar Rodos’un çarşısını bir duvarla ayırarak küçük olan bölgeye Collachium, büyük olan bölgeye ise Chora demişler. Eski çarşıda Şövalye Yolu olarak bilinen Ippoton Caddesi’nden başlayan Collachium’da şövalyelerin sarayı var. St. Jean Şövalyeleri’nin hakimiyetleri boyunca yaşadıkları muhteşem sarayın karşısında ise 14 yüzyıld inşa edildiği sanılan ama tarihi tam olarak bilinemeyen bir kilise var. St. Jean Kilisesi. O kilisenin yerinde bugün bir Türk okulu duruyor. Şövalyelerin sarayı ile kilise birbirlerine bir yolla bağlı oldukları için yıkılan bölümler restore edilirken, restore edilen yerler, Hellenistik, roma ve Bizans dönemlerinden kalma mozaiklerle süslenmiş. Buraya ilk dev kulenin arasından geçerek giriliyor. Şövalyeler döneminde Collachium, yani kentin idari merkezi çok küçük bir alan kaplasa da o dönemi en iyi yansıtan yer olarak duruyor hala karşımda. Bu bölgede M.Ö 3’ncü yüzyılda yapılan Afrodit Tapınağı da bulunuyor. Rodos’ta Sokrates Caddesi çok hareketli bir yer. Hipokrat Meydanı, Şövalyeler döneminde ikiye ayrılan eski kentin büyük olan bölgesi Chora. Birbirine sırtlarını dayamış meydan kafeleri, restoranlar, alışveriş yapılan küçük dükkanlar. Türk’lere ait yapılar ise; Ippokratus (Hipokrat) Meydanı’nın kuzeyinde İbrahim Paşa Camii ve hala ibadet yapılıyor. Popüler plajlarYeni bölgede beş yıldızlı oteller, geniş kaldırımlarda dünyanın tüm markalarını satan mağazalar var. Eski kentteki dükkanların yerini burada mağazalar almış durumda. Bu bölgede uçsuz bucaksız bir kumsal var. Rodos’a gelen turistler bu kumsalları tercih ediyorlar. Kalithea ve Faliraki plajları çok popüler. Adanın güneyinde bulunan Lindos Plajı ise en çok tanınan plajı. Faliraki’den 45 dakika uzaklıkta ise Athena Tapınağı bulunuyor. Rodos iki farklı dünyayı yansıtan 1400 kilometrelik bir ada.
Yaz sıcağının fazlası ile bunalttığı bu günlerde küçük hafta sonu kaçamakları veya haftalık bir tatil içinideal yerlerden birini önereceğim bu hafta. Marmaris’ten Selimiye köyüne doğru yola çıkacak ve bir saat sonra Selimiye köyün’de Sardunya’da duracaksınız. 1992 yılından bu yana hizmet veren Sardunya artık ünlülerin ve balık meraklılarının vazgeçemediği bir restoran olmanın dışında konklama hizmeti de veriyor.Mütevazi konaklama koşulları aslında yatları ile denizde gezenlerin bir gece de karada uyuyalım keyfi düşünülerek yapılmış gibi. Temiz yataklar ve küçük ve şirin bir odada istirahat etme olanağı mevcut. Ama yemekler ve özellikle balıklar için farklı bir tanımlama gerekiyor. Sardunya’da yyiyeceğiniz balık ve mezeler için muhteşem dersem mütevazi bir tarif yapmış olurum.Yanısıra Sardunya’nın sahibi ve çok eski arkadaşım olan Muhammet’in ve ekibinin herkese gösterdiği içtenlikli ilgi de övgüye değer. Muhammet yıllar süren çabasının ve emeğinin karşılığını alırken ilk tanıdığım günkü kadar içtenlikli kalmayı başarabilmiş ve herkesin sevgisini kazanmaya devam ediyor.Lafı uzatırsam yemeklere haksızlık edeceğimi düşünerek hemen konuya giriyorum. Hemen şimdi gitmeyi düşünenlere benim özellikle tavsiye edeceklerimi sıralamalıyım. Balık: Bu mevsimde Sardunya’da yiyebileceğiniz en iyi balıklar; Lagos’un tam zamanı ama sinarit, barbun ve levrek sevenler de bu balıkları kaçırmamalı. Sardunya’da ki özel soğuk mezeler ise Ahtapot salatası, deniz börülcesi, ot mezeleri olarak sıralanabilir. Özem dememin nedeni bazı küçük dokunuşlardır. Anlatarak olmaz, yediğinizde hak vereceksiniz. Sıcak olarak tatmanız gerekenlere ilişkin seçimimi ise ahtapot ızgara, karides güveç, karides çimçim ve karides ızgara olarak sıralayacağım.En önemli hatırlatmayı da unutmadan hemen bu yemek önerilerimin ardından yapmalıyım. Sardunya restoran küçük bir kasabada yer alıyor. Ama Sardunya’ya yemek yemeğe o kadar çok tekne geliyor ki yer bulmak bazen imkansız bile olabiliyor. Bu nedenle kesinlikle rezervasyon yapmalısınız. Burada bir çok ünlü isimle karşılaşacaksınız. Akşam yemeği sonrasında Selimiye sahilinde size keyifli bir yürüyüş yapmınızı öneririm.Yaklaşık 10-12 yıl önce sadece restoran hizmeti vermenin yeterli olmayacağını fark eden Muhammet restoranının yanına küçük ama kendinizi içinde çok rahat hissedeceğiniz odalar yapmış. Yani Sardunya’da konaklamak da mümkün. Böylece yaz boyu genellikle deniz yolu ile yani tekneler ile gelenlerin dinlenebilmesi veya karayolu ile gelenlerin konaklayabilmesi sağlanmış. Odalarda klima, lcd tv, uydu ve veranda var. Ayrıca bahçe ve restoranda ücretsiz kablosuz internet servisi de bulunuyor. Odaların fiyatları da yemekler gibi makul düzeyde. Deniz kıyısında ayaklarımızı denize sokarak yaptığımız kahvaltıda bahçeden toplanan yeşillikler, domatesler, Marmaris’in çam balı ve köy yumurtası ile yapılmış omlet benim favorilerim oldu. Bütün bunlar bulunduğum atmosfer ile birleşince kendime Sardunya’ya gelmekle ne büyük bir iyilik yaptığımı farkettim.Selimiye’de gün içinde neler yapılabilir sorusunun en klasik yanıtı tekne turuna çıkılır olacaktır. Böyle bir şey yapasanız mutlaka Kameriye adasını görmelisiniz. Ada’da ki Manastır’ın önünde bulunan doğal liman tekne ile geldiğim zamanlarda da konaklamak ve geceyi geçirmek için tercih ettiğim bir koy. Burada karşı kıyıdaki yüksek tepeleri izleyerek yüzmenin tadına varmalısınız. Nasıl gidilir: Marmaris’ten Datça yoluna girdikten yaklaşık 50km sonra güzel yol manzaralarını izlemiş olarak Selimiye’ye ulaşabilirsiniz. Selimiye köyüne girdikten kısa bir süre sonra sağ tarafta Sardunya restoran tabelasını göreceksiniz.Sedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.com
Marmaris’ten deniz otobüsüne biniyor ve en fazla 45 ya da 50 dakika sonra Rodos’a varıyorsunuz. Limana yaklaşırken gördüğünüz turkuvaz renkli sahiller insanı büyülüyor. Ve eski Rodos’un şahane mimarisi de Rodos’un daracık sokak aralarına bir an önce varma isteği uyandırıyor...Rodos’un ünlü Mandraki Limanı’ndan adaya ilk adımınızı attıktan sonra kararınızı vermek durumundasınız. İster eski, isterseniz yeni Rodos’da konaklayabilirsiniz. Ben eski Rodos’u tercih ettim. Tarih kokan daracık parke taşlarla döşenmiş sokakları, eski binaları, birçok küçük dükkanın sıra sıra dizildiği çarşısı, eski meydanı, küçük pansiyonları ile eski Rodos yani adanın kaleiçinde kalan bölümü geceleri de tavernaların içinden yayınlan müziklerle şenleniyor.Ve yeni Rodos ise modern mimarinin hakim olduğu otelleri, uzun, upuzun sahilleri ile gerçekten görülmeye değil. Bu kısa tanıtımdan sonra adayı anlatmak kalıyor geriye...Adını mitolojiden alan adaRodos’ta süren yaşam gerçekten tam bir Ege kasabasını andırıyor. Sokak aralarında dinlenen kedileri, pencerelerinden dantel perdelerin havalandığı evleri, kapıların önünde oturan yaşlı teyzeleri ve turkuvaz sahilleri ile gerçek bir Ege kasabası gibi. Gibisi fazla aslında. Tam da öyle. Adını mitolojik bir öyküden alan Rodos ciddi ciddi efsanelerden fırlamış ve denizin üzerine oturmuş eski bir kahraman gibi. Belki diyorum bu efsaneyi yaşamak isteyen insanlar bu adayı bu kadar çok ziyaret etmek istiyor. Rodos’un ünlü Mandraki Limanı her zaman kalabalık. Gemilerle, gelenler-gidenler Helios’un aşkı güzel Rodos’u görüp onunla bir kaç gece paylaştıktan sonra tuhaf ve hoş anılarla dönüyorlar...Bir efsanen içinden geçmek bu olsa gerek.Mitolojideki öyküye göre; Güneş tanrısı Helios, deniz tanrısı Poseidon’un kızına aşık olmuş, kızın adı Rodos’muş…Rodos o zamanadan bu yana aşıkların adası. Ben belki sarı saçları ve mavi gözleri sevdiğimden midir bilmiyorum ama Rodos bana hep sarışın ve mavi gözlü bir kadın gibi görünür. Yani sarı saçları, mavi gözleri ve eteğinde kedileri ile karşılıyor konuklarını güzel Rodos. Işıltılı gözleri kıyılarına köpük köpük dalga olarak vuruyor Rodos’un. İnsanlar o dalgaların arasında rüzgar sörfü yapıyorlar. Burada özellikle belitmeliyim ki bu kıyılarda sörf yapmadan kesinlikle dönmeyin.Rodos’un sembolüRodos’a ilk gelenleri karşılayan limandaki iki heykelcik oluyor. Limanın iki ayrı ucunda bulunan bronz geyik heykeller Rodos’un sembolü olarak kabul ediliyor. Bu bronz heykellerin yerinde çok eski çağlarda iki büyük ayak dururmuş. Yani her iki bacağı Rodos limanın iki yanına basan dev bir bronz heykel hala konuşuluyor. Bir depremde yıkıldığı iddia edilen heykel dünyanın yedi harikasından biri olarak da kabul ediliyor. Rodos ve KaleiçiEski kentler hep ilgi çekicidir. Rodos’un kale içinde kalan bölümü de benim için kesinlikle öyle. Yüksek duvarlar arasında ilerleyen dapdar sokaklar insanı kendine doğru çekiyor. Eski Rodos, 14. ve 16. yüzyıllar arasında Rodos şövalyeleri tarafından yapılmış. Rodos dar sokakları ile eski bir fotoğraf karesinden bugüne seslenen bir zaman gibi duruyor. Sanki her sokak başından siyah uzun elbiseli yaşlı bir kadın çıkacak gibi bir duyguya kapılıyorsunuz burada gezerken. Dediğim gibi dantel perdelerin süslediği küçük pencerelerin sardunya çiçekleri ile bezeli pencere önleri tuhaf ve güzel kokular arasında kendinizi kaybetmenize neden oluyor. Bazen bu kokulara tavernaların önünden geçerken uzo kokusu da ekleniyor. Bence Rodos’ta gezerken kendinizi bu güzel kadının kollarına bırakın ve o sizi nereye götürürse oraya gidin. Bazen kendini bırakmak iyidir...Eski kentin meydanı hem limana hem de kentin yüksek noktalarına sadece on dakika uzaklıkta. Meydan, kafeler ve restoranlarla dolu ve alış veriş yapılacak küçüklü büyüklü dükkanlar var. Bu dükkanları gezmek çok keyifli. Aynen Türkiye’de olduğu gibi çok sesli bir satıcı topluluğu var. Büfelerde döner yapılıyor. Meydandki kafelerde yemek yemek isterseniz mönüdeki isimlerin size çok tanıdık geldiğini farkedeceksiniz. Pilakis, cacık, ayran, imam bayıldıs, Greek salad ki bu tam anlamıyla bir çoban salatası, zeytinyağlı yemekler ve işte Rodos. Tam bir Akdeniz kültürü. Rodos’ta bir akşamBence akşam yemeğini bir meyhanede yemek gerek çünkü sirtaki yapanlar, gecenin bir vakti masanıza gelip sohbet eden ihtiyarlar, Rodos hakkında çok önemli ipuçları veriyorlar. Bu arada Rodos’ta eğlence gece 23:30 gibi başlıyor ve sabaha karşı bitiyor. Böylesine yoğun bir gecenin ardından sabah uyanmak zordur mutlaka kahve içmek gerekiyor. Tabii ki Greek Kahve. Adım adım RodosŞövalyeler bir zamanlar Rodos’un çarşısını bir duvarla ayırarak küçük olan bölgeye Collachium, büyük olan bölgeye ise Chora demişler. Eski çarşıda Şövalye Yolu olarak bilinen Ippoton Caddesi’nden başlayan Collachium’da şövalyelerin sarayı var. St. Jean Şövalyelerinin hakimiyetleri boyunca yaşadıkları muhteşem sarayın karşısında ise 14 yüzyıld inşa edildiği sanılan ama tarihi tam olarak bilinemeyen bir kilise var. St. Jean Kilisesi. O kilisenin yerinde bugün bir Türk okulu duruyor. Şövalyelerin sarayı ile kilise birbirlerine bir yolla bağlı oldukları için yıkılan bölümler restore edilirken, restore edilen yerler, Hellenistik, roma ve Bizans dönemlerinden kalma mozaiklerle süslenmiş. Buraya ik dev kulenin arasından geçerek giriliyor. Şövalyeler döneminde Collachium, yani kentin idari merkezi çok küçük bir alan kaplasa da o dönemi en iyi yansıtan yer olarak duruyor hala karşımda.Bu bölgede M.Ö 3. Yüzyılda yapılan Afrodit Tapınağı’da bulunuyor. Rodos’ta Sokrates Caddesi çok hareketli bir yer. Küçük rodos hatırası fincanlar, kül tablaları satanlar, içki satanlar, tekstil ürünleri ve bunları size satmaya çalışan tezgahtarlar… Hipokrat Meydanı, Şövalyeler döneminde ikiye ayrılan eski kentin büyük olan bölgesi Chora. Birbirine sırtlarını dayamış meydan kafeleri, restoranlar, alışveriş yapılan küçük dükkanlar. Türk’lere ait yapılar ise; Ippokratus (Hipokrat) Meydanı’nın kuzeyinde İbrahim paşa Camii ve hala ibadet yapılıyor. Bir de Bizanslılar tarafından kilise olarak inşa edilen bir Süleyman camii var. Süleyman camiisinin karşısında bir Türk Kütüphanesi bulunuyor. 1540 yılından kalma bir el yazması Kuran bulunan kütüphanede Osmanlı döneminden kalma çok önemli eserler var. Yeni RodosYeni bölgede yüksek katlı ve beş yıldızlı oteller var. Geniş kaldırımlarda dünyanın tüm markalarını satan mağazalar var. Yani eski kentteki dükkanların yerini burada mağazalar almış durumda. Bu bölgede uçsuz bucaksız bir kumsal var. Rodos’a gelen turistler bu kumsalları tercih ediyorlar. Kalithea ve Faliraki plajları çok popüler. Adanın güneyinde bulunan Lindos Plajı ise en çok tanınan plajı. Faliraki’den 45 dakika uzaklıkta ise Athena Tapınağı bulunuyor. Rodos iki farklı dünyayı yansıtan 1400 kilometrelik bir ada. Nasıl gidilir?Sedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.com