Atina

11 Kasım 2013

Kent, adalara gemi ve deniz otobüslerinin kalktığı Pire limanına yedi kilometre mesafede kurulmuş. Kuru ve poyrazlı yazları, eksi derecelere pek inmeyen kışlarıyla güzel bir iklimi var. Bu da dışadönük bir kent yaşamı ve mimarisine izin vermiş. Trafik tıkanıklığı olsa da toplu ulaşım oldukça iyi, havaalanı ve Pire’ye metroyla gidilebiliyor. Nereden başlamak lazım Atina’yı anlatmaya? Tabii ki Akropolis’ten. Nereye giderseniz gidin daima bir yerlerden karşınıza çıkan Akropolis ve üzerine kurulduğu tepe, Atina’nın sadece simgesi değil, aynı zamanda varlık nedeni. O, hep yaklaşılan, ama etrafında kalınan, yukarıda, tarihe dair bir soyutlama olarak duran bir merkez. Mekânlar, onu nereden ve nasıl gördüğüne göre anlam kazanıyor. Eski antik kent üzerinde duran Atina’nın her yeri, antik Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalma kalıntı ve binalarla dolu. Bu tarihi yerler, etrafı çevrilmiş bir halde duruyorlar. Sanki çocuk oyunlarında üzerinden atlanılması gereken, basılınca da yanılan yerler gibi. Bu tuhaf durum, şehri, adeta bu tarih adacıklarıyla nasıl ilişkileneceğini bilemez, hayatını onlara rağmen devam ettiriyor bir halde gibi gösteriyor. Akropolis ne kadar merkezi ve kentin hayatını belirleyen bir konumdaysa tarihi bölgeler de o kadar ayrık ve dikkatten uzak. Şöyle bir bakıp yanlarından geçiyor insan. Et ve balık pazarları yan yana binalarda birer et ve balık evreni gibi duruyor. Hiç ihtiyacı yokken bir şeyler alası geliyor insanın. Bu binalarda arka taraflarda ve üst katlarda sabahçısından işkembecisine ve rembetiko tavernasına çeşit çeşit restoranı da bulabilirsiniz. Bu her iki pazardan çıkıp sebze pazarına ve daha da arkalara yollanmanızla birlikte Tahtakale-Perşembe pazarı civarı bir yerlere geliveriyorsunuz. Öncesindeki modern Avrupa kenti Atina bitiyor ve şehir birden boyut kazanıp çok daha ilginç hale geliyor (akla buraların kaldırılıp yerlerine “modern” beton binaların dikilmesinin şehri nasıl yoksullaştıracağı geliyor hemen ve turizm adına turizmin nasıl baltalanacağı). Daha sonra Akropolis’in eteklerinde bir gezinti yapar da zamanında Anafiotika’ya giderseniz değil metropol, kentten de geriye bir şey kalmıyor. Şehrin tam göbeğindeki, Anafi adasından gelenlerin kendilerine mekân edindiği bu yer, küçük evler ve boş arazilerden oluşan sevimli bir köy adeta. Ve tabii ardından, hava kararmaya başladıysa Plaka’ya gitmek gerekiyor. Atina’nın gece hayatının adresi olan bu yerde birbirinden güzel kafe ve restoranlar ara sokaklar, merdivenler üzerine yerleşmişler. Hepsinin ayrı bir güzelliği, esprisi var. Günün yorgunu ve avuntu arayan yabancıya “ev” duygusu veriyorlar. Yunanlılar eğlenmesini iyi bilen bir halk, insan imreniyor doğrusu. Neşe var ama taşkınlık yok. Kadınıyla erkeğiyle çok güzel dans ediyor, akşamı da başladıkları volüm düzeyinde bitiriyorlar. Bizdeki adıyla sirtaki, onların deyişiyle zeybeki ölüm-kalım, varlık-yokluk arasında salınan çok etkileyici bir dans. Dans eden gençlerde genelde figür zenginliği oluyor, ancak yaşlılar az sayıda figürlü ama içini hayatlarıyla doldurdukları danslarıyla insanın tüylerini diken diken edip hayran bırakıyorlar. Ve: Türk ve Yunan kültürlerinin, özellikle de mutfaklarının birbirine çok benzemesi hiçbir kültür şoku yaşamayacağınız anlamına gelmiyor: favayı sıcak yiyorlar ve kızarmış köftenin üzerine de limon sıkıyorlar. Ayrıca: Saat dokuzdan önce kimse yemeğe gitmiyor.Özellikle yakın komşuya gidince insan karşılaştırma yapmadan duramıyor. İstanbul’un heterojen yapısından sonra Atina insana oldukça homojen geliyor. Öncelikle iyi eğitimli ve çok geniş bir orta sınıftan oluşan bir halkla karşı karşıya olunduğu izlenimi ediniliyor. Ne taşra-kent ayrımı göze çarpıyor ne de çok farklı dünyaların ve zamanların insanlarının birlikteliği. Sokak satıcıları, dilenciler, çöp toplayıcıları istisnalar hariç hep yabancı. Geçirdikleri büyük ekonomik krizin herkesi zorladığı ortada, ama metro trenlerinde bu kriz kendini size bir depresyon hali olarak göstermiyor. Eğer zamanınız artar veya biraz da sanat-kültür ortamına göz atmak isterseniz Benaki Müzesi’nde Türkiye’den sanatçıların da katıldığı çok ilginç bir sergiyi tavsiye edeceğim: Home/s. “Ev” veya “yurt” kavramları üzerine düşündürten bu serginin dışında Benaki Müzesi (www.benaki.gr) antikten, çağdaşa çok geniş bir spektrumda sergiler sunan ve kaçırılmaması gereken bir kültür merkezi.Atina seyahati için : Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr

Devamını Oku

Eğlenmek ve kültürel bir gezi yapmak için Atina

9 Kasım 2013

Kent, adalara gemi ve deniz otobüslerinin kalktığı Pire limanına yedi kilometre mesafede kurulmuş. Kuru ve poyrazlı yazları, eksi derecelere pek inmeyen kışlarıyla güzel bir iklimi var. Bu da dışadönük bir kent yaşamı ve mimarisine izin vermiş. Trafik tıkanıklığı olsa da toplu ulaşım oldukça iyi, havaalanı ve Pire’ye metroyla gidilebiliyor. Nereden başlamak lazım Atina’yı anlatmaya? Tabii ki Akropolis’ten. Nereye giderseniz gidin daima bir yerlerden karşınıza çıkan Akropolis ve üzerine kurulduğu tepe, Atina’nın sadece simgesi değil, aynı zamanda varlık nedeni. Mekânlar, onu nereden ve nasıl gördüğüne göre anlam kazanıyor. Eski antik kent üzerinde duran Atina’nın her yeri, antik Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalma kalıntı ve binalarla dolu. Bu tarihi yerler, etrafı çevrilmiş bir halde duruyorlar. Sanki çocuk oyunlarında üzerinden atlanılması gereken, basılınca da yanılan yerler gibi. Bu tuhaf durum, şehri, adeta bu tarih adacıklarıyla nasıl ilişkileneceğini bilemez, hayatını onlara rağmen devam ettiriyor bir halde gibi gösteriyor. Akropolis ne kadar merkezi ve kentin hayatını belirleyen bir konumdaysa tarihi bölgeler de o kadar ayrık ve dikkatten uzak. Şöyle bir bakıp yanlarından geçiyor insan. Gece hayatı çok hareketliAkropolis’in eteklerinde bir gezinti yapar da zamanında Anafiotika’ya giderseniz değil metropol, kentten de geriye bir şey kalmıyor. Şehrin tam göbeğindeki, Anafi adasından gelenlerin kendilerine mekân edindiği bu yer, küçük evler ve boş arazilerden oluşan sevimli bir köy adeta. Ve tabii ardından, hava kararmaya başladıysa Plaka’ya gitmek gerekiyor. Atina’nın gece hayatının adresi olan bu yerde birbirinden güzel kafe ve restoranlar, merdivenler üzerine yerleşmişler. Günün yorgunu yabancıya “ev” duygusu veriyorlar.Ekonomik kriz yıpratamamışİstanbul’un heterojen yapısından sonra Atina insana homojen geliyor. Ne taşra-kent ayrımı göze çarpıyor ne de çok farklı dünyaların ve zamanların insanlarının birlikteliği. Geçirdikleri büyük ekonomik krizin herkesi zorladığı ortada, ama metro trenlerinde bu kriz kendini size bir depresyon hali olarak göstermiyor. Eğer zamanınız artar veya biraz da sanat-kültür ortamına göz atmak isterseniz Benaki Müzesi’nde Türkiye’den sanatçıların da katıldığı bir sergiyi önerece: Home/s. “Ev” ve “yurt” kavramları üzerine düşündürten bu serginin dışında da bu müzeyi ıskalamayın. (www.benaki.gr) Türk ve Yunan kültürü birbirine çok benziyorYunanlılar eğlenmesini iyi bilen bir halk, insan imreniyor doğrusu. Neşe var ama taşkınlık yok. Kadınıyla erkeğiyle çok güzel dans ediyor, akşamı da başladıkları volüm düzeyinde bitiriyorlar. Bizdeki adıyla sirtaki, onların deyişiyle zeybeki ölüm-kalım, varlık-yokluk arasında salınan çok etkileyici bir dans. Dans eden gençlerde genelde figür zenginliği oluyor, ancak yaşlılar az sayıda figürlü ama içini hayatlarıyla doldurdukları danslarıyla insanın tüylerini diken diken edip hayran bırakıyorlar. Ve Türk ve Yunan kültürlerinin, özellikle de mutfaklarının birbirine çok benzemesi hiçbir kültür şoku yaşamayacağınız anlamına gelmiyor: favayı sıcak yiyorlar ve kızarmış köftenin üzerine de limon sıkıyorlar. Ayrıca saat dokuzdan önce kimse yemeğe gitmiyor.

Devamını Oku

Costa Favolosa ile Akdenizin Güzel Limanları

25 Ekim 2013

Geçtiğimiz yıl kasım ayında bir Akdeniz gezisi yapmış ve çok keyif almıştım. Bu hafta size kasım’da Costa Favolosa ile Akdeniz’in en güzel limanlarına bir cruise önereceğim. Kış öncesi keyifli ve güzel bir tatil...Costa Favolosa bu cruise da sırası ile Catania, Napoli, Savona, Barselona, Mayorka, La Valetta’ya uğruyor. 114.500 gros tonluk bu gemi 290 metre uzunluğunda yüzer bir tatil köyü. 549 balkonlu kabini olan Favolosa’da 70 de suit mevcut. 3800 yolcu kapasitesi olan Favolosa 2011 yılında denize inmiş yeni bir gemi. Gemi icinde 5 restoran, 13 bar ve 5 jakuzi’den faydalanmak mümkün. Ayrıca koşu alanlarından spa merkezine 4D sinemadan çocuklar için su paarkına varıncaya dek bir çok tatil köyünde bile bulamayacağınız özelliklere sahip.Barcelona’nın simgeleriHer kentin onu anlatan simgeleri vardır. Barcelona’nın da öyle. Geçmişle günümüzün yaşamını çok güzel harmanlamış bu kentte Gaudi’nin izleri büyük önem taşıyor. İşte Barcelona’de bir kaç gün geçirmek isteyen hemen herkesin görmesi gereken adresler.Sagrada Familia KilisesiKente gelen tüm turistlerin ilk uğrak yerlerinden biri de sanırım Sagrada Familia Kilisesi olmalı. 1882 yılında mimar Villar tarafından inşasına başlanmış. Daha sonra bir yıl içinde mimar Antoni Gaudi görevi almış. Ne yazık ki, kilisenin ön cephesini ve sadece sekiz kulesini inşa edebilmiş. Ve geçen yıllar içinde kilisenin inşaatı halen devam ediyor. Oldukça görkemli bir yapı olan bu kilise Gotik mimarinin önemli örneklerinden biri.La Ramblas Caddesiİstanbul'da İstiklal Caddesi neyse Barselona'da 2 km'ye yaklaşan uzunluğu ile La Ramblas Caddesi de odur. Kafeler, restoranlar, müzeler, alışveriş merkezleri, sokak müzisyenleri, sokak satıcıları ile çok hareketli bir cadde. Hatta bu hareket bayram günlerinde bile devam ediyor.Barcelona limanıYıl boyunca 700 bini aşkın geminin yanaştığı Barcelona Limanı çok önemli bir nokta çünkü limanı arkanızda bırakıp kente doğru yürürken karşınıza çıkan meydanda ünlü kaşif Christopher Columbus'un heykelini görüyorsunuz. Heykelin bulunduğu alanda yer alan aslan heykelleri de görülmeye değer. Museo Picasso 1904 yılına kadar Barselona'da yaşayan ve Mavi Dönemim dediği ürünlerini yaratan Picasso’nun eserlerinin bulunduğu Museo Picasso’da ressamın 2,500'den fazla eseri görülebilir.Park GuellBarselona denildiğinde akla ilk gelen ve herkesin ilk görmenizi önereceği yer Guell Park olacaktır. Park halka açılmadan önce zenginler ve dönemin soyluları için tasarlanmış bir dinlenme yeriymiş. MontjuicBarselona’nın güneybatısında yer alan çok yüksek bir tepe ve burada Yahudi aileler otururmuş. Kentin Olimpik stadyumu ve ulusal sanat müzesi de burada yer alıyor.Salvador Dali müzesiMüze Barselona’nın dışında ve yaklaşık olarak iki saat uzaklıkta. Sergilenen Dali eserleri görülmeye değer.CironaDali Müzesi’ne gitmişken bu şirin kasaba da geziliyor. MaltaMalta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşur. Büyükleri: Malta, Gozo ve Comino. Takımadalar arasında en büyüğü olan Maltadır.Maltada Gezilecek Yerler:Valletta1565 yılında Osmanlı ordusu ve donanmasının gerçekleştirdiği Büyük Kuşatma sonrası inşa edilen Valletta bugün de Malta’ nın başkenti. Ortaçağ’ dan kalma yapısını koruyan Valletta UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer almakta.Şehir girişinde göreceğiniz Auberge de Castille İspanyol şövalyelerin hanı olarak kullanılmaktaydı. Bugün ise başbakanlık binasıdır. Biraz ilerde Baracca Bahçesi’ nden bütün Büyük Liman, Vittoriosa, Senglea ve endüstri merkezi olan Marsa’nın harika bir manzarası izlenebilir.St. John’s Manastır ve Katedrali 16.YY’da inşa edilmiş 17.YY’ da iç dekorasyonu tamamlanmış. Bugün dünyanın en güzel barok kiliselerinden biri olarak kabul ediliyor. Katedral kıymetli taşlar, altın ve gümüş ile süslenmiş sunak kısmı, Malta taşı üzerine direkt olarak yapılmış yağlıboya tabloları, Caravaggio’ nun iki önemli tablosu ve yerlerdeki renk renk mermerler kullanılarak yapılmış olan büyük üstatlara ait mezar kitabeleri ile gerçekten eşsiz bir sanat eseridir. Şövalyeler Sarayı’ nda ise dünyanın en büyük zırh koeksiyonunu barındıran silah müzesi, Flaman goblenleri ile süslü şövalyelere ait toplantı salonu, büyük toplantı salonu görülebilir.MdinaSt. Jean Şövalyeleri Malta’ ya gelinceye kadar adaların başkenti olan Mdina Malta Adası’ nın en yüksek tepesi üzerinde yer alıyor. 18. YY başında tüm şehir yenilenmiş olmasına rağmen Ortaçağ’ a ait karakteristik özelliklerini kaybetmemiş. Büyük bir kale içinde yer alan Mdina’ nın dar sokaklarında taşıt trafiği olmaması nedeni ile huzurlu bir sessizlik içinde tarihi dokunun keyfini çıkarabilirsiniz.Düzenlediğimiz turlarda Mdina yakınıda yer alan cam yapım atölyelerini de ziyaret ediyoruz. Burada cam bibloların yapılışını görebilir ve alışveriş yapabilirsiniz.MostaDünyanın en büyük kilise kubbelerinden birine sahip olan, mimarisinde Roma’ da bulunan Pantheon’ dan esinlenilmiş Mosta Katedrali şehrin en önemli özelliği. 1942 yılında şehre atılan bir bomba bu katedrale isabet etmiş ve patlamadığı için halk kilisenin farklı bir kutsallığı olduğuna inanmış. Bugün de bu patlamayan bomba ve o döneme ait eserler kilise içinde sergileniyor.Napoli ve CapriNapoli şehri Türkiye’yi anımsatan manzaralar da içeriyor. Dar sokakları, rahat insanları, pencere ve balkonlarından sarkan çamaşırları ile hiç de yabancı gelmiyor. Öte yandan alışveriş meraklıları için ise ayrıca çekici olabilir. Gezinizi daha çok tarih ve kültür ağırlıklı planlıyorsanız Napoli bu konuda da size iyi seçenekler sunuyor. Kraliyet sarayı, Castel Nuovo, San Carlo Operası, Milli arkeoloji müzesi, Palazzo di Capodimonte müzesi ve şehire 30 dakika uzaklıktaki Pompei antik kenti ile bütün zamanlarınızı keyifle geçirebilirsiniz.Capri adını bir çok film’de ve aşk hikayesinde duydum. Dar ve güzel sokakları, bu sokaklarla ulaşılan küçük ama şirin meydanları var. Her meydanda bir çok cafe ve lokanta bulunuyor. Adanın yamaçlarındaki manzara ise gerçekten hoş. Napoli’ye gelip Capri’yi görmeden gitmek olmaz. Hele de Capri’ye gidip Limoncello almadan dönmeyin çünkü tam yerindesiniz. İnsan bu kadar lezzetli yemekleri bulunca kendini tutmakta zorlanıyor ve işte o zaman hazmı kolaylaştırması ile bilinen Limoncello imdadınıza yetişiyor. Setur Tel: 444 0 738 veya 0 (850) 210 0 738 www.setur.com.tr

Devamını Oku

Yeni Başlangıçlar için : Halki Palas

11 Ekim 2013

Burnumuzun dibinde Prens Adaları. Peki biz yeterince ilgi gösteriyor muyuz? Kendi adıma yanıt vereyim; hayır. Bu yanlıştan dönmenin zamanıdır… Sonbaharın güzelliğini, bir hafta sonunuzu ayırarak Heybeliada’da yaşamak iyi bir başlangıç olabilirHafta sonunda zamanını, işini ayarlayıp bir yerlere kaçanlara oldum olası imrenmişimdir. İş şartları yüzünden yıllardır ‘kaçamamanın’ getirdiği kıskançlığı da ekleyin siz buna. Gözümde hep şöyle canlandırmışımdır: Perşembe akşamından başlar hazırlıklar, cuma öğle saatleri geldi mi artık yerinde duramaz hale gelir insan. Her zaman gittiği, kendini rahat hissettiği, iyi hizmet görüp kafayı dağıttığı, kısacası bir sonraki haftaya dinlenip enerji depolayarak girmesini sağladığı iki günlük bir kaçamaktır söz konusu olan. Bu hayat şartları içinde iki gün kaçıp her şeyden uzaklaşmak zor geliyor belki size ama hiç de öyle değil aslında. Hele, hep bildiğiniz ama ilgi göstermediğiniz İstanbul’un yanı başındaki Prens Adaları dururken. Kalabalıkları çok sevmiyorsanız benim gibi bugünler tam da aradığınız ortamı verecek size. Ada’da hoşnut, ben de Heybeliada’daydım geçenlerde. Yazın yorgunluğunu atıyordu ada. Gelen gideni azalmış, sessiz, sakin, biraz hüzünlü ve ıssız. Durumundan hoşnut görünüyordu ama benim gibi. Heybeliada’nın, daha doğrusu İstanbul’un en eski otellerinden Halki Palace’ta konakladım. İskeleye 10 dakika mesafedeki otel, öncelikle mimarisiyle sizi sarıp sarmalıyor, eskilere götürüyor. Adanın adını taşıyan Halki Palace’ın tarihi, 1850’li yıllara kadar uzanıyor. Bunca yıldır ayakta kalmasının nedeni, İstanbul’un bu kadar yakınında ama dışında olmasından muhtemelen. Bir de tabii Merit Holding gibi akıllı, işbilir şirketlerin varlığına…İstanbul’un en eski otellerinden biri Adadaki potansiyeli gören Merit Grubu, oteli aslına uygun şekilde restore ettirerek 1989 yılında işletmeye açmış. Ne var ki iki yıl sonra çıkan yangında ahşap bina tamamen yanmış. Ama bu değerden vazgeçmemişler. Oteli yeniden inşa etmişler. O gün bugündür, 36’sı normal dokuzu deluxe odasıyla, TV ve çocuk odaları, lobby, lobby bar ve pastane, iki toplantı ve seminer odası, iki workshop odası, restoran ve yüzme havuzuyla hizmet veriyor Merit Halki Palace. Heybeliada’nın en güzel yapılarından biri olan otel, özgün mimarisine sadık kalınarak yapılan restorasyonun yanı sıra içerisindeki objeler ve dekorasyonuyla da etkileyici. Fayton ve bisiklet turu, çam ağaçları arasında muhteşem İstanbul manzarası eşliğinde doğa yürüyüşleri ve daha fazlasını sunuyorlar. Tabii usta aşçıların elinden çıkma son derece lezzetli yemekler ve dillere destan bir kahvaltı da. Ada’yı turlamaya var mısınız?Kahvaltınızı yapıp benim gibi atın kendinizi dışarıya. Ada’yı turlamak iyi gelecek size. Yürüyerek, bisikletle ya da faytonla fark etmez ama mutlaka yapın bu turu. Ben yürüyüşü tercih ettim. Bir parça yoruldum ama buna değdi. Çam Limanı’ndan başlayalım anlatmaya. Yaz aylarından tekne ve yatlara ev sahipliği yapan liman, sonbaharda da güzel. Ferahlıyorsunuz. Heybetli çam ağaçlarının arasında zamanı unutuyorsunuz adeta. Manzara büyüleyici… Çam Limanı’na kadar gelmişken Terk-i Dünya Manastırı’nı da görmeden geçmeyin diyeceğim ama artık maalesef çok da görülecek bir yanı kalmadığını üzüntüyle söylemeliyim. Ruhban Okulu da Ümit Tepesi’nde hüzünlü duruşunu koruyor. Perili bir köşk gibi burası. 40 yılı aşkın süredir eğitime tekrar döneceği günü bekliyor ama son ‘demokratikleşme paketi’nde ona yine yer yok. Pazar günleri hariç, önceden randevu almak koşuluyla hâlâ ziyaret edilebiliyor. İsmet İnönü ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müze-evlerini de mutlaka gezin. ‘Müze-ev’ kavramına uzak olan necip ülkemizde bu iki değerli şahsiyetin hayatına dokunma şansını kaçırmamanızı öneririm. İki müze-ev de pazartesileri hariç her gün ziyarete açık.Ve fotograf meraklıları için adanın en iyi zamanları...HUZUR VE TERAPİ*Eski adı Yunanca’da bakır anlamına gelen ‘Khalki’ konuşma dilimizde ‘Halki’ olarak yerleşmiş. İsimlerin Türkçeleştirildiği dönemde uzaktan bir heybe görüntüsünü andırdığı için Heybeliada adını almış. *İnönü ve Hüseyin Rahmi’nin yanı sıra Ahmet Rasim de uzun yıllar Heybeliada’da yaşamış. Bugün bu geleneği, Orhan Pamuk’la Enis Batur sürdürüyor. Bir anda karşınıza çıkarlarsa şaşırmayın. *Heybeliada’da geçen bir günü özetlemek için çok şey söylenebilir ama iki kelime belki de durumu en güzel şekilde özetlemeye yetiyor: Huzur ve terapi. Huzuru bulmaya var mısınız? Heybeliada’da haftasonu fotograf çekimi turu için ideal ışık zamanındayız.KISA KISA*Mevsim geçti ama eğer yazın yolunuz düşerse Merit Halki Palace’ın hemen altında, eski adıyla Sadık Bey Plajı, yeni adıyla Green Beach Club’da zaman geçirmek keyifli olabilir. Plaj,temizliği ve sakinliğiyle İstanbul’da denize girilebilecek ender yerlerden biri. Üstelik Burgazada ve Kaşık Adası manzaralı... *Limanda dizilmiş balık lokantaları son derece davetkâr. En ünlüleri Mavi. Giderseniz pişman olmazsınız. Yok “Ben balık yemem” derseniz –ki sizin adınıza üzülürüz- onun da çaresi var. Ada’da uzun yıllardır hizmet veren Meltem Urfa Lahmacun’a uğramanız yeterli. *Heybeliada’dan ayrılıp tekrar kentin keşmekeşine dönme fikri güzel değil, biliyoruz ama her güzel şeyin bir sonu vardır değil mi? Aklınızda olsun kış tarifesi geçerli eylül ortasından beri. Kabataş ve Kadıköy’e son vapur 20.30’da hareket ediyor. Hafta içi veya sonu tarife değişmiyor. Heybelidada’da Hafta sonu için: Sedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.com

Devamını Oku

Bembeyaz Kumsalda Eşsiz bir Dinlence : Mombasa

5 Ekim 2013

Bu hafta Mombasa’nın bembeyaz kumsallarında idim. İstanbul yazın son günlerini yavaş yavaş geride bırakırken Sarova Whitesands Resort’un sahilinde son bir yaz keyfi yaptım. Mombasa’ya gitmeye karar vermemde önemli etkenlerden birinin de Türk Hava Yolları ile direk uçuş olanağı idi. Uçağa adımımı atttığım andan itibaren Türk Hava Yollarının Business Class sınıfında sunduğu eşsiz hizmet ile 6 saatlik yolun nasıl geçtiğini bile anlamadım. Uçaktan indiğimde ise hiç de yolculuk yapmış gibi değildim. Business Class sınıfında sunulan yemekler ise ayrı bir yazıya konu olabilecek kadar mükemmeldi. Türk Hava Yolları yetkililerinden öğrendiğime göre, THY 5 Aralık 2012 tarihi itibarıyla haftada 5 sefer olarak gerçekleştirmeye başladığı Istanbul-Mombasa karşılıklı seferlerini, 27 Ekim 2013 itibariyla haftanın her günü yapacakmış. THY’nin 27 Ekim’de başlayacak kış tarifesi’nde seferler, Istanbul’dan kalkış saati 17:45, Mombasa’dan yerel saatle kalkış saati 05:00 olacakmış.Bir milyonu geçkin nüfusuyla Kenya’nın ikinci büyük kenti olan Mombasa, ülkenin en büyük limanı ve önemli turizm merkezi. Bir adanın üzerine kurulmuş olan bu kent, iki köprü ve bir feribotla anakaraya bağlanıyor. Adanın kuzeyine ve güneyine uzayan sahilleri, özellikle kuzey kıyıları, bir dinlenme tatili için ideal destinasyon oluşturuyor. Pirinç nişastası beyazlığı ve inceliğindeki beyaz kumlardan oluşan plaj (Whitesands Beach), dünyanın sayılı kumsallarından. Kumsal, Hint Okyanusu’ndan gelen dalgalardan yaklaşık bir kilometre ilerisindeki, sahile paralel giden bir mercan resifi tarafından korunuyor. Gel-git etkisi bu yüzden daha az hissediliyor ve oldukça yavaş derinleşmesi nedeniyle çocukların güvenle bırakılabileceği bir sığlıkta. Okyanustan, hiç durmayan bir vantilatör gibi esen tatlı rüzgar, verdiği rahatlık ve keyfin yanında muhtemelen sineksiz bir tatilin de temel nedeni.Ağaçlar ayrı bir hayranlık nesnesi oluşturuyor. Bizim coğrafyamızda bilinmeyen, çoğu ayrı bir özellik taşıyan çok güzel ağaçlar var. Özel bir bahçe tasarımcısı tarafından hazırlanmış gibi duruyorlar, oysa çoğu orada kendilerinden bitivermişler. Tabii içlerinden birini tanıyoruz: Küçük Prens’ten aşina olduğumuz baobab ağacı, bu harikalar diyarının belki tek tanıdık siması. 11. yüzyılda Araplar tarafından kurulan bu liman kenti, 16. yüzyıl başından sonra sürekli Portekizlilerle Ummanlılar arasında el değiştirir. 19. yüzyıl ortasında Zanzibar Sultanlığı’na, 19. yüzyıl sonunda ise Birleşik Krallık’a geçer. Dinlenmenin yanında Mombasa’yı da tanımak ve bu tarihin izlerini görmek isterseniz öncelikle Jesus Kalesi yakınındaki eski şehirde dolaşmanızı öneririm. Böylece hem eski Mombasa’yı tahayyül edebilir, hem de bu eski şehrin aslında pek de yenileşmemiş hayatını görebilirsiniz. Portekiz, Hint ve Arap mimarilerinin etkileri kolaylıkla görülebilir. Zanzibar’daki büyük köle pazarına götürülmek için kölelerin yıkanıp gemilere bindirildiği yeri de görüp ayak bastığınız yerin korkunç tarihi karşısındaki çaresizliğinizi yaşamanız da mümkün.Bunun dışında, Akamba El sanatları Kooperatifi, tahta oymacılığı ve işlemeciliğini görmek için iyi bir fırsat. Tahta oymacılığı ve işlemeciliği ülkede hem çok gelişmiş hem de yaygın. Kooperatif, teneke çatılar altındaki atölyelerden oluşuyor ve görece geniş bir alanda yayılmış. Birkaç yüz metrelik mesafede ustalar arasında gezinerek, ağaç kütüklerinin yarılmasından ince işçiliğe ve boyamaya kadar oymacılığın tüm aşamaları görebilirsiniz. Ayrıca: hiçbiri bir diğerine benzemeyen Mombasa sandallarından almayı ihmal etmeyin. Belediye’nin ulaşım hizmetinin pek ortalarda görünmediği kentte ulaşım, taksilerin yanında tıklım tıklım dolu Matatu’lar, üç kişilik triportör Tak-Tuk’lar ve artık nadir rastlanılan bisiklet taksiler Boda-Boda’larla yapılıyor. Müslüman nüfusun yoğun olduğu Mombasa’da taksi ve kamyonların üzerinde “Allah is Great” veya “Mashaallah” yazılarını görürseniz şaşırmayın. Trafik yoğun ama kimse kuralları ihlal etmiyor. Sükûnet ve saygı genel düzenleyici olarak arka planda ipleri elinde tutuyor.Kenyalılar, sakin, soylu ve zarif davranışlı insanlar. Yoksullar ve turistlerin satın alma gücünden yararlanmak istiyorlar ama “hayır, istemiyorum” dedikten sonra peşinize düşmüyorlar. Nihayetinde herkesin küçük işlerle kendini su üstünde tutmaya çalıştığı bir dünya bu. Teklif var, tekrar da var, ama ısrar yok. Alışveriş dışındaki ilişkilerde ise sorunları çözmeye yönelik ve yatıştırıcı bir tutum içindeler. Denebilir ki bir “akuna matata” (“no problem”) kültürü hakim. Gittiğiniz restaurant ve hotellerde hep güler yüzlü personelle karşılaştım. Ancak bu güler yüz, dünyanın her tarafında üst yöneticiler tarafından talep edildiğini bildiğimiz ve bu yüzden de hep zorlama duran bir güler yüzlülük değil. Kültürün kendisinden kaynaklanan, yönetim istemese de zaten öyle olacakmış gibi duran içten bir gülümseme bu. Hala başının üstünde eşya taşıyan kadınlara rastlanıyor. Belki de kadınlara, yürüyüşlerindeki alımlılığı veren, kuşaklar boyu geliştirmek zorunda kaldıkları bu denge duygusu ve ölçülülüktür. Erkeğiyle kadınıyla çok güzel bir halk, nezaketle de birleştiğinde insan seyretmekten kendini alamıyor doğrusu.Oldukça komunikatif bir halk ve mutlaka nereden geldiğiniz soruluyor. “I am Turkey” dendiğinde genellikle zihinlerde bir tasavvur oluşmuyor. Bu da ayrı bir özgürlük veriyor insana ve yeni başlangıçlara fırsat.Mombasa’ya gidenlere Mombasa dışında ikinci bir önerim de var elbette. Savo Milli Parkında hayatınız boyunca anlatacağınız anılar edineceğiniz eşsiz bir Safari’de yapabilirsiniz.Sedventure ile ayrıcalıklı Tatil ve Safari için:Sedventure Tel:0212 230 03 36www.sedventure.com

Devamını Oku

Kendinizi ayrıcalıklı hissedeceğiniz bir tatil: Sabi Sabi’de Safari

27 Eylül 2013

Güney Afrika Cumhuriyetindeki Sabi Sabi adlı özel kampa gitmeye karar verdiğimde bu uzun yolculuğunda özel olması gerektiğini düşünerek Emirates’den business class bilet almayı tercih ettim. Doğru bir karar verdiğimi daha uçağa binmeden anladım. Atatürk Havalimanında Emirates’in yeni açılan Business class lounch’ında sunulan hizmet gerçekten farklı bir kalitede idi. Yolculuğumu yapacağım 777’ye binince bu uzun sürecek yolculuğu güzel yapmanın kısa yolunu bulmuş olmanın rahatlığı ile koltuğumda arkama yaslandım ve sunulan hizmetlerin keyfini çıkararak yolculuğumu keyifle tamamladım. Mükemmel bir yemek yedikten sonra 777’nin tam bir yatağa dönüşen koltuğunda uykuya dalmıştım.Dünyamız artık ekolojik dengenin yitmesi nedeniyle büyük bir tehlikenin altında. Hayvanların ve bitkilerin nesillleri tükenirken, bu insanlığı da dolaylı olarak tehdit ediyor. Doğayı dönüştürmeye asla gücü yetmeyecek olan canlılar ise bu dengesizlikten paylarını fazlasıyla alıyorlar. Özellikle hayvanlar, yiyecek alanlarının azalması ve kirlenmesi nedeniyle büyük bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Hatta diyebiliriz ki, nesli tehlikede olmayan hayvan sayısı giderek azalıyor. Bunu farkeden ülkeler artık ekoturizme yöneldiler. Afrika ise bu ülkelerin başında geliyor. Belki bir asır önce, av partilerine dönüşen Afrika turizmi artık tamamen yön değiştirdi ve büyük parklarda, kişisel arazilerde foto-safariler düzenleniyor. Güney Afrika’nın ünlü safari arazilerinden Sabi Sabi bunlardan biri. Ve siz eğer, lüks içinde bir tatil yaparken vahşi yaşamın izlerini de sürmek istiyorsanız Güney Afrika’nın safari yapılan kamplarından birine, Sabi Sabi’ye gidip hayvanlar dünyasıyla, insanın uyumlu yaşamını hissedebilirsiniz. Bu keyfi herkes bir kere mutlaka yaşamalı… “Sabi” adı, yerel Shangan dilinde “korku” anlamına geliyor. Sabie Nehri, vahşi hayvanlardan beş büyük, (Aslan, leopar, gergedan,bufalo, fil) başta olmak üzere timsah ve yılan gibi, insanları tehdit eden hayvanların yoğun bulundukları bir yermiş ve bu nehre su almaya gelen insanlara saldırdıkları için bu adı almış. Dolayısıyla arazinin adı buradan geliyor. Yani korku-korku (Sabi Sabi) bir deyiş şeklinde kalmış.Ancak zaman o zaman değil artık. Şimdilerde Sabi nehri kıyısına kurulan safari kamplarında kalanlar, korkunun izine bile rastlamıyorlar. Aksine para ile satın alınabilecek en güzel hizmeti aldıkları Sabi Sabi safari kampında yaşamın başka bir tadı olduğunu keşfediyorlar. Sabi Sabi safari kampı , Mozambik sınırına çok yakın bir yerde ,Afrika kıtasının en çok tanınan milli parklarından Kruger National Park'la da sınır. Kruger ile Sabi Sabi’yi ayıran sınır ise Sabie Nehri.Sabi Sabi’de safari keyfiSabi Sabi’de kaldığınız zaman boyunca sabahları saat 04:00’de kalkmaya ve bir safariye çıkmaya hazırlayın kendinizi. Bunu yapmayıp “bu sabah miskinlik yapmak istiyorum” derseniz tüm gezinizi anlamsız bir hale getirirsiniz. Sabah 05.00 gibi kalkıp, sabahın o dingin serinliğinde, dumanları tüten kahvenizi tipik bir safari yiyeceği olan peksimet eşliğinde yudumlamak sonra da kendinizi vahşi doğanın koynuna bırakmak insanın hayatı boyunca kaç kere başına gelebilir ki? Afrika’nın o büyülü güneşinin doğuşunu izleyerek başlayacak olan safari yaklaşık dört saat sürecek. Günün ilk ışıkları doğmadan tüm hayvanların uyanık olduklarını göreceksiniz. Özellikle bu saatler büyük kedileri görebilmeniz açısından ideal. Çünkü onlar sabah ve akşam saatleri dışında genelde vakitlerini uyuyarak geçiriyorlar. Uçarcasına koşan impalalar, belki bir ağaç dalında avını kollayan leopar size asla ürkütücü ve uzak gelmeyecek. Safari sırasında zaman zaman ranger ve iz sürücünüz aralarında sizin anlamadığınız bil dilde (Shangan) konuşacaklar, sizin araçtan inmemenizi tembihleyerek kendileri inecekler ve iz sürecekler. Ve büyük olasılıkla bir kaç dakika süren bir bekleyişten sonra izini sürdükleri hayvana sizi ulaştırmak üzere araca dönecekler. Dahası sizleri gördüğünüz tüm hayvanlar hakkında bilgilendirecekler. Eğer merak ediyorsanız, onlardan herkesin adını bildiği bu hayvanların çok özel huylarını, sırlarını öğrenebilirsiniz. Üstü açık bir Land Rover’la dolaşacağınız için üşüyeceğinizi sanmayın çünkü araçta üşüyenlerin sarınmaları için battaniyeler bulunuyor. Güneş yavaş yavaş yükselmeye başladığında eğer midenizden gelen sesler de yükseliyorsa hiç endişelenmeyin çünkü usta ranger’ınız sizin saat tam sekizde lodge’da olmanızı sağlayacak. Keyifli geçen bir safarinin ardından sizi bekleyen mükemmel kahvaltı sofrası da sizin için hoş bir sürpriz olacak.Günün ikinci ve son safarisine öğleden sonra da saat 16.00 gibi çıkılıyor. Safariye çıkışınız öncesinde ranger’ınız size ormanda ne içmek istediğinizi soracak. Bence bunu çok önemseyin. Çünkü sadece akşam safarilerinde yani günde bir kez ranger’ınız tam günbatımı anına bir kaç dakika kala Land Rover’la sizi ormana hakim bir tepeye çıkartacak ve burada yerel Afrika çerezleri ve daha önce sizin seçtiğiniz içki eşliğinde uzaktaki hayvanların seslerini dinleyerek o koskoca Afrika güneşinin batışına tanık olacaksınız. Çok uzun sürmeyecek ya da çok keyifli olduğundan size öyle gelecek bu molanın ardından yola koyulmadan önce biraz daha sıkı giyinmelisiniz. Üzerinize sizi rüzgardan koruyacak mont veya polar türü bir giysi almalısınız. Çünkü artık iz sürücünüzün tutacağı ışık eşliğinde gece safarisi başlıyor. Nemlenen havanın etkisiyle Afrika’nın toprak kokusunu duyarak ormanın daha vahşi bir yüzünü göreceksiniz. Hatta eğer şanslıysanız avlanan bir aslan ailesini bir kaç metre mesafeden uzun süre izlemeniz bile mümkün. Saat 20:00’de kampa döndüğünüzde barda Afrika’ya özgü aperatifler alırken o gün safariye çıkan diğer insanlarla sohbet ederek onlarla karşılıklı gün içinde gördüklerinizi paylaşabilirsiniz. Ama bazen bu sohbetler sizin için keyifli olmayabilir, eğer karşınızdaki kişi sizden fazla ve daha entersan hayvanlar görmüşse masum başlayan sohbet kıskançlık krizlerine dönüşebilir. İşte o anda benim size tavsiyem hemen bardan dışarı çıkıp birkaç adım ilerideki verandaya gidin içkinizi yudumlayarak tam karşınızdaki ışıklandırılmış göletten su içen hayvanları izleyin. Ve tabii ki estesi gün daha şanslı olmayı dileyin ki ertesi akşam siz barda anlatın ve diğerleri göletteki hayvanları izlesin. Tüm bunların ardından ranger’ınızla birlikte “Boma”daki ( etrafı kapalı daire şeklinde masaların kurulduğu, ortada ateş yanan yemek alanı) akşam yemeği masanızda yerinizi alın. Afrika mutfağı tarz olarak Avrupa’ya çok yakın olduğu için hiç yadırgamayacak hatta özellikle çorbalara ve tatlılara hayran kalacaksınız. Ortada yanan ateşin sıcaklığı sizi ısıtırken ranger’ınızla Afrika, Sabi Sabi veya ilgilendiğiniz hayvanlar hakkında keyifli sohbetler yapabileceksiniz. Ayrıca iki gecede bir akşam yemeği sırasında Afrika’lı kadınlar yerel giysileriyle ve enstrümanlar eşliğinde ateşin etrafında size Afrika şarkıları söyleyerek dans edecekler. Bu gerçekten görülmeye değer. Yemeğin ardından daha ilk gün sizi Sukukuza Havaalanında karşıladığı andan itibaren sizin güvenliğinizden bilgilendirilmenizden, mutluluğunuzdan, kısacası herşeyinizden sorumlu olan ranger’ınız sizi odanızın kapısıa kadar geçirecek ve ertesi sabah saat 05.00’de kapınızı çalacağını hatırlatarak size iyi geceler dileyecek. Bu belki de yaşamınız boyunca hiç yapmadığınız hatta düşlemediğiniz bir tatil. Sabi Sabi,’de görebileceğiniz hayvanlar arasında; Aslan, leopar, fil, gergedan, antilop türleri, bufalonun, sırtlan, soyu tükenmek üzere olan vahşi Afrika köpeği, dünyanın en uzun (zürafa) ve en hızlı (çita) memelisi de bu topraklarda görülebiliyor. 350 civarında kuş türü var.Sabi Sabi’in yer aldığı Sabi Sand bölgesini bir vahşi yaşam alanı yapma çalışmaları 1894 yılında başlamış. Kruger Milli Parkı, 1926 yılında açılmış. Bugün özel arazinin olduğu yerde de eskiden zengin beyazların gelip avlandığı çiftlik evleri varmış. Şimdi ise beyazlar ve bir zamalar avcı olan zenciler hep birlikte bu hayvanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için çabalıyorlar.NE GETİRMELİ• Tümüyle resmiyetten uzak giyinin. Doğal renkler tavsiye ediliyor.(Herşeyiyle safari kıyafetleri Sabi Sabi’deki mağazada bulunuyor.)• Kış ve gece için sıcak tutan kıyafetler.• Rahat yürüyüş ayakkabıları.• Mayo-her lodge’un filtreli sıcak havuzu bulunmaktadır.• Dürbün ve Kamera.Anti-sıtma tabletlerinin alınması gereklidir. Sabi Sabi’de Safari için: Sedventure Tel: 0212 230 03 36www.sedventure.com

Devamını Oku

El değmemiş doğanın içinde Uganda

20 Eylül 2013

Bu hafta sizlere sevgili dostum Erol Doğaner ile birlikte gittiğimiz Uganda’yı anlatacağım. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi Uganda'ya gidip zamanı kentte geçirmedim. Bwindi Ulusal Parkında idim. Ve orda olma nedenim de Dağ Gorilleri’ni fotoğraflamaktı. Sadece Uganda, Kongo ve Rwanda’da yaşayan ve bayıları sadece 650 civarında olup insana en yakın türlerden biri kabul edilen dağ gorilleri ile bir randevumuz vardı da denilebilir.Bunca yıl dünyayı gezmiş biri olarak gördüğüm en güzel ve huzurlu ormandan söz ederek başlamak istiyorum. Kaldığımız Lodge’da bulunan bana ati küçük evin önündeki verandada bulunan koltuğa oturduğumda hiç kalkasım gelmedi. Çünkü tak karşımda dünyanın en güzel orman manzarası duruyordu. Her farklı hava koşulunda bu manzara farklı ve etkileyici bir güzellik ve huzur sunuyor insana. Diğer yandan “balta girmemiş orman” sözü sanki gerçekten buraya bakıp söylenmiş gibi. Uganda denince birçoğumuzun aklına Enttebbe’de sonlanan uçak kaçırma eylemi ve diktatör İdi Amin gelir. Ancak Uganda geçirdiği uzun çalkantılı dönemden kurtulmuş ve gelişme yolunda ilerlemiş. Hali hazırda pek de turist çekiyor denemez. İşte tam da bu nedenle gitmenin tam zamanıdır. Yeryüzünün en güzel doğa manzaralarını henüz el değmemişken görebilmek, fotoğraflamak ve yaşamak için mükemmel bir fırsat olarak sizi bekliyor.THY ile İstanbul’dan direkt uçuşla gitmek gibi bir kolaylık da cabası. Üstelik bu yolculuğu THY’nin Businiss Class sınıfında yapmanızı öneririm çünkü indiğinizde sunulan konfor nedeniyle neredeyse hiç yorulmadan ulaşmış olacaksınız Entebbe’ye. Uganda’nın başkenti Kampala ise Uluslararası havaalanının yer aldığı Entebbe’ye sadece 42km uzaklıkta. Bwindi Ulusal parkında Dağ gorillerini görmek ise bambaşka bir deneyim. Parka 600mt mesafede kaldığımız doğa harikasına bakan kamptan mı, kampımızın yakınında bulunan çok yoksul ama çok mutlu ve güler yüzlü insanlardan mı yoksa Dağ Gorillerini bulmak için o doğa harikası ormanın içine girip orada yaptığımız meditasyon gibi uzun yürüyüşlerden mi başlasam anlatmaya? Gorilleri görebilmek için orman içinde her gün farklı yönlere doğru uzun yürüyüşler yaptık. Bazı noktalarda ormanın içine ışığın bile girmekte zorlandığı bu yürüyüşlerde kendimle baş başa kalma fırsatı buldum ve orada olmanın büyük heyecanını ve keyfini sürdüm. Yemyeşil ve güvenli bir ortamda uzun ve yorucu bir yürüyüş sonunda ulaştığımız Dağ Gorilleri yorgunluğun ödülü gibi oluyordu bizim için. Onları izlerken ilk aklıma gelenin onların ne kadar masum ve bizimse ne kadar vahşi olduğumuzdan başka bir şey olmadı. Alabildiğine sakin, uysal ve barışçıl canlılar olan goriller kendilerine 5-10 m mesafeden bakma şansı tanıyor hatta bazen kendileri bize yaklaşıyordu. Yavruların oyunları bu kadar yakından izlemek ise büyük bir ayrıcalık ve ödüldü bizim için. 1 saat süre ile izlediğimiz gorillerin yanından onlara el sallayıp ayrıldıktan sonra tekrar uzun yürüyüş başlıyordu. Bazen son derece eğimli arazide yapılan ve 10km civarında olan bu yürüyüş biraz kondisyon gerektiriyor elbette ama kendimi en iyi hissettiğim yerlerden biri olarak hafızamda yerini de aldı. Devasa ağaçların ve bitkilerin arasında yaptığımız bu yürüyüşler sırasında çok büyük çeşitlilikte ağaç ve bitki görme şansı da bulduk. Neredeyse her an birbirimize doğa harikası bir bitkiyi ve ağcı gösteriyorduk. Yürüyüş sonunda kampa geldiğimizde artık hiç bu kadar çoğunu bir arada görmeyeceğiniz kuşların sesleri ile dinlenme ve doğayı izleme zamanı başlıyordu. Bwindi Ulusal parkı çevresinde bulunan köylerde yaşam ise oldukça yoksul. Yağmur ülkesinde su yok. Suyu bidonlarla taşıyorlar. Kadınların başları üzerinde bidon, sırtlarında ise bebekleri var. Akşam olduğunda ise ne borsanın son durumu ne de bir yerlerde olan çatışmalar onları ilgilendirmiyor çünkü elektrik ve dolayısı ile televizyonda yok. Ve kesinlikle çok mutlular. Kampımızda elektrik mevcut ama cep telefonları çalışmıyor. Telefon etmek için 600 metre ileride bir nokta mevcut ve oraya gitmek gerekiyor. Ben de iletişimsizliğin tadını çıkarttım. Bir kez telefon etmek için o noktaya gitmeye karar verdim. Giderken hava biraz bulutlandı. Telefon ederken yağmur atıştırmaya başladı ve benim görüşmem bittiğinde ise hızlandı. Hava 23 derece olduğu için yağmur sorun değildi ama ben ilk tepki olarak önce adımlarımı hızlandırdım kampa doğru. Birkaç dakika sonra ise hayatımda gördüğüm en şiddetli yağmur yağıyordu ve ben tamamen kendimi bu yağmura bırakıp normal hızımdan da daha yavaş yürüyerek ve başımı yukarı kaldırarak yola devam ettim. Kampa döndüğümde dünyanın en güzel yağmurunda ıslanmış olmanın mutluluğunu taşıyordum. Kaldığımız kamptaki koşullar ise son derece iyi ve yemeklerde tatmin edici idi. Özellikle açık havada ve ormana karşı yediğimiz akşam yemekleri son derece keyifli geçti.Her gün yaptığımız goril yürüyüşleri dışında köy ziyaretleri de yaparak insanlarla iletişim kurduk ve fotoğrafladık. O kocaman gözleri ile bakan çocuklar harika idi. Önümüzdeki aylar boyunca goril izleme sezonu devam ediyor. Ne dersiniz Sedventure ile Uganda’ya gelip benimle birlikte ıslanmak, köyleri ziyaret etmek ve Dağ Gorilleri ile tanışmak ister misiniz?Uganda’nın doğal güzellikleri ve Dağ Gorillerini görmek için :Sedventure Tel :0212 230 03 36www.sedventure.com

Devamını Oku

Safarinin ayrıcalıklı adresi Sedventure

14 Eylül 2013

Sedventure ile kendinize özel bir safari planı çıkarıp, bu tatilin hayatınızın en güzel zamanlarından biri olmasını ister misiniz? Çünkü bunu yaptıktan sonra vahşi doğaya yakından tanıklık edip, seyahat sonunda da hayatınız boyunca anlatacağınız anılarla dönebileceksiniz. Size bu seyahat ile ilgili bilgi verirken aslında, bir foto safariye katılırken nelere dikkat etmeniz gerektiği konusunda ipuçları vereceğim.Aşağıda sıralayacağım hizmetlerin bulunmadığı foto safarilerin sadece safari diyebileceğimiz turistik geziler olarak değerlendirilmesi ve iyi fotograf üretmenin şansa bırakılmaması gerektiğini belirtmek istiyorum. “İyi fotoğraf üretmek için bir ‘foto safari’de neler olmalıdır” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. İşte size seyahat, sağlık, fotograf ve hayvan davranışı alanında bir danışmanlığı içeren 20 yılı aşkın zamandır edindiğim deneyimlerimle önemli başlıklar ve ipuçları...Foto Safari öncesi bilgilendirmeSeyahatimiz öncesinde bir tanışma ve bilgilendirme toplantısı yapacağız. Bilgilendirmeyi ben yapacağım ve tüm sorularınızı yanıtlayacağım. Kaç safariye çıkacağınız, bunların zamanlamaları, hangi kamplarda kalacağınız, kampların lokasyonlarının önemi, mönüler, güvenlik koşulları gibi bir çok konu hakkında konuşacağız. Toplantı sonrasında konuşulan tüm konular size yazılı olarak ulaştırılacağı gibi sonradan aklınıza gelebilecek sorular için bana ulaşabileceğiniz tüm iletişim bilgilerimi vereceğim. Kaliteli fotoğraf üretebilmek için araçlarda maksimum 3 kişi olmalı. Kişi sayısının artması fotograf üretmeye ve yanısıra safariden keyif almaya engeldir. Bir kişinin kıpırdaması bile fotograflarınızı flu çekmenize neden olabilir. Bu nedenle safari planı yaparken araçta kaç kişi olacağınızı öğrenin. Eğer araçta üç kişiden fazla insan olacaksa bilin ki fotoğraf üretiminiz ve kalitesi azalacaktır. Araç sürücüsü mü yoksa ışık bilgisi olan rehber mi?Fotoğraf ve ışık bilgisi olmayan bir sürücü ışığı ne taraftan kullanacağınızı anlayamadığı gibi, çekim yapmak istediğiniz türlere olan mesafenizi de ayarlayamaz. Tamamı daha önce tarafımdan eğitilmiş rehberlerle çalışacağız. Çekim aşamasında açı değiştirmek veya başka nedenlerle ardı arkası kesilmeyecek yer değiştirme taleplerimize hazırlıklı olacaklar. Siz istemedikçe ters ışıkta durmayacak, hayvanla aramızda çekimi engelleyecek dal ve çalıların olmamasına özen gösterecekler. Ayrıca araç sürücüleri arazide dolaşan tüm diğer araçlarla sürekli telsiz bağlantısı kurarak bize kaç dakika mesafede hangi hayvanların bulunduğunu öğrenerek bize aktaracak. Ekipman Sedventure’dan çekim sizden!Artık ekipmanım eksik diye düşünmeyin. Sedventure kişiye özel organizasyonlarda müşterilerine 500 mm’ye varan Sigma objektif setini ücretsiz kullanıma sunuyor.Fotoğraflarınızın anında değerlendirilmesinin önemiİyi bir fotoğraf için birçok şeyin bir araya getirilmesi zorunlu. Doğru yerde, iklimde ve doğru anda bulunmak gibi. Çekim yapmanız gereken anlar konusunda vereceğim desteğin yanı sıra çekim sonrası hemen bana fotoğraflarınızı gösterip bir hatanız varsa düzeltmeniz için destek vereceğim. Hedeflediğiniz fotoğraflara ulaşmanız için gerekli her şeyin bulunduğu ortamı yaratacağız.- Kampta fotoğraf sohbetleri:Her gün sabah ve akşam safarileri arasında kalan boş zamanlarda kampın genel oturma alanında sizlerle sohbet etmek ve fotoğraflarınızı değerlendirmek için hazır olacağım. Ayrıca akşam yemekleri sonrasında da fotoğraf sohbetleri yapmak isteyenlerle keyifli zaman geçireceğiz.- Foto Safari sonrasında ortak bir sergi: Safari sonrasında herkesin fotograflarının yer alacağı bir karma sergi açacağız. Bu serginin baskı ve diğer tüm masrafları Sedventure tarafından karşılanacak.- Sedventure Foto Safari çantası: Bir safari de ihtiyaç duyabileceğiniz her şeyin bulunduğu bu çantayı sizlere armağan edeceğiz. İçinde neler mi var? Bu da Sedventure’nin size sürprizlerinden biri olacak.Hayvanların ne yapacağını önceden biliyor musunuz?Sedventure ile foto safariye katılan herkese hayvan davranışı bilgisi aktaracağım. Bulduğumuz hayvanlar sabitken onların yaşamı hakkında önemli ve ilginç bilgileri size aktaracağım. Hayvanların hareketlenmeye başladığı anlarda ise hangi davranışı sergileyeceklerini önceden söyleyerek çekime hazır olunmasını sağlayacağım. Özellikle büyük kedi fotograflamak isteyenler için bu davranışların önceden bilinmesinin fotograf kaçırmamak ve çekilecek fotografların kalitesinin yüksekliğinde önemi büyük olacaktır. Mesela ağaç dalında yatan ve ışığı uygun olmayan bir leoparın daha kaç saat kıpırdamadan yatacağını tespit edip o zamanı başka türlerin çekimi için değerlendirip leoparın tekrar hareketleneceği zaman yanına dönerek safaride zaman kaybedilmemesini sağlayacağım. Bir aslanın ne zaman ayağa kalkacağını, ne zaman esneyeceğini veya bir çita’nın ne zaman koşmaya başlayacağını ve ne zaman yüksek bir tepeye çıkacağını önceden benden duyacaksınız.Afrika’da çekim sezonları ve iklimSafari için en çok tercih ettiğimiz Kenya’nın safariye uygun zamanları Haziran ile Mart arası. Bu tarihler dışında kalan zamanlarda yüksek yağış alan Masai Mara safari için pek elverişli değil. Soğuktan şikayet ettiğimiz bu günlerde Afrika’da en yüksek ısının 28 ve en düşük ısının ise 17 derece (geceleri) olduğunu özellikle hatırlatmak isterim. Masai Mara bin metrenin üzerinde bir plato ve nemsiz iklimi ile hepimize keyifli bir safari izlencesi sunmak için bekliyor.Erken rezervasyon seyahatin garantisiKenya’daki Masai Mara düzlüklerinde yüksek sezonda her gün arazide 500 civarında araç dolaşır. Bu araçlarda ortalama 6 kişi bulunacağını düşünürsek her gün 3 bin kişinin safaride olduğunu varsayabiliriz. Bu durum ise erken rezervasyon yaptırmanın önemine işaret ediyor. Çünkü o kadar çok talep olan safariler için kısıtlı sayıdaki kamplarda yer bulmak imkansız olabiliyor. Aylar önce bu tarihi belirlemiş Avrupa ve Amerikalılar safari için elverişli lokasyona sahip önemli kampları doldurmuş oluyorlar. Geriye ise lokasyonu ve diğer hizmetleri sorunlu kamplar kalıyor. Bu nedenle kararınızı erken vermenizin önemi büyük. Katılmak isteyenlere duyurulur... Detaylı tur programına web sayfamızdan ulaşabilir veya telefon ederek bilgi alabilirsiniz. FOTOĞRAF DÜNYASINDANKadıköy İskelesi’nde TOPRAĞIM SergisiOrman Mühendisi ve Fotoğrafçı Serdar Akyay, Kadıköy İskelesi Sergi Salonu’nda ‘TOPRAĞIM’ adı altında sergileyeceği fotoğraflayacağı sergiyi doğduğu topraklara ve ailesine adıyor. Panaromik çekimle, siyah beyaz– solarize tekniği ile üretilmiş, 48 adet Edirne’yi anlatan 84x44 cm ebatlarındaki fotoğraflardan oluşan çalışma kategorisinde bir ilki oluşturmaktadır. 180 derecelik açıyla görüntülenen panaromik bir çalışmada, solarizasyon tekniğinin kullanılmasıyla fotoğraflara gravür tadı verilmiş. Sergi 15 Eylül akşamına kadar gezilebilir.SIGMA'dan heyecanlandıran yeniliklerDünyanın üçüncü en büyük objektif üreticisi Japon SIGMA geçtiğimiz günlerde dünya pazarına sunulan ve yoğun talep gören 35mm F:1.4 değerlerindeki yeni seri objektif, geniş görüş açısı ile birlikte çok geniş diyafram açıklığı sağlıyor. Böylece ışığın zayıf olduğu ortamlarda geniş açılı çekimler kolaylaşıyor, net alan derinliğini sınırlamak mümkün oluyor. www.fotopro.com.tr

Devamını Oku