“Sınav kaygısı, eğitim öğretimin her kademesinde öğrenci üzerinde bir baskı oluşturuyor. Bu, eğitim öğretime de olumsuz etki ediyor, ama bu durum bize şöyle bir görev yüklüyor: Stresi azaltan daha yalın bir sistemle öğrencilerimizin muhatap olmasını sağlayacak bir düzenlemenin Türkiye’ye kazandırılması...”YÖK ve MEB, böyle diyor!Onların yalancısıyım...Şaka mı, ciddi mi?‘Yerse boya, yemezse astar!’ durumu...Oto sanayide böyle bir yaklaşım vardır...Olay, müşterinin zekasına göre şekil alır...***Kaygı ile ilgili YÖK ve MEB’e birkaç sorum olacak...- Yılda 5 kitap okuyan milletin çocukları sınavda nasıl kaygılı olur?- Günde 6 saatini televizyon başında geçiren milletin çocukları sınavda nasıl kaygılı olur?- PISA’da ilk 50’ye giremeyen bir ülkenin çocukları sınavda nasıl kaygılı olur?- Günde 4-5 saatini amaçsızca internette dolaşan bir ülkenin çocukları sınavda nasıl kaygılı olur?- YGS’de Temel Matematik ve Fen Bilimleri testlerinde 40 soruda 5’er net çıkaran adaylar, sizce kaygıdan dolayı mı bu kadar başarısız?Güldürmeyin beni!Siz, hangi ‘kaygı’dan söz ediyorsunuz?Bizim çocuklar son derece rahat!Sadece çocuklar mı rahat?Yok canıııııım...Eğitim sistemi de rahat!Hatta eğitim sistemi onları ‘kaygı’sızlaştırıyor!***Bir aslan kırbaç korkusuyla sandalyeye oturmayı öğreniyor...Bu aslana iyi eğitilmiş diyoruz...Ama iyi eğitim almış diyemiyoruz!Caps böyle diyor...İyi eğitimin önemine ‘şakacı’ yaklaşıyor.Albert Einstein , konuya daha ‘sıkı’ giriyor.‘Öğrenmemi engelleyen tek şey, aldığım eğitim olmuştur’ diyor.Biri şaka, diğeri ciddi...Ortak noktaları, iyi eğitimin önemi...***Eğitim teorisyeni John Dewey, Cumhuriyet’in ilk yıllarında dönemin Eğitim Bakanı Vasıf Çınar’ın daveti üzere ülkemize gelmiş. İstanbul, Ankara ve Bursa’da gözlem ve incelemelerde bulunduktan sonra, gözlem ve incelemelerinin sonuçlarını içeren ilk raporunu Türkiye’den ayrılmadan yazar. Bu raporda John Dewey’in kurulacak yeni eğitim sistemi hakkındaki önerileri yer alır.J. Dewey, Türkiye’den ayrılmadan önce, inceden bir gönderme yapar...‘Bakıyorum, Türk çocukları çok zeki, dünyadaki diğer akranlarından hiç de geri kalır yanları yok. Ancak anlamadığım bir şey var; sonra ne yapıyorsunuz da, bu zeki çocuklardan tek tip insanlar yetiştiriyorsunuz?Dewey, bunu 1924’te söylemiş...Yıl 2017...Değişen bir şey yok!Kaygıdan başka...***Japonlar bu konuda çok acımasız...Vurdu mu, ses getiriyorlar!Öğrencinin gözünün yaşına bakmıyorlar.Bir Japon’un yılda 30 kitap okuduğunu da araya sıkıştıralım...Japonya, tam bir sınav cehennemi!Amaç, hayatın zor koşullarına erkenden hazırlamak...Japonya’da yıllık ders saatleri 1. sınıflar için 850, 2. ve 3. sınıflar için 910, 4.,5. ve 6. sınıflar için ise 1.015 saat...Okullarda yıllık işgücü 250 gün...Bizde 180...Kar yağarsa, 180 günden de az! Arada 70 kayıp işgünü var!Onlarda cumartesi günü de okul var...Öğrenciler sürekli yoğun bir çalışma içindeler. Hafta içi okul, okuldan sonra etüt, hafta sonları öğrencilerin büyük bir kısmı bizdeki kapatılan dershanelere benzer eğitim kurumlarına devam ediyorlar.Üniversiteye öğrenci alımında, Türkiye’de olduğu gibi Japonya’da da giriş sınavı yapılıyor. Ancak Japonya’da iki aşamalı sınav yapılıyor. Birinci sınav ülke genelinde, ikinci sınav ise her üniversitenin kendi özel koşullarına göre... Japonya’da eğitim-öğretim üç dönem halinde uygulanıyor, çok uzun süreli (3 ay gibi) tatiller orada yok. Böylelikle öğretmen ve öğrencinin eğitimden soğumaması sağlanmış oluyor.Japonlar için ‘çok çalışkan millet’ deriz... Karınca gibi çalışıyorlar...Yazıktır günahtır, kim bilir ne kadar kaygılıdırlar!Bizim eğitim sistemini bir tanısalar, ne kaygıları kalır ne de çalışkanlıkları!
Yazımıza, bir derde merhem olma dileğiyle başlayalım...Şu anda ‘ÖSYM’nin bir başkanı var mı, yok mu’ inanın bilmiyorum!Hazret, malum olaylar neticesinde istifa etmişti?Bunu biliyorum!‘İstifası kabul edildi mi, edilmedi mi’ inanın onu da bilmiyorum!ÖSYM yerinde duruyor.Bunu biliyorum!ÖSYM yerinde duruyor, ama sorunlar durmuyor...Sorunlar peş peşe geliyor!İşte, can yakan bir sorun...“Ben... Diş hekimiyim ve bu yıl bütün bir sene muayenehanede çalışmak yerine, günde yaklaşık 12 saat ders çalışarak DUS’a hazırlandım. Fakat 10 Eylül tarihinde girdiğim bu 120 soruluk sınavın 11 sorusunun hatalı olduğu, hocalarımız tarafından kaynaklarca tasdik edilerek ortaya kondu. Ben de hakkımı aramak adına ÖSYM’ye soruların iptal olmadı için dava açtım. Çünkü bir sorunun bile insanın hayatını başka bir yöne kaydıran bu sınavda, böyle bir rezalet yaşandığını herkesin duymasını ve artık ÖSYM’nin insanların hayati kararlar verdiği bu tip sınavlarda daha ciddiyetle çalışmasını istiyorum.”Başkan olmayınca, kimi muhatap alacağız; inanın onu da bilmiyorum!Diyeceksiniz ki, ‘Hocam, sen neyi bilirsin?’‘Çok bilenler!’ varken, benim bilgimin kifayetsiz kalacağını biliyorum!Şaka bir yana, yukarıdaki şikayet çok, ama çok ciddi!Az buz değil, tam 11 hatalı sorudan söz ediliyor, sınavın neredeyse yüzde 10’u hatalı!Sayın YÖK Başkanı!Muhatap bulamadığımdan, bu iddiaların doğru veya asılsız olduğunu size sormak zorunda kaldım.Konuyla ilgileneneceğinizi umarım...***Dün, Kayseri’deydim...Abdullah Gül Üniversitesi’nin düzenlediği bir atölye çalışmasına katıldım.‘Yüksek Öğretimde Sosyo-Teknik Üniversite Eğitim Modeli’ adlı çalıştayda, son derece yararlı bilgiler sunuldu.Rektör Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu, ‘Bizim üniversite mezunlarımız risk alıp hayattan beklentilerini yükseltiyorlar mı?’ sorusuna, Prof. Dr. Ümit Özlale’den bir alıntı yaparak, şu örneği verdi: “Bu sorunun cevabını, Türkiye - Çin karşılaştırmasıyla vereyim. Türkiye’de son yapılan KPSS’ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) önlisans düzeyinde 1,5 milyona yakın kişi başvurdu. Nüfusu 1,4 milyara yaklaşan Çin’de bu sene yapılan kamu personeli sınavına (National Public Servant Exam) giren aday sayısı da 1,5 milyon dolayında. Üniversite mezunlarının yarısından fazlasının devlet memuru olmayı hedeflediği, nüfusu 15 katından fazla olan bir ülkedekiyle aynı sayıda insanın kamu personeli olmaya bel bağladığı ülkemizde, isterseniz her haftayı ‘Girişimcilik ve İnovasyon Haftası’ olarak kutlayın, sonuç değişmez.”Çok ilginç bir örnek!Ayrıca doğru!Üniversitelerden mezun olan adayların pek çoğu, bir yere kapağı atma derdinde.Kapağı atacak, kendini garantiye alacak; en sağlamından...‘Devlet kapısı’ en sağlam olanı, oraya girdin mi, karada ölüm yok!Yaratıcılık yok, girişimcilik yok, özgüven yok...Peki, sırf gençler mi sorunlu?Kesinlikle hayır!En büyük sorun üniversitelerde!Gün be gün sayısı artmakla birlikte, 200 dolayındaki (!) üniversitemizin çok azının kendine özgü söyleyecek bir lafı (özelliği) var!Üniversitelerin çok önemli bir bölümünü; parkları, bahçeleri, kapalı ve açık alanları, havuzları, fiyatları, giriş puanları dışında diğerlerinden ayıran bir fark yok gibi...Sonuç: Üniversitelerin söyleyecek bir çift sözü olmayınca, mezunların da söyleyecek bir sözü olmuyor.Onlar da çözümü, sırtını devlet kapısına yaslamakta buluyor!***‘Bizim çocuklar yarış atına döndü’ diyorlar...Bizim çocukların neye döndüğünü, aşağıdaki soru açıklıyor!PISA’da çıkan bir soru:Yukarıdaki soruya Türkiye’de 100 öğrenciden 94’ü yanlış cevap vermiş!Oysa size görsel açıdan sunulanı hemen kabul etmeyip grafiği biraz sorgularsanız, sorunun basitliği de ortaya çıkar. Esas sorun, eğitim sistemimizin yetiştirdiği her 100 çocuktan 94’ünün bu sorgulama refleksini geliştirememesi. Prof. Özlale, ‘kendisine sunulana kolayca inanması üzerine kurgulanan bir eğitim sisteminden yaratıcı düşünen bireyler kolayca çıkabilir mi’ diyor.
TEOG kalktı, artık bu yıldan itibaren yok!Peki, yeni sistem ne olacak?Bu konuda çalışmalar devam ediyor. Önümüzdeki 3-4 haftalık süreçte yeni sistem belli olur.‘TEOG iyi miydi, kötü müydü’ tartışmasına girmenin artık bir önemi yok, bu konuyu kapatmakta yarar var. TEOG da, diğer modeller gibi eğitim tarihindeki yerini aldı.Önümüze bakalım, ‘yeni sistem ne olacak ya da ne olmalı’ sorusunun yanıtını aramaya çalışalım.Söylentiler birkaç sistem üzerinde yoğunlaşıyor:- Her okul kendi sınavını yapacak- Adrese dayalı sistem- Not ortalamasına göre geçiş- Sanat ve spora göre yerleştirmeHer bir sistemin artı yönleri de var, eksik kalan tarafları da var. Tek tek her bir maddenin avantajı veya olumsuz yanlarını da tartışmayacağım. Malum, son madde hariç diğerleri süreç içinde az veya çok denendi, bunların ne menem şeyler olduklarını biliyoruz. Korkum, zaman baskısını üzerinde hisseden komisyonun alelacele bir karara varması. Bu yıl TEOG’un olmayacağı, bu sistemin kaldırıldığı açıklandı. En azından artık önümüzü görebiliyoruz, onun için zaman baskısını üzerimizde hissetmeyelim. Sakin olalım!Aynen yeni müfredat çalışmasında olduğu gibi, MEB’in geniş katılımlı bir kamuoyu yoklaması yapmasında yarar var. Olayın paydaşlarıyla; öğrenciler, veliler, öğretmenler, özel okul temsilcileri, sivil toplum kuruluşları vb. görüşülmeli, onların fikirleri alınmalı.Aynı hatayı üniversite sınavında da yapıyoruz; sonucu tek bir sınava ya da tek bir yönteme indirgiyoruz. Sınav ya da başka bir şey…Neden ‘çoklu değerlendirme’ sistemini görmezden geliyoruz, neden dar boğazda sıkışıp kalıyoruz. İşte, yanlış uygulamalar neticesinde, her 4 yılda bir sistemi değiştiriyoruz. Sonra ‘yok, eskisi daha iyiydi’ deyip, yine gerisin geriye dönüyoruz.Komisyona hem uyarım hem de önerim var; yukarıda sıralanan maddeler arasında sıkışıp kalmayın, daha geniş düşünün. Çok boyu tlu bir çalışma ile paydaşların mutabakatını sağlayın, fırsat eşitl iği ilkesini göz ardı etmeyin…Yukarıdaki maddelerin herhangi biri uygulanırsa, ya fırsat eşitliğini görmezden geleceksiniz ya da mutabakatı sağlayamayacaksınız.İyisi mi, siz benim dediğime bir kulak kabartın!Sadık Hoca Yöntemi- Okul başarısı, okul derslerindeki başarı esas olmalı; buna kimsenin bir itirazı yok. Önemli, ama yetmez! Toplam puana belirli bir oranda katılmalı…- Bitirme sınavı ya da olgunluk sınavı olmalı… Bu sınav, tek belirleyici olmamalı, toplam puana belli bir oranda katkı sağlamalı…- Genel bir sınav da olmalı… Sınavın adı, her ne olursa olsun, genel bir sınav mutlaka olmalı. Bu sınav neticesinde elde edilen puan, toplam puana belirli bir oranda katılmalı…- Mülakat da yapılmalı, ama tek belirleyici olmamalı ya da son sözü söyleyen unsur olmamalı! Toplam puana belirli bir oranda katılmalı…- Sanatta veya sporda başarılı olan, uluslararası yarışmalarda derece alan ya da bilimsel yarışmalarda derece yapan öğrencilere, toplam puana katkı sağlayacak katsayı eklenmeli…Günlerdir izledim, dinledim; bir Allahın kulu böyle bir sistemden söz etmedi, varsa yoksa yukarıdaki maddelerden hangisi olsun tartışması…Bu ‘çoklu değerlendirme’ modelinde, kimse ne hormonlu notlardan, ne adam kayırmadan, ne adres sahtekarlığından, ne eşitsizlikten, ne yarış atı benzetmesinden ne de sınav kaygısından söz edebilir.Komisyona saygıyla arz olunur!
LYS’de yapılan bu uygulamanın TEOG sisteminde de yapılması güzel bir adım. Kasım ayında yapılacak olan 1’inci oturumda üç dersten ikişer soruda uygulanacak. Matematik, Türkçe, Fen Bilimleri derslerinde yapılması gayet yerinde. Daha sonraki sınavlarda bu sistemi tüm derslere uygulayacaklar. Bu öğrencileri sadece testle değerlendirmek değil, öğrencinin düşüncesini, konudaki görüşünü yazması öğrenci için yararlı bir uygulama.Birincileri kontrol altına alacakBurada öğrencinin aleyhine olan bir durum olmayacak. Uygulamanın yerleştirme sistemi açısından da geç kalınmış bir uygulama. Sadece seçme ve yerleştirme sisteminin daha sağlıklı işlemesini sağlayacak. Geçtiğimiz yıl birçok sınav birincisiyle karşılaştık. Açık uçlu sorular devreye girdiği zaman dolayısıyla bu sınav ve yerleştirme birincilerinin sayılarının daha azalacağını, sınavın değerlendirilmesini daha sağlıklı, eleyici olacağı kanısındayım. Birincisi yerleştirme ve sınav sistemleri açısından, ikincisi sınav birincileri sayısının kontrol altına alınmasında olumlu bir etki yapacak. Ayrıca burada yanlışlar doğruyu da götürmeyecek.75 bin öğrenci, ilk kez özel okul teşviki alacak!Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB), 2017-2018 eğitim öğretim yılında özel okullarda öğrenim gören ve görecek öğrencilerden ilk defa eğitim ve öğretim desteği kapsamına alınacakların özel okullara yerleştirme sonuçları açıklandı. Eğitim ve öğretim desteği için özel okula kayıt hakkı kazanan öğrencilerin 22 Eylül Cuma gününe kadar yerleşmeye hak kazandıkları özel okula kayıt yaptırmaları gerekiyor. Bu tarihe kadar kayıt yaptırmayanlar, eğitim ve öğretim desteği haklarını kaybedecek. Kayıt yaptırmayanlar yüzünden boş kalan kontenjanlar için 25 Eylül’de aynı tercihler dikkate alınarak ek yerleştirme yapılacak. Ek yerleştirme kayıtları 29 Eylül’de bitecek.2017-2018 eğitim öğretim yılı için eğitim ve öğretim desteğine 8 bin 650 özel okul ve 589 bin 515 öğrenci müracaat etti. Özel okullarda öğrenim gören/görecek 75 bin öğrenciye ilk defa eğitim ve öğretim desteği verilecek. Daha önceki yıllardan destek almaya hak kazananlarla birlikte 315 bin öğrenci eğitim ve öğretim desteğinden faydalanacak. Özel eğitim desteği ne kadar?Öğrenciler adına özel okullara ödenen eğitim ve öğretim desteği, okul öncesinde 3 bin 60 lira, ilkokulda 3 bin 680 lira, ortaokulda 4 bin 280 lira, ortaöğretim kurumlarında 4 bin 280 lira ve temel lisede 3 bin 680 TL olarak belirlendi. Ücretler kasım, şubat ve haziranda 3 taksitte ödenecek. Veliler, sonuçlara ‘ookgm.meb.gov.tr’ internet adresinden ulaşabilecek.TEOG’un ilk ‘açık uçlu’ soru örnekleri Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB), 29-30 Kasım 2017’de yapılacak 8. sınıf 1. dönem merkezi ortak sınavlardaki açık uçlu soruların dağılımı ve soru örnekleri belirlendi. İlk etapta Türkçe, matematik ve fen bilimleri derslerine ait sınavların her birinde yer alan 20 sorunun 2’şer tanesi açık uçlu sorulardan oluşacak. Açık uçlu sorular, 1. dönem ortak sınavlarda, Türkçe, matematik ve fen bilimleri derslerinin oturumlarında kullanılacak. Bu derslerin her birinde yer alan 20 sorunun 18 tanesi çoktan seçmeli, 2 tanesi ise açık uçlu sorulardan oluşacak. Açık uçlu sorular, ölçme değerlendirme uzmanları tarafından oluşturulan belirtke tablosu çerçevesinde, ilgili test kitapçığı içerisinde uygun olan soru numarası ile yer alacak. Çoktan seçmeli soruların cevapları, önceki sınavlarda olduğu gibi optik cevap kağıdı üzerine kodlanacak. Açık uçlu soruların cevapları da optik cevap kağıdına yazılacak fakat bu cevaplama kodlama biçiminde olmayacak.Açık uçlu soruların cevapları, cevap kağıdı üzerinde ilgili soru için hazırlanan çerçeveli alana öğrenci tarafından kurşun kalemle okunaklı bir şekilde yazılacak. Değerlendiriciler, öğrenci cevaplarını yapılandırılmış cevap anahtarına göre öğrenci kimlik bilgilerini görmeden nesnel yöntemlerle puanlayacak. Değerlendiriciler arası puan farkı oluşması, cevabın okunamaması gibi durumlarda öğrenci cevabı, üst değerlendiriciler tarafından tekrar değerlendirilecek. Öğrenci cevapları değerlendirilirken yazı güzelliği, harf eksikliği, imla veya noktalama yanlışlıkları göz önünde bulundurulmayacak. Ancak Türkçe dersinde doğrudan imla, noktalama sorusu soruluyor veya kelime/kavram farklılığı oluşuyor ise ayrı bir değerlendirme söz konusu olacak.
Başlıktaki söz, Armand V. Fiegenbaum’a ait…Fiegenbaum, ‘Toplam Kalite Kontrolü’ kavramının yaratıcısı…Kaliteyi güzel özetlemiş…‘Kalite, herkesin işi olduğu için, hiç kimsenin işi haline de gelebilir!’ diyor…Yaptığın iş her neyse, baştan sona kadar kaliteye önem vereceksin!H H HTercih döneminin vazgeçilmezi, ‘Hocam, en iyi meslek hangisi’ sorusudur…Herkes en iyi mesleğin peşindedir…Ahlaklı ve onurlu olduktan sonra, her meslek iyidir. Ama meslekte iyi olmak, o farklı bir şeydir!Geleceğin mesleği mi, meslekte gelecek mi?Bence, ikincisi…H H HÜniversitelerde ‘Moda ve Tekstil Tasarımı’ bölümleri var.Fakat ‘Terzilik’ diye bir bölüm yok! Çok talep olmadığı için yok; olsa, açılırdı… Vakıflar bu fırsatı kaçırmaz; ‘en iyi terziyi biz yetiştiriyoruz’ derlerdi…Bu bölümün olduğunu varsayalım…Ancak kimse tercih etmezdi!Tercihler yine hukuk, tıp, psikoloji ağırlıklı olurdu.Neden?Geçerli meslekler de ondan!Mantık şu: ‘Meslek geçerli olursa, ben de geçerli olurum!’H H HTürk muhabir, uçakta seyehat ediyor. Yanına bir bey oturuyor. ‘Çok karizmatik bir insan’ diyor. ‘Oturması, kalkması, konuşması farklı…’Dayanamadım, sordum: “Siz, kimsiniz” diye…“Ben, Umberto Angeloni . İtalyanım…”“Mesleğiniz?”“Terziyim, İtalya’da bir terzi atölyem var.”Angeloni, devam ediyor: “Sipariş üzerine dikiyoruz. Müşterilerimiz belli, ölçüleri belli, kumaşlarımız belli. Bizde fason iş olmaz. Şunu gururla belirtebilirim ki, bizde bir takım elbise, müşteriye teslim edilene dek 42 kez ütülenir. Son şekli, ‘baş ütücü’ verir. Neden bu kadar çok ütülediğimizi sorarsanız; kumaş, böylelikle tüm buruşma risklerine karşı korunmuş oluyor, çekmeler önleniyor, dikiş izleri kayboluyor. Kalite, bizde her şey demektir. Terzilikte moda hiç demode olmaz. Biz, her sezon yeni tasarımlar yaratmıyoruz. Kalıplarımız klasik, hiç değişmez. Siz, bizim hiçbir ürününümüzü çarşıda pazarda göremezsiniz. Ayrıca terzilerimizi kendi okulumuzda yetiştiririz.”Angeloni’nin müşterileri arasında devlet başkanları, ünlü sanatçılar, işadamları ve ünlü yıldızlar var.En iyi meslek, en geçerli meslek…Acaba hangisi?***İşini farklı yapma konusunda bir örnek daha…Alex Tew, 50 dolar’a bir site kuruyor. ‘www.milliondollarhomepage.com’ adresini satın alıyor. Amacı sadece okul parasını karşılayabilmek!İlginç olan, bu siteden 4 ay sonra tam 1 milyon dolar kazanması… Sitenin mantığı şu: Her biri 100 piksellik kutulardan oluşan, 10 bin kutu, yani 1 milyon piksel’den oluşan bir reklam panosu…Piksel, görüntünün ya da resmin en ufak birimi…En ufak birim, en büyük getiri dönüşüyor…Pikseller, bir anda bir para basan bir fabrikaya oluyor…Alex, şirketlere bu kutuları en az 5 yıl yayın garantisi ile pazarlıyor.Her bir pikseli 1 dolar’a satıyor. Her bir kutu 100 dolar!100 doları, al bir kutuyu!Şirketler de logolarını koyup kendilerine link veriyorlar... Mikro reklamların yer aldığı piksel reklamcılığı...Yeni bir reklamcılık anlayışı!Farklı, sade, basit ve denenmemiş…Ödemeleri PayPal üzerinden alıyor. PayPal, artan para trafiğinden kuşkulanıp bir müddet limit getiriyor hesabına.Üniversite öğrencisi Alex, genç yaşında internet tarihine geçiyor.Alex, “Bu, ‘tek atımlık’ bir projeydi, oldu ve bitti. Bundan sonra sitenin resminden oluşan poster ve ya t-shirt’leri satmayı düşünüyorum, yeni projem bu” diyor.
Farklı olacaksın, fark yaratacaksın...Aklını hep şu soru meşgul edecek; ‘ben, daha nasıl farklı olabilirim?’Yatıp kalkıp, hep bunu düşüneceksin.Belki fark yaratamayacaksın, ama bunu düşünüyor olman bile, fark yaratacak!Örnekler üzerinde çalışacaksın; var olan örnekleri, örnek alacaksın... İki örnek vereceğim, benim örnek aldığım...İlki bizden, diğeri Fransa’dan...Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu dönemler......ama duraklamanın ayak sesleri de hafiften duyuluyor.1600’lerin başı...Padişah dirayetsiz...Fakat şanslı, gelmiş geçmiş en iyi kadroya sahip... Sokullu Mehmet Paşa ve Şemsi Ahmet Paşa, imparatorluğun iki önemli ismi...Aralarında müthiş bir rekabet var, imparatorluğa nam salmış...Rekabet had safhada, günlük olaylar bile bir rekabet konusu...Bir dost meclisinde, söz döner dolaşır, Sokullu’nun adını taşıyan ve Mimar Sinan’a yaptırdığı camiye gelir. Şemsi Paşa punduna getirir, lafı koyar: “Bak, Sinan’a cami yaptırdın, ama tepesine kuşlar pisliyor.”Sokullu, akıllı...Altta kalmaz, lafı gediğine koyar: “Gökyüzüne açık olan her mekan, kuşlardan nasibini alır.”Devam eder...“Paşa, şayet camin olursa, seninkine kuşlar pislemesin...”Vaaay...Camisinin olmadığını ima etti, hem de herkesin içinde...Kabul edilemez bir durum!Paşa dellenir, kuşların pislemediği bir cami yaptıracak......ama kime?Bunu başarabilecek tek kişi vardır, Mimar Sinan...En ‘ileri’ cami ister, sade ve küçük...Bir de ‘kuşlar pislemeyecek’...Aradan epey bir zaman geçer, ortada cami yok...Sinan da yok...İşte, Sinan’ın farkı burada ortaya çıkıyor. Biz, Sinan’ı sadece mimar olarak biliyoruz.Oysa ki...Mimar Sinan, caminin inşasından önce yaptığı araştırmada, Üsküdar’da, tam deniz kıyısında bir yer tespit eder. Burası, kuzeyden ve güneyden esen rüzgarların kesiştiği girdabın tam ortasıdır. Dalgaların kıyıyı dövdüğü noktada meydana gelen titreşimlerin de, kuşları rahatsız edip buradan kaçıracağını düşünür.Bununla da bitmez....Caminin kubbesindeki, tepeye doğru kesişen oluklar da farklı konumlandırılır.Geometrik bir hesaba göre yerleştirilir.Rüzgar kubbeye çarptığında, bu oluklar uğutlu yayar ve kuşlar kubbeye de konamaz...‘İyi bir mimar, bu camiyi incelemeden ölmemeli’ der, günümüz mimarları...Şemsi Paşa Cami (Kuşkonmaz Cami), Mimar Sinan’ın en küçük ve en son yapısıdır....ama en ‘ileri’ yapısıdır.‘En son camim, en ileri camimdir’ der, üstat...***Bir örnek de Fransa’dan...Hafif rüzgarlı bir günde titreşen ağaç yaprakları, elektrik mühendisi Jerome Michaud-Lariviere’in aklına şu soruyu getiriyor: ‘Titreşen bu yaprakları elektrik enerjisine dönüştürebilsek, acaba bu ağaçtan kaç watt elektrik elde edebiliriz?’Yani kinetik enerji, elektrik enerjisine dönüşecek...İşte, Wind Tree (Rüzgar Ağacı) projesi bu şekilde ortaya çıkıyor...Şehir merkezleri düşünülerek tasarlanan Wind Tree (Rüzgar Ağacı), 8 metre yüksekliğinde ağaca benziyen metal bir yapı. İlk prototip, kuzeybatı Fransa’da denendi ve çok olumlu sonuçlar elde edildi. Rüzgar Ağacının ünite başına maliyeti 23 bin sterlin. Rüzgar Ağacı, yılda yaklaşık 320 gün boyunca elektrik üretiyor. Bu süre, geleneksel rüzgar türbinlerinden 2 kat daha fazla. Bu metal ağaç, çok düşük rüzgar hızlarında bile elektrik üretilebiliyor.Ürün, iki yıl önce piyasaya sürüldü...
“Hocam, vakıf üniversitesi burası!”“Yok, devlet!”“Böyle devlet olmaz, vakıf bu!”“Devleeet…”Devlet, vakıf tartışması bir müddet devam etti. Sonunda dediğime geldiler, devlet olduğunu kabul ettiler.Sonra, ‘vakıf gibi devlet’ dediler…Bize has bir benzetme, ‘vakıf gibi devlet!’ Böyle bir tanım, herhalde dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur!***Üniversite gerçekten güzel, tam yörenin mimarisini yansıtıyor. Duvar taşları işlemeli… Devasa bir kubbesi var, rengarenk vitray… Kubbenin altında büyük bir şadırvan; ‘şıkır şıkır’ su sesleri…İçinde bir konferans salonu var, görülmeğe değer… İbadet eder gibi konferans veriyorsunuz, ambiyans muhteşem…Fakat bir tuhaflık var, üniversitenin içinde garip bir hava hakim… Cep çaldı, çekmiyor; kapıdan çıkayım, belki çeker dedim… Arkamdan bağırışmalar, “Hop, dur! Orası protokol kapısı, oradan çıkamazsın.”Güvenlik elemanları bağırıyor, hep bir ağızdan… Bir şey demedim, cümle kapısına yöneldim…***Doğru, yerde kırmızı protokol halısı, iki yanında da yaldızlı zincirler var. Halı ve zincir ikilisi, dolana dolana üst kata, idari kata çıkıyor, rektörün katına… Hata ettim, nasıl yaptım böyle bir aymazlığı. İnsan protokol kapısıyla, cümle kapısını birbirinden ayıramaz mı? İlim irfan yuvasında böyle bir hata yapılır mı?Konuşmam bitti, cümle kapısından içeri girdim. Nasıl davranmam gerektiğini öğrendim, artık doğru kapıdan girip çıkıyorum.Üniversite, davranışları değiştirme yeri neticede…***Güvenliklere, rektörü sordum, bir merhaba diyeceğim. Neticede misafiriz, konferans verip gideceğiz. Rektör, ya ‘burada’ dersin ya da ‘yok’ dersin!Ne ‘var’ diyorlar, ne ‘yok’ diyorlar...Soru havada kalıyor. Allah Allah…Dedim ya, ‘içeride tuhaf bir hava var’ diye… Üniversitenin arka kapısı açık, içerisi acayip cereyan. Ortada bir güvenlik duruyor, adam zatürre olacak. Gittim yanına… “Kardeşim, hasta olacaksın sen burada” dedim. “Görev!” dedi, kestirdi attı.Bir de buna sorayım dedim, rektörü…“Dışarıda kel kafalı olan” dedi.Doğal konuştu, içten ve samimi…***Dışarı çıktım, cümle kapısından… Kel kafalı rektör arıyorum… Cümle kapısına yakın bir öbek görevli duruyor, protokol kapısında da iki kişi... Protokol kapısında duranlardan biri kel kafalı. ‘Hah, rektör bu olsa gerek’ dedim… Görevlilere, “Rektör, şu bey mi?” diye sordum… Koro halinde “Sussst” dediler. “Rektör’ün yanındakine söyle…” Rektör’ün yanında gençten bir ‘yaver’… El pençe divan-ı lugat… ‘Yaver’ gibi duruyor, onun için böyle dedim; akademik yaver… Gülümseyerek yaklaştı… “Rektör Bey’e merhaba diyecektim.” Elinle işaret ederek, ‘Bir dakika’ dedi, rektörün yanına gitti. “Yukarıdan, özel kalemden randevu almanız gerekiyor.” “Rektör burada ama…”“Protokol böyle…”***Kırmızı halı, yaldızlı zincirler ve rektör… Bu arada rektörle aramızda sadece bir kol mesafesi var, yani ellerimizi uzatsak tokalaşırız… Rektör, protokol kapısının yanında taburede oturuyor, sırtını işlemeli duvara dayamış, önünde küçük bir sehpa, elinde kahve fincanı. Kahveyi çevire çevire içiyor, konuştuklarımızı duyuyor, ama hiç oralı değil… Sabah dükkanı yeni açan esnaf gibi oturuyor. Önüne bozukluk atsam, ‘‘Si ftahı senden bereketi Allah’tan” diyecek, durum öyle… ‘Allah’ın selameti üzerine olsun’ dedim, geçtim gittim…***Aradan 5-6 yıl geçti…Tesadüf…Aynı üniversitede konferanstayım!Üniversite dökülüyor! Konferans salonu berbat, kubbenin vitrayları dökük, şadırvanın suyu çekilmiş… Milli Eğitim yetkilisine, “Hocam, n’oldu bu üniversiteye böyle?” dedim. “Allah be… versin, üniversiteyi kendine benzetti” dedi…***İşte, böyle sevgili dostlar…‘Rektör’e n’oldu?’ derseniz…Söyleyeyim, protokol eşliğinde cezaevine konuldu!
Manisa...Konferansa dört saat var...Vakit geçirmek için şehri dolaşıyoruz.Ana cadde...Arkadaşlar resimdeki büyük beyaz binayı işaret ettiler. “Hocam, bu binaya ‘Beyaz Fil’ diyorlar!”Allah Allah, böyle dediklerine göre vardır bir hikmeti!Herkes akıl yürütüyor; kimi ‘beyaz ya, ondandır’ diyor, kimi ‘büyük ya, ondandır’ diyor...Baktım, binanın tabelası SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu)...Şöyle düşündüm, fil sömürür ya, SGK da...Gülüştük...Binanın karşısında bir simitçi...Geçtim yolun öbür tarafına...“Buralı mısın?”“He!”Binayı gösterdim, “Beyaz Fil?”“Vallahi hiç düşünmedim”Karşıdan kelli felli bir bey geliyor.‘Bu bilir’ dedim.“Bey amca, neden Beyaz Fil?”“Büyük ya...”Konferans başladı...12’nci sınıf öğrencileri ve velileri...İlk soru: Çocuklar, ODTÜ’yü kim istiyor?Bütün eller havada.Peki, ODTÜ Mimarlık isteyenler?Birçok el havada...Salonun sağ tarafında anne ve babasıyla oturan bir öğrenciye, “Al, ODTÜ’nün Mimarlık diploması” dedim...Şaşırdı...“Sen istemeden, yüksek lisans diplomasını da veriyorum; ikisine de notlarını kendin yaz!”İyice şaşırdı...Aradan yıllar geçti, mezun olduğunu var sayalım...Gözlerinin içi gülüyor...“İyi bir üniversiteden ve geçerli bir bölümden mezun oldun; iyi bir şirkete ve geçerli bir pozisyona başvuracaksın...”‘Evet’ dercesine kafasını salladı.CEO, benim!Seninle mülakat yapacağım...“Tamam” dedi.Gönderdiğin CV’yi inceliyorum...Kıvranıyorsun, ‘mezun olduğum üniversiteyi sorsun’ diye...Bende ‘tık’ yok!Kıvranıyorsun, ‘diploma notumu sorsun’ diye...Tınmıyorum!Kıvranıyorsun, ‘yüksek lisans diplomamı sorsun’ diye...Oralı değilim!Sağdan soldan konuşuyoruz, sohbet ediyoruz...Sohbet sırasında, “Memleket neresi?” dedim.Anlam veremedin...“Manisa”“Yıllar önce sizin memlekete yolum düşmüştü; aklımda kaldığı kadarıyla, sizin orada ‘Beyaz Fil’ vardı galiba?” ?‘Beyaz Fil’ ne?Kaldı, etrafına baktı, önce annesine döndü, son bir çırpınışla babaya döndü...Aileden ‘Beyaz Fil’ çıkmadı!Görüşme bitmiştir, şirketimize başvurduğunuz için teşekkürler, üzgünüm...Antalya’dayım...Konferans bitti, kapıdan çıkıyorum.Arkadan biri bağırıyor, bir yandan da bana doğru koşuyor; konferanstaki bir rehber öğretmen... “Hocam, ‘Beyaz Fil’i anlattığınız çok iyi oldu; ben de Manisalıyım, vallahi ben de bilmiyordum.”!‘Beyaz Fil’, Manisa’nın en eski yapılarından biri , adeta bu sehrin silüeti ...Şehir deki herkesin bildiği bir yer. Tüm yer tariflerinde baz alınan bir yer olma özelliği de var. ‘Beyaz Fil’ hakkında birçok rivayet var. Bu rivayetlerden hangisi doğrudur, bu yazının konusu değil.Bu yazının konusu, ‘merak duygusu...’Sen, 17 yıl önce bu şehirde doğmuşsun, kimbilir kaç kez o binanın önünden geçmişsin, be Allah’ın kulu, hiç mi merak etmedin, hiç mi dikkatini çekmedi?İnsan bir merak eder; sorar, soruşturur... Şimdi bunu merak etmeyen, daha sonra işte de merak etmez...O da benim işime gelmez!