4 Ağustos’ta 2017-KPSS ÖABT (Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi) sonuçları açıklandı...Öğretmen adayları, önce KPSS Genel Kültür ve Genel Yetenek Sınavı’na giriyor; ardından Eğitim Bilimleri Sınavı’na; son olarak da Öğretmenlik Alan Bilgisi Sınavı’na giriyor.2017-KPSS sonuçları sayısal verilere göre, Genel Yetenek net ortalaması 60 soruda 20.5, Genel Kültür net ortalaması 60 soruda 24.0, Eğitim Bilimleri net ortalaması ise 80 soruda 33,8 oldu. 2017-KPSS lisans net ortalamaları 2016-KPSS net ortalamaları ile karşılaştırıldığında adayları en çok zorlayan testin Eğitim Bilimleri olduğu görülüyor. 2016-KPSS’de Eğitim Bilimleri Sınavı’nın 41 olan net ortalaması, 2017’de 33,8’e düştü; yaklaşık 7 netlik bir düşüş söz konusu.Bu üç testin sonuçları, öğretmen adaylarının net ortalamalarının kaygı verici ölçüde düşük olduğunu gösteriyor. Aday öğretmenler, testlerin ancak üçte birini doğru yanıtlayabilmiş...Aynı durum, Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi için de geçerli, üstelik oradaki sonuç daha vahim...Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi, 17 branşta gerçekleşiyor. 50 sorunun 40’ı doğrudan branşlarla ilgili; yani matematik öğretmenliği adayı matematik testini, biyoloji adayı da biyoloji ile ilgili soruları yanıtlıyor. Öğretmen adayları ayrıca ‘alan eğitimi’ olarak adlandırılan, o alanın nasıl öğretileceğine yönelik yöntem ve teknikleri kapsayan 10 soruyu daha yanıtlıyor.Öğretmen adayları Türkçe, Rehber Öğretmen, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve Okul Öncesi Öğretmenliği alanlarında sınavda sorulan soruların yarısını doğru olarak yanıtlayabilmiş. Diğer tüm alanlarda ortalama net sayısı ne yazık ki 25 netin altında.ÖABT’de tüm alanlarda net sayıları kaygı verici ölçüde düşük. Öğretmen adayları, bazı testlerde yüzde 50, bazı testlerde de ancak yüzde 30’luk başarı gösterebilmiş. Fen Bilimleri ve Matematik testlerinde yapılan 11 netlik ortalama, durumun ciddiyeti ortaya çıkarıyor.Bugüne kadar hep öğrencilerin durumunu tartıştık, peki öğretmenlerin yeterlilikleri de ne durumda?Yukarıdaki sorunun kısmi yanıtı, Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi’nde olabilir. Bunun için de sınav sonuçlarını doğru okumak gerekiyor. Sayısal veriler üzerinden öğretmen adaylarına yönelik yanlış bakış açısı oluşturuluyor.Sınavın sonuçları açıklandığında genelde manşetler şöyle atılır:“Öğretmenler yine döküldü”“Öğretmenler de sınavdan geçemedi!”“Öğretmen adayları sınıfta kaldı”“Çocuklarımızın öğretmenleri yetersiz!”Bence, bu sınavların sonuçlarına bakarak, başarısızlığı sadece öğretmen adaylarına yüklemek doğru değil. Sınav sonuçlarından önce, aşağıdaki konu başlıklarını değerlendirmekte yarar var:Öğretmen eğitimi yeterli düzeyde veriliyor mu?Üniversitelerin başarıyı artırmak için çözüm önerileri var mı?Her üniversitede öğretmenlik bölümleri olmak zorunda mı?Öğretmenlik alanlarına girişte 240 bin puan sınırı faydalı olacak mı?Aslında en büyük haksızlık, bu sınavlarda başarılı olan öğretmenlere yapılıyor, onların başarısı görmezden geliniyor.Alan sınavının içeriğinden, süresinden ve akademik düzeyinden bihaber olanlar, genelde sansasyonel yorumlar yapıyor. Sınavda, edebiyat öğretmeni ile matematik öğretmenine aynı süre veriliyor, ancak matematik sorularının çözümü yarım sayfa, hatta bazıları tam sayfa oluyor. Sınava giren adayların bir kısmı, daha mezun olmamış öğrencilerden oluşuyor, sırf soruları görmek için hazırlanmadan gelen öğrenciler de bir hayli fazla...Evet, 11 veya 24 net az; ama doğrudan ‘bütün öğretmen adayları yetersiz’ demek de, doğru değil. Bu başarısızlığın nedenleri ayrıntılı olarak incelenmeli, ama atanan öğretmenlerin 11 veya 24 net ile atanmadığı da bilinmeli! Sınavda netlerin düşük olmasının birçok nedeni var, bunların en belirgin nedenleri arasında atamalarda sözlü mülakatların baz alınması gösterilebilir. Sınav sonuçlarının sadece mülakatlara katılabilmede ölçüt alındığını düşünen adayların, sınavlara eskisi kadar hazırlanmadığı bunun da sınavı az da olsa adayın gözünde önemsiz yaptığı düşünülebilir.Sınava katılan adayların büyük çoğunluğunu formasyon sertifikası alan fen-edebiyat fakültesi mezunları oluşturuyor. Oysa sınav sorularını eğitim fakültelerinden seçilen akademisyenlerin hazırladığı dikkate alındığında, büyük bir sorunun olduğu ortaya çıkıyor. Yapılan incelemelerde, eğitim fakültesi mezunlarının diğer fakülte mezunu adaylarından daha başarılı sonuçlar aldığı görülüyor.ÖABT’de netlerin düşük çıkmasının nedenleri arasında, adayların sınavda çıkacak konuları tam olarak tahmin edememesi ve atamalarda mülakatların da devreye girmesi öncelikli olarak rol oynuyor...
‘Kültürlerarası Öğrenci Değişim Programları’, 14-18 yaş grubunda yer alan lise öğrencilerine yurt dışındaki okullarda önemli bir deneyim sunuyor.Değişim programları süresince farklı kültürlerle tanışıp yaşıtlarından çok farklı bir bakış açısı kazanan gençler, tanımadıkları bir sosyal çevrede kendi sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken bambaşka bir vizyona ve özgüvene sahip oluyorlar. Birer dünya vatandaşı haline gelirken, yaşadıkları deneyimler kişisel gelişimleri açısından sınırsız kazanımlar elde etmelerini sağlıyor. Kendi ayakları üzerinde durmayı, kendi kendilerine yetebilmeyi, gerçek bir birey olmayı öğreniyorlar.Küreselleşen dünyamızda, eğitim ve iletişim olanaklarının ülke sınırlarının dışına taşmasıyla artık çok daha fazla genç kendisini bir dünya vatandaşı olarak görmeyi istiyor ve gelecek planlarını bu doğrultuda yapıyor. Türkiye’de değişim programlarını yürüten ISEWorld Amerika Eğitim Vakfı yetkilileri, Türkiye’den gelen başvurulardaki artışı, ebeveynler in çocukları için en iyi eğitim olanaklarını sunmaya verdiği önemle açıkladıklarını söylüyorlar.Öğrenci yurtdışında eğitim alacağı ülkeye gittikten sonra derslerini Türkiye’deki danışmanı ve okuldaki rehberlik öğretmeni ile birlikte seçiyor. Öğrenci eğitimini tamamlayıp döndüğünde ise MEB Denklik ofisine gidip denklik işlemini aynı gün yaptırıp bu evrakla Türkiye’de kayıtlı bulunduğu okuluna gidip bir üst sınıftan eğitimine devam edebiliyor. Değişim programları nı cazip kılan bir diğer önemli konu, ‘Host Family’ kavramı; yani değişim programı kapsamında öğrencileri bir yıl boyunca misafir eden aileler. Bu aileler, öğrencinin gideceği ülkenin eğitim bakanlığı tarafından büyük bir titizlikle yürütülen çalışmalar sonucunda, belli standartlar gözetilerek seçiliyor ve kabul ediliyor.Kültürlerarası değişim programları, öğrencilere yabancı dili günlük iletişimde en üst düzeyde kullanma becerisinin yanı sıra, dersleri ve akademik yayınları çok rahat takip edebilme yetkinliği kazandırıyor. Bu da onlara eğitim kariyerlerini, lisans ve lisansüstü de dahil olmak üzere, en üst koşullarda sürdürmelerini sağlayacak tüm kapıları ardına kadar açıyor. Değişim programına katılan öğrenciler, yurt dışındaki en iyi üniversitelere başvuru sürecinde daha kolay ilerliyor ve kabul için de büyük bir avantaj yakalıyor.Liseden itibaren yurtdışında eğitim alan öğrenciler, lisede aldıkları dersler üniversite hedeflerine yönelik olarak planlandığından doğrudan hedeflerine ilerleme şans ına sahip oluyor. Bu yüzden bir yıllık lise programlarının dışında, eğer hedef yurtdışında üniversite eğitimi almaksa, aynı ülkeden lise diploması almak büyük ayrıcalık sağlıyor, hatta burs olanağı yaratıyor. Her yıl bu tip programlarla yurtdışında eğitime giden öğrencilerin yüzde 40’tan fazlası istedikleri üniversitelerden kabul alırken, bunların yüzde 25 kadarı akademik ya da sportif başarılarından dolayı burs kazanıyor. Her ülkenin eğitim bakanlığı tarafından Türkiye’ye verilen bir kontenjan bulunuyor ve her yıl daha fazla sayıda öğrencimizin başvurusuyla, ülkelerin verdiği kriterlere göre değerlendirme ve kabuller gerçekleştiriliyor.Türkiye’den değişim programı kapsamında yurtdışına giden öğrencilerin büyük çoğunluğu Kanada ve Amerika’yı tercih ederken, yüzde 20’si ise Fransa, İtalya ve Almanya’yı tercih ediyor.Ayrıntılı bilgi: Sen de globalleşen dünyada yerini al!‘Kültürlerarası Öğrenci Değişim Programları’, 14-18 yaş grubunda yer alan lise öğrencilerine yurt dışındaki okullarda önemli bir deneyim sunuyor.Değişim programları süresince farklı kültürlerle tanışıp yaşıtlarından çok farklı bir bakış açısı kazanan gençler, tanımadıkları bir sosyal çevrede kendi sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken bambaşka bir vizyona ve özgüvene sahip oluyorlar. Birer dünya vatandaşı haline gelirken, yaşadıkları deneyimler kişisel gelişimleri açısından sınırsız kazanımlar elde etmelerini sağlıyor. Kendi ayakları üzerinde durmayı, kendi kendilerine yetebilmeyi, gerçek bir birey olmayı öğreniyorlar.Küreselleşen dünyamızda, eğitim ve iletişim olanaklarının ülke sınırlarının dışına taşmasıyla artık çok daha fazla genç kendisini bir dünya vatandaşı olarak görmeyi istiyor ve gelecek planlarını bu doğrultuda yapıyor. Türkiye’de değişim programlarını yürüten ISEWorld Amerika Eğitim Vakfı yetkilileri, Türkiye’den gelen başvurulardaki artışı, ebeveynler in çocukları için en iyi eğitim olanaklarını sunmaya verdiği önemle açıkladıklarını söylüyorlar.Öğrenci yurtdışında eğitim alacağı ülkeye gittikten sonra derslerini Türkiye’deki danışmanı ve okuldaki rehberlik öğretmeni ile birlikte seçiyor. Öğrenci eğitimini tamamlayıp döndüğünde ise MEB Denklik ofisine gidip denklik işlemini aynı gün yaptırıp bu evrakla Türkiye’de kayıtlı bulunduğu okuluna gidip bir üst sınıftan eğitimine devam edebiliyor. Değişim programları nı cazip kılan bir diğer önemli konu, ‘Host Family’ kavramı; yani değişim programı kapsamında öğrencileri bir yıl boyunca misafir eden aileler. Bu aileler, öğrencinin gideceği ülkenin eğitim bakanlığı tarafından büyük bir titizlikle yürütülen çalışmalar sonucunda, belli standartlar gözetilerek seçiliyor ve kabul ediliyor.Kültürlerarası değişim programları, öğrencilere yabancı dili günlük iletişimde en üst düzeyde kullanma becerisinin yanı sıra, dersleri ve akademik yayınları çok rahat takip edebilme yetkinliği kazandırıyor. Bu da onlara eğitim kariyerlerini, lisans ve lisansüstü de dahil olmak üzere, en üst koşullarda sürdürmelerini sağlayacak tüm kapıları ardına kadar açıyor. Değişim programına katılan öğrenciler, yurt dışındaki en iyi üniversitelere başvuru sürecinde daha kolay ilerliyor ve kabul için de büyük bir avantaj yakalıyor.Liseden itibaren yurtdışında eğitim alan öğrenciler, lisede aldıkları dersler üniversite hedeflerine yönelik olarak planlandığından doğrudan hedeflerine ilerleme şans ına sahip oluyor. Bu yüzden bir yıllık lise programlarının dışında, eğer hedef yurtdışında üniversite eğitimi almaksa, aynı ülkeden lise diploması almak büyük ayrıcalık sağlıyor, hatta burs olanağı yaratıyor. Her yıl bu tip programlarla yurtdışında eğitime giden öğrencilerin yüzde 40’tan fazlası istedikleri üniversitelerden kabul alırken, bunların yüzde 25 kadarı akademik ya da sportif başarılarından dolayı burs kazanıyor. Her ülkenin eğitim bakanlığı tarafından Türkiye’ye verilen bir kontenjan bulunuyor ve her yıl daha fazla sayıda öğrencimizin başvurusuyla, ülkelerin verdiği kriterlere göre değerlendirme ve kabuller gerçekleştiriliyor.Türkiye’den değişim programı kapsamında yurtdışına giden öğrencilerin büyük çoğunluğu Kanada ve Amerika’yı tercih ederken, yüzde 20’si ise Fransa, İtalya ve Almanya’yı tercih ediyor.Ayrıntılı bilgi: http://www.iseworld.org/
‘Vallahi bunu ben soylemedim’ deyip, önce kendimi bir garantiye alayım, sonra da konuyu açıklamaya çalışayım...Alman Bild Gazetesi, 2016 yılında ‘Statistic Brain Research Institute’a bir araştırma yaptırıyor. Araştırmanın konusu, ‘Dünyadaki Tüm Ülkelerin IQ Seviyesi’...‘Statistic Brain Research Institute’ tarafından uygulanan test sonuçlarına göre dünyada insanların zeka düzeyleri IQ testleriyle ölçülmüş ve ulusların ortalama IQ seviyeleri orta çıkmış.Doğal olarak bu listede ilk bakacağınız ülke, Türkiye olacak...‘Acaba bizim IQ seviyemiz kaç?’Bizim ülke 90 puana sahip, yani listenin ortalarında yer alıyor...Bu araştırmalar, farklı kurumlar tarafından da yapılıdı...Türkiye, farklı kurumlarca yapılan testlerde de ortalama 88 ile 90 arasında bir IQ düzeyi ile orta sıralarda yer aldı.90 IQ düzeyi, bu araştırmalara göre ‘ortalama zeka düzeyi’nin biraz üzerinde görünüyor. Arnavutluk, Bosna Hersek, Şili, Hırvatistan ve Kırgızistan bizimle aynı sırada.IQ düzeyini insanların taşıdıkları genlerden beslenmeye kadar birçok unsur etkilese de, en belirleyici etki eğitim sisteminden geliyor.Dünyada son 20 yılda eğitime, araştırmaya, bilime ve teknolojik ilerlemeye imza atan ülkelerin IQ testlerinde ilk sıralarda yer alması, bize bilime dayalı eğitimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.***Şimdi gelelim bir başka araştırmaya...‘Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’ olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler halinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesi...PISA testi sonuçlarına göre, Türkiye’deki öğrenciler bilim, matematik ve okumada OECD ortalamasının altında kaldı.2015-PISA testi, 72 ülke ve ekonomik bölgede 15 yaşındaki 540 bin öğrenci arasında yapıldı. Bu, 72 ülkenin 35’ini Avrupa OECD ülkeleri oluşturuyor.Türkiye 72 ülke arasında 50’nci sırada yer alırken, daha önceki testlere göre performansı geriledi.Araştırmanın sonuçlarına göre, Singapurlu öğrenciler matematik, bilim ve okumada en yüksek notları alarak en başarılı öğrenciler oldu. Japonya, Estonya, Finlandiya ve Kanada da 35 OECD ülkesi arasında en başarılı ülkeler oldu.BİLİM: OECD ülkelerinde eğitim gören öğrencilerin yüzde 7.7’si bilim konusunda testte en yüksek sonuçları aldı. Singapur’da 4 öğrenciden 1’i, Tayvan, Japonya, Finlandiya’da 7 öğrenciden 1’i bu seviyede. 20 ülkede ise öğrencilerin sadece yüzde 1’inden azı en yüksek notları aldı. Bu ülkelerden biri de Türkiye. Türkiye’de bu oran yüzde 0,3 seviyesinde. Singapur eğitimde en başarılı ülke.MATEMATİK: Singapur, Hong Kong (Çin), Makao (Çin) ve Tayvan matematik konusunda başı çekiyor. Japonya’daki öğrencilerin performansı ise OECD ülkeleri arasında en iyisi. Türkiye’deki öğrencilerin matematik testindeki başarı ortalaması OECD ülkeleri ortalamasının altında. Türkiye’nin bu testteki başarı seviyesi Birleşik Arap Krallığı, Şili, Moldova, Uruguay, Karadağ, Trinidad ve Tobago, Tayland ve Arnavutluk ile benzerlik gösteriyor.OKUMA: Singapur, Hong Kong (Çin), Kanada ve Finlandiya okumada en iyi performansı gösteren yerler oldu. İrlanda, Estonya, Güney Kore, Japonya ve Norveç de OECD ortalamasının üzerinde kalırken, 41 ülke OECD ortalamasının altında kaldı. OECD ülkeleri arasında Kanada ve Finlandiya başı çekiyor, Türkiye ve Meksika ise bu testte en sonda yer aldı.***Bir şey dikkatinizi çekti mi, iki araştırma arasında?IQ’su yüksek olan ülkelerin, PISA’sı da yüksek; eğitim düzeyi yüksek olan ülkelerin IQ’su da yüksek...Yeni, yine bir paradoks...IQ mu, PISA’yı; yoksa PISA’mı, IQ’yu besliyor?Bence ikincisi...Sizce?IQ SIRALAMASINDA İLK 101- Hong Kong 1082- Singapur 1083- Güney Kore 1064- Japonya 1055- Tayvan 1046- İtalya 1027- İzlanda 1018- Moğalistan 1019- İsviçre 10110-Avusturya 1002015-PISA’DA BAŞARILIİLK 10 ÜLKE1- Singapur2- Japonya3- Estonya4- Tayvan5- Finlandiya6- Çin: Macao7- Kanada8- Vietnam9- Çin: Hong Kong10-Çin: Pekin, Şangay, Jiangsu ve Guangdong
Kalkınma, sadece ekonomik büyüme olarak anlaşılmamalı. Petrolün bulunduğu birçok ülke, yetişmiş insan gücüne sahip olmadığı için bu kaynaklarından yeterince yararlanamıyor.‘Ekonomi mi eğitimi, eğitim mi ekonomiyi besler’, bu paradoks hep tartışılır...Biz, ‘eğitim şart’ dedik, ama önceliği ekonomiye verdik. Bütün hükümet programlarında öncelik hep ekonomiye verildi, eğitim arkadan geldi. Ekonomi düzgün işlerse, eğitimin de iyi olacağı düşünüldü...Ortaçağdaki savaş, yıkım ve hastalık dolu günlerin karanlığından çıkarıp büyük atılımlar yapmaya yönelten şey ekonomi değil, eğitimdi. Eğitime bir yatıran ülkeler, neredeyse dört katını kazandığının farkında. Eğitim birey ve toplumların geleceğine yapılan en kıymetli yatırım. Bu nedenle eğitim, refah düzeyi ve yaşam kalitesindeki artışta kritik önem arz ediyor. Eğitim, ekonomik bağlamda büyüme, ulusal rekabet gücü ve verimlilik artışı gibi konularda; sosyal bağlamda ise katılımcılık, gelir dağılımı, yoksulluk, sosyal uyum ve çevrenin korunması gibi politikalarda merkezi rol oynuyor. Doğal kaynakları son derece sınırlı olan Almanya ve Japonya, yetişmiş insan gücü sayesinde sahip oldukları kıt kaynaklardan en iyi biçimde yararlanarak ekonomik yönden büyük gelişme gösteriyor.Ortalama eğitim seviyesini Türkiye’de bir yıl artırmanın kişi başına maliyeti 75 dolardır. Bu yatırımın karşılığı, kişi başına milli gelirde 260 dolarlık bir artış olarak geriye dönüyor. Japonya ve Almanyanın günümüzde dünyanın büyük ekonomisine sahip olmalarında, eğitim sistemlerinin olumlu etkisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Japon ve Alman eğitim sistemleri, gelişen ve değişen dünyanın taleplerine cevap verebilecek bir şekilde sürekli yeni reformlarla geliştiriliyor. Sözünü ettiğimiz bu ülkeler, ülke kalkınmasına destek verecek ara eleman yetiştirmek için mesleki eğitime özel bir önem vermiş. Ulusal eğitim programlarını ulusal ekonominin gelişimini destekleyecek şekilde düzenleyen bu ülkeler, okul ve işveren arasında sıkı işbirliği kurmuş. İşte, Japon eğitim sisteminden çarpıcı örnekler:- Japonya’da okul yılı, 1 Nisan’da başlar ve 31 Mart’ta biter.- Japonya’da ulusal bütçenin yüzde 12’si eğitime, yüzde 7,7’si askeri harcamalara ayrılır.- Okulların yüzde 90’ında spor salonu, yüzde 75’inde yüzme havuzu bulunur.- Japon okullarında müstahdem veya hizmetli yoktur. Temizliği öğretmen ve öğrenciler yapar.Atatürk’ün şu iki sözü de aslında çok anlamlı:“En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin ekonomik, siyasi, askeri alanda gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur.”“İlk ve ortaöğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun.”Ulu Önder’in başarıya ulaştıran bu gerçeği, 1922 yılında tespit ettiği görülüyor. Eğitim sisteminin günlük hayat ile okul arasında sıkı bir ilişki kurması ve öğrencilerin öğrendiklerini aktif olarak günlük hayata uygulaması, eğitimin katma değerini yükseltecektir. Araştırmalar gösteriyor ki, gerek eğitim düzeyi ile büyüme arasında, gerekse eğitime yapılan harcamalar ile büyüme arasında pozitif yönlü ilişki var. Beşeri sermaye neredeyse tamamen eğitim ile elde edilecek bir kaynak olarak göze çarpıyor. Eğitime yapılacak her türlü yatırımın yayılma etkisi, az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere kadar herkes için çok önemli. Zira beşeri sermaye olmaksızın, fiziksel sermayeye yapılan yatırımların getiri oranı, daima düşük ya da negatif kalıyor. Beşeri sermayeye ve dolayısıyla eğitime yapılan harcamaları, birer tüketim kalemi olarak değil, yatırım faaliyeti olarak düşünmek gerekiyor. Eğitime yapılacak her türlü yatırım, bireylerin verimliliği ve yaratıcılığı üzerinde etkilidir. Eğitimli bireyler, kavrama yetisi gelişmiş, analiz ve sentez yeteneğine sahip, grup halinde uyumlu çalışmaya daha yatkın, bilgiye angaje ve bilgiyi nerede arayacağını nasıl kullanacağını bilen kişilerdir. Bu nitelikler, iş yaşamında yaratacağı artı değerle ekonomik büyümeyi belirgin şekilde hızlandırıyor.
Aşk, avucuna konmuş bir kuş gibidir...Çok sıkarsan ölür, serbest bırakırsan uçar gider.Bu söz, aşağıdaki yazının ana fikrini oluşturuyor.Bir farkla, bizimki ‘eğitim aşkı’…Futbolda basit bir kural vardır; kendi evindeki maçı kaybetmeyeceksin!Tribünler ne der: “Bu maçı alıcaz, başka yolu yok!”Kendi evindeki maçı kazanacaksın, ilk kural bu!Yoksa deplasmanda işin zor, maazallah kevgire dönersin…Aynı durum eğitim için de geçerli…Okula gelen çocuk, aslında avcunun içindedir.Fazla sıkıp bunaltma, işi gevşek tutup kaçırma…Eğitimde ilk kural: Öğrenciyi okuldan uzaklaştırma...OECD’nin ‘Bir Bakışta Eğitim ’ raporuna göre, Türkiye eğitime katılım oranı en düşük üçüncü ülke…Türkiye ‘okula devamsızlık’ sıralamasında 55’lik oranla ilk sırada yer aldı .OECD ülkelerinde bu ortalama ise sadece yüzde 14…Türkiye’de eğitimden erken ayrılma oranları da AB ülkelerinin çok çok üstünde.Okul çağındaki her üç gençten biri eğitimine devam edemiyor.Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde eğitime devam etme oranının yüzde 51,Batı Marmara’da bu oran yüzde 74…Okula devam etmeyenlerin yüzde 74’ü ilköğretim mezunu.Türkiye’de 15 -19 yaş aralığında eğitime katılan öğrenci oranı yüzde 69.OECD ülkeleri ort alamasında bu oran yüzde 84.Bir ayrıntı daha var…Yüzde 69’luk oranı n içinden yüzde 7’lik dilim çeşitli sebeplerle örgün eğitimin dışına çıkıyor.Türkiye’de 18-24 yaş arasındakilerin liseyi bitirmeden eğitimden ayrılma oranı yüzde 38.AB ülkelerinde liseyi bitirmeden eğitimden ayrılan gençlerin oranı yüzde 11.Türkiye’de 15-29 yaş arasındaki gençlerin yüzde 29’u ne iş hayatında ne de eğitimde yer alıyor.OECD ülkeleri arasındaki ortalamanın yüzde 16 olduğu görülüyor.Peki, bütün buunların sebebi ne?Okula bağlı nedenler ve kişisel nedenler olmak üze re iki başlık altında ele alınabilir .Okula bağlı nedenler arasında başarısızlık, dersleri ve okulu sevmeme gibi nedenler yer alıyor.Kişisel nedenler arasında ise kız-erkek ilişkileri, maddi durum, arkadaş etkisi, kötü alışkanlıklar var.‘Devamsızlık ’ ve ‘okul terki ’ arasında güçlü bir ilişki var.Örgün eğitimin dışına çıkan öğrencilerin çoğunun daha öncesinde devamsızlık yaptığı biliniyor.Yani olayın öncüsü ‘devamsızlık’, artçısı ‘okulu terki’…Bu biliniyor…Bilinmesine rağmen önlem alınıyor mu?Ne yazık ki, okul terki ve devamsızlığı izlemeye yönelik etkin bir mekan izma bulunmuyor.Konuya ilişkin atılacak adımlar öğretmenlerin ve yöneticilerin inisiyatifine bırakılmış durumda.Anlayacağınız, bireysel çabalarla toplumsal sorunu çözüme gayreti…Önleyici hekimlik şart…Öğrencinin okul terki noktasına gelmeden önceki süreci iyi analiz etmek gerekiyor.En olumsuz faktörler , olumlu okul iklimi sağlanamamış olmasının dan kaynaklanıyor.Okullar öğrenciler için daha cazip mekanlar haline getirilmeli.Ne yazık ki, eğitim sistemimizde akademik başarının ön plana çıkarıldığı ve içerik öğretmenin birincil amaç olduğu görülüyor.Öğrenciler okul ekosisteminde öğretim dışında sosyal, kişisel ve fiziksel talepleri için de karşılık bulabilmeli.Latice güzel bir söz var: ‘Non scholae, sed vitae discimus’ , ‘okul için değil, yaşam için öğreniriz’ …İşte, okul böyle bir yer olursa, belki devamsızlık ve terk konuları önceliğimiz olmaz…
Görevinden istifa eden ÖSYM Başkanı, şu ifadeleri kullanmıştı: “ÖSYM’nin kurum olarak tartışılmasının önüne geçmek amacıyla görevden ayrılma talebimi ilgili makama sunmuş bu lunuyorum...”Başkan, bir de şöyle demişti: “Bu kuruma sahip çıkmalıyız. Bu kurum hepimizin haklarını elde etmesinde rol oynayan bir kurumdur. Buna sahip çıkmak, buradan ayrılmayı gerekiyorsa ayrılmalıyız; bulunmayı gerektiriyorsa, bulunmalıyız. Bunun özellikle vurgulanması için görevden ayrılma talebimi ilettim .”Bunları dedi mi?Dedi...Peki, bunları diyenler, aşağıda dile getirilen sorun için ne diyecekler?Bu işin başındaki sorumluların dedikleriyle, yaptıkları neden örtüşmüyor?İşler şöyle mi yürüyor:Hatayı düzelt, özür dile, düzeltebildiğin kadar düzelt, olmadı ya görevden alsınlar ya da istifa et!Gelen mektubu okuyalım...Sayın Sadık Bey,Yazılarınızı her gün ilgiyle ve keyifle okumaktayım. Eğitimin ne kadar önemli olduğunu bildiğimiz halde, gerekli önlemleri alamadığımız şu günlerde, çok doğru saptamalar yaptığınızı düşünüyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.Kendimi tanıtayım:28 yaşındayım, ... Tıp Fakültesi Kardiyoloji bölümünde asistan olarak çalışıyorum.Bir ‘test çocuğu’ olarak yetiştim.2003’te ÖGS ve LGS’ye girdim...2008’de ÖSS ve YDS’ye girdim...2014’te TUS’a girdim...Her sınavdan önceki 1-2 sene boyunca da hayattan koptum, ki ‘iyi bir yerlere gelebilmek için’.Şükürler olsun, hiçbirinde bir mağduriyet yaşamadım. Ancak TUS ile ilgili bazı noktaları vurgulamak için e-posta atma ihtiyacı duydum. Özellikle son videoda ‘ÖSYM’nin başka sınavlarda da benzer hataları var mı?’ cümlenizden sonra bu e-postayı atmak zorunda hissettim.Ben, 2014-TUS’a girdim. ÖSYM, iki üç hafta gibi kısa bir sürede sonuçları açıklandı. Sınav sonucunda 4-5 soru iptal oldu diye hatırlıyorum. Ancak sınavdan 1 yıl sonra bir haber çıkıyor, yani meslekte az ya da çok bir aşama kaydettikten sonra: ‘Eylül 2014-TUS’ta hatalı soru saptandı. Sonuçlar tekrar açıklandı. İsteyenler tekrar tercih yapabilir.’İnsan gerçekten ne yapacağını bilemiyor; kalmalı mı, gitmeli mi, acaba başka bölüm mü seçmeli?Bu arada bölümünüzden ne kadar mutlu olursanız olun, insanın aklı yine de karışıyor.‘Peki’ dedik, tercih yapmadık.Sınavdan 2 sene sonra, tekrar bir haber: ‘Eylül 2014-TUS tekrar açıklandı!’Yine aynı his, yine aynı durumlar.Sorun, sadece bizim sınavla da sınırlı kalmadı.Nisan 2014, Eylül 2016...Devamlı bir asistan sirkülasyonu mevcut. Gelenler, gidenler..Arada bir normal sınavla gelenler; gelip, iki hafta sonra ‘tekrar açıklandı, ben gidiyorum’ diyenler...TUS’a katılan sayısı belki LYS’deki 2 milyon 200 bin kadar değil, ancak bu kadar okumuşsunuz, çalışmışsınız, bu arada TUS’a çalışmak insanı gerçekten hayattan soğutan bir şey, bu hatalı sorular ve yeniden açıklanmalarla boğuşmak... İnanın, insan her şeyden tiksiniyor.Bu emeğin hakkı objektif, tek seferde açıklanan, hatalı soru barındırmayan bir sınav olmalı.Şimdiden ilginiz için çok teşekkür ederim. Umarım durumun vahametini anlatabilmişimdir.İyi günler dilerim...Hadi, hep birlikte kuruma sahip çıkalım!N’olur, ‘hangi kuruma?’ diye sormayın...
- “Hocam, bizim çocuk yüzde 75 burs kazandı, bunun yüzde 100 yaptırabilir misin?”- “Hocam, ... üniversitesinde tanıdığın biri var mı?”- “Hocam, yüzde 25 bursu yüzde 50 yaptırabilir misin?”- “Hocam, bizim çocuk yanlışlıkla yüzde 50 burslu yeri yazmış, bunun için ne yapabilirsin?”- “Hocam, ilaveten yaptıracağın yüzde 5 indirim çok makbule geçer!”- “Hocam, maddi durumumuz epeyce sarsıldı, yüzde 25 indirim yaptırabilir misin?”- “Hocam, kardeşi de var, ikisi bizi epey zorlayacak, rektörü bir arasan...”***Bu isteklerin ardı arkası kesilmiyor, kayıt döneminde telefonları kapatmaktan başka bir çare yok!Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var: Benim, hiçbir vakıf üniversitesinde indirim yaptırma veya böyle bir istekte bulunma yetkim yok! Hatta bırakın beni, hiç kimsenin böyle bir yetkisi yok, YÖK Başkanı’nın dahi böyle bir yetkisi yok; çünkü ‘burs yönetmeliği’ diye bir uygulama var, orada burs alma koşulları açık ve net bir şekilde belirtilir, bunun aksi bir uygulama asla söz konusu olamaz.Yurtdışında burs, ‘başarı’ya ve başarı devam ettiği sürece verilir. Bizde burs, ‘hatır gönül işleri’ne ve ‘kesilmemek üzere’ verilir. Avrupa ve ABD’de bursu elde etmek çok zordur, devamını sağlamak elde etmekten daha da zordur. Biz, bu konuda yönetmelikten çok, bireysel isteklerimizin dikkate alınmasını istiyoruz...***Kayıt döneminde bana gelen bireysel istekler böyle, bir de vakıf üniversitesi yöneticilerinin durumunu bir düşününün... Kayıt dönemi, vakıf üniversiteleri için gerçekten sancılı bir süreç. Ücretli bölümleri kazanan indirim istiyor, burslu programları kazanan daha da burs istiyor, istiyor da istiyor... Neden böyle, neden kimse elindeki ile yetinmiyor?Yüzde 75 burs kazanan, ancak çalışıp başarılı olduğu zaman bursunu yükselteceğini bilmiyor mu? Tam burs istiyorsan; bunun yolu, sınavda o bölüm için gerekli puanı almaktan geçiyor, aslında bunu biliyorsun. Hak edilmeyen bu istek, aslında haksız kazanç anlamına gelmiyor mu; ne yaptın da bunu talep ediyorsun?Şunu söylemekte bir sakınca görmüyorum; son zamanlarda değerler kavramının içi boşaltıldı, bireysel istekler ve kişisel hırslar bir takım değerlerin önüne geçti. Elde ettiğimiz hiçbir şey yetmiyor. Şayet elde ettiklerimiz bize yetmiyorsa, bunu elde etmenin başka bir yolu var; çalışıp, hak etmek!Hak etmeden, bu hakkı nasıl talep edebiliyoruz?***‘Vakıf’ ne demek?‘Kar amacı gütmeyen, eğitimden kazandığını tekrar eğitime vakfeden kurum’ demek...Eminim, bu yılki üniversitelerin burs oranı ortalama yüzde 50’nin üzerindedir. O kadar çok burs çeşidi var ki; ilk tercih bursu, kapının önünden geçtin bursu, bize göz kırptın bursu, gözünün üstünde kaşın var bursu vb.Vakıfların da bu konuda çok büyük hataları var. Almadan bu kadar bursu nasıl verebiliyorsun, buna can mı dayanır? Söyler misiniz; genelde yüzde 60-70 burs veren bir üniversitenin genel giderlerini, öğretim üyesi ücretlerini karşılaması ne derece mümkün?İngilizlerin güzel bir sözü var: ‘Ucuz mal alacak kadar zengin değilim’ Tam yerinde söylenmiş bir söz!Eğitimde ucuza kaçamazsınız, eğitim ucuza yapılamaz...***Verilen burslar artık o kadar sıradanlaştı ki, bir üniversite 409 puana yüzde 50 burs verirken, yine bir başka üniversite 245 puana aynı burs miktarını veriyor. Ortada ne bir standart, ne de bir kalite var.Burs standartının sağlanmasında YÖK’e büyük sorumluluk düşüyor. Aynı burs miktarında, üniversiteler arasında bu kadar uçurum olmamalı. Tıp, hukuk, mühendislik, öğretmenlik vb. branşlara sıralama barajı getiren YÖK, aynı kısıtlamayı burs miktarlarında uygulamalı. ‘Şu burs miktarı, şu sıralamadan itibaren geçerlidir’ türünden bir sınırlandırma getirilmelidir.Böylesi bir rekabet anlayışı, son derece yanlıştır ve böyle devam ederse çok yakında birçok vakıf üniversitesi kapanır. Yasa gereği vakıf üniversiteleri kapatılamıyor, devrediliyor; ama olan, orada okuyan öğrencilere olacak. Yani gidişat, pek sağlıklı gidişat değil...***İlk zamanlarda, sadece ‘burslu’ ve ‘ücretli’ bölümler vardı, başka bir seçenek yoktu. Puanın tutuyorsa burslu bölümleri, tutmuyorsa ücretli bölümleri kazanırdın. Böyle iki arada bir derede burs miktarları yoktu. Sonradan bu kadar burs seçeneği çıktı, vakıf üniversitelerinin sayısı arttıkça, kontenjanları doldurma sorunu ortaya çıkmaya başladı.Günü kurtarma derdinde olan bazı üniversiteler, öğrenci bulma derdine düştü. Çözümü, burs seçeneklerini artırarak öğrenci toplamakta buldular.Düşünsenize bir bölümün tam beş seçeneği var: Ücretli - Tam Burslu - Yüzde 25 Burslu - Yüzde 50 Burslu - Yüzde 75 Burslu. Bu da yetmiyor; ilk tercih bursu, ilk üç tercih bursu, ilçe bursu, sporcu bursu vb. seçenekler var.Hatta öyle bir noktaya geldik ki, çocuk yüzde 50’yi işaretleyeceğine, yanlışlıkla yüzde 25 seçeneğini işaretliyor, çünkü ‘karmaşa’ çok fazla!Bu burs seçeneklerinini de kattığımızda, üniversitelerdeki toplam burslu öğrenci sayılı yüzde 60-70’lere dayanıyor hatta bazı üniversitelerde bu oran yüzde 80’lere kadar çıkıyor. Peki, üniversiteler buna ne kadar dayanabilir? Bence dayanabilmeleri mümkün değil!İşte, esas sıkıntı burada başlacak; iyi ve kaliteli eğitim için gereken ücretten kısarsan, kaliteden feragat etmiş olursun. Aynı hatayı zamanında dershaneler yaptı. Rakip sayısı artınca, öğrenci kapma yarışı başladı, burslar ve indirimler havada uçuştu. Günü kurtarma derdi başlayınca, kalite yerlerde süründü. Sonunda n’oldu, kaliteden ödün vermeyenler ayakta kaldı, diğerleri silindi gitti...Vakıf üniversiteleri de, ne yazık ki dershanelerin düştüğü çıkmaza doğru sürükleniyor. Birinin artık buna ‘bir dur’ demesi lazım!Bursa karşı değiliz, tabii ki burs verilmeli; ama hak edene, ihtiyaç sahibine, yerinde ve zamanında ve her şeyden önce ‘başarı devam ettiği sürece’...
Yıl 1974...Anılar canlandı, 70’li yıllara gittim...Prof. Dr Altan Günalp, merkezi sınav sistemi fikrini ortaya attı.Kabul edildi, teknik altyapı kuruldu, personel yetiştirildi.Başkan Prof. Dr. Altan Günalp, yardımcısı da Fethi Toker oldu...‘Üniversite Seçme Yerleştirme Sınavı’ (ÜSYS) olarak başladı.Sonra ‘Üniversite Seçme Sınavı’ (ÜSS) oldu.Daha sonra ‘Öğrenci Seçme Sınavı’ (ÖSS) denildi.Buna ‘Öğrenci Yerleştirme Sınavı’ (ÖYS) eklendi.Ağzını açan olmadı, tek bir itiraz yapılmadı.Tek kanal devrinde televizyona çıkar, sınav sonuçlarını bizzat kendisi açıklardı.Geliştirdiği yöntem, sistemde arızaya izin vermezdi.Sistem ve kuruma güven esastı...En güvenilir isimdi, yaşarken efsane olmuştu.Erken vefat etti...Yetiştirdikleri bocalamadı, hiç hata yapmadı.Yanlış soru, eksik hesaplama, soru çalınması görülmedi.Yerine Fethi Toker geçti, bir şey değşmedi.Sistem ‘tıkır tıkır’ çalışmaya devam etti.Rahmet ve minnetle anıyoruz.Hey gidi günler hey...***Yıl 2017...ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ömer Demir, görevini bıraktı. Demir “ÖSYM’nin kurum olarak tartışılmasının önüne geçmek maksadıyla görevden ayrılma talebimi ilgili makama bugün itibarıyla sunmuş bulunmaktayım” dedi.ÖSYM Başkanı, istifa ederek ‘geç kalmış onurlu bir davranış’ sergiledi.Yaptıkları hataları kabul etmiyoruz, ama onurlu davranışı takdir ediyoruz.Örnek olmasını diliyoruz...Başkan, “Kusurumuz var, kurum olarak böyle yapmamalıydık” dedi.İtiraf, samimi...Ancak yapılan hatalar, kabul edilebilir cinsten değil!Bir değil...İki değil...Üç hata...Hem de üst üste!Sorular yanlış hazırlandı, 7 bin adayın Ortaöğretim Başarı Puanı (OBP) eksik hesaplandı, ek puan unutuldu. ‘Kazanan’ adaya ‘kaybettin’, ‘kaybeden’ adaya da ‘kazandın’ dendi, bir de ‘Pardon!’ kelimesi eklendi.ÖSYM tarihinde ilk kez böylesi bir olayla karşılaştık.***Ömer Demir, inceleme sonucu ortaya çıkan ön değerlendirmede hatanın, yerleştirme işlemlerini bu yıl ilk kez yapan görece yeni bir ekip tarafından yapılması ve aynı kişiler üzerindeki yoğun iş yükünden kaynaklandığı sonucuna varıldığını söyledi.Demir, “Ancak bir özrün hatasız bir işlemin yerine geçmeyeceğinin de farkındayız. Başka ne yapmalıyız? Yapacağımız her şey, bu ayrılışın benzer durumların ortaya çıkmamasına katkı sağlamasıdır” dedi.Ne diyelim, verilmiş sadakamız varmış; bununla geçmiş olsun!Allah beterinden saklasın...***İlginç bir yıl yaşıyoruz...Sınavsız geçiş kaldırıldı, meslek liseleri çuvalladı; doğru düzgün rehberlik yapılmadı, adaylar ne yapacağını bilemedi; bol keseden kontenjan dağıtıldı, kimse rağbet etmedi; açıköğretim, ‘açık’ olmaktan çıktı, ‘Lejyoner’ sınıfına terfi etti; ek yerleştirmede rekor kırıldı, 300 bini aşan kontenjan boş kaldı...Sorunlar bitmiyor...Peki bu neden böyle oldu? ‘İş bilmezlik’ desek, kabul edilemez; ‘iş güzarlık’ desek, haksızlık etmiş oluruz; açıkçası ne diyeceğimi bilemedim...***Ömer Demir, istifa dilekçesine ilişkin kendisine dönüş olup olmadığı yönündeki bir soru üzerine, “İstifamı verdim, ilgili makamların takdirin e sundum sonucunu bekleyeceğim” dedi .Sayın Demir, bizim bu soruya cevabımız ne yazık ki ‘Bis, bis bis’ olmayacak!