Yerleştirme sonuçları açıklandığında dikkat çeken en büyük ayrıntı, üniversitelerde boş kalan kontenjan sayısı oldu. Bu yıl, lisans ve önlisansta boş kontenjan sayısı 214 bin 430 olarak gerçekleşti. Tüm kontenjanlar itibariyle doluluk oranı geçen yıl yüzde 95,3 iken, bu yıl doluluk oranı yüzde 74.7’ye geriledi.18 Ağustos tarihi itibariyle üniversitelere kayıtlar tamamlandı. Vakıf üniversiteleri, ne yazık ki kayıt sırasında da fire verdi.Yerleştirme sonuçlarına göre vakıf üniversitelerinde yaklaşık 50 bin kontenjan boş kaldı. Geçen yıl bu sayı 20 bindi. Vakıflarda artan üniversite ve kontenjan sayısı ile öğrencilerin taleplerindeki düşükontenjanların boş kalmasında önemli bir rol oynadı. Vakıf üniversitelerinde yüzde 100 doluluk oranını yakalayan sadece beş üniversite var. Doluluk oranı daha baştan yüzde 37-38 olan vakıf üniversiteleri bile vardı.Edindiğimiz bilgilere göre, vakıf üniversiteleri kayıt sırasında da fire verdi. Doluluk oranı yüzde 96 olan üniversitenin kayıt oranının yüzde 90’lar seviyesinde olduğunu, önceki yıllarda çok tercih edilen bir vakıf üniversitesinin kayıtta ancak yüzde 60’ı yakalayabildiğini, reklam bütçesiyle sınırları zorlayan bir vakıf üniversitesinde çok büyük kontenjan açığı kaldığını, 5 bin kontenjanı olan üniversiteye 4 bin öğrencinin kayıt yaptırdığını, kayıtta yüzde 8-9 fire veren birçok üniversite olduğunu gördük.Genel anlamda söyleyecek olursak, kayıt sonrasında doluluk yüzde 65’lere kadar düşebilir. Geçen sene ilk yerleştirmede 60 bin 147 boş kontenjan kaldı, bu rakam kayıt yaptırmayanlarla 186 bine çıktı. Ek yerleştirme neticesinde boş kalan kontenjan yine 60 bin dolaylarındaydı. Bu yıl 214 bin olan boş kontenjan, kayıtlardaki firelerle birlikte yerleştirmede 350 binleri bulur.Şahsi fikrim, ek yerleştirme sonucunda üniversitelerde yine 200 bin dolaylarında boş kontenjan kalır.Sınavsız geçiş imkanının kaldırılması ve meslek liselerinin nasıl tercih yapacağını bilememesi, AÖF’nin LYS puan türüyle öğrenci alması, kontenjanların artmasına rağmen talebin düşmesi, bu yıl kontenjanların boş kalmasındaki en önemli etkenlerdi.Şimdi bir fırsat daha var, gözler ek yerleştirmeye çevrildi. Ek yerleştirme iÖSYMaçıklayacağı tarihi bekliyoruz. Araya bayram tatilinin girmesi, kafaları karıştırdı. Ek yerleştirme, büyük olasılıkla Eylül ayının ilk haftasına sarkar.YÖK ve üniversiteler, bilhassa vakıf üniversiteleri ek yerleştirme için bir takım çözüm önerileri getirmezlerse, üniversitelerdeki boş kontenjan yüzde 70’ler seviyesinde seyreder...
1944 Nobel Fizik Ödülü sahibi Isidor I. Rabi’ye nasıl bilim insanı olduğu sorulduğunda şunu söylüyor: “Beni, farkında olmadan annem bilim insanı yaptı. Yaşadığım yerdeki diğer anneler okul sonrası çocuklarına ‘Bugün ne öğrendin?’ diye sorarken, annem bana ‘Izzy , bugün iyi bir soru sordun mu?” derdi. İşte bu fark; yani farklı soru sorma yaklaşımı, beni bilim insanı yaptı.”Soru sormak, problemi belirlemek ve çözüm üretmek, eğitimde son derece önemli…***‘En önemli ihtiyacınız nedir?’ sorusuna verilen cevap göze alındığında, cep telefonunun birinci sırada çıktığı ülkemizde, kitap 135’inci sırada yer almış. Kişi başına yılda kitaba 6,9 TL harcarken, sigaraya 1400 TL harcıyoruz.Son yapılan araştırmalarda Türkiye’de kitap okuma alışkanlığı yüzde 0.01, AB ülkelerinin oranı ise yüzde 21... Türkiye’de bir kişi on yılda bir kitap okuyor. Ayda bir kitap ya da yılda bir kitap değil, on yılda bir kitap. İşte, yukardaki kitap okuma oranı olan yüzde 0.01’in açılımı budur!Kitap okumaya ayırdığımız süre günde ortalama sadece 1 dakika…Okuma alışkanlığında, dünyada 86’ncı sıradayız…Dünyada kişi başına kitap harcaması 1.3 dolarken, Türkiye’de ise bu rakam 25 sent... Çocuklara kitap hediye edilmesi sıralamasında Türkiye 180 ülke içerisinde 140’ıncı sırada…Kitap okuyanların yüzde 65’i aşk, yüzde 24’ü siyasi, yüzde 13’ü düşünce, yüzde 7’si kişisel gelişim kitapları okuyor…Bu durum gerçekten utanç verici! Bu utanç verici durumu daha açık şekilde açıklamak gerekirse, ABD’de bir kişi yılda 9 kitap okuyor, İsviçreli 10, Fransız 7 kitap okurken, bir Japon ise bir yılda 25 kitap okuyor, Japonya bu konuda dünya lideri .***Türkiye’de basılı kitap sayısı artıyor, ancak kitap okuma oranı yükselmiyor…Çelişkili bir sonuç, değil mi?Aslında TÜİK verileri, basılı kitap sayısının her geçen gün arttığını gösteriyor, ama bu üretilen kitapların neredeyse yarısı çocuklara ücretsiz dağıtılan ders kitapları... Üretilen bu kitap sayısından tüm kamu kurum ve kuruluşlarına, özel kuruluşlara ve kütüphanelere gönderilen ücretsiz kitapları da düştüğümüzde, geriye yılda kişi başına 8 bile değil, çok daha komik bir rakam düşüyor.***Türkiye kitap okumuyor sadece TV izliyorTürkiye’de günde 5,2 saat televizyon izliy oruz. ABD’de bu rakam 5,4 saat, AB ülkelerinde 3,7 saat, Japonya’da 2,9 saat. Yani televizyon karşısında oturan bir toplumuz denilebilir. Durum böyle olunca doğal olarak kitap okumaya zaman kalmıyor.Televizyon, bir bakıma kitap okuma alışkanlığı edinmeyi elimizden alıyor. Televizyon izlemek kötü bir şey değil ama eğer oradan bilgi edinebilirseniz. Ülkemizdeki televizyon yayıncılığının kalitesi ve içeriği düşünülürse, televizyondan da toplumun çok fazla şey öğrendiğini söyleyebilmek zor…***İnternet kullanımında ise dünyada epey ileriyiz. ABD’de kişi başına internette geçirilen zaman 3,8 saat, AB’de 3,1 saat, Japonya’da 3,1 saat iken Türkiye’de 3 saat...Peki, bu üç saatin ne kadarını bilgi edinme amaçlı, kitap okuma, gazete okuma amaçlı kullanıyoruz? İşte, orada durum vahim derecede...Daha çok sosyal medyayı kullanmak için interneti kullanıyoruz. Zaten Facebook ve Twitter gibi mecraların da en çok kullanıcıları arasında Türkiye olduğu malumunuz…Bu arada AB’de bu rakamın yılda kişi başına 39 kitap olduğunu belirtelim. 2015 yılında yaklaşık 569 milyon kitap üretilmiş.***90’lı yılların sonuydu…Üniversite sınavlarında Türkiye birincisi olan bir öğrenci aynen şöyle demişti: “Ben, kitap okunmadan da Türkiye birincsii olunabileceğini gösterdim!”Eminim, bu genç şimdi evlendirme programlarının müptelasıdır…
Eğitim uzmanı basınının sorularını yanıtlayan Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, ÖSYM’nin puanlama hatasıyla ilgili “Özür dilemeleri de bir erdem” dedi ve ekledi: Bu hatalar olmamalıydı. Olayın takipçisiyiz, soruşturma sürüyorMilli Eğitim Bakanı, yeni müfredata ilişkin eğitim editörleriyle bir toplantı yaptı.Bakan Yılmaz, değerli bir bürokrat, tecrübesi oldukça fazla…Sami itiraflarda bulundu, bugüne kadar yaptıklarını ve bundan sonra yapacaklarını sıraladı. Toplantının konusu yeni müfredat olmasına rağmen, konuşmalar eğitim genel değerlendirmesine dönüştü.Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar var; toplantı son derece yararlı oldu, bu tür birlikteliklerin sıklıkla yapılmasında yarar var.Bakan dertli, yanlış anlaşılmaktan ve iyi niyetle yaptıklarının farklı noktalar çekilmesinden dertli...İşte, toplantıdan başlıklar:Bakan, Haydarpaşa Lisesi’nde okuduğunu ve o dönemde sınıf mevcutlarının 70 olduğunu belirtti. 50 dakikalık bir derste, öğretmen 70 kişiye bir dakika bile ayıramıyordu dedi. Biz görevi devraldığımızda, sınıf mevcutları ortalama 36 olduğunu, bugün bu sayının 23 seviyelerine indirildiğini belirtti. Eğitimde kaliteye çok önem verdiklerini, iyi bir eğitimin de, az mevcutlu sınıflarda mümkün olduğunun altını çizdi.Bakan, “Öğretmen başına düşen öğrenci sayısının düşürülmesi ve sınıf sayısının artırılması, eğitim kalitesinin yükseltilmesinde önem verdiğimiz konuların başında geliyor” dedi ve bu konuda büyük mesafe aldıklarını kaydetti.‘Kalite kaygısı’Bütçeden Milli Eğitim’e ayrılan payın 2002’de 11 milyar TL olduğunu, şimdi ise bu payın 122 milyar TL’ye yükseltildiğini ve bütçeden en fazla payın Milli Eğitim’e ayrıldığının önemine dikkat çeken Yılmaz, “Eğitime bütçeden ayrılan payın 11 kat artması bile, bizim eğitime ne kadar önem verdiğimizin bir göstergesidir” dedi. Türkiye’nin yer altı zenginlikleri olmadığını, en büyük zenginliğinin genç nüfusu olduğunu ve bu beşeri sermayesinin çok iyi yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayan Yılmaz, bu yılki büyüme hedefinin yüzde 5 olduğunu ve bu hedefe de ancak bir eğitim sayesinde ulaşılacağını vurguladı. Herkesin şu kaygıyı, eğitimde daha nasıl iyi olabiliriz kaygısını yaşamasını istedi.‘Soruşturma sürüyor’Bakan Yılmaz, ÖSYM’nin yanlış puan hesaplama konusunda da şunları söyledi: “Böylesi kurumlara güven, esastır. Güvenin sarsılmamsı gerekir. Bu hataların olmaması gerekirdi, ama ne yazık ki oldu. ÖSYM özür diledi, özür dilemek de bir erdem. Biz, değerler eğitimine önem veriyoruz, bunu da bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Olayın takipçisiyiz, soruşturma sürüyor. Önbilgi kapsamında şunu söyleyeyim: Kadrolar büyük ölçüde değişti, bu konuda henüz yetkinliğe ulaşamamış, bu görevde ilk kez yer alan kadrodan kaynaklanan bir hata, olmamalıydı; inşallah bundan sonra çok daha dikkatli olacaklar.”‘Harman dönemi’Bakan, TEOG ve üniversite sınavlarının, eğitimin ‘harman dönemi’ olduğunu belirtti. Bu iki sınavın çıktılarının, yaptıklarının göstergesi olduğunu belirtti. ‘Biz, bu harman döneminde verimli ürünler aldık, sonuçlardan son derece memnunuz” dedi. Ancak bu noktada çok eleştirildiklerini ve bu haksız eleştirilere son derece üzüldüklerini vurguladı.Önce gündemde olan üniversite sonuçlarına değindi, söz boş kalan kontenjanlara geldi…Üniversite yerleştirme tarihinde ilk defa lisans (4 yıllık) bazında 457 bin 178 adayın üniversiteli olduğunu, hiçbir tarihte bu kadar öğrencinin üniversiteli olamadığını, kontenjan konusunda tüm zamanların rekorunun kırıldığını vurguladı.” Biz, hem üniversite sayısını hem de kontenjan sayısını artırdık; iyi yaptığımız şeyden dolayı eleştirilir duruma geldik, aslında biz iyi bir şey yaptık, bu haksız eleştirileri anlayamıyoruz” dedi.Sınavsız geçişi, kalite gelsin diye kaldırdıklarını; bu konuda daha önce çok yakınmanın olduğu belirten Bakan Yılmaz, sınavsız geçişte meslek liselerinin yerleşme oranının yüzde 70 olduğunu, şimdi sınavla alınan bölümlere meslek liselilerin yerleşme oranının yüzde 50 olduğunu ve bu boşluğun ek yerleştirmeyle dolacağını söyledi.‘PİSA’dan çıkaracağız’Bakan, “İmam Hatip Liseleri’nin üniversite sınavında başarısız olduğuna inanmadığını, bilakis bu lise türünün başarısının arttığını, yerleşme oranının yüzde 18’lere yükseldiğini” söyledi ve hiçbir okulu bir diğerine üstün tutmadıklarını, her okul türünün ve her bir öğrencinin kendileri için önemli olduğunu belirtti. PİSA sınavlarına da değinen Yılmaz, önümüzdeki sınav döneminde meslek liselerini bu sınavdan çıkaracaklarını, böyle bir haklarının olduğunu belirtti. “Japonya ve Finlandiya, bu sınavlara mesleki ve teknik okullarını sokmuyor, Çin de belirli bölgelerini bu sınava sokuyor. Önümüzdeki dönem, biz de aynısını yapacağız, bölge belirteceğiz, böyle bir hakkımız var. OECD yetkilileri, İstanbul veya Ankara’daki bir fen lisesini sınava sokmuyor, gidiyor Elbistan’daki bir fen lisesini sınava alıyor. Ama sonuçlara bakın, bizim oradaki fen lisemiz, Japonya’daki veya bir başka ülkedeki fen lisesinden daha iyi bir sonuç alıyor. PİSA sonuçlarını iyi okumak gerekiyor” dedi.‘TEOG’dan memnunuz’TEOG, yüzümüzü güldüren ve sonuçlarından son derece memnun olduğumuz bir sınav. TEOG, özgüveni yükselten bir uygulama, her şeyden önce fırsat eşitliği getirdi. Ağrı’daki bir çocuğumuz Robert’e gidebiliyor, Van’daki bir yavrumuz Kadıköy Anadolu’yu kazanabiliyor; bunlar çok güzel gelişmeler. Geçen hafta Van’daydım, Van’dan 26 çocuğumuz Türkiye derecesi çıkardı. Aynı durum Mersin için de söz konusu, bunlar eğitimde çok ümit verici gelişmeler. Bu noktada değerli öğretmenlerimize teşekkür etmek istiyorum. 905 bin öğretmenimiz var, onların bu çalışmalarda çok büyük emekleri var. Teknoloji gerekli, dijital destek önemli, ama onlar olmasa da öğretmen bu işi yapar, bu işin esas unsuru öğretmenlerdir, teşekkürü hak ediyorlar…Bundan sonra yükseköğretimde ihtisaslaşmaya gidileceğini, bu konuda bazı adımların atıldığını belirten Yılmaz, ‘Yükseköğretimde Kalite Kurulu’ kurulduğunu, bu kurulun, ihtisaslaşma ve kalite koordinasyonu sağlayacağını belirtti. Üniversitelerin birbirinin aynısı olmaması gerektiğinin altını çizen Yılmaz, ihtisas üniversiteleri konusunda adım atıldığını, şimdilik 5 üniversitenin bu doğrultuda çalışmalara başladığını söyledi. Son söz: Bakanı samimi gördüm, iyi niyetli; eleştiri istiyor, ama yol gösterici olmak koşuluyla, asla kırıcı değil, yapıcı ve olumlu… ‘Veliler bağış yapmaya zorlanamaz’Okul kayıt döneminde ortaya çıkan kayıt parası ya da bağış konusunda da konuşan Yılmaz, “Öğrenci velileri bağış yapmaya zorlanamaz. Burada personellerime talimatım diğerlerine de bilgi milli eğitim temel kanunu 16 madde, ‘Öğrenci velileri bağış yapmaya zorlanamaz’ dolayısı ile böyle bir uygulama olduğu söyleniyor. Doğru olmadığını söyleyeyim. Biz de iletildiğinde hukuka uygun olmadığını, bu uygulamanın yapılmamasını söylediğimizde de kanuna uygun herkes davranmak durumunda kalıyor” dedi.‘10.15’te başlasın’Bu yıl sınav saatinin değişerek alımların 09.45 ile sınırlandırılmasının ardından kapı önünde sınava giremediği için göz yaşlarına boğulan öğrencilerle ilgili de konuşan Yılmaz, ÖSYM’ye sınavda geç kalanlarla ilgili bir tavsiyede bulunduğunu belirterek “Orada şunu söyledik. ÖSYM bundan sonra şöyle yapacak; sınavı 10.15’te başlatınca öğrenciyi 10.00’da çağıracak. Sınav saati 10.00 olup 09.45’te gelinmesi sıkıntı oluyor. 10.00’da başlayacak bir sınava öğrencinin bilmiş olmasına rağmen geç kalması toplum vicdanını yaraladığı konusu herkes mutabakatta. Biz dedik ki bundan sonra sınavı 10.00’da söylediyseniz saat 10.15’te başlatın. Herkes 10.00’da gelmiş olur. Sınavın arasında hiç kimse gelmemiş olur. Bizim önerimizi dikkate alacaklarını söylediler. Biz de takip edeceğiz” ifadelerini kullandı.‘Biraz insaf istiyoruz’Yeni müfredat konusuna gelince…Böyle bir çalışmanın, böyle bir iyileştirmenin kaçınılmaz olduğunu belirten Bakan Yılmaz, “müfredat çağdışı kalamaz, müfredatta iyileştirme yapmazsanız, tekrara düşersiniz” dedi.Bunun için tam 1,5 yıl çalışıldığını, demokratik bir çalışma, katılım olduğunu, tüm paydaşlardan görüş alındığını ve 100 binlerce maddenin değiştiğini vurguladı: “Bu maddelerin bir kısmı yer değiştirdi, sınıf veya kademe değiştirdi, kimi maddeler çıkarıldı, kimi birleştirildi, kimi eklendi. Bunun için birçok ülkenin müfredatı incelendi, bunlar bizim müfredatımıza uyarlanmaya çalışıldı. Şunu belirteyim ki, burada çok büyük özveri gösterildi. Tek amaç vardı, çağdaş müfredatın gerisinde kalmamak. Daha önce maddenin üç hali vardı, şimdi 4 oldu, maddenin plazma halini ekledik. Müfredata nanoteknoloji eklendi. İnanın, çok büyük emek verdik.”“Ancak hep ‘evrim’ ve ‘Atatürkçülük’ konuları ön plana çıktı veya çıkarıldı; biz, buna çok üzüldük. Biz, bilime, evrime karşı değiliz. Bilim neyi söylüyorsa biz onu kabul ediyoruz. Yaptığımız tek şey, ‘evrim’ konusunu, ortaokul seviyesinden lise seviyesine çekmekti, ortaokul seviyesinde yeterince anlaşılmayacağı, ortaokulun üstündeki kademede verilmesinin daha doğru olacağını düşündük. Başka bir örnek: İlkokul 1’nci sınıf öğrencisi ‘tam’ ve ‘yarım’ kavramlarını anlayabilir, ama ‘çeyrek’ kavramı onun için uygun değil, onu 2’nci sınıfa çektik. Farklı bir düşüncede olsaydık, felsefe dersini kaldırırdık, oysa artırdık.”“Milli Eğitim Temel Kanunu’nda ‘Bütün eğitim, Atatürk İlkelerine uygun yapılır’ diye bir madde var. Bu maddeden asla taviz yok! Biz, manevi değerlerimize ve varlıklarımıza önem veriyoruz. Atatürk en büyük değerimiz. Atatürkçülük’ün anlam ve önemi hep vurgulandı, etkinliklerle pekiştirildi. Biraz ‘insaf’ istiyoruz…”‘Hedef OECD ortalaması’Eğitimdeki en büyük başarılarının okul öncesi eğitime yaptıkları katkı olduğunu belirten Yılmaz, 100 bin dolayında yavrumuzun okul öncesi eğitim almasını sağladık. Bu bile, başlı başına bir olay. Şu anda okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranımız yüzde 70, 2019’da yüzde 92’yi yakalamayı hedefliyoruz. Okulöncesinde taşımalı eğitim yapmayacağız, yani çocukları bir yerden bir yere taşımayacağız; gerekirse öğretmeni taşıyabiliriz. Erzincan’da okulöncesi okullaşma oranı, Türkiye ortalamasının üzerinde, yüzde 80 dolaylarında. Bunlar çok güzel gelişmeler… Özel okullaşma, üzerinde hassasiyetle durduğumuz bir konu. Yüzde 2’lerden, yüzde 7,8’lere geldik. Yeter mi, yetmez! Özel okullarda okuyan öğrenci sayımız 200 bin dolayındaydı, şu anda bu sayı tam 1 milyon 200 bin dolaylarında. OECD ortalaması yüzde 15, hedefimiz öncelikle bunu yakalamak…
Siri, iOS işletim sisteminin bir parçası. ‘Akıllı kiş isel asistan ve bilgi gezgini’ olarak tanımlayabiliriz…Bu programın amacı; soruları yanıtlamak, tavsiyelerde bulunmak ve web hizmetlerindeki eylemleri gerçekleştirmek…2011’den beri milyonlarca kullanıcıya hizmet veren Siri, Türkçe desteği de kazandı. Siri ile Türkçe konuşmaya başlayan kullanıcılarının paylaşımları sosyal medyada sıklıkla yer alıyor.. .İşte, Türk kullanıcıların Siri ile sohbetlerinden bazıları:“Çok güzelsin”Neden herkes bunu söyleyip duruyor, anlamıyorum; ama yine de teşekkürler.“Benimle evlenir misin?”Bunu ilk soran sen değilsin.“Benim ismim ne?”Bana mı soruyorsun?Merak ediyorum, acaba tercih döneminde ‘Siri, hangi bölümü seçmeliyim?’ diye soran Türk öğrenci oldu mu?Eminim, bu soruya Siri’nin yanıtı şöyle olurdu: “Tercih yapma, değmez!”***Japonya’da sigorta şirketi, 34 çalışanını ‘gereksiz görüp’ işten çıkarıyor. Şirket, işleri yapay zeka sistemine devrediyor…İnsanların yerini akıllı robotların alacağı bilim-kurgu hikayeleri gerçek olmaya başladı. Bu hamleyle yüzde 30’luk bir verimlilik artışı olacağını öngören şirket, iki yıldan az bir süre içinde geri dönüş almayı planlıyor.İşlerin devredildiği yapay zaka, ‘insan gibi düşünebilen bilişsel teknolojiye’ sahip. Poliçe sahiplerine yapılan ödemeleri kendi başına hesaplayacak…Nomura Araştırma Enstitüsü’nün 2015’te hazırladığı rapora göre 2035’e kadar robotlar, Japonya’daki tüm işlerin yarısını yapabilecek hale gelecek…***Yapay zekayla geliştirilen robot, üniversite sınavında ortalamanın üzerinde puan almayı başardı…Japonya’da Ulusal Enformatik Enstitüsü tarafından ‘Todai Robot Zekası’ projesi kapsamında geliştirilen robot; matematik, fizik ve İngilizce testlerini cevaplayarak 950 puan üzerinden 511 puan alarak sınavı geçti.Japon bilim insanları, Tokyo Üniversitesi’ne giriş sınavını geçebilecek bir robot üretmek üzere çalışıyordu. Japonya’da Ulusal Enformatik Enstitüsü tarafından geliştirilen yapay zekâ, sınavda ortalamanın üzerinde bir başarı gösterdi.Japon öğrencilerin puan ortalaması ise 416’da kaldı. Bu sonuçla Todai Robot Zekası, ülkedeki 441 özel üniversite ve 33 devlet üniversitesinin bazı bölümlerine kayıt yaptırabilecek puana erişti, ancak robotun puanı yine de Tokyo Üniversitesi’ne girmeye yetmedi.Proje uzmanları, robotun 2021’de Tokyo Üniversitesi’ni kazanacak yeteneğe kavuşacağına inandıklarını söylüyorlar.Soru şu: ‘Todai Robot Zekası’, Türkiye’de ÖSYM’nin sınavlarına girseydi kaç puan alırdı?Tahmini 330 dolaylarında bir puan alırdı!Peki, yapay zeka bu puanla Türkiye’de hangi üniversiteleri ve hangi bölümleri kazanırdı (şayet tercih yaparsa) ?MF puan türünde: Çukurova Üni. Biyomedikal Müh., Dokuz Eylül Üni. Metalurji ve Malzeme Müh., Erciyes Üni. Makine Müh., Gazi Üni. Kimya Müh., Hacettepe Üni. Nükleer Enerji Müh. (İng.), İTÜ Jeoloji Müh., Marmara Üni. Tekstil Müh., Kocaeli Üni. Makine Müh. (İÖ), Ondokuz Mayıs Üni. Veteriner Fak., Ankara Üni. Gıda Müh., Uludağ Üni. Moleküler Biyoloji ve Genetik ve vakıf üniversitelerinin pek çoğunda yüzde 75 ile yüzde 100 arasında değişen burslu programlar…***2020’ye gelindiğinde insan beyninin işlevselliğine erişmiş bir bilgisayarın fiyatının bin dolar olacağı tahmin ediliyor. 2030’da bin dolarlık bir bilgisayarın bellek kapasitesi bin insanın belleğine eşit olacak. 2050’de ise yine bin dolara, dünyadaki tüm insanların beyin gücünden daha fazlasını satın alabileceğiz .Geldiğimiz nokta bu!Peki, bunları neden yazdım?‘Arabın derdi kırmızı papuç’ diye bir deyim var; önemli işler dururken, önemsiz detaylara takılanlar için söylenir…Bizim derdimiz ‘acaba kontenjanlar neden boş kaldı’; milletin derdi ise ‘eyvah, yapay zekalar kendi aralarında konuşmaya başladı’.İşte, böyle…
‘Kemanı Ağlatan Adam’ ı dinliyorum, Farid Farjad ...Kemanı bilmem, ama ben ağlıyorum!Dünyanın en iyi keman virtüözlerinden biri...Keman, bir insan eline bu kadar yakışır...Onu dinlemek, ölmeden önce yapılması gerekenlerden; mutlaka dinlenmeli...Ne diyelim, kalite!M. Ravel ’e hayranım, en sevdiğim bestecilerden, çağdaş bir Fransız besteci...En tanınmış eseri Bolero ...İlginç bir eser; ağır ritimli bir İspanyol dansı. Bir dizi aynı notanın, her seferinde farklı gamdan art arda çalınmasından oluşuyor .Ravel ve Bolero için söylenecek tek bir kelime var; kalite...Sergiu Celibidache ...Belki de dünyanın gelmiş geçmiş en özgün orkestra şefi, en derin müzik adamlarından biri , büyük şef...Duruşu farklı, kendinden emin...Münih Filarmoni Orkestrası ’nın en ünlü şefinin Sergiu Celibid ache olduğunu rahatlıkla söyeleyebiliriz. Celibidache, orkestranın ünlenişi ve gelişim inde de önemli bir yere sahip .Eser: BoleroOrkestra: Münih Filarmoni OrkestrasıŞef: Sergiu CelibidacheÖlmeden önce izlenmesi gerekenlerden, mutlaka izlenmeli...Bir baton, bir insanın eline bu kadar yakışır...Ne diyelim, kalite!‘Kim Milyoner Olmak İster’ yarışma programının eski bölümlerine bakıyorum...Soru: ‘Pi’ sayısı hangi rakamla başlar?Verilen Cevap: 1Doğru Cevap: 3Bu cevabı veren bir üniversite öğrencisi...Rencide olmasın diye, üniversitenin adını vermeyeceğim; ama İstanbul’daki en iyi devlet üniversitelerinden biri olduğunu belirteyim...Ne diyelim, kalite?Soru: Halk arasında kullanılan bir söze göre, ‘Hangi taş yosun tutmaz?’Verilen Cevap: IslananDoğru Cevap: YuvarlananÜniversitenin adını vermeyeyim, ama adayın hem hukuk, hem de iktisat okuduğunu ve kazandığı yıl LYS’de Türkiye 5’incisi olduğunu söyleyeyim...Ne diyelim, kalite?Soru: ‘Kaşma çatını, gas baza, yarayan kanasıdır’ gibi ifadeler, aşağıdakilerden hangisine örnektir?Verilen Cevap: Ünsüz benzeşmesiDoğru cevap: Dil sürçmesiBu üniversite öğrencisi, güzel İzmir’deki bir devlet üniversitesinin sınıf öğretmenliği bölümünde okuyor...Ne diyelim, kalite?Soru: İzlemekte olduğunuz programda ‘Haydi çocuklar, 78 milyon tek yürek’ gibi ifade kullanıldığında, muhtemelen aşağıdakilerden hangisi izleniyordur?Verilen Cevap: Çizgi FilmDoğru Cevap: Spor KarşılaşmasıSelçuk Yöntem , dayanamadı, aynen şu ifadeyi kullandı: Allah iyiliğini versin senin...Bu öğrenci, herkesin girmek için can attığı bir devlet üniversitesi, Ankara’da; anladınız, değil mi?Ne diyelim, kalite?***İyi ki üniversite sınavlarını bu yarışmanın sorularını hazırlayanlar yapmıyor, vallahi bizim çocuklar dökülür.Şu anda kontenjanlar boş kalıyor, o zaman sınavı kazanan kimse kalmaz...Sınava giren gençler, yatın kalkın dua edin, ÖSYM’ye teşekkür edin, yoksa haliniz duman!YÖK ve üniversitelerden bir ricam var: Programlara, bu yarışmaya hazırlık dersi (kredi) koyun; bu dersi veren, bu yarışmaya katılsın; nasıl olur?Demek ki, çocuklarda bir şeyler eksik, parçalar tam yerine oturmamış. Eksik olan kültür mü desem, özgüven mi desem; vallahi ne diyeceğimi bilemedim...YÖK de ‘kalite’nin önemine vurgu yapıyor, yükseköğretimde kalite olmalı...Elzem...Olmazsa olmaz!Ama nasıl olacak?Baraj koyarak, sıralama barajı getirerek, yarı uçlu açık soru ekleyerek bu işler olmaz; sadece rakamsal düzenlemelerle kalite olmaz, başka şeyler de gerekli!Bu şekilde olsaydı, Türkiye 5’incisi elenmezdi...‘TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ’ olmalı, hem de külliyen...ÖSYM, üniversiteler, müfredatlar, sektörel işbirlikleri, hoca ve öğrenci yeterlikleri, ortaöğretim eksikleri vb... İşte, bunların hepsinin irdelenmesi lazım, en objektifinden...Kontenjanların boş kalması, bence MİLAT olmalı; şu ek yerleştirme de bir bitsin, şapkamızı önümüze koyup düşünelim...
ÖSYM’nin bir sloganı var: “EMEĞİNİZ EMANETİMİZDİR” diye…Çok hoş, anlamlı; güven telkin ediyor, emeği kutsallaştırıyor.Emeğine saygı duyuyorum, onu koruyup gözeteceğim anlamına geliyor…Bu slogan, okul koridorlarının ve sınav salonlarının ‘demirbaşı’ dır, ÖSYM tarafından okul idarelerine zimmetlenmiştir.Sınav kalemlerinin üstünde bile yazar, ‘yalnız değilsin, arkandayım’ güvencesi verir.***Sabah saatlerinde ÖSYM’den puan hesaplamasında hata yapıldığıyla ilgili açıklama geldi. Açıklamada, “Tablo 6-C’nin ekindeki okullardan mezun olan adayların ek puansız yerleştirme puanları kullanıldı. 1110 adayın yerleştirmesi değişmiş, 1628 aday daha önce bir programa yerleşmemişken yerleşir duruma gelmiş, daha önce bir programa yerleştiği açıklanan 1499 aday herhangi bir programa yerleşmemiştir” denildi. Sonra da özür dilendi…Şaka gibi…Bu kaçıncı hata; her sınavda soruları hatalı hazırlıyorsun, puanları hatalı hesaplıyorsun, kazananları iptal ediyorsun, kaybedenlere ‘kazandın’ diyorsun…ÖSYM, LYS sonuçları açıklandığında da aynı hatayı yaptı, 7 bin küsür adayın OBP’sini yanlış hesapladı. Bir şey demedik, ama şimdiki hata ‘az buz’ bir hata değil!Her şeyden önce bu çocuk oyuncağı değil, attığın her adımda yeni bir sorunla karşılaşıyoruz. TABLO-6C, sadece bin küsür adayı ilgilendiren bir tablo değil ki, yüz binleri etkileyen bir tablo. O, koskoca tablodan bin küsür kişiyi nasıl ayıkladın?Bu çok ciddi bir soru, bundan etkilenen meslek liselerinin hangi alanları. Sen söylemeden, ben bir tahmin yürüteyim bakayım: İLAHİYAT VE ASKERİ LİSELER olabilir mi acaba?Şimdi, soru şu: “NEDEN BU LİSELER, NEDEN BU ALANLAR?”Şimdi, ikinci soru şu: “BİLEREK Mİ, BİLMEYEREK Mİ?”İkisi de kabul edilebilir gibi değil!Acaba…***Bir takım kurallar koyarak işi ciddi yaptıklarını iddia edenler, işin gereğini yerine getirsin. Sadece özür dilemekle bu işler olmaz. Son bir şey daha eklemek istiyorum: ÖSYM, yılda 40-50 sınav yapıyor, acaba diğer sınavları nasıl değerlendiriyor, vallahi içime bit yeniği düştü…
Çok beğendiğim bir slogan var: “Meslek Lisesi Memleket Meselesi...”Milli Eğitim Bakanlığı ile Koç Holding a rasında 2006 yılında imzalanan “Mesleki Eğitimin Gel iştirilmesi İşbirliği Protokolü” Koç Holding’in sahip olduğu güçlü yanların, ülkemizin işsizlik ve nitelikli iş gücü ihtiyacı sorunlarının çözümü için seferber edilmesi üzerine kuruldu. Vehbi Koç Vakfı’nın da destek verdiği ve “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” sloganı ile özdeşleşen proje kapsamında mesleki teknik eğitimin önemi konusunda toplumun her kesiminde farkındalık yaratmak ve bu konuda liderlik yaparak, devletle iş dünyası arasında işbirliğinin tohumlarını atmak amaçlandı.Güzel, olağanüstü güzel bir proje...Paydaşları tebrik eder, projeye desteklerinin artarak devamını dileriz...Yerleştirme sonuçları açıklandığında, mesleki eğitimle ilgili bir başka sorunla karşılaştık; iki yıllık meslek yüksekokulları boş kalmıştı!Slogan şuna dönüştü: “Mesleki Eğitimde Boş Kalan Kontenjanlar Memleket Meselesi...”Haydaaa...Peki, şimdi n’olacak?Bu, hiç hesapta yoktu...Sloganı bulduk, bulmasına da; bu projenin paydaşları kim?YÖK, ÖSYM ve ADAYLAR...Bu projede işbirliğinden söz edilebilir mi?Hadi canım sizde, 164 bin kontenjanın açıkta kaldığı yerde işbirliğinden söz edilebilir mi?Tercih yapma hakkı bulunan 729.252 meslek liseli adaydan sadece 366.916 ’sı tercih yapmış, geri kalan 362.336 aday tercih bile yapmamış veya yapamamış...Yazık, meslek liseli genç adayların yarısı tercih yapma mutluluğunu bile yaşayamamış!Hadi vakıflar paralı, yarı burslu filan, bundan dolayı tercih edilmedi diyelim. Peki, devlet meslek yüksekokulları neden boş kaldı, onlar da mı paralı?İki yıllık programlarda devletteki boş kontenjan sayısı 128 bin, vakıflardaki ise 35 bin; yukarıda dediğimizin tam tersi bir durum.Ortada çok garip bir tablo var, akıl sır erecek gibi değil...Üstelik bu çocuklar, gerçekten okumayı çok istiyor; ilk hedefleri dört yıllık bölümler, olmadı iki yıllığı kazanıp, oradan da dikey geçiş yaparak, dört yıllığa tamamlamayı düşünüyorlar.Şimdi anlamadığım nokta şu: Okumak isteyen var, yer de var; bunlar nasıl eşleşemedi, bunları eşleştirememe (güzel bir tanımlama oldu! ) başarısını kim gösterdi? Bunu başaranı hakikaten kutlamak gerekir.Aslında birinin şunu yüksek sesle haykırma zamanı gelmedi mi: BU SINAV, MESLEK LİSELERİNE UYGUN BİR SINAV DEĞİL!Okudukları müfredat, yaptıkları staj, çalışma koşulları bu sınava uygun değil. İşin kolayına kaçıp, herkese tek tip elbise (sınav) giydirmeye çalışıyoruz. Sonuç da böyle oluyor...‘Küt’ diye sınavsız geçişi kaldırıyoruz, ‘pat’ diye ek katsayıyı tırpanlıyoruz, meslek liselerine 30.03.2012 öncesi kayıt olanlar diyoruz, sonrası kayıt olanlar diyoruz, diyoruz da diyoruz...Yazık, çocukların da ‘gık’ı çıkmıyor, ne yaparsak ‘eyvallah’ diyorlar...Ama ‘yeter gari’ dediler; tercih yapmayarak, kontenjanları boş bırakarak bombayı yetkililerin kucağına bıraktılar...Şimdi bu işten sorumlu olanlara ‘eyyy yetkililer ’ denecektir herhalde, bana öyle geliyor...En azından denmeli...Genç nüfusumuzla övünüyoruz, 20 milyon genç nüfusumuz var diyoruz. En büyük zenginliğe sahibiz, daha ötesi yok!Türkiye gibi genç nüfusun yoğun olduğu bir ülkede, gençlerin okul ve çalışma hayatında aktif olamaması, uzun vadede ciddi sorunların habercisidir. Düşünsenize, bu çocuklar ne okulda ne de nitelikli bir işte olacaklar.Yerleştime-me Komisyonu’ndan bir ricamız olacak: Bu çocuklar zaten mesleki sıkıntı yaşıyorlar, hiç olmazsa onlara okul sıkıntısı yaşatmayalım, sıralarını boş bırakmayalım, boş kalan sıralara onları oturtalım...Efendim, dün vakıf üniversitelerinde dört yıllık bölümlerin doluluk oranlarını vermiştik; çok talep geldi, vakıf üniversitelerinin iki yıllık programlardaki doluluk oranlarını da verir misiniz, diye...Tablo aşağıda, incelemenize sunarız...
Sandıklar açılınca, seçmen siyasi partilere bir mesaj verir, “bizimlasın” der veya “bizimla değilsin” der; üniversite sonuçları açıklanınca, mesajı bu kez üniversite adayları verdi, hem de en sertinden: “Bizimla değilsiniz!”Yekta Saraç Hocam, mesajı aldık herhalde!Bir sonraki seçimi beklemeden önce, yerel seçimlerde (ek yerleştirme) bir şeyler yapmak gerekmez mi? Seçmene bir kulak versek, ivedi bir çözüm paketi sunsak...Şaka bir tarafa, üniversite adayları kontenjanları boş bırakarak üniversitelere bir mesaj verdiler, hem de kimsenin beklemediği bir mesaj.Aslında ben böyle bir tabloyla karşılaşacağımı çok iyi biliyordum. Tercih dönemi, daha önceki dönemler gibi coşukulu geçmedi, üniversite kampüslerinde o eski canlılık yoktu, üniversite ziyaretleri cansızdı, hatta bunu tercih dönemindeki yazılarımda kısmen dile getirdim “inşallah önümüzdeki günlerde trafik yoğunlaşır” dedim.Eğri oturup, doğru konuşalım; üniversitelermizin, adaylara kampüs veya çarpıcı bölüm isimleri sunmaktan ziyade, geleceği tasarlamak için ihtiyaç duydukları becerileri öğretecek bir yapıya dönmeleri gerekiyor. Bu iş, sadece ‘şaşalı’ reklam kampanyalarıyla yürümez.Üniversiteler ‘yüksek lise’ anlayışından sıyrılmalı; üniversiteler, sadece öğrenci alan, ders verilen, ders alınan, not tutulan, vizelere ve finallere girilen yerler olmaktan çıkmalı. Meslek edindirme kurumları da olmamalı. Üniversite, iş ve işçi bulma kurumu da değildir; iş garantisi de vermemeli. Üniversite, üniversite gibi davranmalı!Bir akşam eve geldiğimde, eşim “n’oldu, bir şey mi oldu, üzgünsün” dedi. Bir üniversite ziyaretinden döndüğümü, üniversitenin durumuna çok üzüldüğümü belirttim. Sözünü ettiğim üniversite İstanbul’da ve üniversite olduğunu sanıyor ve birileri de buna müsaade ediyor!Birileri müsaade etmiş, etmesine de; bak, seçmen (seçici) müsaade etmiyor, dersini veriyor...852 bin aday tercih yapmamış, 220 bin dolayında da boş kontenjan var; kim bunu, nasıl açıklayacak; neden böyle oldu?Hadi, üniversiteler bunu açıklasın, üniversitelerin görevlerinden biri de ‘araştırma’ yapmak değil mi, hadi, niye duruyorsunuz...YÖK, sizden de bir açıklama bekliyoruz; adaylar neden böyle bir mesaj verdi, bize bir PowerPoint sunusu yapar mısınız?Adaylar yere sağlam basmak istiyor; her şeyden önce iyi bir eğitim istiyor, hangi bölümde okursa okusun üniversite mezunu olduğu zaman farklı iş yapabilme becerisini kazanmak istiyor, ‘farklılık’ istiyor.Ezcümle, adaylar sadece üniversiteye kapağı atmak, sadece kuru kuruya bir diploma sahibi olmamak ve belirsiz bir gelecek istemiyor!Yazının yanında mühürlü ve tasdikli bir karne var, dersini iyi yapanlarla sınıfta kalanların karnesi; herkes bu karneyi iyi okumalı...Üniversite adayları tercihlerini yaparken, üniversitelerin yabancı dil öğrenme fırsatını, yurtdışı işbirliklerini, sektörel ilişkilerini, üniversitenin kendisine sunduğu farklılıkları sorguluyor, mezunların nerelerde ne yaptığını araştırıyor, verdiği ücretin karşılığını ‘kalite’ olarak talep ediyor.Ekonomik durum son derece önemli. Tercih döneminde bir veli çok doğru bir şey söyledi: “Hocam, bazı bölümlere başarı sırası kıstası koydular, neden üniversiteler arasında fiyat kıstası koymuyorlar. Üniversitelerin birinde tıp 40 bin lira, ötekinde 30 bin lira, neden ücretler arasında böylesine uçurum oluyor?”İşte, ‘sarı kart’ aslında burada cepten çıkmış, sonuçlar açıklandığında da bu kartın rengi kırmızıya dönüştü!Üniversitelerin bir uzmanlığı, bir farklılığı olmalı. Bizde Allah ne verdiyse, her şey var; o da var, bu da var, seç seç al. Sende olan bende de var, bendeki sende de var; peki, fark nerede? O, ne yazık ki yok!Bu noktada YÖK’e büyük sorumluluk düşüyor. Üniversite olmanın sadece öğrenciyi alıp, eğitim verip, diploma sahibi yapmak değil, katma değer katmak olduğunu vurgulaması lazım.Her yıl, gençlerle aramızdaki fark 2 yıl açılıyor; iki yılda bu fark bir anda 4 yıla çıkıyor. Onları iyi okumak, onları iyi anlamak gerekiyor. Onlar bizden farklı düşünüyor ve farklı davranıyor; ilgi, alaka ve yetenekleri bizden farklı, gelecek beklentileri ve davranış şekilleri çok farklı. Sanırım, üniversiteler ve bu aşamadan sorumlu birimlerimiz gençleri çok iyi okuyamıyor...