Ak Parti cenahında “gizli hayırcılar” taraması ve suçlamalar artıyor.Referandum kampanyasının açılış toplantısına Abdullah Gül de Ahmet Davutoğlu da kurucu kadronun halen emekli isimleri de katılmadı.Ak Parti merkezinin sert sözcüleri için zaten bu isimler çoktandır hizip faaliyetleriyle suçlanıyor.“Gizli hayırcılar” referandum öncesinde ortaya çıkmayacaklar, halkı ‘hayır’ demeye çağırmayacaklar.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni çevresi, kadrosu kuşkusuz eskilerin birinci hedefi ve eğer hayır çıkarsa da bunların kellesi istenecek.“Hayır cephesi”nin büyük beklentisi çok açık. Eğer hayır çıkarsa Hükümetin ve Erdoğan’ın istifası ve seçim istenecek.“Gizli hayırcılar”ın bu tür “kaos” beklentileri olmadığı ortada. Yani referandumda hayır çıkarsa Erdoğan da Hükümet de istifa etmeyecek, “nev zuhur” kadro tasfiye edilerek “fabrika ayarlarına dönüş” hamlesi denenecek.Şu anda Erdoğan’ın çevresindeki kadro için de “hayır” ihtimalinde yapılacak bellidir: 17 Nisan’ın gündemi “gizli hayırcılar”ın tümüyle partiden tasfiye edilmesidir.Sandıktan hayır çıkmasının sorumluluğunun onlara yüklenmesi kolay olacaktır.Bu arada bütün eski hesapların çıkması da kaçınılmazdır. 16 Nisan’ın sonucu ne olursa olsun birikmiş enerjilerin açığa çıkması ve hesapların ortaya dökülmesi kaçınılmazdır.Referandum sonucu ne olursa olsun ülkenin geleceğiyle birlikte Ak Parti’nin geleceği de yeniden çizilmeye başlanacak.Yüz yıllık bir sistemin değişmesi toplum için çok büyük olaydır. Sistemi değiştirme hamlesine kalkışmak da buna cesaret eden için çok büyük olaydır.Değişimi başlatanların da bir çok ayrıntıyı şimdiden öngörmesi mümkün değildir.Bu süreçte hangi unsurların öne çıkacağı, etkili olacağını da bu aşamada tespit etmek kolay değil.Ak Parti merkezinde de böyle hissiyatlar olmalı ki, “gizli hayırcılar” konusu da bir tedirginlik yaratabiliyor.Yine de en kesin durum, 17 Nisan’da Tayyip Erdoğan’ın da Ak Parti hükümetinin de yerlerinde olacağıdır.
Araştırmacı Adil Gür net bir rakam verdi: 5 milyon. Bu 5 milyon referandumun sonucunu belirleyecek seçmen sayısı.Son iki genel seçime baktığımız zaman da, sonuçları bu 5 milyon seçmenin yer değiştirmesinin belirlediğini görebiliriz.Beş milyon rakamı, genel oyun yüzde 10’unu ifade ediyor.Seçmenin yüzde 90’ının kararını vermiş olduğu bir noktada yüzde 10’u hafifseyenler olabilir.Ama geçen Haziran ve Kasım seçimlerine baktığımız zaman bu 5 milyon oyun hareketinin sonuçlarda büyük fark yarattığını görebiliriz.Haziran 2015’te bir kısım seçmen sandığa gitmedi, daha önce Ak Parti’ye oy vermiş olan bir kısım seçmen de HDP’ye oy verdi.Ve sonuçta sandıktan beklenmeyen bir sonuç çıktı, Ak Parti Meclis çoğunluğunu kaybetti, koalisyon zorunlu oldu.Ak Parti Haziran sonrasındaki krizi yukarı çekerek yeni bir durum yarattı ve Haziran’ın kararsızlarını geri alarak en yüksek oy oranına ulaştı.Kasım 2015’te Ak Parti’ye dönen seçmen aynı noktada durursa, MHP tarafından gelecek küçük bir katkı ile referandumda evet çıkması mümkün olacaktır.Toplam oyu 5 milyon dolayında olan MHP’den 2 milyon oyun evet demesi de sonucu kesinleştirir.Haziran’da HDP’ye oy vermiş olup Kasım’da Ak Parti’ye dönmüş olan seçmenin tekrar HDP’ye dönmesi de sonucu etkilemez.Adil Gür’ün ifade ettiği 5 milyon kararsız seçmen üzerinden hesap yaptığımız zaman da yine aynı noktaya ulaşıyoruz.Evet’ler yüzde 54-57 bandında, Hayır’lar yüzde 43-46 bandındadır.Seçmenin yüzde 90’ı tavrını belirlemiş olduğuna göre, anayasa değişikliğinin içeriği üzerine yapılacak tartışmaların bu ana gövdeyi etkilemesi zor görünmektedir. Kararsız yüzde 10’u etkilemek için iki tarafın da dini temalar kullanmasının da birbirini etkisiz kılması muhtemeldir.Buna karşılık kararsız seçmen üzerinde etkili olma ihtimali en yüksek olan durum Tayyip Erdoğan’ın sahaya çıkması olacaktır. Seçmen sonuçta Tayyip Erdoğan’a evet ya da hayır demek noktasında olduğuna göre ana pozisyonlar da değişmeyecektir.Kısa bir ara veriyoruz. Haftaya görüşmek üzere. O.G.
Referanduma iki ay var ve biz şimdiden sert bir çatışma ortamına girdik.Neyi oylayacağız? Türkiye’nin yönetim sistemindeki bir değişikliği.Bu değişikliğin ülkeye ve bütün vatandaşlara faydalı olacağını düşünebiliriz ya da tersini düşünebiliriz ve buna göre oy kullanırız.Ne yazık ki öyle olmuyor. Bir taraf, bu değişiklik olursa ülkenin mahvolacağını, biteceğini düşünüyor.Diğer taraf da bu değişiklik olmazsa ülkenin yönetilemeyeceğini, mahvolacağını düşünüyor.İki taraf için de, kendisi gibi düşünmeyenler “vatan haini”dir.Sistemle ilgili, sistemin avantajları ve dezavantajlarıyla ilgili tartışmayı çoktan bıraktık.Hayır diyecek olanların, aslında 15 Temmuz darbe girişimindeki yenilginin rövanşını almak istediğini düşündüğümüz zaman da bunlara “vatan haini” dışında bir şey diyemeyiz.Kendisi gibi düşünmeyen milyonlarca insanı “vatan haini” ilan etmenin ciddi bir arızaya işaret ettiğine dikkat çeken fazla kimse yok.Taraflar seçilmiş, vuruşma alanları belirlenmiştir. Böyle bir ruh halinde milyonlarca vatandaşını vatan haini ilan etmenin ciddiyetini düşünmek de mümkün değildir.Bir yıldan fazla bir süredir başkanlık sistemiyle ilgili bir çok laf ediliyor. Ama vatandaşların yaklaşık yüzde 20’sinin hâlâ meclisin de kalkacağını sanmasının vahameti üzerinde durmamız gerekiyor.Her beş vatandaştan biri olmayan bir şeye oy verecek veya vermeyecektir.Taraflar bunun üzerinde durmayacaklar. Tam tersine şu anda evet ve hayır kelimelerine dini anlamlar yüklemekle meşguller.Referanduma son derece sağlıksız bir ortamda gidiyoruz. Savaşa gidenler için savaş 16 Nisan’da sona ermiş olmayacaktır.Evet’çiler de Hayır’cılar da gerilimi sürekli artırarak referandumu “hayat memat” meselesi haline getirme yolundan dönmeyecektir.Savaşa değil sandığa gittiğimizi, siyasi bir projeye evet ya da hayır diyeceğimizi anlatmak artık çok zordur.17 Nisan gününü, alıştığımız üzere 16 Nisan akşamı düşünmeye başlayacağız.
Bu deyimi fazla bulanlar olabilir. Ne kadar üzülsek de durum budur. Rusya tam anlamıyla “burnumuzu sürtmektedir”.Uçak krizinde önce geri adım atmadık. Sonra Rusya çok ağır bir fatura çıkardı. Sonunda geri adım atan biz olduk.Rusya Suriye krizinin çözümü konusuna Ankara’nın da katkıda bulunmasını kabul etti. Bunun maliyeti de Esad’ın görevini bırakması talebinden vazgeçilmesiydi.Bunu da kabul ettik, Moskova ve Tahran ile birlikte masaya oturduk.Aslında kurulan masa tek taraflı bir masa ve bu masada ne kadar ağırlığımız olduğu da şüpheli.Tek kabul edilen talebimiz YPG’nin masada olmamasıydı. Rusya bunu kabul etti, ama YPG’yi de PKK’yı da terör örgütü olarak görmediğini de söyledi.Ve Rus uçakları El Bab’da askerlerimizin bulunduğu binayı bombaladıktan sonra “sizin verdiğiniz koordinatlara göre vurduk” dedi ve sesimiz henüz çıkamadı.Ruslara yanlış koordinat verdiysek de burnumuz sürtülmüştür, yanlışımız yoksa ama sesimizi çıkaramıyorsak da burnumuz sürtülmüştür.Rusya ile güreş tutmaya kalktık, çünkü Suriye’deki Esad yönetiminin gitmesini hedef alan bir politika izledik.Şimdi vazgeçmiş olsak da, Rusya bizimle güreşe devam ediyor, bırakmıyor, bırakmaya niyeti olmadığını da sık sık ifade ediyor.İsmet İnönü bu durumu, “büyük devletle yatağa girmek” diye ifade etmişti.Geçen birkaç yıldır Amerika’ya, Avrupa’ya ve Rusya’ya karşı izlediğimiz politikalar bir çok iniş çıkış yaşadı. Ama esas olarak hepsiyle belli mesafeler oluştu.Hepsiyle birlikte güreş tutarken, kendimizi kendimize sol miktarda övdük, milliyetçi üslupları tırmandırdık, ama sonunda hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kaldık.Sıra geldi gücümüzün yetmediği güreşlerden çekilmeye. Bunun için de belki Suriye ve Irak’taki askerlerimizi çekerek işe başlayabiliriz.Esad hala Şam’da yerinde oturuyorsa, Rusya burnumuzu sürtmeye devam ediyorsa ve biz bundan bir ders çıkaramıyorsak, bunun adı politika olmaz, sadece şuursuzluk olur.Kendimizi kendimize övmeyi, şuursuz hedeflerle halkı yanıltmayı, dayanaksız babalanmaları kesersek de çok yerinde olur.
Türkiye’de üniversite, akademisyenler üç kez hedef alındı, tasfiyeye, kıyıma uğratıldı.27 Mayıs 1960 darbesinde üniversitede ilk büyük kıyım yapıldı.12 Mart 1971 sonrasında cuntanın koyduğu hükümet ara rejimde tasfiye girişimleri yaptı.12 Eylül 1980 darbesinin ardından askeri yönetim en büyük “temizliği” gerçekleştirdi.İlk kez, serbest seçimle gelmiş bir sivil hükümet üniversitede kıyım yapıyor.Kıyım, FETÖ soruşturmaları sırasında “at izi it izine karışırken” başladı, siyasi bildirilere, özellikle barış bildirilerine imza atmış akademisyenlerle devam ediyor.Oyların yüzde 50’sini alarak seçilmiş bir siyasi iktidarın, üç askeri cuntanın üniversite tasfiyesini tekrarlaması büyük talihsizliktir.Ak Parti ilk iktidar yıllarında YÖK’ün üniversitelerde kurduğu baskıcı sistemin düzeltilmesi konusunu açmış, tartışmıştır. Siyasi metinlerde üniversitede özgürlüğün bilim için esas olduğu da yer almıştır, seçim bildirgelerinde üniversitede demokratik reform vaadi de yer almıştır.Birçok olumsuzlukta, dışarıdan kurulmuş komploların izlerini arıyoruz. Bu kez aramaya gerek bile yok.Üniversiteye, akademisyenlere saldırı kimin fikriyse bunun sahipleri iktidara tuzak kurmuşlardır.Üç askeri cuntanın üniversiteye baskı fikrini kabul ettirmek ve uygulanmasını sağlamak, bir sivil siyasi iktidara kurulmuş tuzaktan başka bir şey olamaz.2010’da halk demokratik reformları onayladığı zaman Ak Parti hedefi “ileri demokrasi” olarak ilan etti.Bu arada yaşadığımız FETÖ’cü darbe girişimleri ve askeri darbe girişimine cevap hep demokrasiye sahip çıkılarak verildi.Tuzak da bu noktada kuruldu. Ve de çok belli ki Ak Parti’nin içinden kuruldu.Ak Parti bir temizlik yapmalı, ama içinde, kendisine ve demokrasiye tuzak kuranlara karşı yapmalı. Kin ve nefret dozunu sürekli artırarak Ak Parti’yi bir korku merkezi haline getirmeye çalışanlara karşı yapılmalı.Ak Parti demokrasi vaadiyle iktidara gelmiş, demokratik reformlar yaptıkça büyümüş, desteğini artırmış bir siyasi partidir. FETÖ’nün ve devletin yaptığı tahribata karşı direnecek ve kimliğini koruyabilecek olan da sadece Ak Parti’dir.
Ankara’da siyasi senaryo eksik olmaz. Genellikle mantıklısı da uçuğu da yan yana dolaşır durur.Önce Meclis başkanlığının, sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, anayasa değişikliğini bekletmesi de kaçınılmaz senaryolara yol açtı. “Hayır” cephesinde şu senaryo üretiliyor: “Cumhurbaşkanının önüne getirilen araştırmalarda evet çıkması kolay görünmüyor, bu yüzden Erdoğan anayasa değişikliğini ertelemeyi düşünüyor..”Bu senaryo, referandumda hayır çıkma ihtimalinin olduğunu düşünenlerin tekrarladığı bir senaryo.Bir başka senaryo ise siyasi gerilimleri artırmamak için, başkanlığın ertelenmesinin düşünüldüğüne ilişkin söylentiye dayanıyor.FETÖ sıkıntısı sona ermemişken, KHK’larla ihraçlar alabildiğine devam ederken, Kürt siyasetçilere yönelik tutuklama furyası artarken toplumda yeni bir çatışma alanı yaratmamak gerekir.Bu Ak Parti tarafında da ilgi gören bir senaryo olarak dolaşıyor.Referandum dolayısıyla ortaya çıkacak gerilim, bölünmeye eğilimli toplum kesimlerinde öngörülmesi güç gelişmelere yol açabilir. Bu durum da ekonomik sorunların öne çıktığı bir ortamda yıkıcı etkiler yaratabilir.Bu fikirleri dolaştıranlar, bu senaryonun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da iletilmiş olabileceğini, Erdoğan’ın bu yüzden beklediğini bir iddia olarak dile getiriyorlar.Bir de basit bir gecikme açıklaması var: Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasa değişikliğini onaylarken dört başı mamur bir gerekçe ile ortaya çıkmak istedi, bu yüzden çalışma biraz uzun sürdü.Ak Parti’nin tepesinden gelen haberlere göre Cumhurbaşkanı anayasa değişikliğini 10 Şubat’ta (yarın) onaylayacak ve resmi gazetede yayımı için başbakanlığa gönderecek.Böyle olsa da diğer senaryolar dolaşmaya ve Ankara’yı etkilemeye devam edecektir.Cumhurbaşkanının anayasa değişikliğini imzalamasıyla birlikte, yüz yıllık parlamenter sistemin yerini başkanlık sistemine bırakma süreci de fiilen başlayacaktır.Hatta başlamıştır ve ilk adım olarak devletin şirketleri ve mallarının önemli bir kısmı devlet bütçesinden çıkarılıp Varlık Fonu’na devredilmiştir.
Hem evet hem hayır cephesi, referandumu kazanacağına dair kuvvetli inanç gösteriyor.Ak Parti tarafında evet oranının yüzde 90’ı aşacağına ilişkin aşırı coşku ve beklentiler çıksa da hedefin yüzde 70 olarak tespit edildiği anlaşılıyor.Hayır cephesinin bütün unsurları da çok inançlı davransalar da şu anda birkaç arıza ile karşı karşıya bulunuyor.Soldaki küçük partilerde ortaya çıkan “boykot”, oy vermeme eğilimi oy miktarı olarak yüksek olmasa da bir moral etki yapıyor. Aynı şekilde Kürt seçmenin bir kısmında da “taraf olmamak” ve oy vermemek eğilimi konuşuluyor.Kandil’den gelecek her işaret de Kürtler arasında değişik tepkiler yaratacaktır.Dindar Kürtler içinde etkili olan Hüda-Par da evet oyu vereceğini ilan etmiştir.MHP tarafında da, muhaliflerin “hayır”ın çoğunluk olacağına inanç oldukça kuvvetlidir.Muhalif MHP’liler tabanın çoğunluğunun kendilerini izleyeceğini, CHP ve HDP ile ittifak suçlamasına rağmen “Erdoğan’a ve Bahçeli”ye hayır diyeceklerine güveniyorlar.Bu manzara üzerine basit bir hesap yaparsak, “hayırcılar”ın bayağı çok çalışması gerektiğini söyleyebiliriz.MHP seçmeni referandumda ortadan bölünse, yarısı evet yarısı hayır verse de evetler yüzde 50 oranı kolayca aşmaktadır.“Hayır”ın zorlanabilmesi için MHP’ye oy vermiş seçmenin üçte ikisinden fazlasının hayır demesi gerekmektedir.Bir önceki seçimde HDP’ye oy vermiş seçmenin blok halinde hayır demesiyle birlikte ulaşılacak oranlar yüzde 52 evet yüzde 43 hayır olmaktadır.Sandığa gitmeyen seçmenin oylarını nihai oranlara yarı yarıya eklesek bile yüzde 54.5 ve yüzde 45.5 oranları çıkmaktadır.Bu basit hesabın sonucu nettir: En az 2 milyon Ak Parti seçmeni fikir değiştirip referandumda hayır demezse evetler rahatça çoğunluk olur.Bu basit hesap bugünkü verilere göre yapılmıştır.Ak Parti’nin elindeki yüzde 54-55’i yeterli bulup bulmadığını da bilmiyoruz. Anayasa değişikliğinin halen Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalanıp referanduma gönderilmemiş olmasının nedenlerini de bilmiyoruz.Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan, anayasa değişikliğinden memnun kalmamışsa ve Meclis’e geri gönderirse hiçbir varsayımın hükmü kalmaz.
Anayasa referandumunda iki kesimin belirleyici olacağı ortada.Birinci kesim, MHP lideri Bahçeli’nin, devletin yeniden inşası adına da olsa Ak Parti ile birlikte hareket etmesinden rahatsız olan MHP’liler.İkinci kesim de daha önce HDP’ye oy vermiş olan Kürt vatandaşlar.MHP’liler, geçen cumhurbaşkanı seçimi ve yerel seçimlerde de partilerinin CHP ile işbirliği yapmasından hoşlanmamıştı, bir kısmı da sandığa gitmemişti.Genel seçimlerde kuvvetli bir Ak Parti ve Erdoğan karşıtı hatta çekilmesi MHP’yi tekrar yüzde 10’luk oy oranına taşıdı.Şimdi MHP’lilerden Ak Parti ile işbirliğini onaylamaları isteniyor. Bu işbirliğinin gidişatıyla ilgili kuşkuları giderecek herhangi bir kanıt da getirilmiyor.“Hayır” deme eğilimindeki MHP’lilerin dramı aslında küçük değil. Referandumda hayır demek onlar için, hiç sevmedikleri CHP ve nefret ettikleri HDP ile aynı safta bulunmak anlamına geliyor.CHP’nin ve HDP’nin, tereddütlü MHP’lileri “hayır”a çekmek için bir şey yapmaları da mümkün değil.MHP’lilerin bu durumu tartışmak ve muhasebesini yapmak için bayağı zamanları var.Onlara Ak Parti ve MHP yönetimi tarafından söylenecek olanlar da aslında temel hassasiyetlerinin dışında değil.Kuvvetli bir devlet yapılanması her durumda CHP ve HDP ile aynı hatta bulunmamaları için yeterli bir nedendir.Ak Parti’nin barış sürecini durdurup, Kürt sorununda askeri çözümü tercih etmesi de MHP’lilerin sonuna kadar destek verdikleri bir siyasettir.Tereddütlü MHP’liler referandumda evet deseler de hayır deseler de MHP’nin içine girdiği kaygan zeminden çıkmış olmayacaktır.Bahçeli’ye en sert tepkileri gösteren MHP’lilerin bile hayır kampanyası yapmak bir yana kendi başlarına hayır oyu kullanmaları bile iyice zorlaşacaktır.Muhalif MHP’lilerin fazla sandığa gitmemeyi seçmeleri muhtemeldir. Bunun da oy oranlarına etkisi evet’ler lehine olacaktır. Referandumda hayır çıkması için muhalif MHP’lilere umut bağlayanlar boş hayallere kapılmasınlar.