Almanya için “Türk sorunu” da “Kürt sorunu” da önemli ölçüde iç sorunlardır. Tabii ki orada yaşayan Türkler ve Türk vatandaşı Kürtler dolayısıyla.Bu yüzden Alman siyasetçiler genellikle Türkiye ile ilgili sorunlara daha “mutedil” yaklaşır, kendi içindeki Türkleri ve Kürtleri rahatsız etmemeye özen gösterir.Almanya Başbakanı Angela Merkel, bir süredir Suriyeli mülteciler konusunda, Avrupa adına direksiyonu ele aldı.Görüşmelerde, Türkiye’nin Avrupa’ya yaklaşması açısından önemli sayılan vize muafiyeti de mülteciler meselesinin yanına eklendi.Son nokta şu: Ankara, Avrupa Birliği’nin vize muafiyetini uygulamaya geçirmek için istediği “demokrasi” şartlarından birini yerine getirmeyi reddediyor. Bu terörle mücadele kanunda aslında daha önce yapılmış sonra vazgeçilmiş bir değişikliktir.Ankara o talebi yerine getirmeyeceğini net olarak söylüyor, defalarca tekrar ediyor, ama Avrupa ve Merkel her şey bitmemiş, bir çıkış bulunabilirmiş gibi “rölantide” davranıyor.Ankara’nın son pozisyonuna, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili sert ifadelerine bakıldığında Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz girme imkanının kalmadığını söyleyebiliriz.Suriyeli ilticacılarla ilgili olarak Avrupa Birliği Ankara’nın bir “geri kabul” kanunu çerçevesinde mültecileri Batı’ya göndermemesini istiyor.Ankara bu konuda da hem Avrupa Birliği’nin önerdiği parayı hem de diğer destekleri yetersiz bulmaktadır.Bazen imalarla bazen açık olarak Avrupa’ya söylenen “Mültecileri salarız, Batıya gitmelerini teşvik ederiz, o zaman görürsünüz” restidir.Siyasette restleşmek doğaldır, ama çok sık restleşmek her zaman bazı riskler, bazen hiç umulmadık riskler getirebilir.Merkel de görüşmelerin bu şekilde tıkanmasından sıkılmış olmalı ki “masayı devirmek”ten söz etti. Bu devrilecek masada Türklerin Avrupa Birliği ülkelerine vizeden kurtulması ve Türkiye’deki mültecilerin durumunun bir düzene bağlanması var.Eğer Merkel masayı devirirse ne olacağı da belli. Türkiye 2.5 milyon mülteciyle baş başa kalacak, Ege denizinde her gün onlarca, yüzlerce ceset toplanacak. Belki masa tekrar kurulacak ama, bu arada karşılıklı suçlamaların ağırlığı da Avrupa ile Türkiye arasındaki mesafeyi de açacak.
Teslim olan bir grup PKK’lının fotoğrafı yayınlandı. Çoğunluğu 15-16 yaşlarındaki çocuklar, sakalı çıkmış biri var, o da herhalde yönetici.Binbaşı ve beş askerin şehit düşmesi haberinin ardından terörün “belinin kırıldığını” göstermek için bu fotoğraflar yayınlandı.Bunları yan yana koyunca da durumun vahameti anlaşılıyor. Binbaşı da genç, askerleri de genç. Onlara saldıranlar da genç, hatta çocuk.Gençler ölüyor, daha da ölecekler. Çocuklar ölüyor, daha da ölecekler. Onların ölümlerine yakında hiç aldıran kalmayacak.Bu kan banyosunun durması için atılan herhangi bir adım yok, öyle bir adım atmaya niyetli olan da yok. Tam tersine her adım, her laf öfke ve nefretlerin biraz daha artmasına katkıda bulunuyor.“Sonuna kadar savaş” şu anda Hükümet-devletin en küçük taviz vermeden yürüdüğü hattır. PKK da buna en uygun tepkileri vererek bu hattın sağlamlaşmasını sağlamaktadır.Bu ölüm tarlasından çıkmak için ufukta herhangi bir girişim de görülmüyor. Siyasi iradeler diyor ki, Türk toplumu kaderine razı olsun, susarak savaşın sonunu beklesin..Toplumun sesi yüksek çıkmasa da, her zaman sorar “Bu işin sonu nereye varacak” diye. Şu anda kendisine söylenen “son”dan da tatmin olmadığının işaretlerini ufak ufak veriyor.Eğer PKK şehirlerden çekilme kararı alırsa, yeni bir dayanak ortaya çıkabilir. Kürt siyaseti de başını biraz kaldırmaya, barış için birkaç tuğla koymaya başlayabilir.PKK’nın öldürtecek çok adamı var. Yüz binlerce genç, yüz binlerce çocuk var ölmeyi bekleyen. Bunların hepsinin ölmesini öngörmek de siyaset değil cinayettir.PKK’ya baskı yapabilecek olan kuvvetlerin, şehirlerden çıkmaları için baskı yapması da bir arabuluculuk değildir. Bunu Hükümet-devlet tarafının da gerektiği gibi dikkate alması da şarttır.İlk adımın PKK’dan gelmesinden başka bir çare şu anda görünmediğine göre üzerinde durulması gereken durum da budur.Bunu da “PKK’yı kurtarma” ya da destek gibi görmeye teşne “şahinler”den etrafımızda çok fazla var. Bunlar, daha büyük komplo teorileri üretmeye de fazlasıyla meyyaller. Ama savaşları şahinler bitirmez, savaşlar şahinlere rağmen biter.
Meclis’te “temizlik” kararına destek olan CHP’nin de esas olarak Ak Parti hattında yer alması böylece tamamlandı.MHP’de Bahçeli yönetimi Ak Parti’nin, Hükümet-devlet’in yanında yerini kesin olarak aldığını açıklamıştı.CHP de devletçi geleneğine kesin bir dönüş yaparak Hükümet-devletin temel hatlarının yanında olduğunu ilan etti ve gereğini yaptı.Geleneksel devletçi politikalara tam dönüş için bütün adımlar atılırken muhalefetsiz bir siyasi yapı da sağlamlaşmış oldu.Kendini muhafazakar demokrat olarak niteleyen Ak Parti’nin iktidarının ilk dokuz yılına egemen olan reformcu icraatlar için de “bu kadar yeter” kararının verilmiş olduğu anlaşılıyor.İçinde muhafazakarların da olduğu, demokratların da olduğu bir “tek parti” modeline doğru gidişin doğal uzantısı da başkanlık sistemidir.İktidara talip olan, farklı siyasi fikirler geliştiren ve anlatan herhangi bir siyasi kuvvet kalmayınca eşyanın tabiatının gereği olan durum gerçekleşmiştir.Ak Parti’nin devletçi hatta gelişmesinin doğal sonucu olarak MHP’nin işlevsiz kalması beklenen bir gelişmeydi.Ama kendini sosyal demokrat veya solcu diye niteleyen kesimler CHP’nin bu kadar hızlı bir şekilde devletçi hatta sığınmasını beklemiyordu.CHP’nin şu anda basın ve ifade özgürlüğüyle ilgili birkaç itirazı dışında hiçbir alanda bir siyasi farklılığı kalmış değildir.Tayyip Erdoğan’la ilgili sert üslup da siyaset değildir, tam tersine siyaset yapmadan yapar gibi görünme faaliyetidir.Siyasetin bütün alanlarını kapsayan, devletle bütünleşmiş bir siyasi parti olmak 12 yıl önce Ak Parti’nin hedefi değildi. Ama çapsız, ufuksuz, fikirsiz muhalefetin büyük desteğiyle bu noktaya ulaştı.Ak Parti’de ve siyasetlerinde her değişiklik ancak kendi içinden gelen dinamiklerle mümkündür. Ak Parti’yi herhangi bir alanda zorlayacak bir siyasi ve toplumsal kuvvet kalmamıştır.Fiili tek parti sistemi için çok uğraşan MHP ve CHP erkanı ancak hızla eve giderlerse belki yeni siyasi gelişmelere küçük de olsa bir alan açılabilir. Bu da büyük bir çalışma ve zaman meselesidir.
Ak Parti’nin üçüncü genel başkanının seçildiği kongrenin havası, tam bir “başkanlık kongresi” havasıydı.Ak Parti, başkanlık sistemi için tam uyum pozisyonu alırken, yönetime giremeyenlerin büyük çoğunluğunun yine “birinci kuşak”tan olması da dikkat çekiciydi.Başbakan Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından istifaya davet edilmesinden itibaren her şey çok hızlı yaşandı.Kongre kararı, tarihin belirlenmesi, yeni genel başkan için temayül yoklamaları, kongre, Davutoğlu’nun istifası, Binali Yıldırım’ın atanması hiç nefes arası verilmeden, düşünme ve tartışma zamanı bırakılmadan gerçekleşti.Kongreye, daha önceki kongrelerden alışıldığı üzere bir “şenlik” havası verilmeye de çalışılmadı.Ak Parti, kamuya açık tartışma geleneği olan bir siyasi parti değildir, iç sorunlar “kapalı siyaset” ile çözülür. Bu yüzden Binali Yıldırım’ın genel başkanlık ve başbakanlığına parti içinden herhangi bir itiraz olup olmadığını bilmiyoruz.Davutoğlu’nun seçildiği kongre öncesinde, temayül yoklamalarının sonucundan bir tartışma yaşandığı anlaşılıyordu. Bu yoklamalarda en çok oyu aday olmayı düşünmediğini ilan ettiği halde Abdullah Gül almış, ikinci Binali Yıldırım olmuş, Erdoğan’ın tercihi Ahmet Davutoğlu üçüncü çıkmıştı.Bu kez yapılan temayül yoklamalarında bir ikinci ismin, belki üçüncü ismin de parti yöneticileri tarafından önerilip önerilmediği de bilinmiyor.Ama dünkü kongrede Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nda ciddi değişiklikler yapılması, dışarıda kalan isimlerin çoğunun birinci kuşak partililer olmasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteği ve önerisiyle gerçekleştiği düşünülecektir.Yeni Başbakan Yıldırım’ın kongredeki konuşmasındaki “başkanlık” vurgusu bundan sonraki siyasi hattı göstermektedir.Başkanlık sisteminin fiilen sağlamlaşması bu kongreyle sağlanmıştır, ama hukuki durum, yani anayasa değişikliği için de vakit kaybedilmeyecektir.Cumhurbaşkanı Erdoğan bütün siyasi stratejiyi buna göre kurarken, tabii ki parti içinde bir sorun yaşamayacaktır. MHP’nin yedeğe alınmasıyla birlikte, CHP’nin birkaç dişinin daha sökülmesi, HDP’nin merkez siyasetten atılması da bu stratejinin “garanti” unsurlarıdır.
Kürtler merkez siyasete 1991 seçiminde SHP listelerinde yer alarak girdiler. Sonra 1994’te enselerinden tutularak önce Meclis’ten atıldılar, sonra hapse kondular.Sonra ne olduğunu hatırlayanlar bilmeyenlere anlatsın. “90’lar” diye andığımız o kâbus dönemini hep birlikte yaşadık.Meclis dün yine Kürtlerin merkez siyasetten atılması için el kaldırdı. Muhtemelen 40’ın üzerindeki HDP’li milletvekili “teröre destek” suçlamasıyla yargılanacak, tutuklanacak.Böylece Meclis, merkez siyaset, demokratik siyaset bir kez daha Kürtlere kapanacak, HDP’ye verilmiş olan 5 milyon oy Meclis’in dışında kalacak.Asıl önemlisi, Kürtlerle Ankara arasındaki mesafe biraz daha büyümüş olacak, konuşma yolları tıkanacak.Eğer HDP’ye oy vermeyen, hatta Ak Parti’ye oy veren Kürtlerin HDP’lilerin içeri atılmasından memnun olacaklarını zannedenler varsa, bunlar fena halde yanılıyorlar.İlk aşama Ankara ile Kürtler arasındaki mesafenin biraz daha açılmasıdır. Türklerle Kürtler arasındaki mesafenin de daha çok açılmasını isteyen varsa, Meclis’in kararını referanduma götürür ve halka, Türklere onaylatır.Meclis’in anayasa değişikliğine 367 oy vermesiyle, değişikliğin kabulü için referanduma gerek kalmamıştır. Ama Cumhurbaşkanı isterse bu kararı yine de halkın önüne götürebilir. Halkın önüne gittiği zaman da ne çıkacağı bellidir.Ak Parti ile MHP de Meclis kararıyla aldıkları sorumluluğu halkla paylaşmak, karara halkı da ortak yapmak isteyebilirler.Savaş bir sonraki kuşağa da taşındığında, şehitler gelmeye devam ettiğinde bunun sorumlusu o kuşak tarafından arandığında “halk öyle oyladı” demenin ne kadar inandırıcı olacağı da o zaman görülecektir.Meclis’in Kürtleri Meclis’ten atma kararını Batı’nın ve demokratik değerlere bağlı çevrelerin nasıl göreceği de bellidir. Onlara Türkiye’de demokrasi olduğunu anlatmak da imkânsız hale gelmiştir.Meclis ne yaptığının, nasıl bir karara el kaldırdığının ne kadar farkındadır? Türkiye’nin gerçekten bölünme tehlikesine bu şekilde yaklaştığının farkında mıdır? Herhalde değillerdir ki, Ak Partilisi, MHP’lisi, CHP’lisi sevinç içinde el kaldırmışlardır.
Gülen, gülebilen siyasiler de olduğunu unutmuşuz. Karşıdaki kalabalığa mecburen gülümsemek değil gülmekten kastımız.Yeni Başbakan Binali Yıldırım görevine ilk adımı gülerek ve güldürerek attı. Lafa bir Temel fıkrasıyla başladı, kendi de güldü, salondaki Ak Partililer de güldü, herhalde ekranda izleyenler de gülmüştür.Siyasilerin hepsinin sürekli parmak sallayarak, gözlerinde şimşekler çakarak konuşmalarından sıkıldığımızı bu vesileyle itiraf edebiliriz.Binali Yıldırım açıklamadan sonra hiç vakit kaybetmeden Diyarbakır’a gitti. Önceliğin terör meselesinde olduğunu söyleme şekli de farklı ve insani olarak görülebilir.Yeni başbakanın görev süresi, genel seçime kadar üç yıl altı ay olacak. Ve bu üç buçuk yıl boyunca her gün Cumhurbaşkanı ile “uyum”u izlenecek.“Uyum” sorunları çıkma ihtimalinin en az olacağı tahmin edilen siyasetçilerden biri hep Binalı Yıldırım oldu.Tayyip Erdoğan ile Binali Yıldırım’ın yolları, Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde kesişti, 22 yıldır da birlikte çalışıyorlar.Cumhurbaşkanı Erdoğan ile başbakanı Yıldırım arasında bir uyum sorunu çıkacağına Ak Parti çevrelerinden de dışarıdan da ihtimal verilmiyor.Ak Parti 2019 Ağustosu’nda cumhurbaşkanı seçimine Binali Yıldırım’ın başbakanlığında gidecektir, Cumhurbaşkanı Erdoğan tekrar aday olacaktır. Herhangi bir uyumsuzluğun onarımı için bile çok az zaman vardır.Hiç unutulmasın, cumhurbaşkanı seçiminden üç ay sonra da genel seçimlere gidilecektir. Hükümetin, devletin tepesinde bir değişiklik ancak bu seçimden sonra gündeme gelebilir.Binali Yıldırım ile birlikte, artık çok uzamış olan gerginliklerde bir nebze olsun gerileme sağlanır, ortam biraz daha normalleşir mi? Bunun cevabı olarak hemen evet demek kolay değil. Ama Yıldırım’ın siyasi geçmişine ve siyaset üslubuna bakıldığı zaman bu yönde bir katkısının olabileceği de söylenebilir.Binali beyin gülmeye ve güldürmeye devam etmesi bile önemlidir. Eğer onun da suratı asılır, gözlerinde öfke, parmak sallamaya başlarsa, yine çıkamadık bu cendereden diye hayıflanırız.
Adabımız böyledir, önce “hayırlı olsun” deriz, sonrasına bakarız. Yeni başbakan bugün belli olacak, biz şimdiden “hayırlı olsun” diyelim.Perşembe günü, bugün 19 Mayıs kutlamaları sırasında Ak Parti yönetimi son toplantısını yapacak, sonra Cumhurbaşkanı’na gidecekler.Ak Parti içinde yapılan temayül yoklamalarının tümünden oldukça ağırlıklı bir şekilde Binali Yıldırım adının çıktığını biliyoruz. Dün akşam saatlerine kadar esen rüzgar da aynı ismi fısıldıyordu.Geçen sefer, Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı öncesinde çok ağırlıklı bir isim öne çıkmamıştı. Bu kez parti örgütleri ve milletvekilleri açık olarak Binali Yıldırım’ı istediklerini söylediler.Binali Yıldırım, Ak Parti’nin kurucu kadrosundan ve Erdoğan’ın “İstanbul” kadrosundan son kalan birkaç isimden biri. Bakanlık görevlerinde başarılı olduğu sadece Ak Partililerin değil, oy vermeyenlerin de teslim etikleri bir isim.Yıldırım’ın adının bu kadar net biçimde öne çıkmasında, bir önceki Haziran seçimlerinin ardından çok konuşulan “fabrika ayarlarına dönüş” rüzgarının da etkili olduğu söylenebilir.Ak Parti kadroları “genç” değil “tecrübeli” tercihi yaparken herhalde başbakanın bu kez tam bir “başkan yardımcısı” olarak çalışmasını öngörmüşlerdir.Erdoğan’ın kararının açıklanmasına saatler kala “son tercihteki güçlüğü” de değişmemiştir. Bu güçlük, yaklaşık üç yıl sonraki cumhurbaşkanı seçimi ve üç buçuk yıl sonraki genel seçim öncesinde bir kez daha “kadro değiştirme” ihtimalinin güçlüğüdür. Yeni başbakan kim olursa olsun, önümüzdeki birkaç ay yeni hükümet, hükümete güvenoyu, yaz tatili ve muhtemelen dokunulmazlık referandumu ile geçecektir.Yeni başbakan, “başkan yardımcısı” olarak çalışsa da hem bir cumhurbaşkanı seçimini, şu andaki anayasaya göre Erdoğan’ın son seçimi hem de genel seçimi yönetecek “ikinci” kişidir.Dolayısıyla önümüzdeki dönem, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki herhangi bir uyumsuzluğun telafi edilebileceği bir dönem değildir. Ama, bir gün kala, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partinin temayülüne, temayüllerine uyup uymayacağını, sevdiği üzere “ters köşe” yapıp yapmayacağını hala bilmiyoruz.Siyasette 24 saat bayağı uzun bir süredir.
“Temayül”ün yeni Türkçesi eğilim. “Temayül yoklaması” yapıldığı zaman da kullanılan oylar seçimi yapacak olanlar için, “filanca olsa iyi olur”dan öteye bir ağırlık taşımıyor.Ahmet Davutoğlu’nun Ak Parti genel başkan adayı olarak belirlendiği sırada yapılan “temayül” yoklamalarında birinci çıkmadığı duyulmuştu. Hatta Abdullah Gül ve Binali Yıldırım’ın ardından üçüncü olmuştu. Bunun üzerine Binali Yıldırım kongrede bir “hamle girişimi”nde bulunmuştu.Ak Parti’nin içinden iyi haber alan gazetecilere göre “temayül yoklaması”nda ibre Binali Yıldırım’ı gösterecektir ve Yıldırım’ın Ak Parti’nin yeni genel başkanı ve başbakan olması büyük ihtimaldir.Ancak parti önde gelenlerine temayülü sorulurken herhangi bir isim söylenmeyeceği için hiçbir aday adayı için yoklamadan birinci çıkmak garanti değildir.Binali Yıldırım’ın adının ilk andan itibaren “favori” imalarıyla ortaya atılmasından da Ankara’nın havalarını bilenler herhalde biraz kuşkulanmıştır.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu’na “kongreye gidin görevi devredin” derken aklında zaten bir isim olduğu, Erdoğan’ın yönetim tarzını bilenler için en büyük olasılıktır.Ak Parti’deki temayül yoklaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararı üzerinde en ağırlıklı unsur olmayabilir, ama parti içi dengeleri gösterecek ve yeni parti yöneticileriyle bakanların belirlenmesinde önem taşıyacaktır.Ak Parti’de Ahmet Davutoğlu dönemi 2014 ağustosunda başladığına göre ancak 21 ay sürmüş olacak. 2015 haziran seçiminin ertesinde fiili başkanlık dönemi net ve tartışmasız olarak başladığına göre Davutoğlu’nun önceki döneme göre iktidar süresinin ancak 10 ay sürdüğü de söylenebilir.Bunları hatırlayarak yeni başbakan tahminlerine geri dönersek ibrenin her halükarda daha genç isimlere dönmesinin de ihtimaller arasında olduğunu söyleyebiliriz. Ak Parti çevreleri kuşkusuz bu ihtimalleri de gözden geçiriyor ve ona göre kendilerine pozisyon belirlemeye çalışıyorlardır.Ahmet Davutoğlu tecrübesinin ardından, bir sonraki seçime kadar tekrar başbakan değişikliğine asla gerek duyulmaması Ak Parti için şarttır. Bir sonraki genel seçimin hemen öncesinde cumhurbaşkanı seçimi vardır.