Bugün 4 Nisan... Bir çok insan için önemli ve anlamlı bir gün. Türk milliyetçilerinin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’in vefatının 21.sene-i devriyesi. Bu vesileyle her yıl yüzbinler bir araya geliyor. Günler öncesinden merhum Türkeş’in Ankara/Beştepe’deki kabri ziyaret ediliyor. Anlaşılıyor ki geçen yıllara rağmen Türkeş’e olan sevgi ve özlem hiç azalmıyor, hatta giderek artıyor.Elbette bunun farklı sebepleri var.Belki de en önemlisi Türk siyasetinin kronik problemlerinden birisiyle açıklanabilir. Sağlığında değerinin yeterince bilinememiş olması...Öyle ki 1980 öncesi yer aldığı koalisyon hükümeti dışında tek başına veya güçlü bir iktidar fırsatı yakalayamadı. Böyle olduğu içindir ki duruşu ve mücadelesi, sözleri ve hedefleri yediden yetmişe milyonların yürekten paylaştığı, dilden dile dolaştığı bir muhtevaya sahip oldu.Buna rağmen fikir, karar ve eylemleriyle neredeyse tüm siyasal iktidarların dikkate almak zorunda kaldığı bir liderlik portresi çizdi. Kimi zaman bizzat yön verdi, kimi zaman kadrolarıyla siyasal iktidarların önemli kolonlarından birisini meydana getirdi. Belirtmek gerekir ki Türk bürokrasisinde ülkücü kadroların özgül ağırlığı tartışmasız bir konumdaydı.Nasıl Başardı?1965 yılında katılarak genel başkanı olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve ardından 1969’da Milliyetçi Hareket Partisiyle ivme kazanan siyasi hayatı yıllar öncesinden gelen bir mücadele ve zihinsel birikimin devamıydı. Bugünlerde pek hatırlanmıyor ama Türkeş, 1944 yılında “Turancılık” iddiasıyla yargılanan ve tutuklanan 10 ismin arasındaydı. Daha sonra tüm sanıklar beraat etti.Burada çok önemli bir detayı hatırlatmak lazım. Türkeş o davadaki savunmasında Türk Dünyası birlikteliğinden bahsederken şöyle diyordu: “Efendim, mesela 1917’de olduğu gibi, 1965’te veya 1999’da Rusya’da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye Harp Endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur. Ve bu birliğe doğru yürünebilir.”İşte bu savunmadan 47 yıl sonra SSCB dağılır ve Türk Cumhuriyetleri bağımsızlığına kavuşur. Dün Optimar araştırma şirketinin ülke genelinde yaptığı bir araştırma sonucunda Türk insanının ilk sırada, (%30,6 oranında) Türk Cumhuriyetleri ile işbirliği yapılmasını istediği kayda geçiriliyordu.İşte yöneticileri liderlik katına çıkaran şey bu noktada kendisini gösteriyor. Azim, kararlılık, mücadele, ve vizyoner bir gelecek inşa edebilmek. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’de A.Türkeş’in Doğumunun 100.yıl törenlerinde yaptığı konuşmada “Tarih birçok konuda Başbuğ Türkeş Beyi haklı çıkarmıştır. Buna, bağımsız devletler olarak tarih sahnesine çıkan Türk Cumhuriyetleri şahittir” demişti.Büyük Türkiye İdealiKendisini çocukluk yıllarımda tanıdım. İlk olarak 12 Eylül sonrası tutukluluğunu geçirdiği askeri Mevki Hastanesinde gördüm.Sonrasında vefatına kadar olan dönemde pek çok kez yanında bulunma fırsatım oldu. Fikirlerini sevgiyle yoğuran, izinden yürüyenlere “evlatlarım” diyebilen bir liderdi. En zor konularda inisiyatif alabilen ve uzlaşma kültürünü içselleştirmiş bir duruşa sahipti. “Başbuğ”luk kavramı onda anlam kazanıyordu. Ve şu sözü bugün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tabloyu işaret ediyordu: Buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Buluşma noktamız büyük Türkiye’dir.Rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhu şad olsun.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Perşembe günü aralarında PYD Eşbaşkanı Asiya Abdellah’ın da yer aldığı terör örgütü temsilcilerini Elysee sarayında kabul etti. Aynı şekilde 2015 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Hollande tarafından da ağırlanmışlardı. Üstelik üzerlerinde terör kamuflajı vardı.Hollande görev süresi bitmeden önce PYD’li Salih Müslim’i kabul etmiş ve terör örgütü flamasının basılı olduğu plaket almıştı. Yani Fransa’nın PYD taleplerine kulak kesilmesi yeni bir durum değil.Gelinen aşamada Macron’un “Menbiç’e asker göndereceğiz” şeklinde bir taahhütte bulunup bulunmadığını doğrulamak için henüz erken. Elysee sarayından bir yetkilinin bunu yalanladığı belirtilse de Fransa’nın askeri koalisyonla ve Menbiç’teki askeri eğitim süreciyle ilgilendiği biliniyor.Burada belirleyici olan “uzlaşmak üzereyiz” denilen Türkiye-ABD arasındaki Menbiç müzakeresidir. Zira Fransa’da kimi uzmanlar bu kararın ABD ile ortaklaşa alınabileceğini ifade ediyor. Le Parisien gazetesinde Henri Vernet imzalı haberde Fransa’nın sadece Menbiç’te asker konuşlandırmakla kalmayıp Afrin’de oluşacak yeni sürece müdahale etmek isteyebileceği ve bunun için AB’deki bazı ülkelerle temasa geçtiği bile iddia ediliyor.Fransa’nın bu muhtemel yöneliminin iki temel saikle ilişkilendirilmesi mümkün.Birincisi tarihsel dinamikler ve Fransa’nın bununla uyumlu biçimde geliştirmeye çalıştığı yeni diplomasi içeriğidir. Zira Osmanlı topraklarının paylaşımında Fransa’nın payı Güneydoğu illerimiz dışında Suriye’yi de içeriyordu. 1946’ya kadar da Suriye’de Fransa mandası vardı. En önemlisi de bugün ki Hatay kapsam içindeydi. Fransızlar Ulusal bir kimlik oluşmasını engellediler. Binlerce insanın ölümüne sebep oldular.Elbette bugün ne o günün koşulları var ne de Fransa o dönemin tahakküm eden devleti. Ama belki de sorun burada başlıyor.Yeniden sömürgecilik mi? Yeniden tarihin tozlu sayfalarını çevirmek mi?Bir diğer husus ülkenin ulusal güvenliği ve yakın gelecek planlaması ile ilgili…Fransa’da bazı uzmanlar ülkelerinin güvenlik alanı için DEAŞ ve YPG’ye katılım konusunda farklı düşünülmemesi gerektiğini seslendiriyorlar. Her iki yapıya girenlerin benzer bir motivasyonla yüklendiklerini ve ülkeye dönüşlerinin endişeyle karşılanması gerekliliğini de ekliyorlar. Özellikle Fransa solunda belirli bir kesim “Rojava”, “devrim” gibi bir takım söylemlerle YPG’ye olan desteğini artırıyor. Bu YPG’ye yabancı terörist katılımının dışında ülke içerisinde de zihinsel bir alt yapı meydana getiriyor. 10 Şubat’ta YPG saflarında ölen Fransız Olivier Le Clainche gibi terör örgütü içerisinde bulunanların sayısı artıyor. Hatta Türkiye’nin Afrin operasyonuyla birlikte batılı ülkelerden örgüte katılanların sayısının 400’e ulaştığı yönünde yorumlarda bulunuyor.Fransa Basınında PYD-YPG Etkisi Fransa basınında konuyla ilgili haber ve makalelere göz atıldığında 3 temel çarpıtma/ön kabul dikkat çekiyor. (1)YPG’nin bir terör örgütü olarak görülmemesi ve DEAŞ’a karşı mücadelede önemli başarılar elde etmiş bir örgüt olarak sunulması. (2)Zeytin Dalı Harekatı sonrasında YPG’nin çekilmesini “ağır silahlara ve gerekli mühimmata sahip olmamaları” iddiasıyla açıklanması. (3)Buradan sivillerin göçe zorlandığı ve Afrin’in kontrolünün tamamen ÖSO’da olduğu yalanı...“Rojava” ve “Kürdistan” kavramlarının iç içe kullanıldığı haber ve makaleler terör örgütünün zihinsel beklentisinin kamuoyu oluşumunda nasıl bir etkiye sahip olduğunu da ortaya koyuyor. Buna karşı çıkanlar da var. Örneğin Lemonde’de yazan Jean-Pierre Filiu bu noktaya gelinmesinde Suriye’deki Kürtler ile süreçten kendine çıkar sağlamak isteyen YPG’nin ayrıştırılmamasının yattığını belirtiyor.Devam edeceğiz...
IIrak’ın kuzeybatısında, 60 km uzaklıktaki Sincar bölgesi bugünlerde Türkiye’nin sınır ötesi güvenlik hattında kalın çizgilerle çiziliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Mart’ta, Beştepe’de yaptığı konuşmada “Afrin’den sonra Münbiç, Ayn el Arap, Tel Abyad, Resulayn, Kamışlı şeklinde, bu koridoru tümüyle ortadan kaldırana kadar bu süreci devam ettireceğiz.” demişti. Bu sayılan yerlerin kontrol altında alınması demek “Fırat’ın doğusu” olarak ifade edilen terör koridorunun ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Ne ölçüde sürdürülebilir bir strateji tartışılabilir; ancak Türkiye’nin Afrin sonrasında bu hat üzerindeki terörist tahkimiyle yüzleşmesi kaçınılmaz gözüküyor. Dolayısıyla bu mesaj aslında terör maşalarından ziyade kullanıcı ABD’ye veriliyor.Bununla birlikte aynı konuşmada “Bir gece ansızın Sincar’a da gireriz, oradaki PKK’lıları da temizleriz.” sözleri öteden beri dikkat çektiğimiz bir tehlikenin kapıya dayandığını işaret ediyordu. Zira Sincar’a teröristlerin akışı yeni değil. Biz aylar öncesinde yazılarımızda ve katıldığımız TV programlarında bu gelişmeleri vurguluyorduk. Önce buradaki Ezidilerin DEAŞ saldırıları karşısında terör örgütüyle dirsek teması sağlaması ve desteğini alması ardından da Rakka’nın temizlenmesi sürecinde Semelka sınır kapısından farklı sayılarda intikal eden terörist gruplar... Sayılarının iki binden fazla olduğu biliniyor.Bu açıklamanın ardından Sincar’daki terör örgütü temsilcisi, YBŞ’nin (Direniş Birlikleri) sorumlusu Dijvar Fekîr, Sincar’ın öz savunma gücü olduklarını ve hiç bir şekilde çıkmayacaklarını duyurdu. 23 Mart’ta KCK’nın sözde yürütme organı adına yapılan açıklamada söz konusu bölgede güvenliğin sağlandığı ve teröristlerin çekildiği belirtildi. Barzani’ye yakın medya ağları da PKK’nın çekildiğini ve artık güvenliği Irak ordusu ile YBŞ’nin sağlayacağı yönünde haberler yaptılar. 25 Mart’ta Sincar’a gelen Irak güçlerinin YBŞ’yi ziyaret ettiğine yönelik fotolar paylaştılar. Hatta KDP Üyesi Hemin Hawrami, kendilerinin PKK’nin Şengal’den çekilmesiyle ilgilerinin olmadığını, Türkiye ve Irak arasındaki bir anlaşmaya dayandığını bile ileri sürdü. Çünkü gayrimeşru referandum sonrası Peşmergenin alanı boşaltması eleştirilirken, bu kez de her fırsatta “Sincar’dan gitmeyeceğiz.” diyen PKK’lı teröristlerin çekilmesi sahadaki unsurlarınca tereddütle karşılanıyordu.Peki ne değişti de terör örgütü “ikinci Kandil” denilen Sincar’dan çekiliyordu?Bunun bütünleşik birkaç sebebi bulunuyor.(1)Öncelikle Sincar’dan çekildiği belirtilen teröristlerin gerçekten orayı terk edip etmedikleri bizzat Türk makamlarının teyidine muhtaç gözüküyor. Üstelik YBŞ adıyla ve çoğunlukla yerel unsurlardan devşirilen teröristlerin bölgedeki varlığı teröristlerin farklı yüz ve renklerde yaşamaya çalışmasından başka bir şey değil.(2)Bir an için kısmi bir çekilmenin olduğunu kabul edersek, Türkiye’nin Afrin’deki ilerleyişi terör gruplarının olası çatışma alanlarını daraltmasını ve daha entegre bir coğrafyada hazırlık yapma taktiğini işlevsel kılıyor. Üstelik Türkiye’nin en üst düzeyde Sincar’ı işaret etmesi bataklığın adım adım örülmesini sağlayarak ABD’nin Fırat’ın doğusundaki yığınağını ciddi riske sokabilir.(3)Eğer Irak ordusu ve Haşdi Şaabi ile bir anlaşma neticesinde çekilme gerçekleşmişse bu durum kısa vadeli bir stratejinin yansıması olabilir. Şöyle ki Sincar’ın Irak merkezi hükümeti tarafından kontrol edildiğine yönelik bir algı/kabulün olması Türkiye’nin buraya bir operasyon yapmasının önünü tıkayacak sebepler arasında sayılıyor. Böyle bir etkileşim hem Irak Kürt Bölgesel Yönetimine hem de diğer hat üzerindeki terör gruplarına zaman kazandırabilir.İşte bu muhtemel yaklaşımlardan yola çıkarak diyebiliriz ki Sincar kesinlikle Menbiç’ten ayrı düşünülemez.
Soğuk savaş genel olarak iki taraf arasında çatışmaya dönüşme potansiyeli bulunan ve silah kullanmaksızın yaşanan anlaşmazlık/mücadele durumudur. Birinci soğuk savaş dönemi 2.Dünya Savaşıyla başlamış ve SSCB’nin dağılmasıyla sona ermiştir.Birinci dönemin tarafları ABD ve SSCB’dir. Diğer ülkeler bu iki tarafın dengesine etki edebildiği ölçüde gündeme gelmiş, oyun alanına girebilmiştir. Örneğin Japonya, Hindistan, Vietnam...Şimdilerde şu soru gündemde...2.Soğuk Savaş mı başlıyor?Bu konuda ilginç araştırmalar yapılıyor. Örneğin Colorado Üniversitesi’nden Aaron Clauset 1823’ten 2003’e kadar olan tüm savaşların sebep ve sonuçlarını belirli rakamlar la bilgisayar ortamına taşımış ve istatistiksel olarak yoğunlaşma grafikleri oluşturmuş. Clauset, 3.Dünya Savaşı için en az 100 yıllık alt sınıra ulaşılması gerektiğini iddia ediyor. Bu iddiaya bakılırsa daha 20 yılımız var.Ama asıl soruya cevap bulmak için iki önemli yaklaşımı dikkatinize sunalım...(1)Bir dönem Harvard Üniversitesinde de görev yapmış olan William Overholt ABD’nin küresel ölçekteki konumunu devam ettirmek için Asya’daki yönelimine dikkat çekiyor. Zira ABD’nin askeri, ekonomik ve kültürel bakımdan 2000’li yıllarda geriye gitmeye başlayan gücü (hala en yaygını olsa da) son yıllarda baskın olmaktan uzaklaşıyor. Overholt yaşadığımız bu süreçte yeni bir soğuk savaşın ABD-Çin arasında konumlanacağını ve bu dengede Japonya ile Tayvan’ın etkisinin büyük olacağını söylüyor.Ancak 2011’den sonra Ortadoğu’da yeni bir kırılma yaşandı. Rusya kendisini çevreleme politikasını uzakta karşılamak ve “sıcak denizlere inme” hedefini uyarlamak için Ortadoğu’ya odaklandı ve masanın diğer tarafındaki oyun kurucu haline geldi.(2)Soğuk savaşın sona erişinden bu yana yaklaşık 30 yıl geçti. Dünya savaşlarının iklimi o günkü denklem için geçerli olsa da taşıdığı izler bugüne ışık tutar nitelikte. İlk soğuk savaş döneminin tarafları ABD ve Rusya bir başka oyuncu ile ayrışıyor ya da ortaklaşıyor. Yeni dönemde karşı kutbun merkezinde Çin konumlanırken, ABD-Rusya rekabeti Çin’in orta ve uzak vadedeki planlarına göre biçimleniyor. İşte bu noktada egemen güçlerin “Tukidides tuzağına” düşüp düşmeyecekleri yeni soğuk savaşın akıbetini belirler deniliyor. Tukidides antik Yunanistan’da Atina ve Sparta arasındaki savaşı tarihe kaydeden kişi. Graham Allison’da bu tuzağı şöyle anlatıyor. Yükselen bir gücün egemen olduğu kabul edilen başka bir gücün yerine geçmesi tehlikesine karşı gelişen karmaşık gerilim. Allison’ a göre son beş yüz yılda 16 kez egemen bir güç yükselmekte olan başka bir güç tarafından tehdit edilmiş. Bunların 12’sinde savaş meydana gelmiş.Her iki yaklaşımında ortak noktası şu.Birinci soğuk savaşın aktörleri bugün de benzer bir alanda kendisini gösteriyor. Yine Rusya çevrelenmek isteniyor ancak bu kez ikincil hedef konumunda. Bu kez yeni savaş alanının Orta Asya ve Trans Atlantik ile iç içe geçmekte olduğunu görüyoruz. Asıl hedef onunla etkileşimi kesilmek istenen Çin...Bu sebeple bugün Ortadoğu’da insanlar ölürken, sınırlar tanzim edilirken daha yukarıda başlayan asıl güç mücadelesi göz ardı edilmemeli.
ABD Başkanı Trump önceki gün Nevruz kutlaması için yazılı açıklama yaptı ve “Baharın gelişini kutlayan dünya genelindeki milyonlarca insanın nevruzunu kutluyorum” dedikten sonra Nevruz’un 2500 yıl önce İran’da başladığını ifade etti. Oysa Nevruz kelimesinin Farsça oluşundan yola çıkarak böyle bir genelleme yapılamayacağını ortaya koyan önemli bilimsel çalışmalar var. Nitekim o dönemki İran coğrafyası Türklerin en yoğun yaşadığı alanlardan biri. Bugün de böyledir. Türkiye’den sonra en fazla Türkçe konuşulan ülke İran’dır. Ayrıca Nevruzun kaynağının Altay dağları olduğu ve Türklerin Ergenekon’dan çıkışının 21 Mart’a yani Nevruz gününe denk geldiği kimi çalışmalarda yer almaktadır. Hatta bu yüzden Ergenekon ya da Bozkurt bayramı olarak kutlandığı da söylenir.Eski takvimlerde yılın ilk günü olarak belirtilen Nevruz, Türklerde “Yeni Gün” ya da “Gün Dönümü” olarak bilinmektedir. Çetin kış aylarından bahara geçişin günüdür. Bu sebeple 21 Mart gününe yılbaşı anlamını taşıyan Yılsırtı veya Cılgırtı da denilir. Örneğin On İki Hayvanlı Türk Takvimi’nde yılbaşı Mart ayının yirmi biridir.Gece ile gündüzün eşit olduğu Mart ayının yirmi biri ni yirmi ikisine bağlayan gün olan Nevruz kelimesinin kullanılışı da nüanslarla örülüdür. Örneğin Azerbaycan’da Novruz, Türkmenistan’da Nowruz, Özbekistan’da Navruz, Kazakistan’da Naurız, Kırgızistan’da Nooruz, Kırım’da Navrez olarak ifade edilir. Genel olarak ulusun ulu günü anlamına gelen Nevruz Türk Dünyasında binlerce yıldır kutlanan bir gelenek, bir bayramdır. Bu sebeple Türk devlet ve topluluklarının büyük bölümünde resmi tatildir.Ayrışma değil birleşme günüTrump dışında Dışişleri Bakan Yardımcısı John Sullivan Nevruz mesajında belirli ülkeleri sıralayarak Nevruz’un buralardaki toplulukların ortak kutlaması olduğundan söz etti. Bu ülkeler Çin, Hindistan ve Rusya’nın dışında Afganistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Pakistan, Suriye, Irak ve Türkiye oldu. Açıklamanın sosyal medya bölümüne bakıldığında Afrin başta olmak üzere terör gruplarının Nevruz üzerinden Türkiye’ye saldırdığı görülecektir.Gerçekten de son yıllarda Nevruz Türkiye’de belirli bir kitlen in söylemlerini sembolleştirme, açıklama yapma ya da deklarasyon yayınlama zemini haline getirilmek istenmektedir. Nevruz kavramının ve onun barındırdığı tarihi derinliğin anlamını bilmeyenler ülkemizdeki insanların bir kısmını yanıltarak Nevruz’u etnik temelli ayrışma prop agandaları ile özdeşleştirmeye çalışmaktadır. Hatırlanacak olursa 2015’te yapılan MHP 11.Olağan Kurultayı için 21 Mart tarihi seçilmişti. Burada amaçlanan, Nevruz’ın sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin bayramı olduğunun ifadesiydi. Bununla birlikte aynı gün okunacak olan terörist başı Öcalan’ın Nevruz mesajına karşı bir duruş sergilemekti.Yaşadığımız süreçte Türkiye bu netleşmeyi/bütünleşmeyi sağlayabilir.Özellikle Türkiye’nin genç nüfusu üzerinde etkili olduğu gözlemlenen bu algısal farklılaşma karşısında Nevruz’un gerçek manasının, Türk tarihi ve Türk Dünyası ile ilişkisinin herkes tarafından yaygın biçimde aktarılması ve öncelikle çocuklarımıza benimsetilmesi son derece önemlidir.Önemle ifade etmek gerekir ki ülkemizdeki milli bütünleşmeye katkı sağlanması ve kardeş/dost topluluklarla işbirliği için Nevruz resmi bayram ve bununla beraber bir gün lük tatil ilan edilmelidir. Enerji/boru hatlarını kültür kodlarıyla beslemenin daha kalıcı olacağı açıktır.Nevruz Bayramınız kutlu olsun...
Daha önce yazdığımız gibi Orta Asya Devletler Birliği, yani Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan bir araya geldiler. “Kendi sorunlarımızı çözmek ve işbirliği artırmak için üçüncü bir ülkeye ihtiyacımız yok” açıklaması yeni bir dönemin işaretiydi. Bu çapta bir buluşma en son 9 yıl önce gerçekleşmişti.Burası sıradan bir bölge değil. Avrasya’nın kalbi... Rusya, Çin ve ABD mücadelesinin yeni oyun alanı burası olacak.Peki bölgede son 1 yılda neler oluyor? Kazakistan Latin alfabesine geçme sürecini resmileştirdi. Artık Kazakistan Parlamentosunun dili Kazakça olacak. Bölge ülkeleri arasında sınır problemleri yavaş yavaş çözülüyor. Kırgızistan’ın yeni Cumhurbaşkanı bir süre önce Kazakistan ile gerilen ilişkileri normalleştirmeyi başardı.Özbekistan, Kırgızistan’a 100 Milyon dolar kredi verecek ve Özbekistan-Kırgızistan-Çin demiryolu projesi hızlandırılacak. Bu hat Doğu-Batı arasındaki en kısa güzergah olarak değerlendiriliyor. Ayrıca önümüzdeki hafta Taşkent’ten, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e tren seferleri başlayacak. Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev seçildikten sonra iki kez Türkmenistan’ giderek elektrik enerjisi konusunda anlaşma imzaladı. Ayrıca Hazar’daki petrol ve gaz üretimi için birlikte çalışma yürütecekler. Mart sonunda da Türkmenistan lideri Taşkent’i ziyaret edecek. Özbekistan-Kazakistan arasındaki ilişkiler “stratejik ortaklık” seviyesine çıkarıldı. İki ülke dış ticareti yaklaşık 1,5 milyar dolar. 2020’e kadar 5 milyar dolar hedefi konuldu. Özbekistan ve Tacikistan arasında vizesiz rejim uygulanmaya başlanacak. Anlaşılıyor ki Kazakistan ve Özbekistan bölgede özgül ve kontrol dışı bir işbirliği alanı yaratmak istiyor.Çin-ABD etkisiÖzbekistan ve Tacikistan Avrasya Ekonomik Birliğine katılmadılar. Böylelikle Çin ile ekonomik bütünleşmenin sembolik yolunu açtılar. Tacikistan özellikle Özbekistan üzerinden Çin sahasına eklemlenecek gibi görünüyor. Özbekler yeni dönemde hem bölgede denge kuracak hem de Çin’in İpek Yolu projesinin mimarlarından olacak.Bu arada ABD’de bölge üzerinde yeniden bir hamle sürecine giriyor. 90’lı yıllarda Türkiye önemli bir etkileyici olarak kabul görüyordu. 2000’li yıllara gelindiğinde ABD özellikle askeri üsler üzerinden doğrudan ilişkileri tercih etti. Ancak toparlanan Rusya engel oluşturuyordu. Şimdiler ise ABD-Rusya mücadelesi -Ortadoğu’daki sıkışıklık ile- bir kez daha Orta Asya’da şekilleniyor. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph General Votel Rusya’nın bu bölgenin ABD ile ilişkilerini engellemek için uğraştığını Trump’a aktarmıştı.Gelelim Rusya’ya...Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un bir makalesinde yer alan bilgiler bölgedeki Rus etkinliğinin boyutlarını ortaya koyuyor . Rus yatırımları yaklaşık 20 milyar dolar. 7.500’ün üzerinde Rus şirketi faaliyet gösteriyor. 2013-2016 arasında 37 milyar dolarlık bir ekonomik alan oluşmuş. Son 10 yılda bölge ülkelerine toplam yardım 6 Milyar dolardan fazla. Ayrıca Rusya üniversitelerinde bu 5 ülkeden 150 Bin öğrenci var. Bunların 46 Bini Rusya bütçesinden burs alıyor.Ruslar bu bilgileri verdikten sonra bölge ülkelerinin “istedikleri ülkeyle özgürce ilişki geliştirebileceğini” belirtseler de uygulamada Rus güvenlik konseptinin çıkmazları var. ABD ve Çin’in Orta Asya’da etkinliğini artırması Avrasya Ekonomik alanının zarar görmesi ve Rusya’nın soğuk savaş döneminde algıladığı gibi çevrelenmesi anlamına geliyor.Ya Türkiye?Bu süreci de ıskalama lüksümüz yok. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev Ankara’ya geldiğinde bana dönerek şunu söylemişti: “Şimdi sırada Türkiye-Özbekistan ilişkilerini düzeltmek var.” Bu aslında Türkiye’nin ne yapması gerektiğine yönelikte bir ipucu niteliğinde…
Gündemimizin ilk sırasında elbette Afrin bulunuyor. Zira Türkiye son yüzyılın iki büyük terörist tahkimatından birini başarılı bir operasyonla ortadan kaldırmaya çalışıyor. Diğer terör bataklığı ise yakın gelecekte yüzleşeceğimiz Fırat’ın doğusunda palazlanıyor. Dolayısıyla bu kırılgan süreçte sınır ötesini güvenli hale getirmek mecburiyetindeyiz.Ancak bir başka pencereden bakarak ufkumuzu ve gelecek planlamamızı inşa etmek zorundayız. Belki de en önemli husus, sınır ötesi güvenliğin operasyonal düzeyin ötesine, stratejik bir alana taşınmakta olduğudur. Nasıl ki terörle mücadele sadece iç dinamiklerle açıklanamıyorsa sınırımızın hemen ötesindeki beka tehdidi de daha geniş bir coğrafyada karşılanmalıdır. Böyle bakıldığında Türkiye ne yalnızca Ortadoğu, ne de Avrupa’dır. Türkiye Avrasya’nın kalbinde şekillenen büyük oyunun öncülerinden birisi olmak durumundadır.Belirtmek gerekir ki “yeni büyük oyun” Orta Asya’ya doğru kaydırılmak isteniyor. Türkiye’nin bu bölgedeki ülkelerle tarih, dil ve kültürel bakımdan geri döndürülmesi mümkün olmayan ilişkileri var. Merkez Asya ya da Ortalık Asya denilen bu bölge 18.Yüzyıla gelene kadar “Türkistan” adıyla bir bütündür. Çarlık Rusya ve ardından SSCB döneminde bölünmüş ve ayrıştırılmıştır.Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve bir ölçüde de Tacikistan...Dünyadaki toplam doğalgazın %32’si Avrasya’da olup, yaklaşık bunun yarısı söz konusu Cumhuriyetlerde yer alıyor. Aynı şekilde Avrasya’daki petrolün dörtteki biri burada. Bununla birlikte Rusya’nın çevrelenmesi, sıcak denizlere inme hedefi, Asya-Pasifik koridorunun kontrolü ve Çin’in batıyla entegresinde Orta Asya bölgesinin yönlendirilmesi/kurgulanması büyük öneme haiz...Bugün Astana sürecinden, Şanghay İşbirliğinden veya İpek Yolundan bahsederken Türk Cumhuriyetlerinin Jeostratejik konumlarını dikkate almayan hiçbir politika başarı şansı elde edemez.Büyük buluşma yarınKazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev 18 Şubat 2005 tarihinde şöyle diyordu: “Ya dünya ekonomisinin sonsuza dek ham madde sağlayıcısı kalmak, yeni bir imparatorluk beklemek; ya da Orta Asya bölgesinin somut entegrasyon sürecini başlatmayı tercih edeceğiz. Orta Asya Devletler Birliği’ni kurmayı teklif ediyorum. Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihî-kültürel köklerimiz, dilimiz, dinimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehditlerimiz ortaktır. AB mimarları böyle müşterek noktaları sadece hayal edebilirdi. Ancak bu durumda biz, atalarımıza lâyık olabiliriz. Önce Çarlık idaresi, daha sonra Stalin’in politikası bu birlikten korktu ve bölgemizi idarî-millî kesimlere parçaladı. İzlenen politika ‘Parçala-Yönet!’ idi. Artık şimdi bizim tarafımızdan eşit haklara sahip bölge halklarının gelecek nesillerine zaruri olan yeni bir istikamet göstermenin zamanı geldi.”Bu teklif o dönem gerektiği kadar taraftar bulmadı. Hatta 2009 tarihinden itibaren bugünkü Avrasya Ekonomik Birliğinin temelleri atıldı ve 2015 yılında resmiyet kazandı. Ancak Nazarbayev bu projeden hiçbir zaman vazgeçmedi. Avrasya Birliği bir yandan yürüse de bu durum Orta Asya Devletler Birliği için engel değildi. Özellikle Özbekistan’daki yeni yönetimin göreli olarak “açık kapı” politikası yürütmesi ve ABD-Çin-Rusya dengesinin makul bir seviyeye ulaşması projeyi yeniden işlevsel kılıyor.Yarın Astana şehrinde Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan bir araya geliyor. Türkmenistan dışında devlet başkanları katılıyor. Onu da Parlamento sözcüsü temsil ediyor.İşte bu önemli süreci Türkiye çok iyi takip etmeli ve kendi stratejik-güvenlik alanına konuşlandırmanın gayreti içinde olmalıdır.
Sosyal bilimler alanındaki araştırmacıların kullandığı ifadelere bakılırsa “teknolojideki baş döndürücü değişim” ve “rekabet” dikkat çeker. Öyle ki 20 yıl önce imkansız denilen tespit ve hedefler bugün çoktan sıradanlaşmış durumda. Elbette bunun bir sebebi var. Özellikle insanoğlunun sürekli yenilenen ve gelişen ihtiyaç haznesi...İster bir işletme, ister kamu kuruluşu, isterse bir siyasal parti olsun; hepsinin ortak noktası takipçilerine ulaşarak amaçlarına ilerleyebilmek. Bu ilerleyişte sosyal medya çok önemli bir etkileyici haline geliyor. Bir araştırmaya göre firmaların %85’i bu yıl sosyal medyaya bir video koymayı, %68’i de buraya ayırdığı bütçeyi artırmayı düşünüyorİlk olarak 2004 yılında tanıştığımız sosyal medya bireylerin olaylara yaklaşımını, yaşama biçimini ve iş yapma tarzını kuşatıyor. Çünkü insanlar bir tüketici ya da seçmen olarak gerçek zamanlı paylaşımlar yapabiliyor, kendi basın bültenini veya gazetesi oluşturabiliyor, anlık tepkisini muhataplarına aktarabiliyor. Pazarlama, propaganda, bilgi/haber paylaşımı derken milyarlarca insan her gün vaktinin önemli bir kısmını burada geçiriyor.Ocak 2018 itibariyle dünyada 4 milyardan fazla internet kullanıcısı ve 3.2 milyar düzeyinde sosyal medya kullanıcısı var. Mobil kullanımda bu sayı daha da artıyor. İlk sırada facebook, ardından sırasıyla youtube, instagram ve twitter geliyor. Türkiye’de aktif sosyal medya kullanıcısı 51 milyon, mobil kullanıcı ise aktif olarak 44 milyon. Kullanıcılar ortalama 7 saat internette, 2 saat 48 dakika mutlaka sosyal medyada oluyor. Japonya’da ise 48 dakika. Dolayısıyla yurdum insanı kanaatlerinin önemli bir kısmını buradan alarak bilgi ve değerlendirme yapıyor.Siyaset nasıl etkileniyor?Siyaset-medya etkileşiminde sosyal medyanın aracı bir rol üstlendiği görülüyor. İzleyici ve okuyucu sayısındaki üstünlüğü ele alan internet ortamında sosyal medya hem bir süzgeç hem de haber oluşturucu vazife görüyor. Örneğin sosyal medyada milyonlara ulaşan bir amatör video akşam haberlerinde ya da sosyal medyada atılan bir haber ertesi gün gazetenin ilgili sayfasında sunulabiliyor.Yani siyasetçiler doğrudan hedef kitleye ulaşmak ve aldıkları geri dönüşlere göre yeni yöntemler geliştirmek için burada mücadele vermek zorunda. Direnenler ise çoğunlukla yöresinde karizma üstlüğüne sahip olanlar.Bununla birlikte her yaş ve sosyal kesim için ayrı ayrı kampanya yapabilme özelliği geleneksel propaganda süreçlerinde uzun zaman alan “adam adama” markaja karşı avantaj yaratıyor. Hatta anket şirketlerinin sahada yaptıkları “kim ne kadar oy alır?” araştırmaları çoktan sosyal medyaya uyarlanmaya başladı. Yeter ki gerçek şahıs ve tekil kullanım ispatlanabilsin.En son yenilik...2 Mart’ta Rusya Dışişleri Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı’na resmi bir görüşme talebi gönderiyor. 8 Mart’a gelindiğinde ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Heather Nauert böyle bir davet almadıklarını açıklıyor. Bunun üzerine Rusya Dışişleri bundan böyle resmi taleplerinin bir örneğini twitter üzerinden yayınlamaya hazır olduklarını açıklıyor. Belli ki siyasette sosyal medya üzerinde resmi davetlerin yapılacağı bir döneme giriyoruz. Bu arada siyaset-sosyal medya ilişkisinde yalan, iftira, kara propaganda ve bot/sahte hesaplar üzerinden takipçi sayısını yüksek göstermek gibi yöntemler güncelliğini korumayı sürdürüyor.Son olarak TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin twitter takipçi sayılarını sıralayalım. Video görüntüleme ve etkileşim sayıları farklılık arz etse de dün saat 12.00 itibariyle AK Parti: 1.359.403, MHP: 1.152.340, HDP: 928.398, CHP: 638.248.