Gündemimizin ilk sırasında elbette Afrin bulunuyor. Zira Türkiye son yüzyılın iki büyük terörist tahkimatından birini başarılı bir operasyonla ortadan kaldırmaya çalışıyor. Diğer terör bataklığı ise yakın gelecekte yüzleşeceğimiz Fırat’ın doğusunda palazlanıyor. Dolayısıyla bu kırılgan süreçte sınır ötesini güvenli hale getirmek mecburiyetindeyiz.
Ancak bir başka pencereden bakarak ufkumuzu ve gelecek planlamamızı inşa etmek zorundayız. Belki de en önemli husus, sınır ötesi güvenliğin operasyonal düzeyin ötesine, stratejik bir alana taşınmakta olduğudur. Nasıl ki terörle mücadele sadece iç dinamiklerle açıklanamıyorsa sınırımızın hemen ötesindeki beka tehdidi de daha geniş bir coğrafyada karşılanmalıdır. Böyle bakıldığında Türkiye ne yalnızca Ortadoğu, ne de Avrupa’dır. Türkiye Avrasya’nın kalbinde şekillenen büyük oyunun öncülerinden birisi olmak durumundadır.
Belirtmek gerekir ki “yeni büyük oyun” Orta Asya’ya doğru kaydırılmak isteniyor. Türkiye’nin bu bölgedeki ülkelerle tarih, dil ve kültürel bakımdan geri döndürülmesi mümkün olmayan ilişkileri var. Merkez Asya ya da Ortalık Asya denilen bu bölge 18.Yüzyıla gelene kadar “Türkistan” adıyla bir bütündür. Çarlık Rusya ve ardından SSCB döneminde bölünmüş ve ayrıştırılmıştır.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve bir ölçüde de Tacikistan...
Dünyadaki toplam doğalgazın %32’si Avrasya’da olup, yaklaşık bunun yarısı söz konusu Cumhuriyetlerde yer alıyor. Aynı şekilde Avrasya’daki petrolün dörtteki biri burada. Bununla birlikte Rusya’nın çevrelenmesi, sıcak denizlere inme hedefi, Asya-Pasifik koridorunun kontrolü ve Çin’in batıyla entegresinde Orta Asya bölgesinin yönlendirilmesi/kurgulanması büyük öneme haiz...
Bugün Astana sürecinden, Şanghay İşbirliğinden veya İpek Yolundan bahsederken Türk Cumhuriyetlerinin Jeostratejik konumlarını dikkate almayan hiçbir politika başarı şansı elde edemez.
Büyük buluşma yarın
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev 18 Şubat 2005 tarihinde şöyle diyordu: “Ya dünya ekonomisinin sonsuza dek ham madde sağlayıcısı kalmak, yeni bir imparatorluk beklemek; ya da Orta Asya bölgesinin somut entegrasyon sürecini başlatmayı tercih edeceğiz. Orta Asya Devletler Birliği’ni kurmayı teklif ediyorum. Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihî-kültürel köklerimiz, dilimiz, dinimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehditlerimiz ortaktır. AB mimarları böyle müşterek noktaları sadece hayal edebilirdi. Ancak bu durumda biz, atalarımıza lâyık olabiliriz. Önce Çarlık idaresi, daha sonra Stalin’in politikası bu birlikten korktu ve bölgemizi idarî-millî kesimlere parçaladı. İzlenen politika ‘Parçala-Yönet!’ idi. Artık şimdi bizim tarafımızdan eşit haklara sahip bölge halklarının gelecek nesillerine zaruri olan yeni bir istikamet göstermenin zamanı geldi.”
Bu teklif o dönem gerektiği kadar taraftar bulmadı. Hatta 2009 tarihinden itibaren bugünkü Avrasya Ekonomik Birliğinin temelleri atıldı ve 2015 yılında resmiyet kazandı. Ancak Nazarbayev bu projeden hiçbir zaman vazgeçmedi. Avrasya Birliği bir yandan yürüse de bu durum Orta Asya Devletler Birliği için engel değildi. Özellikle Özbekistan’daki yeni yönetimin göreli olarak “açık kapı” politikası yürütmesi ve ABD-Çin-Rusya dengesinin makul bir seviyeye ulaşması projeyi yeniden işlevsel kılıyor.
Yarın Astana şehrinde Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan bir araya geliyor. Türkmenistan dışında devlet başkanları katılıyor. Onu da Parlamento sözcüsü temsil ediyor.
İşte bu önemli süreci Türkiye çok iyi takip etmeli ve kendi stratejik-güvenlik alanına konuşlandırmanın gayreti içinde olmalıdır.