DüŞünebİlİyor musunuz Türk ekonomisinin lokomotifi olan gayrimenkulün, referans alınabilecek bir endeksi yok. Konut ya da ofis fiyatları artıyor mu, artıyorsa yüzde kaç artıyor bilen yok. Köşe başındaki bir masa bir kasa emlakçıdan edinilen izlenimle milyon dolarlık yatırımlar yapılıyor, evler alınıyor, evler satılıyor.Oysa gelişmiş ülkelerde konut fiyatlarındaki değişimleri veren istatistiki veriler, tüm piyasalar tarafından merakla beklenir, borsalar düşer ya da çıkar. Örneğin ABD’de yeni ev satışlarının, mevcut ev satışlarının ayrı ayrı endeksleri var. Ayrıca konut fiyatları endeksleri var. Ticari gayrimenkul fiyatları, ofis binaları fiyatları, sanayi lojistik binaları fiyatları, perakende binaları fiyatları, ticari gayrimenkul fiyatları tek tek endeksleniyor ve açıklanıyor. Tüm oyuncular da gayrimenkul fiyatları düşüyor mu yoksa çıkıyor mu biliyor. Bu eksikliği Garanti Mortgage ile uluslararası bir gayrimenkul derecelendirme şirketi olan Reidin bir ölçüde gideriyorlardı. Bu çabayı kesinlikle kutlamak lazım. Ancak daha kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç olduğu da gerçekti.1999 yılında kurulan GYODER yani Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Derneği bu büyük boşluğu doldurmak için harekete geçti. GYODER’in 300’e yakın üyesi var. Bunlar Türkiye’nin en tanınmış taahhüt firmaları. Her biri metrekaresi 1000 TL’ye de satılabilen ya da 10-12 bin dolarlara ulaşan evler ofisler inşa edip satıyor.GYODER Başkanı Turgay Tanes, bir konut ve hemen ardından da bir ofis endeksi oluşturmak üzere harekete geçtiklerini, ilk verileri sonbaharda açıklayacaklarını söyledi. Bu çalışmayı Reidin ile birlikte yapacaklarını kaydeden Tanes, “Türkiye için 16’ncı büyük ekonomi diyeceksiniz. İnşaat bu dev ekonominin can damarı olacak ancak sağlıklı datanız olmayacak. Böyle bir şey kabul edilemez. Bunu dikkate alarak yola çıktık ve Türkiye’nin referans alınabilecek bir gayrimenkul endeksinin olması için harekete geçtik” dedi. Gayrimenkul sektörünün şu an için başı boş olduğunu ifade eden Tanes, “Bir emlakçının izlenimleri ile konut fiyatlarının arttığına ya da düştüğüne karar veriliyor. Bunu engelleyeceğiz. Bizim üyelerimiz arasında taahhüt firmaları, AVM yatırımcıları, AVM işletmecileri, denetim değerleme, gayrimenkul yönetim şirketleri var. Bu alanda nabzı tutabilecek doğru adres GYODER’dir. İngiliz kökenli Reidin ile birlikte çalışmalara başladık. Sonbaharda ilk verileri açıklayacağız ve daha sonra her ay bu verileri yenileyerek duyuracağız” diye konuştu. Tanes ikinci aşamada da ofis fiyatları ile ilgili bir endeks hazırlayacaklarını belirtti. Ofis binaları konusunda da büyük bir karmaşa yaşandığını hatırlatan Tanes, “Bir ofis sırf çok değerli bir AVM’nin karşısında ve dış cephesi cam kaplı diye A sınıfı tarif edilemez. Bütün bu sınıfların dünya standartlarında oluşturulması gerekir. Bu anlamda da Türkiye’de büyük bir başıboşluk var.” dedi. *****Meğer Türkiye’nin bir ‘slow city’si varmış: İzmir Seferihisar GYODER, 2000 yılından bu yana Türkiye’nin tek gayrimenkul zirvesini de her yıl başarı ile düzenliyor. Türkiye’de gayrimenkul sektörünün tüm yönleriyle tartışıldığı geleneksel bir platform haline dönüşen zirve bu yıl 15 Haziran’da yapılacak. 15-17 Haziran tarihleri arasında ise İstanbul REstate 2010 fuarı var. Türkiye’nin ilk uluslararası katılımlı bölgesel gayrimenkul fuarını sektöre kazandıran GYODER ayrıca gelişen kentlerin yatırım fırsatlarını sektör temsilcileri ile buluşturmak ve bu kentlerin sesini ulusal ve uluslararası alanlarda duyurmak, gelişmeye açık, vizyon sahibi ve önemli potansiyel barındıran kentlere yatırım yapılmasına ön ayak olmak amacıyla da “Gelişen Kentler Zirvesi” düzenliyor. Bunun ilki bu yılın başında Bursa’da yapılmıştı.Bu yılki zirvede geleceği şekillendirecek eko-kentler ve ‘slow city’ (yavaş şehir) akımı masaya yatırılacak. “Geleceğin Kentleri” oturumunda Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde kurulmakta olan iki eko-kent mercek altına alınacak. Ayrıca son dönemde İtalya’dan çıkıp dünyada trend haline dönüşen slow city uygulamaları da incelenecek. Slow city’nin Türkiye’deki tek örneği İzmir Seferihisar’mış. Seferihisar kendini slow city olarak konumlama ve yatırımcılar nezdinde fark yaratma kararı almış.Slow city olmak için yeşil alanların belli bir seviyenin üzerinde olması, bisiklet ve yay yollarının arttırılması, gürültü kirliliğinin önlenmesi gibi olmazsa olmaz şartlar var. Henüz tam olarak dünyada slow city olmanın şartları düzenlenmemiş olsa da örneğin nüfusu 50 binin üzerindeki bir şehire bu ünvan verilmiyor. Slow city’ler yerel üretim yapan çiftçileri ve bu organik ürünleri satan dükkan ve restaurantları da destekliyor. “Slow city” akımı ilk olarak İtalya’da ortaya çıkmış ve zamanla bütün dünyaya yayılmış. Bir şehrin “slow city” olarak adlandırılması ve bunu gösteren salyangoz logosunu kullanabilmesi için önce kontrol edilmesi, daha sonra da dedektifler tarafından düzenli olarak denetlenmesi gerekiyor. Zirvede ‘Geleceğin Kentleri’ oturumunun konuşmacıları arasında yer alan Türkiye’nin ilk slow city sertifikalı ilçesi Seferihisar’ın Belediye Başkanı Tunç Soyer’in sunumu enteresan olabilir.Zirvede ayrıca Massachusetts Institute of Technology (MIT) Gayrimenkul Bölüm Başkanı ve Direktörü Dr. Brian Anthony Ciochetti, şehir planlama ve kentsel tasarım alanında 30 yıllık deneyimi bulunan ve yenilenebilir enerji alanının bir numaralı ismi olarak kabul edilen Prof. Dr. Peter Droege, gayrimenkul ve inşaat sektörüne danışmanlık veren Langan International’ın Yönetim Kurulu Başkanı George E. Leventis ve 11 Eylül’de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’nden boşalan ‘Ground Zero’yu yeniden inşa eden THINK Grubu’nun kurucusu, dünyaca ünlü Amerikalı mimar Frederic Schwartz da yer alacak.
Ruslar ve Türk ortağı Ciner, ilk nükleer ihalesinde 21.16 cent’lik fiyat garantisi istemişti. Şimdi ise Ruslar aynı santrali 12.35 centlik alım garantisi fiyatı ile yapmaya razı oldu. Bu büyük fiyat farkı teklifin hâlâ yüksek olduğuna dair tereddütleri artırıyor Akkuyu’da inşa edilecek nükleer santralde ortaya çıkan alım garantisi fiyatı ’Acaba hâlâ pahalı mı?’ tartışmasını beraberinde getirdi. Ruslar’ın ilk ihalede 21.16 dolar/cent fiyat verdiğini hatırlatan konunun uzmanlarının eleştirileri şu noktalarda birleşmiş vaziyette:* Madem bu santral 12.35 cent’lik fiyatla da yapılabiliyordu, neden ilk ihalede Ruslar ve Türk ortağı Turgay Ciner, 21.16 cent’lik fiyat çekti? Fiyatlar arasındaki bu uçurum yüzünden inandırıcılık kayboldu, güven bunalımı oluştu. Teklif hâlâ 10 centlik beklentinin üzerinde.* Ruslar bu yatırımın 20 milyar dolara çıkacağını belirtiyor. Ancak tanesi 1.200 MW’den toplam 4.800 MW gücündeki 4 reaktörün kurulum maliyetinin 20 milyar dolardan çok daha düşük olması gerekir. O rakam da inandırıcı değil. (Bu santralin yapım maliyetinin 10-12 milyar dolar, en kötü ihtimalle 15 milyar dolar olacağı vurgulanıyor.)* Santralde 15 yılda toplam 415 milyar kilovatsaatlik enerji üretilecek ve Türkiye bunu 51 milyar dolar ödeyerek alacak. Kabul edelim ki santral 20 milyar dolara maloldu. Öyle olsa bile dolar bazında yüzde 10’dan fazla bir getiri söz konusu. Şayet yatırım 10-12 milyar dolar seviyesinde gerçekleşirse kazanç yüzde 20’leri bulacak.Neden kötünün iyisiUzmanlar anlaşmada Türkiye’ye 15 yılın sonunda, kârdan yüzde 20 pay verilecek olmasının ise kötünün iyisi, anlaşmanın tek olumlu yanı olduğunu belirtiyorlar. Hükümetlerarası yapılan anlaşmaya göre, Türkiye 15 yılın sonunda santralde üretilecek ve satılacak elektrikten elde edilen kârın yüzde 20’sine sahip olacak. Bu hak nükleer santral işletmede olduğu sürece devam edecek.Ruslar kimle yapacak?Kurulacak nükleer santralin şimdilik kaydıyla yüzde 100’ü Rusya’nın reaktör inşa eden şirketi Atomstroyexport’un. Ancak bu şirket isterse Türkiye’den kendine yüzde 49’a kadar oranda pay vererek bir veya birden fazla ortak alabilecek. Piyasa uzmanları bu ortağın Ruslar’ın ilk ihalede ortak hareket ettiği Ciner’e ait Park Teknik olmayabileceğine, sürpriz ortaklar çıkabileceğine dikkat çekiyor. Temiz enerjiyi seçen Sunset aslında ne diyor İstanbul’un ve hatta Türkiye’nin en gözde restoranlarından biri olan Ulus Sunset artık rüzgar santrallerinden elde edilen yeşil elektrik tüketecek. Sosyal sorumluluk örneği sergileyen Sunset, bir taraftan da ithal enerji kaynaklarının yerini alabilecek, hatta nükleere ihtiyaç bile bırakmayacak başta rüzgar olmak üzere yerli yenilenebilir kaynaklara burun kıvıran hükümete de önemli bir mesaj veriyor Elektrİk faturalarının kabarıklığından şikayetci olan pek çok kişi ve firma eminim serbest tüketici hakkından habersiz yaşıyor. Oysa yıllık elektrik tüketiminiz 100 bin kilowatsaat’in üzerindeyse serbest tüketici olma ve elektriği istediğiniz üreticiden bizzat alma hakkınız var. 100 bin kilowatsaat tüketim kabaca yıllık 25 bin TL’lik bir fatura bedeline denk geliyor. Bunu bir ticarethane, bir sanayi kuruluşu, bir turizm tesisi ya da tek sayacı olan 35-40 daireli bir site pekala yapabilir.Yanlış anlaşılmasın, konuyu bilmeyen biri, ’Nasıl yani ben bir elektrik üretim şirketi ile anlaşsam, tıpkı telefonda ya da internette olduğu gibi bana o üretim merkezinden direkt enerji nakil hattı mı çekilecek?’ diye sorabilir. Hayır, elektrik öyle satın alınmıyor. Siz bir enerji şirketi ile anlaşıyorsunuz. Elektriği yine ulusal dağıtım hattından çekiyorsunuz. Ancak ay sonunda faturanızı size TEDAŞ değil, anlaşma yaptığınız elektrik üreticisi yolluyor. Hem çevreci hem ucuzÜstelik maliyetleriniz de bir hayli düşüyor. Örnek vermek gerekirse şu an üreticiler TEDAŞ’a elektriğin kilowatsaatini ortalama 10.5 kuruşa veriyorlar. Nihai tüketiciye bunun satış bedeli ise 21.5 kuruş civarında. Polat Enerji ile Sunset’in yaptığı anlaşmaya göre Sunset rüzgardan elde edilen çevreci elektriği yaklaşık 15 kuruşa satın alacak. Sunset’in sahibi Barış Tansever, “Kömürden ya da doğalgazdan elde edilen elektriği yüzde 30 ucuza da alabilirdim. Doğalgazdan ya da kömürden elektrik üreten firmalardan da teklif geldi. Ancak buradaki amacım sadece maliyetlerimi düşürmek değil, Türkiye’nin kendi yenilenebilir kaynaklarına karşı farkındalık yaratmak. Nükleer santral anlaşması yaptığımız bir dönemde buna çok ihtiyaç var” dedi. İrlanda’nın toplam enerji ihtiyacının yüzde 20’sini, İspanya’nın ise yüzde 12’sini rüzgardan elde ettiğine dikkat çeken Barış Tansever, “Biz ise inatla dövizle satın aldığımız ithal ürünlere yöneliyoruz. Yenilenebilir enerji yatırımlarını destekleyecek kanun tasarısını geri çekiyoruz. Elektrik üretiminde rüzgarın payı yüzde 1’i bile bulmuyor. Yenilenebilir enerji bilinci oluşmalı ve desteklenmeli” diye konuştu. Sunset’in elektriğinin rüzgardan elde edildiği menülerde, restaurant girişinde de müşterilere duyurulacak. Rüzgar bir de radara takıldı Rüzgardan elde edilen elektriğe 8 euro/cent alım garantisi vermesi beklenen devletin bu garantiyi sağlayacak yasa tasarısını geri çekmesi, bekleyen tüm yatırımların fizibilite çalışmalarını çöpe atmış vaziyette. 5.5 euro/cent’lere göre yapılan hesaplama haliyle farklı sonuçlar çıkarıyor ve hiçbir yatırımcı da rüzgar yatırımı yapmaya cesaret edemiyor. Etse de bankalardan finansman bulamıyor. Oysa yabancı yatırımcıya bağımlılık yaratacak, aynı zamanda çevreci kaygılar taşıyan nükleer enerji için 12.3 centlik fiyata pekala razı olunabiliyor. Fiyat açısından rekabet etme zorluğu yetmezmiş gibi bu tip yeşil yatırımların karşısına çok ilginç zorluklar da çıkıyor.Rüzgar yatırımı yapmak için göçmen kuşların göç yollarına etkisinden, temel- toprak onayına kadar 16 farklı izin alınırken buna son dönemde bir de Genelkurmay izni eklendi. Rüzgar tribünlerinin kıyılardaki radarlara etkisi olup olmadığının bilirkişi raporu ile belirlenmesi istendi. Daha önce bu tip bir onay istenmiyor zaten rüzgar yatırımı yapılan bölgelerde de radarlar olmasına rağmen böyle bir sorun çıkmıyordu. Şimdi yatırımcılar kara kara böyle bir raporu kimin verebileceğini, Genelkurmay’ı nasıl ikna edebileceklerini düşünüyorlar.
İstanbul’un taşı toprağı altın diyoruz ancak baktığınızda en gözde projelerde bile metrekare satış fiyatı 10 bin doları çok zor yakalıyor. Bazı çok özel projelerde 15 bin dolarlık metrekare fiyatından sözediliyor ancak doğru olup olmadığından tam emin değilim. Zaten o projede de belli katlar o fiyata satılıyor olsa bile paçal satış fiyatı 6-7 bin doları ancak yakalayabiliyor.Oysa Londra, Paris, Milano gibi şehirlerde metrekare fiyatları 20-25 hatta 30 bin dolarlara çıkıyor. Harrods’un satış fiyatı dudak uçuklatacak cinsten. Metrekaresi 25 bin dolardan fazla etti. Satan Mısırlı alan Katarlı. Peki İstanbul’un taşı toprağı altın ise bu fiyatlar neden yükselmiyor? Sinpaş GYO İcra Kurulu Başkanı Ömer Faruk Çelik’e göre özel projelerde fiyatların çok yükselmemesinin en büyük nedeni mütekabiliyet anlaşmalarının azlığı. Mütekabiliyet “Bir devletin, başka bir devletin vatandaşlarına uyguladığı hukuki veya fiili bir davranış biçimine karşılık, diğer devletin de aynı şekilde davranması” anlamına geliyor.Türkiye bu anlaşmayı yaptığı devletlerin vatandaşlarının Türkiye’de gayrimenkul satın almasına izin veriyor. Çünkü onlar da Türk vatandaşlarının kendi ülkelerinde ev almasına izin veriyor. Ancak Türkiye’ye büyük ilgi gösteren pek çok ülke vatandaşı için ise bu hak tanınmıyor. Kazaklar, Azeriler, Katarlılar bu grupta.“Bu imkan olsa İstanbul’un değeri artar mı?” diye soruyorum şöyle yanıt veriyor Çelik: “Bugün dünyanın 77 milleti neden gidip Dubai’den ev alıyor. Çünkü o kolaylık sağlanmış. Çölün ortasında inanılmaz fiyatlara ev satıyorlar. Bizde de farklı ülke vatandaşları alım yapabilse işte o zaman gerçekten İstanbul’un taşı toprağı altın olur..” “Türkiye’nin tabuları var. Yabancıya gayrimenkul satmak vatan hainliği ile eş değer tutulur” dediğimde ise Çelik, “İspanya nasıl zengin oldu, gayrimenkul satışı ile. İspanyollar vatan haini mi? Alınan mallar alınıp götürülüyor mu? Bu satışlar olunca ülke mi batar.? Artık bu zihniyetten kurtulmamız lazım” diyor. Avrupa’nın en büyük temalı projesi Küçükçekmece’de yükseliyorSİnpaŞ GYO’nun en dikkat çekici projeleri Küçükçekmece Gölü yakınındaki Bosphorus City ve İstanbul Sarayları. Bu projeler sadece Türkiye’nin değil, Avrupa ve Ortadoğu’nun da en büyük temalı projeleri. Bosphorus City’de tam 63 farklı ev tipi bulunuyor. Projenin tasarımı bile 3 yıl sürmüş. Projenin ortasındaki boğazın genişliği 70 metreyi buluyor. Ortaköy Meydanı’ndan sandala binip, Emirgan’a çay içmeye gitmek mümkün olacak. Fiyatları 225 bin ile 1 milyon 865 bin TL arasında değişen projenin yüzde 60’tan fazlası satıldı. Projede, en pahalı köşkler olan Çırağan Köşkü ve 3 adet Kuzguncuk Köşkü satışa çıkar çıkmaz sahibini buldu.Bahçeşehir ve Beylikdüzü biraz problemli gibi, onun dışında satışta sorun yok * Krizde çok fazla konut stoku birikti. Bu stoklar eritilebiliyor mu?Stok devir hızı Avrupa yakasında 6-7 ay, Anadolu yakasında 13 ay, Ankara’da ise 26 ay civarında. Bazı konut stokları belli yerlerde birikti. O bölgelerde iş yapanlar biraz zorlanıyor. Mesela Bahçeşehir mesela Beylikdüzü. Stokların yüzde 30’u bu bölgede. Bu bölgelerde satışlarda bir miktar sıkıntı var. Onun dışındaki bölgelerde, devam eden projelerin yüzde 70’ler mertebesinde satıldığı dikkati çekiyor. * Sizin projelerde bir sorun oldu mu? Müşteriler ödeme güçlüğü yaşadı mı krizde?Krizden kim ‘Etkilenmedim’ diyorsa bilin ki yalan söylüyordur. Krizden kim etkilenmedi? Kimseyle alışverişi olmayan Afrika’daki ilkel kabileler. Onun dışında herkes belli ölçüde etkilendi. Biz Allah’ın sevgili kuluymuşuz ki kriz biz halka arzı yaptıktan sonra ortaya çıktı. O yüzden krizde çok güçlüydük. Bunu fırsata çevirmesini, çok uygun arsa geliştirmesi yapmayı da bildik. Ancak müşteriler tabii ki etkilendi. Sözleşme fesihleri biraz arttı. Yüzde 6-7’lere çıktı. Ancak şimdi görüyoruz ki sözleşme fesihleri yüzde 3’ün bile altına indi.* Son dönemde demir fiyatları çok arttı. Bazı müteahhitler bu yüzden konutlara zam geleceğini dillendirmeye başladı. Tek başına demire gelen zam fiyatları yüzde 10 artırır mı?İnşaat maliyetleri içinde demir, kalıp, çimento gibi malzemeler yüzde 15 yekün tutar. Demirde tek başına fiyat artışı olursa bu maliyetleri en çok yüzde 1-2 etkiler.Anadolu’da maketten ev satmak biraz zor Ömer Faruk Çelik’le gayrimenkul projelerini konuşuyoruz.t Şu an satışta kaç projeniz var?Satışı devam eden 4 projemiz var. Bosphorus ve İstanbul Saraylar projesinde, Aqua City’de, Lagün projesinde ve Bursa Modern’de satışlarımız devam ediyor. t Satışlar nasıl gidiyor, krizin izleri atlatıldı mı?4 projede satışa sunduğumuz konut sayısı 6 bin 500 civarında idi. Bunun yüzde 80’ine yakınını sattık. Kalan kısım ile ilgili satış grafiğinden de çok memnunuz. Örneğin İstanbul Saraylar projesinde ilk etapta 400 konutu satışa açtık, 300’den fazlasını sattık. Bursa projemiz biraz yavaş başladı ancak inşaat geliştikçe orada da iyi bir ivme sağladık. Bursa bizim İstanbul dışında yaptığımız ilk projeydi. Enteresan bir deneyim oldu. Gördük ki Anadolu’da maketten ev satmak zor. İstanbul’da satıyorsunuz ancak Anadolu’da zorlanıyorsunuz. Markayı tanıyan var tanımayan var. Anadolu’daki insan evin bitmiş halini görmeyi tercih ediyor.t Yeni projeler olacak mı?Ankara’da Alacaatlı ve Çankaya Büyükesat’ta iki projeye başlayacağız. İstanbul Bomonti’de bir projemiz var. Bir de devam eden projelerin yeni etapları olacak. 26 bin metrekarelik gölet rekoru SİnpaŞ’In bütün projelerinde su konsepti ön planda. Sinpaş GYO’nun İstanbul dışındaki ilk ve Bursa’nın en büyük konut projesi Bursa Modern’de ise bu iş adeta abartılmış. Projede 26 bin m2 gölet alanı ile Türkiye’de konut sektöründe kullanılan en büyük su alanı inşa ediliyor. Bursa’nın en büyük konut projesi olan Bursa Modern, kendi içinde küçük bir şehir. 61 adet farklı daire seçeneği bulunan “Bursa Modern” geleceğin “Bursa”sı olmayı hedefliyor. Yaz-kış kullanılabilecek bir proje: Aqua City Aqua City 2010’da her biri göl manzaralı, 56 metrekareden 288 metrekareye kadar 63 farklı daire seçeneği bulunuyor. Aqua City 2010’da tüm evlerin ana yaşam alanları yaz-kış yeşil kalan özel peyzajıyla zenginleştirilen göle bakacak şekilde konumlanmasına özen gösterilmiş. Anadolu yakasında planlanan Üsküdar-Ümraniye metro hattı üzerinde bulunan Aqua City 2010, Çekmeköy bölgesinde, Şile otoyolu aksındaki önemli konumuyla her yöne rahat ulaşım imkanı sunuyor. Lagün’de tüm evler göl manzaralı Lagün, zarif ve tarz sahibi bir yaşam arayanlar için İstanbul’un Anadolu yakasında büyük bir boşluğu dolduruyor. Her biri göl manzaralı müstakil villalar, bahçeli ve teras evler olmak üzere 209 m2 den 749 m2’ye kadar değişen 5 farklı tarz ev var. Projede fiyat aralığı 544 bin ile 2 milyon 718 bin TL arasında değişiyor.
Dün sabah bir akrabamı uğurlamak üzere Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ndeyim. Döviz almamışız. Uçaktan inip taksiye bindiğinde ihtiyaç olacağından terminaldeki döviz bürosundan 100 dolar alalım dedik.Demez olaydık. Ben hayatımda böyle soygun görmedim.Tamam havaalanlarında soyguna alışığız. İnce belli bardakta çayı 10 TL’ye hatta yeri geliyor 15 TL’ye içip sesimizi çıkarmıyoruz.Çünkü itiraz etsek “En iyi çaydan hazırlıyoruz, yetmez içine sevgimizi katıyoruz” filan diyerek kendilerini savunabilirler.Ancak fiyatı belli dövizi satın alırken yüzde 6’nın üzerinde fark ödemek insanı acıtıyor. “Bu kadar pahalıya alıyorsam herhalde arkasını Barack Obama’nın benim için özel olarak imzaladığı koleksiyonluk bir 100 dolar verecekler” diye düşündüm ama öyle de olmadı.Dün sabah saat 10 civarında Atatürk Havalimanı’ndaki döviz bürolarında doları 1.4900 TL’den alıyorlar 1.5671 TL’den satıyorlardı. Yani alışla satış arasında yüzde 5.15’lik inanılmaz bir marj var. Diğer para birimlerini de not ettim. Euronun alış fiyatını 1.9190 TL, satış fiyatını ise 2.0161 TL olarak deklare etmişlerdi. Orada da yüzde 5’in biraz üzerinde bir marj söz konusu.Marjın ötesinde deklare edilen rakamların piyasa rakamları ile yakından uzaktan alakası yok. Havaalanında tabelada doların satış fiyatı 1.5671 iken, telefonumdan kurlara bakıyorum serbest piyasada o an geçerli dolar kuru 1.5380 TL olarak geçiyor. Euro için de 1.9640’lık satış fiyatını görüyorum Matrix’ten.Dünyanın hangi havaalanına giderseniz gidin böyle bir marjla karşılaşmanız mümkün değil.Peki sadece kızdıran bu marj mı? Değil tabii ki. Bir de ne anlamı var ise yüzde 4’lük komisyon dayıyorlar.Tabelada zaten şişirilmiş ve 1.5671 TL’ye çıkarılmış doların fiyatı. Komisyonla birlikte oldu mu 1.6329 TL.Vallahi Maliye Bakanlığı’nı geçmişler. Benzinde, cep telefonunda verginin vergisini alan Maliye bile yanınızda daha insaflı kaldı.Kazık oğlu kazık döviz alım satım bürosu..Baktım etrafta bir kaç tane daha var.Anlaşmışlar gibi hepsinin tabelasında aynı rakamlar. Normalde piyasada satış fiyatı 1.5380 olan doları 1.5671 TL olarak ilan ediyorlar, üstelik satarken bir de komisyon ekleyip fiyatını 1.6329 TL’ye getiriyorlar. Hadi haksızlık etmeyelim. Verdikleri dekonta baktım, o fiyatın içinde 30 kuruşluk Banka Sigorta Muamele Vergisi var. Onu düşünce vergisiz muamele 1.6299 TL’ye geliyor.Sıra bekliyorum, önümde belli ki uçaktan yeni inmiş bir yabancı var. 1.000 dolar bozdurdu karşılığında bin 490 TL alabildi. (Havaalanında değil, 2 kilometre ileride Yeşilköy’de bir dövizcide bozdursa bin 525 TL alır, Sultanahmet’e gidiyorsa taksi parasını çıkarırdı.) O destenin içinden 100 dolarlık bir banknotu 30 saniye sonra bana 163.29 TL’ye sattılar... Diyemiyorum, amiyane tabirle resmen kakaladılar.Hesabı böyle yapınca büronun gerçek kazancı yüzde 10’a yakın çıkıyor. 100 doları 149 TL’ye al, anında 163 TL’ye sat. Güzel iş valla. İşsiz gezip, iş arayanlara şiddetle öneririm.Gidin havalimanının içindeki döviz bürolarının önünde bekleyin.Döviz bozdurmak ya da döviz almak isteyene biraz daha insaflı fiyatlar verin.Günde 1.000 liralık kazanca kazanç demezsiniz vallahi.
Cem Uzan’ın gözü döndü, tazminat talebine zam yaptı Libananco davasında sona yaklaşılırken ilginç gelişmeler birbirini izliyor. Güney Kıbrıs’ta kurulu bulunan Libananco adlı şirket tazminat talebine yüzde 500 oranında zam yaptı.International Centre for Settlement of Investment Disputes’a (ICSID) başvuran ve “Ben Çukurova Elektrik ve Kepez Elektrik’in ortağıyım. Enerji Bakanlığı’nın el koyma işlemi ile birlikte ana para olarak 10.1 milyar dolar faiziyle 21.5 milyar dolar zarara uğradım. Bu zararın Türkiye Cumhuriyeti tarafından karşılanmasını talep ediyorum” diyen ve dava açan Libananco, yeni bir dilekçeyi Mahkeme Heyeti’ne sundu. Söz konusu dilekçede tazminat talebi 21.5 milyar dolardan 100 milyar dolara çıkarıldı.Bu hesap nereden çıktı? Libananco’yu perde arkasından yöneten Cem Uzan danışmanlarına ve eksperlere yeni bir hesap yaptırdı. Enerji Bakanlığı’na bağlı kuruluşların başta elektrik olmak üzere yaptığı ticarette karşı tarafın temerrüde düşmesi halinde aylık yüzde 2.5 gecikme faizi uyguladığını dikkate alan Cem Uzan, faiz hesabının bu temerrüt oranına göre yeniden yapılmasını istedi. Böylece dolar bazında yıllık yüzde 30 gibi bir rakama ulaşıldı.Çukurova ve Kepez Elektrik’in mal varlıklarına el konulduğu Haziran 2003’ten bu yana geriye dönük olarak hesap yapıldı. Ayrıca bundan sonra imtiyazın devam ettiği süre de dikkate alındı. 12 Haziran 2003 tarihinde Enerji Bakanlığı tek taraflı olarak Çukurova Elektrik A.Ş. ve Kepez Elektrik T.A.Ş. ile arasında imzaladığı “Görev Verilmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmeleri”ni feshetmişti. 1953’te yapılan ilk imtiyaz anlaşmasının ardından 1988 yılında imtiyaz sözleşmeleri yenilenmiş ve söz konusu şirketlere 70 yıl boyunca daha imtiyaz hakkı tanınmıştı. Yani bu sözleşmelere göre hem Çukurova Elektrik hem de Kepez Elektrik 2058 yılına kadar elektrik üretecek ve üretilen elektriği Çukurova Bölgesi’nde satabilecekti.Söz konusu faiz hesabını 2058 yılına kadar götüren Cem Uzan’ın danışmanları dudak uçurtan bir rakam buldu. Bu rakamı güncelleyerek 100 milyar dolarlık tazminat miktarında karar kıldılar ve söz konusu rakam Tahkim Heyeti’ne yeni tazminat talebi olarak iletildi.Takdir Tahkim’inCem Uzan’ın bu rakamı talep etmesi, davayı kazandığı takdirde alacağı anlamına gelmiyor. Söz konusu tazminat miktarına Uluslararası Tahkim Heyeti karar verecek. Bu rakam Cem Uzan’ın belirlediği rakama yakın da olabilir, onu hiç tatmin etmeyecek bir rakam da olabilir. Ya da Libananco davayı kaybeder ve tüm mahkeme masraflarını karşılamak zorunda kalır.Cem Uzan’a yakın kaynaklar, özellikle Paris duruşmalarından sonra Cem Uzan’ın bu davayı kazanacağına dair inancını artırdığını ve bu yüzden de yeni bir hesap yapılmasını istediğini belirtiyor. Ve Tahkim karar verdi: Son söz 1 Temmuz’da söylenecek Libananco davasında kritik sona, Uluslararası Tahkim Heyeti’nin 9 Nisan 2010’da aldığı kararla iyice yaklaşılmış oldu. Uluslararası Tahkim Heyeti her iki taraftan da son sözlerini 1 Temmuz 2010 itibarıyla söylemelerini istedi. Tahkim’in bu kararı, söz konusu davada 1 Temmuz’dan sonra herhangi bir tarihte kararın çıkabileceği anlamına geliyor. Kararın 1 Temmuz’dan sonra 7 gün ile 60 gün arasında çıkabileceği vurgulanıyor. Türkiye erteletemediUluslararası Tahkim Heyeti’nin aldığı bu kararı Türk tarafının erteletmek için yoğun gayret gösterdiği de dikkati çekti. Türk tarafı 2 Nisan’da Tahkim Heyeti’ne bir dilekçe ile başvurarak, “Çok meşgulüz, davayı biraz erteleyin” dedi. Türk tarafının erteleme isterken “Avukatlarımızın büyük bölümü İngilizce bilmiyor. Dolayısıyla tercümeler zaman alıyor” mazeretinin arkasına sığınmaları dikkat çekti.Avukatların işi çıktı2 Nisan tarihli dilekçede ayrıca Coşar Hukuk Bürosu ile birlikte çalışan ABD’li Freshfields avukatlık bürosunun elinde çok önemli bir başka dava olduğuna da işaret edildi. Freshfields’ın Libananco davasına da bakan çok kritik 3 üyesinin söz konusu davada yer alacağı belirtildi.Yazıda adı verilmeyen bu davanın 31 Mayıs 2010’da başlayacağı 13 Haziran’a kadar süreceği sözlü savunmaların da 21-23 Temmuz tarihleri arasında verileceği kaydedildi. Dolayısıyla Freshfields’ın elinde bir başka önemli dava olduğu için Libananco davasına yeterince ilgi gösteremeyecekleri, bunun için Tahkim’in ek süre vermesinin gerekli olduğu vurgulandı.Türkiye’nin itiraz dilekçesini alan Uluslararası Tahkim Heyeti, bu mazeretlerin hiçbirini kabul etmedi ve Libananco davasında son sözlerin 1 Temmuz 2010 itibarıyla söyleneceğini karara bağladı. Heyet, ayrıca yine aynı kararın devamında bugüne kadar hem Libananco tarafının hem de Türk tarafının yaptığı masrafların çıkarılmasını ve kendilerine beyan edilmesini de istedi.Davayı bitirmek istiyorlarTürkiye’nin erteleme talebini dikkate almayan Uluslararası Tahkim Heyeti’nin 2006’dan bu yana süren davayı bir an önce bitirmek istediği, Libananco’nun da bunu talep ettiği belirtiliyor. Bu arada Tahkim Heyeti’nin Türk tarafından gelen itirazlara hep soğuk olması da ayrıca dikkati çekiyor. Bu gelişmeler ister istemez Uzan cephesinde moralleri de yükseltiyor.Türkiye tarafının son sözlerin söyleneceği tarihi erteleme talebini kabul etmeyen Tahkim Heyeti daha önce de yine Türk tarafının “Hakan Uzan ve Cem Uzan bu davada tanık olarak ifade vermesin” talebini reddetmişti. Interpol tarafından aranan Hakan Uzan, Paris’te ortaya çıkmış ve 23 Mart’ta da ifade vermişti. Türk tarafının Hakan Uzan’ın yakalanması için Fransa İçişleri Bakanlığı’na yaptığı başvuru da karşılıksız kalmıştı.
Makyajı kadınlar yapar bilirdik, Borsa sayesinde yıllar içinde makyajı çok seven şirketleri, patronlarını tanıdık.Devletlerin de rakamlarla oynayabileceğine, makyaj yapabileceğine ise hiç ihtimal vermezdik. Devletlerin de rakamlarla oynamayı çok iyi becerdiğini sonra sonra öğrendik.Geçen günlerde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a bir soru yöneltilmiş, Babacan da beni hayrete düşüren bir cevap vermişti.Soru şuydu: Yunanistan için battı batıyor diyoruz ancak onların 2009 küçülmesi yüzde 2.2’de kaldı. Oysa övgüler alan, krizi çok iyi yöneten Türkiye yüzde 4.7 küçüldü. Bu çelişki değil mi?Cevabı kısa ve netti: Arkadaşlar Yunanistan’ın verileri gerçeği yansıtmıyor.Belli ki Babacan’ın bir bildiği var. Bu açıklamasına Atina’dan bir homurtu yükseldi mi bilmiyorum. Krizle boğuşan Yunan Hükümeti son dönemde, başta Alman kamuoyundan olmak üzere o kadar ağır eleştiriler alıyor ki herhalde bu açıklama da o karmaşa içinde kaynadı gitti. Yunanistan’ın verileri doğruyu yansıtmıyor da bizimkiler acaba doğruları yansıtıyor mu?Açıkçası benim revizyonlar karşısında başım fena halde dönmüş vaziyette. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2008 yılının tamamında ve 2009 yılının ilk 3 çeyreğinde GSYH verilerinde bugüne kadar hiç olmayan şekilde revizyonlara gitmişti. Kısaca hatırlayalım.2008 yılı için daha önce sabit fiyatlarla 102 milyar 164 milyon TL olarak açıklanan GSYH, 101 milyar 922 milyon TL olarak değiştirilirken, büyüme hızı 0.9’dan 0.7’ye çekildi. 2008 yılının ilk çeyreğine ilişkin büyüme rakamı yüzde 7.2’den yüzde 7’ye, ikinci çeyreğe ilişkin büyüme rakamı yüzde 2.8’den yüzde 2.6’ya, üçüncü çeyreğe ilişkin büyüme rakamı yüzde 1’den yüzde 0.9’a çekilirken, son çeyrek için yüzde 6.5 olarak açıklanan küçülme rakamı yüzde 7’ye çıkarıldı.2009 yılı birinci çeyreği için yüzde 14.7 olarak açıklanan küçülme rakamı yüzde 14.5’e çekildi. 2009 yılının ikinci çeyreğine ilişkin olarak yüzde 7.9 olarak açıklanan küçülme oranı yüzde 7.7, üçüncü çeyreği için yüzde 3.3 olarak açıklanan küçülme ise 2.9 olarak düzeltildi.Revizyon değil tam anlamı ile balans ayarı mübarek...Eminim sizin de başınız döndü.Bu revizyonların aslında özeti şu...Tüm bu dolambaçlı hesap kitap sayesinde 2009 son çeyrekte yüzde 6’lık büyüme gerçekleşti. Büyümenin bu kadar yüksek çıkmasında 2008 son çeyrekte açıklanan yüzde 6.5’lik daralmanın yüzde 7’ye çıkarılması başroldeydi. Diğer kalem oynatmalarıyla da yılın tamamı için yüzde 5.5 gibi beklenen küçülme oranı, yüzde 4.7’de kaldı.Kimse yazmadı, kimsenin dikkatini çekmedi ama önceki gün açıklanan işsizlik rakamlarına bakınca da ‘revizyon’ silahının kullanıldığı görülüyor. Makyajın adı Türkiye’de ‘revizyon’ oldu maalesef.TÜİK işsizlik hesaplama metodolojisini sessiz sedasız değiştirmiş ve daha önce 2009 yılı Ocak ayı için yüzde 13.5 olarak açıklanan işsizlik rakamını yüzde 15.5’e çıkarmış.Nasıl olsa bitti gitti, aradan 15 ay geçti. Kim ilgilenir artık 2009 yılı Ocak ayı işsizlik verisi ile. Ancak o rakamın yüzde 15.5 çıkması sayesinde 2010 yılı Ocak ayı için açıklanan yüzde 14.5’lik işsizlik verisi “1 puanlık iyileşme” olarak lanse edildi. İtiraf ediyorum açıkçası ben de ilk gün yanıldım ve ekonomi sayfalarında işsizlik verisi ile ilgili haberi umut verici gelişme olarak verdik. Revizyon olmasa işsizlikte 1 puanlık gerileme değil artış oluyordu halbuki. Çalışanın sanayiden tarıma geçişi de dikkat çekici..TÜİK zaten verileri oldukça gecikmeli yayınlıyor. Demek ki bundan böyle ilk etapta açıklanan rakamları ciddiye alıp, ekonominin iyiye ya da kötüye gittiğine dair yorum yapmamak lazım. İMKB’de, VOB’da oyuncu iseniz pozisyon da almamalısınız.Revizyonları beklemek lazım.Şimdi TÜİK yetkilileri diyebilir ki ‘istatistik biliminde revizyon her zaman olur, her ülke verilerinde revizyonlara gider’Bekleyelim önce desinler. Derlerse şayet, örneklerle cevabını veririz...
Libananco davasında, Türk tarafının Türkiye’de artık kanıksanmış ancak uluslararası hukukta yeri olmayan bazı yan yollara saptığı görülmüştü. Örneğin Uzan’ı bu davada savunan Crowel Hukuk Bürosu’nun davaya bakan avukatlarının e-mail yazışmaları izlenmiş ve telefonları dinlenmişti. Toplanan veriler ICSID’a da sunulmuştu üstelik. İzinsiz yapılan bu işlem tabii ki ters tepti ve ICSID bu dinleme kayıtlarının derhal imha edilmesini istedi, dikkate dahi almadı.Şimdi benzer bir olayın daha yaşandığı görülüyor. Cem Uzan’ın İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden bir davası var. Sahtekarlık ve dolandırıcılıkla suçlanıyor Cem Uzan. Davanın konusundan çok süreçte yaşananlar ilginç.21.5 milyar dolarlık bir tazminat sorumluluğu ile karşı karşıya kalan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı nedense bu davaya çok önem veriyor. Uzan’ın sahtekarlığının ve dolandırıcılığının İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tescillenmesi halinde Uluslararası Tahkim Heyeti’nin de bu karardan etkileneceğini sanıyorlar herhalde...Elimde çok ilginç ‘Gizli ve çok acele’ ibareli belgeler var. Bu belgelerden biri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’ne ait. Budak Dilli tarafından imzalanmış bu belgenin muhatabı Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü.Konu Tahkim davası. Libananco Company’nin açtığı davaya dikkat çekiliyor ve en masum ifadesiyle 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davanın öneminin altını çiziyor. Masum ifade diyorum çünkü aslında yargıya baskı olarak da yorumlanabilecek bir yazı. Adalet Bakanlığı da bir başka ‘Gizli çok acele’ ibareli yazı ile durumu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili’ne iletiyor.Bu yazışmaların esası 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nden çıkacak karar ile uluslararası tahkimde süren davada avantaj elde edilmek istenmesi. Ben açıkçası böyle bir kararın ICSID hakimlerinin vereceği kararda zerre kadar etkisi olacağını sanmıyorum. Türk tarafının bu davadaki hassasiyetini de anlıyorum. Ancak Enerji Bakanlığı’ndan Adalet Bakanlığı’na oradan da savcılığa giden bu yazıyı, hukukun üstünlüğüne inanmış herhangi birinin kabul etmesi mümkün değil.Davada Türkiye’nin enerjisini bu tip çetrefilli işlere değil, davanın özüne kullanması gerekir. Bu belgeler bana kadar geldiyse ICSID hakimlerine de sunulmuştur. 7 Ağır Ceza Mahkemesi’nden çıkacak karar değil ancak o kararı manipüle etme gayreti ICSID’ı etkileyebilir. Libananco davasında hukukun üstünlüğüne ve bağımsızlığına vurulacak darbeler daha önce örneği görüldüğü gibi bizi çok zor durumda bırakacaktır.
Söz konusu olan 21.5 milyar dolarlık bir ihtilaf olunca haliyle bilgi kirliliği de inanılmaz boyutlara ulaştı. 23-25 Mart tarihleri arasında Paris’te yapılan duruşmalara 6.5 yıldır firarda olan Hakan Uzan da gelince Türk kamuoyunun ilgisi müthiş oldu. Ancak bu arada aslı astarı olmayan bilgiler de ortalıkta uçuşmaya başladı. Davayı en başından bu yana kronolojik olarak çok sıkı takip eden bir gazeteci olarak, ortalıkta dolaşan yanlış bilgileri düzeltme ihtiyacı hissettim.Öncelikle Türkiye’yi savunan hukuk bürosu, bu davanın esasının henüz görüşülmediğini söylüyor. Bazı gazeteler de durumu böyle aktardı. Ancak bu doğru değil. Hatırlayın Türkiye esasa yönelik savunmasını zamanında vermemişti. Türkiye’yi savunan Coşar Hukuk Bürosu, bu hatasından dolayı çok eleştiri almış ve Türkiye’yi bu ağır tazminat istemli davada zor duruma düşürmekle suçlanmıştı.International Centre for Settlement of Investment Disputes, 11 Ağustos 2008’de Türkiye’nin davanın esasına dair savunma yapma hakkından feragat etmiş sayılacağına dikkat çekti. Bunun üzerine Türkiye apar topar 28 Eylül 2008 tarihi itibarıyla davanın esası ile ilgili savunmasını Tahkim Heyeti’ne sundu. Böylece davanın esasına geçilmiş oldu.Türkiye bu tarihten sonra zaman uzatmaya yönelik bir taktik olarak yetki itirazında bulundu. Şimdi kararı verilecek olan bu yetki itirazıdır. Mahkemenin bu davaya bakmaya yetkili olduğu kararının yaz aylarında çıkması bekleniyor.Yetki itirazının reddedilmesi halinde izlenecek takvim de şimdiden belirlenmiş vaziyette. Yetki itirazı karara bağlandıktan sonra 60 gün içinde Libananco esas hakkındaki son sözünü söyleyecek.Bu tarihten sonra ise mahkeme son duruşmasını yapacak. Yani bugünden itibaren en fazla 9 ay içinde davanın tamamen sonuçlanması bekleniyor. Şayet yetki itirazı daha erken bir zamanda karara bağlanırsa davanın Eylül ya da Ekim aylarında bitme ihtimali bile var.Uzan tarafının davada sunduğu belgelerin sahte çıktığı iddiaları da yazıldı, çizildi. Ancak sunulan belgelerin Kasım ayında yapılan duruşmada orjinal olduğu tescillenmişti. Daha sonra Paris’te yeni belge de sunulmadı.Uzan’a kaç soru soruldu?Bir gazetede Uzanlar’a 1.000 soru sorulduğu iddia edildi. Gazeteciler olarak böyle seksi başlıklar atmaya bayılırız. Hakan Uzan’a 420, Ali Cenk Türkkan’a 490, Cem Uzan’a da 70 soru sorulduğu iddia edildi. Cem Uzan’a sorulan soruların toplamı 15’tir. Hakan Uzan’a ise kaçışı ve saklandığı yer ile ilgili ekstra sorular da geldiği için sayı 15’ten biraz fazladır.Bakan doğru söyledi mi?Libananco davasının Paris duruşmaları sırasında Hakan Uzan ve Cem Uzan adeta şov yaparken ve Türk medyası bu ikiliyi görüntüleyebilmek için yarışırken Enerji Bakanı Taner Yıldız’a, “Türkiye böyle bir manzaraya nasıl müsade etti? Interpol tarafından aranan bir kaçak nasıl olur da ifade verir?” şeklinde bir soru da yöneltildi. Bakan Yıldız da 24 Mart’ta gazetelere yansıyan şu cevabı verdi: “Kim ifade vermek istiyorsa bu konuda kısıtımız ve istemimiz olamaz. Kırmızı Bülten’le aranan Hakan Uzan’ın da oraya katılacağı belirtildi. Bizim kendilerini ifade etmeyle alakalı bir şerhimiz olamaz.” Bakan böyle dedi ancak ya bilerek ya da bilmeyerek doğruyu söylemedi. Zira Enerji Bakanlığı’nı bu davada savunan Coşar Hukuk Bürosu ve ABD’li ortağı Fresfields Bruckhaus Deringer LLP tam iki kez Hakan ve Cem Uzan’ın hatta Ali Cenk Türkkan’ın da tanık olarak dinlenmesine itiraz etti. Türk tarafı son itirazını 13 Ekim 2009’da Freshfields antetli Aydın Coşar ve Lucy Reed imzalı evrakla yaptı. Ancak itiraz International Centre for Settlement of Investment Disputes tarafından reddedildi. Tanıkların dinlenmemesine yönelik itiraz mahkeme tutanaklarına da altta belgesini ortaya koyduğum şekilde yansıdı. Peki bütün bunlar neden oluyor? En başta da dediğim gibi 21.5 milyar dolarlık inanılmaz bir davadan söz ediyoruz. Tam bir sinir harbi yaşanıyor ve taraflar psikolojik olarak birbirlerini yıpratmaya çalışıyor.Haa son bir küçük düzeltme daha. Hakan Uzan’ı Paris’te kardeşi ile yemek yerken görüntülediğimiz haberde küçük bir ayrıntı vardı. Cuma günü Uzanlar’ın bir kutlama yemeği vereceğini belirtmiştim.Bir başka gazete de Paris duruşmalarından sonra ‘Coşar Hukuk Bürosu o kadar hazırlıklıydı ki ve Uzanlar’ı o kadar köşeye sıkıştıran sorular sordular ki; morali bozulan Uzanlar kutlamayı iptal etti’ şeklinde bir haber yaptı.O haberi masa başında yazan arkadaşlara Paris’te Matignon adlı gece kulübünü aramalarını tavsiye ederim. Baksınlar bakalım 26 Mart akşamı kulüpte 34 kişilik bir grup varmıymış ve kimin adına rezervasyon yapılmış?Masa başı çalışmaya alışmışlarsa ve gece kulübünün numarasını bulmak bile zor geliyorsa beni arasınlar, vereyim numarasını...