Bireysel emeklilik yaptırdınız ve profil olarak sağlamcısınız. Yani hisse, döviz, altın gibi bir inen bir çıkan enstrümana değil de sabit getirili devlet tahvili ve bonosuna yatırım yaptınız. İçiniz rahat. ‘Param garantide’ diyorsunuz değil mi? ‘Ekstrelerinizi inceleyin’ derim. Şu ara en çok risk altında olan sizin portföyünüz...Bireysel emeklilik sisteminin (BES) performansı uzun süredir tartışılıyor. Yüzde 25’lik devlet katkısına rağmen şirketlerin fon kazançları eleştiriliyor. Ancak bu kez yazmak istediğim mevzu eleştirilen getiriler değil. BES sistemi incelendiğinde birikimlerin yüzde 40’a yakınının sabit getirili devlet tahvili ve bonosuna park ettiği görülüyor. İçinde sabit getirili menkul kıymet olan karma fonlar da var. Bu karma fonların içindeki sabit getirili menkuller de dahil edildiğinde oran yüzde 55’leri buluyor.Yani Türk insanı sağlamcı.Emeklilik gibi hassas bir konuda riske girmek istemiyor. Belki hisse senedi, döviz, altın daha çok kazandıracak ama tersi de olabilir. Yani kazanayım derken kaybedebilirsiniz de. Oysa o para sizin emeklilikte rahat etmek için bir köşeye ayırdığınız para.Peki sabit getirili fonlar sağlam mı?Ne yazık ki bunun cevabı hayır.Hatta faizlerin sürekli oynaklık gösterdiği şu günlerde hisse senedinden bile daha riskli diyebiliriz. Faizlerdeki her 1 puanlık yukarı ya da aşağı yönlü hareket, sizin birikiminizin yüzde 3-4 arası değer kaybetmesine neden oluyor.Ne kadar risksiz?Bu riski çok da tekniğe girmeden basit cümlelerle izah etmeye çalışacağım.Diyelim ki 100 bin liranız var. Bir bankaya gittiniz. Yüzde 15 faizle 1 yıl vadeli mevduata yatırdınız. Stopajını bir kenara koyarsak kabaca yıl sonunda elinize 115 bin lira geçecek demektir.Paranızı siz 1 yıl vadeli bağladıktan 5 ay sonra faizler yüzde 22’ye çıktı diyelim. Evet reel olarak zarar edersiniz ancak yine de vade bitiminde siz 115 bin liranızı alırsınız. Yani 100 bin liranız asla 90 bin liraya düşmez. Bırakın faiz gelirini, ana paranızdan olmazsınız.BES’te ise hesap kitap öyle yapılmıyor ne yazık ki.Diyelim ki portföy şirketiniz 1 yıl vadeli Hazine bonosu aldı. Bononun faizi de yüzde 15. Kabaca BES’teki portföyün yılsonunda 115 lira olmasını beklersiniz değil mi?Ancak bono faizi yüzde 22’ye çıktıysa eğer sizin ana paranız her faiz yukarı gittiğinde ne yazık ki eriyor. Eksiye geçiyorsunuz. ‘Olur mu öyle şey’ demeyin. Oluyor.Ancak şunu da belirteyim ki burada bir hile hurda da yok. Dünyanın her yerinde bu hesaplama ne yazık ki böyle yapılıyor. Eleştirilebilir ancak kendi içinde bir mantığı var. Bu mantığı da açtığım ayrı bir kutuda izah etmeye çalışacağım.Faiz artınca ana para neden eksiye düşüyor?- Finansçılar iyi bilir. ‘Mark to market’ diye İngilizce bir finans terimi var. Herhangi bir menkul kıymetin günlük olarak piyasa değerinin kaydedilmesi anlamına geliyor. Bu prensibe göre bir menkul değer, vade sonuna kadar elde tutulsa bile cari fiyat değişimleri bilançoya günlük olarak yansıtılıyor.- Örnek olsun diye veriyorum. 2020 vadeli bir kağıt çıktı. Üzerindeki faiz yüzde 10 olsun. Ancak bu kağıt çıktıktan bir süre sonra faizler yukarı doğru gitmeye başladı. İkincil piyasada mecburen 100 liradan çıkan kağıdın değeri düşmeye başlıyor. Mesela 90’a düştü diyelim. İşte kağıttaki bu değişim ne yazık ki güncel olarak portföye yansıyor ve faizler yükseldiği için de eksi olarak yansıyor.- Şimdi siz diyebilirsiniz ki ‘Bana ne kardeşim ben vade sonuna kadar bekleyeceğim ve o yüzde 10’luk fazi alacağım. Günlük oynamalar beni ilgilendirmez’.Ancak işler öyle yürümüyor. Bu oyunda sen ben yok. Herkese farklı fiyat da yok. Bir havuz var ve ikincil piyasada ortaya çıkan yeni fiyat, tüm portföyün fiyatı oluyor.- Portföy yönetim şirketleri bu durumu, “Burada kişiye özel bir durum olamaz. Çünkü fona giren olduğu kadar çıkan da oluyor. Çıkanların payının satışı da o günkü değer üzerinden yapılacağı için vade bitimindeki değer değil güncel değer baz alınıyor” diye açıklıyor.- Biraz karışık bir mevzu ancak anlaşılmaz da değil.- Unutmamak lazım ki tersi bir durum da olabilir. Yani faizler çıkmaz, düşerse bu kez her 1 puanlık düşüş size yüzde 4’e yakın artı yazıyor.Bu şunu gösteriyor ki BES sisteminde sabit getirili kıymetler o kadar da güvenilir ve sağlam kıymetler değil. Peki bu durumda sağlamcı yatırımcılar ne yapacak?Bireysel emeklilik şirketi yöneticileri gerçekten sağlamcı yatırımcıların Para Piyasası EYF ya da Temkinli EYF gibi isimlerle tanımlanan portföyleri tercih etmeleri gerektiğini belirtiyor. Bu portföylerin içinde genellikle vade sonuna 45 ile 90 gün kalan bono ve tahvillerle, mevduat ve gecelik faiz yani overnight ürünler konuyor. Bu durumda da risk hemen hemen sıfırlanmış ve üç aşağı beş yukarı enflasyon kadar bir getiri garanti altına alınmış oluyor. Zaten sağlamcı yatırımcının isteği de bu. Bir tüyo vererek yazıyı bitireyim. ‘Faizler yeteri kadar yukarı geldi bundan sonra artık inişe geçer’ dediğiniz gün, bu temkinli fondan çıkıp yeniden sabit getirili fonlara yani Borçlanma araçları isimli fonlara yönelebilirsiniz. Çünkü dedik ya faiz yukarı giderken ekstra eksi yazan fon, faiz aşağı gelirken de ekstra artı yazıyor. Mesele zamanlamayı doğru tahmin etmek...
Sosyal medyaya yasak ilk başta kulağa pek hoş gelmiyor. Ancak binlerce kişinin Periscope üzerinden maç yayını seyretmesi ve yayıncı kuruluşun ticari zarar görmesi üzerine Digiturk’ten canlı maç yayını başladığında Periscope’a ulaşımın 90 dakika süresince engellenmesine karar verildiSüperLig’de maç başlayacak, Periscope’a erişim engellenecek. 90 dakika bitene kadar da bu erişim engeli kalkmayacak.Elbette Twitter, Instagram gibi sosyal medya araçlarına erişimin engellenmesi ilk başta kulağa hoş gelmiyor. Sanki özgürlüklerin kısıtlanması gibi algılanıyor, demokrasi ile de pek bağdaşmıyor. Ancak bu sosyal medya araçlarından bazıları kazanılmış bir hakkı ihlal ederek korsan yayına aracılık eden bir iletişim aracına dönüşüyorsa, getirilen yasağı eleştirmek de sanırım acımasızlık olacak.Kulüpler zor durumdaFutbolu yakından takip edenler kulüplerin durumunu biliyor. Ali Koç, Fenerbahçe Kulübü’nün başkanı olduktan sonra ayrıntılı bir muhasebe analizi yaptırdı ve 621 milyon euroluk borç yükü ile karşı karşıya olduklarını duyurdu. ‘Taraftar bizden iddialı transfer beklemesin’ dedi. Benzer şekilde ne Galatasaray ne Beşiktaş ne de diğer kulüpler artıda değiller. Hemen hepsi borca batıklar...Beşiktaş taraftarı bu sezon hangi oyuncunun geldiğini değil, hangi oyuncunun gittiğini konuşur oldu. Fabri’den gelen paranın, Tosiç’ten gelen paranın çetelesi tutuluyor. Kulüp Vida’ya resmi teklifin gelmesini dört gözle bekliyor. Galatasaray geçen yıl golleri ile takımı şampiyon yapan Gomis’in gitmesi için gözünün içine bakıyor.Bütün bunların sebebi artan maliyetler. Türk futbolcular dahil tüm oyuncuların maaşları euro üzerinden. Euronun ve doların geldiği noktayı yazmaya gerek yok. Yayıncı kuruluş Digiturk ise kuru sabitlemiş vaziyette. Dolayısıyla kulüplerin giderleri artıyor ancak en büyük gelir kalemi olan yayıncı kuruluş ödemeleri sabit duruyor.Ancak yayıncı kuruluşun da hakkını yememek lazım. Şayet kur sabitlenmemiş olsaydı muhtemelen bu yıl Digiturk de teslim bayrağını çekmiş olurdu.Gelirleri % 48 arttıHatırlatmakta fayda var. 2016’da yapılan ihaleyi 500 milyon dolarlık teklifi ile Digiturk 5 yıllığına kazanmıştı. Yüzde 18’lik KDV eklendiğinde rakam 600 milyon dolara yaklaşıyordu. İhalede ortaya çıkan rakam sayesinde kulüplerin gelirleri yaklaşık yüzde 48 civarında artış gösterdi. Geriye gidip hatırlayalım. 1994-1996 yılları arasında külüplerin yayın hakkından elde ettiği gelir 30 milyon dolar civarındaydı. 2008’de 376 milyon dolara çıkmıştı. 2008’de malum Lehman Brothers ile patlak veren ve tüm dünyayı saran kriz çıktı. O yıl yapılan ihalede 2 yıl için önerilen fiyat yıllık 140 milyon dolara geriledi. 2016’da yapılan ihalede son olarak 500 milyon dolarla rekor kırıldı. Böylece Türkiye ligi dünyanın en pahalı 6’ncı ligi ünvanını almış oldu.Instagram’a da yasak gelebilirSon yıllarda Periscope’tan şifreli spor yayınları binlerce kişiye canlı olarak ve ücretsiz biçimde aktarılıyordu. Twitter üzerinden binlerce kullanıcıya ulaşan Periscope, normalde Digiturk üzerinden yayınlanan Süper Lig maçlarını yasa dışı biçimde anlık olarak yayınlıyor, maç saatinde platform üzerinden onlarca canlı yayın açılırken tek bir yayına katılan ve maçı buradan takip eden kişi sayısı 50 binleri bulabiliyordu. Son dönemde ise Periscope’un yerini Instagram almış vaziyette. Instagram’da da canlı yayın uygulamasının başlaması ile 4 büyüklerin maçlarını yayınlayan çok sayıda hesap açıldı. ‘Canlı maç’ gibi kullanıcı isimleri ile açılan hesapların 10 binlerce takipçisi bulunuyor. Hesaplar canlı yayına geçtiği anda bu takipçilere bildirim gidiyor ve Instagram üzerinden yapılan maç yayınlarını da yine 10 binler takip ediyor. Mahkeme kararı sadece Periscope için geçerli görünüyor. Benzer bir şikayetin diğer platformlar için de yapılması halinde Instagram’a ulaşım da maç saatlerinde durabilir.Düdükle beraber erişim duracakİstanbul 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince, yayın hakları Digiturk’e ait Süper Toto Süper Lig maçlarının oynandığı sürelerle sınırlı olmak üzere, Periscope’a erişim yasağı uygulanmasına karar verildi. Süper Toto Süper Lig futbol müsabakalarının yayın hakkını elinde bulunduran Digiturk, canlı video paylaşım uygulaması Periscope üzerinden maçların görüntülerinin izinsiz servis edildiği gerekçesiyle İstanbul 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesine başvurmuştu. Mahkeme, yapılan müracaatı yerinde bularak, maçların Twitter’a ait Periscope’tan yayınının önüne geçmek amacıyla karar aldı. Kararda, “Süper Toto Süper Lig futbol müsabakalarının oynandığı sürelerle sınırlı olmak üzere pscp.tv, proxsee.pscp.tv, prod-assets.pscp.tv, prod-video-eu-central-1.pscp.tv Periscope uygulama adreslerinde Süper Toto Süper Lig futbol müsabakalarının oynandığı sürelerle sınırlı olmak üzere ihtiyati tedbir yoluyla erişimin engellenmesine karar verildi” denildi.Erişim Sağlayıcıları Birliği (ESB) Genel Sekreteri Bülent Kent, yaptığı açıklamada, Digitürk tarafından yapılan başvuru sonucu mahkemenin aldığı kararla müsabakalarının oynandığı gün ve saatlerde canlı video paylaşım uygulaması Periscope’a erişimin engelleneceğini söyledi. İnternet servis sağlayıcılarına gönderilen mahkeme kararının Süper Lig’de yeni sezonun başlayacağı 10 Ağustos itibarıyla uygulanacağını vurgulayan Kent, “İlk kez belli süreler arasında erişim yasağına ilişkin mahkeme kararı alındı” dedi.Türk futbolunun değeri düşüyorduDigiturk bu parayı elbette babasının hayrına vermiyor. Abonelik yapacak, futbolseverlerden para toplayacak ve bu parayla da ihaledeki taahhütünü yerine getirecek. Ancak telif hakları konusunda maalesef zayıf olan Türkiye’de bir anda Periscope korsan maç yayınlayan bir platforma dönüştü ve hatırı sayılır da seyirci topladı. Futbol seyretmek isteyenler Digiturk abonesi olmaktansa Periscope’tan maçları izleme yoluna gitti. Bakın İngiltere’de yayın ihalesi 2.4 milyar euroya gerçekleşti. İspanya’da rakam 983 milyon euro oldu. İtalya yayın ihalesi 943 milyon euro verende kaldı. Türkiye’de ödenen para da az buz para değil. İnsanlar Periscope’dan maç seyredince ve buna yasal bir tedbir alınamayınca haliyle yayıncı kuruluşun da endişeleri arttı. Hatta hatırlayalım 2016’da yapılan ihaleye Turkcell’in yanı sıra Turk Telekom’un da girmesi bekleniyordu. Ancak Turk Telekom girmedi. Girmeme sebeplerinden biri de bu önüne geçilemeyen korsan yayınlardı. Belki bu mahkemeden çıkan karar çok daha önce çıkmış ve yasal olarak bu tip korsan yayınların önü çoktan alınmış olabilseydi bu kuruluşlar ihaleye asılabilir belki de ortaya 500 değil çok daha yüksek bir rakam çıkabilirdi. Kimbilir belki Türkiye ligi, 628 milyon euroluk Almanya ligini hatta 726 milyon euroluk Fransa ligini bile geçip 4’üncü en pahalı lig bile olabilirdi. Bu mahkeme kararı ticari Digiturk üyesi kafeleri, restaurantları da rahatlatmış oldu.
Yıllarca ‘Petrolümüz yok’ diye hayıflandık durduk.Cari açığın en büyük nedeni enerji ithalatıdır doğru ancak Türkiye için bu ilelebet böyle gitmeyecek.Teknoloji her gün Türkiye lehine bir aşama kaydediyor. Güneş panellerindeki maliyet düşüşü ve panel verimliliğinin artması güneş enerjisi yatırımları için çok büyük fırsat oluşturuyor. Çin, bundan10 yıl önce termik santrallerle ilgili olarak yaptığı planı çöpe attı bile. Yeni hedef ülkenin artan enerji ihtiyacını güneş tarlaları ile karşılamak. Bunun için 360 milyar dolarlık bir yatırıma start verildi. Benzer bir şekilde Suudi Arabistan da güneşe yöneldi. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden Suudi Arabistan 200 milyar dolara mal olması beklenen 200 gigawatt’lık bir tarla kuracak.Önceki gün ABD’den de bir haber geldi. Enerji verimlilik standartları kapsamında yenilenebilir enerjiden daha fazla faydalanmak isteyen ABD’nin Kaliforniya eyaleti yetkilileri evlerde güneş panelini zorunlu hale getirmeye hazırlanıyorlar. Enerji Komisyonu tarafından alınan karar gereğince 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren yapılacak konutların çatısında veya uygun bölümlerinde güneş paneli bulundurmak mecburi olacak.Bakın bundan çok değil sadece 5 yıl önce yelkenli tekneme solar panel kurmak için harekete geçmiş, CNR Boat Fuarı’na gidip bu işi yapan firmalarla kağıt kalem hesap makinası, maliyet analizi çıkarmıştık. Bütçemi aşan bir maliyetle karşılaşınca rafa kaldırmıştım. Geçen yıl benzer bir çalışmayı yine yaptım. 5 yıl öncesine göre maliyetlerde yüzde 50’ye varan düşüşler olmuştu.Maliyet hızlı düştüGüneşle ilgili maliyet analizleri her yıl değil, inanın her 3 ayda bir değişiyor. 2014’ten bu yana maliyetlerde yüzde 85’e yakın bir düşüşten söz ediyoruz. 2010’da güneşten 1 megawat elektrik üretmenin maliyeti 3.5-4 milyon dolarları buluyordu. Kömürde, doğalgazda bu maliyet megawat başına 1 milyon dolarlar civarında olduğu için doğal olarak güneş pahalı bir enerji kaynağıydı. 2014’e gelindiğinde güneş için maliyet 2.5 milyon dolarlara kadar düştü.Bugün geldiğimiz noktada, 1 megawat enerji için 600 bin dolarlık ortalama maliyetten söz ediliyor. İnvertördü, konstrüksiyondu, kablolamaydı derken toplam maliyet taş çatlasın 750 bin dolarları buluyor. Hıza bakar mısınız. İnanılmaz bir değişim! Oysa böyle bir değişim ne termik santral, ne doğalgaz çevrim santrali ne de nükleer enerji yatırımlarında yaşanmadı. Rüzgar türbin maliyetlerinde de önemli düşüşler oldu ancak baş döndürücü değişim güneş panelinde yaşanıyor.Güneşle ilgili tahminler de sürekli yenileniyor. 1 yıl önce okuduğum bir raporda 2040’a gelindiğinde dünyadaki toplam enerji üretiminin yüzde 22’sinin güneşten elde edilebileceği tahminine yer verilmişti. Geçenlerde bir başka rapor okudum. Oranı yüzde 29 olarak veriyordu. Oysa bir önceki raporda yüzde 30 oranına 2050’de ulaşılabileceği kaydedilmişti.Dediğim gibi bunlar çok güzel gelişmeler. Her şeyden önemlisi Türkiye için umut verici. Bugün sadece Akdeniz, Ege bölgesi için değil, Karadeniz Bölgesi için bile fizibiliteler son derece güzel sonuçlar veriyor. Kocaeli’nde bir güneş paneli yatırımı için yapılan hesaplama kendini 7 yıl içinde amorti edebileceğini gösterdi.Tamam kömürü bugüne kadar ihmal ettik, kendimizi ithal doğalgaza esir ettik.Ancak yeni dönemde bir yanlışı yeni bir yanlışla düzeltmeye çalışmayalım. Yüzümüzü ağırlıklı olarak güneşe dönelim.
Çılgın proje olarak lanse edilen Kanal İstanbul, ilk telaffuz edildiğinde yıl 2011’di. 24 Haziran seçimlerinden önce yeniden gündeme geldi ve AK Parti ile Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük seçim kozlarından biri olarak sahaya sürüldü.Yap-işlet-devret modeliyle yapımına olanak verecek bir yasa değişikliğinin gündeme alınması ile o meşhur soru dün itibarıyla tekrar gündemde.Seçimler de bittiğine göre daha rahat, altında siyasi maksat aranmadan masaya yatırabiliriz.‘Bu projeyi yapacak biri çıkar mı?’Aslında sorunun soruluş şekli biraz hatalı oldu.‘Bu projeyi yapacak biri hangi şartlarda çıkar?’ şeklinde sormak lazım.Yoksa tabii ki gerekli şartlar oluştuğunda bir yatırımcı ya da yatırımcı grubu mutlaka çıkacaktır.O gerekli şartlar nasıl oluşturulacak?Çünkü Akkuyu Nükleer Santrali’nden biliyoruz ki gerekli şartlar oluşmadığında bir yatırımcı bulmanız zorlaşıyor. Hevesli yatırımcı grubu bulsanız da, aynı heveste kredi desteği sağlayacak banka bulmanız imkansız olabiliyor.Kanalın maliyeti ile ilgili polemiklere girmeyeceğim. Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde kanalın genişliği ile ilgili bir plan değişikliği yapıldı ve kanalın eni daraltıldı. Yani kazı maliyeti azalmış oldu.Ancak bu haliyle bile maliyetinin15 milyar doları bulacağına dair hesaplar var. Hesabı 60 milyar dolarlara kadar çıkaran spekülasyonlara da rastlıyoruz.Yeni bir şehir projesiBir de yıllık geliri ile ilgili spekülasyonlar var.Günde 150 geminin geçiş yapacağına, yıllık gelirinin 8 milyar doları bulacağına dair matematikler yapılıyor. Proje, Süveyş ile Panama Kanalı ile karşılaştırılıyor.Şayet yıllık geliri 8 milyar dolar olacaksa, maliyeti de 15 milyar dolarda kalacaksa, inanın kanalı kazmak için millet birbirini yer. Bankalar da kredi vermek için sıraya girer.Ancak ben hesabın bu kadar basit olmadığını düşünüyorum.Ne maliyeti ile ilgili hesaplar tam doğruyu yansıtıyor, ne de yıllık gelir beklentisi ile ilgili hesaplar.Herşeyden önce şu Montrö Anlaşması bilinmezinin ortadan kalkması lazım.Bakalım Rus tankerleri hazır çok ucuza geçebildikleri bir Boğaz varken, bu kanala sokulabilecek mi?Çünkü bir tarafta 6 bin dolarlık bir geçiş ücretinden, diğer tarafta ise gemi başına 150-180 bin dolarları bulacak bir geçiş ücretinden sözediliyor.Hukuki durum öncelikle cevap verilmesi gereken konu.Ben en başından bu yana bu projeye, Boğaz’ı by pass edecek bir su yolu projesi olarak değil, iddialı bir gayrimenkul projesi gözüyle baktım.Orada içinden su geçen bir hikaye yazılıyor ve İstanbul’un yanı başında bir yeni şehir oluşturuluyor gibi okudum.Tıpkı Ataşehir’deki Finans Merkezi projesine baktığım gibi. İstanbul Finans Merkezi projesinin aslında bir gayrimenkul projesi olduğu konusundaki iddiamda sanırım yanılmadım.Kanal İstanbul’u da öyle değerlendiriyorum ve bu projenin de bugünkü şartlarda hayata geçmesinin zor olduğunu düşünüyorum. Zorluğunun sebebi de gayrimenkul pazarındaki durgunluk ve faizlerin geldiği nokta.Ben modellememi gemi geçiş ücreti garantisi olarak değil, kanalın etrafında oluşturulacak yeni küçük şehirlerin sağlayacağı gelirle yapıyorum.Ancak bugün gayrimenkul sektöründeki durgunluk gözönüne alındığında böyle bir simülasyon yapmak, bir gelir modellemesine ulaşmak çok zor.Ne zaman ki İstanbul’da yeni konuta yeniden talep oluşur, Kanal İstanbul için de yatırımcılar hesap kitap yapmaya başlar. Ancak o gün bugün değil...
Operatörlerin fiber altyapıyı ortak kullanmasına ve yeni yatırımları birlikte yapmasına dayalı yeni iş modeli pilot uygulamada görüldü ki çalışıyor. Vodafone Ankara’da bir noktaya gitmek istedi. Türk Telekom’un altyapısı o noktaya yüzde 50 mesafedeydi. Kalan bölümün kazı maliyetini Vodafone karşılayacak, hattı 10 yıl ucuza kiralayacakLondra’da bu yıl 14’üncüsü düzenlenen 5G Dünya Zirvesi’nde “5G ile geliştirilen yeni iş modelleri” konulu panele konuşmacı olarak katılan Türk Telekom CEO’su Dr. Paul Doany, zirve kapsamında Trafalgar’daki Corinthia otelinde gazetecilerle de bir araya gelerek Türkiye’de uygulanacak yeni sabit altyapı paylaşım sistemi hakkında bilgi verdi ve Türk usulü yeni modelin ayrıntılarını anlattı.Doany, Başbakan Binali Yıldırım’ın da katıldığı toplantıda imzalanan protokolü daha sonra ‘Türk usulü’ olarak tanımlamıştı. Doany’nin bu sözlerini açık söyleyeyim ilk başta sitem gibi algılamıştım. Ancak anlaşmanın ayrıntıları ortaya çıkınca gerçekten de tüm dünyaya örnek olabilecek Türk usulü bir modelle karşı karşıya olduğumuz görülüyor.Söz konusu model mükerrer fiber yatırımların önüne geçecek. Ancak daha önemlisi, Türk Telekom’un şu an elinde bulunan fiber altyapının çok daha fazlası, sıfıra yakın maliyetle Türk Telekom yeniden devlete döndüğünde Türkiye’nin bir zenginliği olacak.Protokol nasıl çalışacak?Protokol kapsamında sabit altyapı konusunda imtiyaz sahibi olan Türk Telekom, talep edilmesi halinde mevcut fiber altyapısını uzun süreli kullanım taahhüdü veren ve dileyen operatörlere uygun koşullar ile kiralayacak. Yeni altyapı gerektiği durumlarda operatörle işbirliğine gidecek; altyapıyı Türk Telekom döşeyecek, yatırım maliyetini operatör üstlenecek. Karşılığında operatör, bu yeni döşenen altyapıyı belli bir süre ücretsiz kullanma hakkına sahip olurken mevcut altyapıdan da indirimli yararlanacak.Altyapı Türk Telekom bünyesinde işletilmeye devam etse de aslında Türk Telekom’un devletin verdiği imtiyaz hakkı neticesinde faaliyetlerini yürüttüğü göz önüne alındığında, günün sonunda tüm altyapının sahibi operatörler değil devlet olacak. Bu modelle operatörlerin yatırım maliyetleri azalacak. Altyapısı bulunmayan bölgelere altyapı sağlanacak. Fiber altyapının yaygınlığını daha da artıracak. Daha iyi kalitede sabit altyapı erişimi sunulmasıyla birlikte ürün çeşitliliği artacak. Türkiye’nin genişbant penetrasyonu artacak. Kamunun altyapı üzerindeki hakları korunmuş olacak. Mükerrer yatırımın önü kesilecek, kaynaklar daha verimli kullanılmış olacak.Pilot uygulama başarılıYeni sistemde herkesin kazançlı çıkacağını dile getiren Doany, “Yatırım maliyetlerinin azalmasıyla fiber hizmet kapsamı daha da yaygınlaşacak, hizmet kalitesi iyileşecek, fiberin eriştiği hane sayısında önemli ölçüde artış gerçekleşecek. Sabit altyapıda imtiyaz anlaşmalarıyla asıl mülkiyet kamuya ait olduğundan, günün sonunda yapılan tüm yatırımlar devlete ve ülke faydasına olacak. Kısacası bu işin asıl kazananı vatandaş ve Türkiye olacak” dedi.Geliştirdikleri yeni paylaşım modelinin tüm dünyaya örnek olacağını ifade eden Doany, “Bugünlerde Avrupa, benzer bir ortak yatırım modeli üzerinde tartışıyor. Sonuçta aklın yolu bir: Ortak yatırım modelinin operatörlerin yeni yatırımlar yapıp mevcut altyapıyı geliştirmelerini teşvik edici verimli bir model olduğunu herkes görecek” diye konuştu.Doany, Vodafone’un İstanbul’da bir bölge için anlaşma istediğini belirterek, şöyle devam etti: “Gördük ki orada ulaşmak istedikleri yerin ancak yüzde 20’lik kısmında altyapımız var. Yani yüzde 80’lik kısmı kazmak gerekiyor. Orada başarılı olamadık. Ancak Ankara’da sistem işe yaradı. Gidilmek istenen noktanın yüzde 50’sindeydik. Şimdi kalan yüzde 50 için Vodafone parasını verecek, ben yapacağım. 10 yıl kullanım hakkı onun için bedava olacak. Bu güzergahı kendi yapmaya kalksa yüzde yüzünü kendi yapmak zorunda ve Türk Telekom’un halihazırda sunduğu geçiş hakkından faydalanmamış oluyor. Ayrıca mükerrerlik olacak. Bu modeli uyguladığınız zaman bu şirketin bu ülkenin sahiplik hakkına saygı göstermiş oluyoruz.”Sağlık sektörüne odaklanacakPaul Doany, odaklandıkları noktanın mobil ve sabit gelirleri çok fazla yatırım harcaması yapmadan nasıl geliştirmek olduğunu anlatarak, şöyle devam etti: “Bunu yaparken iyi bir şey de yapmalıyım. Bu tarz şirketlerin bu tarz görevi de olmalı mesela penetrasyonun arttırılması gibi ülke için faydalı ve iyi bir şey yaratmak. Bu bir kenarda dursun. Gelirleri artırırken toplum için de iyi birşeyler yapabileceğimiz projelerimiz var. Biz bunlara ‘dikeylerde büyümek’ diyoruz. İlk odaklandığımız dikey, sağlık sektörü. Her ülkede sağlık sektöründeki yetkili sayısı, doktor, hemşire sayısı sınırlıdır. Kalifiye kişilerin daha fazla kullanılması konusunda bu sektörün bir parçası olmalıyız. Bu da teknoloji ile yapılabilecek bir şey. Bağlantı gerekli. Bazı lokasyonlar çok yüksek hız gerektiriyor. Mobilde kalitenin sürdürülebilir olması gerekiyor. Bir saatlik oturumda bozulma olmamalı. Bu da programlanabilir erişimle sağlanabilir.”Google ile yarışamazsınızPaul Doany, Türk Telekom’un arama motoru çalışması olup olmadığının sorulması üzerine şu yanıtı verdi: “Arama motoru ile ilgili olarak TAMBU üzerinden bir şeyler yapmaya odaklanmış durumdayız. Web’te arama yaptığımız zaman diyelim Google, bu alanda biz de olalım diyenler Google ile yarışamaz. Yahoo arama Microsoft da denedi ama yarışamadı Google ile. Bu alanda ‘ben de varım, rekabete gireceğim’ demek bile en baştan bence kaybetmek. Mesela Çin’de Baidu var neden başarılı çünkü Baidu Google’ı izole etti, müsaade etmedi girişlerine. Güney Kore’de de var yerel arama motoru. Onlar Google’ı kapatmadılar bunu salt içerikle yaptılar. Zaten küçük bir ülke. Bir de Rusya’nın Yandex’i var. Onlar da Google’ı saf dışı bırakmaya çalıştılar. Yandex burada 80 milyon dolar yatırım yaptı, kaybetti. Bizim arama projemiz de vardı aslında ama bu tarih kitaplarına geçiyor artık.” Türk Telekom’un klavye uygulaması Tambu’ya yakında yeni bir özellik ekleyeceklerini anlatan Doany, bir arama yapmak istenildiğinde Tambu’dan sonuçları göstereceklerini, basit bir web araması olmayacağını, daha verimli olacağını ifade etti. Doany, “Google’un yatırım yapmadığı bir alanda mesela Türk klavyeye yatırım yapmıyor biz ona yatırım yapıyoruz. Bu bir uygulama değil web araması. Çok düşük maliyetle çok güzel şeyler görüyor olacağız. İlk yeni özellik iki ay sonra gelecek. Lansmanla göreceğiz” dedi. Doany, dijital reklamla ilgili bir yatırımlarının olacağını da sözlerine ekledi.
Türkiye’de yayınlanan spor içeriğinin yüzde 50’den fazlasının yayın hakkına sahip olan, ekonomik büyümesini sporla gerçekleştiren Sadettin Saran, Hırvatistan’da yaptığı otel yatırımı ile turizme adım attı. Memnun kalınca da bu alandaki yeni fırsatları takibine aldıUNESCO’nun dünya kültür mirası listesine aldığı Hırvatistan Split’te Adriyatik kıyısında 800 metrelik özel plajı, marinası ile çok çekici 60 bin metrekarelik Grand Hotel Lav yatırımı, Saran Holding’e yeni bir ufuk açmış gibi görünüyor. Bugüne kadar spor, medya, savunma, sağlık, yayıncılık alanındaki yatırımları ile dikkat çeken ve büyümesini bu alanlarda gerçekleştiren Saran Holding’in yeni ilgi alanı turizm.Spordan vazgeçmeyizSaran Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sadettin Saran ile ‘Game of Thrones’ dizisinin bazı bölümlerinin çekildiği Split’e hızlı bir hafta sonu ziyareti yaptık. Adriyatik kıyıları zaten son dönemin yükselen turizm destinasyonu. Saran da burada bir otel yatırımı yaparak ve Le Meridien’in işlettiği381 odalı otelde yüzde 99 doluluğa ulaşarak doğru bir karar verdiklerinin altını çiziyor. Saran, bu işi sevdiklerini, hem Türkiye’de hem de yakın coğrafyada farklı fırsatlara baktıklarını belirterek şöyle konuştu:“Aslında bu otel turizm alanındaki ilk yatırımımız değil. Daha önce Çekya’da yerleşik Cedok.com.adlı tur operatörünün sahibiydik. Bu otelin maddi sorunları olduğunu biz de Cedok sayesinde öğrendik. İyi bir fizibilite çalışması ile bu yatırımı yapmaya karar verdik. Marinasını, SPA’sını yeniledik. Kaliteli bir yönetimle birleşince başarı geldi. Game of Thrones turizmi de bize önemli katkı yaptı. Pek çok turistin ajandasına Split, Game of Thrones ile girdi.” Saran, stratejilerini de şöyle özetledi: “Turizmde büyümek istiyoruz. Ancak büyümek isterken fiyat konusunda da son derece titiz olacağız. Örnek olarak Atina Hilton’a da talip olduk. Bir değerleme yaptık ve kafamızda bir fiyat belirledik. Ancak bir başka Türk grup geldi ve bizim belirlediğimizin çok çok üzerinde bir rakama otele talip oldu. ‘Bir oteli alalım da hangi fiyata olursa olsun’ diye bir hırsımız yok. Ekonominin gerçekleri neyi gerektiriyorsa son derece rasyonel yaklaşarak yeni fırsatlara bakacağız. Bu alanı yeni oyun alanımız olarak görüyoruz.”Saran, spor alanındaki fırsatlara da dikkat çekiyor ve bu alanda büyümeyi de devam ettireceklerini ifade ediyor. Saran Grubu şu an Türkiye’de değişik kanallarda yayınlanan spor içeriğinin yüzde 50’den fazlasının yayın hakkına sahip. Futbolda pek çok ünlü ligin Türkiye yayın hakları Saran Holding’de. Sadece futbol değil, Diamond League, Wimbledon, ATP masters, HBO Boks geceleri, MotoGP, F1 gibi özel izleyicisi olan spor aktivitelerinin de yayın haklarını almış durumda.Sporun 150 milyar dolarlık bir sektör olduğuna işaret eden Saran, “Bunun 50 milyar doları futbol. Türkiye’de pazar 500 milyon dolar. Öngörülere göre spor medyası her yıl ortalama yüzde 5.5 büyüyecek. e-sporun yıllık ortalama büyümesi de yüzde 43. Burada ciddi bir potansiyel var. Bunu değerlendirmek istiyoruz” diye konuştu.Bu arada Türkiye’deki pek çok dizinin ve filmin dublajının, altyazılarının Saran Holding’in dijital stüdyolarında yapıldığını, özellikle taksicilerin en çok dinledikleri radyo kanalı olan Radyo Trafik’in de bir Saran Holding yatırımı olduğunu bu gezi esnasında öğrendim.Mecburen TV sahibi olduPremIer Lig’in Türkiye yayın haklarını yakın geçmişte yenileyen ve 14 ülkeye de satış hakkını alan Sadettin Saran, ilk anlaşma günlerini hatırlıyor: “Gittim, talip oldum. Türkiye’yi çok tanımadıkları için 150 bin euro gibi bir rakama 3 senelik anlaşma yaptım. Ancak kriz çıktı. Türkiye’de bunu pazarlayacak kanal bulamıyorum. Mecburen kendi televizyon kanalımızı kurduk. Türkiye’nin bu alandaki büyük potansiyelini İngilizler de gördü. İlk etapta bize Afganistan gibi muamele yaptıkları için küçük bir meblağ ile yayın hakkını almıştım. Şimdi anlaşmayı yeniledik ve 3 yıllığına 45 milyon euro ödedik.” Şirket sadece spor aktivitelerinin yayın hakkını almıyor, içerik de üretiyor. Saran, yakın zamanda dizi işine gireceklerini, Netflix ile de bir anlaşmaya yakın olduklarını söylüyor.Boş beyin şeytanın oyun alanıdırAilece spor sevdalısı olan Saran ailesi, sosyal sorumluluk alanı olarak da elbette kimseyi şaşırtmamış ve sporu seçmiş. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte, spor salonu olmayan ilçelere şehirlere spor salonu hediye ediyorlar. Bugüne kadar 17 spor salonu yapan Saran Grubu, 18’inci salonu teslim etmeye hazırlanıyor. Sadettin Saran, “Spor özellikle genç beyinler için en önemli aktivite. Boş beyin şeytanın oyun alanıdır. Bu yüzden biz herkesin spora yönelmesini destekliyoruz. Bu alanda bizim dışımızda gerçekleşen ancak takdir ettiğimiz faaliyetleri de destekliyoruz” diyor. Bir Fenerbahçe sevdalısı olan Saran, Altınordu gerçeğine dikkat çekiyor ve “Biz geçmiş yıllarda Borissia Dortmund’a ortak olmuştuk. Benzer bir iş birliğini Altınordu ile neden yapmayalım?” dedi.
Gezi olaylarının yıl dönümündeyiz.Olayların 1 hafta öncesinde 22 Mayıs 2013’de dönemin FED Başkanı Ben Bernanke, ABD Kongresi’nde konuşmuş, varlık alımlarını kısabileceklerinin ilk sinyalini vermişti.Dolar/TL kuru 2.37’lerden 2.54’lere kadar çıkmıştı.Biz ne yaptık?Kurdaki artışın asıl nedenini ısrarla görmezden geldik.“İşte Gezi’nin sonucu. Olacağı buydu. Türkiye üzerine kirli oyunlar oynanıyor. Manüplasyon var” dedik, konuyu geçiştirdik. Ben bu söylemlerin tribünlere yönelik olduğunu, kapalı kapılar ardında aslında meselenin özünün kavrandığını ve alınması gereken önlemlerin kısa, orta ve uzun vadeli olarak planlandığını düşündüm hep.Naif bir düşünceymiş.İşe bu tarafıyla bakınca Gezi Olayları’nın Türkiye’ye çok büyük faturası vardır. Gerçekten zamanlaması manidar oldu.Kurdaki artışın çok büyük bölümü FED kaynaklıyken, FED sinyalini es geçtik.Kırılgan 5’li arasında Türkiye, para çıkışının en çok yaşanacağı ülkeydi.Kırılganlar, bugünleri gördü reformlara hız verdi. Biz çıtkırıldım kalmaya devam ettik.Yıllar içinde sorunları halının altına süpürdük. Evet son 1 yıl öncesine kadar mali disiplinden uzaklaşmadık. Çok güçlü bankacılık sektörünü töhmet altında bırakacak en ufak bir politikaya izin vermedik ancak hatalarımızı da kabul etmedik. Kredi derecelendirme kuruluşlarının uyarılarını dikkate almadık, hep politik bulduk, kızdık. Kendimizi boy aynasında görmeye, birbirimize gaz vermeye devam ettik.“Biz aslında aslanız, kaplanız, ama bizi çekemiyorlar, kıskanıyorlar.” dedik, iğneyi kendimize hiç batırmadık.Dünyadaki bol para müziği sonsuza kadar devam edecek sandık.İhracatımızdaki her yüzde 10’luk artışı düğün dernekle halay çekerek kutladık, ancak aynı anda ithalatta her seferinde yüzde 20’lik artış olduğunu görmezden geldik.Doğruları söyleme cesareti de gösteremedik.Bugün geldiğimiz noktada da hala aynı kafada olmamız belki de en büyük risk faktörü bence. Belki de o yüzden, Merkez Bankası gecikmeli de olsa alabileceği tüm keskin kararları aldığı halde kurdaki geri çekilme sınırlı kalıyor.Bakın dün dolar düşer gibi oldu, yine talep gördü. Bu gel-gitleri iyi analiz etmek gerekiyor.Çünkü büyük bir yanılgı içindeyiz.Hasta olduğumuzu kabul etmiyoruz. Hastalığa doğru teşhisi koyamazsak, doğru tedaviyi de yapamayız ki...Bir de, hesap makinesi elimde bölüyorum çarpıyorum işin içinden çıkamıyorum. Yabancı güçlerin bu oyunu oynamasında kendileri adına bir menfaat göremiyorum.Bir yabancı geçen sene Türkiye’ye 1 milyon dolar getirdiyse ve Hazine tahviline yatırdıysa, bugünkü şartlarda faiz gelirine rağmen çıkmaya kalktığında kurun geldiği seviye yüzünden 857 bin doları kalıyor.Bunu hangi lobi kendine yapar ki?
Yılların kavgası nihayet tatlıya bağlandı. Artık hızlı internet için gerekli fiber optik kablo döşemede ortak hareket edilecek. Mevcut altyapı da ortak kullanıma açılacak.Türk Telekom kendince haklı sayılabilecek sebeplerden ötürü, inat ediyor, bu birleşmeye ayak diriyordu.Turkcell ve Vodafone yöneticileri “Stockholm modeline geçelim. Mevcut fiber altyapıyı bir şirket çatısı altında toplayalım. Yeni yatırımları da bu şirket üzerinden yapalım. Memleket kazansın” derken Türk Telekom’un argümanı daha farklıydı.O konuda en güzel yorumu bir önceki CEO Rami Aslan, şu sözlerle yapmıştı: “Gelip 5 odalı evime kurulmaya çalışıyorlar. Birinin 1 göz odası var. (Turkcell Superonline’ı kastediyor) Diğerinin evi bile yok, evsiz. (Vodafone’u kastediyor.) Yatırım yapmadan hazıra konmak istiyorlar. Biz buna ‘Evet’ demeyiz. Kârlılığın düşük olduğu kırsalda, otoyollarda, tünellerde iş birliğine varız. Ancak daha fazlasını kimse bizden beklemesin.”Türk Telekom’un şu anki CEO’su Paul Doany de hemen hemen benzer görüşü ortaya koyuyordu.Hatta, diğer operatörler TELKODER’i de yanlarına alıp ortak şirket için ilk imzaları attıklarında “Bu ortak fiber işi 25 yıl daha çözümlenemez” diye bir kehanette bulunmuştu.Şüphesiz bu yaklaşımı eleştiremeyiz. Çünkü rakamlar ortada. 2017 yılsonu BTK verilerine göre, Türkiye’de 330 bin kilometre civarı döşenmiş fiber altyapı var ve bunun yüzde 80’den biraz fazlası tek başına Türk Telekom’a ait.5 odalı evden kasıt bu.Ancak zaten kıt kaynakları olan Türkiye’de operatörlerin aynı yolu3 kez katetmeleri, hem zaman hem para kaybı olması itibarıyla da hiç mantıklı değildi.Bir ailenin aynı okula giden 3 çocuğunu 3 farklı araç kiralayarak göndermesi gibi bir durum vardı.Düşünün 50 kilometre mesafesi olan A noktasından B noktasına fiber optik kablo döşenecek. Aynı yolu Turkcell de Türk Telekom da Vodafone da ayrı ayrı kazarak döşedikleri fiberle geçmek zorundaydı. Belediyeler zaten bu işi bir gelir kapısına dönüştürüp operatörlerden fahiş rakamlar isterken ve kazı izni vermezken, fiber altyapıyı genişletme işi adeta durmuştu.Artık günümüzde 4.5G’yi de geçtik, 5G’yi konuşuyoruz. Nesnelerin iletişimini, sürücüsüz araçları konuşuyoruz. Bunun için kusursuz kesintisiz bir altyapı lazım. Türkiye’nin teknolojide geri kalmaması lazım.Hızlı internetin, gayri safi milli hasıla üzerindeki etkisi bilimsel olarak ispatlanmışken, Türkiye’nin bu hovardalığa ve yatırımların gecikmesine tahammülü yoktu.Keşke operatörler daha önce de benzer bir ittifakı, baz istasyonlarında kurabilseydi. Nasıl bankalar bir süre sonra ortak ATM konusunda uzlaştılar ama o uzlaşıya kadar milyonlarca dolarlarını uluslararası makine üreticilerine kaptırdılar; operatörler de baz istasyonu üreticilerini ayrı ayrı zengin ettiler.Bu tarihi anlaşma operatörler için maliyetlerin düşmesi anlamına geliyor. Vatandaş için de daha ucuza internet demek oluyor.Bu fiber savaşa el atan ve uzlaşıyı sağlayan Başbakan Binali Yıldırım’a da ayrı bir bölüm açıp tüketiciler adına teşekkür etmek gerekiyor. Umarım maliyetlerdeki düşüşü operatörler de fiyatlara yansıtırlar.