Hem devletin hem de vatandaşların kandırıldığını savunan Kapıcıoğlu, ‘Alo Katarakt’ projesini geçen ay başlattı. Dünyagöz, 1 yıl SGK’lı hastalara fark almadan katarakt ameliyatı yapacak.Dünyagöz Hastaneler Grubu Başkanı Eray Kapıcıoğlu 12 Ağustos’ta bir yıl sürecek ‘Alo Katarakt’ projesini başlattı. Dünyagöz Grubu hastaneleri bir yıl boyunca SGK’lı hastalara fark almadan katarakt ameliyatı yapacak. Eray Kapıcıoğlu hem devletin hem de vatandaşların kandırıldığını iddia ediyor.1 yıl sonunda gerçeklerin ortaya çıkacağını düşünen Kapıcıoğlu, ekibiyle 81 ili gezip gerçekleri anlatacağını, 1 yıl sonunda da devletin katarakt ameliyatlarına ödediği paranın düşeceğini söylüyor.- Katarakt ameliyatları uzun zamandır her yerde yapılıyor. Çok sayıda klinik bu konuda özel kampanyalar düzenliyor. Siz bu konuda bir sorun olduğunu iddia ediyorsunuz... Hastaların kandırıldığını söylüyorsunuz...Dünyagöz Grubu 19 branşta 240 değişik ameliyat yapabilen, 7 gün 24 saat açık olan bir hastaneler grubu. 130 bin metrekare kapalı alandayız. Dünyanın en büyük göz hastaneleri grubuyuz. İddialıyız. Kataraktla ilgili uzun zamandan beri bizi çok rahatsız eden işler oldu. Çok acı haberler de çıktı basında. Bunun nedeni çok açık ortadaydı. Biz bir süre bu gidişatı izledik. Katarakt ameliyatına SGK 410 lira veriyor. Biz o paraya katarakt ameliyatı yapamıyoruz.- Ne kadar maliyeti size bu ameliyatların?1.500 lira.Merdivenaltı klinik arttı- Yapan yerler nasıl yapıyor?Mercedes’le de Trabzon’a gidersiniz, Doğan’la da... Doğru ve konforlu malzemeyle başka olur. 410 liraya 400 dolarlık lens kullanarak ameliyat yapamazsınız. 4 senedir merdivenaltı dediğim klinikler çoğaldı.- Bunlar da devletten izinli değil mi?2007 yılında SGK bu kliniklerle anlaşma yaptı. Bu çok talihsiz oldu. 600-700 bin dolar yatırım yapıp yüzde 100 gelirlerini tamamen katarakt ameliyatlarına bağladı bu klinikler. Anadolu’ya otobüslerle, minibüslerle gidiyorlar. Halka ilişkilerden insanları koyup camilere, kahvehanelere, muhtarlara hatta partilere gidip emekli karnesi olanları toplayıp getirip ameliyat yapıyorlar. Bunlar arasında gereksiz ameliyat olanlar da oluyor. Ümraniye’de, Kartal’da, Aksaray’da her yerde klinikler var. Bunlar sadece katarakt ameliyatı yapıyor, tüm geliri sadece bu ameliyatlar.- Denetimlerde bu dikkat çekmiyor mu?SGK fatura kestiği hastalara bakarsa Aksaray’daki bir kliniğin yüzde 99’unun Anadolu’dan taşındığını görecek. AK Parti’nin yaptığı önemli bir iş oldu sağlık reformu. AK Parti iktidarı banka cüzdanı gibi bir kart verdi vatandaşlarımıza. Bunu kullananlar var. Ben vatandaşlarımızın köy meydanlarından ve ilçelere gelen minibüslere doldurup, ‘Size ücretsiz İstanbul turu yaptıracağız, sizi gezdireceğiz, ameliyatınızı da yaptıracağız’ diyenlere kanmamalarını istiyorum.15 milyon TL koydum- Gereksiz yere ameliyat yapılıyor olabilir, kötü malzeme kullanılıyor olabilir mi?Evet. Hastalar bilmeden karanlığa gidiyorlar. SGK kartı olanlar şikayetleri varsa bağlı bulundukları illerdeki devlet hastanelerine, üniversite hastanelerine gitsinler. Bu işi doğru yapanlara gitsinler. Biz herkes bize gelsin demiyoruz doğru adrese gitsinler.- Siz neden böyle bir projeyi üstlendiniz? Sağlık Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı’yla bu durumu paylaştınız mı?Biz bu işi yanlış yapanları doğru yapmaya itebilecek güce sahibiz. Ankara’yla 7-8 aydır görüşüyoruz. Çalışma Bakanlığı bir adım attı. Biz 7-8 aydır yazılar yazdık. Biz bu işin maliyetini anlattık. 1.500 lira maliyet. Siz bunun 700-800 lirasını verin dedik. 410 liradan 622 liraya çıkardılar. Biz de 5 adım attık, üzerine 400 dolar koyduk.- Her ameliyat için cebinizden 400 dolar mı çıkacak?Biz bir yıllık proje yaptık. Bu süre içinde bu ameliyatları yapacağız. Ben kendi cebimden bu projeye 15 milyon lira koydum. 5-6 bin dolar karşılığı da yurt dışında teknik destek aldığımız kurumlardan alarak bu projeyi 12 Ağustos’ta başlattık.7 hastane daha açacakERAY Kapıcıoğlu, yeni projeleri hakkında şu bilgileri verdi: “Lazer teknolojisi hep kendini yeniliyor. 5 yıl önce alınan cihazlarla ameliyat yapan yerler var. Bu tarz yerlerin düzgün çalışanları da var. Ama çalışmayanları da çok. Gözünden zarar gelmiş çok insan geliyor bize. Yakında 2’si yurt dışında, 5’i Türkiye’de yeni hastaneler açacağız. Moskova ve Üsküp’te, İzmir, Konya, Kayseri, Erzincan ve Antep’te 2014 yılında hastanelerimiz açılacak. 1.500 olan personel sayımız 2000 bine çıkacak. Hekim sayımız da 250’ye çıkacak. Çok ciddi alt yapı ihtiyaçları var bu kadar çok çeşitli ameliyatı yapmak için. İleri teknoloji ve iyi hekim şart.”Vatandaş yanlış ameliyat olmasın- Bu projeden beklentiniz nedir?Vatandaşların bilinçlenmesi, kanmaması. Devlet de yılbaşında katarakt ameliyatlarına ödediği paranın düştüğünü görecek. Bir yıl sonra daha da düşecek. Ekibimle 81 ili gezeceğim. Anlatacağım. Dediğim gibi herkes bize gelsin demiyorum, illerindeki devlet hastanelerine gitsinler. Yanlış ameliyat olmasınlar. Otobüslerle İstanbul’a getiriliyorlar, bir de ‘Bedava gözlük vereceğiz’ diyorlar. SGK’lı zaten gözlüğe para ödemez. ‘Güneş gözlüğü de vereceğiz’ diyorlar. Ucuz Çin malı gözlük hediye ediyorlar hastalara.- Sizin 1 yıllık projenizin maliyeti hayli yüksek. Bir klinik açabilirdiniz...Biz büyük oyuncuyuz. 107 ülkeden gelen var. Yılda 60 bin yabancı hastamız var. Yurtdışında yatırımlarımız var. Bize bir sorumluluk da düştü.- SGK artık 622 lira ödüyor. Normalde bunun üzerine ne kadar alıyorsunuz?Yüzde 90’ınını alma hakkımız var. Yani 550 lira. Bunu almayacağız. Bir yıl bu projeyi sürdüreceğiz. Vatandaş fark ödemeden ameliyat olacak.- Nasıl gidiyor proje? İlgi nasıl?Çok talep var. Bizim call center günde 7 bin telefon alırdı. Şimdi 15 bine yakın telefon geliyor. Call center’ımızı büyüttük. Almanya’dan gurbetçiler arıyor. Günde 250 katarak ameliyatı yapabiliyoruz hastanelerimizde. Günde 600 ameliyat yapma kapasitemizin 250’sini katarakt ameliyatlarına ayırdık. Kimseyi geri çevirmiyoruz. Gözünde tedavi olmaya ihtiyacı olanları asla geri çevirmiyoruz. Bazı yerlerin acil ameliyat dediklerine biz tedavi diyebiliyoruz. Katarakt denilen bazı kişilerin ameliyatsız da tedavisi olabilir.
Şehir yaşamı malum çok yoğun, hareketli. Şehirde soluk almaya, rahat bir mekanda oturup düşünmeye, uzaklara bakmaya hepimizin çok ihtiyacı var. Bu yaz İstanbul Modern’e yolu düşenler gördü. İstanbul Modern’in bahçesindeki alanda ‘Göğe Bakma Durağı’ kuruldu.Doğrusu adını duyduğum anda beni mıknatıs gibi çekti. Küçücük alanda gölgeliklerin altında oturan sohbet eden çoğu yabancı kişileri gördüğümde kentin açık alanlarında aslında ne kadar farklı projelere ihtiyaç olduğunu düşündüm.Dün bir grup gazeteci arkadaşımla birlikte İstanbul Modern’in Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı’nın davetinde buluştuk. Göğe Bakma Durağı’nın genç mimarlarını tanıdık, projeyi dinledik. Göğe Bakma Durağı’nın direklerine dokunduk, denizi hissettik.Öncelikle hatırlatmak isterim. Sanırım çoğunuzun da aklına hemen geldi. Göğe Bakma Durağı, Turgut Uyar’ın şiiri. Proje adını bu şiirden alıyor.‘İkimiz birden sevebiliriz göğe bakalım... Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım.../ Senin ellerinde ne var bilmiyorum. Tuttukça kalabalık oluyorum, güçleniyorum... Göğe bakalım...’Ne çok ihtiyacımız var değil mi bu satırları hayata geçirmeye... Proje nasıl hayat buldu? Konusuna gelince...NY’deki (The Museum of Modern Art) MoMA, MoMA PS1 ve İstanbul Modern’in birlikte düzenlediği Genç Mimarlar Programı (YAP) kapsamında proje hayat buldu. YAP 2 yılda bir yaz aylarında genç ve yükselen mimarlara açık alan tasarlama imkanı sunan bir proje. 1998’den beri NY’deki MoMA’da uygulanıyor. Uluslararası bir çalışma olan YAP’ın 15 yıllık bir tarihçesi var. MoMA, Roma’daki MAXXI ve Santiago’daki CONSRUCTO ve İstanbul Modern tarafından yapılan çağrıyla genç mimarlar projeler ürettiler. Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’tan oluşan ‘SO? Mimarlık ve Fikriyat’ın projesi, müzenin bahçesi için uygun bulunan proje oldu.Genç mimarların Göğe Bakma Durağı’nı anlatalım kısaca. İstanbul Modern’in bahçesinin altı deniz. Proje öncelikle bunu hatırlatıyor: Bastığın yerin altında deniz var. Mimarlar zemine delikler açtırıp denizden göğe uzanan çelik çubuklar yaptırmış. Bunların üzerinde de ikişer çelik gölgelik var. Gölgelikler aynı zamanda ayna. Oturma koltukları ise ağlarla örülmüş kullanılmış araba lastikleri. GALATA PORT’TA NEDEN OLMASIN?İstanbul Modern’deki toplantıda YAP’ın seçici kurul üyelerinden Mimar Süha Özkan, Emre Arolat ve Melkan Tabanlıoğlu, YAP’ın sponsorları Polimeks’in Yönetim Kurulu Başkanı Erol Tabanca, Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere ve Vitra Genel Müdürü Atalay Gümrah da vardı. Erol Tabanca, verdikleri destekten söz ederken bu tip mimari çalışmaların kalıcı olmasını dilediklerini söyledi. Malum, yakında bölgede Galata Port projesi hayat bulacak. ‘Galata Port projesi içinde de Göğe Bakma Durakları neden olmasın fikri’ toplantıda yeşerdi. Doğuş Holding’in gerçekleştireceği Galata Port projesinde de açık alanların kullanımında yenilikçi projelere ihtiyaç var. Ferit Şahenk belki destek verdikleri bu projenin İstanbul’da kalıcı olmasını da sağlar.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, “Yerel seçimde Bakan Binali Yıldırım’ın adaylığını bekliyorum. İzmir için rekabet etmek benim için zevk olur” dedi.İzmirliyim. İzmir’e sık sık gidiyorum. Ve ben de İzmir’in olması gereken yerde olmadığını düşünenlerdenim. Yalnızca son 10 yıldır değil çok daha uzun zamandır ihmal edildiğini, güzelliklerini kaybetme tehlikesi altında olduğunu düşünüyorum. Ancak tüm bunlar bir yana, İzmir hâlâ Türkiye’de yaşamın en keyifli olduğu yer. İzmir’de yaşarken sahip olunan özelliklerin kıymetini bir başka yerde yaşamaya başlayınca anlıyorsunuz. Hele kadınsanız... İzmir kadınının yaşam biçimi çok daha rahat.İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’yla yıllar önce röportaj yapmıştım. Ahmet Piriştina’nın vefatından sonraydı. Göreve yeni gelmişti. Uzun bir aradan sonra röportaj için buluştuk kendisiyle. Sakin, reklamı sevmeyen bir başkan portresi çizdi hep Kocaoğlu.. Belediye başkanlığında 10 yılı geride bıraktı. Kocaoğlu’yla sohbete geçmeden önce biraz geçmişinden söz etmek isterim.5 yaşından beri çalışıyorKocaoğlu, 5 yaşında tarlada çalışmaya başlamış, 27 yaşına kadar da çiftçilik yapmış. Bunları yaparken de okumuş. Babası, Erbaa Belediye Başkanı. Tekel’de işçi olarak çalışırken üniversitede okuyup kendi işini kuran Kocaoğlu, sıfır sermayeyle kurduğu beyaz eşya mağazasında hiç tatil yapmadan yıllarca çalışmış bir isim. İzmir’de iki dönemdir belediye başkanlığı yapan Kocaoğlu, önümüzdeki yerel seçimlerde tekrar aday olup olmayacağına henüz karar vermiş değil. Kararı aslına bakarsanız diğer adaylara göre belli olacak, bunu da kendi ifade ediyor.- İzmir hem iktidar hem de CHP için çok önemli bir kent. CHP asla kaybetmek istemiyor, AKP de ‘Artık İzmir’i de kazanmalıyım’ diyor. Bu durum yarışa ne katıyor?Tarihe bakarsak aslında bu hep yaşanmış. İzmir farklı bir kent. Çok cazip bir kent.- CHP’nin de kalesi...Buna katılmıyorum. İzmir CHP’nin kalesi değil. İzmir yaşamına, özgürlüğüne düşkün, merkez ve merkez sağdaki insanların yaşadığı bir kent. İzmir’i CHP’nin kalesi olarak görmek doğru değil. Her iktidar döneminde İzmir cazip bir kent. İzmir kendine yeten, yaşam biçimiyle, devletle ilişkisiyle, kendi göbeğini kesen bir metropol kenti olduğu için ilgi görüyor. Bu kent, merkezi hükümete artı vermiş, verdiğinin çok azını almış, son 30 yıldır da hep vermiş. İş aleminin vergi verme rakamlarına bakarsak İzmirli iş dünyası Türkiye standartı üzerinde vergi vermiş, merkezi bütçeye katkıda bulunmuş. Dolayısıyla her iktidar partisi için İzmir önemli bir yer.- Son dönemlerde İzmir’in iktidar partisi tarafından yönetilmemiş olmasının faturasını ödediğini düşünenler var. Merkezi hükümetten yatırım alamamış bir kent.- Siz de İzmir’in duraksadığını, geri düştüğünü düşünüyor musunuz?İzmir’in geri kaldığı büyümediği söylemleri var. Her iktidar partisi ‘İzmir’i ben büyüteceğim’ diye rol üstleniyor. İzmir’i yönetmeyi çok istiyor. İzmirli de son 15 yıldır yaşam biçimi tercihleri nedeniyle kendi kendine kalkınabileceğini düşünüyor.- Özgürlüğüne düşkün İzmirliler ‘yaşam biçimleri’ne karışılsın istemiyorlar, diyorsunuz.İzmirliler AKP’nin belli politikalarını kendisi için uygun görmüyor ve şu an için çoğunlukla İzmir CHP’li görünüyor.- Bu yüzden de İzmir geri mi düştü?Durağanlık yaşadı İzmir. İzmir gibi bir kent başta insan faktörü ve dünyaya açılımıyla daha fazla büyümeliydi.- İzmirlilerin hiç payı yok mu?İzmir sanayicisi belli bir büyümeden sonra durağanlığa girdi, bu da var. Dış ve iç etkenler oldu. Ben de iş hayatından geliyorum. Göreve geldikten sonra önce bu kenti nasıl kalkındırırız? diye bir stratejik plan yaptık. Finans yapımız her belediye gibi pek iyi değildi. Alt yapı yatırımlarına çok ihtiyaç vardı. Sanayi bölgeleri planlandı, ticaretin gelişmesi için limanın rehabilite edilmesi, çevre yatırımları gibi çalışmalar oldu. Arıtma tesisleri bitti, evsel atık için de yer arayışı devam ediyor. Çok iş yapıldı, yapılmaya da devam ediyor.Herkes kazanmak ister- Ve yerel seçimler geliyor. Aday mısınız? Kılıçdaroğlu’yla görüştünüz mü? Partinizden başka adaylar da var...Kimseyle görüşmedim. Projelerimiz hazır. Onlara devam ediyoruz. İki dönemdir belediye başkanlığı yapıyorum. Bence bu yeterli bir süre. Ancak AKP’nin kimi İzmir’den aday göstereceğine bakacağım.- Bakan Binali Yıldırım, İzmir’den aday olursa siz de aday olacağınızı mı söylediniz?Doğru, söyledim. Buyursun gelsin. Benim için zevk olur. Bakan Binali Bey’in adaylığını bekliyorum. Binali Bey aday olursa aday olurum. Binali Bey ile İzmir için rekabet etmek benim için zevk olur. Başka adaylar da olabilir. 2014 seçimlerinde CHP aksilik olmazsa hata yapılmazsa İzmir’de seçimi alır. CHP 2014 seçimlerine giderken 2019’un alt yapısını hazırlamalı. CHP 2019’u dizayn etmeli.- Birçok İzmirli de Binali Bey’in dokusu İzmir’e uymaz, Ertuğrul Günay’ın uyar diye düşünüyor...Binali Bey’in İzmir’e gelmesi uygun mudur? Dokusu uyuşur mu bilemiyorum. 10 yıldır çalışıyorum. Herkes kazanmak için çalışacak.- Vekillik?Kulvar olarak ben siyasette belediye başkanlığı ya da milletvekilliğinin tercih edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Vekilliği sevmedim. Kişiliğime uygun değil. Partim için çalışırım o ayrı.İzmir’in dönüşüme ihtiyacı var- Çok göç aldı İzmir. Çarpık yapılaştı. Kentsel dönüşüme çok ihtiyacı var.İzmir, İstanbul ile kıyaslanıyor. Göçle gelenleri kendi içine alan bir kent İzmir. Bu yeterli mi değil. Daha fazla sosyal projeye ihtiyaç var. İzmir kadınlarının hayatın içinde olması kente gelen insanların tutunmasını sağlıyor. 3 yılda İzmir’de yaşayan ‘İzmirliyim’ diyor. İzmir’de herkes hayatın içinde. İzmir’de ticaret adamları, yöneticileri, araba yıkayan adamı pasaportta birlikte kahve çay içer...- İzmir’de üniversite sayısı son dönemde arttı. Ancak üniversiteli gençlik için İzmir’de iş olanakları çok kısıtlı.Sanayi artık yeni teknolojiler getiriyor ve istihdam yaratmıyor. İstihdamı turizm ve hizmet sektörü yaratıyor. Biz de hizmet ve turizmden pay alamıyoruz. Eski kent merkezinin yaşaması, Kemeraltı Kadifekale aksının yenilenmesi 24 saat yaşaması, sanat etkinliklerine açılması, butik otel sayısının artması gerekiyor. Oraları ayağa kaldırıyoruz. Tek bir konuya ağırlık vererek kalkınmak mümkün değil. Tarım, sanayi, turizm, kültür-sanat... Tümünde basamakları çıkmak gerekiyor. Örneğin jeotermal kaynaklarla seracılığı geliştirmek istedik. Seferhisar’daki su kaynaklarını çıkardık. Arazi istedik Hazine’den olumlu yanıt alamadık. Şimdi Dikili tarafına bakıyoruz.”KİMSE PAÇASINDAN ÇEKEMEZ İZMİR’İ- Sabah 06.30’da kalktım. Bugün yüzdükten sonra ailemle kahvaltı yaptım. Açılışlar var, gezeceğim farklı ilçelerde, akşam da Tarık Dursun K’yı ziyaret edip, eşimin yanına döneceğim.- Emekli şehri deniliyor İzmir için, oysa aynı zamanda üniversite şehri. Kimse paçasından çekemez İzmir’i. İzmir kalkınacak.- EXP0 alırsak çok iyi değil. Kazansak da kaybetsek de yapmamız gereken her şeyi yapmalıyız.Fuar alanı taşınıyor- İzmir Fuarı taşınıyor değil mi? Yeni bir alan yapılıyor...Evet. Uzun zamandan beri buna ihtiyaç vardı. İzmir’de Türkiye’nin en büyük fuar alanı yapılıyor. 2014 yılında bitecek. Dünyada hiçbir metropol yok ki tek başına 400 milyon dolarlık bir projeyi bu tip bir proje için ayırsın. İzmir Büyükşehir Belediyesi yapıyor bu yeni fuar alanını. Eski fuar alanı da restore ediliyor. Orası daha küçük çaplı fuarlara hitap edecek. Kongre ve sergi merkezi açılacak orada da. Kitap, mücevher fuarı gibi tüketiciye yönelik fuarlar olacak. İzmir’deki bu yeni fuar ise aynı anda farklı fuarların yapılabileceği, uluslararası söz sahibi olan çok önemli bir fuar alanı olacak. İzmir’de kongre turizmini de hareketlendirecek.
Ankara’nın efsane belediye başkanlarından rahmetli Vedat Dalokay’ın oğlu Hakan Dalokay İzmir- Çeşme’de CHP’den belediye başkanı aday adayı. Yüksek Mimar ve şehir planlamacısı olan Dalokay Çeşme tutkusunu şimdilerde Çeşme’ye yönetme enerjisiyle taçlandırıyor. Ulusal ve uluslar arası birçok mimari ödüle sahip bir mimar olan Dalokay, ‘Çeşme hiçbir özelliğini kaybetmeden küçük ölçekli bir kent olarak korunmalı, ancak bunu yaparken de kentin kış nüfusu artırılmalı’ diyor. Hakan Dalokay açık sözlü ve dinamik biri. Babanız başkentin efsane belediye başkanı. Hatırlıyor musunuz o günleri? Babam belediye başkanı olduğunda 12 yaşındaydım. Onu hep örnek aldım. Mimarlıkta da usta çırak ilişkimiz oldu. 10 yaşından beri her yaz Çeşme’ye geliyoruz. Çeşme’yi halen bakir kalmış haliyle çok seviyorum. Korunması gerektiğini ama aynı zamanda gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye, İzmir yarımadasını keşfettiÇeşme uzun dönem yalnızca İzmirliler’in yazlık yeriydi. Tarihi biraz da Çeşme otobanının yapılması, daha sonra da İstanbulluların Çeşme’yi keşfetmesiyle değişti...İstanbul aslında Türkiye’nin birleştiği bir yer. İstanbul derken Türkiye’yi söylüyorsunuz. Bence Türkiye Çeşme’yi keşfetti. Burası çok güzel bir yarımada. Ayrıca yalnızca Çeşme de değil Karaburun, Urla ve Seferihisar da çok özel yerler. İklimiyle, ekolojisiyle çok farklı. Kaybettiğimiz değerlerimiz de oldu ama her şeye rağmen Çeşme ve bu bölge çok özellikli. Alaçatı gün boyu sokakta yaşıyor-Bodrum’la çok kıyaslanıyor, oraya göre yapılaşma açısından daha korunmuş durumda. Özal zamanında getirilen SİT karalarıyla bir ölçekte korunmuştur Çeşme. Bu arada Alaçatı yeni ortaya çıkmadı. Alaçatı sokağında yaşıyor ve hep böyle olmalı. -Siz de Çeşme’de mekanlar açtınız. İşletmecilik yaptınız. Çeşme’de sezon kısa olduğu için işletmeler yıllardır sezonun uzatılmasını isterler. Bunu sağlamak için ne tür işler yapılmalı? İlk Fly Inn’i açtım, sonra da Barcelona’yı. İzmirli ortaklarım oldu. Dediğiniz gibi işletmeler zorlanıyor. Yazın nüfus 1 milyona dayanıyor. 600-700 bin oluyor. Kışın ise 35 bin kişi yaşıyor Çeşme’de. Bu yüzden de Çeşme kışın da yaşanan bir yer olmalı. -Neyi eksik görüyorsunuz? Öncelikle ne değişmeli Çeşme’de?İnsanı ve çevreyi öne alan bir tasarım anlayışına ihtiyaç var. Yoksa 10 yıl sonra önü kapanır. Planlama olmazsa Çeşme biter. ‘Her şey dahil burada olmamalı’Büyük oteller geliyor...Kitle turizminin olumsuz etkilerine karşı korunmalı Çeşme. Alternatif turizm politikaları geliştirilmeli. Dört mevsim ayrı ayrı yaşayan bir Çeşme olmalı. Bu planlama Çeşme’nin doğru büyümesini sağlar. Yoğun yapılaşmanın önüne nasıl geçilmeli?Çeşme için en iyi yapının tek katlı binalar olduğunu düşünüyorum. En fazla 2 katlı olabilir. Çeşme ve Alaçatı yatay organizasyon dediğimiz şekilde gelişmeli. Bölgeye 10 katlı otel yapılmamalı. Alaçatı’yı büyük bir otel gibi düşünmek lazım. Çeşme’de Her Şey Dahil sistemi olmamalı. Çeşme’de hayat sokakta güzel.‘Evler termal suyla ısınmalı’-Denizden sıcak su kaynıyor ama doğru dürüst kimse yararlanamıyor. Evlerin kışın ısınma masrafı 1500 lira civarında. Termal su kullanıldığında ise bu rakam ayda 50 lira kadar olacak. -Eski Çeşme evleri restore edilmeli. Küçük pansiyonlar, güzel restoranlar, cafeler olmalı. Şu an yalnızca konut izni veriliyor ve herhangi bir SİT bölgesi imar’a açılıyor konutlar yapılıyor. - Alaçatı Port projesi güzel ama nerede duracağı önemli. Alaçatı dünyanın ilk sıralarında sörf cenneti olarak. Port-Alaçatı’daki marina yanlış yere yapılmış durumda. Neden Vancouver gibi bir yer olmayalım- Çeşme’de amatör balıkçılık gelişmeli. Ben balık tutmaya Kenya’ya gidiyorum, çok meraklıyım. Çeşme’de de kışın balık tutma turnuvaları yapılabilir. Yapılanlar var, daha sık yapılmalı. - Kanada’da Vancouver önemli dalış merkezi. Yalnızca 2 ay denize giriliyor ama oralarda bu işlerin meraklıları için her şey yapılmış. Niye burada olmasın. Büyük projelere değil doğru projelere ihtiyaç var.
Reklamverenler Derneği Başkanı Ahmet Pura, “Dünyada her beş dolardan biri dijitalde harcanıyor. Bu, dünya ortalamasının üstünde hızla büyüyen ülkemize de yansıyacak” dedi.Reklam sektörü dediğimizde ilk akla gelen isimlerden biri Ahmet Pura. Dünyada reklam yatırımlarıyla ilgili bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor. Dijital devrim her sektörü olduğu gibi reklam sektörünü de etkiledi ve değiştiriyor.Reklam yatırımlarını konuşmak için Reklamverenler Derneği’nin Levent’teki merkezinde Ahmet Pura’yla buluştuk.Ahmet Pura aynı zamanda IAB ve KTSD (Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Derneği) ve TOBB Kozmetik ve Temizlik Ürünleri Sanayi Meclisi Başkanı.Olumlu gelişme var- 2013 nasıl bir yıl oldu? Nasıl geçiyor? Beklentiler karşılandı mı? Ekonomik dengeler değişiyor. Yurtdışında da büyük sıkıntı var ve bundan global şirketler etkileniyor. Bu Türkiye’yi nasıl etkiledi?Son yıllarda reklamcılık adına oldukça olumlu gelişmeler yaşadık ancak dünya genelindeki mali kriz Türkiye’ye, dolayısıyla markalara ve reklamcılık sektörüne de yansıdı. 2012 yılı başında toplam reklam yatırımlarının yüzde 15 büyümesini beklerken yıl sonunda yüzde 10’luk bir büyümeyle karşılaşmıştık. Bunun mali kriz nedeniyle markaların daha temkinli bir dönemden geçmesinden kaynaklandığını düşünüyoruz. 2013 yılı sonu için verdiğimiz 5 milyar liralık toplam yatırım hedefi, 2012 sonunda 5.1 milyar lira ile gerçekleşmiş oldu. 2013 için yüzde 15’lik büyüme varsayımıyla bu hedefin 5.8 milyar lira olarak gerçekleşeceğini umuyoruz.Çok bilinmeyenli...- Dijital dünyadaki hızlı değişim reklam sektörünü çok etkiliyor. Bu değişim en çok hangi noktalarda hissediliyor?Günümüz reklamvereni adeta çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıya. Hedef kitlesine nerede, ne zaman, nasıl ve ne tür bir içerikle ulaşacağını; ondan gelen geri bildirimi, düşünceyi, görüşü ne hızda, nasıl değerlendirip yarar üreteceğini hesaplamak zorunda.- Dijital devrim sekötörü de dönüştürüyor...Marshall McLuhan ve Barington Nevitt, 1972’de birlikte yazdıkları “Take Today” isimli kitapta elektronik iletişim sayesinde tüketicinin üreticiye dönüşeceğini öngörmüştü. Producer ve consumer kelimelerinden türetilen “prosumer”, yani üreten tüketici kavramı ilk kez 1970 yılında Alvin Toffler tarafından dile getirilmişti. Gelişmeler geleceğe dair öngörüde bulunanları fazlasıyla haklı çıkardı. Tüketici artık duygu ve düşüncelerini, önerilerini doğrudan üreticiyle paylaşabiliyor, yani üretim sürecine zihinsel katkı sağlıyor, dilerse, görüş ve düşüncelerini sosyal medya aracılığıyla dünyayla paylaşabiliyor. Artık markalar fiziki sınırların geçerli olmadığı bir dünyada üretime katkı verebilen, tüketim kararlarını etkileyebilen; üstelik bunu akıllı telefonlar, tabletler ve taşınabilir bilgisayarlar üzerinden her an her yerden yapabilen yani kesintisiz şekilde bağlantıda (connected) olan bir tüketiciyle iletişim kurmak zorunda.- Bu değişimi okuyan markalar var okuyamayanlar var...Çoğu marka bu yeni kanala ayak uydurmakta zorlanıyor veya tereddüt içinde, olanları seyrediyorlar.Olanları seyrediyorlar- Peki dijitalin payı ne kadar sektörde?Dijital her yıl çift haneli oranlarla büyüyor. IAB Türkiye verilerine göre, 2012 sonunda yüzde 30.4’lük bir büyümeyle 943 milyon TL’ye ulaştı, 1 milyar sınırına dayandı. Bu performans dijitali, toplamdan aldığı pay itibarıyla 3. büyük mecra konumuna getirdi. Araştırma, internetin tüm reklam sektörü içinde en iyi performansı gösteren mecra olduğunu ortaya koydu. Avrupa’da toplam pazar 24.3 milyar Euro’ya ulaşırken, dijital yatırımlarda en fazla büyüyen iki ülkenin yüzde 34’le Rusya ve yüzde 30.4 ile Türkiye olması dikkat çekti. E-marketer verilerine göre dünyada her 5 $’dan 1’i dijitalde harcanıyor. Bu oran, dünya ortalamasının üstünde bir hızla büyüyen ülkemize yansıyacaktır. Dijitalin 2016’da ikinci büyük mecra konumuna gelmesi gerçekçi bir beklenti.2013’te yüzde 15 büyüme bekliyoruz- ABD ve AB ile karşılaştırdığımızda Türkiye’deki rakamlar nasıl? Bazı Avrupa ülkelerindeki durgunluk reklam sektörünü çok etkiledi...Türkiye’nin 2012 yılı toplam yatırımları 2.9 milyar dolar, İngiltere’nin 20 milyar dolar, Almanya’nın 21 milyar dolar, Hollanda’nın 3.1 milyar dolar, ABD’nin 140 milyar. Bu sonuçlara bakan herkesin Türkiye’nin nüfus konumu ve ekonomisindeki olumlu gelişmeler doğrultusunda reklam yatırımlarının çok daha farklı boyutta olmasını düşünmeye hakkı var. 2011 yılında reklam yatırımlarında dünya yüzde 7 büyürken, Türkiye yüzde 20 büyümüştür. 2012 yılında dünya yüzde 3 büyürken, Türkiye yüzde10 büyüdü. 2013’de ise yaklaşık yüzde 5 büyüme tahmin edilen dünya yatırımları doğrultusunda Türkiye’de de en az yüzde 15 büyüme beklemekteyiz. 2012 Davos’da Dünya Ekonomik Forum toplantılarında özellikle Endonezya Yaratıcı Ekonomi Bakanı Pangestu önümüzdeki dönemde Afrika da dahil yaratılacak 4.6 milyarlık yeni orta sınıfın oluşacağını söylemişti. Bu bağlamda önemli ölçüde tüketicinin dünya genelinde devreye girmesi tüketim artışının, buna bağlı olarak da önemli ölçekte reklam yatırımlarının artışını getirecek.REKLAM DAĞILIMI NASIL?Ahmet Pura, “ 2012 Türkiye reklam yatırımları rakamları baz alınıp şu şekilde bir dağılım oluşacağı kanısındayız: TV yüzde 48, radyo yüzde 2, outdoor yüzde 6, basın yüzde 18, sinema yüzde 1, dijital yüzde 25. 2013’te dijitalin basını yakalaması ve 2016 itibari ile dijitalin payının bu oranlara göre yüzde 25 civarında gerçekleşmesi bekleniyor” bilgisini verdi.Ünlüler geçici heyecan yaratıyor- Son dönemde reklamlar sanki ünlüler üzerine kurulu. Bu mu yaratıcılık? Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?Tüketiciyi marka ile ikna etmenin doğal olduğunu düşünüyorum. Ancak reklamda ünlü kullanımının geçici bir heyecan yarattığı kanısındayım.- Alkollü içecek markaları son düzenlemelerden çok etkilendi. Bu düzenleme gerekli miydi?Dünya genelindeki uygulamaların, ülkemizde de hayata geçirilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum.Haftada 37 saat TV ve internet başında geçiyor- Reklam yapmadan marka olunmaz mı?Markalaşma sabır ister, yatırım ister, vizyon ister. Ben reklamvereni elinde ürünü veya hizmeti olup hem şirketini hem çalışanlarını hem de kendini güçlendirmek adına ürününü ön plana çıkarmak isteyen kurumlar olarak nitelendiriyorum. Marka olmadan ticari yaşamı ve sınai yaşamı sürdürmek mümkün değil. Dolayısıyla olmaz...- İnternette reklamla tüketiciyi yakalamak artık daha mı kolay?IAB Europe tarafından gerçekleştirilen Mediascope 2012 Araştırması’na göre, Türk internet kullanıcıları haftada 18.3 saati internette geçiriyor. 2010’dan bu yana yüzde 80 artan bu oran, TV için 18.7 saat olarak saptanmış. Yani artık internet ve TV, tüketimi başa baş seyreden iki mecra. Aynı araştırma internet kullanıcılarının yüzde 69’unun ayda en az 1 kez internetten televizyon izlediğini ortaya koymuş.Avrupa’da en çok marka başvurusunu Türkiye yaptı- Çok klasik olacak ama hâlâ Türkiye dünya markaları çıkaramıyor. Ya da çok az. Neden?Marka ekonomisi, dünyanın en önemli ekonomik olgusudur. BM Kalkınma Programı raporlarına göre, dünya ekonomisi ortalamada 1 birim büyürken, markalar 3 birim büyüyor. Türkiye 2012’de, Avrupa’nın en çok marka başvurusu yapan ülkesi oldu. 182 bin 307 yerli, 30 bin 156 da yabancı marka başvurusu yapıldı. Ancak, benzer büyüklükteki ekonomilerle kıyasladığımızda markalarımızın sayısı neredeyse yarıyarıya. Markalar konusunda gidecek çok yolumuz var.
Uzun bir aradan sonra Malatya’ya gittim. 1998 yılında gitmiştim son kez. Şehri çok değişmiş buldum. Malatya dediğimizde ilk akla gelen kayısı. Malatya, Türkiye’nin kayısıda ihracat şampiyonu. Ama öncelikle Malatya’da beni çok etkileyen bir konuya değinmek istiyorum. Malatya ‘yaşam kurtarma merkezi’ olmuş. Malum karaciğer nakli en zor organ nakillerinden. Birçok ülkede canlıdan canlıya karaciğer nakli yapılamıyor, yapılmasına izin verilmiyor. Malatya İnönü Üniversitesi karaciğer naklinde Avrupa birincisi, dünya ikincisi olmayı başardı. Karaciğer nakli olmadığında yaşama şansını kaybeden yüzlerce kişi İnönü Üniversitesi’ndeki merkez sayesinde yaşama dönüyor. Ameliyatlardaki başarı oranı yüzde 83.Hedef 2015’te birincilikMarkalaşmak, üniversitenin adını duyurmak adına da çok başarılı bir örnek. 2015 yılında da dünya birincisi olmayı hedefleyen bir ekip var Malatya’da. İnönü Üniversitesi rektörü Prof. Cemil Çelik, üniversiteye bağlı hizmet veren Turgut Özal Tıp Merkezi Başhekimi Yrd. Doç. Mehmet Aslan ve karaciğer nakil ameliyatlarını Malatya’da başlatan efsaneleşmiş isim Prof. Sezai Yılmaz’la İnönü Üniversitesi’nde sohbet ettik. Rektör Çelik, Malatyalı işadamlarının 40 milyon liralık katkılarıyla üniversiteye yapılan yatırımları anlattı.Hastanenin yüzde 80’i 1-2 kişilik hasta odalarına kavuşmuş. Turgut Özal Tıp Merkezi 1200 yataklı. Karaciğer Nakli Hastanesi ise 160 yataklı. 2013 yılında 1000’inci karaciğer naklini yapan merkez yakında büyecek. 35 milyon liralık bir ek yatırımla Karaciğer Nakli Merkezi’nde 12 ameliyathane olacak. Bu başarının sırrını sorduk, Prof. Çelik, ‘ Buradaki doktorlarımız yalnızca üniversitede çalışıyor. Döner sermayeden elde edilen gelirin yüzde 34’ü çalışanlara gidiyor’ dedi.Çatapat bitiriyorBu ameliyatların mimarı olan Prof. Sezai Yılmaz Malatyalı bir doktor. Bölgede karaciğer nakillerindeki başarının sırrını soruyoruz. Prof. Yılmaz, “Bölgede Hepatit B çok yaygın” diye anlatmaya başlıyor. Hepatit B aşılamalar yetersiz olduğu için anneden çocuklara geçiyor. Taşıyıcı anneler bir neden, ikinci neden çevresel faktörler. Bu arada bölgede çocuklar çatapatlarla çok oynuyor. Çatapattaki kimyasal maddeyi yutan çocukların karaciğeri iflas ediyor. Bu çocukların tek kurtuluşu hızla yapılan karaciğer nakli. Bu arada Malatya’ya Rusya, Azerbaycan, Polonya, Almanya’dan hastalar geliyor.113 bin ton kayısı ihraç ediliyorMalatya demek kayısı demek, Malatyalıların deyimiyle ‘mişmiş’ demek. Malatya, Türkiye’nin kayısı ihracatının yüzde 70’ini karşılıyor. Yılda 113 bin ton kuru kayısı ihraç ediliyor. 7.5 milyon kayısı ağacı var Malatya’da. 2013 yılında Malatya’nın kayısı ihracatından 330 milyon doları aşıyor. Malatya’nın öne çıkmayan bir yönü de var. Kültür turizmi için harika bir yer. Nemrut, Aslantepe, Battalgazi, DarendeÖKubbe Dağı’nın eteklerinden yükselip Nemrut’a çıkmak, Darende’de Kanyon’da rafting yapmak, Aslantepe’de Hitit uygarlığının izlerini sürmek... Kültür A.Ş. Genel Müdürü Murat Nalçacı’nın eşliğinde gezdik çoğu yeri. Malatya’nın turistik değeri başka bir yazıya kaldı...
Keskin Keskinoğlu, “Tavuklarda hormon ve antibiyotik kullanıldığı iddiaları yalan. Bırakın herkes ucuz protein kaynağı tavuk ve yumurtayı tüketsin” diye konuştuYumurta ve tavuk üretiminde 50’nci yılını geride bırakmış bir marka Keskinoğlu. 1963 yılında temelleri atılan aile şirketinin üçüncü kuşak temsilcilerinden Keskin Keskinoğlu’yla görüşmek için Akhisar’a gittim. Tavuk, yumurta, işlenmiş gıda üretiminin yanı sıra Ravika zeytinyağları da Keskinoğlu’nun markalarından. Röportaja geçmeden önce Ravika’dan bahsetmek istiyorum. Ravika Yunanistan’da Kavala’ya bağlı bir köy. Keskinoğlu’nun kurucusu İsmail Keskinoğlu’nun doğduğu köy. Aile bu köyü yaşatmak için bir benzerini hatta ikizini Akhisar’da kurmuş. İçinde organik bir bahçesi, 500 yıllık zeytinağacı da var. Keskinoğlu Şirketi’nin yeni markası da Tavvuk. AVM’lerde görmeye başladığınız Tavvuk restoranlarını büyütmeyi hedefleyen Keskinoğlu, mağaza zincirini 100’e çıkarmayı hedefliyor.- Tavuk, yumurtacılık ana işiniz. Şimdilerde bu işe yeni işler de eklediniz...Bizim tavukların dışkısından ürettiğimiz Organica markasıyla doğal tavuk gübremiz var. Yıllık bazda 60 bin ton üretimimiz var. Yumurtaların koyulduğu kaplarda yüzde 50 pazar payımız var.4 milyon adede çıkacak- Keskinoğlu yılda kaç adet yumurta üretiyor.Yumurta üretimimiz günlük 3.5 milyon adetin üzerinde. Yıl sonunda 4 milyon adete çıkacağız. Türkiye’de tek çatı altındaki en büyük üretim bizde. Yeni bir üretim tesisi yapıyoruz. Pastörize yumurta işimiz de büyüyor.- Türkiye’de kişi başına ne kadar yumurta tüketiliyor?180 adet yumurta tüketiliyor. Japonlar yılda kişi başına 450 adet yumurta tüketiyor. Avrupa’da 280 adetlerde, Amerika’da 360’larda.- Keskinoğlu’nun payı ne kadar? Türkiye’de 14 milyar adet yumurta üretimi var sanırım...Ambalajlı ulusal marketlerde yüzde 72 pazar payımız var. Türkiye yumurta ihracatına da başladı. Türkiye’de günde 35-42 milyon arası üretim var. Biz de günde 4 milyon yumurtaya çıkabiliyoruz. Biz üretimimiz tümünü ambalajlı satıyoruz ve her gün 50 bin noktaya ulaşıyoruz.- Türkiye’de et fiyatları çok yüksek. Piliç eti daha makul fiyatlarda. Tüketimi de artıyor. Türkiye’de son rakamlarla ne kadar oldu tüketim?Türkiye’de piliç eti tüketim kişi başına 20 kiloya yükseldi. İhracatı katarsanız Türkiye’de 22.5 kiloya ulaşıyor ama esas rakam ihracatı düştüğümüzde 20 kilo.- Diğer ülkelerle karşılaştırırsak...Avrupa’da 25 kilo, Suudi Arabistan’da 45 kilo, Amerika’da 38 kilo. En ucuz protein kaynağı, Türkiye’de de yükselmeli.- ‘Tavuklar güneşi görmeden, yürümeden büyüyorlar, bu etler sağlıklı değil’ diyenlen var. Nasıl büyüyor tavuklar?Bu konularda herkes konuşuyor. Şuna ana kadar piliç etinin insan sağlığına zararıyla ilgili tespit edilen bir araştırma yok. GDO’lu hammadde kötü deniliyor. İddialar var. GDO’lu hammadde kullanımı yasak. Tarım Bakanlığı’nın denetimleri sıkı. Bu denetimden kötü sonuç alanlarda kapatmaya gidiliyor. - Etlik ve yumurtalık ayrı mı?Evet. Broiler ırkı bu piliçler, etlik.- Bu piliçler nasıl büyüyor? Güneş görüyor mu, hareket ediyor mu? Neyle besleniyor?Bu hayvanlar 45-60 gün süresince serbest dolaşıyor. Kümeslere temiz hava basılıyor. Bazı kümeslerde aydınlatma kullanılır, bazı bölgelerde hastalık riski yoksa güneş ışığı içeri girer. Kuş gribinden sonra açık kümesler biogüvenlik önlemleri için kapalı hale getirildi. Dışardan uçan bir kuş hayvanlar için riskli olabiliyor. Sürekli denetim var- ‘Tavuk eti hormonlu’ diyen doktorlar var, doğru mu?Hormon kullanmak mümkün değil. Her gün 300 bin hayvan kesiyoruz. Her gün bunlara hormon versek enjekte edecek adamlar tutmamız lazım. Ayrıca hormon 60 günde devreye girer. Tavuklar bu kadar yaşamıyor.- ‘Tavukların hepsi antibiyotik deposu’ deniliyor...Piliç eti çok kârlı değil. Çok ucuz fiyatlara satılıyor. Sektörün bilançolarında kârlılık yüzde 1-3 arasında değişir. Bu kadar düşük kârlılıkta hayvanlar büyürken hastalık olursa kimse ilaç filan vermek istemiyor. İlaç pahalı geliyor. Bakanlığın onay verdiği ilaçlar ve antibiyotikler kullanılsa dahi kesimden 15 gün önce durduruluyor. İşletmemizde devlet tarafından gönderilen denetleyiciler var. Ve bu kişiler değiştiriliyor belli aralıklarla. Bu veterinerler bir usulsüzlük gördüklerinde üretimi anında durdurma yetkisine sahipler. Sürekli numune alıp incelemeye gönderiyorlar. Bunlar olacak iş değil.ANTİKA ARABA, ANAHTARLIK VE TESPİH KOLEKSİYONLARIM VAR- Sizin aileden gelen bir koleksiyonculuğunuz var...Evet. Antika arabalarımız var. Yakında daha büyük bir yere taşıyoruz arabalarımızı. 130 aracımız var. Benim anahtarlık ve tespih koleksiyonum var. 10 yaşından beri anahtarlık biriktiriyorum.- Yoğun iş temponuz içinde ailenize zaman ayırdığınızda neler yapıyorsunuz?İki kızım var. Biri 2.5 yaşında, biri 5 aylık. Her sabah 06.00’da kalkıyorum. Kızımla zaman geçiriyorum, diğeri daha çok küçük. Akşamları yürüyüş yapmayı çok severim. Tenis oynuyorum.Ravika hobi olarak başladı, iş büyüdü- Ravika Köyü’nün bir benzerini kurmuşsunuz Akhisar’da. Zeytinyağı işine girdiniz ve büyüyorsunuz bu işte de. Diğer işinize benzemez diye düşünüyorum...Dedemizin Yunanistan’da doğduğu köyün markası Ravika. Bizim için duygusal anlamı da büyük. Aile meclisimizde karar alıp 70 dönüm arazi üzerinde köy yaptık. Eski bir yağhanemiz var orada. İlk başlarda İtalya’da özel baskılı şişe yaptırdık. Daha sonra o şişeleri öncelikle eşe dosta dağıttık, sonra ilgi gördü. Birkaç markete de vermiştik, çok beğenildi.- Hobi diye başlandı zeytinyağ işine...Bizim başta hobi olarak gördüğümüz iş büyümeye başladı. Dolum makineleri aldık. Kişi başına tüketim bizim başladığımızda 1 litre filandı Türkiye’de. Zeytinyağı alanında da çok köklü markalar var. Yumurtadan biz ufak karlara alışmışız. Biz Ravika’yı litresi 29.90’dan satmaya başladık marketlerde. Bizim yağ testlerden geçti, beğenildi. Ayda 500 ton satışa kadar çıktık. Şu anda Ravika yüzde 7 pazar payına sahip. 2013 sonunda yüzde 10’a çıkacak.- Market zincirlerindeki durumu nedir Ravika’nın?Marketlerin tümünde var. Ulusal marketlerin yüzde 70’inde, yerel marketlerin yüzde 40’ında.- İhracata da başladınız...Yurtdışında Türkiye’nin en iyi bilinen markası olduk. 75 ülkeye gönderiyoruz. En son Çin’de toplantı yaptık. Önümüzdeki 3 yıl içinde Çin’de yüzde 5 pazar payı almayı hedefliyoruz. Ravika büyüyor. Bizi de mutlu eden, şaşırtan bir marka oldu. Ravika ile Ukrayna ve Singapur’da zeytinyağında pazar lideriyiz. Suudi Arabistan’da pazar üçüncüsüyüz, Malezya’da ikinciyiz.Singapur’da her markette Keskinoğlu var- Keskinoğlu’nun üretim rakamları neler?Günde 300-310 bin adet piliç kesiyoruz. Günde 550 ton piliç eti üretiyoruz. 3 kesimhanemiz var. Bu yıl işlenmiş ürünleri de içine kattığımızda 175 bin ton ek geliyor. Türkiye’deki toplam piliç eti tüketiminin yüzde 12’sini biz üretiyoruz. İhracatta 3 yıldır açık ara şampiyonuz.- Ortadoğu’ya mı?Doğru. En çok Ortadoğu’ya ihracat yapıyoruz. Türki Cumhuriyetleri ve Balkan ülkelerine gönderiyoruz. Singapur’a tavuk ihraç eden tek şirketiz Türkiye’den. - Yaygın mısınız Singapur’da?Artık Singapur’da her markette Keskinoğlu piliçleri var. Piliçlerin yansıra Singapur’a Ravika zeytinyağlarımızı da göndermeye başladık. Toplam 75 ülkeye ihracatımız var.
Alkim dünyanın 5’inci sodyum sülfat, Türkiye’nin en büyük ofset kağıt üreticisi. P&G Henkel gibi devlere deterjandan cama birçok alanda kullanılan sodyum sülfat veriyor.Ferit Kora, Alkim Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkan Vekili. Türkiye’de ilkleri gerçekleştiren Alkim Grubu’nun yöneticilerinden. Dünyanın 5’inci büyük sodyum sülfat üreticisi olan Alkim Grubu, 1997’de de kağıt üretimine başladı. Alkim Kağıt da Türkiye’nin en büyük ofset kağıt üreticisi. Babası İstanbullu, annesi İzmirli olan Ferit Kora, İzmir’de yaşıyor. Kora bu yıl Çeşme Boyalık’ta Miplaya Oteli’ni açtı. Renkli bir kişilik Ferit Kora. Tam bir deniz tutkunu. Hafta sonları genelde Bodrum’da teknede. Deniz sporları dışında teniz ve kayak da yapan Kora, uzun yıllar ralli sporuyla da adından söz ettirdi. Kora, Türkiye’nin tek Görme Özürlüler Kütüphanesi’nin kurucusu.- Alkim Grubu bir aile şirketi. Babanız kurdu değil mi?Temelleri 1948 yılına uzanıyor. Alkim Grubu İstanbul’da babam ve amcam tarafından kurulmuş. Alkim’in açılımı ana üretim konumuz olan sodyum sülfat maddesinin literatürde Alkali Grubu’nda olmasından dolayı al ile kimyanın ‘kim’inin birleşimidir.Rafine tuz üretiyor- Kaç kardeşsiniz. Aile içi dağılım nasıl?İki ablam var. Amcamı 1975’te çok erken kaybettik. İstanbul’da 3 erkek kuzenim var. İş yönü ile bir kuzenim İstanbul’da maden ve kimya tarafı ile de ben ilgileniyorum. İzmir- İstanbul kağıt tarafı ile ilgileniyorum. Sonuçta işler bir bütün yönetim dengesi içerisinde yürütülüyor.- Alkim grubunun içinde kaç şirket var?Değişik bölgelerde 6 ayrı fabrika ve kimya tesislerimizin hammadde üretimini sağlayan 4 ayrı maden işletmesi olmasına rağmen Alkim Kimya, Alkim Kağıt , Sodaş olarak 3 ana şirketimiz var. Yaklaşık 160 milyon usd ciro ve 1500 kişi çalışmasına rağmen her şirketin üretim, satış pazarlama, ihracat, ithalat satın alma v.s. Bütün işlemleri kendi bünyesinde yapılmaktadır. Böylece tüm faaliyetlerin oto kontrolü daha kolay olurken , yönetim ve diğer faaliyet giderlerinden de tasarruf sağlanıyor.- Çocukluğunuzdan beri aile şirketlerinde çalışacak şekilde mi yetiştirildiniz?Hayır, direkt böyle bir tavsiye ve baskı olmadı. Hatta babam baskı yerine değişik iş kollarında yatırımları önüme de tavsiye niteliğinde getirmiştir. Üniversitede okurken boş zamanlarda masam olmasa da Alkim’e gitmeye başladım. Her bölümde çalıştım diyebilirim. Doğallık içinde oldu yani Alkim’de görev almam...- Ne öğrendiniz babanızdan ya da öğrendiğiniz en önemli şey nedir?Babam gençlere güvenir. Yetki verir, sorumluluk verir. 26-27 yaşındayken Özal döneminden sonra kurulan dış ticaret şirketleri vardı. Ben o şirkette sorumluluk alıp Mısır, Cezayir’de o devrin parasıyla 4-5 milyon dolarlık ihaleye girip, alıyordum. Babam bana hiçbir zaman fiyat sormamıştır. İhaleyi aldığımı öğrendiğinde , ‘tebrik ederim, başarılarının devamını dilerim’ demiştir. 20’li yaşlarda sorumluluk almaya başladım. Çok şanslı büyüdüm o anlamda, babam bana güvendi.Miplaya Oteli açıldı- Alkim sodyum sülfatta önemli bir üretici. Türkiye ve dünyada hangi noktadasınız?1948 yılından başlayan sodyum sülfat faaliyetlerimiz yıllar içinde yapılan yatırımlarla bugün 5 kimya tesisi 4 maden işletmesi ile bugün dünyanın 5-6’ıncı sülfat üeticisidir. Yılda yaklaşık 420 bin ton rafine sodyum sülfat üretilerek Türkiye ve dünyaya sevk edilmektedir. Tüm kimya tesislerimizde kurduğumuz toz kömürle çalışan santrallerimizle tüm elektrik ve buhar ihtiyaçları üretmektedir. 2003 yılında tekel yasasının değişmesi ile de Türkiye de özel sektör ilk ham tuz üreticisiyiz. Bugün 100 bin ton ham ve rafine tuz üretimimiz var.- Kağıtta durum nedir?1997 yılında kurduğumuz ofset, kuşe kağıt tesislerimiz İzmir Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyette. 90 bin ton yıl üretimi ile Türkiye’nin en büyük ofset kağıt tesisi.- Sodyum sülfat nerelerde kullanılıyor?Sodyum sülfatın ana kullanım alanı toz deterjan olup Procter&Gamble, Lever, Henkel gibi global şirketler yıllardır yurtiçi ve yurtdışı müşterimiz. Ayrıca tekstil dokumasında boya da ve cam sanayiinde yine sodyum sülfat kullanılmaktadır.- Bu yıl turizm sektörüne girdiniz. Miplaya Oteli Çeşme-Boyalık’ta açıldı. Turizmde büyüme hedefleriniz var mı?Bu otel benim ve babamın özel yatırımı. 18 dönüm bahçe içinde tatil köyü. Burada evimiz vardı. 1983 yılından beri zaten buradayız. Çeşme’nin de yeni yatırımlara, otellere ihtiyacı var. Çeşme’nin en güzel denizi, plajı burada.DENİZ TUTKUNU RALLİCİ- İş dışında ilgi alanlarınız var. Deniz tutkusu, otomobil tutkunuz var. Hangisi ağır basıyor?Evet doğru bunlar. Tenis de oynuyorum. Son dönemde deniz tutkusu ağır basmış durumda. Küçük yaşlardan beri denizde zaman geçiriyorum. İzmir-Bayraklı’da doğdum, önümüzde yol yoktu, deniz vardı. Oralarda büyüdük. Teknede denizin keyfi çıkıyor. Ben de son dönemde Bodrum’dan denize çıkıyorum.- Ayrıca bir dönem uzun dönem rallilere katılmışsınız...20’li yaşlardayken Erol Hülagü ile birlikte dernek kurduk. 6-7 kurucu bulduk. Ben 32 yıl derneğin başkan yardımcılığını yaptım. Çok güzel günlerimiz oldu.- Kızınız var. Şirketinizde mi çalışıyor?Kızım İstanbul’da yaşıyor. Amerikan Hastanesi’nde Proje Geliştirme Bölümü’nde çalışıyor.Yatırımı askıya aldık- Hükümetin 2023 hedefleri var. Sizin şirketinizin hedefleri neler?Biz Türkiye’de uzun vadeli değil daha kısa vadeli planlar yapmanın doğru olduğuna inanıyoruz. 2 yıllık planlar yapıyoruz. Örneğin doğalgaz fiyatları çok değişebiliyor. Biz kağıt fabrikasını yaptıktan sonra yanında 60 dönümlük arazi aldık. Amacımız orada daha büyük kapasiteli tesis kurmaktı. Türkiye’nin ihtiyacı var. Sonuçta alanımızda talep var. Üretim Türkiye’nin talebini karşılayamıyor. Ama doğalgaz fiyatlarının geldiği nokta gibi nedenlerle yatırımı askıya aldık. Haksız rekabet var ithalat nedeniyle. Devlet doğalgaza zam yapınca maliyetler de etkileniyor.Görme özürlüler kütüphanesi kurdu- Görme engelliler için bir kütüphane kurmuşsunuz... Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor yanılmıyorsam...Evet doğru. Balçova’da Rotary Başkanlığım döneminde kurduk. Görme Özürlüler Derneği için Kütüphane yaptık. 3 baskı makinemiz var. Bu iş benim için çok değerli. Kitaplar dışında cd’lere romanlar, ders kitapları okuyoruz. Çocuklara gidiyor cd’ler. 400 gönüllü okuyucumuz var.- Başka sosyal sorumluluk projeleriniz de var sanırım...Alkim Grubu ve aile olarak bugüne kadar 5’i kimya tesislerimiz olan bölgelerde 7 okul yaptırdık. Yaklaşık 7 bin 500 talebemiz var bu okullarda okuyan ve ayrıca 10 civarı sağlık ocağı, kütüphaneler, çocuk parkları v.s. Özellikle geri kalmış bölgelere katkılarımız var....