‘ABD BAŞKANI, LİDERLİĞİNİ PERÇİNLEMEK İÇİN TÜRKİYE’YE GELİYOR’ ABD’nin yeni başkanı Barack Obama’nın ilk resmi yurtdışı gezisini Türkiye’ye yapacak olması Türk Amerikan İşadamları Derneği Başkanı Terzioğlu’nun deyimiyle “tarihi bir olay”. Terzioğlu, “Mahallenize yeni komşu gelmiş, annen baban merhaba demezse, sen de evlat olarak onlara merhaba demezsin. Obama’nın ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapması, yatırımcısını tutun bunun dışında Türkiye ile iş yapmak isteyen herkesi etkiler” dedi. Uğur Terzioğlu, Türk Amerikan İşadamları Derneği (TABA-AmCham) Genel Başkanı. Şu günlerde çok yoğun. O da Barack Obama’yı bekliyor!’Elini sıkacağız belki’ diyor ve ekliyor: ’İstanbul’da hala hangi üniversitede konuşacağını bilmiyoruz.’Uğur Terzioğlu Amerikan Başkanları’nın çeşitli vesilelerle Türkiye’ye yaptıkları ziyaretleri yakından izlemiş biri. Aynı zamanda da devlet büyüklerinin her Amerika ziyaretinde onlara eşlik etmiş. Hillary Clinton’un ziyaterinde Boğaz’da balık keyfi yapmışlar. Ama o da bu ziyareti çok önemsiyor. Çünkü Obama’nın ilk resmi yurtdışı gezisini Türkiye’ye yapacak olması, Terzioğlu’nun yorumuyla tarihi bir olay. Başarısını perçinleyecekBarack Obama niye ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapıyor? Kendi başarısını perçinlemek için geliyor. Buraya gelerek liderliğini Ortadoğu’da, Pakistan’da, Afganistan’da da pekiştirecek. Zaten bu saydığım ülkelerin liderleri Türkiye’ye sık sık geliyor. Suriye Başkanı da geliyor. O gelmese bile eşi sürekli alışverişe geliyor. Geçmişte Suriye ilişkileri çok kötüydü, şimdi iyi. Bulgaristan ve Yunanistan’la da ilişkilerimiz iyi. Bulgaristan ve Romanya’da çok sayıda önemli Türk yatırımı var. Ukrayna’da da öyle. Bu coğrafyada en önemli ülke Türkiye. Her yerde varız. Aynı zamanda Müslüman ülkelere mesaj vermek için de seçildiği söyleniyor Türkiye’nin...Bu da var. Başka hangi ülkeye gidecek? Laik ve demokrat Türkiye en iyi adres. Obama köken olarak Müslüman diye Arap Emirlikleri’ne mi gitsin? Bush döneminden kalan enkazı ve ağır yükü dikkate almak zorunda Obama. O da bunu yapıyor. Bölgedeki Amerikan imajının iyice zayıfladığı dikkate alındığında Obama açısından Türkiye ile yeniden güçlü ve işbirliğine dayalı ikili ilişkiler tesis etmek akıllıca bir seçim. G20 liderleriyle buluşması da çok farklı oldu. Şu var, oraya toplantıya gitti, buraya ise resmi gezi yapıyor. Bizim beklentimiz fazla. Siyasi, askeri ve ekonomik beklentiler var.Bu çok önemli. Ama dediğim gibi o ’dünya lideriyim’ diyor, bölgedeki gücünü de en sağlam buradan hissettirebilir, yanına bizi alarak. Obama Türkiye’de çok kısa süre kalacak, yoğun bir programı var. Muhalefet liderleriyle 5 dakika görüşecek. Hepsiyle aynı yerde görüşecek. Zaten Meclis’te hepsini yerinde ziyaret etse gün biter! Çok iyi planmış bir ziyaret olacağına hiç kuşkum yok. Umarım iyi bir şekilde geçer. Doğrusu Obama’nın nasırı Türkiye’de tutsa, Türkiye 30 yıl geri düşer! Çok önemli bu ziyaretler.Irak’tan çekilme kararları var. Bu ziyaret daha çok bununla ilgili olabilir mi?Bunu nesi ayıp? Evet çekiliyorlar... Bu çok iyi bir gelişme. Barack Obama, Bush gibi değil. Irak’tan Amerikan askerlerinin tahliye edilmesi Türkiye’ye en az 5-10 milyar dolar para bırakır. Bunu istemeyenler var. Bunu istemeyen Türk vatandaşları var. Ne demek istiyorsunuz?Özelleştirmelere sürekli karşı çıkılıyor. Artık dünya değişti. Bunu görmeyen çok. Başbakan Conrad Oteli’ndeki bir yemeğe geldi geçenlerde. Yemekte Museviler, Rumlar ve Ermeniler vardı. Başbakan o yemekte, ’Galataport’u alan şirkette İsrailli firma var diye eleştiriyorlar, paranın İsraillisi mi var?’ dedi. Bence haklı. Bunlar geride kalmalı. Amerikan sermayesinin Türkiye’ye gelmesine hala karşı çıkılmasını anlamak mümkün değil. Yatırımcıyı da etkileyecekObama’nın gelişi ekonomik kriz ortamında farklı bir anlam taşıyor mu? Mahallenize yeni komşu gelmiş, annen baban onlara merhaba demezse, sen de evlat olarak onlara merhaba demezsin. Obama’nın ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapması, yatırımcısını tutun bunun dışında Türkiye ile iş yapmak isteyen herkesi etkiler. Hiçbir devlet adamı ’benden biraz daha fazla zeytinyağı al’ diyemez. Amerikalı ticaret erbabı ne alacağına kendi karar verir. Ama bunun dolaylı itelemeleri var, o da yatırımlar. Biz hep bu konular açıldığında, ticaret hacmine bakıyoruz. Zaten 30 milyar doların üzerine çıkamayız, ne satacağız Amerika’ya? Daha yeni yeni işlenmiş mermer satışı yapıyoruz. Rusya’ya domates satarsın ama Amerika’ya satamazsın. Amerika’ya yaş sebze, unlu gıda, et satamıyoysun. Amerika’nın kendi koruması var. Türkiye’de son yıllarda birçok banka satıldı, ortaklıklar kuruldu. Bunlar ticaret hacmi dışında kalıyor. Ancak Amerika ile Türkiye’nin ticaret hacmi son yıllarda arttı. Bizim elimizde Amerika’ya ne var satacak? Mermer var. Eskiden kotalar vardı, biz hiçbirini dolduramadık. 45 kota var, üçünü doldurmuşuz. Herkes bornoz satmaya gitmiş, çarşaf satan yok. Şimdi ne satıyoruz?İşlenmiş mermer, demir çelik, zeytinyağı, makine yağları, yan sanayi, jet parçaları...Pentagon da müşterimiz. ‘Ilımlı İslam’ sözünü sildiBir süredir Amerika’da Türkiye ’Ilımlı İslam ülkesi’ olarak tanımlanıyordu. Obama ise farklı bakıyor diyebilir miyiz?Obama bir kere bile ’ılımlı İslam’ demedi. ’Laik ve demokratik’ diyor Türkiye için. O lafı sildi Obama. Bu bence önemli. Ayrıca bir Amerikan Başkanı’nın Ortadoğu Projesi’nde yanına aldığı ülke çok önemli. Şimdi Yunanistan’la bir karşılaştırma yapılıyor. Yunanistan’ın etki alanı yok, Kıbrıs’ta bile etki alanı yok. Obama liderliğini, dünya liderliğini perçinlemek için geliyor Türkiye’ye. Clinton’la sabaha kadar bardaydıkSiz Amerkan Başkanları’nı yakından takip ediyorsunuz. Bush, Clinton ve Obama’yı karşılaştırsanız, neler söylersiniz? Bush baba Bush’a da benzemiyordu. Çok farklıydı. Ekibi de çok farklıydı. Sert, anlaşılması zor, ekonominin de durumu ortada. Bu kez durum değişik. Clinton ve Reagan’ın adamları var Obama’nın ekibinde. Çok yaşlı adamlar var. Türkiye Amerikan ilişkileri en çok Başkan Reagan zamanında şahlanmıştı. Bill Clinton başkan olarak geldiğinde elini sıktık ama hanımını gezdirdik. Başkanlıktan sonra geldiğinde Bill Clintonla birlikte sabaha kadar bardaydık. Çok sıcak kanlı bir adamdı. ABD ile dış ticaret hacmimiz yıllık ortalama % 15 artıyor- 1996-2006 yılları arasında Amerika-Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi yıllık ortalama yüzde 15 arttı.- Türkiye’nin ABD’ye ihracatı, 1994 yılına kadar 1 milyar doların altındayken, 1990’da 968 milyon dolardan 2003 yılında 3,7 milyar dolara çıkarak yaklaşık dört kat artış gösterdi. - 2005 yılında Türkiye’nin ABD’den gerçekleştirdiği ithalat 5,4 milyar dolar; Türkiye’nin ABD’ye ihracatı ise 4,9 milyar dolar oldu.- 2007 yılında Türkiye-ABD dış ticaret hacmi 11,187 milyon ABD Doları olarak gerçekleşti. * 2007 yılında ABD’nin Türkiye’ye ihracatında, 2006 yılına oranla yüzde 15 oranında artış oldu. 2007 yılında ABD’nin Türkiye’ye ihracatındaki en önemli kalem demir-çelik ürünleriydi. ‘BAŞBAKAN’DAN BİR RİCAM OLACAK’Uğur Terzioğlu: Başbakanımızdan bir ricam olacak; Türk Amerikan ticaret hacmini masaya yatırsınlar ve bunu nasıl artırırız, buna baksınlar. Şu an gerek konjonktürden gerekse bazı başka sebeplerle geçtiğimiz dönemde ticaret hacmimizi artırmamızın en önemli sebebi olan düşük kur ortadan kalktı. Bunu bir fırsat zamanı olarak görmeliyiz ve karşılıklı ikili anlaşmalarla aramızdaki ticaret hacmimizi artırıcı kararlar almalıyız. Şu an Amerika, Türk iş adamları için çok iyi bir pazar. Bildiğiniz gibi mal satarken değil mal alırken para kazanılır.
Boyner Genel Müdürü Aslı Karadeniz’le ekonomik krizin etkilerini konuşmak için buluştuk. Eski bir finans uzmanı olan Aslı Karadeniz, önce Benetton, daha sonra Çarşı ve şimdi de Boyner Büyük Mağazacılık’ın başındaki başarılı isim. Malum Boyner’de her şey var. Bu yüzden de merak ediyorum. “Krizden etkilenmeyen kategoriniz var mı?” diye soruyorum. Aslı Karadeniz anlatıyor: Krizde kozmetikte düşüş olmuyor“Kozmetik kategorisinin satış performansı değişmiyor. Hep iyi devam ediyor. Kriz olsun olmasın iyi gidiyor. Kriz var ama ‘Hiç olmazsa kendime bir parfüm, ruj alayım’ diyor kadınlar. 30-40 liraya bir ruj alıyorsunuz.” Doğrusu şaşırmadım. Boyner’de 300’ün üzerinde marka var. Aslı Karadeniz, “Bugün itibarıyla en hassas konu fiyat” diye anlatmaya başlıyor. Yaz sezonu açıldı. Alışveriş merkezlerine bakarsanız, herkes vitrin geziyor. Daha şimdiden indirime giren mağazalar var. Geçtiğimiz kış sezonunda yaşanan büyük indirimler ister istemez yaz sezonu açılır açılmaz indirim beklentisi yarattı tüketicilerde. Aslı Karadeniz bu noktadan hareketle sorularımı yanıtlıyor:Çok indirim yapıldı. Tüketici demek ki bu kadar indirim yapılabiliyormuş diye düşündü...Kışın yüzde 70’lere varan indirimler oldu. Bizim geçen yıla göre ciromuz yüzde 7 arttı. Zarar açıklamayan, kâr açıklayan nadir şirketlerden biriyiz. Ama sonuçta kârlılıkta çok düşüş oldu. Krizin bu kadar büyük olacağı kış öncesinde bilinmiyordu ve herkes büyük stoklarla yakalandı kışa. Ama şimdi durum farklı. Kimse çok stok yapmadı. Müşteri indirim bekliyor. Tüketici güven endeksi 100 üzerinden belirleniyor, tarihin en düşük seviyelerinde 68’e indi.Müşteriyi çekmek için ne yapacaksınız? İlave motivasyona ihtiyaç var. Her şeyin fiyatı aslına bakarsanız ucuzladı. Ama insanların psikolojik olarak motivasyona ihtiyacı var. Biz bu yaz aynı ürünleri daha uygun tedarikçiler bularak daha ucuz koymaya çalıştık. Müşteri beğense de, fiyatını uygun bulsa da hâlâ alacağı yok. Biz Turkcell’le bir kampanya yaptık.Verim aldık. Sezonun kampanyalarla açılmasının nedeni ek motivasyona olan ihtiyaç.Kaç müşteriniz var? Kapıdan giren 30 milyon kişi var, bunun 6 milyonu müşteri. Diğerleri ziyaretçi, mağazayı gezip gidiyor. Biz yeni müşteri kazanacak yöntemlere yöneldik. Fish kart bu yönde çıktı. Alışveriş yapıp çekilişe katılma şansı var. İlk kez şehir içinde bir outlet mağazası açtınız...Evet. Fulya’da çok güzel bir yer oldu. Eskiden üst gelir grubu gitmezdi outletlere, şimdi akıllı alışveriş olarak görüyorlar. Kendi grup markalarımızı ve Beymen’deki tüm markaların seri sonu da Fulya’da var. Ciddi bir marka outleti. Ağırlığı uluslararası üst grup markalar. Bu yıl çok zor geçecek deniliyor...Türkiye’deki bütün krizlerden sonra büyük büyümeler olmuş. Biz hiçbir zaman gülle gibi düşüp yere çakılmıyoruz, yere çakılıp zıplıyoruz. Bu yıl açıkçası kâr yılı değil. Operasyon verimliliğini artırma yılı. *** Uzun taksit dönemi bittiMüşterilerinizin davranışlarında ne tür değişiklikler var? Gözlemleriniz nedir? Öncelikle uzun taksit dönemi bitti. İnsanlar gerçek ihtiyaçlarını belirleyip onu peşin fiyatına alıyorlar. Ayaklarını yorganına göre uzatıyorlar. Taksite girince kazanmadığınız gelirle borçlanıyorsunuz. Herkes çok emindi eskiden, 12 taksitle ürün alıyorlardı. 150 liralık alacağına 50 liralık ürün alıp peşin ödüyor. Bu sizin için pek iyi bir durum değil...Evet daha az alıyorlar ama biz de bu durumda bir kişiden yapacağımız ciro düştüğü için daha çok kişiye ulaşmalıyız.
Kriz dönemlerinde insanların yeniyi deneme isteğinin azaldığını bu durumdan şarap sektörünün de etkilendiğini belirten Doluca Şarapları’nın üçüncü kuşak temsilcisi Sibel Kutman, “Şarap içme sıklığı azalıyor. 20 liralık içiyorsa 15 liralık içiyor, bildiği markaları tercih ediyor” dedi. Sibel Kutman, krizde ev içi tüketime kayışın arttığına da dikkat çekerek, “Tüketici restoran yerine evde şarabını içiyor” açıklamasını yaptı. Doluca’nın üçüncü kuşak temsilcisi, Pazarlama Direktörü Sibel Kutman Oral, 23 yaşındayken Doluca’nın yönetimine girdi. İş yaşamında 10 yılı geride bırakan Sibel Kutman Oral, yakında anne olacak. 4.5 aylık hamile olan Kutman’ı her zamanki gibi işinin başında bulduk. “Hamilelik enerjimi yükseltti, sanırım son zamanlara kadar da çalışacağım” diyen Kutman’la şarap sektöründeki son gelişmeleri, yeni ürünlerini ve krizin sektöre etkilerini konuştuk. Sohbete geçmeden önce Doluca hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse, Doluca’nın temelleri Sibel Kutman’ın dedesi Nihat Kutman tarafından Mürefte’nin tepelerinde kurulan bağlarla atılıyor. Ne zaman mı? Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1926’da. 1940’lı yıllardan bu yana da Doluca markasıyla pazarlanan şarapların ikinci kuşak temsilcisi ise Sibel Kutman’ın babası Ahmet Kutman. Enoloji ve vitikültür dalında yurtdışında eğitim alan Ahmet Kutman, 1969’dan itibaren Doluca’yı yönetiyor, hâlâ da yönetimde. Şimdilerde ise Doluca’nın yönetiminde Ahmet Kutman’ın çocukları Ali ve Sibel Kutman da var. Aslına bakarsanız Amerika’da eğitim alan Sibel Kutman’ın tutkusu danstı. Wesleyan Üniversitesi’nde modern dans ve pazarlama eğitimi aldı. Ancak şarabın içine doğmuş birinin bu işten kopması mümkün olmadı ve Sibel Kutman da 23 yaşındayken kendisini Sarafin şaraplarının lansmanında buldu. O günden beri de işinin başında. Son yıllarda şarap üretiminde artış var mı? Çok sayıda yeni firma ortaya çıktı, rakıcılar şarap da üretmeye başladı. Sektör renklendi! Geçtiğimiz son 10 yıla bakarsak üretim teknolojilerinden tutun da bağ alanında, marka çeşitliliği alanında ciddi anlamda çoğalma ve renklenme var. Seçenek yelpazesi çok genişledi şarapta. Bu sizi ve tüketicileri nasıl etkiledi? Eskiden durum çok farklıydı. Bilinçlenme arttı. Ne kadar fazla çeşit varsa, insanlar da o kadar farkında olmadan da öğreniyor. Yani kendini buluyor tüketici. Şöyle diyebilir miyiz, eskiden kırmızı mı beyaz mı ayrımı dışında bir vurgulama yapılmazken, şimdilerde tüketici ’Ben Merlot içerim’ diyebiliyor...Aynen. Artık biliyor ’Merlot severim Cabernet değil’diyebiliyor. Peki tüketim arttı mı?Hâlâ çok az. Kişi başına yılda bir litre civarında duruyoruz. Ciddi bir kayıt dışı vardı 2005’ten sonra. Vergiler artınca kayıt dışı oranı neredeyse yüzde 70’i bulmuştu değil mi? Evet. Bu rakamlar aslında biraz da tahmin. Bilinç yükseldikçe ve denemeye açık bir ortam oldukça durum değişiyor. Bandrol uygulaması kayıt dışı üretimi ne kadar düşürdü?Azaldı kayıt dışı. Bu olumlu bir gelişme. Kayıt dışı aslında turizmin sezonunun açıldığı dönemde artar. Bakacağız. Bence yüzde 50 oranında iyileşme olmuştur.Global kriz sizi nasıl etkiledi?En güzel, en rahat günlerini geçirmiyor sektör. Krizin etkileri var. Otomotiv ve inşaat sektörü gibi değiliz ama sonuçta lüks tüketime giriyor şarap tüketimi de. Tüketici nasıl etkileniyor bu dönemde?Kriz ortamlarında insanların yeniyi deneme isteği azalıyor. Bu yüzden de etkileniyor. Şarap içme sıklığı da azalıyor. 20 liralık içiyorsa 15 liralık içiyor, bildiği markaları tercih ediyor. Bir de ev tüketimine kayma var. Restorana gitme sıklığı düşüyor. Restoranda tüketeceğine evde tüketmeyi tercih ediyor. Paçal bakacak olursak bizim üretimin yüzde 50’si perakendede satılıyor. Kriz turizm sezonunu da etkileyebilir. Her 4 Rus’tan biri Türkiye’ye gelmekten vazgeçti deniliyor...İngilizlerden artış bekleniyor. Pound değer kaybetti, euro değerlendi. İspanya’ya, Yunanistan’a gideceğine İngiliz turist Türkiye’ye gelecek. Vergiler şarap sektörünün başındaki en büyük sorun olmaya devam ediyor...Vergiler çok yüksek, sektörün gelişme hızını düşürüyor. Ama malum karar verici mekanizmalar değişime gitmiyor. Küresel ısınma bağcılığı nasıl etkiledi? Önümüzdeki yıllarda etkileyecek mi? Önlem alınıyor mu? Bölgeden bölgeye farklılıklar var. ’Bu bölge artık hep 2 derece sıcak olacak’ demek zor. Kırmızı üzüm yani bağcılıkta sıklıkla kullanılan üzüm kuraklığı seviyor. Şimdilik tehlike yok. Asma suya aç kalınca köklerini 25-30 metre toprağa verebiliyor. Kurak olunca daha çok uğraşıyor. Bazı kurak senelerde çok güzel kırmızı şarap elde edebiliyorsunuz. Eyvah bağcılık elden gidecek! gibi bir sorun yok şimdilik. Signuim butik şarabımızYeni ürünleriniz var...İki yeni ürünümüz var. ’İstanbul Kadeh Kaldırıyor’günlerinde tanıttığımız yeni şarabımız Signium.... Farklı bir ürün. Arkasındaki mantık şu; Doluca’nın yapım ekibi her sene serbest bırakılıyor. “O yılki hasatın en güzel yorumunu yap” diyoruz. 2006 yılında 3 şarap yapımcımızın yorumuyla yapılan Signium çok özel bir şarap oldu. 2006’nın Merlot, Shiraz, Boğazkere harmanı, 2008’de çıktı. Kalitesi yüksek, belli bir zerafet şemsiyesi altında üretildi. Toplam 7.200 şişe. 2007 hasatı da hazırlandı, o çıkınca nasıl olacak merak ediyorum. 2008’de çıkan Signium’da her şişede numara var. Kaçıncı şişeyi aldığınızı biliyorsunuz. Önde gelen restoranlarda satılıyor ve internetten sipariş ediliyor. Ümidimiz her senenin sonuna doğru bu şarapları çıkarmak. Diğer yenilik...Sarafin’in uzun zamandır 2 kırmızısı, 3 beyazı vardı. Uzun zamandır da Shiraz’ının üretimi bekleniyordu. Bu sene bunu da çıkardık. Shiraz üzümü Saroz’u çok sevdi. Oradaki çalışmalar iyi sonuç verdi. Dolgun, keyifli bir şarap oldu. Çıktığından beri de olumlu geri dönüşler aldık. 50 bin şişe civarında üretildi. Daha geniş bir restoran yelpazesine ve bazı marketlere verebiliyoruz. Yılda kaç şişe şarap üretiyorsunuz?Kapasitemiz 14 milyon litre. Yarısı her zaman için yıllanma sürecinde. Aktif genelde 8-9 milyon litre. Kaç dönüm şarap bağınız var?4 bin dönümü buldu. Farklı yerlerde ve aşamalarda bağlarımız var. Zaten geldiğimiz nokta bağlar. Şarap yapımını, teknolojileri çok iyi biliyoruz. Ama üzüm iyi değilse hammadde iyi değilse sonuç olmaz. Şarapçılık için üzüm yetiştirmek farklı. Politik bir tercihİhracat yapıyor musunuz? Biz üretimimizin yüzde 15’ini ihraç ediyoruz. En fazla Almanya’ya şarap gönderiyoruz. Belçika, Hollanda, İngiltere, ABD ve Japonya’ya şarap gönderiyoruz ama Türk şarabının bir noktaya geldiğini yurtdışında söylemek zor. Gelebilir mi? Bulgaristan şarapları nasıl tanındı? Bulgaristan ülke olarak atak yaptı ve başarılı oldu. Türkiye şarabın anavatanı. 4 bin yıldır şarap yapılıyor bu topraklarda ama bu bir politik tercih. Türkiye de keşfedilmeyi bekliyor bu kolaylaştırılmalı. Şarabı ilk kez 5 yaşında tattımŞarapla ilk tanışıklığım çok küçük yaşlarda oldu. 5-6 yaşlarında aile “Tadına bak” demeye başlamıştı. Hatırlıyorum bir yudum alırdım. Sonra ortaokul dönemimde şarap eğitimini ailem vermeye başladı. Şarabı sevdim, bu kültürü almış olmaktan memnunum. ABD’de pazarlama ve işletme okudum. New York ve California’da şarapçılık kurslarına katıldım.
‘GELECEĞİN HİPERMARKETİ’Nİ GEZDİK Bir market düşünün, meyve sebze reyonunda tartı meyveleri ve sebzeleri tanıyor, kod filan girmeye gerek yok. Kozmetik bölümünde yüzünüze uygun far, allık ya da ruj renkleri 60 saniyede belirlenebiliyor. Alacağınız şarabı test edebiliyorsunuz. Et bölümünde barbekü kokusu burnunuza geliyor. Bisiklet mi bakacaksınız, bisiklet reyonunda kulağınıza kuş sesleri geliyor, kendinizi bir doğa gezisinde hissediyorsunuz. Ekmek reyonunda iştahınız iyice kabarıyor. Balık reyonunda kulağınıza gelen dalga sesleriyle balık seçiyorsunuz. Beğendiğiniz kıyafeti giymenize gerek yok, özel aynalar kıyafeti siz giymeden üzerinize giydiriyor. Bir CD mi alacaksınız, denemek istediğiniz CD’yi seçmeniz yeterli, müzik duşunun altına giriyorsunuz, çevrenizdekileri rahatsız etmeden ve kulaklık takmadan müzik dinleyebiliyorsunuz...Alışverişte ses dalgaları, kokular, ödeme sistemlerinde son teknolojiler...Parmak iziyle ödemePerakende nereye koşuyor diye soracak olursak, ‘yakında çok farklı pazarlama teknikleriyle tanışacağız’ diyebilirim. Üstelik kasiyer yok, hatta dilerseniz kredi kartlarını da çöpe atın, parmak izi yeterli!Hafta başında Düsseldorf yakınlarında Tonisvorts kentindeki Alman perakende devi Metro Group’un Real Hipermarket’indeydik. 2008 yılında açılan Future Store’u (Geleceğin Mağazası) gezdik. Bu mağazada geleceğin perakende teknolojileri deneniyor. Türkiye’de Metro Cash&Carry, Real Hipermarket ve Praktiker Yapı Marketleri ile faaliyet gösteren Metro Group, Future Store konseptini yakında Türkiye’ye de taşıyacak. Şarap tadımı yapılacakYani yukarıda saydığım yeniliklerin bir kısmı Haziran’da Fulya’da açılacak olan Real Hipermarketi’nde de olacak.Metro Group’un Türkiye Temsilcisi Nurdan Tümbek Tekeoğlu ve Real Hipermarketleri Genel Müdürü Kubilay Özerkan da bize yenilikleri anlattılar. Kubilay Özerkan Türkiye’ye yeni gelmiş. Önceki adresi Romanya. Orada Özerkan’ın geliştirdiği şarap tadım bölümü Future Store’da da başarıyla uygulanıyor. Özerkan, bu hizmetin İstanbul Fulya’da da olacağını anlatıyor.Haziran’da Fulya’da açılacak Real Hipermarketi’nin iddialı olduğu alanlardan birinin de balık reyonu olduğunu Özerkan’dan öğreniyoruz. Bu bölümde günlük taze balık çeşitlerinin yanısıra suşi de olacak. Future Store’daki en etkileyici yenilik olan kendi kendine ödeme sistemleri ve parmak iziyle ödeme gibi sistemler ise şimdilik Türkiye için ‘erken’ bulunmuş. Yardımcınız robot RogerAlışveriş sırasında kafanız mı karıştı, yardıma mı ihtiyacınız var? Tamam canım, o da düşünülmüş, Mobil Alışveriş Yardımcısı ‘Roger’ ve ‘Ally’ size her konuda yardıma hazır. 1000 kişiye iş olanağıReal Hipermarketleri Genel Müdürü Kubilay Özerkan, “Fulya mağazası dışında 2009 sonuna kadar 3 mağaza daha açacağız. Fulya dışında Merter ve Bayrampaşa’da da mağaza açacağız. Toplam 1000 kadar kişiye yeni istihdam olanağı sağlayacağız” diyor. Dipnot- Metro Group, 2008’de Türkiye’de Real, Media Markt ve Metro Cash&Carry’nin faaliyetlerinden 1.3 milyar euro ciro elde etti. Bir önceki yıla göre cirosunu yüzde 16.6 artırdı.- Metro Cash&Carry cirosu 896 milyon euro, Real’in cirosu 288 milyon euro ve Media Markt’ın cirosu 123 milyon euro.
İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş, işsizliğin önünün kesilmesi için hükümetten işverenin üzerindeki tüm istihdamla ilgili ödemelerin ötelemesini beklediklerini söyledi. Yalçıntaş, “İşsizliği önlemek için 2009’daki ödemeler 2010’da yapılsın. Böyle olursa işten çıkarma azalır, hatta durur. Kısa çalışma ödeneğiyle belli bir esneklik kazanıldı. Bu da yapılırsa çok iyi olur. Yoksa 2009 yılı çok zor olacak, hiç kolay olmayacak” dedi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş’la ekonomik krizi konuştuk. Oda başkanlığına ikinci kez seçilen Yalçıntaş, bir süredir iç pazarın canlanması için yapılması gerekenlerle ilgili adımların atılmasına öncülük ediyor. “Dünya bizden daha keyifsiz. Dünyayı değiştiremeyiz, dünya piyasalarını biz canlandıramayız ama kendimiz için yapacaklarımız 2009’dan sonra sıçrama yapmamıza neden olur” diyen Yalçıntaş, Türk insanı olarak yumurta kapıya dayanmadan işe koyulmadığımızın da altını farklı örneklerle çiziyor. Röportaja geçmeden önce yazmakta yarar var. Murat Yalçıntaş seçildiğinde en genç oda başkanıydı, hâlâ da öyle. AKP’nin yöneticilerindendi. 1965 İstanbul doğumlu Murat Yalçıntaş, Saint Joseph Fransız Erkek Lisesi’ni, ardından da Türkiye 200’üncüsü olarak kazandığı Boğaziçi Üniversitesi Makine Fakültesi’ni bitirdi. Boston Üniversitesi’nde Uluslararası İşletme dalında yüksek lisans yapan Yalçıntaş, daha sonra 2 yıl Brüksel’de AB’de uzman araştırmacı olarak çalıştı. Yalçıntaş, 3 yıl uluslararası bir kalkınma bankasında proje uzmanı olarak görev yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü ve özel sektörde girişimci olarak faaliyetlerini sürdürdü. Döküm ısıtma-havalandırma ve telekomünikasyon sektörlerinde şirketleri bulunan Yalçıntaş, İngilizce ve Fransızca, orta düzeyde Almanca ile Arapça biliyor.İstanbul Ticaret Odası demek Türkiye ekonomisinin kalbi demek...Çok doğru. 350 bin firmaya hizmet veriyoruz. Türkiye ekonomisinin yüzde 35’i İstanbul’da. Bu yüzden de çok büyük sorumluluk. Ben “Türkiye’nin ebrusu” diyorum. Türkiye’de ne varsa, İstanbul’da var... Ayrıca biz dünya içinde de büyüklükte ilk 5’e giriyoruz. Son yıllarda Türkiye’ye büyüyordu. Global kriz bir anda her şeyi durdurdu. Ama dönüp baktığımızda bu büyüme sürecinde de her şey toz pembe değildi. Sizce o dönem iyi değerlendirildi mi? 6 senedir büyüdük. Neye dayanarak büyüdük diye bakmak lazım. Dış ticarete dayanarak büyüdük. İç talebimiz büyümedi. Hatta, “Makro veriler bu kadar iyi gidiyor, neden insanların gelir seviyesi aynı oranda artmıyor” da deniliyordu. Sebebi buydu. İşletmelerin iki temel sıkıntısı ortaya çıktı. Bu krizle birlikte daha çok ortaya çıktı. Bizim de kronik sıkıntılarımız vardı, bu sorunlarımızı çözemediğimiz için kriz bizi fena vurdu. Nedir bunlar dersek? Bu kriz yurtdışındaki para mekanizmalarını alt üst etti. Türkiye’deki işletmeler şu anda rahat, ucuz ve uzun vadeli para bulmakta zorlanıyorlar. Bugün Amerika, AB ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ekonomilerin hepsi daralıyor. Bu mal satın almıyorlar demek. Biz de Türkiye olarak üretemiyoruz, çünkü satamıyoruz. Pazarımız yok. Finansmana ulaşmada zorluk var ve pazar yok. Bu yüzden de Türkiye’de ticaret durdu. İç piyasada da keyifsiz bir ortam var. Kimse önünü göremiyor. İşten çıkarılanların yanısıra işi olanlar da elini cebine atmak istemiyor, çünkü işten çıkarılma korkusu yaşıyor. Ne yapılmalı? Bu yüzden biz İTO olarak “İç pazarı canlandırın” diyoruz. Bizim dünyayı canlandıracak halimiz yok. Dünyayı canlandırmak G-20’nin işi. Onlar da önümüzdeki hafta toplanıyorlar. Daha sonra da NATO Zirvesi gelecek. G-20 zirvesi dünya piyasasını canlandırmaya çalışacak, burayı canlandırmak ise bizim işimiz. Bu haftaya bakarsak, herkesin endişesi kurdaki iniş çıkışlar nedeniyle iyice arttı...Şunu bilmek lazım; üretim yapan bir insan için, bilgi, sanat üreten, mal üreten, hizmet veren insanlar için ürettikleri ne olursa olsun önemli olan kurun yükselmesi ya da düşmesi değildir. Önemli olan kurun tahmin edilebilir olmasıdır. Siz eğer kurda büyük sıçrama yaparsanız, aşağı da olsa yukarı da olsa zarar verir. İhracat yapıyorsanız belli ölçüde yüksek olmasını istersiniz ama çok yüksek olsun da istemezsiniz, çünkü sizin belli ölçüde ithalatınız da vardır. Biz hiçbir firmayı uzayda bağımsız olarak düşünemeyiz. Herhangi bir ihracatçı “Kurun yükselmesi gerekiyor” diye demeç verdiğinde o aslında yalnızca kendisini düşünüyor demektir. İlk başta, “Girdilerimin çoğu TL, satışım euro. Dolayısıyla kur yükselirse kâr edeceğim” diyebilir ama kur bir ekosistemin parçasıdır. O ekosistemde hızlı yükselişlerde olan zararlar kendisine de yansır. Kurun aşırı şekilde dalgalanmaması ve tahmin edilebilir olması bizim için en iyisidir. Evet, kurda dalgalanma oldu, birkaç spekülatör dışında herkes para kaybetti. Türkiye’de de son dönemde paketler açıldı. Otomotiv sektörü başta olmak üzere. Bundan sonra neler yapılmalı? Türkiye’de acil olarak iç pazarın canlandırılması lazım. Otomotiv sektörüne yönelik yapılan çok doğru. Otomotiv sektöründe son 3 ayda üretim yüzde 63, ihracat yüzde 61 düştü. Beyaz eşyayla ilgili yapılanlar da önemli. Bu kriz vasıtasıyla kronik sorunlarımızı da çözeceğiz. Nedir bu kronik sorunlar ve hep böyle son anda mı çözülmek istenir sorunlar? Biz ne yazık ki böyleyiz. Yumurta kapıya dayanmadan iş yapmıyoruz. Ben bunun en son örneğini geçenlerde yaşadım. Sayın Cumhurbaşkanı Su Forumu nedeniyle yemek verdi. Yeni açılan Sütlüce Kültür Merkezi’nde yapıldı davet... Merkez çok güzel olmuş. Yanımda belediyenin bir yöneticisi oturuyordu, tebrik ettim. Bana, “Başkan 11 yıldır uğraşıyorduk, herhalde Su Forumu gelmeseydi bir 11 yıl daha uğraşırdık” dedi. Nazım Ekren de Türkiye’nin kronik iki hastalığına çözüm bulacak gibi. Bunlardan biri şu: Yüksek faiz düşük döviz sarmalındaydık. Bunu şu aralar kırıyoruz. Bu sağlıklı bir gidiş. Böyle giderse krizden çıkınca Türkiye artı yakalamış olacak. İkincisi ise, yoğun meslek edinme programı. Türkiye’de ciddi anlamda mesleksizlik var. ’Abi her işi yaparım’cılık varAynen. Uzmanlaşma çok önemli. Ne yazık ki diploması olan mesleği var sanıyor. Oysa diploma meslek demek değil. Türkiye’de sanayi üreticileri ara eleman bulamıyor. Üniversite mezunları var ama iyi bir kaynakçı yok. Boru ustası bulunamıyor... Bakan Ekren yoğun meslek edinme programı başlatacak. Bu şahıs başına verimliliği artıracak ve yeni iş sahaları ortaya çıkacak. 1997 krizinden Güney Kore böyle çıktı. Şimdi gemi yapımında, elektronik eşyada dünyanın sayılı ülkelerinden biri.İşsizlik oranları hızla artıyor. İşsizliğin artmasını önlemek için de sizin önerileriniz oldu...Evet. İşsizlik oranları hızla yükseldi. Tarım kesiminden geçiş de olduğu için işsizlik çok yüksek oranda. Tarımı bırakıp şehirlere gelenlerin sisteme entegre edilmesi lazım. Krizle birlikte sanayide iş kaybı çok yükseldi. Yurtdışında Türk firmalarında çalışanların çoğu da geri döndü. Biz hükümete öneri götürdük. Bekliyoruz. Şu anda her şey vadeli satılıyor. Biz işletmelerin peşin ödediği ilk şey vergi. Biz sosyal sigortalarla ilgili devletin aldığı tüm ödemelerin ötelenmesini istiyoruz. İşsizliği önlemek için bu yapılmalı. 2009’daki ödemeler 2010’da yapılsın. Böyle olursa işten çıkarma azalır, hatta durur. Kısa çalışma ödeneğiyle belli bir esneklik kazanıldı. Bu da yapılırsa çok iyi olur. Yoksa 2009 yılı çok zor olacak, hiç kolay olmayacak. 2009’u atlatırsak düzelme başlar2011’den önce bir rahatlama olması zor diyenlerden misiniz? Piyasalar açılınca eğer bu krizi düzgün atlatırsak hızlı toparlanırız. AB ülkeleri alım yapmıyor şu an. Alıma başladıklarında en yakınlarında olan ve esnek olan tek ülke biziz. 2009’u atlatırsak düzelme başlar. Yabancı yatırımcılar yine gelir mi?Kriz sonrasında Türkiye’ye gelecek yabancı yatırımcı olacak. Dünya sıfırı tüketmedi. Hâlâ para var. Ekonomi duygusal bir alan. Herkes şimdi çekingen, keyifsiz ve isteksiz. Ama bu geçecek ve para kazanmak isteyecek herkes ve Türkiye’ye gelecekler. Genç ve dinamik nüfus bizim avantajımız. Kendi içimize çok bakıyoruz. Morali fazla bozmamak lazım. Biz keyifsizis ama dünya daha keyifsiz. 2009’u her şeye rağmen iyi geçirirsek bundan sonraki yıllar çok daha parlak olacak. 2010 İstanbul için milat2010 İstanbul Kültür Başkenti’nin en önemli finansörlerindensiniz. İstifalar oldu... Evet önemli bir finansörüz. Hem fikri hem de maddi anlamda destekçiyiz. İstifa ettiler ve bir açıklama yaptılar. O ilişkilerin içinde değilim. Tam olarak bilmiyorum nedenlerini, konuşmam doğru olmaz. 2010 İstanbul için çok iyi bir fırsat, ticari anlamda da büyük beklentiler var...İstanbul’u layık olduğu yere getirmek için, sahip olduğu mirasa sahip çıkmak ve bunu dünyaya tanıtmak için bir fırsat bu. 2010 Kültür Başkenti sayesinde bizler de bazı şeylerin farkında olduk. İstanbul’un hangi değerlere sahip olduğunu göstermek ve bunları pazarlamak açısından önemli bir döneme girdik. Bence 2010 milat İstanbul için. 2010 sayesinde İstanbul’un kültür mirası İstanbul’u yönetenlerin ve halkın önüne geldi. Tarihi eserler restore ediliyor, sanat ve kültürle ilgili programlar yapılıyor. 2010’un İstanbul’a katacağı esas şey 2011 ve 2012’de bunların devam etmesi olur. Benim işlerim de durduSizin işleriniz de krizden etkilendi mi? Pırlanta tıraşlama parçası üretmeye devam ediyor musunuz?Ben dökücüyüm. Otomotiv, imalat sanayii, rüzgar değirmenlerine de parça üretiyorum. Pırlanta sektörüne de parça üretiyoruz, pırlanta tıraşlamak için. İşlerim etkilendi. Ciddi anlamda AB ülkelerine ve Asya’ya ihracatım var. Otomotiv sektörüne çalışıyordum büyük oranda, 2010 siparişlerini alacaktım, şu anda hepsi durdu. Yurtiçinde de taahhüt işim var. Büyük inşaat projeleri askıya alındı. Biz de birebir etkilendik.
Hatırlarsınız, 17 Ağustos 1999 depreminde en çok söylenen sözdü: Sesimi duyan var mı? Bu cümleyi hâlâ ne zaman duysam tüylerim ürperiyor, içime bir yumruk oturuyor, boğazım düğümleniyor. Bu cümle 1999’da yaptıkları kurtarma çalışmalarıyla hafızalarımıza kazınan AKUT’un sloganı oldu. Arama kurtarma çalışmalarıyla o günden bu yana bildiğimiz AKUT, tam 748 can kurtardı. AKUT’un kurucusu Nasuh Mahruki’yle sohbet ederken öğrendim. ‘748 can’ın 26’sı depremlerde, 15’i göçük ve toprak kayması sonucunda kurtarılmış. Arama kurtarma dediğimizde, daha doğrusu AKUT dediğimizde hâlâ aklımıza ilk olarak deprem geliyor gelmesine ama bu iş yalnızca büyük depremler sonrasında yapılmıyor. Biz konuşurken Mahruki’ye gelen bir telefon kriminal bir olayla ilgiliydi. İlgili makamlar AKUT ekiplerinden bir ceseti bulmak için yardım istedi. Mahruki, “Önceki gün keçi kurtardık” dedi. Türkiye’de 18 ilde örgütlü AKUT ekipleri tamamen gönüllülerden oluşan kadrolarıyla dağ ve diğer doğa kazaları başta olmak üzere arama kurtarma çalışmalarının hemen hemen hepsinde görev alıyor. Bugüne kadar topladıkları bağışlar ve ekiplerindeki uzmanların kurumlara verdikleri özel seminerler dışında da bir gelirleri yok. Ve masrafları çok fazla. Dağ aracından tutun da makineleri, olay yerine ulaşmak için kullanılan araçları, özel teçhizatları var. 1996’da kurulan AKUT ilk kez bu kez kendileri için “Sesimizi duyan var mı?” diyor.İş dünyasının önde gelen isimleri Ahmet Kocabıyık, Feyyaz Berker, Suzan Sabancı Dinçer ve Çiğdem Simavi de AKUT’un hamisi, Cem Hakko, Jeff Hakko, Serra Tokar, Evin Şaşmaz ve Şeli Elvaşvili de AKUT’un gönüllü elçisi oldular. 26 Mart 2009 Perşembe akşamı Conrad Otel’de düzenlenecek gecede ilk kez AKUT işdünyasıyla biraraya gelecek. Yardım gecesiyle başlatılan destek kampanyasında kurumlar finansal katkının yanı sıra, kendi hizmet ve ürünleriyle de AKUT’a ayni olarak da yardımda bulunacaklar. Birleşmiş Milletler’e bağlı Arama Kurtarma Danışmanlık Grubu-INSARAG üyesi olan, Yunanistan-Atina ve Tayvan-Nantou depremlerinde de kurtarma çalışmalarına katılan Akut, 850 gönüllüsüyle, operasyonel gücü ve uluslararası standartlarda teknik donanımıyla sivil arama kurtarma grubu olarak yoluna daha güçlü bir şekilde devam etmeyi istiyor.
Dünyanın en büyük 100 ilaç firması arasında yer alan Abdi İbrahim’in Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut, krizin sektöre yansımalarını değerlendirdi. Kriz dönemlerinde insanların sağlıklarından bile tasarruf ettiğini söyleyen Barut, “Bu dönemlerde sinir sistemiyle ilgili ilaçların satışı artıyor ama diğerleri sanırım düşüyor. Ocak ayında yüzde 20 daralma oldu” dedi. Barut, Türkiye’de en fazla antibiyotiklerle kanser ilaçlarının satıldığını da vurguladı.Abdi İbrahim, Türkiye’de ilaç sektöründe lider. İlaç sanayiinde dünyada ilk 100’e giren ilk Türk şirketi. Eşdeğer ilaç üretiminin yanı sıra birçok ilaç firmasını hem Türkiye’ye getiren hem de yabancı şirketler için ilaç üretimi yapan bir dev Abdi İbrahim. Şirketin kuruluşunu, global krizin ilaç sektörüne etkilerini şirketin 3’üncü kuşak temsilcisi Nezih Barut’la konuştuk. Sohbete geçmeden önde çok etkilendiğim Abdi İbrahim binasını da yazmak istiyorum. Dışı kadar içi de modern, İtalyan mimar Dante Benini imzalı bir bina. Bugüne kadar gördüğüm en güzel holding binası. Çağdaş sanat müzesi yanılsaması içine girdiğimi itiraf edeyim. Duvarlardaki tablolar özenle seçilmiş... Yalnızca bina bir yazı konusu olabilir. Abdi İbrahim’in üçüncü kuşak telsilcisisiniz... Evet, Abdi İbrahim’in kökü 1912 yılına dayanıyor. Dedemden devraldığımız bir serüven... Eczaneyle başlıyor. Dünyada da Türkiye’de de ilaç sanayinin temelinde genelde eczane vardır. Dedem ilk ilacını eczanede 1915 yılında yapmış. Neymiş bu ilaç? Sakinleştirici bir ilaç. Devrin Milli Eğitim Bakanı bir sakinleştirici kullanıyormuş, o ilacı da Fransa’dan getirtiyormuş. “O ilacı kimse yapamıyor mu?” deniliyor ve dedeme bu çok dokunuyor. Dedem bu ilacın eşdeğerini yapıyor. Bakana 8 kuruş bedelle gönderiyor, bakan da dedeme iki altın hediye ediyor. 1919 yılında Mahmutpaşa’da üretime başlıyor dedem. İlk lisansını aldığımız ilaç bir müshil ilacı. Dedem 1920’de Çemberlitaş’ta üretim tesisini kurmuş. Ancak 38 yaşında sirozdan ölüyor. Sonra babaannem şirketi devralıyor, ilk kadın sanayicilerimizdendir babaannem. Adı Mehveş. Aile Selanikli. Babaannem çok iyi Fransızca biliyor. O dönemde babaannem daha çok yapma ilaçlarla devam ediyor. Dedem borçlu ölüyor, bu yüzden de babaannem çok çile çekiyor. Daha sonra 1939’da babam işe başlıyor. O dönemde ilk üçe giriyoruz Türkiye’de. Rakipler kimler?Eczacıbaşı, İbrahim Ethem. İlk üç içinde bir de biz varız. Ailemizde her nesil iki ilaç fabrikası yapmış. 1950’den sonra tesisler fabrika haline geliyor. Yabancı şirketler o yıllarda Türkiye’ye ilk önce ithalatla geliyor. İthal ilaçlar piyasada ağırlıklı. Babam hep “Aspirini biz yapıyoruz, onlar penisilin yapsın” demiş. Babam da ne yazık ki 44 yaşında vefat ediyor. Bizim ailede erkekler erken gidiyor. İnsanlar sağlıktan kısıyorSiz çok küçüksünüz o yıllarda...Okuyorum ben, bir de ablam var. O dönemde halamın kocası doktor, o devralıyor yönetimi. Biraz geri gidiyor şirket, çünkü korumacı davranıyor halamın eşi. Bizlere sağlam bir şirket devretme amacı taşıyor. Sonra ben devraldım yönetimi. İlacın içinde büyüdük. Eniştem her akşam bizi toplar şirkette olup bitenleri anlatırdı. Biz çocukken bundan sıkılırdık, mecburen dinlerdik. Ama sonuçta şimdi düşündüğümde bunun çok yararını gördüğümü biliyorum. Hem işin içinde büyümenin hem de bu dalda eğitim almanın avantajlarını taşıyorsunuz. Ancak tüm bunlar aynı zamanda büyük bir sorumluluk. Omuzlarınızda ağır bir yük hissettiniz mi? Şöyle anlatayım; 1950’li yıllarda Marshall yardımı vardı. Eczacıbaşı Ailesi yardım almıştı. Babam bunu kabul etmedi. “Yabancılardan alınan parayla iş yapmam” dedi. Kredi almaktan korkardı, dedem borçlu öldüğü için hep kendi parasıyla iş yaptı. Babam ileriyi gören biriydi. Türkiye’ye ilk tüp fabrikasını getirdi, pomatların koyulduğu tüpleri ilk biz ürettik. Babam çok eşdeğer ilaç geliştirdi. Annemin babası da eczacıdır. Benim için önemli anılardan biri 1976’da yaşandı. Ben şirkette işe üretimden başladım. İngiltere’deydim. Grev oldu bizim fabrikada. Geldim Türkiye’ye, Amerika’da bir ilaç fabrikasında çalışacaktım. 3 ay fabrikayı kapattık o dönemde. Annem bana, “Ne yapmak istersin?” dedi, “Üretimi ben idare edeyim” dedim, üretimden başladım. 1981’e kadar yöneticilerle uyumlu çalıştım. Siz ekonomik krizlerde hep büyümüşsünüz, bu nasıl oldu? İki krizde büyüdük. 1994 krizinde de 2001 krizinde de büyüdük. Doğru bir yönetim planı izledik. Kriz dönemlerinde ilaç kullanımı düşer mi artar mı? Sinir sistemiyle ilgili ilaçların satışı artabilir ama diğerleri sanırım düşüyor. Çünkü insanlar sağlıklarından bile tasarrufta bulunuyorlar. Şu anda da kriz var. Rakamlar nasıl?Ocak ayında yüzde 20 daralma oldu. Dediğim gibi yalnızca sinir sistemi ilaçlarında artış olabilir. İhracatınız ne kadar? İlk ihracatı 1998 yılında Cezayir’e yaptık. İlaç sanayinin ihracat rakamı düşük. Neden?Hemen bir ürünü satamıyoruz. Ruhsat alma süresi 2 yıl. İhraç ettiğimiz ülkelerde beklemek gerekiyor. Türkiye’de ilaç pazarı hep büyüyor ve firmalar ihracat yapmaya uzun yıllar gerek duymamış. Son 10 yıldır bizler Türkiye dışına ilaç satmayı planlamaya başladık, büyük hayalimiz, diyelim. Siz aynı zamanda birçok ilaç şirketinin Türkiye’deki temsilcisisiniz. Satışlarınızın ne kadarı yabancı markaların, ne kadarı Abdi İbrahim’in ürünleri? Avrupa’da en büyük 6’ncı ilaç piyasası Türkiye. Ciromuzun yüzde 60’ını yabancı ilaçlarla yapıyoruz. Kaç ilacınız var?200 ilacımız var. Yüzde 40’ı eşdeğer ilaçlardan yaptığımız cirodan. Türkiye’de en çok hangi ilaçlar tüketiliyor? Türkiye’de en çok kullanılan antibiyotik. AB ülkelerinde daha az kullanılıyor antibiyotik. Satışlara bakıldığında, yüzde 14.9 oranında antibiyotik kullanılıyor. Avrupa’da kalp ve kolesterol ilaçları daha çok kullanılıyor. Yurtdışında antibiyotik ilaçları reçeteyle satılıyor. Bizde ise isteyen herkes kolayca antibiyotik alıyor. Son yıllarda bu konuda da bir bilinçlenme var. En çok satışı artan ilaçlar hangileri?Onkoloji ilaçlarında korkunç bir artış var. Kanser grip gibi oldu...Aynen. Son 5 yılda çok arttı bu ilaçların satışı. Hepimizin çevresinde kanser olan biri var artık. Onkoloji ilaçları çok pahalı ve hepsi teknoloji ürünü. Sizin onkoloji ilaçlarınız var mı?Biz yokuz o pazarda. Önümüzdeki yıl gireceğiz. Eşdeğer ilaç olarak onkoloji ilaçları çıkaracağız. Çok ciddi biçimde pazar payı elde etmeyi planlıyoruz. Kişi başı harcama 160 $Türkiye’de eşdeğer ilaca olan güven konusunda soru işaretleri var...Türkiye’de üretilen ilaca karşı bir güven sorunu var. Eşdeğer ilaçları daha etkisiz sananlar var. Bu kuşkuya gerek yok. Bunu anlatmamız lazım. Türkiye’de ilaç pahalı mı?Türkiye’de ilaç Avrupa ülkelerine göre ucuz ama Türkiye’de alım gücü çok düşük. AB ülkelerine baktığımızda ya da OECD ülkelerinde yapılmış bir araştırmada en ucuz ilaç Makedonya’da, sonra Polonya, sonra da Türkiye geliyor. En pahalı ilaç da İsviçre’de. Sizin en çok satan ilaçlarınız neler?En çok satan ilaçlarımız ağrı kesiciler, göz ilaçları ve kansızlık ilaçlarında pazarda lideriz. Kardiyoloji ilaçlarımızın da satışı yüksek. Türkiye’de en çok ilacı siz mi satıyorsunuz?Yüzde 7 ile bir numarayız. Dünyada da en büyük 100 ilaç firmasından 96’ıncı oldu. İlk defa bir Türk firması ilk 100’e girdi. Bu bizim için çok gurur verici bir nokta.t AKP Hükümeti Sağlık Reformu yaptı. Bu reform hükümetin en önemli başarılarından biri olarak da görülüyor. Siz ne diyorsunuz? Hükümet sağlığa büyük harcama yaptı. Bence de AKP’nin en büyük başarılarından biri sağlık reformu. Biz genç bir toplumuz. 2008’de kişi başına düşen ilaç harcaması 160 dolar.Diğer ülkelerde nasıl?Amerika’da 961 dolar, Yunanistan’da 567 dolar. Bizde çok düşük. Biz hastalandıkça ilaç alan bir milletiz. Koruyucu olarak ilaç kullanmıyoruz. Bu sene ilaca harcanacak bütçe 14.5 milyar lira. Hükümetin bazı değişiklikleri yapması lazım. Eşdeğer ilaçların fiyatı düşük olduğu için özendirilmesi gerekiyor. Ruhsat alımı kolaylaştırılmalı. Biz 2 yılda ruhsat alıyoruz. İlaç bütçesi aşılmak istenmiyorsa bu ruhsat alımı kolaylaştırılmalı. Bir Türk firması ilk kez 100 büyük arasına girdi - Abdi İbrahim, dünyada en büyük 100 ilaç firması listesinde 96’ncı sırada yer aldı. İlk kez bir Türk firması ilk 100’e girmiş oldu.- Şirket, 15 ülkeye 31 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiriyor. - Bahçeşehir’deki üretim tesisleri 260 milyon kutuya ulaşan üretim kapasitesine sahip. - 2007 yılında Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasında 88’inci sırada yer aldı.- Abdi İbrahim’in uluslararası pazarlardaki büyümesi 2008 yılında bir önceki yıla oranla yüzde 163 artarak 21 milyon dolara geldi. - Şirketin 2 bin 650 çalışanı var. Bioteknoloji ürünleri gelecekTürkiye’de hangi ilaçların tüketimi artacak?Bioteknoloji ürünleri önemli. Şu anda üretilme şansı az Türkiye’de. Canlı organizma pazarı büyüyor, çok pahalı bir pazar. Bu pazar artacak Türkiye’de. Hem pahalı hem de tedavi edici özellikleriyle ciroyu artıracak bu ürünler.Yaşlanmayı geciktirici ilaçların satışında artış ne oranda? Herkes genç kalmak istiyor. Ömür de uzuyor. Türkiye’de de uzuyor. Sağlıklı ve genç kalmak istiyor herkes. Biz de bir ürün getirdik. 28 yaş üstünde korkunç bir talep var. Biz botox pazarında da varız. Bu ürünlere devam edeceğiz. İlaç hammaddesini Türkiye’den mi yurtdışından mı temin ediyorsunuz?Türkiye’de ilaç hammaddesi yok. Hammadde üretimi yapmak da karlı değil. İlaç firmaları şekeri bile Türkiye’den almıyor.Neden?Şeker saf değil, kirli. Biz Fransa’dan alıyoruz. Bazı ambalaj malzemelerini bile yurtdışından alıyoruz. İlaç üretiminde her şeyin çok özel olması lazım.
Gülden Yılmaz, eğitimciyken yaz tatilinde bir dükkan açarak bugün Türkiye’de 155, yurt dışında 57 mağazası olan Koton’un temelini attı. ‘Yılın Girişimcisi’ seçildikleri eşi Yılmaz Yılmaz’la birlikte krize rağmen büyüme hedefleyen Koton’un Başkan Yardımcısı Gülden Yılmaz, 2001 krizini de fırsata çevirdiklerini söyledi.Şu anda içinde bulunduğumuz krizin Koton’a yansımadığını belirten Gülden Yılmaz, “2008’i yüzde 42 büyümeyle kapadık. 2009’da da yüzde 30 büyüyeceğiz. Yurt dışında 12, Türkiye’de14 yeni mağaza açacağız. Bu kararları daha önceden almıştık, iptal etmemizi gerektiren bir durum yok” dedi. Öncelikle tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutlarım. Bugün ’Pazarın Patronu’ kendisini ’feminist’ olarak tanımlayan girişimci bir kadın, Gülden Yılmaz. Markası da Koton. “Kadınlar daha fazla ne ister?” sorusundan yola çıkılarak büyüme stratejilerini oluşturan bir markadan söz ediyoruz.Bu yıl Koton markası kurucularına da bir ödül getirdi. Milliyet gazetesi ve Ernst&Young’ın CNN Türk işbirliğiyle düzenlediği Yılın Girişimcisi Yarışması’nın Türkiye finalini bu yıl Koton Mağazacılık Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Yılmaz ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Gülden Yılmaz kazandı. Koton için 1988’de ilk adımı atan kişi Gülden Yılmaz. Eğitimciyken yaz tatilinde açtığı 25 metrekarelik bir mağazadan bugün geldiği noktaya bakınca karşınıza güzel bir başarı öyküsü çıkıyor. Üstelik en büyük büyüme hamlesini de 2001 krizinde gerçekleştirdiler. Gülden Yılmaz’la hem Koton’u hem de global krizin hazırgiyim sektörüne etkilerini konuştuk. Siz Adapazarı’ndan eşinizle çocukluk arkadaşısınız. Eşiniz Yılmaz Yılmaz deniz subayı, siz öğretmen... Sonra mağaza açıyorsunuz.Evet. 1988’in yaz ayında Kuzguncuk’ta bir mağaza açtık. Ben özel bir lisede eğitim uzmanıydım. Eşim o dönemde işine devam etti. Çünkü çok da risk almak istemedik, en azından bir maaşımız garanti olsun istedik. Yeni evliydik o yıllarda. O yaz satışlar iyi gitti, yatırdığımız sermayeyi geri aldık. Ben yoluma devam ettim. Arkadaşınız?O bıraktı. Öğretmenliğe geri döndü. Hafta sonları Yılmaz da bana destek olurdu. Bir iki yıl böyle gitti. İşler iyi gidince Beşiktaş’ta da bir mağaza açtık. O dönemde işlerin böylesine büyüyeceğini hayal etmiş miydiniz?Hayır. Ama yapı olarak azimli biriyim. Bir işe başlayınca o işe sarılırım. Bu mağazayı kurmamış olsak mutlaka psikoloji eğitimimi devam ettirir, master filan da yapardım. Beşiktaş mağazası açılınca mı eşiniz işinden ayrıldı? Evet. 1991 yılından beri hep birlikte çalışıyoruz. Karı-koca aynı zamanda ortak olmak zor değil mi? Bu eşlerin ilişkilerinin nasıl olduğuna bağlı. Bizim 16 saat çalıştığımız, evde de işe devam ettiğimiz uzun bir dönem oldu. Aslında hâlâ öyle. Çok uyumlu muyuz? Hayır. Genelde iş yüzünden de tartışırız. Yılmaz beni ikna eder, ben ikna olana kadar çok diretirim. İkimizin özellikleri bizi bu konuma getirdi. Motivasyonum çok yüksektir benim. Asla caymam. Kendim ikna olana kadar çalışırım. ’Olmayacak’ lafı benim hayatımda yok. 2000’li yıllara kadar adım adım, daha sonra da hızla büyüdünüz, yurtdışına açıldınız. Sizce neyi doğru yaptınız? Ben o ilk açtığımız küçücük mağazada da müşterilerimle çok ilgilenirdim. Koton mağazalarının tümünde bu prensip devam ediyor. En önemlisi bu. Ve tabii ki markayı konumlandırmak. Genç, modern, hesaplı bir markayız. Yeniliklere açığız. Biz Koton olarak müşterinin söylenmeyen ihtiyaçlarına yöneliyoruz. Bunlara yönelik projeler gerçekleştiriyoruz. 2008 yılı içinde pek çok inovatif projeye imza attık. Siz mağazacılıkta 2001’de hamle yaptınız. Kriz döneminde nasıl büyüdünüz? Daha önce eşinizle röportaj yaptığımda Yılmaz Bey, 2001 yılında düşen mağaza kiralarını iyi değerlendirdiğinizi, hesaplı ürünlerle müşterileri çektiğinizi söylemişti...O dönemi hiç unutmam. Ben hamileydim. Karnım burnumda yeni açılan mağazaları gezerdim. 2001’den sonra mağazalar açtık, hepsi de iyi gitti. Krizi fırsata dönüştürdük diyebilirim. Şu anda kaç mağazanız var?155 yurtiçi mağazamız var, 57 mağazamız da yurtdışında var. Global kriz sizi etkiledi mi? Büyümeye devam edecek misiniz? Ayın 15’inde Dubai’de, bir de bu ay sonu Belgrad’ta yeni mağaza açıyoruz. Büyümeye devam ediyoruz. Bu kararları daha önceden almıştık, şu anda iptal etmemizi gerektiren bir durum yok. Sizin Arap Yarımadası’nda da çok mağazanız oldu değil mi? Bir Arap ortağınız var...Evet. En fazla yurtdışı mağazamız Suudi Arabistan tarafında. Ortağımız da iyi, yerel. İşler de çok güzel gidiyor. 23 mağazamız var o civarda. Abu Dhabi, Bahreyn, Kuveyt... Sadece Suudi Arabistan’da 18 mağaza var. Rusya, Romanya, Yunanistan, Litvanya, Gürcistan, Suriye’de de mağazalarımız var. Türkiye dahil 22 ülkede Koton var. Dubai mağazası ciroda birinciEn iyi ciroyu hangi mağazanız yapıyor? En büyük ciroyu Dubai yapıyor. Sonra İstanbul geliyor. Dubai’de son girdiğimiz alışveriş merkezinin içinde 1600 mağaza var. İçinde ayrıca dev bir akvaryum var. Benim bildiğim bütün markalar var orada. Dubai’de 4 mağazamız var. Son 3 aydır Türkiye’de hazırgiyim sektöründe büyük sıkıntı var. Alışveriş merkezlerindeki bazı mağazalar kapanıyor, bazı alışveriş merkezlerinde kira indirimleri yapılıyor... Sizin durumunuz nasıl? Bize şu ana kadar kriz çok yansımadı. 2008’i yüzde 42 büyümeyle kapadık. 2009’da da yüzde 30 büyüyeceğiz. Anlaşmaları, sözleşmeleri yapılmış mağazalarımız var. 12’si yurtdışında, 14’ü de Türkiye’de yeni mağaza açacağız. Seçim sonrasında krizin daha çok etkilerini hissettireceği söyleniyor.Kaç çalışanınız var, kaçı kadın? 5 bine yakın çalışanımız var. Çalışanlarımızın % 50’si kadın. ‘Popoyu kaldıran pantolon’ satışları yüzde 15 artırdıNe gibi inovatif projeler üzerinde çalışıyorsunuz? İlk proje pantolon üzerineydi. Eylül ayında yaptık. Kadınlar için en uygun kalıbı bulmak üzere yola çıktık. Kadınlara sorular sorduk pantolonla ilgili. Arman Kırım’ın yeni bir metodunu uyguladık. Pantolonlarımız popoyu kaldırsın, göbeği kapasın istedik. Müşterilerimizin ortalama boyu 162.7 cm. Bu fikirlerden yola çıktık, kalıplar hazırladık, 12 kalıbı müşterilere denettik ve sonuçta 6 kalıba düştük. Bu yeni pantolonların faydasını müşterilerimiz bize söyledi. Yeni kalıplarla pantolonlar mı üretildi? Evet. Kadınlar, iki-üç kalıp için “Bacaklarımın boyu uzadı, popomu kaldırdı” dediler. Bacakları uzun gösteren pantolonlarımıza ’leylek’ dedik. Popoyu kaldırana ’pop-up’ dedik, sıkı, kumaşı da özel olana ’pek-sıkı’ dedik. Üç kalıp böylece üretimimize girdi. Satışlarınız arttı mı? Yüzde 10-15 civarında artttı. Bu tip başka projeleriniz olacak mı? İki hafta sonra gömlek üzerine bir projeye başlıyoruz. Türkiye’de kadınların omuzları dar, standart gömlek kolları bizim kadınlarımıza uzun geliyor. Dünya standartlarına göre 3-4 santim daha kısa kollu bizim müşterilerimiz. Omuzlar da 1-1.5 santim dar. Gömlek üretimimizde de değişiklik yapacağız. EVLİLİĞİMİZİN İLK 12 YILINDA ÇALIŞMAKTAN ÇOCUK YAPAMADIK Eşinizle birlikte olmasaydınız, aynı noktada olur muydunuz? Bu iş mi olurdu bilmiyorum ama mutlaka başarılı işler yapardım. Bir kadın olarak çalışma yaşamında zorluklarla karşılaştınız mı? Karşılaşmadım ama sonuçta hep eşimle çalıştım. Fakat işin başlarında uzun yıllar çocuk yapmadık biz. Evliliğimizin 12’nci yılında çocuk yapabildik. Önce iş hayatımızın temel taşlarını koyduk. Hâlâ ikimizin de heyecanı doruk noktasında. Birlikte çalışırken uyguladığınız bir yöntem var mı? Eskiden en önemli kararları alırken defter tutar, yani yazar, artılar eksiler koyardık. Şimdi yapmıyoruz ama uzun dönem hep yazarak karşılaştırdık. Hâlâ hep ortak karar veririz.