Sapphire, Zorlu Center, Loft, Kanyon, İstanbul Modern gibi dev projelerde eşi Murat Tabanlıoğlu ile imzası olan Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, projelerinde ‘sosyal barışıklık’ yarattıklarını söyledi. Tabanlıoğlu, “Sapphire’deki, Loft’taki, Kanyon’daki, Zorlu Center’daki hayatlar faklı. Aynı bölgede aynı talep yoktur. Önemli olan da mimari platformların farklı insanları biraraya getirmesi. Büyükdere’de en önemli açılımımız Gültepe’ye arkamızı dönmemektir. Kanyon’un yan kapısı vardır, arka tarafla ön tarafı birleştiren bir pasajdır... Loft’un arka tarafta da girişi var. Gittiğin, yaptığın yerlerde sosyal barışıklık yaratacaksın” dediSapphire, Zorlu Center, Loft, Kanyon, Ziraat Bankası binası, İstanbul Modern, AKM renovasyonu ilk anda aklıma gelen projeleri. Melkan Gürsel Tabanlıoğlu eşi Murat Tabanlıoğlu ile birlikte İstanbul’un en önemli binalarına imza atıyor. Yaptıkları projeler Avrupa’dan Ortadoğu’ya farklı otoritelerden ödüller alıyor. Geçtiğimiz yaz aylarında Tabanlıoğlu’nu yakından tanıma fırsatı buldum. Türkbükü’ndeki evlerine konuk olduk. Hafızamda Melkan Gürsel Tabanlıoğlu’yla ilgili imza attığı projeler dışında 2 şey vardı. Biri 4’üncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in torunu olması, diğeri de 2 yıl önce The European Centre for Architecture Art Design and Urban Studies tarafından Avrupa’nun 40 yaş altı 40 mimarından biri seçilmesiydi. Röportaj yapma fırsatını ise ancak bulabildik. Bu arada Melkan Gürsel Tabanlıoğlu yeni ödüller de aldı. Röportaja geçmeden önce yazmadan edemeyeceğim. Tüm bu başarıların ardında kıpır kıpır genç bir kadın var. Müthiş heyecanlı ve mütevazi. İleride Büyükdere Caddesi’nin kaderinin değişmesinde Tabanlıoğlu’nun damgası olacağını düşündüm. Şantiyede tanıştılar* Eşiniz Murat Tabanlıoğlu ünlü mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu. Sizin ailede de var mıydı mimar? Nasıl seçtiniz mesleğinizi?Babam dizayn kaliteleri olan bir adamdı. Kendi oturduğu evlerin mimarıydı. 1960’larda yaptığı eve şimdi bakıyorum, o zamanlar için çok modern bir ev. Ben de kardeşim Özdem de şanslıydık. İyi ve onurlu bir aile içinde doğduk. Büyükbabam önemli bir devlet adamıydı. Babamın farklı idealleri vardı. Babam da annem de hayatını çocuklarına dönük yaşadılar. İyi ahlak bizim için hep önemliydi. Verdiğin sözün arkasında durmak gibi. * Ya siyaset? Dedeniz Cemal Gürsel’in etkisi olmadı mı? Evde hep siyaset konuşulurdu. Ben uzun zaman politikaya girmek istedim. O dönemde ailem beni yönlendirdi, siyaset istemediler, sonunda da mimariyi yazmaya 5 dakikada karar verdim. Mimarlığı okudukça sevdim. 2’nci sınıftan itibaren de çalıştım. 2 yıl Barselona’da kaldım. * Eşinizle de şantiye tozunda tanışmışsınız...Evet. Murat’ın babasının gidişi ve benim gelişim teğettir. Murat babasının yanında pişmiş ama çok da tokat yemişti. Babası vefat ettikten sonra kucağında da koskocaman bir proje vardı. O da Viyana’da eğitim almıştı. Milliyet binasını yapıyorlardı. Milliyet’i yaparken tanıştık. * Siz nasıl birlikte çalışıyorsunuz, bir projeye ortak imza atmak zor olmuyor mu? Birçok projeyi birlikte yaptık. Uzun süre öyle gitti. Birlikte yaptığımız ilk proje Doğan Medya’nın Ankara’daki baskı tesisleriydi. O dönemin en iyi çelik binası seçildi. Biz bir süre sonra çalışma yöntemimizi değiştirdik. Aynı kalemi 2 mimarın tutması gerçekten de zor. Biz aynı görüşü paylaşıyoruz, dilimiz aynı ama yoğurt yiyişimiz farklı. Tabanlıoğlu içinde 5 stüdyo var. Hepsinin başında mimarlar ve alt ekipleri var. Bazı projelere ben bazılarına Murat liderlik ediyor. Birbirimizin projelerine de karışıyoruz. Buna ben de Murat da çok açığız. * Örneğin şu anda Zorlu Center projesi yürüyor hızla İstanbul’da, İzmir’de de Semahat Arsel’in alışveriş merkezi...Ortak imzamız var bu projelerde. Ben Semahat Hanım’ın projesiyle daha çok ilgileniyorum, Zorlu Center’la da Murat daha çok ilgileniyor. * Bu çok önemli olmalı. Yatırımcıyla uyumlu çalışmak, sürtüşmemek...Kan uyuşmasını yakalamak önemli. Biz eskiden piyasaya göre pahalı olduğumuz için iş kaybederdik, artık kaybetmiyoruz. Aslında insanlar bize fikrimiz için para veriyor. Doğru mimari proje yaptığında bir katma değer yaratıyorsun, buna inandıklarında sorun olmuyor. Kendi rayiçlerimizde iş yapıyoruz. Biz iş yaptığımız herkesle dost olduk. 15 yıldır çalıştığımız gruplar var. Koç Ailesi, Doğan Grubu, Eczacıbaşı Ailesi’yle yıllardır çalışıyoruz. Biz işle dostluğu da güzel ayırıyoruz. * Yatırımcılar genelde mimarların burnundan kıl aldırmamasından şikayet eder, bir de masaya konulan projeyle hayata geçirilen proje arasındaki farklardan...Kağıda çizdiğin proje değil mimarlık. Sen o resmi hayata geçirebiliyorsan gerçek imza o. O fikri karşındakine kabul ettirmek önemli olan. Hiç böyle bir rüya görmemiş birine kafandaki hayali satıyorsun, karşındaki buna inanacak ve bunu sevecek. * Onların da bir fikri olmuyor mu? Malzeme konusunda örneğin...Biz Loft’u yaparken Hamdi Akın bana birkaç kez ‘Bu tavanlar beton mu kalacak?’ diye defalarca sordu. ‘Evet öyle’ dedim. ‘Beğenmezseniz şöyle de olur’ demedim. * Siz son zamanlarda en çok iş yapan mimarlardansınız. Çok da ödül aldınız. Bu güvenilirliği artırıyor olmalı...Mimari gelişiyor sen de gelişiyorsun. Uluslararası otoriteler seni değerlendirdiğinde güvenilirliğin de artıyor. ‘Bak Ortadoğu’nun da en iyisi seçilmiş’ diyorlar. * 40 yaş altında başarıyı yakalayan bir Türk kadın mimar yok sanırım. Daha doğrusu Avrupa’da bu tip değerlendirmede dikkat çeken bir kadın mimarımız olmamış... Bu sizi mutlu etmiş olmalı...Yok sanırım. Mutlu oldum. Bakalım kadın olarak umarım başka şeyleri de başarırz. * Ödül aldığınızda hisleriniz? ‘Bu ödül işimize yarar’ diye düşündüm. İnan çok çektik Türkiye’de iş yaparken. 2001’de kriz vardı, biz Kanyon’u yapıyorduk, o dönemde o bizi kurtarmıştı. Biz senelerce iyi olmak için çok çalıştık.* Biraz İstanbul üzerine konuşmak isterim. Sizin farklı ülkelerde projeleriniz var ama özellikle yoğunlaştığınız şehir İstanbul. Hatta Büyükdere Caddesi’ne damganızı vuruyorsunuz... Şimdilerde eskileri yıkalım yenileri yapalım akımı var. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Eskileri koruyalım da yenisini yapalım. Tarlabaşı’nda dev bulvar açılmış, çevresinde minicik binalar. Esas önemlisi olan değeri korumak sonra ilerlemek. Büyükdere’ye bakın. Mimarsız binaların yükseldiği bir bölge. Mühendissiz bina olmaz ama yalnızca mühendislikle de bina olmaz. Zorlu Center için proje yarışmasında enternasyonel jüri vardı. Biz ve yine Türk ortağımız EAA kazandı.İnsanlar mutlu olmalı* Yaşam alanları yaratıyorsunuz. Binlerce insan her gün o yerlerde hayatı kucaklıyor. Ve birçok kişinin hayatı değişiyor. Yaptığınız bir yerin olmaması, göze batması, kuru, soğuk bir yer olması çok yıkıcı olur. Projeler önünüze geldiğinde insanların yaşam biçimi ne kadar meşgul ediyor sizi? Mimarlık insanların mutluluğu için yapılır. İnsanlar yarattığın mekanda kendini iyi hissedecek. Doğru estetik değer yaratacaksın, doğru fonksiyonlarla donatılmış olacak, çevreye uyumlu olacak, akıllı bina olacak, yeşil dostu olacak, enerji sarfiyatına dikkat edecek. Ama işin sonunda en önemli ne dersen, oradaki insan mutlu mu değil mi? Ben şunu düşünürüm, biz kime yapıyoruz bu binayı kimler yararlanacak, yaşayacak?* Örneğin Kanyon, Loft ve Sapphire... Önü cadde arkası Gültepe...Sapphire’deki, Loft’taki, Kanyon’daki, Zorlu Center’daki hayatlar faklı. Aynı bölgede aynı talep yoktur. Bence önemli olan da mimari platformların farklı insanları biraraya getirmesi. Büyükdere’de en önemli açılımımız Gültepe’ye arkamızı dönmemektir. Kanyon’un yan kapısı vardır, arka tarafla ön tarafı birleştiren bir pasajdır orası. Loft’un arka tarafta, Sapphire’in de yan taraflarda girişi var. Gittiğin yerlerde, yaptığın yerlerde sosyal barışıklık yaratacaksın. Kanyon’daki orta alan öyle bir yer. * Siz Büyükdere Caddesi’nin bir gün trafiğe kapanması gerektiğini düşünüyorsunuz değil mi? Büyükdere Caddesi için bulvar deniliyor. Benim hayalim şu, Büyükdere Caddesi yürünen bir yer olmalı. Orası transit bir yol. Yol alta alınıp geçişler sağlanabilir. O bulvar yemyeşil, yürünebilir hale gelebilir. Biz Sapphire’nin önüne iki cafe yaptık. Yaptığımız her binanın önünü açık bırakıyoruz. Büyükdere yaşanır oturulur hale gelmeli.KUTU TİPİ AVM DÖNEMİ BİTTİ* Ya AVM’lerle ilgili değerlendirme hakkında ne diyorsunuz? İzmir’de de AVM yapıyorsunuz...Balçova’da yaptığımız AVM, bu arada sevmiyorum AVM lafını. Alışveriş kutuları dönemi bitti. Paris’te yapamıyorsun. Bence bunlar yer altında olmalı. Alışveriş merkezlerinin ciddi anlamda yaşamın parçası olması lazım. İzmir’de yaptığımız yerde, ‘Çardak altında oturun’ diyoruz. İzmir’de hava güzel, ağacın altında, sokaklarda zaman geçirilirdi eskiden. Balkonlarda yaşar İzmirliler. Geleneği günümüz teknolojisiyle birleştirmek lazım. Örneğin Loft modern bir bina ama ortasında avlu var. Sapphire’in ortasında doğal havalanan bir orta bölüm var. Normalde bir gökdelende fanusta yaşıyorsun. Bazı binalar tabiatları gereği etkin ve baskın olabilir. İçinde insanların yaşayacağını unutmamak lazım. Mutlaka binalarda herkesin yaşamlarıyla bağdaştırabileceği alanlar oluşturmak gerekiyor. GALATAPORT KANAYAN YARAM* Sizin bir de Galataport projeniz vardı...Galataport kanayan yaram. Bir türlü dönüşemedi. Galataport adı burada masada çıktı. Salı Pazarı projesiydi. Kızım Mina yoktu, 2000 yılıydı. Oranın dönüşümü çok önemliydi. * İstanbul Modern de o projeden doğdu...Evet, İstanbul Modern de yoktu. Oralara hiç girilmiyordu. 1.2 kilometre kıyı şeridi. Boğaz’a küs yaşıyorsun. Mevcudun başka fonksiyonlarda kullanılması önemlidir. Oraların başkalaşması gerekiyordu. İlk bebeği de İstanbul Modern oldu. Hatta ilk dönemlerde Oya ve Bülent Eczacıbaşı olduğu için Guggenheim’la yazışıldı. Galataport projesi ertelenince Oya Eczacıbaşı bu işin peşine düştü. Büyük başarısıdır kendisinin. Arkasından yeni müzeler açıldı. İstanbul artık kültür sanatla konuşuluyor. Mekanlar dönüşüm yaratır. Bunun en güzel örneği de İstanbul Modern’dir.
Türkiye dünyada makarna ihracatında İtalya’dan sonra ikinci sıraya oturdu. Arbella makarna da Türkiye’nin ihracat şampiyonu markası. Türkiye’de en çok satan üçüncü makarna markası olan Arbella 52 ülkeye ihraç ediliyor. Ar Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu üyesi Timuçin Yalı’yla Arbella makarnalarla harika lezzetler yaratan Yeniköy’deki Circle Cafe’de oturduk, sohbet ettik. Doğrusu Türkiye’nin makarna ihracatında yakaladığı başarı üzerine Arbella’yla temasa geçtikten sonra Ar Şirketler Grubu’nu yakından tanıma fırsatı buldum. Hani hep konuşuyoruz, Türkiye’nin bilinmeyen zenginleri diye... İşte Ar Şirketler Grubu’nun sahipleri olan Arslan ailesi tam böyle bir aile. Mardin kökenli, Mersin’de yerleşmiş Türkiye’nin ilk kuru gıda bakliyat işini gerçekleştiren aile... Birçok ilk var gerçekleştirdikleri. Örneğin mercimekte de yakaladıkları başarı dudak ısırtacak cinsten. Dünyadaki mercimek pazarının yüzde 40’ı AR Grubu’nda. Kanada’da en büyük mercimek üretcisi, mercimek şampiyonu AR Grubu... Bu yakaladıkları başarılara son noktayı da Full markasıyla girdikleri akaryakıt işinde de gösterdiler. * Siz ARBEL diye bilinen şimdilerde AR Grubu denilen Arslan ailesinin şirketinde yönetim kurulundasınız. Var mı bir akrabalık?Hayır yok. 16 yıl bankacılık yaptım. 16 yıl sonra da reel sektöre geçtim. Belli hedefleri gerçekleştirmiştim. Arslan ailesiyle farklı bir yola çıktım. Aileyle bankacılık dönemimde tanışıyordum. Aileyi çok sevdim. AR Şirketler Grubu eski bir şirket. Evet dediğiniz gibi, ARBEL Grubu diye biliniyordu. Ama artık AR Şirketler Grubu diyoruz. 50 yıllık bir grup. Türkiye’nin ilk kuru gıda ihracatını yapan şirket. * Nasıl kurulmuş? 50 yıl önce Mardin’den İskenderun’a geliniyor. İbrahim Arslan kurucusu. Şu andaki patronumuz Mahmut Arslan 6 aylıkmış o dönemde. Kuru gıda ihracatı başlıyor. O dönemde en büyük kuru gıda ve bakliyat firması oluyor ARBEL. Daha sonra da Kanada’nın en büyük kuru gıda ve bakliyat firması oluyor. * Mercimekte dünyada yüzde 40’lık bir payı var... Kanada, Avustralya ve Amerika’nın neredeyse en güçlü mercimek üreticisi değil mi?Aile tarımla ilgili çok başarılı. Kanada’daki ve Amerika’daki yatırım ajansları bu ailenin peşinde. Biz Türkiye’de ve dünyada bu alandaki en iyi teknolojiye sahibiz. * Niye Türkiye’de bilinmiyor, tanınmıyor aile. TÜSİAD üyesi değil örneğin. MÜSİAD üyesi de değil...Aile ön planda olmayı tercih etmiyor. Her şeyi kuralıyla yapan bir aile. Aile üyelerinin sektördeki farklı oluşumlarda derneklerde yöneticilikleri var. * Kaç fabrika var? 25 fabrikamız var. Önceki gün İngiltere’de de bir alım yaptık. İngiltere’ye de girdik. Artık 26 fabrikamız oldu diyebiliriz. Avustralya, Kanada, Amerika ve İngiltere’de fabrikalarımız var. Dünyanın en büyük kuru gıda ve bakliyat tesisi de Mersin’de. Dünya aileyi tanıyor Türkiye tanımıyor* Üretiminizin ne kadarını ihraç ediyorsunuz?Biz yüzde 70’ini ihraç ediyoruz. AR Şirketler Grubu’nun amiral gemisi kuru gıda ve bakliyat. Çoktan 1 milyar ciroyu aştık. Milyar dolar ciroyu aşıp, Kanada’da yüzde 100 halka açılmış bir şirketiz. Bizden daha kurumsal bir şirket yok. 5 yönetim kurulu üyesinden 3’ü bağımsız. Kanada tarafından denetleniyoruz. Bu özelliğimizle ön plandayız. Kanada Tarım Bakanı Türkiye’ye geldiğinde ilk bizi ziyaret ediyor. Amerika’da yatırım yaptığımızda senatör, Arslan ailesini ziyarete geldi. Dünya aileyi tanıyor, Türkiye tanımıyor. * Aileyi çok merak ettim...Kurucu İbrahim Arslan çok iyi eğitiyor aileyi. 4 erkek, 2 kız kardeşler. Mahmut Bey Boğaziçi Üniversitesi’ne giriyor. Türkiye derecesiyle giriyor. Güler Sabancı, Cem Boyner, Murat Ülker’le aynı dönemden. Makine Mühendisliği’nden mezun. Hüseyin Bey de ODTÜ Elektrik Elektronik’e giriyor. Kardeşler arası müthiş bir güven ve bağlılık var. Bu beni çok etkiledi. Hem çok kurumsal bir şirket, hem de aile değerlerine çok önem veriyorlar. * Bir ara ailenin adı Barzani ailesiyle anılmış, tütün-sigara işinde... Sonra haberler yalanlanmış...Talihsiz bir haberdi. Gerçeklerle hiç ilgisi yok. Ailenin Kuzey Irak’ta işi yok. 52 ülkede var, orada yok. Tütün işinde de aile çok başarılı. Akdeniz Bölgesi’nin en büyük sigara yatırımını yaptı aile. Türkiye’de 5 lisanslı üretici var biliyorsunuz. AR Şirketler Grubu’nun kendi sigaraları var. İnce içimlik sigaralarda bir numarayız. Bu işi yapan tek Türk üreticisiyiz. Dediğim gibi dünya mercimek pazarının yüzde 40’ı bizde. Ciddi şekilde fasulyeye de başladık. Yakında Çin’de de bir fabrika açacağız.* Ve makarnaya gelelim. Makarnada da şampiyonsunuz... Çok gurur duyuyoruz makarnamızla. Hem çok kaliteli hem de çok uygun fiyatlı. Kâr ahlakı bozulmamış bir aile. Makarnadaki başarının ve diğer alanlardaki başarının da sırrı bu. 50 yıldır devam etmesinin nedeni de kaliteli ve verimli olmak. Bizim kadar verimli tarım yapan yok. Arbella makarna en kaliteli makarna Türkiye’deki. Yüzde 100 durum buğdayından yapılıyor. * Ne tür bir fark yaratıyor bu?Mesela beyaz ekmek iyi değildir. Yani yararlı değildir. Bir makarnanın kalitesini anlamak için iyi bakmak lazım, ambalajda yazılanları dikkatli okumak gerekiyor. Beyaz ekmek gibi, mayayla çoğaltılmamış olmalı. Tam buğday ekmeği beyaz değildir. Makarnalar için de bu geçerli. Hangi makarna koyuysa o iyidir. Biz bunu en kaliteli yapan firmayız Türkiye’de. * Üretimin büyüklüğü ne kadar? Üretim tesislerimiz dünyadaki en uzun üretim bantlarından. Dünyanın en uzun 3 üretim bandından 2’si Mersin’de bizim fabrikamızda. Saatte 5.5 ton döken bir kapasite. Kapasitenin tamamı kullanılıyor. 52 ülkeye ihracat yapıyoruz. Makarnada ihracat şampiyonuyuz. Türkiye dünya ticaretinde de İtalya’dan sonra ikinci. Biz de bu ikincilikte Türkiye’nin birincisiyiz. * İç pazarda en çok satan değilsiniz...Türkiye’de üçüncüyüz. Yurt dışında daha iyiyiz sanırım. Deneyenler vazgeçmiyor. Kalite farkı bariz ortada. ARBEL dünyada bilindiği için kalite güvencesi var. * Arbella Türkiye’de aslında çok yeniEvet, 3- 4 yıllık bir geçmişi var. Arbella son bir yılda yaptığı spagetti satışını şöyle de anlatabiliriz. Spagettileri uç uca eklediğimizde 10 milyon kilometreyi geçiyor. Yani bu şu demek, ihraç ettiğimiz spagettilerle dünyanın çevresini 250 kez sarabiliriz.Haksız rekabette ve denetim olmayan piyasalarda yokuz* İnşaat ve turizm yatırımları da var grubun. Yakında otellerle de anılacak mısınız?İstanbul’da projeler var. Dünyanın en önemli otel gruplarından biriyle anlaşmak üzereyiz. Balmumcu’da yerimiz var. Hem rezidans hem de otel projemiz var. Bomonti’de de iş yeri projemiz var. Maslak’ta da bir yerimiz var, orası genel müdürlüğümüz olacak. Şehir otellerini seçiyoruz. İnşaatçı değiliz. Biz şehir merkezinde kendi evimizi yapıp, satacağız. Toplamda şehir merkezinde 120 bin metrekarelik bir projemiz var. * Akaryakıt işine girdiniz. Rekor satışı yapmışsınız ilk açtığınız istasyonda... Promosyonlar da vardı. Yeni düzenlemeyle önünüz açılmış durumda. Hedefiniz nedir akaryakıt işinde?Şu anda grubun yeni amiral gemisi olacak akaryakıt işi. Biz Mersinli bir grubuz. Akdeniz Bölgesi’nin en büyük grubuyuz. Mersin’de herkes Mahmut Arslan’a yıllardır "Niye akaryakıtla uğraşmıyorsunuz?" diye sorarmış. Aile bir dönem uzak durdu. * Neden? Tam denetim olmayan piyasalarda olmuyor Arslan ailesi. Haksız rekabette ve denetim olmayan piyasalarda yokuz. Bu da yurt dışından alınan bir kültür. Tam regülasyon yoktu akaryakıtta da. Marker olayı 5 yıl önce oldu. Sonra da bayrak sorunu oldu. Yol boylarında büyümek istemedik, İstanbul’da büyümek istedik. İntifalar 15, 20 yıllıktı. Bayrak değiştirmek zordu. * İntifa hakkı istasyonların 5 yıl olunca sizin de önünüz açıldı. Sözleşmeleri biten istasyonlarla anlaşma yapma olanağınız oldu. Evet. Tüketici ve bayi lehine karar alındı. 5 yılla sınırlandı. İstanbul’da 710 bayi ortaya çıktı. Biz 310 bayiyle ilgilendik. Biz bunların 30’uyla anlaştık. Aktif alma yöntemiyle aldık 30 benzin istasyonunu. Biliyorsunuz büyük şirketler Türkiye’de bunu yapmıyor. Dağıtım şirketleri aktif almıyor. Büyük dünya markaları isteseler Türkiye’yi 3 günde terk eder. Çünkü her şey kağıt üzerinde. Shell Yunanistan’ı 3 günde terk etti. Biz bu ülkenin toprağına yatırım yapıyoruz. Akaryakıt istasyonlarını satın aldık, kiraladık, işletmecilere verdik. Toplam 100 istasyona ulaşmak istiyoruz. Ve bu 100 istasyonun 50-60 arası İstanbul’da olsun istiyoruz. Avustralya, Kanada, İngiltere, Amerika, Kırgızistan ve Türkiye’de üretim tesisleri var.12 saatte 120 bin litre akaryakıt sattık* Nasıl indirimli akaryakıt veriyorsunuz...Çağlayan’da ve Ayazağa Maslak’ta açtığımız akaryakıt istasyonlarında rekor kırıldı. Dün 12 saatte 120 bin litre akaryakıt sattık. Bu rekor. Tek rafineri var Türkiye’de TÜPRAŞ. TÜPRAŞ’la dağıtım şirketi arasında yüzde 7- 7.5’luk bir kâr marjı var. Bayinin de yüzde 7’lik kâr marjı var. TÜPRAŞ’la tüketici arasında yüzde 15’lik kâr marjı var. Bu yüksek bir kâr marjı ve dünyada bir tek Türkiye’de var. Bunun dışında TÜPRAŞ dünya fiyatından yüksek Türkiye’ye mal sokuyor. Bu yüzden Türkiye’de denize açılan terminaller de çok kıymetli. Böyle bir depo elde etmenin süresi 5 yıl neredeyse. Bürokrasisi uzun sürüyor. Bizim Derince, Marmara Ereğli ve Aliağa’da 3 yerimiz var. Bu sermaye ve vizyon gerektiren bir iş. Amerika ve Kanada’da da yalnızca market gelirini veriyor akaryakıt şirketleri istasyon işletmecilerine “Market senin olsun, akaryakıt işini yönet” diyorlar. Biz binde beş, yüzde 1 gibi oranlarla veriyoruz işletmelere. Aslında dünyadaki sistemi getirdik. 2015’te Türkiye’de akaryakıtta da yüzde 7-8 paya ulaşmak istiyoruz. Biz de TÜPRAŞ’tan alıyoruz akaryakıtı. Getiriyorum istasyonuma. İşletmeciye yüzde 1 kâr marjı veriyorum. Yüzde 7-9’u kendime saklıyorum. Geri kalanı da vatandaşa saklıyoruz.
Örtülü reklam, Twigy’nin terlik adamlarının ilham kaynağı olduğu Neşeli Günler filmi sayesinde gündeme geldi. Konu TBMM gündemine girdi. RTÜK kanununda değişiklik öngörülüyor. Değişiklik olursa film, dizi ve spor programlarında örtülü reklama izin verilecek. Twigy’nin yaratıcısı Sinan Öncel, değişikliğin Türk markalarını patlatacağını söylüyor. Öncel, “Düşünün son yıllarda Türk dizileri yurtdışında da ne kadar çok izleniyor. O dizilerde örtülü reklam olması demek Türk markalarını tanıtmak demek. Markalarımızın dünyada 1.900 mağazası var. 2020 hedefi 20 bin mağaza. Bu ulaşılabilir bir hedef” dedi.Sinan Öncel Twigy terlik markasının yaratıcısı. Başarısının sırrı kişiliğinde, yaratıcı gücünde. “Bu terlik tam benlik” sloganıyla yola çıktığında sanırım kimse böylesine bir başarı beklemiyordu. Sinan Öncel’le bu röportaj öncesinde hep farklı reklam kampanyaları vesilesiyle buluşmuştuk. Stadyumlarda terlik adamlar, Boğaz’da teknede Twigy reklamı gibi... O hep markasının reklamını farklı yollardan yaptı. Sonunda da terlik adamlar Yılmaz Erdoğan’a ilham kaynağı oldu ve Neşeli Günler filmi yapıldı. Bu filmin ardından da ‘örtülü reklam’ konusu gündeme geldi. Öncel, şu günlerde yine farklı bir reklam kampanyasıyla gündemde. Aldatılan kadının intikamından yola çıkıyor ve terlik fırlatan kadının öyküsüyle ‘yeni terliklerini’ tanıtıyor. Ama bundan da önemlisi onu heyecanlandıran şey aslında hem sinema sektörünü hem de tüm markaları ilgilendiren bir değişiklik. Neşeli Günler filmi sayesinde gündeme gelen örtülü reklam konusu TBMM’nde bekliyor. RTÜK’ün 3984 sayılı kanununda değişiklik öngörülüyor. Eğer bu değişiklik gerçekleşirse sinema ve TV’lerde film ve dizilerde, spor programlarında örtülü reklama izin verilecek. Sinan Öncel bu değişikliğin Türk markalarını patlatacağını söylüyor. Yeni nesil ev terlikleriSiz hep yaptığınız reklamlarla dikkat çekiyorsunuz. Son olarak da aldatılan bir kadının intikamından yola çıkmışsınız. Sizin müşterilerinizin çoğu kadın mı?Evet. Bizim müşterilerimizin çoğu kadın. Kadınların dikkatini çeken bir reklam yapmak istedik. Terlik fırlatan kadın... Kızgın bir kadın. Aldatılma konusunu işledik. Terlik fırlatma da sanırım Türklere özgü. Bir Alman terlik fırlatır mı bilmiyorum. Sonuçta bu reklamımız tek kare olamazdı, biz bu işin romanını yazdık fotoğraflarla ve çok eğlendik. İlk karede yakalanmış bir erkek, terliği kafasına yiyor ve ‘Unutma aşk bitmeyen bir savaştır’ diyoruz. Sonra kadının intikam duygusu devreye giriyor. ‘Aşk acısı hiç bir acıya benzemez’ diyoruz, kızın ayağında bizim yeni nesil ev terliklerimiz var.Nedir yeni nesil ev terlikleri?Ev giysisinin terliğin arkasının açık olması şart değil. Bu terlikler ev botu şeklinde. Çok talep var. Kriz sonrası ev kıyafetleri ve ev aletleri satışları arttı. Evde geçirilen zamanın arttığını söyleyenler var. Bu satışlarınızı olumlu yönde etkiledi mi? Biz de öyle bir veri yok. Bizim işler Allaha şükür iyi gitti. Artış da var. Şu klişeyi kullanmak istemiyorum, ‘Krizi fırsata çevirdik’ demek istemiyorum. Evde geçirilen süre artmış olabilir, ama biz bunu ölçen bir çalışma yapmadık. Biz ürünleri farklılaştırdık. Biraz önce de söylediğim gibi yeni nesil ev terlikleri yaptık. Bu arada biz eski tarz reklamlarımızdan vazgeçtik. Neden?Değişiklik olsun istedik. Hayata uyum sağlayanlar devam ediyor, ayakta kalıyor, 5-10 yılda bir tüketici davranışları değişiyor. Digital çağ her şeyi çok değiştirdi. İnsanlar artık maillerine, cep telefonlarına bakmadan duramıyor. Alışkanlıklar çok değişti. Biz de sokak modasını iyi takip edip eve uyarlamak istiyoruz. Ürün farklılaştırarak yol alıyoruz. Her yenilik kabul edilmez onu da biliyoruz. Evde insanların terlik konusundaki tercihlerinde nedir belirleyici olan?Sıcak tutuyor olması ve hafiflik, üstelik şık olsun da istiyorlar. Rahat ve şık olması çok hoş. Bizim terliklerimiz de öyle. Yılda kaç adet terlik satıyorsunuz?1 milyon 400 bin adet kadar...Son reklamınızda adam yüzüne terlik yemiş... Nedir vermek istediğiniz mesaj?Valla çok beğenildi reklamlar, internet ortamında bir deneme yaptık. Aldatılan kadının intikamı... Evden giderken de kadın bavuluna tüm terliklerini topluyor. Terlik tutkusu diye bir şey var mıdır? Var galiba... Ne şekilde rahat ettiğiniz önemli. Kimi çorap gibi bir terlikle kendini iyi hisseder, kimi hafif topuklu bir terlikle... Evde en önemlisi ses çıkarmaması terliğin. Tüketici sert olmasın istiyor, yumuşak, ses çıkarmayan modern ve şık terlik istiyor. Parmak arası terlikler çıktığından beri sanki terlik algılayışımız değişti. Şimdi parmak arası terliklerin kışlıkları da var. Biz de evde parmak arası terlik satıyoruz. Yaz için değil sadece, kış için de. İnsanlar parmak arasına çok alıştı, evde de ev terliği olarak giymek istiyorlar. Örtülü reklam olmalıSiz aynı zamanda yağmur çizmeleri de satıyorsunuz. Sokak modası diyebilir miyiz yağmur çizmelerine de?Diyebiliriz. Yağmur çizmeleri satışları çok iyi. Gerçekten kalite anlamında çok iyi bizim yağmur çizmelerimiz. İtalya’da üretiliyor. Ağırlığı, kokusu konusunda çok iddialıyız. Fiyatlarımız çok uygun. Geçen yıl düzdü yağmur çizmelerimiz. Artık topuklusu da var. Plastik ama seksi olmak da mümkün. Leopar desenli olanlar çok satılıyor. İçi miflonlular da var. Bu yıl ayrıca çok kolay taşınır terlikler de yaptık. Sizin terlik adamlar Neşeli Günler filmine konu oldu. Reklam yapılıyor itirazları yükseldi. Sonra konu derinleşti örtülü reklam konusu RTÜK gündemine geldi. Yasa değişikliği beklentisi var.Bu değişiklik gerçekleşirse yeni bir reklam mecrası ortaya çıkmış olacak. Gizli reklamlar sektörü nereye götürecek diye yorumlar yapılıyor. Bizim sayemizde yasa değişikliği konuşuluyor. Başta birçok kişinin küçümsediği terlik adamlar entelektüel bir habere konu oldu. Kanun değişiyor. Biz farklı bir şey yaptık. Bu da sanırım anlaşıldı. Özellikle sinema sektörü için çok önemli bu tarz reklamlar. Bu sayede sinema sektörü uçar ve bu coğrafyada Türk markaları büyük atak yapar. Dizilerde de örtülü reklam olmalı diyorsunuz...Evet, reklam veren için yeni bir mecra oluşacak. Çeşitlenme olacak. Biz başından beri bunun peşindeyiz. Tekneyle gezdik, terlik adamlar yaptık... Düşünün son yıllarda Türk dizileri yurtdışında da ne kadar çok izleniyor. O dizilerde örtülü reklam olması demek Türk markalarını yurtdışında tanıtmak demek. Tetikleyici bir özelliği var. 1.900 Türk markası tüm dünyada mağazalaştı. 2020’de hedef 20 bin mağaza. Bu ulaşılabilecek bir hedef. Halkaları büyüterek gittiğimiz düşünülürse halka genişliyor. Tüm Arap ülkeleri bizi takip ediyor. Lübnan’da aynı anda 3 Türk dizisi oynuyor. O dizilerin bir bölümü bir Türk markasında geçtiğinde bu nasıl bir zıplama yaratır. Biz şu işte bir rol aldıysak, kanun değişirse bu bizim için çok değerli olur. Değişikliği bekliyoruz. İlk terlik adamı önerdiğimizde ‘Olur mu öyle şey’ denilmişti. ‘Olur mu öyle şey’ dedirtmek önemli. Terlik adamları ilk İnönü Stadyumu’na önerdiğimizde ‘Olur mu öyle şey’ dediler. Aslında ‘Olmaz öyle şey’ demek istiyorlardı. O dönemde Hüsnü Güreli izin verdi ve bu sayede terlik adamlar artık her yerde. Şimdi olmadığı zaman yadırganıyor. Bu değişiklik yasalaştığı anda dizilerde markalar görülecek, şu anda hiçbirini göremiyorsunuz. Bu arada kriter de şu, gerçek hayatta var mı? Gerçek hayatta olan her şey olmalı bence.Bursaspor terlikleri iyi satıyorSizin spor kulüpleriyle de anlaşmalarınız var. Taraftar terliklerinde satışlar nasıl? Fenerbahçe’yle anlaşmamız sona erdi. GS, Beşiktaş ve Bursaspor devam ediyor. Bursaspor çok iyi gidiyor, Bursa takımına çok sahip çıkıyor. Kaç mağazanız oldu?Bizim 17 mağazamız var. 1.000’e yakın noktada satılıyoruz. Zincir mağazalarda satışlarımız çok iyi. Son zamanlarda internet ortamındaki alışveriş sitelerinde de satışlarımız çok iyi. Ayrıca yurtdışında 50-60 arası müşterimiz var. Onlara veriyoruz, onlar yurtdışında satışlarımızı yapıyor.Yaz koleksiyonumuzu yine Gisele tanıtacakGrendene ile işbirliğiniz sonucunda Gisele Bündchen’la markanız anılır oldu. Çevreci terlikler...Ruhu olmalı markanın. Ben 1988’de kurdum şirketi ama 2000 yılında Twigy kuruldu. Hep farklı kampanyalar yaptık. Ipenema markalı plaj terliği üreticisinin distribütörlüğünü yapıyorduk. Grendene’nin İpanema markası... Gisele Bündchen’la onların anlaşmaları vardı. Biz sahiplendik kampanyayı. Gisele Bündchen yalnızca güzel bir kadın değil, aynı zamanda kendisi BM gönüllü temsilcisi. Gisele’nin marka değerini kendi markamıza taşıdık. Sadece fiziksel güzelliği değil onun toplam yarattığı pazarlama değerini önemsedik. Brezilyalı Grendene firması yılda 150 milyon terlik satıyor. Amazonlarda ‘Geleceğin Ormanları’ projesine kaynak yaratıyor, bizde bunun bir parçası olduk. Parmak arası en rahat terlik mi?10 yıldır satıyoruz. Aslında çok eskiden var yeni değil. 2.500 yıllık bir giyecek parmak arası terlikler ve sandaletler. Yazın çok satılıyor. Yazın satışlarımızın yarısı diyebilirim. Ama şu günlerde yağmur çizmeleri satışları çok arttı. Yaz aylarında da parmak arası terlik satışlarının yüzde 70’e vardığı dönemler oluyor. 1 yaşında çocuk için bile parmak arası terlik var. Gisele Bündchen’la çalışmaya devam edecek misiniz? Yaz koleksiyonumuz yine Gisele ile. Bu yaz biraz daha seksi modeller olacak. Kelebekli bir koleksiyon var.
Uzun uçak yolculuklarında ben ben olmaktan çıkıyorum. Bunu son yaptığım Seattle-İstanbul uçuşunda bir kez daha anladım. Bir bardak suda fırtınalar koparan bir insan haline dönüşüyorum. Allah’tan bu fırtınaları çevreme çaktırmıyorum, çaktırsam sanırım beni uçağa bir daha almazlar. Bu arada tüm bunlar anne olduktan sonra başıma geldi. Kızım olduğundan beri her uçuş öncesinde mektup yazıyorum, olur da ben dönmemek üzere uzaklara gitmek durumunda kalırsam, arkamdan okusun diye... İşte son Seattle-İstanbul uçuşunda da içimde fırtınalar kopuyordu. Üstelik THY’nin Boeing’ten yeni aldığı 777-300ER tipi uçağın ilk seferiydi. Zaten bu konuyla ilgili yazıyı da daha önce yazmıştım. Yazmadıklarımı sakladım, şimdi yazıyorum... Bindiğimiz uçak test uçuşları yapmıştı. THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’ya ‘Kaç kez test uçuşu yapmış bu uçak?’ diye sorduğumda, ‘Toplam 4.5 saat uçmuş, en uzun ilk uçuşu bizle yapacak ama sakın korkma’ dedi. Şunu öğrendim, bu tip uçaklar için 2-5 saatlik uçuş denemeleri yeterli oluyormuş. Kaptan pilot Mehmet Özkurt uçağı havalandırdı, Boeing fabrikasından çalışanlar bize el salladı, bir süre Seattle üzerinde uçtuk ve yükseldik. 11 saat 20 dakika hiçbir aksilik olmadı ve biz uçağın üstün konforu sayesinde hayli keyifli bir yolculuk yaptık. İkinci kaptan 30 yaşındaki Ferihan Işık da uçağı indirdi. THY konfor sınırlarını zorluyor, rekabet içinde olduğu şirketleri de zorluyor. Bu yolculuk sırasında bunu bir kez daha yaşadık. Uçan aşçılar mükemmel yemekler hazırladı. Gergin olduğum için tüm ayrıntılar gözüme takıldı. Battaniye üzerindeki lale desenlerini bile inceledim. Kitabımı bitirdim, röportaj yazdım ve film izledim. Verimli bir yolculuk oldu benim için. Dediğim gibi tüm ayrıntılar gözüme takıldı. THY First Class hizmetini başlattığında Bvlgari’yle çalışmaya başlamıştı. Bu seferde de Amenity Kit Hermes’ti. Çok şık bir çanta dizaynı, içinde çorap, kulak tıkacı v.s... Ve Hermes losyonlar... ‘Memleketimizdeki Hermes tutkusu THY’ye de mi sıçradı?’ diye düşünüp Hamdi Topçu’ya sordum. Bu arada uçağın tuvaletlerinde de sıvı sabunlar ve losyonlar Hermes’ti. Hamdi Topçu, “Aslında biz Hermes’i koyalım demedik. Star Alliance Grubu’nda yer aldığımızdan beri bazı standartları uygulamamız gerekiyor. Onların işaret ettikleri bazı markalarla çalışmak durumundayız. Bence çok başarılı Türk markaları var, butik iş yapan ve tanıtmamız gerektiğini düşündüğümüz markalarımız da var ama şimdilik dünyaca tanınmış bu lüks markalarla çalışıyoruz” dedi. Çantaların dizaynlarını da çalışılan markalar yapıyormuş. THY onların dizaynlarından seçim yapıyormuş. Bu ay sonunda Hermes’le yolculuk sona eriyor. THY Bvlgari’yle devam edecek. Amenity Kit’ler Bvlgari markalı olacak. Ezcümle, her geçen gün yabancı yolcu sayısı artan THY ‘lüks yolcuları’ da kaptırmak istemiyor. Boeing 777-300ER business class dışında comfort class bölümü de var. Uçak da tamamen buna göre dizayn edilmiş. Business class’taki lale desenli koltuklar çok şık, koltukların tam karşısında puf var, koltuğu yatırdığınızda çok rahat bir yatak oluyor ve boyu 1.90 olanlar bile bu koltuklarda rahatça yatabilir. Comfort class’ta da ahşap renkleri, bej ve kırmızı-yeşil kullanılmış. Gerçekten de çok şık. Mavi-gri tonlarının yarattığı soğuk hava asla yok.Economi class’ta kullanılan mavi tonu da turkuaza yakın.Işıklandırma gözleri rahatsız etmiyor ve en önemlisi de bu uçaklardaki teknolojik yenilikler... Usb, Ipod, iPad ve iPhone bağlantıları var. Yanında sevgili arkadaşım Şelale Kadak vardı. iPhone’dan çocuklarımızın fotolarına bakıyoruz, bir an Şelale yerinden fırladı ve “Cep telefonum açıkmış” dedi. O sırada Norveç hava sahasında olduğumuzu öğrenmiş olduk. İkimiz de cep telefonlarının artık uçuşlarda bir tehlike yaratmadığını biliyoruz ama THY buna hazır mı değil mi, bundan emin değildik. Şelale’nin bu dalgınlığı sayesinde de müjdeli haberi Hamdi Topçu bizle paylaştı. Uçakta Panasonic Avionics CEO’su da vardı. Uçaktaki tüm eğlence sistemlerini Panasonic kurmuş. Topçu, ‘Ocak ayında uçaklarımızda cep telefonu kullanılabilecek. Biz şu anda uçaktaki gürültüyü düşünüyoruz. İnsanlar birbirini rahatsız edebilir, yoksa teknik konularda bir sorun yok. Konuşmaya değil ama mesajlaşmaya izin vermek daha iyi olabilir. Bu arada internete de Ocak ayında girmeye başlayacaksınız’ dedi.
MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan, TÜSİAD ile başlattıkları iletişimin sürmesi gerektiğini, yeni Anayasa için TÜSİAD ile birlikte çalışabileceklerini söyledi. TÜSİAD’la bazı konularda çok farklı düşündüklerinin de altını çizen Vardan, “TÜSİAD bütün iş camiasını kapsıyor olsaydı MÜSİAD kurulmazdı. Biz değişik tabana hitap ediyoruz. Ama amacımız sonuçta Türkiye çıkarlarını gözetmek, kalkınmak. Yollar farklı olabilir, düşünce tarzı farklı olabilir ama hedef ortak: Ülkenin kalkınması” dedi. MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan... 1962 Hendek doğumlu. Çukurova Isı Sistemleri adlı bir şirketi var. MÜSİAD Başkanı olduğundan beri işlerini ortağı olan iki dayısına emanet etmiş. “Enerjimin büyük bir kısmını MÜSİAD için harcıyorum” diyor. 2008 yılında başkan seçilen Ömer Cihad Vardan, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’i ziyaret eden ilk MÜSİAD Başkanı olarak dikkat çekti. 20 yıl önce kuruldu MÜSİAD. Kuruluşundan bu yana çok değişti desem, buna katılır mısınız? Türkiye de çok değişti. Dünyada artık STK’lar çok etkin. 2004 yılında fuarlarımıza 1.200 işadamı gelirdi, 2006 ‘da 1.600’e, 2008’de 2 bin 200’e çıktı. Son fuarımıza 3 bin 402 işadamı katıldı. 71 ülkeden katılım oldu. Eskiden devlet, kuruluş şeklinde hareket ederdi, bizimle irtibatı yoktu. Artık hükümet işadamları kuruluşlarının da fikirlerini alıyor. 2008’den bu yana birçok konuda fikirlerimizi iletme şansına sahip olduk. Bunu Özal başlatmıştı... İşadamlarına danışırdı. Siz AK Parti döneminde daha etkin oldunuz...Haklısınız. Özal döneminde başladı, sonra kopukluk oldu. Şimdi yine başladı. Türkiye’nin ekonomik büyümesinin sürdürülebilir olması için neler yapılmalı? Türkiye 2008’de başlayan birçok yerde hâlâ devam eden önemli bir ekonomik kriz döneminden geçti. Türkiye açıklanan yüzde 10.3’lük 2. çeyrek ve ortalama yüzde 11’lik ilk 6 ay büyüme oranıyla diğer ülkelerden ayrıştı. ABD, AB ve Japonya’daki aynı dönem büyüme yüzde 1-4. Biz dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmek istiyorsak önümüzdekileri geçmemiz gerekiyor. İleri teknoloji ve yüksek katma değerli ürünler üretmemiz gerekiyor. Bu mentalite bizim kafamıza yerleşmeli. Aynı zamanda ülke kalkınmasına ve yeni yatırımlara katkı sağlayacak gemicilik, TOKİ, sağlık gibi mega projelerin tekrar gündeme alınması gereği de ortada. Zaten hepimizin duyduğu gibi tekrar bazı büyük projelerden bahsedilmeye başlandı. Hatta bazılarına ‘çılgın projeler’ dendi. Bunlar desteklenmeli. ‘Elektriğin, suyun fiyatını indirin’ demekle olmuyor. One minute turist getirdiŞu ortamda cari açık tehlike arzetmiyor mu? Bu cari açık rakamlarıyla Türkiye nereye gidiyor?Cari açık keşke olmasa... Olduğu ölçüde de biz bunu kaldırabilir miyiz? Biz yeteri kadar üretim yapabiliyor muyuz? Büyüme sürecinde mecbur katlanacak gibi görünüyoruz. Bu süreçte katma değerli ürünler ne kadar yaratacağız, bu önemli. Turizm de bu konuda önemli.Son dönemde Körfez ülkelerinden gelen turist sayısı çok arttı. Kurtarıcı mı oluyorlar sizce?Çok önemli hale geldiler. Dünya ölçeğinde yaptığınız bazı atraksiyonlar, vesile olduğunuz olaylar ülkenin tanınırlığını etkiliyor. One minute olayı Körfez ülkelerinden talebi oluşturdu. Muazzam bir akın var. Biz ezelden beri aslında bu konuda çok şanslıyız. İslami değerlerimiz var. Hıristiyanlar için de cennet, Almanya Cumhurbaşkanı geldi, Tarsus’ta ayine katıldı. Efes var, Ayasofya var. Türkiye’de sadece Sümele Manastırı olsa onun için bile gelinmeye değer, sadece Boğaz görülmeye değer. Bizim bunları iyi pazarlamamız lazım. Hepsi AK Parti döneminde oldu mu demek istiyorsunuz?Siyasi istikrarı korumamız lazım. Ekonomik gelişmeyi sürdürülebilir kılmanın yollarından belki de en önemlisi, ülkemizde siyasi istikrarın devam etmesinin sağlanması. Bununla beraber ileri demokrasiye ulaşmada bugüne kadar gösterilen gayretlerin ısrarla sürdürülmesi şart. Artık insanlarımızın kafasından anti-demokratik uygulamalar kalkmalı.İşsizlik büyük sorun değil mi?Ekonomik anlamda başarı kriterlerimizin istihdam ve satın alma gücünden geçtiğini düşünüyorum. Türkiye’yi satın alma gücünde 16’ncı dünya ülkesi yapan bir iyileşme söz konusu. 2009’daki yüzde 14’lük işsizlik oranlarından yüzde 10’luk dilime inmek büyük bir başarı olmakla birlikte tek haneli rakamlara inme ihtiyacı halen devam ediyor. Bunu başarabilmek için de geçici iş bulma olanakları yaratılmalı ve mikro projelere önem verilmeli. Değişik tabana hitap ediyoruzTÜSİAD ile MÜSİAD’ın benzerlikleri, farklılıkları neler?Onlar 40 yıl önce kuruldu, biz 20 yıl önce... İçimizde aynı firmalar var şimdi ama baktığımızda hitap ettiğimiz şirketler çok farklıydı. Hâlâ farklılıklar içeriyor. Hem MÜSİAD hem TÜSİAD üyesi olan kaç firma var?İnanın bilmiyorum. TÜSİAD bütün iş camiasını kapsıyor olsaydı MÜSİAD kurulmazdı. Bizden sonra da farklı kuruluşlar kuruldu. Biz değişik tabana hitap ediyoruz. Ama amacımız Türkiye çıkarlarını gözetmek, kalkınmak. Yollar, düşünce tarzı farklı olabilir, hedef ortak: Ülkenin kalkınması.‘TÜSİAD MÜSİAD’laşıyor’ diyenler var. Siz bu yorumdan ne anlıyorsunuz?Bu konu çok konuşuldu, konuşuluyor. Biz TÜSİAD’la iletişim kurduk. İletişimi kurarken, Ümit Boyner’i ziyaret ederken üyelerinizin olurunu aldınız mı? Arkadaşlarım da iletişimi olumlu gördüler. Bazı safhalarda görüşüyoruz. Bence Türkiye adına ortak projeler üretebiliriz. Devam etmesi lazım. Ama bazı konularda çok farklı düşünüyoruz. Biz örneğin ‘IMF’siz olabilir’ dedik, TÜSİAD ‘IMF ile mutlaka masaya oturmalı’ dedi. Sonuçta IMF ile anlaşmadı hükümet, krizden de IMF’siz çıktı. Bizim dediğimiz oldu demek için söylemiyorum, devlet yetkilileri IMF ile yürümeye de devam edebilirdi. Bir konuda benzer de düşünebiliriz, farklı da. KOBİ’lerle ilgili benzer düşüncelerimiz var örneğin. Farklılıklar olmasa iki farklı kuruluş olmaz. Sermayenin el değiştirdiği yok Anadolu Kaplanları pastayı büyüttüSizin için Anadolu Kaplanları, Aslanları deniliyor... Son yıllarda Anadolu Kaplanları güç kazandı. Nereden nereye geldiler? Başta pasaportu olmayan, hiç yurtdışına çıkmamış üyelerimiz vardı. Teknolojiyi de yakalayamamış çok üyemiz vardı. Eğitim çalışmalarıyla çok konu aşıldı. Kurulduğumuz 1990 yılında Türkiye’nin ihracatı 13 milyar dolardı. 2008 sonu itibariyle bu rakam bildiğiniz gibi 132 milyar dolara kadar çıktı. Türkiye’nin GSMH’nda da benzer bir ilerleme söz konusu oldu. Anadolu’da kurulmuş olan, son yıllarda hızla büyüyen atılım içinde olan şirketler var. Evet Türkiye de son 20 yılda hızla büyüdü ama bir yandan da aktörler hızla değişiyor. Ak Parti dönemindeki en bariz değişim de bu. Anadolu Kaplanları uykudan nasıl uyandı? Öncelikle şunu söylemeliyim, Anadolu Kaplanları mevcut pastadan pay almadı, pasta hep büyüdü, büyüyen pastadan da pay alanlar çoğaldı. Büyüklerin çoğu payını kaybetmedi. Sonuçta Anadolu kaplanları veya aslanları tabiriyle ortaya çıktığı söylenen işadamları grubu pastanın büyümesine vesile oldular ve tabii ki büyüyen pastadan da pay aldılar. Türkiye’nin dışa açılmasında, Anadolu’daki firmalar iş yapmayı öğrendikçe, dışarıyı tanıdıkça, taleplere karşılık vermeye başladıkça ülke de büyümeye başladı.Bölgesellik yapmak da yanlış. Biz potansiyeli canlandırdık. Eskiden belli kesimlerde sermaye birikimi söz konusuydu, şimdi sermaye yayılıyor. Pasta da büyüyor. Sermaye el değiştiriyor demiyorsunuz...Sermaye el değiştirmiyor. Büyük sermayenin elindekiler bitti mi? Hayır. Eski büyük firmalar battı mı, imkanlarını mı kaybetti, o ayrıma karşıyım. Bizim görevimiz de orta ölçekli firmaları büyük ölçekli hale getirmek... Belki onlar böyle olunca bir adım öne çıkıyorlar. Bir üyemiz geçen sene 1 milyar dolarlık yatırım yaptı... Çok büyüyenler var...İŞ HAYATINA STINGER FÜZELERİYLE BAŞLADI!Endüstri mühendisisiniz... Nerede, nasıl bir ailede büyüdünüz? 3 kardeşiz. Hendek’te doğdum. Babamın işi dolayısıyla farklı yerlere gittik. Çukurova’da büyüdüm. İlkokula Ankara’da başladım, Adana’da, Mersin’de yaşadım. Okul sırasında babamla beraber işe giderdim. Ofisteki masaları silerdim, hak ediş raporlarındaki hesaplamalara yardımcı olmaya çalışırdım. İstanbul’a üniversite döneminde, 1979’da geldim. Üniversiteden sonra Ohio Eyalet Üniversitesi İmalat Mühendisliği’nde yüksek lisans çalışmamı yaptım. Dönünce Kalekalıp’ta Stinger füzelerinin bazı parçalarının imalat mühendisi olarak işe başladım. Sonra UTE Bilgisayar’da endüstriyel ekipman satış serüvenimiz, kendi firmamız Çukurova Isı Sistemleri ile 1990‘dan beri sürüyor. Arçelik fabrikasının, Fenerbahçe ve Kayseri stadlarının ısıtma sistemini siz yapmışsınız.Evet. Büyük alanların, fabrikaların endüstriyel ısıtmasını yapıyoruz. Açık alanlarda uzmanlaştık. Yeni anayasa için TÜSİAD ile çalışabilirizYeni Anayasa üzerinde TÜSİAD ile birlikte çalışabilir misiniz?Onlar da bir çalışma başlattı, biz de... Bu olay herkesi ilgilendiriyor. Geniş bir istişareye ihtiyaç var. Ortak çalışma da yapabiliriz. Bu noktada asgari müştereklerde birleşilmeli. Yalnızca TÜSİAD ve MÜSİAD’ın anlaşması da değil konu. Burada önemli bir nokta da şu: Birileri çıkıp ‘Benim dediğim dedik, çaldığım düdük’ dememeli. Geniş uzlaşmayı sağlayacak, daha az maddeli bir anayasa olmalı. Yeni Anayasa birey odaklı olmalı. TÜSİAD’la bu konuda olumlu bir noktaya geliriz diye düşünüyorum. TÜSİAD, Kürt Sorunu konusunda “Özerklik de dahil birçok konu masaya yatırılmalı” diyor örneğin. Üyeleri bunu dile getiriyor. Siz üyelerinizle nasıl görüş alışverişinde bulunuyorsunuz?Bizim yapılanmada farklılığımız var. Bu tip konulara karşı tavrımız da bu yapılanmayla ilgili. 31 şubemiz var. Diyarbakır’da da Malatya’da da şubemiz var. Yakında Batman’da da açacağız. Bu işadamları buradan oraya gitmedi. Aramızda Laz da var Kürt de var. Biz onlara balık tutmayı öğretiyoruz. Biz onların işlerini geliştirmelerini istiyoruz. Biz de rapor hazırladık. Tespitlerde bulunduk. 2008’de Güneydoğu’nun Kalkınmasına yönelik çalışma yaptık. Hükümet de bu raporu kullandı.Helal kazanıyorsan harcama sınırın yokİslami kesimin lüks harcamaları çok dikkat çekiyor ve eleştiriliyor. Lüks arabalar, giyim, şaşaalı bir yaşam... Sizin de üyeleriniz arasında hızla büyüyenler var. Para kazandıkça kazandıkları parayı göstermek isteyenler sizin çevrenizde de var... İnsanların şahsi düşünceleriyle ilgili bu. Niye bu İslamı yaşam biçimini kabul edenlere soruluyor bu soru...İsraf...Bu iş yanlışsa herkes için yanlış ya da doğru. Ne göze çarpıyor tam bilemiyorum. Cip kullanımı eleştirildi bir dönem. Kapalı bir kadın cip kullanırken dikkat çekiyorsa, başı açık bir kadın kullandığında farklı mı değerlendirmeli? Toplum sanki dindarlığı kimseye bırakmak istemiyor. “Namaz kılsam da kılmasam da dindarım” diyorlar, bak bu namaz kılıyor, bunu da yapıyor, o zaman yanlış denebilir mi? Bu arada dindar kesim için değil, insanlar bir anda para kazandıklarında harcama isteği duyabilirler. Bu beklenti midir, bir arzu mudur, bir şeyin dışarı taşması mıdır? Sizce nedir?Ölçü çok önemli. Her şey para değil. Para da kalıcı değil. İsrafa kaçmamak önemli. Dindarsanız onun yükümlülüklerini yerine getrmelisiniz. Helal kazanıyorsan harcamayla ilgili bir sınırlama da yok.
Geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’la konuşmuştum. Topbaş Pazarın Patronu söyleşisinde İstanbul’u deprem riskine karşı yenilemekte kararlı olduğunu anlatıp, yeni önlemlerini açıklamıştı. Hatırlatmak gerekirse, Topbaş vatandaşlara bir çağrıda bulundu. “Eğer oturduğunuz bina deprem riski taşıyorsa, yani çürükse, dayanıksızsa komşularınızla birleşin, biz size fazla imar verelim, gidin istediğiniz şirkete, müteahhide deprem yönetmeliklerine uygun bina yaptırın” dedi. Eleştiriler oldu ama...Topbaş’ın İstanbul’u yenilemek ve bunu hızlandırmak için hazırladığı çalışmalardan biri bu. Bir diğeri de bazı bölgelerde uygulanan Kentsel Dönüşüm Projesi. Kadir Topbaş’ın bu yeni önlem diye anlattığı çalışmasının da bugüne kadar yapılanlardan en önemli farkı şu: Siz Bağdat Caddesi, Florya, Etiler, Ortaköy’de de oturuyor olabilirsiniz, oturduğunuz bölge kentsel dönüşüm projeleri kapsamında değerlendirilmeyecek bir yer olabilir. Binanız deprem riski taşıyorsa, buraya ek kaynak aktarmadan da binanızı yenileyebilirsiniz. Bu açıklamalardan sonra “Belediye rant peşinde“ eleştirileri oldu. Evet işin içinde rant var, bu da apaçık ortada. Peki bu rant kime gidecek?Bizim söyleşiden sonra Ağaoğlu Şirketler Grubu’nun sahibi Ali Ağaoğlu, Kadir Topbaş’la görüştü. Doğrusu ben de bu alanda dev projeler üreten şirketlerin bu yeni projeye nasıl baktıklarını merak ediyordum. Ali Ağaoğlu’ya konuştuk. Biliyorsunuz Ağaoğlu sık sık İstanbul’daki binaların yüzde 70’inin yenilenmesi gerektiğinden söz ediyor. Onun söylediklerini özetlemek isterim: “İstanbul’un binalarında sorun var. Bu sorunu da kanunla, silah sorunuyla çözmek mümkün değil. Bu sorun ancak rantla çözülür. Bu rantı da vatandaşa vereceksiniz. Bir dairesi olan kişi 1.5 daireye sahip olacaksa ya da 2, buna “Evet” der. Yada oturduğu dairenin 100 bin lira değil de 200 bin lira edeceğini görürse bu projede yer alır, başka türlü bu sorunu çözmek zor. Belediye doğru yolda. Kaynak oluşturmadan rant verilmeli.”Topbaş’ın heykeli dikilir“Rant denildiğinde anda ortalık karışıyor” diyorum, Ağaoğlu devam ediyor: “Evet rant denildiğinde herkesin tüyleri diken diken oluyor. Ama bir durup düşünsün herkes. Burada topluma rant söz konusu. Binalarda komşular birleşecek, belki 2-3 apartman birleşecek, o bölge zenginleşecek. Sağlıklı binada oturacak. İş yaratılacak. Bu projeye ‘Belediye yakınlarına rant dağıtıyor’ diyenler bence haksızlık ediyor. Binanız sağlam değilse, oturun anlaşın, güvendiğiniz bir şirkete de binanızı teslim edin. Bu halkın devleti zenginleştirmesidir bence.”“Kadir Topbaş mutlaka belediye planlama yapacak, alt yapı sorununa dikkat edilecek” de diyor ama yine hemen akla çok katlı yapılar gündeme geldiğinde trafikten sosyal hayata kadar farklı konular da geliyor...Ali Ağaoğlu da bu noktada İstanbul’daki parsellerin küçük olduğuna işaret ediyor. “Otoparka yer yok. Otoparkları yerin altına indirmek zorundasınız. Bu proje kapsamında bu yeni yapılacak binalarda yeraltı otoparkı zorunlu olmalı” diyor. Ağaoğlu’na göre bu proje küs komşuları bile ortak eder, çünkü ucunda vatandaşa rant var. Ve yine Ve yine Ağaoğlu’na göre Kadir Topbaş bu projeyi gerçekleştirise daha uzun yıllar İstanbul’u yönetir, heykeli de dikilir.
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI KADİR TOPBAŞ YENİ DEPREM ÖNLEMLERİNİ AÇIKLADIDEPREME dayanıklı binalar konusunda yeni bir çalışma yaptıklarını vurgulayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, deprem riski taşıyan yerlerde apartman veya mahalle sakinlerinin birleşmesi halinde fazla kat vereceklerini açıkladı. Topbaş, “Binayı da vatandaş kendi yapsın. Yeter ki sağlıklı binalar yapılsın” dedi.İki hafta önce İstanbul 4.4 şiddetinde sallandıktan hemen sonra aradım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı. Amacım hem deprem önlemlerini konuşmaktı, hem de İstanbul’daki kabuk değişimini... Kadir Topbaş’la Emirgan’daki Beyaz Köşk’te buluştuk. * İstanbul’da yaşayanların İstanbulla ilgili en büyük korkuları bu şehirde büyük bir depremin olması... Depremden siz de bizler kadar korkuyor musunuz, deprem senaryolarınız var mı? Bu şehri depremden en az hasarla kurtarmak için neler yapıyorsunuz?İstanbul 500, 250, 100 yıllık periyodlar halinde deprem yaşamış. Maalesef 1998’e kadar da İstanbul ikinci derecede deprem bölgesi kabul edildiği için binalar ona göre yapılmış. 1999’dan sonra birinci derecede riskli olarak gördük. * Siz şimdi ne yapıyorsunuz? Zeytinburnu’nda bir kentsel dönüşüm projesi uygulandı...Biz iki yöntem üzerinde çalışıyoruz. Biri İstanbul’un muhtelif yerlerinde büyükşehire ait arsalar veya edinebileceğimiz arsalarda konutlar yaptırmaya başladık. Arsa diyorum, yeşil alan değil. KİPTAŞ ve Belediye konutları yapsın. Buralarda yapacağımız konutları o bölgede riskli olan yapıların sahiplerine ilan edelim mahalle olarak gelen varsa buyursun gelsin, kendi oturdukları yerleri bize versinler diyoruz. Bu işlemeye başladı ama yetmez...DEPREME KARŞI YENİ ÖNLEM* Diğer yöntem? Bunu ilk kez söylüyorum. İstanbul’da riskli alanlarda, Fikirtepe gibi Bakırköy gibi yerlerde bazı noktalarda alt yapıyı rahatsız etmeyecek şekilde belli koşullar getirerek, arsalar birleşip yapı adaları oluşturulduğunda fazlaca imar verelim diyoruz.. * Örneğin mevcut riskli 4 katlı apartman yıkılacak, 8-10 kat mı yapılacak? Sonuçta fazladan dairesi olacak...Evet. Deprem riski taşıyan yerlerdeki gayrimenkul sahipleri biraraya gelip anlaşıp binalarını yaptırsınlar. Buna yeni karar verdik. Fikirtepe birinci öncelikli. Orada bir plan da yaptık. Ama KİPTAŞ ve Belediye girmeyecek. * Her yere kat izni verilebilir mi?Varolan bir yönetmeliğimizde 4 bin metrekareyi toplayan bir imar adasında, parselde yüzde 25 daha fazla imar veriyoruz şu anda. Bundan sonra bundan da düşük metrekarelerde imar vereceğiz. Şu nokta var, imar vererek sorunlar çözülmüyor. İmar artırmak, bir yere kat vermekle olmuyor. Yollar, okullar, yeşil alanlar, tesisat yenilemelerine ihtiyaç olunuyor. Plan şartları olan yeşil alanlar, sağlık birimleri, okullar üretmeniz gerekiyor. ORTAK AKIL ÜRETEMİYORUZ* Bu nasıl sağlanacak?Plan notları ve imardaki şartlarla bunu yapacağız. Yeter ki vatandaş bu çalışmalara inansın ve hızlı bir şekilde girsin. * Bu çok zor değil mi? Apartman yönetimi kararlarında bile zorluk çekiliyor ülkemizde...Şu anda günümüzde farklı ülkelerden inançlardan insanlar birlikte hareket ediyor. Bizde kardeşler aynı şirketi yönetemiyoruz. Ortak akıl üretmekte zorlanıyoruz. Bu örneklere koşarak gelmeliler ama benim bir dairem var kaç dairem olacak diye gelmemeliler. Vatandaşı daha güvenli yerlere kavuşturuyoruz, katma değer yaratıyoruz. * Erken uyarı sistemleri konuşuluyor. 15 saniye önce depremi öğrenme İstanbul’da neyi değiştirir?Cep telefonunuza sinyal geldi baktınız okudunuz kaç saniye geçti? Riskleri azaltmak en önemlisi. Afetlerde de riskleri en aza indirmek lazım. Biz ilk geldiğimizde doğal gaz kutularında bir çalışma yaptık. Erken uyarı sistemini başarsanız bile yurttaş olarak reflekslerini geliştirmediyseniz çok şey ifade etmez. *Depreme hazırlık için neler yapılmalı?Her ailenin bir deprem planı olmalı. Deprem olduğunda siz nasıl iletişim kuracaksınız? Ailece buluşma yeriniz neresi olacak? Farklı deprem senaryolarına göre planlarınız olmalı. Çocuklarınız bunu bilmeli. İlk 2 saatte, ilk gün, ikinci gün mutlaka planlamalısınız.İstanbul’un kaderini değiştirdik* İleride torunlarınızla konuşurken, İstanbul’un hangi sorununu çözdüm diye anlatmak istersiniz? Siz beni hemen emekli ettiniz...(Gülüyor) uBir gün gelecek... Örneğin trafik büyük sorun...Kentlerdeki nüfus oranı dünyanın her yerinde hızla artıyor. Ailelerin araç sayısı artıyor. Hiç peşinatsız 500 lira taksitle araba alınabiliniyor. Şimdi 2004 öncesine baksak.... Sayın Sözen döneminde İstanbul’un nüfusu 7 milyondu ve tek- çift plaka konuşuluyordu. Benim o zaman çocuklarım küçüktü, arabaları yoktu. Şimdi 3’ünün de arabası var eşlerinin de arabaları var. Bizim gibi çok aile var İstanbul’da... Artık İstanbul’da trafik durmuyor, akıyor... İstanbul’un iki omurgası var. E5 ve TEM. Ne yaparsanız bu eksenlerde yapacaksınız. Eskiden bazı noktalarda gelip duruyordunuz. Evinizle iş yeriniz arasında 50-60 kilometre varsa saatleriniz yolda geçebilir. Biz toplu taşım araçlarına ağırlık veriyoruz. Metro hattını genişlettik, hızla büyüyor. Metrobüs’ü getirdik. Metro’nun da diğer sistemlerle tamamlanması lazım. Bir yere gidip kalıyorsanız yine arabaya ihtiyaç duyuyorsanız kullanmazsınız Metro’yu. * Biraz önceki sorumu yanıtlamadınız...Bu şehir bana gurur veriyor. İkinci kez seçildiğim için de çok mutluyum. Biz bu şehrin kaderini değiştirdik. Bu şehirde kongre alanları, sahil düzelmeleri çok şey yaptık. Çok çalışıyoruz. Kapkaranlık bir şehirdi İstanbul, şimdi gece bakın ışıl ışıl. İstanbul dünyayla yarışıyor. İlk seçildiğimde manşetlerde değnekçiler vardı, sahilde yürüyüş yapılamıyordu, sahiller canlandı. Plajlar açtık. Ben protokol adamı değilim. Ben teknik adamım. İş adamıyım. İyi bir ekibim var, fikir üretiyoruz. Bunları anlatacağım ve gurur duyacağım. * 3’üncü Köprü neyi değiştirecek? O köprünün yapılması çevresini olumsuz etkilemeyecek mi? Ne yapsak ‘hayır, olmaz’ deniliyor. Biz 130’un üzerinde kavşak yaptık. Maslak’ta Atatürk Sanayi Sitesi’nin orada kavşak yaptık. 45 günde bitirdik, yapılırken herkes üzerimize geldi, şimdi sorun çözüldü kimse teşekkür etmedi. Vatandaş depreme ne kadar hazırsa biz de o kadar hazırız* 17 Ağustos depreminden sonra da ortaya çıktı, çok konuşuldu. Eksik yetersiz malzeme kullanımı konusunda şu aralar büyük projeler yapan inşaatçıların bile ‘deniz kumu kullandık’ gibi itirafları var. İstanbul için ‘yüzde 70’i yeniden yapılmalı’ diyenlere katılıyor musunuz? Oran bu kadar büyük değil. Biz, bize kadar yapılanların çok fazlasını yaptık. Dönemimize kadar yapılanların 15 katını yaptık. Şimdi konuştuklarımız vatandaşın bireysel yapıları. Şu gerçek var vatandaş depreme ne kadar hazırsa biz de o kadar hazırız. Vatandaşın bilinçlenmesi inanın çok önemli. Dünyada da bunun örnekleri var. Mesela Tokyo’da bilinç yüksek olmasına rağmen yapıların yüzde 25’i risk taşıyor. * Türkiye’deki oran?Bundan fazla... Vatandaşın kendi bireysel olanaklarıyla binalarını yapmaları çok zor. Ancak kentsel dönüşüm politikalarıyla yapılabilir. Ama ne yazık ki bu konu da seçimlerde çok kullanıldığı için vatandaşın güven duyguları sarsılmış durumda. Türkiye’de vatandaşın mağduriyeti ve korkuları üzerine siyaset yapılıyor* Bir binanın depremde zarar göreceği raporlarla ortaya konduktan sonra en büyük zorluk nedir?Vatandaşı riskten kurtarmanın yolu mevcut yerleri kendi içinde değerlendirip oralardan kendi değerini üretmek. Biz her şeyi vatandaşla birlikte yapmalıyız. Belediye kar edecek diye bir şey yok. Türkiye’deki siyasetin en kötü yanı vatandaşın mağduriyeti ve korkuları üzerine siyaset yapılması. En büyük çarpıklık burada.* Deprem konusunda bile siyaset üstü davranılamıyor mu?Sayın Kılıçdaroğlu seçimde ‘200 metrekareye kadar işgal edilen arsaların tapusunu vereceğiz’ dedi, özel tapuysa nasıl vereceksiniz? Afaki şeyler söylendi. Bunu kimse sormadı.Bataklıkta da bina yapılır* İstanbul’un deprem haritaları, fay hattı bilgileri ortaya çıktı. İstanbul’da bazı yerlerdeki yapılaşma için çok geç kalınmadı mı? Sizin tespitlerinize göre 1 milyon 600 bina riskli bulundu...Her zeminde yapı yapılabilir ama maliyeti yükselebilir. Bataklıkta, deniz üzerinde de bina yapılır. İstanbul’da da her zeminde yapı yapma imkanı var. Ama bu binaların yapım teknikleri ve maliyetleri farklıdır. Ayrıca zemin sağlam olsa da bu yeterli değil. İran ve Pakistan’da gördük, tek katlı kerpiç binalar da risk taşıyor. Binaları doğru şekilde ve tekniğine uygun yapmak her şeyden önemli. 20 euroluk odalar 100 euro oldu* 2010 Kültür Başkenti’ne beklenen turist geldi mi? Gidin Talimhane’de bir otele, ‘2004’ten önce bir odayı kaça veriyordunuz, doluluk oranınız neydi? diye sorun. 20 euroya verilen yerler 100 -150 euro oldu. İstanbul’un değeri bizle katlandı. İstanbul’da kimse yer bulamıyor. 150 bin yatak var. 59 otel inşaatı devam ediyor. Şehirde yeni istihdam yaratılıyor. 200 yataklı yerde 600 kişi çalışıyor. Beyoğlu Belediye Başkanlığı’na geldiğimde Vitali Hakko, “Beyoğlu’na geceleri çıkılmıyor”diyordu, şimdi her saat insan seli yaşanıyor. Tophane’de yaşananlar ilk ve son olmalı* ‘Yeni Tophane’ler olur mu? Ben şuna çok üzüldüm... Ana muhalefet mensupları farklı yorumlar yaptılar. Sanki bu tip olayların sayısı artsa onlar için iyi olacak. Buna benzer olaylar çıktığında bir çaktırmadan memnuniyet duyduklarını hissettim. O bölgeyi çok iyi biliyorum. Ramazan ayı geride kaldıktan hemen sonra oldu bunlar... Buralara çok yakın yerlerde Cezayir Çıkmazı, Asmalı Mescid, Nevizade gibi yerlerde Ramazan boyunca alkol alındı. Almak isteyen alır kimse karışamaz, karışmadı da. Bir referandum yaşandı. O referandumda AKP onaylanmadı. AKP Hükümeti bu sonucu zafer olarak görüp farklı yerlere taşımadı. Bunu da Başbakan söyledi. Farklı çevrelerde ‘hayır veya evet’in taraftarları manipülasyonlara açık. * Biliyorsunuz, Madımak Olayı’na atıfta bulunuldu, insanlar canlarını nasıl kurtardıklarını bilemediklerini anlattılar...Tophane’ye ‘İkinci Madımak Olayı’ demek ne demek? Madımak Olayı’nın arkasında hangi güçler var hâlâ bilmiyoruz. Yalnızca aklı selim insanların bunu yapamayacağını biliyoruz. Bunun gibi olaylardan gizli bir mutluluk duyulduğu hissine kapılıyorum, beni üzen bu. uOralarda rant kavgası da bir süredir var. Farklı yorumlar var bu konuda da? Türkiye hızla gelişiyor. Kentsel dönüşüm diyoruz ya hep bu çok önemli. Sanayi bölgesi rezidansların olduğu yer oluyor. O çevredekiler de bu değişimden etkileniyor. Orada da aynı şey söz konusu. Tophane’de yaşananlar ilk ve son olmalı.YARIN: KİM İSTANBULLU? KADİR TOPBAŞ, BAŞBAKAN’IN AÇIKLAYACAĞI İSTANBUL PROJESİ İÇİN NELER SÖYLEDİ? BOĞAZ’DA ASYA VE AVRUPA’NIN BİRLEŞTİĞİ NOKTADAN NE ÇIKTI?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’la gerçekleştirdiğimiz sohbete devam ediyoruz. Topbaş, en büyük amacının İstanbul’un hayatına ‘en’ler katmak olduğunu söylüyor.Sizce kim İstanbullu? Geçenlerde bir işadamıyla röportaj yapıyordum,Ortaköy’de iki genç yedikleri kumpir paketlerini denize fırlattılar. İstanbul’u sevmiyor musunuz? diye soracak olduk, gerisini hiç anlatmayayım... Artık yaşadığı yere sevgisi ve saygısı olmayan insanlar çoğunlukta mı bu şehirde? Siz şehirde yaşam kuralları koyup ceza kesemezsiniz. Şehirlilik sosyolojik evrimdir. Şehirde insan davranışlarını daha düzenli hale getirir, medeniyetin yansımalarını alır. Şehrin dokusuna sahip çıkmak o şehirde her şeyiyle yaşayarak olur. Sokaklara tükürmekten, iç çamaşırıyla denize girmekten vazgeçer mi?Bunlar da şehirde yaşayarak, parklarında bahçelerinde, sahilinde gezerek, tiyatrosuna, konserine, sinemasına giderek olur. Şehirde yaşayan otobüste birine çarpınca özür dilemeyi öğrenecek, sokağa çöp atmamayı, lokantada yemek yemeyi, iç çamaşırıyla denize girdiğinde ‘Bu deniz kıyafeti değil diyebilmeli’ öğrenecek. Batıda meydanlara ‘Demokrasi Alanları’ deniliyor. Biz de bu kültür yok. Bu kültür şimdilerde AVM’lerde yaşanmaya başlandı. Şehri kullandıkça davranışları değişecek. Şehir insana medeniyet verir. İstanbul da bunu veriyor ama zamana ihtiyaç var. Şehir eğitiyor herkesi. Sidney’de herkes birbirine gülümser, selam verir. İnsani ilişkilerdir bunlar. Sidney’de kimse kimseye omuz atarak yürümüyor. Herkes yol veriyor. Şehirde aidiyet dugusunu hissettirmeniz lazım. Peki bu nasıl olur?Ben İstanbulluyum bilboardları koyarak da bu olmaz. Kente sahiplenme duygusunu istiyorsanız, şehri kullanmasını sağlamalısınız. Bu şehrin gelecekte daha iyi olacağını düşünürse umutları yeşerir. Geleceğini bu şehirde görürse davranışları değişir. Başbakan İstanbul projesini dillendirdi. Biliyorum söylemeyeceksiniz, yine de sormak istiyorum, bu proje neyi değişirecek?Evet çok heyecan verici. Söyleyemem siz de biliyorsunuz. Dünyayla yarışıyor bu şehir. Ben şimdi size hiç duyulmamış, uygulamayı planladığımız 3-5 proje sayabilirim. Bu konuya çok kafa yoruyoruz. Kalıcı, bu şehrin kaderini değiştirecek projelere bakıyoruz. Bizim siyasi anlayışımızda olmayacak şeyi de söylemeyiz. Biz hayata geçireceğimiz şeyleri söyleriz. Başbakan da öyle yaptı. Dünyada hiçbir örneği olmayan projelerimiz de var, örneği olanlar da var. Arzumuz şehri farklı projelerle daha üst noktalara taşımak. Bizim amacımız şehre ‘en’ler katmak. Şehrin kimliği hissedilsin istiyoruz. Bizim hayatımız da değişsin, dünya da bizi konuşsun istiyoruz. Bir örnek vereyim size. Beykoz’dan Avrupa Yakası’na su tüneli yaptık, halen devam ediyor. 11 metre çapında. Deniz derinliği 70 metre kadar, 135 metreden geçiyor tünel. Bu tünel Melen’den gelecek baraj suyunu Avrupa’ya geçirecek. Biz Başbakan’la birlikte içinden arabayla geçtik. Bu tünelin sıfır noktasında Asya ve Avrupa’nın buluştuğu noktadan çıkan taşları çıkarttık, atmadık. Bu taşlar üzerinde şimdi tasarımcılar çalışıyor. O taşlar bir kez çıktı oradan. Neler yapılacak?Çok şey. O artık tasarımcılara kalmış. Avrupa - Asya Sıfır noktası eksi 135 metre diyeceğiz.. Oradaki taşlar atılabilirdi. Biz o taşları, sıfır noktasındaki taşları alıp raporladık, nasıl değerlendirebiliriz diye kafa yorduk. Yarın ben bunu müzelerde, farklı satış noktalarında İstanbul Boğazı sıfır noktası eksi 135 metre sertifikalı ürün verdiğimde ilginç olmayacak mı? İnanın her anımızı ben ve ekibim İstanbul’un çok daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşması için kafa yorarak geçiriyoruz.