THY’nin Boeing’den satın aldığı 12 adet Boeing 777-300ER uçağından ilkini teslim almak üzere geldiği Seattle’da Türk ve yabancı gazetecilerle biraraya gelen THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, THY’nin geçen yılki ekonomik krizden karlı çıktığını söyledi. Topçu, “Bu uçaklara çok ciddi indirimler aldık. Krizin bize hediye ettiği uçaklar bunlar...” dedi.THY’nin Boeing’e sipariş ettiği 12 adet 777-300ER tipi uçaktan birincisini teslim almak üzere THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu ile birlikte Seattle’daydık. Seattle’da hem Boeing’in tesislerini gezdik, yeni nesil uçaklar hakkında bilgi aldık hem de Topçu’yla THY’deki yeniliklerle ilgili sohbet etme fırsatı bulduk. Boeing 777-300ER dünyanın en geniş gövdeli ticari uçağı. THY bu uçakları filosuna katarak uzun menzilli uçuşlarda fark yaratmayı amaçlıyor. Sizin bu yazıyı okuduğunuz saatlerde biz ilk uçuş için Boeing’in Seattle yakınlarındaki Paine Field tesislerindeki özel pistinden havalanmış olacağız. İlk kez bir uçağın ilk uçuşuna katıldığım için heyecan içinde olduğumu yazmadan edemeyeceğim. Kendimi tutamadım defalarca Hamdi Bey ve THY Basın Müşaviri Ali Genç’e ‘Bu uçak kaç kez deneme uçuşu yaptı?’ diye sordum. Malum THY hızlı büyüyor, global bir oyuncu olmanın da tüm gereklerini bir bir yapıyor. Boeing’e tam da kriz döneminde sipariş edilen bu uçaklar THY’nin fırsatları iyi değerlendirdiğinin bir göstergesi. Ve artık THY yalnızca bizlerin değil yabancı basının da merceği altında. En merak edilen konulardan biri, kriz döneminde havayolu şirketleri bir bir siparişlerini iptal ettirirken THY’nin bu boşluğu değerlendirerek yeni alımlarda bulunmasıydı. Hamdi Topçu tüm ısrarlara rağmen uçakların fiyatlarını söylemedi. Liste fiyatları 210 milyon Dolar’dan başlayan uçakları sıkı pazarlıklar sonucu aldıklarını anlatırken de, ‘2009 yılında dünyada havayolları toplam 5 milyar dolar zarar etti. Biz ise 8 yıldır kar ediyoruz. Halka açık bir şirketiz. Paydaşlarımıza 4 kat para kazandırdık. Krizde uçak siparişlerini iptal eden veya öteleyenlerin uçaklarını imalatçılar bize teklif etti. Bu uçaklar krizin bize hediye ettiği uçaklar. 2009’daki net karımız 370 milyon dolar’ dedi.Kriz döneminde sipariş edilen uçakların 5’i Aralık ayına kadar, diğer 7’si ise Ağustos ayına kadar THY’ye teslim edilecek. Boeing 777-300ER’le birlikte THY’de bir yenilik de başlıyor. Economi Class, Business Class dışında Comfort Class uygulmasını başlatıyor THY. Comfort Class’lardaki yolcu konforu ve hizmeti Business Class’a yakın olacak, bu grubun biletleri de Business Class’tan ortalama yüzde 25 kadar ucuz olacak.Tanzanya’da şirket alabilirizBiliyorsunuz, THY Bosna Havayolları’nın da yüzde 49’unu aldı. Sırbistan Havayolları’yla da görüşmeleri sürüyor. Hamdi Topçu görüşmelerin Başbakanlar ve Bakanlar boyutunda olduğunu doğruluyor. THY’nin büyüme planları içinde yeni alımlarım da olabileceğini söylerken, ‘Sırbistan ve Polonya dışında Tanzanya’da da bir şirket alabilir ya da orada bir şirket kurabiliriz. Tanzanya’da da bizi talep ediyorlar’ diyor. Sohbet sırasında İstanbul’un uçak kapasitesinin yüzde 50’ sini kullandığını öğreniyoruz. Topçu, ‘Rusya, Asya, Güney Afrika çevremizde hub olabilmemiz lazım ama henüz transit yolcu da hak ettiğimiz payı alamıyoruz’ diyor.THY emin adımlarla hem uçak sayısını ve uçuş noktalarını artırmaya devam ediyor. Yakında ‘İstanbul’a 3’üncü havayolu gerekiyor’ diye konuşmaya başlayabiliriz. Boeing Ticari Uçaklar Avrupa ve Rusya’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Aldo Basile (solda), THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’ya tablo büyüklüğünde uçağın 2 penceresinin yer aldığı parçayı hediye etti. Pencerelerden birinde Seattle, diğerinde İstanbul’un havadan çekilmiş fotoğrafları bulunuyor.Afrika’da uçmadığımız yer kalmayacakTHY son bir yıldır Afrika’da atakta. THY şu anda Afrika’da 17 noktaya uçuyor, Topçu, ‘Bir yıl içinde Afrika’da uçmayacağımız yer kalmayacak’ diyor. Yaz aylarında Tanzanya’ya direkt uçuş gerçekleştirmeye başlayan THY’nin bu hattaki yolcularının yüzde 92’si yabancı yolculardan oluşuyormuş. THY’nin yakında Washington’a direkt uçuşları başlayacak. Bu hatta bizim ilk uçuşunu gerçekleştirdiğimiz Boeing 777-300ER tipi geniş gövdeli uçaklar uçacak. THY’nin 25’i kadın 1.500 pilotu var. Bu pilotların yüzde 25’i yabancı. LED aydınlatma, yatak olan koltuklar varBOEING’İN Everett tesislerini de gezdik. Uçakların montajlarının nasıl yapıldığını izledik. Ayrıca Boeing’in yeni nesil yolcu uçakları için hazırladığı Müşteri Deneyim Merkezi’nde 787 Dreamliner, 747-8 ve 737 serisi için geliştirilen Sky Interior tasarımları inceledik. Uçaklarda biz yolcuların gözüne çarpacak ve biz yolcuların konforunu artıracak değişiklikler söz konusu. Örneğin camlar büyütülmüş ve renklendirilmiş, can yeleklerinin yeri değişmiş, Led ışıklandırma kullanılmış. TOPÇU: SCHRÖDER, HANNOVER’E SPONSOR OLMAMIZI İSTEDİTHY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’yla sohbet ederken söz dönüp dolaşıp futbola geldi. Manchester ve Barcelona sponsorluklarından sonra THY’nin peşine çok sayıda futbol takımının düştüğünü öğrendik. Hatta eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder de Hamdi Topçu’yla Berlin’de yaptığı görüşmede THY’nin Hannover Futbol Takımı’na sponsor olmasını istemiş.
RITZ Carlton, KFC, Pizza Hut gibi markalarının temsilcisi olan Süzer Holding İcra Kurulu Üyesi Serhan Süzer, doğaya maksimum saygıyı gösteren mağazalar ve yeşil otel projeleri olduğunu söyledi. Süzer, “Yağdan temizlik malzemesine doğaya saygı gösteren ürünlerin satıldığı ‘Yeşil Dükkan’lar açacağız. Bu işi 2010 sonuna kadar toparlayıp, 2011’de açmayı planlıyoruz. Avrupa Yakası’nda sahile yakın iyi konumda arazimiz var. İzinlerle uğraşıyoruz. İstanbul için çok özel bir proje yaparak yeşil otel konseptini gerçekleştireceğiz” dedi.Hasan Serhan Süzer 1977 doğumlu, genç bir işadamı. Dedesi Hasan Süzer, babası Mustafa Süzer. Kendisine veliaht denmesinden hiç hoşlanmıyor, kendini de öyle görmüyor. Genç yaşında aldığı sorumluluk ise büyük. Süzer Holding’in İcra Kurulu üyesi. Mustafa Süzer’den sonra en büyük sorumluluk o ve ikiz kardeşi Baran Süzer’de. Saygılı, işkolik, kendini geliştirmeye odaklanmış, mütevazı Serhan Süzer sanırım gelecekte adını çok daha sık duyacağımız bir işadamı olacak. Kanada’de McGill Üniveristesi’nde Finans ve Muhasebe eğitimi alan, aynı zamanda Kosta Rika Fahri Konsolosu olan Serhan Süzer, Süzer Holding’in yeni projelerini anlattı. Bu arada Ritz Carlton Oteli’nin alt katlarına taşınan Süzer Holding’in yeni ofislerini de ilk kez bize açmış oldu. Okuduğunuz bölümü ailenizin yönlendirmesiyle mi yoksa kendiniz mi seçtiniz?Küçüklüğümden beri bankacı olmayı planlıyordum. Lisede okurken staj yapar gibi bankada çalıştım. Biliyorsunuz o dönemde bankamız vardı, idealim de bankacı olmaktı. Bu yüzden de finans okudum. Çok severek okudum. Babam da hep ‘muhasebeyi iyi bilmelisin’ derdi. Muhasebe eğitimi de aldım. KENDİMİ VELİAHT GÖRMÜYORUM Siz ailenizin üçüncü kuşak temsilcisisiniz. Doğduğunuz andan itibaren yönetici ve patron olmaya yönlendirildiniz mi? Babanız Mustafa Süzer’in karşısına geçip ‘Tiyatro oyuncusu olmak istiyorum’ deseniz nasıl bir tepki alırdınız?Babam ne derdi inanın tam bilmiyorum. Ama benim çocuğum olursa sevdiği, istediği, mutlu olacağı işi yapmasını teşvik ederim. Kızım, oğlum, sanatçı olmak istese, ‘Ressam olacağım deseler’ desteklerim. Ben kendimi asla veliaht gibi hissetmiyorum. Çocukluğunuzda babanız sizi işe götürür müydü?Babam Bahçeşehir Projesi’ni yaparken sokak isimlerinin konulduğu toplantıya beni de götürmüştü. Hiç unutmam, çok heyecan vericiydi. Babam küçük yaşlarda bizi işe götürürdü. Türkiye’nin en büyük gayrimenkul projelerinden birinin nasıl yapıldığına şahit oldum. Dedeme dönersem vefatından 3 gün önce beni çağırdı. Herhalde hissetti. Yaşlandığını ve birtakım işlerde ailenin sorumluluğunu birilerinin götürmesi gerektiğini, beni de bunları yapacak isim olarak gördüğünü anlattı. Dedem 85 yaşındaydı, ben de 28 yaşındaydım. Yıl 2005. Dedem benle konuşmasından 3 gün sonra kalp krizinden öldü. Ben dedemin o konuşmasına o sırada anlam verememiştim. Aile ile ilgili tüm düşüncelerine benim sahip çıkmamı istedi. Bundan da aileye bahsetti. Babam Antep ve çevresinde çok önemliydi, babam bunu ulusal boyuta taşıdı. Umarım ben de bunu uluslararası boyuta taşırım. Bu size farklı bir sorumluluk yüklüyor olmalı...Evet. Ama dediğim gibi kendimi veliaht olarak görmüyorum. Herkes hayata bir yerlerden başlıyor. Anne babalarımızı seçmiyoruz, başlangıç noktasını biz seçmiyoruz. O hayatı nasıl yaşadığınız önemli. Başladığınız noktayla son noktada neler yaptınız bu önemli. Her şey iş de değil. İyi bir baba olur, çok iyi çocuklar yetiştirirsiniz bu da başarı. İş hayatında çok kişiye istihdam yaratırsınız bu da başarıdır. Ben başladığım noktanın üzerine koymaya çalışıyorum Hep başarılı bir öğrenciydim. Kanada’da iyi bir üniversiteye girdim. Bugün buradayım, yarın nerede olacağım belli değil.ALLAH YÜZÜMÜZE GÜLDÜ Siz aslında aile olarak bunu da yaşadınız. Bankanıza el konuldu...Evet biz de yaşadık. Bankaya el konuldu, kötü bir dönemden geçtik. Askerliğimden döndüğüm gün bankamıza el konuldu. Kanada’da okurken Türkiye’ye dönmemeyi planlıyordum. Bir arkadaşım bana bir iş teklif etmişti. ‘Internet çağı başladı, bu iş patlayacak’ dedi. O geleceği gördü, ‘Şirket kuralım’ dedi. Ben de onla olmak istedim ama babam ‘Ya oğlum sana Türkiye’de iş mi yok. Sana ihtiyacım var’ dedi. Ben bir süre fon yöneticiliği yaptım sonra Türkiye’ye döndüm. Askerliği yaptım, bankaya el konuldu. Ortam hiç iyi değildi. Ben bu ortamda arkadaşımı aradım, şirketinin yüzde 51 hissesini 115 milyon dolara satmış, acayip paralar kazanmış ve evlenmiş. Hayat... Biz de burada büyük mücadele verdik ve Allah yüzümüze güldü. Babam da küçük yaşta bana büyük sorumluluk verdi. İkiz kardeşinizle sorumlulukları paylaştınız değil mi?Evet. Baran finans grubuna bakıyor. Holdingte reel sektörle ilgili tüm iştiraklere ben bakıyorum. Gıda perakendesi şirketleri, gayrimenkul ve enerji var sorumluluğum altında. Ve daha da odaklanmak için KFC ile Pizza Hut’ın şirketinin genel müdürü oldum. Bunda amacım değişimi hızlandırmak ve sahaya inmekti. Markalarda bir hareketlenme başlattık. PIZZA HUT EVE SERVİS YAPACAKNeler yaptınız? Yazın hiç durmadık. Toplam 90 restoran var. 50 KFC, 40 Pizza Hut restoranımız var. Önemli noktalara yeni atamalar yaptık. Yeni profesyoneller katıldı aramıza. İşimiz tam bir ekip işi. Pizza Hut restoran adeti olarak değil ama cirosal anlamda alanında en büyük. Pizzayı sevdiren marka, Türkiye’ye ilk gelen marka. Restoran başına cirosu rakiplerinden yüksek. Siz evlere servis yapmıyorsunuz, neden?Rakiplerimiz zaman içinde çok iyi işler yaptılar, hepsine saygı duyuyorum. Biz uzun zamandır yalnızca restoranlara odaklandık, ancak şimdi evlere servis alanına giriyoruz. Hatta geçen hafta başladık. Caddelerde konumlanacak ufak dükkan modellemesiyle evlere servis yapacağız. Bu alanda da 2011 başından itibaren franchise vereceğiz. Talepleri topluyoruz. Bir fuara katıldık. 4 günlük fuarda 500 başvuru oldu. Amacımız kaliteli pizzayı evlere götürmek. Çok motiveyiz. ATIK YAĞ KONUSUNDA HASSASIZKFC’de yenilik var mı?KFC’ye de yeni ürünler gelecek. Yeni kampanyalar çıkacak. KFC’yi ayrı yere koymak lazım. Bağımlılık yaratan bir ürün. İnsanın aklına gelince yemek istiyor. Çok taklit edilmesinden muzdaribiz. Çünkü biz kaliteye çok önem veriyoruz. Gıda eşittir sağlık bizim için. Biz büyük oyuncuyuz ve işimizi çok titizlikle yapmak durumundayız. Fast food sektöründeyiz, haftada bir iki gün bu ürünleri tüketmekten bir şey olmaz. Geçenlerde atık yağlar ve biodizelle ilgili bir toplantıya katıldım. KFC bu anlamda karnesi en iyi olan fast food zinciriymiş...Bunu bilmenize sevindim. Atık yağ konusunda çok hassasız. Asla transyağ kullanmıyoruz. Ben kişiliğim gereği inanmadığım ürünü satamam. Ben hem Pizza Hut’ın hem de KFC’nin aynı zamanda tüketicisiyim. Madem biodizel konusunu da takip ediyorsunuz, size o zaman planladığımız bir projeyi de anlatmak isterim. Biz tamamen doğaya maksimum saygıyı gösteren mağazalar açacağız. Yağdan temizlik malzemesine doğaya saygı gösteren ürünlerin satıldığı Yeşil Dükkan’lar açacağız. Bu işi 2010 sonuna kadar toparlayıp, 2011’de de açmayı planlıyoruz. Bu bir sorumluluk projesi değil herhalde... Süzer Holding’in çevre projesi gibi değil...Şirketler çevre projelerini imaj olsunlar diye de yapıyor, haklısınız. Ben bunu inanarak yapıyorum. Yurtdışında bazı örnekleri var bu dükkanların. Ben 1997’den beri Greenpeace üyesiyim. Bunu da kimse bilmez. Ailem de bilmiyor. İlk kez söyledim. Çok inanıyorum. Biliyorsunuz aynı zamanda Kosta Rika fahri konsolosuyum. Onları temsil ettiğim için gurur duyuyorum. Onlar ülkelerinde 2021’de karbon salınımını sıfıra indirmeyi planlıyorlar. İkinci konseptleri de barış. Yeşil otel konseptini de hayata geçirme projeniz var. O proje ne zaman hayat bulacak?Avrupa Yakası’nda sahile yakın iyi konumda arazimiz var. Onun izinleriyle uğraşıyoruz.İstanbul için çok özel bir proje yapmak istiyoruz. Türkiye’de bürokrasi kolay değil. Yeşil Otel konseptini gerçekleştireceğiz. Projemiz hazır. Gayrimenkul sektöründe örnek bir iş olacak. Ne kadarlık bir yatırım planlıyorsunuz?150 milyon dolarlık bir yatırım gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz.Azmi Ofluoğlu kanseri teşhis etti, babamın hayatı kurtulduBabanız bir sağlık sorunu yaşadı... Öncelikle büyük geçmiş olsun. O dönemde siz neler yaşadınız? Babam uzun süre yurtdışında kaldı. Kanser oldu. Süzer Holding’i görmek istediğimiz yere getiriyoruz. Çok motiveyim. Kardeşim ve diğer profesyonellerle iyi şeyler yapmak istiyoruz. Babam kanser olduğunda bana söylenmedi. Bir sağlık sorunu vardı ama kanser denmedi. Ben kemoterapi sürecinde anladım. Kanserin tedavisi de özellikle kemoterapi çok zor bir süreç. Babamım doktor seçiminde benim de çok katkım oldu. Amerika’da hastane seçimlerini ben yaptım. Kanseri de Alman Hastanesi’nin sahibi Azmi Ofluoğlu sayesinde teşhis olmuştu. Azmi Bey Alman Hastanesi’ne babamı davet etmiş ama babam gitmemiş, sonunda Azmi Bey babama şoförünü göndermiş. Babam da ayıp olmasın diye gitmiş ve sonuçta kanser teşhis edildi. Azmi Bey babamın hayatını kurtardı diyebiliriz. Hafta sonları İspanyolca kursuna gidiyorumSiz herkesten önce işe geliyormuşsunuz? Süzer Holding’in merkezi Ritz’de, siz de burada mı yaşıyorsunuz?Yok hayır, bir süre burada yaşıyordum ama evi ayırmaya karar verdim. Yine yakın bir yerde Nişantaşı’nda oturuyorum. İşe erken gelirim. İş dışında hayatınızda neler var?Benim için eğitim önemli. Hafta sonları Cervantes Enstitüsü’ne İspanyolca kursuna gidiyorum. Hafta sonları farklı bir ortama giriyorum. Sinema, tiyatroya giderim. Arkadaşlarla hafta sonları geziyoruz. Türkiye’yi gezmeyi çok seviyorum. Son olarak Antakya’ya gittim. Orası muhteşemdi. İnsanları da çok sıcakkanlı. Kardeşleriniz...İkiz kardeşim Baran benim gibi İcra Kurulu Başkan yardımcısı, o finans grubuna bakıyor. Nazlı okuyor. Daha küçük. ‘İleride yönetmen, film yapımcısı olacağım’ diyor. Ben ‘Ünlü bir yönetmenin yanına git, staj yap’ dedim, yaptı, çok da hevesli...‘İşadamının çocuğu işadamı olur’ klişesine inanmıyorum‘İşadamının çocukları işadamı olur’ klişesi vardır...Ben buna da inanmıyorum. Dedem aslen Malatyalı. Sıfırdan başlamış işe. İşleri de Gaziantep’te büyütmüş. Dedem ailenin başlangıcı. Zaman içinde girişimci olmuş, beyaz eşya ve mobilya dükkanıyla başlamış. 1970’lerde de İstanbul’a taşınmış. Dedem çocuklarını iyi dil eğitimi alacakları iyi okullara göndermiş. Babam da boynuz kulağı geçer misali dedemden bir süre sonra ayrılıp kendi işinde ilerledi. Dedenizden ve babanızdan öğrendiğiniz en önemli ilke, prensip nedir?Ben dedemden de babamdan da çok şey öğrendim. Benim adım Hasan Serhan Süzer’dir. Hasan dedemin adı. Hakikaten dedem benim için çok özeldir. Son döneminde çok da özel bir ilişki kurmuştuk. Çok zekiydi. Vizyon sahibiydi. Babam da zekidir, iş hayatını çok iyi bilir. Düşük sezonu bile yüzde 70 doluluk oranıyla geçirdikRitz Carlton bu yaz sezonunu nasıl geçirdi? Arap ülkelerinden gelenlerde artış oldu..Bu size yansıdı mı?Yanlış algı var İstanbul’da. İstanbul’da Mayıs- Haziran’da, Eylül ve Ekim’de, bu 4 ay en yüksek satışlar yapılıyor. Bu aylarda yer bulamamak doğal. Kongreler, seminerler bu aylarda yapılıyor. Ayrıca İstanbul’un da en güzel ayları. Değerlendirme yaparken diğer aylara da bakmak lazım. Düşük sezonda dolu değil oteller. Biz düşük sezonda yüzde 60-70 doluluk oranıyla geçirdik. Yatırımların dolu sezona göre yapılmaması lazım. İstanbul’un otel ihtiyacı var ama bence düşük yıldızlı otele ihtiyaç daha fazla. Sırt çantasıyla gelen turistler için güzel alternatifler yaratmak lazım. Bu yaz Temmuz ve Ağustos ayları boş geçmedi. Formula 1’den beri yazlar iyi geçiyor. Arap turistler de çok geldi. Onlar Temmuz ve Ağustos’ta da geliyorlar. Biz Avrupalılar için de Araplar için de çok cazip bir ülkeyiz.
Meral Tamer Şubat ayında meme kanseri oldu. Erken tanı sayesinde kısa sürede atlattı hastalığını. Bir kanser yazı dizisi hazırladı, yaşadıklarını da Milliyet okurlarıyla paylaştı. Ardından da bu kitap, Aşkolsun Kanser geldi. Meral Tamer’le arkadaşlığımız ve arkadaşlığın ötesinde bir yakınlığımız var. Her fırsatta özellikle de uçak seyahatlerinde çok sohbet ederiz. Kendimi Meral Hanım’a hep yakın hissederim. Belki annelerimizi aynı hastalıktan çok erken kaybettiğimiz ve kız çocuk büyüttüğümüz için...36 yıllık bir gazetecilik geçmişi var Meral Tamer’in. Çok neşeli, kahkahası meşhur, açık sözlü, heyecanlı, işini aşkla yapan, çok ama çok çalışkan ve disipinli, klasik müzik konserlerini, sergileri kaçırmayan biri.Ama tüm bu yazdıklarım az ve kuru kalır Meral Tamer için. Bazı insanlarda bir ışık vardır, buna hep inanırım, sevilirler ve bu sevgi onlardan taşar ve çevrelerine yayılır. Meral Tamer öyle biri. Kanser olmasa bu kitabı asla yazmaz, yaşadıklarını bizle paylaşmazdı. Kanser onun da söylediği gibi hayatında bir Milad. Tamer tüm yaşadıklarıyla bu kitabında karşımıza çırılçıplak çıkıyor. Hastalıkları, acıları, aşkları, evlilikleri...4 yaşındaydı okuma yazmayı öğrendiğinde, babası doktordu, az konuşurdu. Annesinin her şeyi kızı Meral’di. Tek çocuk olarak büyüdü. Annesi ne dese onu yapardı. 4 yaşında piyano çalıyordu. İlkokul birinci sınıfı atladı, hep çok başarılıydı... Hayatı 16 yaşındayken annesi ve babasını 4 ay arayla kaybettiğinde tamamen değişti. Bir dizi ameliyat geçirmese göremeyebilirdi... Doğan Kitap’tan çıkan Aşkolsun Kanser’i Meral Tamer kanser sayesinde kaleme aldı ama bu kitap bildiğimiz kanser kitaplarından çok farklı...Meral Tamer’in evinde sohbet ettik, muhteşem yemekler hazırlamıştı. Ordu’dan gelen fasulye, bir okuyucusunun tarifiyle hazırlanan kanser savurucu salata, keçi peynirli pancar, portakal suyunda pişmiş ayvalı kereviz, kağıtta levrek ve yine bir okuyucusunun Toroslar’dan gönderdiği ilaç niyetine yenmesi gereken üzümlerle donatılmış bir sofrada oturduk. Meral Tamer’den sağlıklı lezzetler kitabı bekliyorum, buradan duyrulur. * Aşkolsun Kanser kanser kitaplarına benzemiyor. Kanser hastalarının yazdığı kitaplarda hep şu vardır, kanser olduklarını öğrendikleri anda, "Niye ben?" derler, duvara çarpmış gibi hissederler kendilerini...Ben çocukluğumdan beri çok rasyonel yetiştirilmeye alıştım. Sanırım bu yüzden. Seninle daha önce konuşmuştuk bu konuyu, sen meme kanserini çok araştırdın, kitabında da "Kanser Olan Mememdi Ben Değil" demiştin. Gerçekten de öyle. Kanser olan minik bir yer vardı mememde. Kanseri hafife almadım ama niye ben de demedim. * Ağlayıp "Ne yapacağım" demediniz...Demedim, ağlamadım. Soğukkanlı davrandım. Oysa soğukkanlı değilim, biliyorsun. Bizim evin soğukkanlısı Doğa’dır, Osman da soğukkanlıdır. Sanırım annemin bana öğrettiğini yaptım, aklımı kullandım. Eşin dostun geçmiş olsun diye anlattıklarına da kulaklarımı tıkadım.* Herkesin kanseri kendisine. Her kanserin ayrı bir hikâyesi var...Ben bunu sezgilerimle buldum. Kızım çok hayret etti. Çünkü hayatım boyunca tüm hastalıklar için kılı kırk yarardım. Bu kez doktorum ne diyorsa yaptım. Doktoruma çok güvendim. TÜSİAD artık ilgimi çekmiyor beni heyecanlandırmıyor* Kanser size hayatta ne öğretti?Kanser masum evrede gelse bile yaşam kalitesini düşürüyor daha da doğrusu yaşam kalitenizi kesinlikle yükseltmeniz gerekiyor. Benim hayatımda iyi ve kötü beslendiğim dönemler var. Son 15 yıldır da her şeyi yerdim. Kaliteli beslenmek gerektiğini öğrendim, bundan sonrasında da daha sağlıklı beslenmem gerektiğini öğrendim. Aslında bu da yeni bir keşif. Henüz kanseri hazmettim mi, bilmiyorum. Ben bu kitabı yazmayı hiç düşünmemiştim. Ayrıca ben rutinden de sıkılmıştım...* 36 yıldır gazetecilik yapıyorsunuz... Siz hep çok çalışkandınız... Nereye gitsem sizi görürüm... Sıkıldım demenizin altında neler yatıyor?Koşuşmaya el vermiyor içim demeyeceğim ama heyecanlanmıyorum. Bir başka sermaye grubu oluştu, orada belki heyecan verici şeyler oluyor, onu da izleyenler var. AB nasıl artık ilgimi çekmiyorsa, TÜSİAD da ilgimi çekmiyor. Beni sıkan bir rutin vardı. * Kanser bir kapı açtı diyebilir miyiz?Deriz. Elim 2 ay yazı yazmaya gitmedi. Bu konuda Tayfun Devecioğlu’na çok müteşekkirim. Çok anlayışlıydı. Kanser dizimi de havada kaptı. Kanser olunca kafama balyoz düştü * Kanser sizin hayatınızda da Milad mı? Bence Milad. Kanserin küçüğü büyüğü fark etmiyor, hayatı değiştiriyor. Annemi kaybettiğimde kanseri bilmiyordum. Bunca yıldır da kafa yormadım bu konuya. Eski bayat bilgilerimle kafama balyoz düştü. Sevdiklerinle daha sıcak ve yakın olmak, vakit yok demeyi hayatından kaldırıyorsun. Kanserden sonra hayat daha anlamlı. * Siz kanser olduktan sonra geriye dönüp muhasebe yapmamışsınız. Ve şu olmamış, "Artık yapmak istediklerimi yapacağım" da dememişsiniz. Bunu yapabilmek çok zor değil mi?İstediğim her şeyi yaptım. Hobim mesleğim oldu. * Aslında mimarsınız...Evet... Girdiğim her yere mimar gözüyle de bakarım. Biraz önceki soruna dönersem, ben antikalarla, sanat tarihiyle hiç ilgilenmem. Geriye dönüp bakmam. Bu sanırım annemi ve babamı kaybetmemle ilgili. Ben maalesef o dönemlerle ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum.* Annenizle ilgili yazdıklarınız anne-kız ilişkisi açısından da çarpıcı. Çok dominant bir anne modeli. Ani bir kayıp, komşu evinde ve otellerde yaşamak zorunda kalmak... Bunlar çok ağır şeyler... Güçlü olmanız nedenleri bunlar olmalı...Ben hayatımda hep ileri baktım. * O dönemde bir yardım aldınız mı?O yıllarda terapi filan yoktu, bilinmezdi böyle şeyler... Hiç geçmişe bakmıyorum. Hayatı gerçek zamanda yaşarım. Her yere de yetişirim. Şu anda seninle konuşmaya konsantreyim, başka bir şeye değil. Her dakika yapacak bir şey vardır, pire gibiyimdir. Şu eve bak. (Meral Hanım’in evi çok sade, sarı renk hakim, sevdiği tablolar duvarlarda, çerceve, resim, objeler, aksesuarlar filan yok) Biraz da hırsız girmiş gibi. Benim yaşımdaki birinin evi gibi değil. Anılar yok, örtüler ve kalabalık yok. * Çok sade, siz değiştirmeyi de sevmiyorsunuz herhalde...Evet. Ben makyajımı bile 20 yıldır değiştirmedim. AVON’la Sağlığa Yolculuk Projesi kapsamında bu yıl beşinci kez gerçekleşecek “Meme Kanseriyle Mücadele Yürüyüşü” bugün Ortaköy-Beşiktaş hattında düzenlenecek. Saat 13:30’da Ortaköy’de başlayacak olan yürüyüş Beşiktaş Meydanı-Vapur İskelesi’nin önünde Candan Erçetin konseri ile devam edecek. Herkes davetli. Kanser olan mememi daha çok seviyorum* Meme bir organ değil ama kadınlık sembolü. Meme kanseri olup kocasına söylemeyenler, çok geç söyleyenler var. Kadınlığı kaybetme korkusu meme kanseriyle birlikte gelir çoğu kadına. Siz aynaya baktığınızda kendinizi memesiz düşündünüz mü, "Memem gitse hemen slikon yaptırırım" dediniz mi?Yok, hiç yoktu bunlar aklımda. Doktorum çok net konuştu. "2 cm çevresini temizleyeceğiz" dedi. Tamam dedim. Meme organ değil ama önemli. Cinsellikte zevk almamızı sağlıyor. Ben bu konu üzerine çok düşünmedim, yalnızca şu oldu, o mememi yani ameliyat olan mememi daha çok seviyorum. * Mücadeleci çıktı...Ben de ona 6 ay ihtimam gösterdim. Her yerimi ağrıttı, o tarafımdan hayatım boyunca kan alınamayacak, tansiyon ölçülemeyecek. Tüm dikkatim o tarafıma odaklandı. Yıkanırken çok özen gösterdim. * Siz erken tanı sayesinde kanseri çok hızlı atlattınız... Kaç yıldır sürekli takipteydiniz?5 yıldır gidiyordum. Menapoz sonrası östrojen hapı kullanan her kadın gibi ben de takipteydim ve bunu atlamıyordum.* Bu hapların da etkisi olduğu söyleniyor kanserde. Bu konuda da iki görüş var. Bu hapları kullananlarda çok sık meme kanseri görülüyor diyenler var, bir de bu hastalar takipte oldukları için kanser vakalarının fark edildiğini söyleyenler...Bunu biliyorum. Ben 7-8 yıl kullandım. Regli olarak kullandım. Bu konuda bir toplantıya gittim. Ben şimdi "Ah bunları niye kullandım" demiyorum. O dönemde kendimi bu haplar sayesinde daha iyi hissettim. * Kanserin dışında kitapta çok heyecanlı anılar var. Mimarsınız, evlisiniz, hastalanıyorsunuz. Gazeteci olmayı ve Cumhuriyet’e girmeyi kafaya koyuyorsunuz. Almanca ve İngilizce bilen biri olarak dış haberler servisine giriyorsunuz. Ama işe alınmayla ilgili kaderiniz, ‘yerleri de süpürürüm’ dediğinizde değişiyor...Aynen... "Arşiv de yaparım, yerleri de süpürürüm" dedim işi kaptım. Yerleri süpürürüm diye girdiğim gazetede 2 ay sonra herkes bana bayıldı. Sevinçten çıldırdım Lape"lik oldum* İlhan Selçuk, Hasan Cemal... Özellikle de Hasan Cemal’le uzun süre birlikte çalışıyorsunuz... Ve kısa zamanda kadroya girip, sevinçten Lape’lik olmuşsunuz. Okurken çok güldüm ve inanamadım...İnsanlar 2 yıl bekleyip kadro alamazken ben 9 ayda kadro alınca sevinçten çıldırdım. Gerçekten çıldırdım. * Karşınıza çıkan herkese aklınızdan geçen her şeyi söylüyormuşsunuz... Neler söylediniz? Sürekli konuşuyordum, susmuyordum. "Kravatınız hiç yakışmamış, iğrenç görünüyor" gibi. İlhan Selçuk üst kattaydı ama durumu herhalde haber verdiler kendisine. Bana bakıp beni hemen doktora yönlendirdi. Bana ajitasyon ekzitasyon teşhisi konuldu. Kocama haber verdiler ve Lape’ye yatırdılar. 20 gün yattım, sonra da hapla tedavi gördüm. * Osman Ulagay sizin yol arkadaşınız, birlikte çalışmaya başladığınızda evlisiniz, çocuklarınız olmuş, yazdıklarınız hep farklıymış, bir ara siz Osman Bey’in editörüsünüz, sonra o sizin ekonomi şefiniz... Evlilikler geçip gitti. Osman Bey’le arkadaşlığınız aşka dönüştü, yıllardır devam ediyor, nasıl bir ilişki sizinki? Çok farklı karakterlersiniz ama biliyorum çok ortak hobiniz var, çok paylaşımcı bir çiftsiniz...Osman’la ilişkimizde gazetede odalar yanyanaydı, aynı odada, aynı masada da çalıştık. Biz ikili olduk. Tüm ilişkiler emek istiyor. Birlikte yapmayı sevdiğimiz şeyler zamanla oluştu. Her gün çiçek sular gibi sulamak lazım. Konserlere beraber gidiyoruz. Bu konserler benim göz tedavim için Londra’ya giderken çıktı. Benim derin bilgim vardı klasik müzik üzerine, o bir enstrüman çalmamış ama hep dinlemiş. Osman içimde çiçek açtırdı. Bunun için yapmadı belki ama konserleri birlikte takip ederek büyük zenginlikler yarattık. Göz ameliyatları için gidip 3 hafta kalıyorduk, hep konserlere, kitapçılara gittik. Çok emek verdik birbirimize. Seyahatlerde çok dışarıda yemek yer olduk. Osman iyi yeri şıp diye anlar. Ben girdiğimizde en alakasız şeyi yerim, onun öyle bir huyu yoktur. Osman’la zenginliklerimiz her geçen gün arttı.Kızım benim ikinci üniversitem* Her şeyi paylaşıp evi paylaşmamanız işin sırrı olabilir mi? Yan dairede oturuyor. Onda kalmamışsam sabah hazırlanıp kahvaltıya gidiyorum. O çok güzel kahvaltı hazırlar. Komikliği de hep o yapar. Ben gülen, o güldürendir. * Kızınız Doğa için ‘ikinci üniversitem’ diyorsunuz. Sizle bu konuyu daha önce de çok konuştuk. İnsan annesini kaybedince kızıyla ilişkisi başka bir boyuta taşınıyor. Siz anneniz gibi bir dominant anne değilsiniz...Galiba öyle. Doğa artık 31 yaşında. Kızımla en güzel Anneler Günü"nü kanserimden sonra yaşadık. Ne Doğa’yla ne de Osman’la ilişkimde kanser milad olmadı. Ama dediğim gibi Doğa benim gerçekten de ikinci üniversitemdir. Bana çok şey öğretti. Ben Doğa’ya sınır koyamadım. Ben annemi dinlerdim. Annem ne derse yapardım. Ben Doğa’dan önce iki kocayı terk etmiştim, ikimiz burun buruna kaldık ve onu anlamaya çalıştım. Annem ve babam beni terk etmeseydi ben onları bırakıp Almanya’ya gidecektim, işimi değiştirdim, eşimi değiştirdim ama insan kızını bırakamıyor. Tüm yaşadıklarımızdan sonra onu anladım. Bana bir gün, "Sen de beni annen gibi zorlasaydın" dedi. "Yaptım ama sen ben değilsin" dedim. * Kitabınızı okuduğunda ne dedi?Kızımın bir özelliğini anladım. Dili benden iyi. Düzeltmeler yaptı. En zor yazdığım bölüm Doğa’yla ilgili olan yerler. Hepsini okuyup onayladı. Eksik olmasın bana unuttuklarımı hatırlattı. Çok emeği geçti kitabıma... Bunca yıldır kitap yazmadım, şimdi sanırım tüm bunlara değdi...* Size telefonda da söyledim, neredeyse iyi ki kanser olmuşsunuz diyeceğim! Tekrar geçmiş olsun ve kaleminize sağlık.
Sümeyye masada tam karşımda oturuyor. Batman’dan gelmiş İstanbul’a. Feriye Lokantası’nda Boğaz’a karşı sohbet ediyoruz. Biraz utangaç, sesi az çıkıyor. Cheetos Gelişim Merkezleri’ni duydunuz mu bilmiyorum. PepsiCo bünyesinde Frito Lay Türkiye’de kız çocuklarının okullaşması için bir süredir çalışmalar yürütüyor. Sümeyye de o kızlardan biri. ‘Senin hayatında ne değişti bu projeyle?’ diye soruyorum. ‘Resim yeteneğimi keşfettim’ diyor. Resim yeteneğini keşfetmekle kalmamış, Türkiye çapında yarışmalarda dereceler almış gencecik bir kız Sümeyye. Ve Feriye Lokantası’da 4 arkadaşıyla birlikte bir grup gazeteciye hayatlarının nasıl değiştiğini anlatıyorlar. Seher Ece, Fahriye, Emine ve Hilal. Hepsinin hikayesini dinliyoruz. PepsiCo bünyesinde Frito Lay’in “Kızlarımız Okuyor“ projesinden yararlanan 50 kızdan 5’iyle gerçekleştirdiğimiz buluşmada projenin sahiplerinden de kızlardan da bilgiler alıyoruz. Bundan 10-15 yıl önce Doğu Anadolu’ya gittiğimizde kız çocuklar ve anneleriyle gerçekleştirdiğimiz konuşmalarda ailenin erkekleri masaya yatırılırdı. Kızlar, ‘Mal gibi, koyun gibi satılmak istemiyoruz’ derlerdi. Berdele, kumalığa karşı çıkarlardı. Hala o topraklarda namus cinayetleri, kız ve kadınlar üzerine baskılar kuşkusuz devam ediyor. Ama değişen şeyler de var. Son 10 yıldır gerçekleşen değişim kızların her sözünden anlaşılıyor. Masada oturup anadilde eğitimi de konuşuyoruz. Kızlar babalarının kendilerini ve kardeşlerini her türlü olanaksızlığa rağmen okutmak istediklerini de anlatıyorlar. Çoğu yurtlarda kalıyor, ailelerinden uzaktalar. Hepsi facebook ve twitter’ı biliyor. Dizilerin kahramanlarının her türlü magazinel haberlerine hakimler. Bilgisayarla ilişkileri ilerlemiş ama kitap okuma konusunda hiç hevesli değiller. Hatta derslerinde başarılı olan kızlar, kitap okumayı sıkıcı buluyorlar. Geleceğe yönelik planlarına gelirsek... Öğretmenlik, doktorluk gibi meslekleri seçmişler bile... ‘İş kadını, yönetici olmak istemez misiniz?’ diye sorduğumuzda, duruyor düşünüyorlar. ‘Kariyer nasıl yapılır?’ öğrenmek istiyorlar. Ve onlar da ilk kez geldikleri İstanbul’u değerlendiriyorlar bize. Boğaz’dan, denizden etkilendiklerini anlatıyorlar. Denizin insana huzur verdiğinden söz ediyorlar ama içlerinden biri Seher Ece, ‘Denizin kokusunu alamıyorum ben’ diye başlıyor anlatmaya ve İstanbul’daki 3 günlük kısa ziyaretlerinde en çok da insanların koşuşturmasına ve birbirlerine karşı saygısızlıklarına şahit olduklarını söylüyor. İstanbul’daki kalabalık gözlerini korkutmuş. Hilal Diyarbakır Fen Lisesi öğrencisi. Hayatında çalışmak dışında bir şey olmadığını anlatıyor, en büyük hayali doktor olmak. Fahriye gitarla tanışmış Cheetos Gelişim Merkezleri’nde. Şimdi yazdığı şiirleri besteliyor. Bize yazdığı şiirleri okuyor. Seher Ece her gün Silvan’da dersaneye gittiğini, bir gün bir komşularının babasına, ‘senin kız her gün giyinip kuşanıp bir yerlere gidiyor’ diye laf ettiğini söylüyor. Kızlarımız Okuyor projesi kız öğrencilerin eğitim hayatlarına destek vermek için başlatılmış bir proje. Şirket çalışanlarının katkılarıyla oluşturulan bir fon var. Bu proje kapsamında maddi sıkıntı yaşayan ailelerin başarılı kızlarının 14 yaşından sonra her türlü ihtiyaçları karşılanıyor. Frito Lay Türkiye Genel Müdürü Ece Aksel, şirket çalışanlarının proje sahip çıktıklarını ve projeden yararlanan kız sayısını artırmayı amaçladıklarını anlatıyor: ‘Hedefimiz projemizi her sene büyüterek devam ettirmek. Kızlarımıza lise bitene kadar verdiğimiz desteği ileride üniversite seviyesine de çıkarmak istiyoruz. Hatta bizim için en büyük mutluluk bu kızlarımızdan birinin bir gün PepsiCo’da üst düzey kademelere gelip, yönetici olmaları olur’ Kızlarımız Okuyor projesine seçilen kızların hepsi Pepsico’nun GAP İdaresi’yle işbirliği içinde gerçekleştirdiği Cheetos Gelişim Merkezleri’nden yararlanan kızlar. Şu anda 6 ilde, 8 yerde faaliyetlerine devam ediyor. Bu merkezlerde okul çağı çocukların ders çalışacakları, kendilerini geliştirebilecekleri ortamlar yaratılıyor. Yetenekli çocuklar yönlendiriliyor. Kızlarımız Okuyor projesi gibi onlarca proje var, bunların hepsini takip ediyoruz. Bu çalışmalar sayesinde kızların hayatının değiştiğini görmek umut veriyor. Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için yapılacak çok şey var ve kızların deyimiyle ‘devlet baba’ yetişemiyor, şirketlere ve STK’lara çok iş düşüyor.
12 yılda Türkiye’de 62 mağaza ve 400’ün üzerinde satış noktasına ulaşan Seven Hill’in kurucusu Hüseyin Özbek, hazırgiyim sektöründe henüz kriz yaşanmadığını, yaşananların da kriz olmadığına dikkat çekerek, “Şu anda ortam toz pembe değil. Ben gerçek krizin 2-3 yıl içinde çıkacağını düşünüyorum” uyarısını yaptıHüseyin Özbek Seven Hill markasının kurucusu. Kumaş tüccarı babasına, ‘Ben marka yaratacağım’ diyerek yola çıktı, 12 senede markasını 3 kıtaya, Türkiye’de 62 mağaza ve 400’ün üzerinde satış noktasına ulaştırdı. Krizde de büyüdü.Sektördeki çoğu markaya göre farklı bir yol izliyor Seven Hill. Alışveriş merkezi (AVM) değil, cadde mağazacılığına güveniyor. Ve Hüseyin Özbek hazırgiyimde krizin kapıda olduğunu düşünüyor, “AVM’lerde kriz patlayacak” diyor. İndirim Yasası’nın ise en kısa zamanda çıkması gerektiğini vurguluyor... * Kaç yıllık bir marka Seven Hill, henüz çok genç değil mi?Evet 12 yaşında. Ben kurdum. Babam kumaş işindeydi.* Yedi tepeli İstanbul’dan mı esinlendiniz bu ismi koyarken?Öyle oldu. Birkaç alternatif vardı, Seven Hill hoşuma gitti.* Rus Dili ve Edebiyatı mı okumuştunuz?Ukrayna’da okudum. Diploma cebimizde ama bambaşka bir iş yapıyoruz.* 2001 krizi sizin bir girişimci olarak genç yaşınızda yakalandığınız ilk kriz olsa gerek. Daha sonra da global kriz geldi. 2001’de Seven Hill yolun başındaydı. Her iki krizi de nasıl geçirdiniz?Biz çok etkilendik diyemeyiz bu krizlerden. Ciddi zararları olan bir dönem geçirmedik. Daha emin adımlarla gitme dönemi oldu bizim için. Türkiye’de malum her 10 yılda bir kriz oluyor. 2001 krizinde de biz çok etkilenmemiştik. 2001’de AVM sayısı da çok azdı. Şimdi her yerde AVM’ler var. Bizim bu son krizde en büyük avantajımız ülke olarak kriz deneyimli olmamız oldu. Yunanistan’da insanlar meydan savaşlarına çıktı. Biz bu krizde şapkayı önümüze koyup daha temkinli davrandık. Benim bildiğim kadarıyla bizim sektörde hazırgiyim markaları arasında yok olup giden de olmadı. ‘Cadde’ye güveniyorum* Seven Hill özelinde siz neler yaşadınız?İnanın krizin çıktığı ilk günlerde büyük bir patırtı koptu. Biz bunun içinde de yoktuk. Çünkü biz başından beri AVM ağırlıklı büyümedik. Ben AVM’lere girme konusunda hep tedirgin davrandım. Krizin ilk dönemlerinde cirolar düşünce AVM kiraları çok ağır geldi ama bunlar da aşıldı. Seven Hill ise bunları yoğun olarak yaşamadı. * Neden girmediniz AVM’lere?Hiç girmedik diye bir şey yok. Odaklanmadık diyelim. Biz bir dönem girmedik AVM’lere. Bu konuda da doğru karar aldığımızı düşünüyorum. Çok plansız programsız AVM açılıyor. Hangi birine gireceksiniz? Cevahir, City’s, Profilo, Astoria, Metro City, Kanyon, Akmerkez şimdi yeni açılacak olan Sapphire ve Zorlu’nun yapılan yerini sayarsak ve hepsinde mağaza açtığınızı düşünürseniz işiniz zor. Geçen hafta ben 7 yeni AVM gezdim. Çağırdılar, görmeye gittim. Ekibimle gidip baktım. Çok düşünüyorum. En az 1.000 metrekarelik mağaza açıyoruz. 10 kere düşünüp bir kere hareket etmemiz gerekiyor.* Kaç mağazanız oldu? 62 mağazamız var. 400’ün üzerinde satış noktasında varız. Şimdi de doğru olan AVM’lere giriyoruz. Cadde mağazaları açmaya da devam ediyoruz. Hızla büyüyoruz. 250 mağazaya ulaşmayı hedefliyorum. Anadolu’da da büyüyoruz. AVM’lerle ilgili sözlerime bir ek de yapmak istiyorum; çok iyi bir AVM 3-4 yıl içinde sönebiliyor, cirolar çok düşük kalabiliyor. Ben cadde mağazalarına daha çok güveniyorum. Yeni markalar iyi gidiyor* Siz gençlere odaklı bir markasınız. Yine Seven Hill’in çatısı altında yeni markalar çıkardınız. Long Play ve Twenty... Onlar da gençlere yönelik, buna neden gerek duydunuz?Long Play 16-25 yaş arasına hitap ediyor. Trend ürünler var Long Play’de. Kalıpları, ölçüleri daha farklı. İyi de gidiyor. * Ayrıca mağaza açmayı planlıyor musunuz?Hepsi Seven Hill mağazaları içinde. Kendini genç hisseden kişilerin giyebileceği ürünler hazırlıyoruz. Twenty markamız ise bizim mağazalarımızda değil, büyük katlı mağazalarda Boyner ve YKM gibi mağazalarda sattığımız bir marka. Çok iyi gidiyor. * Ne kadar iyi?İkinci sezonumuz. 2 milyon adeti geçtik. Çok memnunuz, çalıştığımız mağazalar da bizden memnun. Basic ürünlerimiz de trendy ürünlerimiz de çok satıyor. 12 yıldır bu işi yapıyoruz, her yıl trendy ürünlerin satışı artıyor.Lüksten kaçış var* Siz üretim yapmıyorsunuz değil mi, yani fabrikanız yok?Yok, farklı üreticilerle çalışıyoruz. Yalnızca İstanbul’da değil, İzmir, Bursa ve Mardin’de de üretimimiz var. Yurtdışında da üretim yaptırıyoruz. * Nerelerde? Çin ve Bangladeş... Aslına bakarsanız gönlüm çok istemiyor ve yurtdışı üretimimiz düşük. Üretimimiz Türkiye ağırlıklı . Defalarca Çin’e gittim. Şu anda ekip arkadaşlarım Hindistan’da. Onlar dönecek, onları dinleyeceğim. Bu arada Türkiye’nin örme işinde bir numara olduğunu düşünüyorum. * İhracatınız var mı?Kendi markamızla yapıyoruz. İyi de gidiyor. Avrupa ülkelerine daha çok gönderiyoruz. Krizde de ihracatımız düşmedi. Avrupa firmaları bize yüzlerini dönmüş durumda. Lüks ürünlerden kaçış tüm dünyada var. Bizim müşterimiz çok arttı.*****Makul fiyatlı yabancı markaların Türkiye’ye gelmesi bize iyi geldi* Siz makul fiyatları olan, gençlere seslenen bir markasınız. Son 10 yıldır Türkiye’ye makul fiyatlı markalar girdi, başta İngiliz markaları... Siz etkilenmediniz mi?Rekabet iyidir. İngiliz, İspanyol ve İsveçli markalar geldi... Rekabet olmasa insan kendini bırakır. Biz her şeye çok dikkat ediyoruz. Eskiden bir mağaza 10 müşteri vardı, şimdi 10 mağaza bir müşteri var. Eskiden 5-6 kişilik tasarım ekibimiz vardı, şimdi 40 kişi var. Fokus gruplarımız var, hep araştırıyoruz. Yalnızca iyi ürün yapmak da yeterli değil, mağazalarınızdan personelinize ve fiyatınıza kadar her şeyiniz iyi olmalı. Dünyanın en güzel kumaşından en güzel ürünü yapın kalıpta minicik bir hata her şeyi bitirir.* Mango’nun kurucuları buradaydı, krizden hiç etkilenmeyen bir marka...Bence de çok etkileyici. Çok güzel bir başarı öyküsü, bizim de onlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Ben Avrupa’ya her gittiğimde şaşırıyorum. Sabah 10.00’da Zara ve Mango gibi mağazalar tıklım tıklım, alışveriş caddeleri dolu. Biz de hâlâ öyle bir durum yok. * Siz yurtdışında mağaza açmayı planlıyor musunuz?Evet. Ama zamanı var. Yunanistan, Ukrayna ve Rusya’da bizim ürünlerimizi satanlar var. Rusya çok pahalı. Mağaza açan ortaklarımız dekorasyonu bile buradan yaptırıyor. AVM kiraları uçuk denecek derecede pahalı. Rusya’da da bu gidiş bir yere toslayacak gibi.* Türkiye’de de bazı AVM’lerde aynı şey söz konusu...Ben bizim sektörde hâlâ kriz yaşanmadığını, bu yaşadıklarımızın kriz olmadığını düşünüyorum. Şu anda da ortam toz pembe değil. Ben AVM sayısının artmasıyla birlikte gerçek patlamanın, yani gerçek krizin 2-3 yıl içinde çıkacağını düşünüyorum. Ankara’da şu anda ciddi anlamda iş yapan bir AVM var. Biz ülke olarak bir şeylerin suyunu çıkarmayı seviyoruz. *****İndirim yasası çıkmalı * İndirim dönemleriyle ilgili de yasa çıkmadı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?O yasa çıkmayacak. Çünkü biz kendimize güvenmiyoruz. İnanın ben bile bıktım indirim SMS’lerinden. 3’al 2 öde’ler, özel gün indirimleri, 12 taksit, alışveriş yap 3 ay sonra öde... Ucu yok. Aklınıza gelecek her şey var. İndirim döneminin zamanı olmalı. Ben yarın kışlık sezonda yüzde 50 indirim istersem yaparım, hadi bakalım... Olacak iş değil. Sektör bu konuda kendine çeki düzen vermeli. Geleceği planlamalı. Şu anda tekstilcilerin işine gelmiyor bu yasa.*****Körfez ülkelerinden gelenler sayesinde yaz çok hareketli geçti* Siz kumaş kökenlisiniz...Çok yenilik var kumaşlarda...Biz de takip ediyoruz. Bu üzerimdeki kumaş yüzde 100 bambu. Çok kaliteli. Maliyeti de yüksek. Soyadan da kumaş yapılıyor. Çoraptan tutun her şeye. Kokmuyor, terletmiyor... Soyadan bebek kıyafetleri, iç çamaşırları her şey yapılıyor. İşin en güzel yanı da soğuk suyla yıkanıyor.* Çocuk giyiminde de büyüyorsunuz...Önümüzdeki yaz atılım yapacağız çocuk giyiminde. Çocuk markaları da hızla büyüyor tüm dünyada. Benim de iki çocuğum var, insan çocuğuna en güzelini giydirmek istiyor. Çocuğunuza olunca akan sular duruyor. Eskilerin lafı kötü, çocuğun yediği helal, giydiği haram diye. Artık öyle bakmıyor kimse. * Bu yaz Körfez ülkelerinden gelen turist sayısı arttı, bu size yansıdı mı? Yansımaz olabilir mi? Çok hareketli bir yaz geçti. Umarım bu önümüzdeki yıllarda da devam eder. *****ÇOCUKLARIM VE FENERBAHÇEM* İş yaşamındaki stresten nasıl uzaklaşıyorsunuz? 33 yaşındayım. 8 yaşında bir kızım, 5 aylık da bir oğlum var. İş yaşamındaki tüm stresimi ailemle atıyorum. Hafta sonları onlarla zaman geçiriyorum. * Dışarıda arabanızı gördüm FB plakalı...Bir de Fenerbahçe var hayatımda. Bazen stresimizi alıyor, bazen stresimizi artırıyor. Geçen sene şampiyonluğu kaçırma hikayemiz beni bitirdi.
Çocukluğumda iştahsızdım, iştahsız olduğum için de iştah acıcı her yolu deniyorlardı. Ve şimdi ben de aynı durumdayım. Ela “Acıktım” dediğinde dünyanın en mutlu kadını ben oluyorum. Ve doktoru her seferinde “Kilosu gayet iyi” dese de kızım bana zayıf geliyor. Geçenlerde bir arkadaşımla buluşup kızlarımızı yemeğe çıkardık. O “Yeme, artık yeter” diyor kızına, ben de “Annecim hadi ağzındaki lokmayı çiğne, şimdi yut” diyorum... Bir çocuğa yeme deyip, önünden yemeği çekmek mi zor, yoksa tersi mi? Bilemiyorum. Geçenlerde Türkiye’deki çocuklarda artan obezite oranına dikkat çeken haberleri gördükten sonra bir uzmanla bu konuyu konuşmaya karar verdim. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Klinik Şefi Prof. Dr. Ziya Mocan ve Diyetisyen Sanem Apa’yla sohbet ettik. İnanın bu sorun yalnızca ailelerin önlem almasıyla çözülmez.* Obezite tehlikesi anne karnında mı başlar? Bir annenin gebeliğinde çok kilo alması, bebeğin normalden kilolu doğması ne kadar etkili? Çocuk anne karnına düşmesinden itibaren çocuğun sağlığıyla ilgili her şey başlar. Annenin beslenmesiyle çocuklardaki obezitenin bağlantısı vardır. En önemlisi annede şeker hastalığı var mı? Ve en önemlisi de açık şeker hastalığı değil, anne de gizli şekerin olup olmadığı. Genelde gizli şeker hamilelikte atlanıyor. * Gebelik süresince şeker takibi hangi dönemlerde yapılmalı?Gebelik 3 döneme ayrılır. Her dönemde yapılmalı. Ayrıca genetik faktörler de var. Ailede şeker hastalığının olması da etkili olabilir. * Çocuklardaki obezitede genetik faktörler ne kadar etkili?Etkili ama tamamen genetik faktörlere bağlı değil çocuklardaki obezite. * İnce, zayıf anne babaların çocukları da obez olabiliyor...Kesinlikle. Dediğim gibi genetik faktör en az oranda etkileyen. Çok farklı etkenler var çocuklarda obezitede. Genelde gördüğümüz yanlış beslenme, davranış bozuklukları ve ailede şeker hastalığının olması. İnce anne baba da çocuğu çok yanlış besleyebilir. Mamalarla beslenen çocukların obez olma tehlikesi yüksek* Emzirme önemli. Anne sütüyle büyüyen çocukların obez olma tehlikesi daha düşük...Evet, anne sütü çok önemli. 6 ay kesinlikle yalnızca anne sütü almalı çocuklar. Mamalarla beslenen çocuklarda obezite riski var. Anne sütünde koruyucu özellikler asla hazır mamalardaki gibi değil. Anne sütü çok üstün. Anne sütünün yerini hiçbir şey alamaz. Yapılan mama reklamlarına inanmamalı anneler. * Bu da tüm araştırmalarda karşımıza çıkıyor...Evet, yapılan tüm araştırmalar da bunu gösteriyor. Çünkü anne sütünün kullanılabilirliği çok yüksek. Mamalarda durum böyle değil. Mamaları depoluyor çocuklar. Emziği şekerli suya ve bala batırmak çok yanlış* Herkes emziremiyor, ne yapacak emziremeyen anneler? Öncelikle emzirmeyi amaçlayacaklar, üşenmeyecekler, kolaya kaçmayacaklar. Her annenin sütü olur. Olur da bir sağlık nedeniyle süt sorunu yaaşanıyorsa, bundan sonra atılacak adımlar doktorla birlikte olmalı. Doktorun söylediklerinin dışına çıkılmamalı. Doktorun verdiklerinin dışına çıkılmamalı. Bizim zamanımızda bunlar veriliyordu denmemeli. Tereyağı veriliyor...* Mamalara tereyağı katanlar var...Evet, ne yazık ki bunlar yanlış. * Aklıma hemen gelen bir yanlış var. Emzikleri şekerli suya ve bala batıranlar var. Çocuklar güzel uyusun diye...Bu da çok yanlış. Az bilgiyle hareket ediliyor. Her şeyi bilmek imkansız. Bilenlerin dediklerine güvenilmeli. İlk 6 ay anne sütü yeterliyse çocuğun başka bir gıda almasına gerek yoktur. Obeziteyi etkileyen duygusal faktörler de var. Anne baba, aile ortamının sağlıklı olması, okuldaki başarısızlık... Ailedeki sorunlar çocuğa farklı yansıyor. Mutsuzluk yeme alışkanlıklarını değiştiriyor. Çocuğunuz önüne koyduğunuz her yemeği yemeli * Çocuklar çok yemek seçiyor. Bunun önüne nasıl geçilmeli? Çocuğun önüne koyduğunuzu yemeli, onu yemiyorsa o öğün atlanabilir. Bizde “Aman çocuğun sevdiği yemekleri yedirelim” deniliyor. Besin değeri yüksek bir yemekten vazgeçilip, besin değeri yüksek olmayan, hatta zararlı olabilecek yiyecekler veriliyor. Aileler duygusal kararlar verebiliyor. * Bir çocuk kaç yaşında çikolatayı tatmalı, tatlı yemeli?Tatlılar ne yazık ki çok tüketiliyor. Damak tadımız da tatlıya yatkındır. En büyük problem de ekşi tadı çocuklara sevdirememektir. Ne kadar geç verilirse o kadar iyi...Obezite hastalarının tümünün damak tatları tatlıya yönelik olur* Ekişiyi seviyor aslında bebekler, limon yalarlar.Bebekken yakınlar ama bir şekilde bu değişiyor. Tatlıya karşı eğilim oluyor. Eğilim sırasında biz “Eti yemedi ama pasta yedi” dersek bu yanlış. Kremalı tatlı vererek çocuğa en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Obezite hastlarının tümünün damak tadları tatlıya yöneliktir. Bu da çocukluktan gelir. Ekşiyi sevmezler. Ekişiyi seviyorsa bir çocuk obez olmaz. Ekşi seven ekşi yer. C vitamininden yüksek beslenir, metabolizmaları hızlı çalışır. Tatlılar yedikçe yedirir, kalorisi yüksektir. Çocuk hekimlerinin önerdikleri dozlarda tatlı tüketilmeli. Alın çocuğunuzun ağzına limon damlatın demiyorum. Siz ne zaman çocuğunuza meyve suyu denettiniz?* Emzirirken 4.5 aydan sonra günde yarım bardak meyve suyu verdim. Bu doğru. Ama bunu yaparken meyvelerin içine şeker koyanlar oluyor, bu çok yanlış. Okullardaki mönüler mutlaka denetlenmeli, ucuza kaçılıyor * Yuvalarda, kreşlerde ve ilköğretim okullarında da tatlı veriliyor mönülerde, bu yanlış değil mi?Çok yanlış. Genelde bu mönülerde ucuza kaçılıyor. Mönülerde tatlı yerine meyveli yoğurt ya da meyve olmalı. * Çocuklar günümüzde enerjilerini harcayacak ortamlarda da değiller...Parklarda biraz oynuyorlar, çocukların zaman geçireceği mekanlar yok. Olanlar da yine oturarak, bilgisar oyunları gibi... Çocuklar spor yapmıyor.* Beden dersleri kaldırıldı... Zaten olsa da beden dersleri boş geçen ders gibi algılanırdı... Ne yapılmalı bu konuda? Herkesin maddi olanağı yok çocuğunu özel kurslara göndermek için?Ne yazık ki öyle. Devlet politakası olmalı bu konularda. Çok genç nüfusumuz var, sağlıklı kuşaklar yetiştirilmeli. Şu anda beden dersi sıfırlandı... Bu yanlıştan dönmeli ve beden dersleri özendirilmeli. * Okul kantinleri de çocuklar için tuzak gibi... Her türlü abur cubur var...Okullar diyestisyen çalıştırmalı ve kantinler kontrol altına alınmalı. Besleyici, protein değeri yüksek gıdalar satılmalı. Tamamen abur cubur satılıyor kantinlerde, bu yanlış...* Türkiye’de yüzde 28 obez çocuk oranına bakarak, bu çok tehlike diyebir miyiz? Demeliyiz, hızla artıyor. Yüzde 28 diyenler de var, yüzde 24 diyenler de. Her iki oran da çok yüksek. Her 5 çocuktan biri obez. Bir çocuğa tombiş demek bile travma yaratır!* Bir de bu çocukların psikolojileri de bozuluyor. Küçücük çocuklar diyetisyenlere gidiyor, sürekli uyarılıyorlar aileleri tarafından, alay konusu oluyorlar...Bu psikolojik problemleri de getiriyor dediğiniz gibi. İçe kapanık olabiliyorlar. Bir çocuğa tombiş demek bile rencide edici. Okullardaki öğretmenlerin de bu konuda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Bu çocuklar çok alıngan oluyor. Tombiş lafı bile bu çocuklarda tramva yaratır. Çocuklar içe döndükçe hislerini açıklayamıyor. Bu çocukların dersleri de etkileniyor. Daha çok odalarında zaman geçiriyorlar, daha çok yiyorlar. * ‘Yeme’ demek çok zor değil mi bir çocuğa?Yeme denmemeli, “Çocuğum bunu yersen daha iyi” demek gerekiyor. “Kremalı bir pasta, üzerinde çikolata soslu bir dondurma yerine şunu yersen daha iyi” demek lazım. Çocuklar genelde anne babaları bir noktadan sonra umursamıyor. Bu duruma gelinmişse bir pedagogtan da yardım alınmalı, kesinlikle de diyetisyene gidilmeli. Obez çocukla bir yol arkadaşlığı yapmak gerekiyor* Size gelen hastalarda çocuklar kendilerini nasıl anlatıyor? Çocuk anlatırken bile aile devreye giriyor. Sonuçta çocuklar bir şahsiyet, aieleler bunu görmeli. Hep şunu yaşıyorum, çocukla başbaşa kaldığımızda çocuklar çok farklı konuşuyor. Doktoru çocuk arkadaş gibi görünce, gizli sırları söyleyince durum değişiyor. Obez çocukla bir yol arkadaşlığı yapmak gerekiyor. Kilolarını ailelerine bile söylemek istemiyorlar. * Kız- erkek çocuk ayrımı var mı? Obez kız çocuklarla erkeklerin davranışları farklı oluyor mu? Kızlar biraz daha duygusal olabiliyor ama büyük fark yok. * Peki fiziksel etkileriyle ilgili farklar var mı? Kızlar ergenlik çağına yaklaştıklarında ailelerine karşı daha sert oluyor. 15-16 yaşında kızların beğenilme kompleksleri ön plana geçiyor. Aynı şekilde bu dönemde sıfır beden hastalığı da ortaya çıkıyor. Erkeklerde böyle durumlar olmuyor. Bundan 4 yıl önce bu durum daha kötüydü, biraz kırılmaya başlandı. Sıfır bedene karşı da bir reaksiyon oldu. Sanırım aneroksiya azaldı. Erkeklerde memelerin büyümesi büyük problem* Obez çocuklarda farklı rahatsızlıklar da olabiliyor mu? Kolesterol yüksekliği erişkinler gibi olmasa da kötü kolesterol sorunu olabiliyor. Bu düzeltilmezse metabolik sendroma gidiş oluyor. Şeker hastalığı riski çok fazla. Erkek çocuklarda problemlerin başında memelerin büyümesi geliyor. Çok önemli bir görüntü problemi meme büyüklüğü. * Başka sorunlar da oluyor mu?Kilolu erkek çocuklarda testislerin içeride kalması sorunu olabiliyor, bu kompleks yaratıyor. Bu sorun ailede de problem yaratıyor. “Penisi büyüyemedi mi” diye soruyorlar. * Kilodan mı büyümüyor? Kilolu olduğu için testisler içeride kalıyor. Testislerin gelişmesi için soğuk ortam lazım. Kilolu olunca, içeride kalınca testisler yavaş gelişiyor, gecikiyor. Bu da ergenlik dönemini geciktiriyor. Zayıflayınca çocukların boyları da uzuyor. Kilolu çocuklar daha yavaş uzuyor. Kilo veren çocuğun boyunun uzaması da hızlanıyor. * Kısırlık olabiliyor mu ileride? Olabilir. Testisler kilodan dolayı kanallarda kalıyor ve inemiyor. Bir operasyonla bu testislerin indirilmesi gerekiyor. * Kız çocuklarda durum nasıl?Kız çocuklarda da ergenlik gecikiyor. Bedenleriyle barışık olmuyorlar ve adelosan dönemindelerse adetleri düzensiz olabiliyor. Süt dışında yüzde 100 meyve sularını içmeleri gerek* Okul kantinlerinde yok yok. Evde siz ne kadar dikkat edersenz edin, okulda iki gofretle doyabilir çocuk...Okul kantinlerinde yaş ve kuru meyve, meyveli yoğurt satılabilir. Okullardaki kantin kültürü ne yazık ki çok kötü. Kantinler boş enerji tuzağı. Süt dilimleri filan satılabilir, ceviz, badem satılabilir. * Hazır dondurmalar besleyici mi yoksa onlardan da uzak mı durulmalı?Onların doymuş yağ oranları biraz fazla. Onların da türleri var alırken dikkat etmeli..* Şeftalili, limonlu çaylar içmeli mi çocuklar?O çayların da şeker oranı kolalar kadar. Şeker yemekten hiçbir farkı yok. * Peki süt dışında ne içecekler? Yüzde 100 meyve suları var ve bunlar çok sağlıklı. Ayran, orman meyveli ve çilekli kefirler de içilebilir. Ama çocukların bence en zevkle içecekleri yüzde 100 meyve suları. Limonatalar da çok şekerli. Şekersizleri de çocuklar için uygun değil.Sütü çocuğa sade içirin ve günlük süt tüketin* Süt içen çocuklarda kilo problemi olmuyor deniliyor, doğru mu? Anne sütünden değil inek sütünden bahsediyorum...Ziya Mocan: İnek sütü tüketimi Türkiye’de çok düşük. Mutlaka artmalı. Çocuklar normal süt içmeli. Bu bilgi de doğru, süt besleyici ve doyurucu. Bir bardak sütü akşamları içmek gerekiyor. Süt içen insan fazla acıkmaz. Sütü sade içmek lazım. Günlük sütün içilmesini tavsiye ederim. Ayrıca kefir de içilmeli. Çok yararlı. * Asitli içecekler de aynı şekilde sakıncalı...Kesinlikle, şekerli ve asitli içecekler asla çocuklara verilmemeli. Diyetisyen Sanem Apa: Çocuğunuza patates kızartması yerine salata, ev hamburgeri verebilirsiniz* Obezite probleminden konuşurken okullardaki mönülerin de sağlıksız olduğu ortaya çıkıyor. Bir obez çocuğun tedavi için ailede yapılacakların dışında da yapılması gerekenler var gibi görünüyor... Okullardaki mönüler ne yazık ki çok kontrollü değil. Sorun maliyetler. İncelediğim mönüler oldu. Sabah kahvaltısında sosis, salam veriyorlardı. Toplu beslenmede bu ürünler ucuza alınıyor. Sosis, salam hiç iyi bir alışkanlık değil. * Her çocuk patates kızartmasını seviyor, pilav, makarna ve hamburger seviyor. Ne yapmalı aileler?Patates kızartması yerine, eğlenceli bir patates salatası verilebilir. Aynı şekilde evde de hamburger yapılabilir. Eskisi gibi de değil artık, çeşit çeşit sandviç ekmekleri var, evde yapılmış bir köfteyle bunu vermekte hiçbir sakınca yok. * Tatlılardan çocukları uzak tutmak gerektiğinden bahsettik, hiç mi tatlı yemeyecek çocuklar? Emziği bala batırmakla başlıyor hata. Tatlıyı çok geç vermeli aileler. Şeker ve çikolata çok geç verilmeli. Ben kuru meyveleri öneriyorum. Çeşit çeşit kuru meyveler var.
Akbank Uluslarararası Caz Festivali Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden biri. Bu yıl 23 Eylül’de başlayan festival 12 Ekim’e kadar sürecek. Derya Bigalı Akbank Sanat Genel Müdürü. Buluştuğumuzda heyecan içindeydi. Festivalin yoğun programı başlamıştı. Doğrusu festivaldeki her etkinliği takip etmek için klonlanmak lazım! Aynı tarihlerde birden fazla konser ve etkinlik var. Cazın ustaları ve genç caz sanatçılarını buluşturan etkinliklerden, çocuklar için caz üzerine hazırlanmış atölye çalışmalarına kadar uzanan farklı etkinlikler... Festival 7’den 77’ye herkese caz dinletmeyi amaçlıyor. İster ayakta ister oturarak, ister brunch da isterseniz de club’te caz alternatifleriyle hayli zengin bir programı var festivalin.Derya Bigalı’yla festivali konuşmak için Akbank Sanat’ın cafesinde buluştuk. Festivali çocuğu gibi gören biri Derya Bigalı. 15 yıldır festival için emek harcıyor. 7 yıldır da Akbank Sanat Genel Müdürü. Derya Bigalı’yı biraz anlatmak istiyorum, çünkü onun caz festivalini düzenlemesi bir tesadüf değil. Bigalı, ODTÜ Bilgisayar mühendisliğinden mezun olduktan sonra, Netaş’ta 1.5 yıl çalışmış. Daha sonra Almanya’ya gitmiş. Alcatel’de sistem mühendisi olarak çalışmış. ‘Bir yıllığına gittiğimi sanıyordum ama her yıl yeni projelerle sözleşmeler uzatıldı. 7 yıl kaldım Almanya’da’ diye başlıyor anlatmaya. Kültürel anlamda yoğun bir yere gitmenin avantajlarını yaşamış Derya Bigalı. Orası Herman Hesse, Hegel ve Heidegger’in yetiştiği bölge. Ayrıca caz sanatçılarının da albüm kayıtlarını yapmak için sık sık gittikleri bir yer. Bigalı, ‘Almanya günlerinde küçük kulüplerde cazın ustalarıyla tanıştım. 7 yıl sonra Türkiye’ye döndüğümde de kendimi Aknet’te buldum. Akbank Bilgi İşlem’deydim. Bir gün yanımdaki ofiste sanat yazılımı hazırlayan çalışma arkadaşıma gözüm takıldı. Akbank’ın sanatla ilgili çalışmalarını ve o yıl 5’incisi yapılan caz festivalini öğrendiğim’ diye anlatmaya devam ediyor. İşte o günden sonra Bigalı’nın profesyonel iş yaşamı da değişmiş... Festivalin turistleri var Evinde 3 bine yakın caz albümü olan tam bir caz tutkunu Derya Bigalı. Bu yüzden de festivali birlikte yaptıkları Pozitif’le işin her adımında birlikte çalışıyor. ‘Yaptığımız iş yalnızca bir sponsorluk değil, bir sosyal sorumluluk projesi’ diyor. ‘Festivale yurtdışından da caz severler geliyor mu?’ diye merak ediyorum.Bigalı anlatıyor: ‘Geliyor. Hatta bazı tur programlarına giriyoruz. Eylül-Ekim İstanbul için çok güzel bir dönem. Ayrıca otellerden festival için bilet talebi geliyor. Caz alanındaki profesyonelleri takip edenler var, 120 kişinin akreditasyonunu yaptık bu yıl. Bu kişiler yalnızca yurtdışından gelen sanatçıları değil bizim caz sanatçılarımızı da dinliyorlar.’ Gelelim festivale... Festivalin programı hayli yoğun, ben kısaca özetledim. Mutlaka programa bakın.30 Eylül’de Cemal Reşit Rey’de Diana Schuur, 1 Ekim’de Cemal Reşit Rey’de The Sun Ra Arkestra, 3 Ekim’de post-modern caz müziği ustası oluşumlardan biri Instant Composers Pool Orchestra, 8 Ekim’de Ghetto’da Hindi Zahra var.Pera Müzesi’nde festival süresince caz müziğinin yer aldığı filmler de gösterilecek. Türk cazının temsilcileri de genç müzisyenler de festivalde. Şehrin ritminin arttığı Eylül- Ekim’de müzik keyfi kaçırılmaz..."İster brunch’ta isterseniz club’da caz alternatifleriyle hayli zengin bir programı var festivalin..."
Türkiye’de 100’üncü yılını kutlayan Bosch’un Yönetim Kurulu Başkanı Franz Fehrenbach, krizin etkilerinin geçtiğini, 2007’deki global cirolarına bu yıl yeniden ulaşacaklarını belirterek, “Türkiye’deki tüm işaretler büyümeyi gösteriyor. Fabrikalarımızda 6 gün çalışma programına geri döndük. Bugüne kadar Türkiye’ye 1.4 milyar euroluk yatırım yaptık. 2013’e kadar 500 milyon euroluk yatırım daha yolda. İstihdam da 10 bin kişiye ulaşacak” dedi. Tam 100 yıldır Türkiye’de bulunan, Türkiye’deki ilk üretim tesisini 1973 yılında açan açan Bosch o günden bugüne Türkiye’de 1.4 milyar euroluk yatırım yaptı. Bunun 1 milyar eurosunu son 10 yılda yapan Bosch, 2013 sonuna kadar da Bursa’daki tesislerine özellikle dizel ve benzinli enjektör teknolojilerinin geliştirilmesine 500 milyon euronun üzerinde yatırım yapmayı planlıyor.Geçtiğimiz hafta Bosch’un Yönetim Kurulu Başkanı Franz Fehrenbach Türkiye’deydi. Bu yıl Bosch Türkiye’deki 100’üncü yılını kutluyor. Fehrenbach, bu kutlamalar vesilesiyle bir grup gazeteciyle Çırağan Sarayı’nda buluştu. Bosch’un Türkiye’deki pozisyonunu, hedeflerini anlattı ve sorularımızı yanıtladı. Türkiye beni heyecanlandırıyorSon 10 yıldır Türkiye’ye sık sık gelen Fehrenbach, Türkiye’deki gelişimi yakından izlediğini, ülkenin her geçen gün daha özgür bir toplum olduğunu düşünüyor ve “Türkiye beni heyecanlandırıyor” diyor. Malum Bosch, Türkiye’de daha çok beyaz eşyalarıyla bilinse de aslında çok büyük bir otomotiv yan sanayi üreticisi. Bosch, Türkiye’de 3 iş kolunda, otomotiv teknolojileri, ev aletleri ve bina teknolojileri üzerine üretim yapıyor. Bursa, Çerkezköy ve Manisa’da dev tesisleri var. Özetlemek gerekirse, Bosch’un Bursa’daki tesisleri 100 bin metrekareden daha fazla bir büyüklükte. Bursa’da dizel sistemler, Bosch Fren Sistemleri fabrikaları var. 2000 yılından beri de Bursa’da Bosch yüksek basınçlı common rail dizel enjektörleri üretiyor. Bugüne kadar bu tesiste 39 milyon araca yetecek kadar 159 milyon adet enjektör üretildi. Fehrenbach, “Bu yıl üretim bandlarımızda her gün 45 bin adet olmak üzere toplam 14 milyon enjektör üreteceğiz” diyor. Bosch, Bursa’da hidrolik pnömatik komponent üretimi de yapıyor. Traktörlere ve inşaat makinelerine yönelik bu üretim aynı zamanda farklı alt yapı hizmetlerinde de kullanılıyor. İki taraflı açılan Galata Köprüsü Bosch Rexroth üretimi. Fehrenbach’ın sunumunda global kriz ve etkileri bölümü dikkat çekiciydi: Kırılma noktasına geldik“Kriz yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada bizi tüm gücüyle vurdu. Burada olduğu gibi tüm dünyada krizin sonuçlarını esnek çalışma zamanı düzenlemesiyle yendik. Türkiye’de sendika ile birlikte oluşturduğumuz önlemler sayesinde 1.000 kişinin istihdamını güvence altına aldık. 2009 yılında ciromuz yüzde 16 düşerken, çalışan sayımızdaki düşüş yüzde 2 oldu. Çekirdek kadromuzu koruyabildik. Dünya genelinde hiçbir merkezimizi kapatmadık.” Fehrenbach, bu yıl Bosch’un 2007’de elde ettiği global ciroya ulaşacağını da söyledi. Franz Fehrenbach’ın Türkiye’yle ilgili değerlendirmeleri şöyle oldu: Cirosu yüzde 20 artacak“Türkiye’de de işaretler büyümeyi gösteriyor. Bu yıl Türkiye’deki ciromuz yüzde 19 artarak 750 milyon euroya ulaşacak. Bu durum Türkiye’nin küresel gelişme ve üretim ağındaki önemini tam olarak yansıtmıyor. Çünkü Türkiye’deki şirketlerimizin 2010’daki ihracatları dahil edilmiş ciroları bir önceki yıla göre yüzde 20 artarak 1.6 milyar euroya ulaşacak. Bu arada fabrikalarımızda 6 gün çalışma programına da geri döndük. 2010’da 450 kişiye daha istihdam yaratacağız ve çalışan sayımız 8 bin 700 olacak.”10 bin kişiye istihdam- Bosch 2009 yılında Türkiye’deki satışlarından 630 milyon euro gelir elde etti.- 2010 yılı sonunda satışlarını yüzde 20 artırarak 750 milyon euroya çıkarmayı bekliyor.- Bosch Grubu’na bağlı şirketlerin 2010 yılında Türkiye’de gerçekleştirdiği satış rakamı 1.6 milyar euroya ulaşacak.- 2010 yılı başında Türkiye Bosch’ta çalışan sayısı 8 bin 250, bu sayı 2013 sonuna kadar 10 bin kişiye ulaşacak.- Türkiye’de Bosch’un 250 servisi var. Bu servisler yılda 350 binden fazla aracın bakım ve onarımını gerçekleştiriyor.- 2013 sonuna kadar Türkiye’de ürün geliştirme personeli sayısı 285 kişiye ulaşacak. - Bosch geçtiğimiz yıl 3.6 milyar euroluk Ar-Ge yatırımı yaptı bunun yüzde 45’i çevreyi korumaya yönelik oldu. - Bosch’un Almanya’daki fabrikalarında 3 bin 500 Türk çalışıyor. ‘SİYASET ZOR KONU’ FRANZ Fehrenbach, 10 yıldır Türkiye’nin çok değiştiğini söylerken, “Heyecanlanıyorum. Türk insanı çok özgürce davranıyor. Şirketimizde 1500 kişinin katıldığı açık hava mitingi yaptık, CEO’larına akıllarına gelen her şeyi sordular. Açıklık ve özgürlük geldi Türkiye’ye. AB konusu ise zor bir konu. Siyaset zor. Kıbrıs konusu var. Ben siyasi değerlendirme yapmak durumunda değilim ama şunu net söylerim. Türkiye yatırım için cazip bir ülke, biz de yatırıma ve istihdam yaratmaya devam edeceğiz” diyor. BURSA, TÜRKİYE SINIRLARINI AŞAN BİR ÖNEME SAHİPBosch Grubu içinde otomotiv yan sanayi ürünlerinin payı yüzde 67. Fehrenbach, Türkiye’de her ne kadar daha dayanıklı tüketim ürünleriyle bilinseler de otomotiv sektörünün altını çizmeden edemiyor ve “Türkiye’de bireysel mobilite düşük. 70 milyonluk bir ülkede otomobil sayısı hâlâ çok düşük. Türkiye’de mutlaka otomobil sayısı artacak” diyor. Bu arada Bosch’un Almanya’dan sonra en büyük üretim merkezi Çin. Çin’de de 25 bin çalışanı var.. BOSCH Yönetim Kurulu Başkanı Franz Fehrenbach, Bursa’daki fabrikalarının Common Rail Dizel Püskürtme Sistemleri alanında dünyadaki en büyük enjektör üretim merkezi olduğunu söyledi. Fehrenbach, şöyle devam etti: “Burada yeni geliştirilecek enjektörler söz konusu. Bu yüzden Bursa Türkiye’nin de sınırlarını aşan bir öneme sahip. Tüm dünyadaki dizel müşterilerimiz için Bursa’da projeler gerçekleştiriyoruz. ıAyrıca Bursa benzinli sistemler için de üretim alanı oldu. Bu yıl Bursa’da benzinli motorlarda kullanılan yüksek basınçlı püskürtmeli valfler üretiyoruz. 2.7 milyon valf üretilecek. Bursa’yı özel kılan başka nokta da buradaki 50 çalışanımızın yaptıkları. Onlar da Türkiye’de ve yurtdışındaki lokasyonlarda kullanılan özel makineler tasarlıyorlar.” Fehrenbach’ın verdiği bilgilere göre, Bursa’da yapılan çalışmalarla dizel ve benzinli motorlar daha tasarruflu hale geliyor. Yakıt tüketimi yüzde 30 azaltılıyor. Manisa’da da yoğuşmalı kombi üretimi üzerine çalışılıyor ve orada da doğalgaz tüketiminde yüzde 30 tasarruf sağlanıyor. Ev aletlerine gelince, son üretimlerde buzdolapları ve derin dondurucular 15 yıl öncesine göre yüzde 74 daha az elektrik harcıyor. ELEKTRİKLİ ARAÇLAR İÇİN DAHA ERKEN FRANZ Fehrenbach, elektrikli otoların beklenen başarıyı henüz sağlamadığını düşünüyor: “Prestij olarak bu araçlar alınabilir ama henüz verimli değiller. Gerçek verime ulaşmaları için akülerinin 4 kat daha verimli olması gerekiyor. Biz bunun için Samsung’la birlikte ‘hücre’ çalışması yapmayı planlıyoruz.”