Hayatın ne getireceği hiç belli olmuyor. Yıllarca hayranlıkla takip ettiğim, şarkı sözlerinde kendimi bulduğumu düşündüğüm Sezen Aksu... Hayatımdaki ilk konser onun konseriydi. İzmir Kız Lisesi mezunu olan annem, her zaman hayranlıkla söz ettiği “öğretmeninin kızı” Sezen’in konserine götürmüştü beni. Lise, üniversite ve daha sonrası hayatımın hep bir parçası gibiydi... “Ne kavgam bitti ne sevdam... Unutuldum unutuldum kurutulmuş güller gibi...“ şarkısı ise hayatımda yaşadığım en büyük acının bir parçası oldu. Annem yaşamını yitirmeden 2 gün önce Sezen’in bu parçasını dinlerken, “Ben de mi...“ diye başlayan bir cümle kurmuştu. Annemin nüfusundaki adı ‘Güller’di...Şimdi neden bunlardan söz ediyorum. Biraz önce Sezen’le konuştuk. Dedim ya hayatın ne getireceği hiç belli olmuyor. Yıllar sonra aşık olduğum adam sayesinde Sezen’in gelini oldum. Onunla sık sık kucaklaşma, dertleşme şansına sahip oldum. Ve bu kez de işte ilk kez onunla ilgili gelin olma sıfatıyla yazıyorum. Gelin olma avantajını kullanıyorum. Biliyorsunuz Sezen uzun zamandan beri röportaj vermiyor. Bu da bir röportaj değil. Bir süredir her aile buluşmamızda Sezen’in bir başka yeteneğinin büyüsüne kapılıyordum. Yeni şarkı sözleri ve yeni şarkılar eşliğinde yeni tasarımlara bakıyorduk. Hiç abartmıyorum, Sezen’in kara kalemi çok kuvvetli. Çizimlerini ilk gördüğümde inanamamıştım. Sayfalar dolusu ayakkabı tasarımı vardı. Hatta kendi için üretim de yapıyordu. Ve ayakkabıların dışında bir de takılar vardı. Takıları öncelikle kendi sahne kıyafetlerine göre tasarlamış, sonraları ise yakın çevresinden çok ilgi görünce daha ciddi bir şekilde takı tasarımları yapmaya başlamış... Yüzlerce takı tasarımı var, hepsi de farklı anlamlarla yüklü... Sezen imzalı takıyı taktığınızda kendinizi farklı hissedeceğinize kalpten inanıyorum. Çünkü her biri bu hissi veriyor. Şimdi o tasarımların bir bölümü Çırağan Oteli’nde vitrine çıktı. Sezen’in ilk satış noktası Çırağan oldu. Arkası şüphesiz gelecek. Dedim ya, Sezen’in tasarımlarının hepsinin ayrı bir anlamı var. Bazıların da ise şarkılarından sözler var.Takılardan biriyle ilgili haberleri okuduğunuzu düşünüyorum. Hülya Avşar Yetenek Sizsiniz programında Sezen’in tasarımı ‘Veren El’i taktı. Basında da bu haber yer aldı...Veren ElVeren El ne anlama geliyor? Sezen dünyada her şeyin paylaşılabileceğini düşüncesinden hareketle hazırladı bu kolyeyi. “Dünya malı ne verirsen, ne verebiliyorsan ver. Benim nazarımda paylaşılamayacak şey yok“ diyor ezcümle...Perihan Mağden’den esinlendimYine çok dikkat çeken bir kolyesi daha var. Vav harfi yer alıyor kolyenin merkezinde. Beyaz ve som altın ile yakut kullanılmış. Çevresi ise abanoz ağacıyla çevrili. Sezen, “Vav Arapça’da bir harf, tek başına bir anlamı yok. Ancak bu şifre olarak kabul ediliyor. Arap kültüründe Allah’ın bildiği şey“ diye anlatıyor. Perihan Mağden Sezen’i bir ziyaretinde Vav harfinin yer aldığı bir armağan getirmiş. Sezen de bu armağandan ilham alarak hazırlamış bu kolyeyi.Sır yüzüklerGelelim yüzüklere... Yüzüklerin hepsi birer kutucuk. Birinde Sezen’in dudağı var yakuttan, bir diğerinde siyah pırlantadan çiçek... Şahsen ben yeni tasarımları bekliyorum.Gidemem bilekliğiTasarımlar arasında şarkı sözlü bilekliklerin yeri ayrı... Gümüş olan bilekliğinde ‘Küçüğüm’ şarkısının, altın olan da ise ‘Gidemem’ şarkısının sözleri yazıyor.
Türkiye’de obez sayısı hızla artıyor. Sağlık Bakanlığı’nın ve bu konuda çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinin verileri Türkiye’de obezite patlamasının olduğunu gösteriyor. Kabul etmeliyiz ki artık Türkiye’de ideal kilosunun çok üzerinde olan geniş bir kesim var. Türkiye Obezite Araştırma Derneği’nin rakamlarına göre Türkiye’de obez sayısı 20 milyona yaklaştı. Rakamları incelerken şaşırdım. Nedense obezitenin daha çok büyük şehirlerde görüldüğünü düşünüyordum. Benim gözümde birinci suçlu fast food yeme alışkanlığıydı. Ancak veriler tam da bunu işaret etmiyor. Örneğin obezite Türkiye’de en yoğun olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görülüyor. Oran yüzde 61’i bulmuş durumda. Korkunç değil mi? Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre de 15 yaş üstü nüfusun yüzde 48’i fazla kilolu... Bu hafta sonu için “Şişmanların da şık olma hakkı var” diyen ve 14 yaşından bu yana fazla kilolarıyla mücadele eden Semi Aşkan’la sohbet ettim. Henüz 21 yaşında... Hikayesi de ilginç. Bence yıllardır kilolarıyla mücadele etmeseydi bu kadar genç yaşında iş hayatına atılması da mümkün olmazdı. Semi Askan kilolu erkekler için özel tasarımlar yapıyor. İleride SemX markasıyla dünya çapında bir marka yaratmayı hedefliyor. Semi Aşkan’la buluştuktan hemen sonra sevgili Melis Alphan’ın Şahan Gökbakar’ın giyim tarzıyla ilgili yorumunu okudum. Çarşamba günü Kelebek’te Melis şöyle diyordu: “Üzerinizden dökülen bol kıyafetlerle fazlalıklarınızı örttüğünüzü düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bunlar sizi olduğunuzdan yapılı gösterir. İşin sırrı ne çok dar ne de çok bol giyinmekte...” İşte Semi Askan tam da bu noktadan hareket ederek hazırlıyor tasarımlarını. * Çok gençsiniz, sizi görünce şaşırdım...21 yaşındayım. 20 yaşında bu işi kurduk. Babamın büyük desteği var ama fikir benim. * Kilolu erkekler için özel tasarımlar yapma fikri nasıl oluştu?Çünkü ben de kendimi bildiğimden beri kilolarımla uğraşıyorum. Şu anda kilolu değilim. Vücudumdaki yaş oranı dengelendi. Son 6 ayda 25 kilo verdim. Beni bir yıl önce görseydiniz tam bir obezdim. “Fikir nasıl oluştu?” sorusunun yanıtı bu. Ben kendim için kıyafet bulmakta çok zorlanıyordum. Hep yurt dışından alışveriş yapıyordum. Babam 45 yıllık tekstilci. İthalat ve ihracat yapıyor. Ancak böyle bir üretimi yok. Onun deneyimlerini bu fikirle birleştirdim. Hayatıma kantinler girdiğinden beri kiloluyum* Biraz inceledim markanızı. Spor kıyafetler de var klasik kıyafetler de...Evet. Bir insanın ihtiyacı olan tüm kıyafetleri yapıyoruz. Gömlek de yapıyoruz mayo da. Buradan en resmi davetler için takımlar da alabilirler, günlük hayatlarında rahat edebilecekleri kıyafetleri de seçebilirler. * Kilolu kişilerin kıyafet bulup bunu kendilerine yakıştırması çok zor değil mi?Hem de çok zor. Ben birebir yaşadığım için çok iyi biliyorum. İnsanın çevresindeki herkes bu konuda bir fikir veriyor ama olmuyor. Genelde kilolular kıyafetlerinden hep mutsuz. Oysa ben şunu söylüyorum: Kilolular da şık ve rahat olabilir. Mutsuz olmasınlar istiyorum. Evet, kilolular belki de kilo vermek istiyor ve başaramıyorlar ama bu insanların da bir hayatı var. Sosyal hayata uygun giyinmeliler, kıyafet bulamama gibi bir sorunları olmamalı. * Siz tasarım üzerine bir eğitim aldınız mı?Hayır. Yalnızca çok meraklıydım. 1990 doğumluyum ben. Babam hep tekstille uğraştı. 4 kardeşiz. Ben en küçükleriyim. 11 yaşından bu yana sürekli yurt dışında dil eğitimine gittim. Üniversiteyi de San Francisco’da “Business, Marketing and Management” bölümünde okudum. Babamın işi bana cazip geliyordu ama başka ne yapabilirim diye de düşünüyordum. Sonuçta kendimden yola çıktım.İstanbul’daki bütün diyetisyenleri tanıyorum* Hep kiloluydum diyorsunuz...Evet. 14 yaşından beri hep fazla kiloluydum. Hayatıma kantinler girdiğinden beri kilolardan kurtulamadım. * “Ben böyleyim” demediniz...Yok demedim. Hatta ben her Pazartesi diyete başlarım. Genelde o diyet Pazartesi akşamı ya da Salı sabahı biter. Hiç dayanamazdım. * Profesyonel destek almadınız mı?14 yaşından beri diyetisyenleri geziyorum. İstanbul’daki tüm diyetisyenleri bana sorun, hepsini bilirim. Biz Tarabya’da oturuyoruz. Acıbadem’den Balat’a kapısını çalmadığımız diyetisyen kalmadı. * Hiç mi başarılı sonuç alamadınız...Alamadık. Arkadaşların iştahla güzel yemekler yerken ben salata yiyemedim. Geçici oldu çoğu, bu son yöntemime kadar. Şunu öğrendim. Vücudundaki yağ oranı yüzde 28 olduğunda obez oluyormuşsunuz. Benim bir ara yüzde 30-32 gibiydi. Obezdim. 7 ayda 25 kilo verdim, her gün 2 saat spor yapıyorum* Kaç bedendiniz?58 beden olmuştum. Amerika’dan alıyordum her ihtiyacımı. Orada çok obez olduğu için kolay buluyordum. * ABD’de yalnızca obezlere yönelik çok büyük mağazalar var...Evet. İstanbul’da çok zorlanıyordum. Dümdüz ceketler, düz renkler, model yok, kumaş kaltesi de kötü. Sanki şişmanlar için örtü yapılmış, yalnızca bedenini kapatsın diye düşünülmüş. Bu beni çok olumsuz etkiledi ama bu işi doğurdu. Kendim için girdiğim arayış “Ben yapayım, neden olmasın” noktasına taşıdı beni. Tasarımla ilgili bir okula gitmedim ama kendimi bildiğimden beri modaya çok meraklıyım. * Nasıl zayıfladığınızı anlatıyordunuz...En sonunda kendime bir spor hocası tuttum. Hocam çok baskın çıktı. Beni de gaza getirdi. “Bak kas grubun iyi, bir 10 kilo versen omuzların geniş şöyle olur” filan dedi. Diyetisyenimden de çok memnunum. * 25 kiloyu nasıl verdiniz? 7 ayda 25 kilo verdim. Haftanın 7 günü2 saat spor yapıyorum. 15 kilo daha vermeyi düşünüyorum. Azimliyim. * Bravo size! Teşekkür ederim. Benim özgüvenm fazlaydı. Umutsuzluğa kapılmadım. Avantajım bu. * Peki buraya müşterileriniz her geldiklerinde sizi kilo vermiş görüyorlar, tepkileri ne oluyor?Doğru, müşteriler her geldiklerinde beni incelmiş buldular. Kiloyu nasıl verdiğimi soruyorlar. Hatta biraz da komik oluyor, “İşini kaybetme” diyorlar.Gelenler en çok kot bulunca seviniyor* Müşterilerinizin profili nedir? 15 yaşında da müşterilerimiz var, 55 yaşında da. Kalite bizim için çok önemli. Ceketlerin iç astarını Fransa’dan getiriyoruz, İtalyan kadifesi kullanıyoruz, müşteriler anlıyorlar. Mutsuz çıkan müşterimiz yok. Burayı keşfettiklerinde hayatları değişiyor. * Genelde kiloluları saklamanın yolları koyu renk kıyafet tercih etmekten geçiyor. Burada renkli kıyafetler de çok...Yazın ben bebek mavisi pantolon da yapıyorum, kırmızı tişört de... Kot, gömlek, mayo, kemer her şey var bizde. Kilolular da hep siyah, koyu gri, füme mi giyecek? Bence hayır. Evet dediğiniz doğru, koyu renk kiloları örter ama başka yolları da var. * Ne gibi? Koyu renk tek yol değil. Vücut tipine göre öneri getirebilirim. * Yapılan yanlışlar neler? Kilolular genelde çok bol kıyafetler giyiyor. Bu yanlış. Vücutlarına yapışmasın istiyorlar ama bu daha kilolu gösteriyor. * Yapışmalı mı?Asla yapışmamalı ama büyük de olmamalı. Kullanılan kumaşlar önemli. * Burada en çok hangi kıyafetleri bulunca mutlu oluyorlar?En çok kot bulunca seviniyorlar. Çünkü çok rahat ediyorlar kotla.* Kaç bedene kadar kotunuz var?72... 180 kiloya kadar kıyafet yapıyoruz. Halil Ergün’ün Yaprak Dökümü finalinde giydiği kıyafeti biz yaptık* Var mı ünlü müşterileriniz?Uğur Batur, Halil Ergün ve Hakan Aysev ilk aklıma gelenler. Üçü de çok şık. * Halil Ergün’ün Yaprak Dökümü’nün finalini izlerken giydiği kıyafet dikkat çekti...Biz yaptık. Çok yakıştırıyor kendisine. Şimdi kilo da verecek. * Sizin kıyafetlere çok kumaş gidiyordur, fiyatlar da katlanıyor mu? Çok kumaş gidiyor. Çok kumaş kullanıldığı için daha pahalı. Deriler İtalya’dan geliyor. Normal bir kişiye 1.30’dan pantolon çıkar, bizim bedenler de ise bunun iki katı. Trikolar da İtalyan ipliğinden yapılıyor. Bir trikonun yarıçapının 90 cm olduğunu düşünün. * Mağazalaşmayı düşünüyor musunuz?Nişantaşı’ndayız. Bağdat Caddesi’nde yer açmayı planlıyoruz. İleride mağazalaşmak istiyorum. Hedefim bir marka yaratmak. Çünkü obezite oranları artıyor. Herkes bana “Çok mantıklı bir iş yaptın” dedi. * Kilolular için önerdiğiniz bir kumaş var mı? Lycralı kumaşları öneririm. Esneme payı mutlaka olmalı. Kotların da yüzde 30’unu lycralı üretiyoruz. * Yurt dışında yalnızca büyük bedene yönelik tasarımlar yapanlar var mı? Amerika’ya gidip, koleksiyonları takip ediyorum. Orada obez çok. Ralph Lauren, Zegna gibi markaların büyük bedenleri var. Ama tasarımcı olarak bilmiyorum. * Sizin kadın müşterileriniz de var mı?Olmaz olur mu, gelip eşleri için seçim yapıyorlar. Kadın müşterilerimiz çok. Ayrıca VIP hizmeti de veriyoruz. Mağazayı gece açık tutuyoruz. Gelip kendileri özel seçim yapıyorlar. İnternet sitemiz de var. İnternet sitemizden alışveriş çok iyi gidiyor. * En çok hangi ilden yapılıyor alışveriş? Zor olmuyor mu beden ayarlamak? Kayseri’den çok talep var. İstanbul dışında Doğu illerinden de talep alıyoruz. Beden konusuna gelince, ölçüm yaptırıyoruz. Omuz, bel, kol ölçülerini alıp beden öneriyoruz. 6X’e kadar çıkıyoruz.
Limango Türkiye Genel Müdürü Gülfem Toygar, 2010’da atılım yapan Limango’yu 2011’de de büyütmek için farklı projeleri başlatmaya hazırlanıyor. Malum sektörde rekabet arttı.Markafoni, Trendyol, Limango son dönemde adını özellikle kadın tüketiciler özelinde en çok duyuran şirketler. Limango Alman Otto Grubu’nun çatısı altında konumlanmış durumda. Otto Grubu’nun farklı kıtalarda 123 şirketi var. 10 milyar euronun üzerinde cirosu olan Otto Grup, bunun 6 milyar eurosunu internet üzerinde yapılan satışlardan elde ediyor. 2007 yılında Almanya’da 3 girişimci tarafından kurulan Limango’yu 2009 yılında satın alan Otto Grubu Türkiye Limango’yu da 2009 yılında faaliyete geçirdi. Gülfem Toygar’la Limango’nun 2011 stratejilerini konuştuk. - Limango’nun Türkiye’deki üye sayısı kaça ulaştı? 1 milyonun üzerinde şu anda. Aylık ziyaretçi adedi 6 milyona ulaştı. Sıkça tıklanıyor Limango...- Kaç markayla çalıştınız bugüne kadar? Çok hızlı değişiyor alternatifler?1000’in üzerinde markayla çalıştık. Tabii bu rakam Türkiye için geçerli olan rakamlar. - Türkiye’de son yıllarda e-ticaret hızla büyüyor. Sizdeki rakamlar nedir?Türkiye’de e-ticaret platformunu kullanan 5 milyon kişi bulunuyor. Bunu biz de araştırmalardan öğreniyoruz. B2C pazarının da 1 milyar lira üzerinde olduğu söyleniyor. - Limango Türkiye’de 2009’da faaliyete geçti. Almanya orjinli. Karşılaştırdığınızda limango’nun Türkiye’deki konumu nasıl? Almanya dahil tüm Limango 3.5 milyon üye sayısını geçti. Private Shopping sektörü son bir yılda çok hızlı büyüdü. - Aynı şekilde rekabet de arttı...Evet. Bundan bir yıl önce biz de günde 7-8 kampanya yapardık, şimdi günde en az 15 kampanyayla başlıyoruz. Yalnızca 2010 yılında 1.000’i aşkın markayla çalıştık. - Limango’nun piyasa değeri ne oldu?Amazon’dan sonra dünyanın ikinci büyük platformu B2C platformu Otto Grubu’nun geçtiğimiz yılki cirosu 10 milyar euro oldu. Limango biliyorsunuz bir Otto Grup şirketi. - En çok tekstil ürünleri mi satılıyor hâlâ Limango’da?Evet. Tekstil dışında aksesuarlar, özellikle de ayakkabı ve çanta satışlarımız çok yüksek. Büyük şehirlerde daha çok teknolojik ürünler satılırken, Anadolu’daki birçok şehre dekorasyon ürünleri ve saat gönderiyoruz. - Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ne durumda? Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde daha çok kişisel bakım ürünleri ve kültürel yayınlar satılıyor. Tabii kampanyalarda mevsimlere göre de farklılık oluyor. Terlik, babet ve güneş gözlüğü yazın çok satılıyor. - Sizin müşterilerinizin çoğu kadın mı? Yüzde 60’ı kadın. Aslında Türkiye’de internet kullanımında erkek egemenliği söz konusu ama bizde durum böyle. - 2011 yılında ne tür yenilikler yapacaksınız?Dünyada da denenmemiş olan birkaç sistemi faaliyete geçireceğiz. - Ne bunlar?Limango bir lifestyle platformu olarak konumlanıyor. Üyelerimiz kaliteli tekstil ürünlerinin yanısıra ihtiyaç duydukları her ürüne özel fırsatlarla ulaşma imkanı bulacaklar. Genel olarak internet projeleri genç nesil ile hız bularak devam edecek. LimangoBlue masaüstü uygulaması şu anda yüzbinler tarafından kullanılıyor. iPhone uygulamamızın hemen ardından iPad üzerinden de limango alışverişi devam edecek.
DAVID Mehmet Ergisi, 17 yaşında 5 kuruşsuz ABD’ye gitti. 19 yaşında yönetici oldu, ilk milyon dolarını 20 yaşında kazandı. 20’li yaşlarında tüm parasını kaybetti, her şeye yeniden başladı. Florida’da 8 alışveriş merkezi yaptı. 2007’da patlak veren krizden sonra Türkiye’ye döndü. Halen ABD’deki Dot’s Company’nin sahibi olan Ergisi, şimdi Türkiye’de Moe’s restoranları zinciri kuruyor. Ergisi, Moe’s ile 25’i İstanbul’da olmak üzere 40 restoran açmak için anlaşma yaptı. ABD’nin krizden çok etkilendiğini ve durduğunu, Türkiye’de ise dinamizm olduğunu söyleyen Ergisi, “Türkiye’de iş yapanlar kendilerine başka pazarlar yarattılar, çok girişken, çok azimliler. En çok da genç nüfus ve Türkiye’deki yenilikler ilgimi çekti. Çok yeni mekanlar var. Yenileniyor her yer. Bu ABD’de yok” dedi. David Mehmet Ergisi, Kahramanmaraşlı bir ailenin oğlu. Amerikan rüyasına kapılıp 17 yaşında Amerika’ya gitmiş. Hayatı film olacak cinsten. 19 yaşında yönetici olan, 20 yaşında da ilk milyon dolarını kazanan Mehmet Ergisi’nin azmine hayran kalmamak mümkün değil. Halen Amerika’daki Dot’s Company şirketinin sahibi olan Ergisi, global krizden sonra Türkiye’ye geldi ve Türkiye’deki dinamizmi görünce ‘Girişimciliğe devam’ diyerek Moe’s adlı ABD’nin ünlü Meksika mutfağı zincirini Türkiye’ye getirdi. Ergisi yakında 40 mağaza açacak. Mehmet Bey, David nereden geliyor?ABD vatandaşı olunca aldım David adını. Nasıl karar verdiniz ABD’ye gitmeye? Nerelisiniz?Kahramanmaraşlıyız. Ama hep İstanbul’da yaşadık. Işık 50’nci Yıl Lisesi mezunuyum. Lise biter bitmez Amerika’ya gittim. Aslında kısa süreliğine gitmek istiyordum. Oraya giderken ailem destek olmadı. Oraya gider gitmez ayaklarımın üzerinde durmam gerekiyordu.Tek çocuk musunuz?Hayır 7 kardeşiz. Ben sondan ikinci çocuğum. Lise döneminde Çınar Oteli’nin oralarda zaman geçirirdim. Orada da Amerikalılar kalıyordu. Ben İngilizce’de başarısızdım. Azmettim. Kurslara gittim, Amerikalılardan da arkadaş edindim. Üniversite okumaya mı gittiniz?Lise son sınıfta hedefler oluşuyor. Üniversite hazırlıkları oluyor. Ben planı değiştirdim. Gezip görmek istedim. Gittim. Kısa dönem içinde alıştım. Hiç tahmin ettiğim gibi değildi ABD... Ne gibi?O zaman Türkiye’de Mc Donald’s bile yoktu. Orası beni büyüledi. Ailem dönmemi bekliyordu. Kalmak için çok çalıştım. Bulaşıkçılık yaptım. Domino’s Pizza’da paket servisinde 3-4 ay çalıştım. Genel müdür ‘Sen çok çalışkansın’ dedi beni yönetici yardımcısı yaptı. Kısa sürede iyi gitti. Asistan yönetici oldum. Daha sonra da mağaza müdürü oldum. Virginia Eyaleti’ndeydim. 17-18 saat çalışıyordum. Domino’s’tan çıkıp başka bir deniz mahsülleri restoranında bulaşıkçılık yapıyordum. Türkiye’ye dönmek istemedim. 1 yıl sonra yönetici oldum. Sistemin en genç müdürü oldum. 20-25 kişiyi yönetmeye başladım. Çok hızlı olmuş her şey...İmkanlar sunuldu bana. En yoğun mağazalara beni gönderdiler. En kötü mahallelerdeki mağazalara gönderildim. Hiç şikayet etmedim aksine her yeri toparladım. Bana şube teklifi geldi. Var mıydı biriktirdiğiniz paranız?Vardı biraz ama orada benim başarım değerlendirildi. Patron oldum. New York’ta ilk mağazamı açtım. Çok gençtim. Çok hızlı yükseldim. Sistem çok rahattı. Ben çok azimliydim. 41 yıl içinde 3 mağazam olduNeden New York?Orada başarılı değildi Domino’s. Ben çok başarılı olduğum için beni oraya yönlendirdiler. İnsanın kendi parasını kazanması çok keyifli. Herkes ‘Hemen dönersin’ diyordu ben başardığımı düşündüm. Ciddi gelir sağladım. NY pazarında o dönemde Domino’s Pizza çok zorlanıyordu. İtalyanlar vardı. Onlar pizzanın en iyisini yapıyorlardı. Domino’s ilk etapta barınamıyordu. Ben o bölgelere gittim, pizza kalitesine baktım. Bazı konularda rakiplerinizi yenemeyeceğinizi bilmelisiniz. Ben paket servise yöneldim. Onlar 50 dakikada servis verebiliyordu, bu sürede de pizza soğuduğu için lezzetli olmuyordu. Sonuçta ben evlere servise yöneldim ve çok başarılı oldum. Kısa zamanda 3 mağazam oldu. Sonra mağazaları sattım.Neden?Virginia’ya dönmek istedim. Orada dostluklarım oldu. New York’da başardım. İlk bir milyon dolarımı kazandım. Farklı bir şeyler yapmak istedim. Virginia’da restoran gece kulübü eksikliği vardı. Ben orada eğlence-konser kompleksi kurdum. Herşeyimi oraya yatırdım. Domino’s’ta 110 çalışanım vardı ama bu iş farklıydı. Sıfırdan çok güzel bir mekan yaptım. 8 ay sürdü yapmak. İçinde restoranlar yaptık. İzinlerimi de aldım. Bir terslik oldu sanırım...Hikaye oraya doğru gidiyor değil mi...Öyle hissediliyor anlatışınızdan...Ben her dolarımı kendim kazandım. O güne kadar Amerika’daki tecrübem çalış, azimli ol, başardı. Korkmuyordum, çünkü bilmiyordum. Kimse zor koşullarda kazandıklarını boşa harcamak istemez. Ama ben o güne kadar kaybetmeyi de bilmiyordum. Açıldıktan sonra çok iyi gitti işler. Açılışına 2 bin kişi geldi. Rekor açılış oldu. Ciddi başarı sağladık. Herkes Club NY’i konuşuyordu. 23 yaşındaydım. Ancak oradaki restoranların işi bozuldu. Yerel yönetim de dahil olmak üzere herkes karşıma dikildi. Beni yaşatmadılar. Ve 25 yaşıma gelmeden alın terimle kazandığım herşeyimi kaybettim. Türkiye’den geldiğiniz günlere dönmüşsünüz...Daha kötüsü. Çünkü o ilk deneyimlerde çalışarak herşeyi elde edeceğime inandım. Ama ABD’de de işleyen başka mekanizmalar vardı. O sırada muhasebecim bana, ‘Bu deneyimi bu yaşta yaşaman büyük avantaj olacak sana’ dediğinde anlamamıştım. Ama gerçekten de öyle oldu. Nasıl toparlandınız?Bir ortak buldum. En iyi bildiğim işe döndüm. Kendi pizza şirketimizi kurduk. 8 restorana ulaştık. Ama pizzacılıktan çok soğumuştum. Lüks arabaları çok beğenirdim. Denk geldi, bir galeride eleman alınıyordu. Denemek istedim. Kurslarına katıldım. ‘Bu iş bana göre değil’ diyerek kurstan ayrıldım, galeriden çıkarken bir müşteri bir arabaya bakıyordu, bana bir şey sordu. Sohbet başladı. O kişiye 40 dakika içinde arabayı sattım ve o gün o işi yapmaya karar verdim. Satıcılıktan galeri sahipliğineSiz o galeriyi de almışsınızdır...Aynen. Satış rekorları kırdım. Galerinin sahibi oldum 2 yıl içinde. İşler hızla büyüdü. O dönemde Toyota lüks kategorideki markası Lexus’u ABD’ye getiriyordu. Lexus hiç bilinmiyordu. BMW ve Mercedes karşısına çıkaracaklardı. Onlar beni buldu. Profesyonel yönetici arıyorlardı. Bana teklifte bulundular. Çok cazip geldi. Kabul ettim. Kaç yıl sürdü bu maceranız?İnanmayacaksınız ama 10 yıl sürdü. Çok severek yaptım. Markayı çok benimsedim. Çok iyi bir kazancım oldu. O dönemde artık yalnız değildim. Evlendim. İşler iyi giderken başka fırsatları da değerlendirdim. Properties adlı emlak, gayrimenkul şirketi kurdum. Ev ve rezidans alıp satıyordum. Toyota’yı bıraktım. Çünkü büyük paralar kazanmaya başladım. Farklı projelere girdim. Kaç yılıydı?En parlak dönem. 2005-2006... Dot’s Company adlı bir şirket kurdum. AVM inşaatlarına başladım. Florida’da 8 AVM yaptım. Oradaki çalışmalarım halen devam ediyor. 8 AVM... Türkiye’deki AVM’lerle karşılaştırınca nasıl AVM’ler bunlar?Yok yanlış anlaşılmasın. Türkiye’dekiler çok büyük. Bunlar genelde 12-20 mağazalık butik tarzı AVM’ler. 4-5 restoran oluyor bunların içinde. Florida bölgesinde bu tarz AVM’ler çok yaygın. Global krizden ne kadar etkilendiniz?Çok. İşler tamamen durdu Amerika’da. Moraller de çok bozuldu. Biraz önce anlattığım deneyim hayatımın bu döneminde çok işime yaradı. Eşimi ve çocuklarımı düşünmek zorundaydım. Kendimi garanti altına almıştım. Ama Amerika’da daha fazla bir şey yapamayacağımı da gördüm. Eşim de beni çok destekledi. Zaten bir ayağınız Türkiye’deydi...Evet. Tatillerimizi Türkiye’de geçirirdik. Türkiye’deki değişimi yakından takip ettik. Bu bizi çok heyecanlandırdı. Eşimle ABD’deki işleri bırakmadan Türkiye’ye bir süreliğine gelme kararı aldık 2 yıl önce. Kesin dönüş değil mi?İlk kararımız ‘gelip deneyelim’ şeklindeydi. Geldik. Çocuklarımız da Türkçe biliyordu. Onları okula verdik. İstanbul’u yeniden keşfettik. Dinamizmden çok etkilendik. İnsanlar çalışıyor, üretiyor, yaşıyor... Yatırım yapmaya karar verdiniz...Evet. Boş durmak istemedim. Her ay ABD’ye gidip işlerimi de takip ediyorum. Orayı da bırakmadım. Burada sektörlere baktım. Beni en çok yeme-içme sektörü çekti. Çünkü İstanbul’da insanlar sokakta. Çok geziyorlar. Herşey hızlı. Keyifli restoranlara gittik ailemle. Sonuçta ne fast food gibi ne de saatlerce zaman geçirelecek bir yer, ikisinin arasında Moe’s konsepti. Hem damak tadı olarak hem de konsept olarak Türkiye’ye uyar diye düşündüm. İlk restoran Şubat’ta Sapphire’de açılacakMoe’s grubu Türkiye’de restoran açma önerinize nasıl baktı? Onlar bizimle ilk kez denizaşırı bir girişimde bulunuyorlar. Moe’s’in sahibi Focus Brand. Onlar İstanbul’u çok iyi biliyorlar. Bana Nişantaşı’ndan, İstinye Park’tan söz ettiler. İncelemelerde bulundular. Sonuçta onlarla ilk etapta 40 restoranlık bir anlaşma yaptık. Bütün restoranlar İstanbul’da mı?Hayır. 25’i İstanbul’da. Ama planlar değişebilir. Bu konu esnek. İstanbul’daki ilk yeriniz nerede açılacak?Şubat ayında Sapphire ve daha sonra Marmara Forum’da. Ben bu iki açılıştan sonra hızla büyüyeceğimizi düşünüyorum. Hep alışveriş merkezlerinde mi restoran açmayı planlıyorsunuz?Hayır. Bağdat Caddesi ve İstiklal Caddesi gibi yerlerde 2-3 Moe’s olabilir.Türkiye’ye özel tatlı mönüsü hazırlandıMoe’s’in özelliği nedir?Tax-Mex deniliyor. Güneybatı Amerika kültürüyle yorumlanmış Meksika mutfağı. Tacolar var. Dürüm şeklinde seçenekler var. Salata bar var. Ayrıca serviste farklılıkları var. Tepside alınıyor ama sizin için servis elemanları mönüyü hazırlıyor. Türkiye’ye özel bir durum da oldu. Tatlı mönüsü hazırlandı.Türk insanı çok girişken kendi pazarlarını yarattıTürkiye’ye geldiğinizde global krizin Türkiye’yi teğet geçtiğini mi düşündünüz?ABD ile karşılaştırınca öyle. ABD çok etkilendi. Her şey durdu. Türkiye’de gördüğüm kadarıyla her şeye rağmen bir dinamizm var. Türkiye’de iş yapanlar kendilerine başka pazarlar yarattılar, çok girişkenler. Çok azimliler. En çok da genç nüfus ve Türkiye’deki yenilikler ilgimi çekti. Çok yeni mekanlar var. Yenileniyor her yer. Bu ABD’de yok. Olumsuz olan ise hala Türkiye’de insanların birbirine saygısız davranması. Trafikte bu çok dikkatimi çekti ama hayatın her alanında öyle. Hala kimse sıraya girmek istemiyor, birbirine selam vermiyor.
Geçen hafta Türkiye’de her 10 araçtan 2’sinin fren sistemlerinde sorun olduğunu yazmıştım. Ulaştırma Bakanlığı ve TÜVTÜRK’ün bilgilerini derlemiştim. Bugün de trafik üzerine yazmaya devam edeceğim. Öncelikle yazmalıyım, sizlerden gelen çok sayıda mailin arasında yılın son günü benimle aynı saatlerde ve noktada, aynı kazaları gören okuyucuların fazlalığı beni çok şaşırttı. Hepimize geçmiş olsun. Ama gördüklerimizden ders alalım. İşte veriler ortada. Kazaların sorumlusu bizleriz. Sevgili komşum Ahmet Utlu bir süredir ‘kazalara’ odaklanmış durumda. Ahmet Utlu, Yol Güvenliği Platformu’nun kurucusu ve ‘Değiştirebiliriz’ hareketinin sözcüsü. Bu hareketi hiç duymadıysanız ‘değiştirebiliriz.org’ adresinden ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Ben burada onların çalışmalarının çok küçük bir bölümüne yer verebileceğim. Ahmet Utlu, öncelikle ‘çocuk koltuğu’ konusuna değindi. Evet yasal zorunluluk geldi, peki uygulanıyor mu? Türkiye’de aileler çocuklarını ön koltuğa oturtmaya bayılıyor. Hatta babalar çocuklarını kucaklarına alıp direksiyonla vücutları arasında çocuklarını sıkıştırıp yola çıkabiliyorlar. İşte BP Türkiye ve Castrol’ün desteklediği Değiştirebiliriz-Yol Güvenliği Platformu hareketinden öğrendiklerimden biri: - Saatte 45 kilometre ile hareket etmekte olan bir otomobil, ağaca çarptığında, arka camın içinde duran kola kutusu 7 kiloluk bir tuğla ağırlığına ulaşarak başınıza çarpabilir!- Çocuk koltuğunun kullanımının yaygın olduğu ülkelerde trafik kazalarında hayatlarını kaybeden çocukların oranı yüzde 3 civarındayken, zorunlu olmayan ülkelerde yüzde 46 oranında.- Çocuk koltuğu kullanımı, ölümcül yaralanmaları bebeklerde yüzde 71 oranında, çocuklarda ise yüzde 54 oranında azaltıyor. - Türkiye’de trafik kazalarının yüzde 98’i insan hatalarından kaynaklanıyor. Bu arada Ahmet Utlu’nun hız konusundaki bir yazsından da alıntı yapacağım. “Karayollarında hız artışı konusunu örnekleri ve sonuçlarıyla Dünya Sağlık Örgütü, FIA, Dünya Bankası ve GRSP (Global Road Safety Partnership), ortaklaşa ürettikleri ‘Hız Yönetimi’ adlı raporda toplayarak açıkladılar. Bu rapora göre, yolları dümdüz, neredeyse tamamen virajsız ve sorunsuz asfalt olan Avustralya’da 1987 yılında hız sınırı 100 kilometreden 110 kilometreye yükseltildi. Araçların sadece 10 kilometre hızlanmaları, iki yıl içinde kazaları yüzde 24.6 oranında artırdı. Bunun üzerine Avustralya Hükümeti geri adım attı ve 1989 yılında yollarda hız sınırını tekrar 100 kilometreye çekmek zorunda kaldı. Ancak kazalarda aynı oranda azalma olmadı. İki yıl sonra kazalar sadece yüzde 19.3 oranında azalmıştı.Hız limiti artışı Amerika’da ise yine 1987’de denendi. 40 eyalet aynı anda karar alarak hız limitini saatte 88 kilometreden (55 mil), 104 kilometreye (65 mil) çıkardı. Bu karar da sadece 1 yıl uygulanabildi. Çünkü hız artışına karar verilen ve uygulanan yollarda ölüm yüzde 20-25 arasında artıvermişti. Türkiye’de yasal hız limiti 90 kilometre iken, 10 kilometrelik polis toleransı ile aslında 100 kilometre olarak uygulanıyordu. Şimdi yasa “110” diyorsa, yüzde onluk polis toleransı ile araçların saatte 120 kilometre hızla ve yasaları çiğnemeden hareket edebileceklerini varsayabiliriz. Bir futbol sahası örneği üzerinden düşünelim. Saatte 120 kilometre ile giderken, karşı kalenin çizgisinde bir tehlike belirdiğini varsayın. Bu tehlikeyi beyninizin algılaması ve ayağınızı gaz pedalından çekerek fren pedalına koymanız sırasında 31 metre ilerlemiş olursunuz. Fren pedalına basarken araba yavaşlamaya başlar ama siz 94’üncü metreye gelmiş olursunuz. Tamamem durabileceğiniz mesafe ise 119’unucu metredir. Kamyonun altına girmiş olursunuz’Geçmiş olsun... Biliyorum içiniz daraldı... Amacım tüm bunların kulağınıza küpe olması.
Yılın ilk yazısı... Sizlere öncelikle sağlık dilerim. Çabalarınızın, çalışmalarınızın karşılığını bulacağınız bir yıl olsun 2011. 2010’un son gününde yaşadıklarım, yeni yılda trafikte ne kadar dikkat etmemiz gerektiğini bir kez daha gösterdi. Kızımın okulunda yılın son günü kutlama vardı. Çok heyecanlıydı. Evimizden okuluna arabayla her sabah 6-7 dakikada gidiyoruz. 31 Aralık günü bu mümkün olmadı. Herkes aceleci olduğu için kimse kimseye yol vermiyor, kaldırımların üzerinden gidiyor, el kol hareketleri yaparak yol alıyordu. Yolda da çok kaza vardı. Kendi aralarında anlaşamayan 2 kadın ve bir erkek... 35 dakikada okula varabildik. Ela 3.5 yaşında ve bana arka koltuktan ‘Anne ne oluyor?’ diye sordu defalarca. Çocuklar sünger gibi çok çabuk öğreniyorlar. Ela trafik ışıklarını öğrendiğinden beri, arabadaki trafik polisi gibi...‘Anne kırmızı dur’ gibi yönlendirmeler yapıyor, yola kendini atan yayalara ‘saygısızlar’ diyor. Ela’nın şimdilik en kötü sözü saygısızlar...Okuldan ayrıldıktan sonra iki durağım daha vardı, eve dönene kadar 2 kaza daha gördüm. Sizlerle bunları neden paylaşıyorum? 2010’un son günlerinde TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonu Genel Müdürü E. Naci Başerdem’le biraraya gelmiştik. O görüşmede öğrendiklerimi sizle paylaşmak bugüne denk geldi. Ne yazık ki hiçbirimiz masum değiliz. Başerdem’in verdiği en önemli bilgi buydu. Yapılan muayenelerde 2 milyon aracın freninin tutmadığı ortaya çıkmış. Araç muayenesine gelen her 10 araçtan 2’sinin freni tutmuyormuş. Ben bu gerçeği öğrendiğimden beri özellikle de TEM’de sürat denemeleri yapan kamyonlardan iyice tırsmış durumdayım. Yoğun trafiğe razıyım, yeter ki hız denemeleri yapmasınlar... TÜVTÜRK’ün istasyonlarında son 2 yılda toplam 11 milyon araç muayene edilmiş. “Bu araçların yüzde 41’i ağır kusurlu ve emniyetsizdi. Bunları yasa gereği geri çevirdik. Arızalarını giderip tekrar gelen araçların yüzde 96’sı muayene onayı aldı” diyen Başerdem, verdiği bilgileri yorumlarken, yoğun trafikte 100 metre içinde en az 2 aracın fren sisteminin arızalı olduğunu bilgisini de verdi. Başerdem’in verdiği bilgileri yazının sonunda sizle paylaşacağım. Malum kaza oranları çok yüksek Türkiye’de. Yaşamını kaybedenlerin, engelli kalanların oranları da çok yüksek. Sürücü hatası olarak sıralayabileceğimiz nedenlerin içinde yorgun araç kullanmak, hız yapmak, hatalı sollama yapmak, trafik işaretlerine uymamak ve otomobilinin özelliklerinin farkında olmamak var. Başerdem halkı bilgilendirmek, bilinç uyandırmak için yapılanlardan da söz etti. Ezel Akay çok etkileyici bir film çekmiş. Bu film keşke TV kanallarında çok daha fazla gösterilse... Ve neden trafik kazalarında rekora imza atan Türkiye’de halkı bilinçlendirmek için farklı yollar izlenmiyor? Birçok Avrupa ülkesinde kemer takma alışkanlığı çocuklara çizgi filmlerle öğretildi. Filmlerde kemer takan kahramanları izlediler yıllarca. Bizde de aynı yol neden izlenmiyor? Hem çizgi filmlerdeki kahramanlar trafik kurallarını çocuklara hiç hissettirmeden öğretebilir hem de hiç büyümeyen ve kural tanımayan büyükler için de filmler ve dizilerde bunlara özen gösterilebilir. Yapılacak çok şey var.
AĞAOĞLU Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, projelerinin çoğunun İstanbul’da olduğunu ama Türkiye genelinde inşaat sektörünü tetiklediklerini söyledi. Ağaoğlu, “Son reklam kampanyasından sonra 1 haftada 2 bin daire sattık. Gömlek değil ev sattım ben. Van’daki, Konya’daki inşaatçı arayıp benim sayemde ev sattığını söylüyor” dedi.TÜRKİYE’NİN ekonomi ve siyasi alanda önemli gelişmeler kaydettiğine de değinen Ağaoğlu, “Siyasi istikrar çok önemli. Eğer çok büyük aptallık yapmazsak Türkiye önümüzdeki 5 yılda uçar. Nereye gitseniz Türk işadamlarıyla karşılaşıyorsunuz. Türk işadamlarının kendine güveni geldi. 10 yıl içinde dünyanın ilk 10 ülkesinden biri oluruz aptallık yapmazsak...” diye konuştu.Ali Ağaoğlu 2010’da adından en çok söz ettiren işadamlarından biriydi. İddialı projeler açıkladı, peynir ekmek satar gibi ev sattı. Şirketinin projelerini tanıtan reklamda kendisi de oynadı. Reklam yıldızı oldu! Bir haftada 2 bin daire satarak rekor kırdı. Malum, Ağaoğlu renkli bir kişilik. Özel hayatıyla da gündemde, lüks arabalarıyla da... Ama bu kez Ağaoğlu’na ne yeni projelerini sordum ne de aşklarını... Ali Ağaoğlu’yla ilk kez siyasetten, Türkiye’nin geleceğine ilişkin görüşlerinden konuştuk. Röportaja başlamadan önce Ağaoğlu’nun masasında bir zarf gözüme takıldı. Üzerinde Ağaoğlu’nun fotoğrafı vardı ve adres olarak, ‘Ali Ağaoğlu-İstanbul’ yazıyordu. Mektup Gümüşhane’den gelmiş. Ali Ağaoğlu, İstanbul’da projeler yapıyor ama ondan beklentiler büyük!Kaç yıldır iş yaşamındasınız? 2010 iş yaşamındaki kaçıncı yılınız?Ben daha ısınma turlarındayım. Kaç yıl geride kaldı bilmiyorum. Kendimi daha yolun başlangıcında hissediyorum. Daha ayağımı çizgiye koymadım. 2011’de umarım koyarım!2010’da çok ön plandaydınız. Sizi 2002-2003’ten bu yana tanıyoruz. Kaç yıldır emek veriyorsunuz, nasıl sıçrama yaptınız?İşini doğru yapınca başarı peşinden geliyor. Ben hayatımda şu olacağım demedim. İlk başlarda babama kendimi kanıtlamak istedim. Ama daha sonraki yıllarda işimi iyi yapmaya, doğru ve dürüst çalışmaya odaklandım, başarı da arkasından geldi. Öyle hiçbir şey kolay olmuyor. Çok çalışmadan başarı kazanmak mümkün değil. Yıllar da geçiyor... 22 yaşındayım!Kabul ettiniz yılların da geçtiğini...1954 doğumluyum. 22 yaş yapıyor değil mi? Matematiğim sizinki kadar kuvvetli değil!22! Babam da zamanının başarılı işadamlarındandı. Bana en büyük iyiliği de inşaat işine beni çocuk yaşta sokmasıdır. Kendimi bildim bileli şantiyelerdeyim. Akdeniz ilk şirketimin adı. 30 yıl önce kurmuştum. Adım adım büyüdü işler. İşler büyüdükçe de tanındık... Çok ön plana çıktınız...Sanırım kişilik olarak ön plandayım. Ama bu her şeyi benim yaptığım anlamına gelmez. Kurumsallaşmaya da çok önem verdim. Bu şirket çok iyi bir ekiple yönetiliyor. Başarı varsa benim değil ekip çalışmasının...Siz ne yapıyorsunuz, sizin sorumluluğunuz ne?Ben arazi bulurum, proje gelişene kadar aktif görevdeyim. Günlük olayların içinde değilim. Ekibimle birlikte daha güzel şeyler yapacağız. İstanbul dünya başşehri olacak bir şehir. Biz ne yazık ki bu şehri gecekondu başşehri yaptık. Düzelmesi mümkün mü? İmarsız, plansız yapılaşma var. Mümkün. Hatalar giderilebilir, dersler alınıyor. Türkiye bunu başarabilir, İstanbul’u dünyanın en gözde şehri yapabilir. Türkiye hızlı gelişiyor. Bölgede değil dünyada bir güç olma potansiyeli var Türkiye’nin. Dünyada güç dengeleri de değişiyor. Türkiye söz sahibi bir ülke oldu.Türkiye’nin geleceğinden çok umutlusunuz...Ekonomide de siyasette de önemli gelişmeler gösterdi Türkiye. Türkiye’nin bu atılımından bizler de payımızı alıyoruz. Cem Boyner’le söyleşi yaptım bundan bir ay kadar önce. ‘Türkiye koptu gidiyor. Türkiye 5 yılda uçacak’ dedi. Katılır mısınız bu görüşlere?Eğer biz çok büyük bir aptallık yapmazsak Türkiye önümüzdeki 5 yılda uçar gerçekten de. Ne gibi bir hatadan söz ediyorsunuz? Siyasi istikrar. Bu çok önemli. Türkiye’nin önünün açılmasının tek koşulu tek başına iktidar, hatta AK Parti iktidarı mı? Particilik yapmam. Ama gelişmeleri görüyorum. Batı üretmiyor, doyum noktasında. Türk ekonomisi genç ve atılımcı. Türk insanı çok mücadeleci. Genç nüfusumuz fazla. Hırsımız büyük. Dünyada her dakikada kalkan uçakta mutlaka bir Türk var. Nereye gitseniz Türk işadamlarıyla karşılaşıyorsunuz. Türk işadamlarının kendilerine güveni geldi. 10 yıl içinde dünyanın ilk 10 ülkesinden biri olur, aptallık yapmazsak...Olmazsa olmaz siyasi istikrar diyorsunuz... Biz millet olarak iyi özelliklere sahibiz ama kötü özelliklerimiz de var. Uzlaşma kültürümüz az. Her hamle yaptığımız döneme bakmak lazım. Hepsi tek başına iktidar döneminde oldu. Rahmetli Turgut Özal dönemini hatırlayın, Menderes dönemine bakın. Siyasette maalesef uzlaşma kültürümüz zayıf. Tek başına iktidarda güçlü iktidar döneminde daha kolay karar alınıyor, daha kolay risk alınıyor. İnsanlar önünü daha rahat görüyor. Yabancılar da bunu çok yakından takip ediyor. Türkiye’de üreten bir ekonomiden söz edebilir miyiz?Hâlâ üretiyoruz. İnşaat üretiyoruz. Otomobil sektöründe yan sanayi çok iyi. Teksitilde de iyiyiz. Eksiklerimiz de çok. Genelde fason üretim yapıyoruz, markalarımız yok. Ama dünya markası olma yolunda ilerleyen firmalarımız da var. Türk müteahhitleri Çin’den sonra ikinci konumda. Ağırlıklı olarak biz yurtiçindeyiz. Türkiye’nin Rusya’da dünya çapında iş yapan firmaları var. Katar’dan Afrika ülkelerine, Irak’a, Dubai’ye kadar çok iyi projeler yaptı Türkler, yapmaya da devam ediyor. Siz de yurtdışında bir projeye başlıyorsunuz... Nasıl oldu, kaç yıldır böyle bir hevesiniz var? Arkası gelecek mi?Markamızı yurtdışına taşıyoruz. Londra’nın en iddialı iki kulesini yapacağız. Kısmet olursa izinleri bitiyor. 6 ay oldu bu işe başlayalı. Biz devraldık bir girişimciden. Ama İngiltere Türkiye gibi değil. Bürokrasi Türkiye’deki gibi değil. Hızlı ilerliyoruz. Siz siyasi istikrar, tek parti yönetimi diyorsunuz ama siyasi gerilim çok yüksek Türkiye’de. Kavga hiç bitmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana hiç tartışılmayan konular konuşuluyor, özerklik, iki dil gibi. Gerilim yok değil...Türkiye’nin potansiyeli ve enerjisi var. Fındık kabuğunu doldurmayan olaylara çok zaman harcıyoruz. Bu konuda medya da hatalı. Olumsuzluklar çok ön planda. İyi haber yok gibi. Bakınca bu ülkede hep kavga var. Gerçekler var ama biraz da abartılıyor. Sürekli olumsuzluklar pompalanıyor. Tamam söz ettiğiniz konular çok önemli, katılıyorum size ama bunları kavga ederek değil uzlaşarak, ortak bir yol bularak çözmek gerekiyor. Türkiye’nin bu uzlaşma kültürünü mutlaka benimsemesi gerektiğini düşünüyorum. Birinin ak dediğine biri kara dedikçe uzlaşılmaz. Bu da halkta gerilim yaratır. Güven ortamı kalmaz, kimse önünü göremez. Niye bunlar yaşansın. Türkiye’nin büyük avantajları var. Bu avantajları değerlendirmek yerine niye birbirimizi yiyelim. Popülist seçim vaatleri yok2011’de seçim var. Seçim ekonomisi sizi endişelendiriyor mu? Kısır tartışmalar, gerginlikler hep etkiliyor ekonomiyi. 2010’da da referandum çok gerdi. Ama artık biz bunlara alıştık. Nasıl kriz şerbetlisi olduysak bunlara da alıştık. Ben işadamıyım, particiliğim yok. Ama şunu görüyorum, eski popülist seçim vaatleri yok. ‘Verdiysem ben verdim, sen ne veriyorsan 5 fazlasını ben vereceğim’ söylemleri bitti. Bunlar yok. Genel ekonomik göstergelere göre fazla bir savurganlık yok. Eskiden seçim dönemlerinde bütçe talan edilirdi. Makro ekonomiye özen gösteriliyor şimdi.Sizin İstanbul’da yaptığınız projeler Türkiye genelinde bir tetikleme yaptı mı inşaat sektörde? Projelerimizin çoğu İstanbul’da ama Türkiye’de inşaat sektörünü tetikledik. Medyatik biriyim. Tanıdılar beni. Ofisim de herkese açık. Özellikle son reklam kampanyasından sora bir haftada 2 bin daire sattık. Rekor bu değil mi?Evet. Geçenlerde Damat&Tween’in sahibi Süleyman Orakçıoğlu geldi. Ona sordum ‘Bir haftada 2 bin gömlek satıyor musun? diye, ‘Abi zor’ dedi. Türkiye’nin her yerinde mağazaları var. Gömlek değil ev sattım ben. İnsanları alım yönünde destekledim ben. Van’daki, Konya’daki inşaattçı beni arayıp ‘Abi sağol senin sayende ev satıyoruz’ derken, çok mutlu oluyorum. Ekonomide 2 artı 2 her zaman 4 etmez, 5 ya da daha fazlası edebilir. Bu da beni çok mutlu ediyor. Reklama çıkmadan önce bunun ters tepebileceğini hiç düşündünüz mü?Benim en büyük özelliğim doğal ve inandırıcı olmak. Ben şeffafım. Hiçbir şeyi cilalamam ben. Kamuoyunda bana ters bakanlar da olabilir. 1980’den beri ben adım adım büyüdüm. Son zamanlarda tanındım. Ben 20, 25 sene önce aldığım arazilerde proje üretiyorum. Türkiye’nin en büyük tuğla fabrikaları benimdir. Sanayiciliğim de vardır. Turizme de 1988’de girdim. Seneler önce ekilen ağaçların meyvelerini topluyorum. O yüzden de sana ‘daha ısınma turlarındayım’ dedim. Reklama çıkarken de olumsuz hiçbir şey düşünmedim. BALON DEĞİL! ONLARIN BEYİNLERİNDE BALON VAR!Çok eleştiriler de var. Reklamda oynamanızın dışında. ‘İstanbul’da her yer site, inşaat oldu. Bu konutlar fazla, satılamayacak, fiyatlar da şişti’ diyenler var. Ne diyorsunuz bu eleştirilere? Ağzı olan konuşuyor. Bir balon lafıdır oluştu, bazı akademisyenlerin ve uzmanların dilinde bir balon lafıdır aldı gidiyor. Nerede balon? İstanbul’daki konut stoğu ortada. İstanbul’da mevcut yapı stoğunun değişmesi için 2 milyon yeni yapıya ihtiyaç var. Biz yılda sektör olarak toplam en fazla 200 bin civarında konut üretiliyoruz. Konut miktarında balon yok. İhtiyaç var. Ya fiyatlar?Fiyata bakınca da balon yok. İstanbul’da satılan konutların metrakaresi 1.000-1.500 dolar arasında. Geneli böyle. 2.000 dolar üzerindekilerin genel içindeki payı yüzde 4-5. Konut kredilerine bakınca 50-52 milyar lira civarında konut kredisi stoğu var. GSMH’nın yüzde 4’üne tekabül ediyor. Bazı ülkelerde yüzde 100’ü geçer, Avrupa ülkelerinde yüzde 60’larda. Geri ödemelerde sorun yok. Çıkıp televizyonlarda ‘balon oluştu’ diyorlar. Akademisyenler bunu nasıl söylüyor? Fiyatta balon yok, kredilerde sorun yok. Sanırım bazı kişilerin beyninde beyin yok, balon var. Bunu da yaz böyle. Her türlü tartışma ortamında bunu herkesle konuşabilirim. İstanbul’da insanlar canlı canlı tabutta yaşıyor. Binaların çoğu kendi ağırlıklarını taşıyacak güçte değil. Binalarda deprem güvenliği yok, ısı yalıtımı yok. Hidroforlu dailere lüks daire denilirdi. Asansörlü, hidroforlu lüks daire denilirdi. Lüksün tanımı buydu. Çok şey değişti. Siz İstanbul’a damga vuran bir proje yapmayı hedefliyor musunuz?Yapacağız. Türk mimarla yapacağım kısmet olursa. 10 yıl benim için uzun süre, daha kısa sürede yapacağım.Ayrıcalığım ve sempatim var, kimse bana servet düşmanlığı yapmaz Geçenlerde siz de Rolls Royce arabanızla her yerde gezdiğinizi söylemişsiniz, hatta gecekondulara bile gidiyormuşsunuz. Kimse çıkıp size bir laf etmiyor mu? Herkes kucak mı açıyor?Evet. Bir kez bir olumsuzlukla karşılaşmadım. O zaman beni ve fotoğrafları çeken arkadaşımı da yanınıza alın, gidelim Rolls Royce’la gecekondularda gezmeye... Seve seve senle gezeriz! Ben halktan geldim, halka içiçeyim. Rolls Royce arabaların en pahalısı. Nerede gezdiniz siz?Ben 1 Mayıs’ta Gaziosmanpaşa’da gezdim. Yanımda avukatım vardı. Hiçbir şey olmadı. Oraya o gün polis bile giremiyordu. Ben her zaman her yerde gezerim. Kadınlar başörtülü, başörtüsüz, çok şık, genç yaşlı gelip benle tanışıyor. Sohbet ediyor. Kimse yanıma gelmeye çekinmez. Servet düşmanlığı yok Türkiye’de. Nedir bunun sırrı?Ayrıcalığım ve sempatim var. Bu da çok güzel. Yaşam felsefeniz desem...Hayatımda hep göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün, derim. Hiçbir yerde rol yapmam. Yemek kulübüne bile üye değilim siyasete girmeye niyetim yokBabanızın sizi yetiştirme biçiminden söz ettiniz. Siz çocuklarınızı nasıl büyüttünüz?Ben mümkün olduğu kadar çocuklarımı iş toplantılarına sokuyorum. Bir çocuğum 5 yaşında. Diğerleri büyük. Alican Londra projesinin başına geçecek. Orada okudu. Çocuğuna istediğin kadar servet bırak bitmeyen servet yoktur. Bitmeyen servet çalışmaktır, üretmektir. Ben çocuklarıma hep ‘yaptığın bir harekette bunu babam duyarsa kızar diye değil babam üzülür, diye düşün’ derim. Ben kızımla da oğlumla da arkadaş gibiyim. Alican’a yüzmeyi öğretmek için onu okyanusa attım. Sena da çok yetenekli bir kız. O da okuyor. Siyasete girer misiniz ileride?Ben yemek kulübüne bile üye değilim. Hiç öyle bir niyetim yok. İşadamlarının servetleri arttıkça daha korunaklı bir hayat yaşıyorlar, çok görünür olmayı tercih etmiyorlar...İşadamları hangi gerekçeyle onu yapar bilemem. Ben kapalı bir hayat yaşayamam. Soyutlanmış bir şekilde yaşayamam. Ben tam tersiyim. Beni davetlerde de görüyorsun işçilerimle kahvaltı yaparken de... Sokaklarda yürürken de görürsün. ÜNİVERSİTEDE TEZ KONUSU OLDUSizin kadar hızlı daire satan yok değil mi?Sihirbaz değilim. Doğru proje yapıyoruz, maliyetlerimizi aşağı çekiyoruz. Sizin hızlı daire satışların üniversitelere tez konusu olmuş, doğru mu?Evet. Üniversitede tez konusu olduk. Galatasaray Üniversitesi’nde yaptılar. Daha birkaç üniversitede de var.
Türkiye’nin ilk yerli Türk traktörünün üreticisi Erkunt’un Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Genel Müdürü Zeynep Erkunt Armağan, Türk çiftçisini yerli malı traktörlerin kaliteli olduğuna inandırmakta zorlandıklarını söyledi. Zeynep Erkunt Armağan, “Çiftçiler, Türk malına inanmıyor. Çok uğraştım, anlatana kadar tek bir siyah saçım kalmadı, hepsi beyazladı, saçlarım şu anda boya. İnsanlara yeni traktörü nasıl anlatacağız, diye düşünüp farklı yollar denemek çok yorucu. Hâlâ da öyle. Türkiye’de çiftçilerin bildiği iki marka var. Onlarla çalışmışlar. Biri olmazsa diğeri olur. Üçüncünün kendini ispatlamasını bekliyor. İspat şartları da çok ağır” diye konuştuErkunt, Türkiye’nin ilk yerli tasarım traktörü. Erkunt Grubu, Ankaralı bir şirket. Zeynep Erkunt Armağan’ın babası Mümin Erkunt tarafından kurulmuş. Yıllarca döküm işinde uzmanlaşan şirket, ailenin ikinci kuşak temsilcisi Zeynep Erkunt ve Zeynep Erkunt’un eşi Tuna Armağan’ın öncülüğünde Türkiye’nin ilk traktör üretimini 2004 yılında gerçekleştirdi. Erkunt, 2004’ten bu yana hem Türkiye’de hem de dünyada yol alıyor. Traktör ve bir kadın üretici yan yana gelmesi hayli zor bir ikili gibi geliyor değil mi? Gerçekten de öyle... Zeynep Erkunt sektördeki tek kadın. Şimdiye kadar Türkiye’de de dünyada da bir kadın üreticiyle kendisi de karşılaşmamış. Zeynep Erkunt Armağan azimli, çalışkan bir kadın. Zaten öyle olmasa bu başarıya imza atamazdı. Örneğin geçen yıl defalarca Sudan’a gitmiş. 3 hafta Sudan’da kalmış. Avrupa ve Amerika’da global kriz olunca, Erkunt’un yüzünü hemen Ortadoğu ve Afrika ülkelerine çevirmiş Zeynep Erkunt Armağan...14 yaşında bir oğlu, 17 yaşında da bir kızı olan başarılı kadın yönetici... 2010’un son Pazarın Patronu oldu...Babanız Ankara’nın önde gelen işadamlarından. Döküm işinde bir numara diyebiliriz. Siz nasıl babanızın işine ilgi duydunuz?Babamın ne yaptığını ilk ilkokul döneminde kavradım. Hep işe gider gelirdi ama ne yapıyordu bilemezdim. Fabrikadan kamyonun üzerinde döküm parçalarının çıktığını gördüğümde, ‘Baba fabrikadan bir şeyler götürüyorlar’ dedim. Mal sevkiyatı yapılıyordu. Biraz erkek çocuğu gibiydim. Her tatilde fabrikaya giderdim. Babam benim idolümdür. Hep onu örnek almaya çalıştım. Sakindi, işe adamıştı kendisini. Yanılmıyorsam lise yıllarımda ‘Ne olacaksın?’ dendiğinde tereddütsüz ‘Fabrikada çalışacağım’ derdim. Ama ne yapacağımı bilmiyordum. Üniversiteye girmeden önce babama sordum, işletme seçmemi uygun gördük. Babam hiçbir zaman ‘Bayrağı benden devralabilirsin’ demedi. Hep ‘Kim hak ediyorsa onu alır’ derdi. Hacattepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü bitirdim. İlk ihracatım rögar kapağıHemen işe mi başladınız?Hep çalıştım. Santraldeki kişi izne çıktığında ‘iyi günler Erkunt’ diye telefonları açardım. Hangi bölüme çok telefon geliyor, kim en çok konuşuyor hep babama anlatırdım. Muhasebede çalıştım. Sizinle ne değişti Erkunt’ta?1988’de ilk yurtdışına satış yaptık. Pakistan’a rögar kapağı yaptık. Otomotiv sektörüne yapamadık. O iş için de çok çalıştık. Satış bölümünde yaşı büyük biri vardı, yabancı dili de yoktu. Geçici olarak babam o görevi bana verdi, oraya da makine mühendisi birini alacağını söyledi. Ben gece yarılarına kadar fabrikada kaldım. Yılmadım kolej İngilizcemin yetersiz olduğunu gördüm, İngiltere’ye kursa gittim. İlk ihracatımızdan zarar ettik ama ihracatı öğrendik. Traktör üretimi nasıl oldu?Döküm fabrikasındaki üretim yapısını hiç değiştirmedim. 1992 yılında eşim Tuna Armağan’la evlendim. O da daha önce Koç Grubu’nun benzer bir şirketinde çalışmıştı. Eşim çok vizyon sahibidir. Biz ‘ihtisas dökümhanesi olmalıyız. Hayati önem taşıyan parçalara dönelim, kalite belgeleri alalım’ dedi. Omuz omuza işe girdik. 1992’den sonra Erkunt sıçradı. Birbirimizden kuvvet aldık. Babam adım adım çekildi. Bizim çok traktör müşterimiz vardı. Amerika’dan, İtalya’ya her yerden traktör üreticileri müşterimizdi. Dünyadaki ve Türkiye’deki tüm traktörcülere parça üretiyorduk. Babamın hayali vardı; ‘bir nihai ürün üretelim’ derdi. Biz babama 1999 yılında ‘Biz bir traktör yapacağız, adını da Erkunt koyacağız’ dedik. 3 yıl çalıştık. Hırs yaptık. İyi bir grup kurduk. Türkiye’yi dolaşmışsınız...Evet, ekibimiz 3 yıl boyunca binlerce kilometre yol yaptı. Arkadaşlarımız tarla tarla dolaştı. Çiftçilere ‘Hayatınıza yeni traktör girse ne olmasını istersiniz?’ sorusunu sordu. Nedir getirdiğiniz farklılık? Daha az mazot tükettiği söyleniyor sizin traktörlerin, bu nasıl oluyor?Testlere girdi traktörümüz, gücü ortaya çıktı. Transmisyonu çok kuvvetli bir traktör yaptık. Eşim Tuna döküm sanayinin başında kaldı ben traktörün. İşler büyüyünce bölmek zorunda kaldık. Erkunt’un rakipleri çok eski üreticiler, markalar. Çok zorluk yaşamış olmalısınız...Buzdağı gibi bir iş. Piyasaya çıktığınızda yeni bir ürünü tanıtmak çok zor. Ayrıca çiftçiler çok konservatif. Türk malına inanmıyorlar. Yerli malı Türk’ün malı değil yani!İnanın çok uğraştım. Saçlarım boya, tek bir siyah saçım kalmadı, hepsi beyazladı. İnsanlara yeni traktörü nasıl anlatacağız, diye düşünüp farklı yollar denemek çok yorucu bir süreçti. Hâlâ da öyle. Sürekli kafa yorduk. Fuarlara katıldık. Türkiye’de çiftçilerin bildiği iki marka var. Onlarla çalışmışlar. Biri olmazsa diğeri olur. Üçüncünün kendini ispatlamasını bekliyor. İspat şartları da çok ağır. Neler onlar?Bir kere firma kriz atlatacak, batmayacak, bir sorun olduğunda yeni traktör verecek. En kötüsü krizi beklemek... Biz bayilerimizin hepsine deneme traktörleri gönderdik. Tırlarla tarla tarla gezdik. 1 milyon 700 bin kilometre yol yaptık. Türkiye’de tarım yapılan tüm şehirleri dolaştık. Her yere gönderiyoruzKaç noktada satılıyor Erkunt Traktör’leri?60 ilde 105 satış noktasındayız. Tarım yapılan 76 il var, henüz hepsine girmedik. Zor bayi seçiyoruz. Ben bayileri aileye bir fert alıyormuş gibi görüyorum. Sağlam büyüyoruz. Bayiler fabrikada da eğitiliyor. İhracatınız var?Evet. Amerika, Avusturalya’ya her yere satıyoruz. Balkanlara, Irak’a... Marka oldunuz mu?Henüz değiliz. No name olduğumuz için de yurtdışında zorlanıyoruz. ArmaTrac yurtdışındaki adımız. Ürünü iyi anlatmamız lazım. Ben Avusturalya’ya deneme traktörü gönderiyordum, limandan geri çektim. Adam kendi geldi, istediği şekilde test yaptı siparişi verip gitti. En iyi müşterilerimiz Balkan ülkeleri. Yılda kaç traktör üretiyorsunuz?10 bin 500 traktör üretiyoruz. Üretim hatlarında yeni yatırım kararı aldık. Bir vardiyada 3 bin 300 traktör üretiliyor, 4 bin 500 üretim olacak. Yılda 3 vardiyada 13 bin 500 traktör üretmek istiyorum.Türkiye’de kaç traktör var, bunların yaşları kaç?Bir milyon 400 bin traktör var. Çoğu çok yaşlı. Yenilenecek de var, yeni alınacak da. Avrupa ortalamasına bakınca AB ülkelerinde traktörlerin ömrü 10 yıl. Burada ise bizdekilerin yarısı 25 yaşından büyük. 600 bin traktörün yenilenme ihtimali var. 350 bin traktör 35 yaşın üzerinde. Çiftçi bunu değiştirememiş. Nedenleri ortada. Hızla bir değişime ihtiyaç var...Türkiye’de en iyi senede 35 bin traktör satıldı. Yenilenme için çok uzun süreye ihtiyaç var. Otomobile hurda indirimi çıktı, bize çıkmadı. Bu yıl kaç traktör satıldı?Toplam 28 bin satışla kapanacak gibi görünüyor. Çiftçi 35 yaşını geçmiş traktörünü yenileyemiyorsa geçinemiyor demektir. Çünkü hayatları traktör. Düğüne de cenazeye de traktörle gidiyor, tarlaya da. Ama yenileyemiyor. Türkiye’nin tarım politikalarını gözden geçirmesi gerekiyor. Çiftçiye kolaylık yapılmalı.EŞİM VİZYON SAHİBİ, BEN DETAYCIYIMEşiniz döküm fabrikasının başında, siz traktör... Evi ve işi paylaşmanın avantajları ve dezavantajları neler? Zor olan tarafları var. İkimiz de biliyoruz o gün zor geçmiş evde hiçbir şey olmamış gibi davranmak zor geliyor. En büyük manevi desteğim eşim. Aynı frekanstayız ama hep Tuna farklı bir bakış açısı getirir. O detaylarla uğraşmak istemez ben detayların takipçisiyim. Çocuklar kaç yaşında, işle ilgililer mi? 17 ve 14 yaşında çocuklarımız var. Kızım sanatla ilgili. Oğlum daha şimdiden hevesli. Kimsenin hayal etmediği bir traktör yapmak istiyor. Yüzde 40 daha az mazot tüketen traktör yaptık ‘Sizin traktör dopingli’ dedilerNoter huzurunda traktörünüzün az mazot yaktığını belgelemişsiniz...Bunun bir hikayesi var. Ankara Fuarı’na katıldık. Dünyada son kullanılan transmisyon sistemini kullanıyoruzdedik, mazot tüketiminde avantaj dedik. 3 yıl önce bir çiftçi geldi. ‘Patron kim onu göreyim’ dedi. ‘Ben yetkiliyim’ dedim. ‘Sen nereye yetkilisin, çağır birini’ dedi. Kadınım ya, ufak tefeğim de, inanmadı. Bayi geldi, adam konuşmaya başladı. ‘Bizim genel müdürümüz bu hanım’ dedi. Çiftçi herkesin içinde bana ‘Siz yalancısınız’ diye bağırdı. Neden böyle söylüyorsunuz dedim, adam ‘Hep satana kadar, insanları kazıklayana kadar’ diyor. ‘Erkunt’u bilmiyorsun böyle konuşma’ filan diyorum ama adam ağzına ne geliyorsa söyledi. O gün korkunç geçti. Ve o gün kafamda bir ampul yandı. ‘Noter huzurunda ne kadar yaktığımızı ispat edelim’ dedim. Tarım Bakanlığı Test Merkezi, üniversiteden hocalar, ürettiğimiz traktörler arasından deneme traktörleri seçtiler, biz seçersek dopingli traktör seçermişiz gibi dedikodular da çıktı. O ne demek?Bilmiyoruz. Biz kandırmak için örnek hazırlamışız filan... Yılmadım. Sonuçta heyet kendi seçtiği traktörleri tarlalarda denedi. İlk önce Ankara’da denendi. Ankara olunca ‘Danışıklı dövüş’ dediler...Nasıl yani?Biz Ankarılıyız ya, yumuşatılmış toprakta denetmişiz az mazot gitmiş... Antep’e gittik bunun üzerine. Nohut anız tarlasına soktular. Ne fark olur nohut anızında?Lif lif kökleri vardır nahutun, saç gibi. Çok zordur. Dibi taş gibidir, saç gibi örülmüştür, bunu yarmak zordur. Çok da mazot harcanır. Sonuçta yüzde 40 daha az mazot tükettiğimiz ortaya çıktı. Bu çiftçinin cebine 5 ila 7 bin lira arasında para kalması demek.