Mücevherci Boybeyi, Muhteşem Yüzyıl dizisiyle gündeme geldi. Boybeyi Ailesi’nin dördüncü kuşak temsilcisi Mete Boybeyi’nin tasarladığı ‘Hürrem’ yüzüğü o kadar ilgi gördü ki taklitleri 2 milyon adet satıldı. Monaco’da bir müşterisi, Boybeyi’nin tasarladığı yüzüğe göre koltuk takımı bile yaptırmış. Mete Boybeyi, Türkiye’de 1.5 milyon dolara, yani yalı dairesi fiyatına mücevher alan müşterileri olduğunu söylüyor.Mete Boybeyi’yle Nişantaşı’ndaki mağazalarında buluştuk. Boybeyi’ni Muhteşem Yüzyıl dizisi sayesinde mücevher alan almayan herkes tanıdı. Boybeyi Ailesi’nin dördüncü kuşak temsilcisi olan Mete Boybeyi’nin tasarımı olan Hürrem yüzüğü en çok satan takılardan biri oldu. Bu konuları röportajda okuyacaksınız. Öncesinde Boybeyi’nden söz etmekte yarar var. Boybeyi kuyumculuğun temeli 1881 yılında Mete Boybeyi’nin büyük büyük dedesi Boybeyi Ahmet Zarifi tarafından atıldı. Kapalıçarşı’da 5 mağazası ve müzesi var Boybeyi’nin. Mete Boybeyi’yle buluşmadan önce tasarımlarını inceleme fırsatım oldu. Siyah pırlanta koleksiyonuyla bence fark yaratıyor. Osmanlı dönemine ait koleksiyonu çok beğeniliyor. Tasarımların tümüyle de Mete Boybeyi ilgileniyor. Kendisi de röportajımız sırasında söyledi. Mete Boybeyi, obsesif biri. Saplantıları var, Boybeyi’nde her şey Mete Boybeyi’nin kontrolünde. Belki de bu yüzden Boybeyi’nin tasarımları da farklı. Çoğu takı bir ya da birkaç tane üretiliyor. Boybeyi’nde fiyatı 1.5 milyon doları bulan takılar var. - Kaç yaşında profesyonel olarak çalışmaya başladınız?İtalyan Lisesi hazırlık sınıfında sömestre tatilinde bir hafta mağazada çalıştım. Çok küçük yaşta başladım çalışmaya.Yüzüğe göre koltuk yaptı!- Tasarımları siz yapıyorsunuz, eğitim aldınız mı?Çok küçük yaşlardan itibaren buralardaki ustaların yanında piştim. Ailede hep bu konu konuşuluyordu. Evimize müşteriler gelirdi. Yabancı müşterileri ağırlardık. Dedemin yaptığı işlerin sahipleri gelirdi. Biz de yurtdışına çıkınca o müşterileri ziyaret ederdik. Sanata hep ilgiliydim. İtalyan Lisesi’nin ticari kısmını seçtim ama sanat tarihi ve resim çok ağırlıklı okuduk. Matematiğin yarısı kadar sanat tarihi ve resim, müzik önemliydi. Ben de dediğim gibi ilgiliydim. Aynı zamanda Osmanlı tarihine de meraklıydım. Liseden itibaren 4 sene de fotoğrafçılıkla uğraştım. Fotoğrafçılıkla uzun süre ilgilendim. Tarihe merakım var. Arkeoloji Müzesi’nde sponsoruz. Sanat tarihi anlamında İlber Ortaylı bana çok şey kattı. Esere nasıl bakılacağını okuldan öğrendim, onu nasıl fotoğraflayacağımı ve çizeceğimi de öğrendim. Ancak finalde ben tüm mücevherlerle ilgilenirim. Birebir tamamen yaptığım tasarımlar var.- Kaç kişilik tasarım ekibiniz var?5 kişilik bir ekibim var. Rıdvan Gürün çarşının en eski emektarlarındandır, ben de çok emeği var. Üniversite mezunu tasarımcılarımız var, iyi ustalarla çalışmış yetenekli arkadaşlarımız var. Bu iş ekip işi.- Mücevher-takı işinde trendler çok önemli. Siz nasıl takip ediyorsunuz? Dünyanın en önemli markalarını izler misiniz?Mücevherde trendler var. Bence en önemli trendsetter otomobil sektörüdür dünyada. Monaco’daki bir müşteriye geçenlerde mücevher yaptık, o tasarıma göre koltuk yaptırdılar tasarımcılara.- Nasıl oldu bu?Ben yüzük yaptım. Tasarımız istediler, yüzüğe uygun koltuk tasarlanmış başka tasarımcı tarafından. Dediğim gibi arabalar çok önemli trendsetter.- Yakın takip eder misiniz diğer markaları?Bazı markalar birbirine çok benziyor. Fuarlara gidiyorum izliyorum. ‘Kimsenin vitrinine gidip bakmıyorum’ diyenler var, ben onlardan değilim. Ne yapmamam gerektiğini görmek için bakıyorum. Trendler de önemli. Örneğin yarı değerli taşlar trend. Siz onu farklı yorumlayacaksınız. Bilgisayarda da elimde kalem kağıtla da çalışıyorum. Kişiye özel diyor herkes, kendinden bir şey katıp takılabilir bir şeyler yapmak gerekiyor. Kişiye özel demek kişiye uyan olmalı. Herkese her takı uymaz. Siz yönlendireceksiniz. Yabancılar da bize çok geliyor. Uzayda limit yok. Tasarımda limit yok. Sermaye ve envanterde de hiç dolmaz kuyu.- Peki size biri geldiğinde kendisine özel bir takı için, nelere bakıyorsunuz, nasıl yol alıyorsunuz?İnsan neye ihtiyaç duyuyor? Ne kadar fazla kullanacak? Yaptığım ürünü ne kadar takacak? Kasada mı bekleyecek? Nerede takılacak? Madenler yerin altından çıkıp kasaya mı girecek? Ben isterim ki taşısınlar, taşıyamayacakları ürün almasınlar. Ürünü kullansınlar o enerjiyi yaysınlar isterim. Hiç kullanmadığı takıya yazık oluyor. Ben her hediyeyi değiştiririm. Yeter ki kullandıkları ürünleri alsınlar. Belçikalı taş danışmanımız var. Her şeyi öğrenebilirler. İnsanlar şıklaştıkça diğerleri de bunları izliyor. Son yıllarda ilgi çok arttı. Bir yerde bir iş yapılınca herkes aynı işi takip ediyor. Sürü ruhluyuz. Bu bir yerde iyi ama bir yandan da renk katmak lazım. Biz duygu satıyoruz. İnsan kutuyu açtığında heyecanlanmalı.- Son zamanlarda çok yeni tasarımcılar da çıktı...Çıkmalı, genç insanların önü açılmalı ama bakıyorum herkes tasarımcı. Kuyumcu olmak da zor değil. Bu iş terzilik gibi... Herkes sanatçı ya da terzi olamaz. Takı ve altın ticaretini ayırmalıyız. Türkiye’de bizler altın işinde lideriz ama marka değiliz.- Sizin farkınız ne? Butik iş yapıyorsunuz...Mücevherde 4 boyut yarattığımı iddia ediyorum. 4’üncü boyut his. Hürrem yüzüğünü biz çıkardık tasarımı bize ait. Milyonlarca taklidi yapıldı.- Bir açıklama olmuştu, ‘2 milyon adet sattı’ denildi, doğru mu?Bu kadar taklidi yapıldı. Mücevherciler Derneği Başkanı açıklama yaptı. Açıklamasında bizim adımızı geçirdi. ‘2 milyon Hürrem yüzüğü satıldı’ denildi. Biz çok satmadık. Bizimkinin aynısını da birebir yapamadılar. Gelen ürünlerin hepsi yüzde 60 benziyor. Bence bu açıklamalar taklide yol gösteriyor. Tasarım ve tescil bana ait.- Küstürdüler mi sizi?Ben küskün değilim. Ama yeni tasarımcıların işi zor. Çünkü bu tip örnekler önünü kesiyor gençlerin. Boybeyi’nin tasarımını kabul edemeyen insanlar, marka olmayanların önünü açar mı? Açmaz. Bu olay Fransa’da olur mu? Olmaz.- Muhteşem Yüzyıl dizisiyle yollarınız ayrıldı. Ne oldu tam olarak?17 bölüm takı verdik. Hepsi gerçekti, dizi için üretildi. Bir marka TV ekranlarında bu tasarım bize ait diye yazabilir mi? Yazamaz. Davamız var, sonucu bekliyoruz. Her Hürrem yüzüğü oynadığında benim adımı koymak zorumda ama bunu yapmadılar. Şimdi Muhteşem Yüzyıl’da imitasyon ve gümüş kullanılıyor. - Siz bu işten zarar gördünüz mü marka olarak?Benim markam orada olsa da olmasa da devam ediyor. 4 nesildir devam ediyoruz. Aşkı Memnu’da da Ezel’de de vardım, çok fazla sponsorluk yaptım. İnandığım her şeye sponsor olurum. Marka olmak için heyecan olması lazım. Taklitçi olarak marka olunmaz.- Mağaza sayınız artacak mı? Yurtdışında mağaza açar mısınız?3-4 mağaza artar, daha fazlası olmaz gibi. Yurtdışında mağaza açmak için hakkını vermek lazım. Ben devlet desteğiyle yan gelip oturmak da istemem. - En pahalı takınız...Takı olarak yalı dairesi kadar yaptığım var. Tam rakam veremem. Yalı değil, yalı dairesi kadar diyorum.- 1.5 milyon dolarlık diye duydum...İşte yalı dairesi kadar...4 nesil devam ettirdik çocuklarım istediği işi yapsın- Çocuklarınız bayrağı devralacak mı?23 yaşında kızım, 14 yaşında oğlum var. Bayrağı hak ederlerse devralırlar. Endüstri Mühendisliği’nde okuyor kızım. Oğlum liseye hazırlanıyor.- İş dışında ne yaparsınız?Golf oynarım. Bir ara ata biniyordum. Tenis ve voleybol oynarım. Pinpon da çok severim. Her sabah 07.00’de kalkarım. Gün içinde ne yapacağıma bakarım. Delege ederim bazı işleri.- Eşiniz meraklı mı mücevhere, o da sizi yönlendirir mi?Eşim işimle ilgili değil. Çok düşkün değil. Çocuklarım istediği işi yapsınlar. Belki ben vakıf kurarım, belki aile dışından bir genç gelir bayrağı taşır. Önemli olan işi hak etmek bence. 4 nesil devam ettirdik bu işi. Bence az örnekten biriyiz.- En etkilendiğiniz taş?İşlenmemiş pırlanta. İnsan gibi, içinden ne çıkacağı hiç belli değil. Düşündüğünüzden yüzde 30 iyi de çıkabilir, kötü de. Keserken kırılabilir. İyi bir ustanın elinde olması önemli. Ham iken o taşın değerini anlamak işin en önemli noktası.Kapalıçarşı’da aileye ait mücevher müzesi var- Kapalıçarşı’da aile müzeniz var...Çok ilgi görüyor. Çukurkule çok önemli bir yer. Bir zamanlar Harem’e hizmet etmiş. Bir zamanlar muhallebici olmuş. Çukur Muhallebi. Çukur denmesinin nedeni, Kapalıçarşı’nın en çukur yeri olması. Tamamen ahşap bir yapı. 1970’lerden beri bize ait. Mücevher Müzesi. Kapalıçarşı’nın kitabını yazdılar. Yazan İngilte’de yaşıyor. Çukurkule yok kitapta. Kapalıçarşı kitabını yazan bu yeri bilmiyor.- Müşterilerinizin ne kadar yabancı?Yüzde 50’si yabancı.Sektör Japon arabalarına benziyor- Türkiye’de mücevher sektöründe marka yok, dünyada bilinen bir markamız yok. Neden?Eskiden araba denildiğinde akla Alman, Amerikan ve İtalyan arabaları gelirdi. Sonra Japon arabaları çıktı. Eskiden herkes terüddüt ediyordu. Sonra Japon otomobillerinin kaliteli olduklarını anladık ama bir zengin Japon bile nihayetinde Alman arabasını tercih ediyor. Çünkü tasarımı ve ruhu var Alman markalarının. Biz de Japonlar gibiyiz. Onlar gibi gidiyoruz Türkiye’de mücevher sektörü olarak. Başarılıyız ama iyi bir marka mıyız? Evet diyemeyiz. Kore arabaları ve Japon arabaları diyoruz ancak Alman arabalarına bakınca iz bırakan onlar. En üst segmentte Alman ve İngiliz arabaları var. Mücevherde de aynı şey var. Japon mücevherci yok. Türkiye’de önemli altıncılar çıktı. Marka oldular mı dünya çapında? Hayır. Kore firmalarını biz de takdir ediyoruz ama iz bırakan dediğimiz de biz de başka markaları söyleriz. Amaç iz bırakmazsa bu çok önemli bir yol. Kaliteli mücevher çok ses getirir, iyi tasarım, kalite çok önemli.
Kazım Köseoğlu, Şevket Sabancı’nın en büyük torunu. Sadıka Sabancı’nın oğlu. Emine Kamışlı ve Ali Sabancı’nın yeğeni. 28 yaşında. Genlerinde girişimcilik ve sempatiklik var diyebilirim. Hoş sohbet biri. Ailesinin sağladığı imkanları anlatırken, ‘Bir fanusun içindeyiz, dışarı çıkınca hayatı tanıyorsunuz’ diyerek yaşadığı tecrübeleri anlatıyor. Esas Holding’in gayrimenkul fonları bu genç adama emanet. Londra’da gayrimenkul dünyası Kazım Köseoğlu adını biliyor. Esas Holding, Köseoğlu’nun girişimleriyle İngiliz Area Property Partners ve F&C Reit ile ortak oldu, Londra’da bir AVM, 9 ofis binası aldı. Köseoğlu, Türkiye’de de 10 ilde gayrimenkul yatırımı yapmaya hazırlanıyor. Yurtdışında okudunuz, okurken nasıl yönlendirdi aileniz sizi? Sabancı Ailesi’nden olmanın avantajlarını nasıl yaşadınız?Avusturya Lisesi mezunuyum. Daha sonra Amerika’da Brown Üniversitesi’nde Ekonomi-İşletme ve Almanca okudum. İngiltere’de de master yaptım. Master yaparken çalışmaya başladım. Daha sonra o şirkette 2 yıl daha çalıştım. Soyadım Köseoğlu olduğu için Sabancı ailesinden olduğumu herkes bilmedi. Dedem Şevket Bey beni yönlendirendir diyebilirim.Nasıl yönlendirdi?‘Mutlaka çalışılacak’ derdi. Lise 1’deyken çalışmaya başladım. O dönemde Esas Holding bu kadar büyük de değildi. Medline ve City Farm vardı. Kardeşimi Medline’a koydular, doğrusu orası daha iyiydi, ben o zamanlar kardeşim için ‘En azından o ambulansa biniyor’ derdim. Ben City Farm’a girdim.Koli taşıdım, toz yuttumNe iş yaptınız orada?Depoda çalıştım, mal taşıdım. Sabahları şoförle gidiyordum işe, yani hayatımız öyle. Sonra orada koli taşıyorum. Şoför beni mal taşırken görünce koşup geliyor yardım etmeye. ‘Dur sen’ filan diyorum. O da kolları sıvıyor... Komik oluyor bakınca ama çok şey öğrendim. El becerim hiç yoktur. Orada paketlemede de çalıştım. Tozu yuttuk. İkinci yaz Teknosa’da çalıştım. Çok daha iyi geldi orası bana. Teknosa’nın Abdi İpekçi’de küçük bir mağazası vardı. Orada kim olduğumu da kimse bilmedi. Soyadım farklı olduğu için bunun avantajını yaşadım. Orada çalışanlar hala bilmiyor olabilir. Türkiye’de tüketicinin neler isteyebileceğini orada öğrendim diyebilirim. Kredi kartı çekmeyi orada öğrendim. Karne hediyesi olayının orada ne kadar önemli olduğunu anladım.Hazır bulmadım işi diyorsunuz...Şirket ortada. Bir gün oraya gelebilirim, bunu biliyorum ama oraya gelene kadar da çok şey öğrenmem gerekiyordu. Bunu bana hissettirdiler. Teknosa’dan sonra genel merkezde çalıştım. Şimdi geri dönüp bakınca beni oraya yönlendirmek bile tecrübe. Çok şanslı olduğunuzu düşünmüş olmalısınız...Biliyorsunuz Türkiye’de belli kesim fanusta yaşıyor. Eğer bunu dışına bakmazsan hayatın farklı olur. Görmek istemediğini görmezsin. Biz öyle bir aile değiliz. Ben de çıktım o fanustan. Ayrıca çıkmak istiyorsan soyadın da bilinmeyecek ve sahada olacaksın. Acıya katlanılmadan da güzel şeyler öğrenilmiyor. Ben sonra bankada filan da çalıştım ama o tecrübelerin yanında banka kolaydı. Arkadaşlarım Nişantaşı’ndaki mağazaya gelmek istiyor, beni alıp öğlen yemeğe filan çıkarmak istiyorlardı, onlara ‘Sakın gelmeyin’ diyordum. Hatta yalvarıyordum uğramasınlar diye. Kimliğim ortaya çıksın istemedim. Hem öyle bir ortamda çalışırken çıkıp dışarıda cafede yemek yemezsin, öyle değil mi? Ben de çalışırken o modelde değildim. Rol modeliniz dayınız mı?Dayımın çok artıları var. Dayım olmasa da Ali Sabancı’yı çok takdir ederdim. Şevket Bey’in vizyonudur aslında temeli. Hepimizi yurtdışında çalıştıran işi öğreten o. Türkiye’den bana ‘Gel hadi’ demediler ama gelince de işler önüme atıldı.Gayrimenkul sizin tercihiniz mi oldu?Ben gayrimenkul işini seviyordum. Bankacılık tarafına bayılmadım. Bir şey hazırla ver, tamam bitti, işi belli bir yere getirip veriyorsunuz. JP Morgan’da çok zevk almadım. Türkiye’de gayrimenkul olayını bilmiyordum ama Londra’da biliyordum. F&C Reit’te 2.5 yıl çalıştım.2008 krizindeki fırsatları değerlendirdiğinizi söyleyebilir miyiz?Kesinlikle. ‘Cash is king’ (Nakit kraldır) demeye başladı İngilizler. O havayı ben soludum. Bunu da dedeme anlattım. F&C Reit’de çalışıyorum o dönemde. Dedem de bana hep patronumla tanışmak istediğini bir kahve içmek istediğini söylüyor. Londra dünyanın merkezi paradan bol bir şey yok. Yolda çarptığınız insan milyoner olabilir. Ben de dedeme, ‘Patronumla neden görüşeceksin’ filan diyorum. O dönemde de etrafımdaki fırsatları görüp Şevket Bey’e anlatıyorum.İyi iş çıkardınız ve sonuçta bir AVM, ofis binaları aldınız. Tam olarak büyüklüğü ne kadar?Ofis binaları 55 bin metrekarelik bir yer. Bizde iştah vardı. F&C Reit İngiltere’nin en büyük fon şirketlerinden biri.Şevket Bey de patronunuzla tanıştı...Dost oldular. Gayrimenkul yapmak istiyorduk ama tam nasıl yapılacağına kimse vakit ayıramıyordu. Ali Bey havacılıkta, Erhan Bey sağlık sektörüne odaklandı biliyorsunuz. Emine Hanım finansın başında. Bana da bir pay verdiler. Ben de gayrimenkulü üstlendim. Nedereyse 350 milyon dolar kullandım alımlarda. Şevket Bey’e önerdim bu işi. Dedem 3-5 bırakmadı, adamla kahve içmeye gitti, patronumu ikna etti. Marmara Forum’un sahipleri Area işe girdi. 1.5 sene yer aradık. Büyük projelere teklif verdik hep ikinci olduk. Sonunda 3’lü portföy çıktı.Büyüklükleri merak ettim...AVM 2.9 milyon sterlin kira topluyor.Siz değişiklik yapıyor musunuz orada?AVM’de değişiklik yapıyoruz. Kötü yönetilmişler. Ofisleri Körfez yatırımcısından aldık. Örneğin adam ‘10 bin sterlin isterim, 9.99 olmaz’ demiş. Biz ‘Ne olacak 3 ay 9.99 olsun sonra yukarı çıkarırız boş kalmasın’ diyoruz. Boş kalacağına dolu olsun. Biz orada kötü yönetim gördük. İngiliz olmayanlar, mal almak için almış. Körfez fonları alıyor bir yerleri sonra sıkılıyorlar. Biz Londra’nın periferinde aldık. Körfez fonları zaten merkezde istiyor. Dış cephe cam olsun istiyor, gezerken ‘İşte bu benim binam’ demek istiyorlar. Biz öyle değiliz. Yüzde 30’u boştu aldığımızda, ‘Biz bunu biraz daha yükseltsek para kazanırız’ dedik.Ne kadar yükselttiniz?Yüzde 5 yükselttik ama biz 5-6 senelik bir süre tanıyoruz kendimize bu yatırımlarda.STFA ile işbirliğiTürkiye’ye dönelim. Kocaeli’nde STFA ile AVM yapacaksınız. 10 ilde çalışma yapacağınızı açıkladınız? Neler yapacaksınız? Bunlar hangi iller? Türkiye’de gayrimenkul sektöründe gidişat sizce nasıl?Gayrimenkul tarafında Türkiye’de bence kriz yok. Konut projeleri doğru lokasyonda ve doğru projelerle yapılınca satılıyor. Kartal ve Kağıthane iyi örnek. Bence çok gösterişli binalarda sıkıntı olabilir. O binalardan kaç kişi ne kadar alabilecek?Yeni yasal değişiklik geliyor. Yabancılara mülk satımı...Bu çok önemli. Londra’da gayrimenkulün yüzde 60’ını yabancılar almış. Bu kişiler gelip yatırım yapıyor, alıp Londra’yı bir yere götürmüyorlar. Biz de bunu yapmalıyız. Bize de çok geliyor yatırımcılar. Körfez ülkelerinden çok geliyorlar. AVM, otel için geliyorlar.Türkiye’de de yatırım yapacağınız 10 il seçmişsiniz...O illeri açıklamıyoruz.Nasıl seçtiniz?Kocaeli başlıyor. STFA ile yapacağız. Kocaeli bizim için iyi örnek. Sizin aklınıza gelen iller muhtemelen listemizde. Birkaç üniversite olması, çalışan sayısı, belli büyüklükte olması lazım yatırım yapmak için. Yol üzerinde olup da büyümemiş olan, hani geçeriz oradan ama bir kere içine girmemişizdir. Öyle iller var listemizde. Kısacası Türkiye’de yatırım yapılacak çok il var.İnternetten alıverişte, e-ticaret patlaması yaşanan iller var...Bu da bir gösterge bizim için. Bakın Kocaelili’ler alışverişin çoğunu Viaport’tan yapılıyor. İnanın Adana’dan uçakla gelip alışveriş yapıp dönenler olduğunu ben biliyorum. Biz Kocaeli’nde 60 bin metrekarelik kullanım alanı olan bir AVM yapacağız. Açık alanları çok olacak. Esas Holding perakende işinde de olduğu için çok veri geliyor bize. Yabancılar da çok araştırıyor, o fonlarla bizim de bağlantımız var. Dikkat edin çoğu Anadolu illerine fokuslandı. Ben Kocaeli’nde büyük bir alışveriş merkezi olmamasına inanamadım. Yurtdışında da çalıştınız. Türkiye’ye dönmeyi düşünmediğiniz oldu mu?Yurtdışında kalmayı düşündüm biraz. JP Morgan’da çalıştım bir ara. Staj yaptım diyebilirim orada. Dayım Ali Sabancı hep söyler, orada herhangi bir şeyi yaparsan Kazım olarak yapıyorsun. Her şey senin sorumluluğunda ve becerinde. Şevket Bey’in torunu, Ali ve Emine’nin yeğeni değildim yurtdışında. Bu arada Londra’da kalmak da güzeldi. Harika bir şehir. Ben hayatımdan hiç şikayet edemem. Şanslı biriyim.İstanbul’da merkezde yer kalmadı İstanbul’da projeleriniz olacak mı?Merkezde yer kalmadığını düşünüyorum. Çok proje de yapılıyor şu anda. Bence sıkışıyor merkez. Sıkıntılar var. Yer üretilir diyenler üretirse başarıdır bence. Kalan arsaların fizibilitesi çok tutmuyor, bunu izliyorum ben. İstanbul’da alışveriş merkezi yapmak isterim ama arsa bulabilir miyim bilmiyorum. Yaparsam mutlaka fark yaratacak bu kesin. Bölgedeki insanlar için çekim gücü olmalı.Almanya’da da arayışlarınız oldu değil mi?Biz oraya çok baktık. Berlin muhteşem bir şehir. Orası mükemmel bir yer. Ben Berlin’de olunca Paris halt etmiş diyorum. Berlin çok gelişti. Almanya gibi de değil. Çok kozmopolit bir yer, çok canlı. Sanatta atakta. Almanya’da krizden etkilenmeyen tek Avrupa ülkesi. Orası çok oturmuş bir pazar. Almanlar’la iş yapmanın da farklı özellikleri ve tadı olmalı diye düşünüyorum. Almanya’da doğru kontaktları görmek lazım. Orada çok paralı adamlar var, bize bırakırlar mı bilemiyorum, bu yüzden de doğru ortaklar bulmak gerekiyor. Ali Sabancı AirBerlin’in yönetiminde, onun farklı temasları var. Bakıyoruz. Alışveriş caddesi satın aldılar ESAS Gayrimenkul İngiltere’de 220 milyon sterlin toplam yatırım gerçekleştirdi ve 21 milyon sterlin kira getirisi olan bir portföye sahip. Bu yatırımlar şöyle sıralanıyor:- İngiltere Stevenage kasabasında trafiğe kapalı bir alışveriş caddesi. (Londra’ya 20 dakika uzaklıkta, yıllık kira geliri 2.6 milyon sterlin)- İngiltere Middlesbrough’da 45 bin metrekarelik bir AVM ve Barnsley’de 20 bin metrekarelik bir AVM. (Toplam 110 milyon sterlin yatırım yapıldı. Yıllık kira gelirleri 10.5 milyon sterlin)- İngiltere’nin 7 ayrı şehrinde Blue Portfolio 9 ofis binası. (55 bin metrekarelik kiralanabilir alandan yılda 6.7 milyon sterlin kira toplanıyor.)- İngiltere Runcorn bölgesinde 46 bin metrekarelik bir AVM (Yılda 2.9 milyon sterlin kira topluyor.) ŞEVKET SABANCI KALIPLARIN ADAMI DEĞİL Şevket Sabancı’dan ne öğrendiniz?Düzenli, disiplinli olmayı öğrendim. Her şeyi not eder, bu çok önemli bence. Çok dakiktir. Ama her şeyden önemlisi kalıpların adamı değil, farklı düşünür, bu da Şevket Bey’i farklı kılıyor. Bu 50 yıldır böyle yapılır denir ya, ama farklı da olabilir. Bunu gösterir Şevket Bey. Her işte mutlaka önce Erhan Kamışlı ve Ali Sabancı’ya giderim. Sonra Şevket Sabancı’ya danışırız. İş dışında ne yaparsınız? Hobiniz var mı?Ben GS taraftarıyım. Çok sıkı taraftarım. Ali Sabancı ve yeğenler de fanatik. Hepimiz fanatiğiz. Biz birlikte maça gidiyoruz. Basketbol oynarım. Her hafta sonu oynuyoruz arkadaşlarla. Çok güzel bir ekibimiz var. Bebeköy’de oynuyoruz, savaşır gibi oynadığımızı söyleyenler oluyor, kıran kırana mücadele ediyoruz. Spor yapmak stresi uçuruyor. Sinemaya gitmeyi de çok severim. Çok da çalışıyorum.
TEB’in Tv ekranlarında sıkça izlediğimiz reklamı ilgimi çekiyordu. O reklamda bir işadamı, bir KOBİ’nin kurucusu, ‘Dil bilmezken nasıl ihracat yapacağım. KOBİ danışmanım bana yol gösterdi’ diyor, hatırlarsınız.Geçenlerde IFC’ TEB’i KOBİ Bankacılığı’nda örnek banka olarak gösterdi. Haberleri bilmem dikkatinizi çekti mi? İşte bu vesileyle TEB Genel Müdürü Varol Ciliv’in davetinde buluşup sohbet ettik.TEB KOBİ’lere yalnızca kredi vermekle kalmadı, KOBİ’lerin önünü açtı, diyebiliriz. TEB’in KOBİ Danışmanları kadrosu KOBİ’lerin üretimden pazarlama aşamalarına kadar yol haritalarını çiziyor. TEB’in girişimi ve ücretsiz üye olunan KOBİ-Tv sayesinde anında Çince tercümeyle Çin’le iş yapar hale geliyor KOBİ’ler.Varol Ciliv, TEB’in bir strateji değişikliğiyle KOBİ’lere yöneldiğini ve 2005 yılında 20 bin olan KOBİ müşteri sayılarını 7 yılda 700 bine çıkardıklarını anlatıyor ve ‘KOBİ’lere yalnızca kredi vermekle kalmadık, onlara danışmanlık hizmeti veriyoruz. KOBİ kredileri bankamızın toplam kredileri içinde yüzde 43’lük paya ulaştı‘ diyor.TEB Genel Müdür Yardımcısı Turgut Boz, KOBİ’lere verdikleri hizmetlerle ilgili bir sunum da yaptı görüşmemizde. 2005 yılında TEB, KOBİ Akademi’yi kuruyor ve bu akademi sayesinde bugüne kadar 33 ilde 12 bin KOBİ’ye ulaşılıyor. Bu akademide KOBİ’lerin kurucuları KOBi yönetimi, iş geliştirme, dış ticaret gibi konularda eğitim alıyorlar. TEB KOBİ TV projesi ise bence attıkları en önemli adımlardan biri. TEB KOBİ TV, öncelikle KOBİ’lere yönelik ilk internet tv’si. www.tebkobitv.com adresinden ulaşılıyor, bugüne kadar 11 milyonu aşan izleyiciye ulaşılmış. KOBİ’lerin sordukları her sorunun yanıtı KOBİ TV’de var.TEB’in ayrıca bir de KOBİ Kulübü var. Buraya üye olan KOBİ’ler bilgisayar, ofis malzemeleri, akaryakıt gibi harcamalarda yüzde 50’ye kadar indirim alabiliyorlar.Önce zoruma gitti ama...TEB’in yaptıklarını ise bana kalırsa en güzel Mersinli Yılmaz Demirci, özetledi. Yılmaz Demirci, Star Yem’in sahibi. Yem sanayi konusunda 20 yıllık bir deneyimi var. 2001 krizinden sonra kendi işini kurmaya karar vermiş. Sıfır sermayeyle işini kurmuş. Mersin’den Urfa’ya malzeme almaya giderken radyoda TEB’in reklamını duymuş ve o güne kadar kapısından içeri girmediği TEB’e gitmiş. Yılmaz Demirci, şöyle anlatıyor:‘Bana KOBi danışmanlığı dediklerinde zoruma gitti. Ben her şeyi biliyorum. İşimi biliyorum. Hayatında simit bile satmmaış kişilerden ne öğreneceğim diye düşündüm. Ama sonuçta KOBİ danışmanları bizi bir süre izledi ve bir gün bana ‘Siz niye kalyak kullanıyorsunuz, neden kömür kullanmıyorsunuz?’ diye sordular. Hesaplamışlar. Kömür kullansam yılda 90 bin lira kazancım olacakmış. Son 2 yılda cirom 11 milyon liradan 18 milyon liraya çıktı. Türkiye’nin ilk pişmiş yemini ürettim. Şimdi İtalya’ya ihracat yapıyorum. Yeni yatırımla günlük 300 bin tonluk üretim kapasitesine ulaşacağım’IFC, 1.5 yıl TEB’i izlediIFC TEB’i 1.5 yıl izledi ve daha sonrasında TEB’in Türkiye’de elde ettiği başarıyı da yaymaya karar verdi. Bu amaçla TEB’in profesyonelelri müşteri yönetim modellerini yaymak için farklı ülkelerde bankacılarla buluşuyorlar. Bugüne kadar Pakistan, Cezayir, Lübnan’da tolantılar yapılmış. Yakında Tunus’ta da bir toplantıları var.
TÜSİAD International’ın toplantısındaydım dün. Girişimcilerden, yatırımcılardan defalarca dinlediğim bir ‘dersi’ bir kez daha dinledim. Yaşanmış bir olaydır. Türkiye’deki iş dünyasının yeni hedeflerini dinlerken birlikte hatırladık. Afrika coğrafyasındaki ülkelerden Gabon’a gider yatırımcılar. Gabon’da insanlar yalın ayak gezmektedir. Yatırımcılar araştırır. Hava çok sıcak olduğu için bu fakir ülkede kimsenin ayakkabı giymediğine inanır bir kısmı. Birileri de ‘Burada terlik satmam gerekir, adamlar ayaklarına giyecek bir şey bulamıyor’ der. Tahmin edeceğiniz gibi terlik satan kazanır.İhtiyacı görmek, yerinde yatırım yapmak, farklı coğrafyalardan ürkmemek, kendi sınırları içinde kalmamak... Kısacası akıllı yatırım yapmak... TÜSİAD International’in Başkanı Osman Boyner, toplantıda ilk sözü alan oldu.Boyner, ‘İş geliştirmek için daha fazla dışarı çıkmalıyız. Smart investment peşindeyiz’ dedi. ‘Akıllı, işini bilen yatırım’ diyebiliriz buna. 2001 yılında yabancı ülkelere yatırım ve ticari ilişkileri geliştirmek için kurulan TÜSİAD International son yıllarda bazı ülkelere ve alanlara fokuslandı.Osman Boyner’in verdiği bilgilere göre, TÜSİAD International 3’lü bir strateji izliyor. Birinci stratejik alan Rusya, Brezilya, Çin ve Hindistan gibi ülkeler. Türkiye’den iş dünyası bu ülkelerde ne yapabilir? Bu araştırılıyor. Malum bu ülkelerle sorun ortada. Rusya’dan enerji alıyoruz, cari açığımız büyüyor. Hindistan ve Çin ucuz emek gücüyle Türkiye’ye her şeyi satıyor.Belirlenen ikinci alan komşu ülkeler... Türkiye komşu ülkelerle nasıl bir yol izlemeli? OECD verilerine göre Türkiye komşularıyla en az iş yapan ülkelerden biri.Üçüncü alan ise gelişmiş ülkelerle stratejik ortaklar bularak Türkiye’de veya başka coğrafyalarda yatırım yapmak nasıl mümkün olur? TÜSİAD bunlara bakıyor.İtalya’nın TÜSİAD’ı geliyorÖncelikle yazmak isterim. Örneğin bu üçüncü ayakta, gelişmiş ülkelerle izlenen stratejide yol alınmış görünüyor. Örneğin, KOBİ zengini İtalya hedefe alınmış. Türkiye’nin de önemli bir gerçeği KOBİ’ler. Fakat KOBİ’lerin KOBİ olmaktan çıkması ve büyümesi için yapılacak çok şey var. İtalya’da TÜSİAD’ın eş kuruluşu CONFINDUSTRIA ile görüşmeler, işbirlikleri yürütüyor TÜSİAD. Bu konuda İtalya’yla ilişkileri yürüten Selçuk Saraçoğlu bilgi veriyor. ‘Türkiye’nin İtalya’ya yatırım olarak girme şansları var. İspanya, Portekiz ve İtalya sıkıştı. Bu ülkelerde fırsatlar var. Mayıs’ta İstanbul’da düzenlenecek toplantıya CONFINDUSTRIA üyeleri, DEİK ve MÜSİAD da katılacak. Bakanlık düzeyinde de katılımlar olacak’ diyor.Adnan Has, Amerika’yla ticari ilişkileri ele alıyor. ABD ile işlevsel ve stratejik projeler oluşturulması gerektiğine işaret ediyor. ABD ve Türkiye’nin bölgede ortak yatırımlara ağırlık vermesi gerektiğini vurguluyor. Bu noktada Irak stratejileri devreye giriyor. ABD’li firmalar malum nedenlerle Türkiye’den ortaklarla Irak’ta iş yapmaya daha sıcak bakıyor. TÜSİAD’ın hedefinde yeni coğrafyalar da var Afrika gibi. Kenya şu anda odaklandıkları ülke. Ama Kenya’nın ötesinde THY’nin Afrika’da uçuş yaptığı her nokta da mercekleri altında.Rusya’nın Davos’uRusya özelinde İpek Ilıcak’tan alıyoruz bilgileri. Rönesans Holding’in başardığını neden diğer şirketler de başaramasın? Türkiye bu yıl 21-23 Haziran tarihleri arasında yapılacak Rusya’nın DAVOS’una da katılacak.İsrailli işadamları hedefİsrail-Türkiye ticari ilişkileri de TÜSİAD’ın merceği altında. Osman Boyner İsraille temaslarında en çok Türkiye’de okumuş, yaşamış İsrail dışında farklı ülkelerde yatırımları olan ama Türkiye’de yatırım yapmayan işadamlarının dikkatlerini çektiğini anlatıyor. Doğrusu bu konuda sanırım bizim de dönüp kendimize bakmamız gerekiyor. TÜSİAD bu iş adamlarıyla da ortak iş geliştirme hamleleri planlıyor.Ezcümle, Osman Boyner’in deyimiyle TÜSİAD Türkiye’ye fayda sağlacak iş geliştirme projelerini kovalıyor. Kuşkusuz bunu yalnızca TÜSİAD yapmıyor Türkiye’de. TÜSİAD International farklı olarak sektörlere, stk’lara odaklanarak yurtdışından yatırım çekmenin, yurtdışına yatırım yapmanın, yabancı şirketlerle ortaklık kurarak birlikte yurtdışına açılmanın peşinde.
Bebelac ve Milupa devam sütü ve bebek mamaları 115 ülkede anneler tarafından kullanılıyor. Bu markaların Türkiye Temsilcisi Numil Gıda’nın Genel Müdürü Gamze Çuhadaroğlu, “Türkiye’de yılda bebek başına tüketilen mama miktarı 10 kilo. Bu oran Polonya’da 40 kilo. Endonezya bizden geri bir ülke ama orada da bebek başına tüketim 18 kilo. Fransa’da 187 kilo” dedi.Gamze Çuhadaroğlu, Bebelac ve Milupa devam sütü ve bebek mamalarının Türkiye Temsilcisi Numil Gıda’nın Genel Müdürü.Türkiye’de mama tüketimi çok düşük. Belki inanmakta zorlanacaksınız ama köpek ve kedi maması daha çok tüketiliyor.Rakamlara bakınca Numil Gıda hızla büyüyor ancak Türkiye nüfusuna ve her yıl doğan 1 milyon 300 bin bebek sayısına bakınca ne yazık ki bebek maması tüketimi çok düşük. ‘Bebek maması yerine ne tüketiliyor?’ diye sorarsanız, yanıtını Gamze Çuhadaroğlu veriyor:“Çay suyuna katılmış ekmek, bisküvi vs...” Özellikle vurgulamak isterim, kimseyi de yanlış yönlendirmek istemem, zaten röportajımız sırasında Gamze Çuhadaroğlu da sık sık vurguladı, anne sütü çok önemli. Anneler mutlaka bebeklerine anne sütü vermeli, ancak anne sütü eksik olduğunda devam sütü ve mamalara yönelmek gerekiyor. - Sizin kariyer öykünüze baktım. Yurtdışı deneyimleriniz olmuş. İstanbullusunuz... Azimli, çalışkan biri olduğunuzu düşündüm kariyer öykünüzü okuyunca...Evet. İstanbul doğumluyum. Liseyi Almanya’da okudum. O sıralarda oradaki bir öğretmenim işletme okumamı tavsiye etti. İşletme okudum. Almanya’da International Okula gitmiştim, orada burs aldım. Lise’de IB diploması aldım. Sorumluluk sahibi bir öğrenciydim. Çalışkanımdır, doğru. - 2008’de siz göreve geldiğinizde kriz vardı. Mama satışları, devam sütü satışları nasıldı? Etkilendi mi?Çok etkilendik.- Genelde en son çocuklardan tasarruf yapılır denir...Öyle ama Türkiye’de zaten çok düşük bebek maması kullanımı... Krizde durdu diyebilirim büyümemiz. Zor bir dönemdi. Şirket o güne kadar büyüyordu ve benim genel müdür olduğum yıl büyümedik. Kriz vardı ve çok zor oldu benim için de. Büyük stres. Arkadaşlarımla oturduk birlikte çalıştık, zorluk döneminde strateji geliştirdik.- Aldığınız en önemli karar ne oldu?Misyonumuzu belirledik; tüm bebekler sağlıklı beslenmeli. Ve önce hep şunu söylüyoruz: Anne sütü en sağlıklısı ama anne sütü eksikse yanlış adreslere gitmeyin.Demir eksikliği var- Yapılan en büyük yanlış nedir? Pirinç unuyla mama yapmak mı?Daha beterleri var. Mesela dadak. Çaya ekmek karıştırıyorlar. Bu çok görülüyor. Pirinç unuyla mama yapmak da var. Sebze suyu kaynatıp içine ekmek koyup veriyorlar bebeklere. Bebek bisküvisi de veriyorlar. Bisküviler çok şekerli, çok yanlış. İnek sütü bir yaşına kadar asla verilmemeli.- Bu tip beslenen çocuklarda ne tür sorunlar oluyor?Türkiye’de bu çok büyük sorun. Bebeklerin yüzde 56’sında demir eksikliği var. Gazi Üniversitesi’ne geçen sene Sağlık Bakanlığı için bir araştırma yaptırdık. 6-17 aylık 17 bin bebekten veriler toplandı. Bu sayı içindeki 3 bin 500 bebekten de kan örnekleri alındı. Yüzde 56 demir eksikliği çıktı. Demir eksikliği büyük sorun. Demir vücutta oksijeni taşıyan element. Bu azalınca fonksiyonlar bozuluyor. Beyne az oksijen gidince beyin daha az kapasiteyle çalışıyor. Potansiyelin azı oluyor.- Siz 2008’de büyümedik demiştiniz. Daha sonraki yıllarda durum ne oldu?2009’u büyümeden kapattık. 2010 yüzde 9, 2011 yüzde 29 büyüdük. 2012 hedefimiz yüzde 40 büyümek. Biz büyürsek bebekler sağlıklı beslenecek. Avrupa Gıda Endeksi’ne göre bebekler için tam uygun Milupa ve Bebelac. Bebeklerin ihtiyacı olan her şey var bu bebek mamalarında. Ama dediğim gibi önce anne sütü sonra geliyor. Sürekli olarak anne sütü içeriği araştırılıyor. Formül geliştiriliyor.- Keçi sütü anne sütüne en yakın süt deniliyor...Bu doğru değil. Aynı sorunlar keçi sütünde de var. Dünya Sağlık Örgütü ‘18 aya kadar inek sütü vermeyin’ diyor. 0-6 ay yalnızca anne sütü, sonra 2 çay bardağını geçmeyecek kadar ek besin. 6 aydan sonra bizde anneler ek besinlere yöneliyor süt unutuluyor. 2 çay bardağını geçmeyecek kadar ek besin yeterli.- Türkiye’de herkesin bu mamaları alması mümkün mü? Geçim sıkıntısı içindekiler ne yapsın?Biz çok araştırdık. Bilinçsizlik daha büyük sorun. Anneler bilmiyor hangisinin yararlı olduğunu. Bebelac’ın fiyatları uygun... Bir de burada önemli olan bebeklerin sağlığı.Çok fazla sorumluluk duyuyorum çünkü bebekler geleceğimiz- Numil Gıda Danone’nin. Bebelac ve Milupa mamaları neredeyse tüm dünyada tüketiliyor. Siz de annesiniz. Kendinizi böyle bir iş yaptığınız için şanslı hissediyor musunuz? Aynı zamanda da bu size farklı bir sorumluluk yüklüyor mu?Hep şunu düşünürüm; bu kadar mı insan severek bir iş yapar. Ben Türkiye’de işini bu derecede severek yapan az insan olduğunu düşünüyorum. Çok şanslıyım. Evet çok da sorumluluk duyuyorum. Çünkü bebekler geleceğimiz. Ben farklı alanlarda deneyim kazanmıştım bu işe gelmeden önce. Okuduktan hemen sonra yurtdışında çalışmayı düşünmedim. Türkiye’ye döndüm. Kendi matbaa işimiz vardı orada çalıştım. İzmir’de Tatiş Holding’e girdim. Daha sonra İstanbul’a geri döndük o dönemde bir reklam ajansına girdim, sonra Unilever’e girdim. Algida’ya geçtim. Rusya’da dondurma işi lansmanında yer aldım. 1998 krizinde Rusya’daydım. İthalat imkansız hale geldi orada kriz döneminde. Yabancı insanlar geri gönderildi. Unilever Türkiye’ye geldim. Max markası o yıl yeni gelmişti, onun lansmanı oldu. Deterjan bölümlerinde de çalıştım. İkinci çocuğum kızım doğurduktan sonra işe ara verdim. Sonra buradan teklif aldım. O dönemde Hollandalı bir şirketindi Numil Gıda. Daha sonra Danone aldı. 2008 yılında Numil Gıda’ya genel müdür oldum.GÜNDÜZ İNSANIYIM- Spor yapar mısınız? Güne kaçta başlarsınız?Spor yapıyorum fırsat buldukça. Çok erken kalkarım. İşten de 18.00 gibi çıkarım. Ben gündüzcü bir insanım. Gece insanı değilim. Sabah 05.00’te kalkarım ama gece 23.00’den sonra asla çalışmam. Spor yapıyorum. Pilates yaparım. Yürüyüş ve kayak yaparım. At binerdim eskiden, şimdi kızım biniyor. Sergi gezmeye bayılırım. Hemen hemen tüm sergilere giderim. Yemek yapmayı ve yemeği çok severim. Dostlarıma yemek pişirmekten çok keyif alırım. Yemek kitabı okurum gece yatmadan önce.- Favori yemeğiniz?Favorim kişim. Ispanaklı salatam özeldir. Bir de harika et pişiririm. 3 saat filan pişiriyorum bonfileyi... Çikolatalı sufleyi de güzel yaparım.- Emeklilik hayaliniz var mı?Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’nda çalışıyorum. Herhalde ileride de çocuklar için çalışmaya devam ederim. Emekli olunca daha çok spor yapar, daha çok gezerim...Sorun fiyat değil pazarın küçüklüğü- Türkiye’de bebek maması tüketimi ne kadar oldu?Türkiye’de yılda bebek başına tüketilen mama miktarı 10 kilo. Bu oran Polonya’da 40 kilo. Endonezya bizden geri bir ülke ama orada da bebek başına tüketim 18 kilo. Fransa’da 187 kilo. Bu konuda zavallı bir yerdeyiz! Fiyat değil sorun. Endonezya da zengin değil.- En çok da sizin ürünleriniz satılıyor değil mi?Evet. Biz bu pazarda birinci markayız. Yüzde 68 oranıyla lideriz ama sorun pazarın küçüklüğü. Bilinçli anne sayısı çok az. Dediğim gibi Bebelac daha hesaplı bir markamız. Ama bir bebeğin tüm ihtiyacını karşılayacak AB standartlarında bir mama. Milupa Aptamil’in içinde farkı bir bileşim var, bunun anne sütüne en yakın olduğu ispatlandı. Bu anne sütünde olan bağışıklığı kuvvetlendiren formül.- Üretim Türkiye’de yapılmıyor değil mi?Bebek mamaları yurtdışında üretiliyor. Devam sütlerinin bir kısmı burada üretiliyor. Bir de meyve suları Türkiye’de üretiliyor.- Organik meyvelerle mi yapılıyor meyve suları?Evet ama organik meyve bulamıyoruz Türkiye’de. Organik elma var ama başka meyve yok. Elma önemli bir hammadde, meyve sularının yüzde 60’ından çoğu elmadır. Diğer meyveleri ithal ediyoruz. Bizim ürünlerimizi kullanan bebeklerde yüzde 36 oranında antibiyotik kullanımı azalıyor. Biliyorsunuz antibiyotik kullanımını önlemek gerekiyor. Çok mecbur kalmadıkça vermemek lazım. Ama ne yazık ki Türkiye’de çok kullanılıyor.
ABD’nin Michigan eyaletinde bulunan Domino’s Pizza dünyanın en büyük pizza zincirlerinden. Domino’s Pizza Dünya CEO’su Patrick Doyle, Türkiye’deydi. Domino’s Pizza Türkiye Genel Müdürü Aslan Saranga ve Domino’s Pizza Dünya CEO’su Doyle’yle Domino’s Pizza’nın dünya ve Türkiye hedeflerini konuştuk. Öncelikle Aslan Saranga, Domino’s Türkiye’nin büyüklüğünü anlattı: “Kolay ulaşılabilir pazar dediğimiz 1.5 milyar liralık pazarda yüzde 10 payımız var, eve serviste pazar lideriyiz. 2011 yılında 220 milyon liralık ciro yaptık. 2012 yılında da 320 milyon lira ciro yapmayı hedefliyoruz.”Kolay ulaşılabilir pazar, eve paket servis ve hızlı servis veren restoranları kapsıyor. Türkiye’deki restoran sayısı 2012 yılında 290 olacak. Şu anda 4 bin kişinin çalıştığı Domino’s Türkiye, 2012 yılı içinde 70 restoran daha açacak ve 1.500 kişiye istihdam sağlayacak.Patronluğa giden yolDominos Pizza Dünya CEO’sunun Türkiye’ye gelme nedenleri de bu rakamlarla ortaya çıkmış oluyor. 2011 yılında Dominos Türkiye, 59 restoran açarak, Dominos dünyasında en hızlı büyüme oranına ulaştı ve ödül aldı. Patrick Doyle, mağaza sayısıyla Domino’s Türkiye’nin dünyada 7’nci olduğunu söyledi.Domino’s Pizza’nın ABD’de 4 bin 900 restoranı var. Dünya genelinde hedefi 10 bin restorana ulaşmak. 10 bininci restoran ABD’de mi açılır, yoksa dünyanın farklı bir köşesinde de mi bunu şimdilik kimse bilmiyor. Domino’s dünyada Pizza Hut’tan sonra en büyük pizza zinciri.ABD’deki 4 bin 900 restoranın 1.000’i franchiselara ait. Bunların 900’ü de Domino’s Pizza’lara motorcu ve mutfak elemanı olarak girenler. Ezcümle, Dominos’ta basamakları teker teker çıkıp patron olmak da mümkün.Aslan Saranga, Türkiye’deki restoranların 20’sini de motorcu ve mutfakçıların kurduklarını söylerken, ‘“Motorcular milyoner oldu” diyor.Domino’s Pizza restoranları yılda 600 bin lira ile 2.5 milyon lira arasında ciro yapıyor.Türkler et seviyorDünya CEO’suyla Türkiye’deki damak zevkini de konuştuk. Doyle, “Türkler’in rafine bir damak zevki var. Baharatlı ürünler seviliyor, et seviliyor” dedi. Aslan Saranga’nın verdiği bilgilere göre de Domino’s Pizza’nın mönüsündeki 4-5 pizza çeşidi en çok satışı sağlıyor. Bunlar arasında Turkish Pizza (pastırmalı), İtaliano ve Karışık Pizza ilk 3 sırada yer alıyor.Aslan Saranga, pizza çeşitleriyle ilgili tercihlerin bölgelere göre de farklılık taşıdığını anlatırken, kebaplarıyla meşhur Adana’da pizza fit yani ince kepekli hamurlu pizzanın en çok satışı yaptığını söyledi. Saranga’nın verdiği bilgiye göre, Domino’s Pizza’da her şey taze. 4 fabrikası var Dominos Pizza’nın. Buraya ürünler geldikten sonra 4 günde tüketiliyor. Donmuş ürün asla kullanılmıyor.Türkiye, Domino’s ailesi içinde geçen sene en hızlı büyüyen pazar ama en çok restoran açılan ülke Hindistan olmuş. Domino’s Pizza birçok ülkede var ama henüz Çin’de güçlü değil, orada 18 restoran sayısına ulaşılmış.Patrick Doyle, ekonomik krizin Domino’s’u etkilediğini söylüyor, ancak bunu söylerken, “Amerika’da etkilendiğimiz kadar dünyada etkilenmedik, ancak müşterilerimiz 5 yıl önceki gibi değiller, daha dikkatli para harcıyorlar” da diyor.Türkiye ekonomisindeki büyümeyi izlediklerini ifade ederken de; “Türkiye 2001’den sonra hızla büyümeye başladı. Biz de fiyatlarımızı tuttuk. Muhafazakar bir tutum izledik. Dünya pazarına göre Türkiye’deki pizza fiyatlarımız daha ucuz” diye ekliyor.Yeni sos ayda 150 bin ek pizza sattırdıDominos Pizza bir süredir yeni bir sosla hazırlanıyor. Patrick Doyle bu sosu hazırlamadan önce çok farklı gruplara test ettirdiklerini ve büyük beğeni aldıklarını söylüyor. Dominos Pizza’nın yeni sosu daha baharatlı. Aslan Saranga da bu sosun Türk insanının damak zevkine daha yatkın olduğunu söyledi. Zaten fark hemen hissedilmiş. Bir ay içinde yeni sosla hazırlanan pizzalarla 150 bin adet fazla pizza satışı sağlanmış.Patrick Doyle lahmacunu sevdiTürkiye’ye ailesiyle birlikte gelen Doyle, Boğaz’da tekne turu yapıp, Ayasofya ve Yere Batan Sarnıcı’nı gezmiş. Türkiye’ye yeniden gelmeye de karalı. Bu arada kebap da yemiş Doyle. Meşhur Hamdi’nin hem lahmacununu hem de manzarasını çok beğenmiş.
Yenilenebilir enerji alanında faaliyet gösteren Form Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tunç Korun, Türkiye’nin enerji kaynaklarında çeşitliliğine gitmesini, tek bir ülkeye bağımlı olmaktan kurtulması gerektiğini söylüyor. Korun, “Doğalgaza sağlanan imkanlar neden güneşten sakınılıyor? Türkiye yoluna böyle devam ederse enerjide Rusya’ya bağımlı olacak” diyor.Form Şirketler Grubu, tamamıyla ‘yeşil’ bir şirket. Yenilenebilir enerji alanında faaliyet gösteren Form Şirketler Grubu klima sistemleri, aydınlatma ve yeşil bina konusunda uzman. Deniz suyuyla çalışan klima sistemlerini Türkiye’de ilk kuran şirket Form Grubu. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk gün ışığı doğal aydınlatma ürünü Sunvia’yı geliştirdiler. Şirketin başında ailenin ikinci kuşak temsilcisi Tunç Korun var.Form Şirketler Grubu, Tunç Korun’un babası mühendis Bedi Korun tarafından kurulmuş. 45 yıllık şirket, Tunç Korun’la aynı yaşta. Hatta Tunç Korun, ‘Ailenin ilk çocuğu ay farkıyla Form’ diyor. Grubun çatısı altında 5 ayrı firma, iki fabrika var.2011 yılında yüzde 30 büyüyen şirket, yabancı ortaklarla kurduğu girişimleriyle büyümesini sürdürüyor. Tunç Korun, Türkiye’nin enerji kaynakları çeşitliliğine gitmesini, tek ülkeye bağımlılıktan kurtulmasının gerektiğine işaret ediyor. Korun, doğalgaza sağlanan imkanların güneş enerjisine de sağlanması gerektiği görüşünde.- Form Grubu nasıl kurulmuş?Aile şirketiyiz. Babam Bedi Bey tarafından 1965 yılında kuruldu şirket, ben ikinci kuşağım. Form, Türkiye’nin ikinci klima şirketi. Babam makine mühendisi, Amerika’dan masterlı. Ben şirketle aynı yaştayım. Hatta şirket birinci çocuk ay farkıyla.- Babanızın izinden mi gittiniz?Miami Üniversitesi’nde makine mühendisliği okudum. Dönünce de İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde master yaptım. Her yaz tatilinde klima bakım bölümünde çalıştım. Amerika’dan dönünce elimde çanta Türkiye’yi gezdim.- İşle ilgili sorumluluğu ne zaman aldınız?İlk olarak satış bölümündeydim. 2-3 yıl hep nem alma makineleri satışındaydım. O işimiz hâlâ yabancı ortakla devam ediyor. 1989’da işe başlamıştım.- Klimacılıktan yenilenebilir enerji alanına geçtiniz...Uzun yıllar yalnızca klima sattık, bakım hizmeti verdik. O dönemde yeşil enerjiye ve yeşil binalara merak sardık. Deniz suyu kullanılarak binaların klima sistemlerini kurduk. Ayrıca toprakla klima sistemi kurulması konularına da 1990’lı yıllarda Türkiye’de ilk biz başladık.- Nasıl kuruluyor deniz suyuyla çalışan klimalar?Çoğunlukla büyük hacimli yerlerde çalışıyoruz. Deniz kıyısındaki otellerde, deniz suyu kullanarak çalışıyor klimalar. Denize borulanıyor sistem. Kolay değil ama çok verimli. Türkiye’de pek bilen yok. Biz ilk deniz kaynaklı otel uygulamasını yaptık. Şu anda 10 otelimiz var. Bu sayı da son yıllarda arttı. Daha sonra toprak kaynaklı ısı pompası uygulamalarına başladık. Bunu da ilk biz uyguladık. İlk çalışmamızı da Nazire Dedeman’ın Çanakkale’de bağ evinde yaptık.- Otel ya da alışveriş merkezlerinden tercih eden var mı?En büyük uygulayıcı Ümraniye Meydan AVM’si. Orası Türkiye’nin toprak kaynaklı ısı pompası kullanılan en büyük alışveriş merkezi. Avrupa’nın da 5’inci büyüğü. Son 10 yılda yapılan AVM’lerin kilima sistemlerinin yüzde 80’nini biz yaptık.- Bu sistemler bildiğimiz klima sistemlerine göre ne kadarlık bir tasarruf sağlıyor?Yüzde 40’lara varan tasarruf sağlanıyor. Görüntü olarak da çok farklı. Dış ünite olmuyor, toprak altına borulama yapılıyor. Biz ‘bir kademe daha ileri nasıl gideriz?’ diye baktık. İspanya’da fotovoltaik (güneş enerjisinden elektrik elde etme) çok yaygın. - Güneş enerjisinden elektrik üretme işinde bir numaralı ülke Almanya değil mi?Evet doğru. Biz de Avrupa’daki örnekleri yakından takip ettik. 6 yıldır çalışıyoruz. Dünya piyasasının 3’te biri Almanya’da. Hem uygulamaları hem de teknik donanımları var.- Almanya gibi iklime sahip bir ülkeye göre Türkiye çok daha avantajlı ama güneş enerjisini hiç kullanamıyor diyebilir miyiz?Doğru. Almanya’nın en fazla güneş gören sınırı, Türkiye’nin en az güneş gören ucundan daha verimsiz. Türkiye’nin güneş haritasına bakınca kafalar biraz karışabiliyor ama aslında güneş haritasına daha genel bakmak lazım... Türkiye’nin her yeri verimli güneş bakımından. Dünyada potansiyeli en yüksek ülkelerdeniz ama kullanmıyoruz. Dünyada bu konuda 50 bin megawatt’a yakın kapasite var, Türkiye’nin şu anda ölçülmemiş olan bizim tahminimiz 4 megawatt civarında. Kısacası potansiyelde ilk 5’teyiz ama kuramıyoruz sistemi.- Neden? Maliyeti yüksek mi?Ucuz bir uygulama değil. Bütün devletler teşvik ediyor çünkü kullanım arttıkça maliyet düşüyor. Türkiye teşvik vermemekte ısrar etti, bu nedenle yavaş gelişti. Fotovoltaik fiyatları hızlı değişiyor. 1 kilowatt elektrik üretecek sisteme 5 bin euro teklif veriyorduk, şu anda 1.500 euroya fiyatlandırır hale geldi.- Nükleer enerji olmazsa olmaz diyenler var Türkiye’nin enerji açığını kapatması için...Evet ama aynı zamanda devlet enerji çeşitliliği diyor, güzel doğru şeyler söyleniyor ama uygulamada çok yanlışlar oluyor. ‘Kaynak çeşitliliği yaratılacak’ deniliyor. Türkiye enerjisinin yüzde 50’sini Rusya’dan alıyor, Rusya’yla iki nükleer enerji santrali yapılacağı da söyleniyor. Bu nasıl olacak? Neden rüzgara ve güneşe daha çok destek verilmiyor. Türkiye’nin doğru yolu rüzgar ve güneşe ağırlık vermek olmalı. Doğalgaza sağlanan imkan neden güneşten sakınılıyor? Türkiye eğer böyle devam ederse yoluna enerji konusunda tek ülkeye, Rusya’ya bağımlı olacak.- 2012 hedefleriniz neler?Deniz ve toprak bazlı sistemlerde büyüyeceğiz. Klimada Mitsubishi Heavy Industries’le ortaklığımız var. Gün ışığı aydınlatmamızı daha genele yayacağız, fotovoltaik ve rüzgar enerjisi kullanımlarımızı artıracağız. Ayrıca İzmir Torbalı’da yeni fabrikamızın inşaatı sürüyor.Fotoğraf çekmeyi severim, evde kahvaltıyı ben hazırlarım- Güne kaçta başlarsınız? Çalışma temponuz nasıl? İş stresinden kurtulmak için neler yaparsınız?Aile şirketi olduğumuz için fazla çalışıyoruz. 3 yıldır gerçek anlamda profesyonelere devredebildim işin bir kısmını. Biz ailece dolaşmayı seviyoruz. Seyahate gideriz. 06.30’da kalkarım, kahvaltıyı hazırlarım. Evde ilk kalkan benim. Ofise de ilk gelenlerdenim. 18.30 gibi ofiste iş biter. Hemen hemen her öğlen salata yerim. Düzenli yürüyüş yaparım. Eskiden bisiklete binerdim. Oğlumla fotoğraf çekmeyi seviyorum. Birlikte geziyoruz. Son zamanlarda hafta sonlarım sergileri, müzeleri gezerek geçiyor. Pera Müzesi’ndeki fotoğraf sergilerini kaçırmam.Gün ışığı aydınlatma sistemi kuruyoruz- Siz ayrıca Türkiye’nin ilk güneş ışığı aydınlatma sistemini kurdunuz. Sunvia adlı bir sistem. Bu sistem nerelere kuruluyor? Ne kadar tasarruf sağlanıyor?Gün ışığı aydınlatma konusunda da elektrik harcamalarını düşürmek için bir işbirliği yapıyorduk. Biz daha sonra gün ışığı aydınlatma cihazını yaptık. Bunu da geliştirmek istedik. Türkiye’de ilk biz yaptık bunu. Günışığı aydınlatmasını şu anda Migros ve Tansaş’larda kurduk. Büyük hacimli yerlere uygun oluyor.Kız kardeşi Avusturya’da milletvekili- Tek çocuk musunuz?Hayır. İlk çocuğum, bir kız kardeşim var. Kız kardeşim Alev Korun, okurken Avusturya’ya gitti ve dönmedi. Şu anda tek yabancı milletvekili Avusturya’da. Yeşiller Partisi’nden seçildi. O da bir anlamda ‘yeşil’in içinde. Yazın parlamentoya bisikletle, kışın da tramvayla gidiyor. Türkiye’deki politikacılara hiç benzemiyor.- Gurur duyuyor olmalısınız...Kesinlikle...İlk denemeyi evimde yaptım- İlk nereye kurdunuz güneş enerjisinden elektrik elde edecek sistemi?İlk uygulamayı kendi evimde yaptım. Daha sonra müşterilere gittik. Şu anda en çok çatı uygulamasını biz yaptık. Fabrikalar, alışveriş merkezi ve oteller yaptık. Örneğin Özdilek Alışveriş Merkezi yaptırdı. AVM’lerde çok elektrik kullanılıyor. Bu güneş enerjisiyle çare olmak mümkün değil. Bizim önerimiz binanın tümü için değil baz kullanım için güneşten elektrik üretmeyi hedefliyoruz. Ticari olan her tip binanın çatısında, otoparkında kullanılması mümkün. Devlet 500 kilowatt üretim kapasitesini geçenlere lisans veriyor. t Rüzgar santralleri konusunda lisans aşamasından başlayan sorunlar oldu. Fotovoltaik’ta de bu sorunlar var mı?Rüzgar santrallerinde sonuca ulaşma konusunda çok eksiklikler var. Devlet rüzgarda nelerin yanlış yapıldığını gördü. Lisans verilince 6 ay sonrasında uygulama şartı getirilmeli. Lisans alanlar daha sonra satıyor. HES’lerde de problem var. Ama her şeye rağmen yenilenebilir enerji nükleer enerjiye göre tercih edilmeli.
Duymayan, bilmeyen var mı Karaköy Balıkçısı-Griffin’i... Hakan Özakaraman’ın mekânı İstanbul’daki en özel adreslerden biri... Nedenini ise bu röportajda bulacaksınız. Karaköy’de bir süredir değişim var. Sanatçılar ve işadamlarını çekiyor Karaköy... Bu değişimin ateşini yakan kişilerden biri de Karaköy Balıkçısı- Griffin’in yaratıcısı Hakan Özkaraman. Griffin Han’daki Karaköy Balıkçısı’nın masaları hep dolu oldu. Şimdilerde ise tam bir cazibe merkezi... Dünyanın her yanından ünlülerin İstanbul ziyaretlerinde kimselere haber vermeden geldikleri bir yer. Müdavimleri arasında Madeleine Albright, Alain Juppe, Morgan Freeman gibi isimler var. Karaköy Balıkçısı, balıkları, minekop şişi, karides salatası, dil şişi ile yabancı basında çok övgü almış. Bir de Vedat Milor’un da dediği gibi, Karaköy Balıkçısı’ndaki lakerda dünyanın en iyi lakerdalarından biri olarak gösterilmiş. Söz şimdi Hakan Özkaraman’da...* Sizdeki yemek merakıyla ilgili hatırladığınız ilk anı nedir? Rahmetli babamın zamanında yani 40 sene önce bizim ailede herkes farklı yemek yerdi. Kardeşim Neslihan hep köfte, ben et, babam sebze severdi... Annem ise işin çilesini çeken kişiydi. Mutlaka ayrı yemekler pişerdi, her gece ayrı yemekler yenirdi ve hep 3-4 çeşit yemek olurdu. Pazar sabah kahvaltılarımız şimdiki brunchlar gibi olurdu. Ben sanırım anneme yardım ederek, tencereyi karıştırarak başladım. Hep yemeğe meraklıydım... * İlk kez ‘Hakan bu yemeği çok güzel yapar’ ne zaman dendi?Ben 18 yaşındayken ayrı bir eve çıktım, Londra’ya okumaya gittim. Orada bahçe içinde bir evin odasını kiraladım. Herkes Çin yemeği filan alıyor, ben markete gidip bonfile alıyorum, bakıyorum soslu satıyorlar. Ben alıp yaptım, arkadaşları çağırdım, herkes bayıldı. Sosyal çevrem yemek yapmam sayesinde oluştu. Kızlar çok etkilendi.* Siz sonradan lokantacı oldunuz. Çok başka şeyler okumuşsunuz. Rulman işindesiniz. Bu han babanızın ve kiradaymış restoran...Yedek parça işimiz devam ediyor. Babam bu handaki lokantadan da çıkmazdı, başkaları işletiyordu. İstanbul’un en eski balık lokantasıdır, 1923 yılında açılmış. Sahibi işi sürdüremeyeceğini söyleyince ben devraldım. Ailem 3 kuşak İstanbullu. Ama soyadımdan anlaşıldığı gibi Karamanoğulları’ndanız, sonra Bulgaristan’a gitmişiz. Annemin de büyükleri Dedeağaç’tan... * Buranın tabelası yok, balığın en iyi yendiği adreslerden biri nasıl oldu? Avrupa’da İstanbul’dan daha iyi tanınıyorum. Çünkü çok yabancı müşterim var. İstanbul’a gelip bizi bir yerlerden duyanlar geliyor, sonra her gelişlerinde yeniden geliyorlar. Bundan iyi tanıtım olur mu, bilemiyorum. 22 yıl önce bu işe başladım. Bu işe para kazanmak için girmedim, sevdiğim için girdim. Yiyecek işinde başarı zaten para kazanmayı getiriyor.İlk önce yalnızca çorba sattım, kuyruk oldu* Siz başlarda yalnızca öğlen açıktınız...Evet. Bir tencere çorba yapıp sattım uzun süre. 12.00’de açtım, 15.00’te kapattım. Kuyruk olurdu burada çorba için. Bu aynı zamanda ticari taktikti. Ben kaliteden ödün vermedim. Ölçüyü kaçırmadım. Kuyudan sürekli suyu çekersen su kumlu gelir, bekleyeceksin ki birikim yapsın. O ilk deneyimlerim benim müşteri rezervi yapmamı sağladı. * Kaç yıl sürdü bu?10 yıl sürdü. Ben çocukluktan bu mesleğin içinde değildim. Yol almam da gerekiyordu. Salata doğramak, balığı kesmek bunları bilip yapmak önemliydi. Ben yedek parçadan geliyorum, işletme eğitimi aldım. Dünyayı görmüşlüğüm vardı, kaliteyle de farklılaştım. Kendi mutfağımıza, öz lezzetlere güvendim.* Türk mutfağı kaybolma tehlikesi yaşıyor mu? Yoksa son zamanlarda kıymetini bilmeye mi başladık?Biz genç toplumuz. Genç evleniyoruz, çoluk çocuğa karışıyoruz, hızlı değişiyoruz ve unutuyoruz. Çok göç aldı İstanbul, İzmir gibi kentler. Gelenler de kendi kültürleriyle geldi. İstanbul kebapla tanıştı. Hoşgeldi kebap, ayranla da şalgamla da rakıyla da iyi gidiyor. Ama bu kadar kebabın içinde et kesmeyi bilmiyorduk. Şimdi etçiler girdi bu yüzden devreye... Peki bu et kültürü bize mi ait, o da değil.Yemekten sonra çay değil Türk kahvesi veririm* Ben İzmirliyim ama kebap kültürünü Ankara’da öğrenciliğim döneminde öğrendim...Türk mutfağı kebap demek değil... Haftada 3 kere kebap yemeğe gidenler oldu İstanbul’da. Hâlâ da var. Mesela ben çay vermiyorum balıktan sonra... Her yemekten sonra çay veriliyor. Bizim kültürümüzde çay sabah kahvaltısında ve 5 çayında vardır. Ama doğu kültüründe yağlı ve acılı yeniliyor. Onun üzerine soğuk gazoz da içilmez, çay dengeliyor vücut ısısını... Ben bunu Doğu kültürüne karşı çıkıyorum diye söylemiyorum. Ben Türk kahvesi veriyorum. Cappucino da vermiyorum. O da İtalyan kültürü. * Balıkta kalite yakalamanın sırrı ne? Buraya gelen herkes eşim dostum. Evimde ne yaparsam onu yaparım. Satmak için değil sunmak için. Balık aldığım yerler belli yıllardır. Her şeyin doğalı var burada. Ekmeğin unu, domatesin nereden olduğu, balığı pişirdiğin kağıdın kalitesi, balığı pişirdiğin kömürün kalitesi giriyor devreye...Başkasının 25 liraya aldığı karidesi ben 45’e alırım* Kömürün kalitesi?Üzerine kimyasal döküyorlar kömürlerin uzun yansın diye... Ben has odun kömürü kullanıyorum. Zeytinyağımız 20 yıldır özel benim için üretiliyor, Burhaniye’den geliyor. Unum özel. Ben burada taze karides satarım. Benim zeytinyağım karidesimin tadını bastırmaz. Başkasının 20 liraya aldığı karidesi 45 liraya alıyorum. Her karidesi almam içeri. Her gün takip ederim. Beni kimse denemeye çalışmaz, çünkü mal kötüyse geri gider. Ben kendim için yapıyorum yemekleri... Kendim beğenmem lazım. Yaptıklarımım ufak tefek sırları var. Ben yanımdakilere bunu öğretiyorum. * Nedir sırrınız desem yanıt verir misiniz?Özünde kalite, ucuza kaçmamak. Ben keşfetmeye de çalışmıyorum, basite odaklıyım. Basitlik de kalite getirir. Başta iyi balık alacaksın. Balık köftesi yemezler mesela...Kilosu 70 liralık sinaritten balık köftesi yapıyorum* Kötü balık etinden yapılır diye mi balık köftesi yemezler?Ben de öyle değil. Sinarit alıyorum 3 tane çıkıyor istediğim gibi... Herkes yesin diye sinaritten balık köftesi yapıyorum. Bayılıyorlar. Kilosu 70 lira sinaritin... En pahalı balığın köftesi de yapılır. Bunu göze alacaksınız. Tanesini 6 liradan satıyorum ama dışarıda 16 lira verseniz bulamazsınız bu lezzeti.* Mezeler değil balık ön planda... Daha fazla meze isteyen olmuyor mu?Ben hayatı ve dünyayı iyi gözlemlediğimi düşünüyorum. Ben mezeyle karnınızı doyurmanızı istemem. Keyif için balık yiyin. Benim hatırım için mezelerle doyduktan sonra balık yemeyin. Kebap kültürü gibi ortayı donatmak isteyenlere hitap etmiyorum. Balık yedirme oranım burada yüzde 97. Para kazanmanın kolay yolu meze. Maliyetleri ortada. Balığın kilosu ortada.Donuk hamsi satmam, her şey mevsiminde olmalı* Mönü de çok değişmiyor değil mi?22 senedir aynı şeyleri yapıyorum. Her akşam buradaki yemekleri yiyebilirim. Bana her hafta iki kere gelen misafirlerim var. Ben meze sayımı çoğaltmam ama hamsi bitince donuk hamsi satmam, yerine kuzu ciğeri koyarım. Her şey mevsiminde burada. Bizim misafirler bunu biliyor. Adam iki duble bile içse kafa çekmeye geliyor, bir dilim lakerdayla bir şişe rakı içen de bilirim, işin keyfi bu... * Lakerdanız dilden dile dolaşıyor...Her malzeme özel. Sarımsak ve soğanla yapmıyorum. Ben mevsiminde olmayan bir tek domates alırım. Yazın Çanakkalede’den kışın da direkt yurt dışına satış yapan özel bir seradan alıyorum.İmralı’da güvenlik yüzünden balıklar arttı* Lüferi koruma çalışmalarına destek çıktınız mı? Ben destekliyorum ama bu çabalar da boş. Lüfer geçen sene 15 liraydı, bu sene 45 lira. Trolü ihbar etti diye adamı gözünden vurdular. Ben de satmadım ama lüfer gezici balık, burada kalan bir balık değil. Gidiyor, diğer tarafta tutuyorlar. Yunansitan’da çok var. İspanya’ya kadar gidiyor. Boğaz balığı lüferdir, durumu ortada... İstanbul’da Boğaz çıkışlarında iki kalkan merkezi var, onlar da gitti, bitiyor. Romanya’daki balıkları bile biz kuruttuk. Ufak adamın tutacağı balıktan bir şey olmaz. Trolcüler burada bin adamın yakaladığını bir saatte yakalıyor. Neden İmralı’da balık arttı? Kimse oralarda güvenlik nedeniyle gezemeyince doğal kaldı, balıklar şimdi oralarda... * Buranın müdavimleri kimler? Sizin müritleriniz varmış diye duydum...Biraz öyle oldu. Müritlerim genelde yurtdışından... Burası bence İstanbul’un prestij yeri. Ben buranın manzarasına, dokusuna layık özel bir yer yaptım. İşportanın dışında bir şey yoktu. Burada gece ışığı ilk ben yaktım. Burası 40-50 yıldır unutulmuştu.Adı niye Griffin?Turist gelirken benim yurt dışında çıktığım dergiyi kesiyor. Köprüden geçip geliyor, buraya gelene kadar 3-4 Karaköy balıkçısı oldu. Bu hanın adı Griffin. Bu yüzden koydum.22 yıldır ocağımı söndürmedim, lezzetimin sırrı bu* Balığın iyi olması yeterli değildir, pişirirken de ustalık lazım... Siz neye özen gösteririsiniz, hangi balıkları nasıl pişirirsiniz?Benim için ateş çok önemli. Ben 22 yıldır ocağımı söndürmedim. Ben gaz ocağında oynar gibi kömür ateşiyle oynarım. Her balığın sevdiği bir ateş vardır. Bunu yakalamak önemli. Kendime göre sırrım şu. Ben bir ızgarayı dört gözlü ocak gibi kullanırım. Bu kimin umranda? Bunu böyle kullanınca her balığı tadında pişirirsiniz. * Hangisi nasıl desem?Ege civarının çuprası özel. Benimki de çok iyidir. Minekop, dil balığı şişim de özel. Ben bir tek çuprayı kafasıyla tutarım. İsrailliler balığı tüm görmek ister. Dini inanışları gereği de böyledir. Balıklarımın hepsi kılçıksızdır. Kalkan, lüfer çok isteniyor. Kağıtta levreğim en çok tercih edilen balığımız. Hamsi şiş de çok beğeniliyor. Balık çorbamız mevsim sebzeleriyle yapılıyor.* Tatlıda favoriniz?Manisa helvam var, gerçek şekerden yapılıyor, glikozu yok, kabak şekerim var ve sonunda ısrarlara dayanamadım sufle koydum mönüye...