Luc Besson iki milimetrelik Minimoylar’ı 4 ciltte anlatıyor

21 Aralık 2006

J. K. Rowling’in “Harry Potter” başarısı hem çocuklar hem de yetişkinlere yönelik kitaplara ilgiyi artırdı. İşte yönetmen Luc Besson’un “Arthur ve Minimoylar” ı da bunlardan. Besson’un Harry’e rakip olarak kaleme aldığı bu dört ciltlik macera, Arthur adındaki on yaşındaki bir çocuğun Minimoylar’ın “küçük dünyası” nı keşfetmesiyle başlayan maceralarını konu alıyor. Arthur, renkli resimlerle bezeli masal ya da çocuk kitaplarında görüp iç geçirdiğimiz bir evde oturuyor. Türlü türlü küçük hayvanların olduğu yemyeşil bir kırın ortasında bir ev bu... Dahası hemen her gün evin içinde yeni bir yer keşfediyorsunuz, mesala Arthur’un büyükbabasının çalışma odası gibi. İşte Arthur bu evde anneannesinin büyükbabasıyla ilgili anlattığı hikayeleri dinleyerek yaşamaktadır. Bir de dört yıldır kayıp olan dedesinin defterlerindeki muhteşem çizimlere bakarak... Çünkü bu defterlerde iki milimetre boyundaki Minimoylar’ın prensesleri Selenya’nın, kötü Maltazar’ın, Minimoylar’ın en büyük dostu iki metrelik Bogo-Matassali savaşçılarının resimleri vardır. İşte Arthur günlerini onların dünyasına açılan kapıyı düşleyerek geçirir. ARKADAŞININ FİKRİNİ ALDIAma Minimoylar’ı başarılı kılan sadece içerdiği fantastik dünya değil. Bu aynı zamanda bir pazarlama harikası. Her şeyden önce Arthur’un maceralarının başından beri bir sinemaya taşınması düşünülüyordu. Hatta kitapların yazımında bu da dikkate alındı, işte bu yüzden gösterime giren “Arthur ve Minimoylar” için bir sinema uyarlaması diyemeyiz. Aslında bu yaklaşım kitapların yazımından satışına yönelik her aşama için geçerli. Mesela Minimoylar Luc Besson’un değil, yakın arkadaşı Cèline Garcia’nın fikri. Bu kahramanları çok sevince Harry’ye rakip kahramanlar yaratmak için bu dört ciltlik seriyi kaleme almaya karar vermiş. İlki 2002’de yayımlanan kitapların dördü de 34 dile çevrildi. Sadece Fransa’da 1 milyon 200 bin sattı. Dahası Minimoylar’ın bilgisayar oyunları da yapıldı, çocuklara yönelik hazırlanan Arthur parfümleri de... Hatta Minimoylar ülkesinde sevilen bir içki olan “Jackfire” da piyasaya sunuldu. Tabii karakterlerin yer aldığı buzdolabı mıknatısları, tişörtleri, çizgi romanları, boyama kitapları da... “Arthur ile Minimoylar” adını taşıyan resmi internet sitesi 17 dilde yayın yapıyor ve bu site aracılığıyla, Zanzibar seyahati ödüllü bir yarışma da düzenleniyor.Filmini Madonna seslendirdiAynı titizlik kitabın filmi için de geçerli. Minimoylar ülkesinde geçen sahneler en ileri teknoloji kullanılarak çekildi. İllüstrasyonlar ise Patrice Garcia’ya ait... Karakterleri Fransızca versiyonda Myléne Farmer seslendirirken İngilizce versiyonunda ise Madonna, Snoopy Dogg, David Bowie, Robert de Niro ve Harvey Keitel görev aldı. 65 milyon Euro’ya yakın bir bütçeyle tamamı çekilen filmin orijinal müziklerini ise Eric Serra hazırladı.

Devamını Oku

Tam 15 dil bilen origami yapan varoluşçu bir usta

7 Aralık 2006

20. yüzyıl İspanya’sının edebiyat ve düşünce hayatına damgasını vuran Miguel de Unamuno’nun (1864) kişiliği, hayata bakışı, duruşu bu anektodla anlatılır. O varoluşçu felsefenin en güçlü, en özel isimlerindendi. “Var olduğumuzu nasıl biliriz” demişti; “az ya da çok acı çekmeden? Acı çekmeden başka türlü nasıl kendimize döner, düşünsel bilinç ediniriz? Neşelendiğimizde kendimizi unuturuz, var olduğumuzu unuturuz; başka bir varlığa dönüşürüz; yabancı bir varlığa, kendimizin yabancısı oluruz. Ve ancak acı ile yeniden kendimiz olur, kendimize döneriz.” Türkiye’de “Yaşamın Trajik Duygusu” kitabı ile kendine özel bir okur edinen Unamuno, tam 14 dil biliyordu. Dahası varoluşçuluk felsefesinin kuramcısı Soren Kierkegaard’ın eserlerini orijinalinden okuyabilmek için bir de Danimarkaca öğrenmişti. Özel bir de hobisi vardı: Origami. Hatta bu Japon sanatının İspanya’da yaygılanmaşmasında payının büyük olduğu söylenir. O zamana kadarki origami tekniklerine yenilerini eklemiş, farklı hayvan motifleri yapmıştır. Ayrıca bu hobisini 1902’de yazdığı “Aşk ve Pedagoji” kitabında da eğlenceli bir dille anlatmıştır. Yazar ve felsefeci kişiliğinin yanı sıra bir akademisyendi de Unamuno. Bulunduğu üniversitenin (Salamanca Üniversitesi) daha sonra rektörlüğüne de getirildi. İşte bu görevi nedeniyle yaptığı bir konuşma İspanya tarihini de derinden etkiledi. Bu aynı zamanda o zamana dek siyasi olaylara karşı sessiz duran Unamuno’nun hayata ilişkin duruşunu da özetler niteliktedir. Francocu General Milan Astray, okulda “Viva la Muerta - Yaşasın Ölüm” sözleriyle biten bir konuşma yapmıştır. İşte o zaman ünlü yazar, susmak da onaylamaktır diyerek “Bu ihtilafın sonucunu bilmediğim için susmaya karar vermiştim; ama susmak kabûl etmek demektir; oysa benim kardeş kanı dökmek için ölmek ve ölmeye övgü düzmem olası değildir.” der. Bu sözlerinden sonra da Faşist yönetim tarafından ev hapsine mahkum edilir ve o yıl evinde hayatını yitirir. İşte bu büyük yazar ve düşünürün en ünlü kitaplarından olan “Sis” İş Bankası’nın Hasan Âli Yücel klasikler dizisinden tekrar yayımlandı. Bu büyük bir evde uşağı ve aşçısı ile yaşayan Augusto’nun hikayesidir. Yegane dostu Victor ile satranç oynamaktan başka neredeyse hiçbir uğraşısı yoktur. Ta ki günlerden bir gün, her zamanki gibi amaçsızca evden çıkıp sisler içinde önünden süzülen güzel bir kadın siluetinin ardına takılana kadar... Bu onun tüm hayatını değiştirecektir. Çünkü aşık olmuştur. O güne kadar kadınları doğru dürüst tanımazken, kendi kendine büyüttüğü bu aşk sayesinde önüne çıkan tüm kadınlara karşı aşkla dolacaktır.

Devamını Oku

İşte Orhan Pamuk’un Nobel adayları

30 Kasım 2006

0rhan Pamuk’un listesindeki ilk isim Javier Marias’tı. Ancak İspanyol yazar Pamuk’un da söylediği üzere Türkiye’de pek tanınan biri değil. Oysa 55 yaşındaki yazarın eserleri otuza yakın ülkede yayımlandı, Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere pek çok ulusal ve uluslararası ödüle layık görüldü ve kendisi bugün İspanyol edebiyatının en büyük isimleri arasında gösteriliyor. Türkiye’de ise onu sınırlı bir okur kitlesi tanıyor. Mesela Türkçe’ye çevrilen ilk kitabı “Beyaz Kalp” (Gendaş Yayınları) sessiz sedasız yayımlanmıştı. Marias’ın yazarlık serüveninin ikinci kitabı olan “Ufkun Öte Yanı” (Everest Yayınevi) için de aynı şeyi söyleyebiliriz. ROMAN İÇİNDE ROMANRoman içinde roman tekniği ile yazılan ve “Konusu nedir?” diye sorulsa bir türlü yanıt verilemeyen bir romandı bu. Çünkü Marias’a göre ne zaman bir öykü ya da anektod anlatmaya kalksak olaydan uzaklaşır araya başka şeyler de alırız. İşte Marias, romanını bu mantık üzerine kurgulamış. Bilme arzusu ve bunun imkansızlığını anlatan romanının sonunun açık olmasını ise Henry James hayranlığına bağlıyor. Çünkü onun da romanlarının sonu hiç kapanmaz. Orhan Pamuk’un listesinin ikinci sırasında ise edebiyatını övdüğü ancak siyasal duruşunu eleştirdiği bir yazar vardı: Peter Handke. Çünkü Pamuk’un da altını çizdiği üzere Handke “Miloşeviç’i desteklemek” gibi bir yanlış yaptı. Türkiyeli okurlar ise onu “Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi” (Ayrıntı Yayınları) kitabı ile tanıyor. Bu amaçsız bir cinayet işleyen ve polisin kendisini yakalamasını bekleyen bir futbolcunun anlatıldığı bir gerilim romanıydı. “Solak Kadın”, “Hiç Kimse Koyunda” isimli kitapları da Türkçe’ye çevrilen Handke’nin bu hafta çıkan kitabı ise edebiyat ve sinema tarihinin en ünlü kahramanlarından birini yeniden yorumluyor; “Don Juan”ı. Alman dilinin 20. yüzyılın ikinci yarısındaki en özgün yazarları arasında gösterilen Handke’nin bu romanının (Don Juan, Can Yayınları) “tersine çevrilmiş bir Don Juan öyküsü” olarak tanımlayabiliriz. Çünkü bu kez kadınları baştan çıkaran bir erkek değil, bir gezgin söz konusu. MUSEVİ KARAKTERLEROrhan Pamuk’un Nobel listesinde yer alan Philip Roth’a gelince... Roth İsveç Akademisi’nin de listesinde yer alan bir yazar. Biz ise onu “Portnoy’un Feryadı”, “Aldatma” ve “Bir Komünistle Evlendim” kitaplarıyla tanıyoruz. Arka kapak yazısında “Erkekliğin kitabı” olarak tanımlanan “Portnoy’un Feryadı” okurları tarafından ise “gülmekten kırıldım” sözleriyle tarif edilmişti. Çünkü bu bir erkeğin cinsel gelişimini, büyümek denilen o azap verici süreci ve orta sınıf aile yapısını “açık açık” ve mizahi bir dille antalan bir kitaptı. Hemen her kitabında kahramanları Yahudi olan Roth’u meşhur eden kitap ise 1959’da yazdığı “Goodbye Columbus”tur. Milliyet Yayınları tarafından basılan ancak bugün baskısı tükenen bu kitabı başrollerinde Anthony Hopkins ve Nicole Kidman’ın yer aldığı ve aynı adı taşıyan filmden de hatırlayacaksınız. Roth’a Pulitzer getiren bu kitap farklı iki sosyal sınıfa ait iki Musevinin tuhaf ilişkisini konu alıyordu. “New York Üçlemesi”, “Leviathan”, “Ay Sarayı”, “Yanılsamalar Kitabı”, “Yalnızlığın Keşfi” kitapları ile (Can Yayınları) Türk okurunun gönül sarayında büyük bir yeri olan Paul Auster de Orhan Pamuk’un Nobel listesinde yer alan yazarlardandı. Rastlantıları kurgulamakta usta olan yazarın adını “Köprüdeki Lulu” filminde yönetmen, “Smoke” filminde ise senarist olarak görmüştük. Orhan Pamuk’un arkadaşı da olan Auster, sadece Amerikan edebiyatının değil dünya edebiyatının da en büyük yazarlarından. KİMSE YÜZÜNÜ GÖRMEDİThomas Pynchon’a gelince... O ortalarda görünmeyi sevmeyen münzevi bir yazar. Öyleki dünyanın en önde gelen gazetelerinde bile en yeni fotoğrafı 16 yaşına ait. Bir ara Sunday Times’ın bir muhabiri günlerce evinin önünde bekledikten sonra onu ancak arkadan çekmeyi başarabilmişti. Ama “The Simpsons”un iki bölümünde yer aldı, dahası kendi kendisini seslendirdi. Ne yazık ki bu görkemli yazarın Türkçe’de kitabı yok. Pamuk’un listesinde yer alan son isim ise Umberto Eco. “Gülün Adı”, “Foucault Sarkacı”, “Baudolino”, “Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi” romanlarıyla tanıdığımız yazar dünyanın en önde gelen gösterge bilim ve ortaçağ tarihi uzmanlarından. Romanları sayısız ansiklopedik ve sözlü tarihe ilişkin bilgi içeren yazarın “Foucault Sarkacı” romanı, Dan Brown’un şöhrete ulaştırdığı Tapınak Şövalyelerini ve gizli planlarını konu alıyordu. Sinemaya uyarlanan “Gülün Adı” romanı ise Ortaçağ felsefesi ve dini anlayışını gülmek üzerinden ele almıştı. Filme de uyarlanan ve başrolünde Sean Connery’nin rol aldığı film tüm dünyada büyük beğeni toplamıştı.

Devamını Oku

Sokak çocuklarının romanı

23 Kasım 2006

Derken Müstecaplıoğlu bambaşka bir kimlikle karşımıza çıktı. Müstecaplıoğlu, Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken Fethullah Gülen Cemaati’nin bir üyesi olmuş ve sonra da cemaatten ayrılmıştı. “Şakird” romanında işte bu süre içinde edindiği tecrübelerini anlatıyordu. Roman konusundan ötürü büyük ilgi gördü. Ayrıca cemaat ilk kez içeriden bir göz tarafından, üstelik edebi bir metinle anlatılıyordu. Müstecaplıoğlu romanında cemaatin örgütlenmesi gibi teknik bilgilerin yanı sıra cemaat üyelerinin psikolojisine de yer vermişti. Böylece cemaatin Türkiye’ye yönelik somutlaştırılamayan tehlikesi somutlaşmış oluyordu. Müstecaplıoğlu, bu kez de karşımıza bambaşka bir kimlik ve roman anlayışı ile çıktı. Yeni romanı “Kardeş Kanı” adını taşıyor ve sokak çocuklarını konu alıyor. Sokaklarda, başı boş, kimsesiz kendi yollarını arayan Tamer ve Murat’ın hikayesi bu... Zaman içerisinde büyüyen bir kardeşlik örgütünü de ele alan romanın temel meselesi ise sokaktaki şiddet ve bundan faydalanan organize suç örgütleri. Sert, can yakıcı hatta insanı huzursuz eden bir roman “Kardeş Kanı.” Zaten sokak çocuklarını konu alan bir romanın da insanda bu tür duygular uyandırması gerek... Bu yüzden romanı okuduktan sonra sokak çocuklarından mendil alırken yüzlerine daha dikkatli bakacaksınız...Coetzee’nin romanları Güney Afrika gerçeğine dayanır. Irkçılığı hedef alan yazarın bu romanı ise siyah ya da beyaz olsun kendi çocuklarını asalaklara, uyuşturucu bağımlısına dönüştüren Güney Afrika’nın hüzünlü yüzünü anlatıyor. Nobel Ödüllü yazarın bu romanı aynı zamanda dünyanın en prestijli edebiyat ödüllerinden kabul edilen Booker Roman Ödülü’nü de aldı. “Kuvantum kuramının özüne yapacağınız yolculuğa hazır mısınız” diye soruyor kitap ve bunu son derece keyifli bir dille anlatıyor. İlkokuldan beri ders sıralarında adını öğrendiğimiz atomun yüzyıllar öncesine giden hikayesinden bu gözle görülmez çekirdeğin içinde olup bitenleri anlatan kitap kuvantum kuramına başlamak isteyenler için iyi bir fırsat.

Devamını Oku

Pessoa’nın başyapıtı nihayet Türkçe’de

16 Kasım 2006

13 Haziran 1888’de Lizbon’da doğan Pessoa, 1896’dan 1905’e kadar, üvey babasının konsolos olarak görev yaptığı Güney Afrika’da yaşadı. Portekiz’e dönmesinden sonra, öldüğü 30 Kasım 1935’e dek, Lizbon’dan ayrılmadı. Öldüğünde, pek tanınmayan bir şair, ama Portekiz modernizmine damgasını vurmuş bir kişilikti. Sağlığında çeşitli dergilerde yazdığı yazılar ve birkaç kitaptan başka yapıtı yayımlanmadı. Ancak ölümünden sonra bulunan yapıtları onu dünya edebiyatının mihenk taşlarından biri kılacaktı. Ama Pessoa’yı gelmiş geçmiş yazarlar içinde farklı bir yere oturtan sadece edebiyatının gücü değildi, edebiyatı algılayış biçimiydi. O eserlerinin her birini farklı bir isimle imzalamıştı. Ricardo Reis, Alvaro de Campos, Alberto Caeiro, Pero Botelho, Bernardo Soares gibi. Üstelik bunlar birer “takma ismin” çok ötesindeydi. Her bir ismin bir kişiliği, yazarlık serüveni hatta ideolojisi vardı. Mesela Alberto Caeiro’yi “bir gün, içimde ‘ustam’ doğdu,” diyerek yaratmıştı. Pessoa’nın bütün öbür kimliklerinin de ustası olan Caeiro, eğitimli biri değildi. Saf dille pastoral şiirler kaleme alıyordu. Yarattığı bir diğer yazar Alvaro de Campos ise fütürist bir mühendis, Ricardo Reis ise ufak tefek bir doktordu. Bernardo Soares ise Pessoa gibi Lizbon’da yaşamış, basit bir memurdu ama başyapıtı “Huzursuzluğun Kitabı” onun imzasını taşıyordu. ÇEVİRİ 3 YIL SÜRDÜKitap, Pessoa’nın öldüğünde geride bıraktığı sandıktan çıkmıştı. Sandıkta 27 bini aşkın sayfa vardı ve üzerlerinde “H.K” yazıyordu. Bu Bernardo Soares’in günlüğünden başka bir şey değildi. Ancak bu günlüğün yazarının Pessoa’nın bir kahramanı olduğunu dikkate alırsak buna bir roman demek daha mı doğru olur, bilemiyorum... Tek bildiğim karşımızda uzun süredir çevrilmesini beklediğimiz bir edebiyat eserinin olduğu. Saadet Özen’in üç sene süren başarılı çevirisiyle “Huzursuzluğun Kitabı” nihayet Türkçe’de.Kadın-erkek ilişkileri üzerine...Evli Erkekler Kulübü ve sanal alem üzerine yazılarıyla tanımıştık Serhat Ayan’ı. “Gizli Kadınlar Örgütü” kitabında ise kadınların en kutsal özelliklerinin bile altında bir “komplo olabilir” diyor. Kadın-erkek ilişkilerine mizahi bir yaklaşımla değinen kitap sadece kadınların değil erkeklerin de ilgisini bekliyor.Tarihi değiştiren suikastlerJohn Lenno, Martin Luther King, Gandhi, Kennedy... Hepsi bir suikaste kurban gitti. İşte bu kitap tarihi değiştiren bu kişiliklerin hayatlarını ve uğradıkları suikastları, bununla ilgili ortaya atılan iddiaları ayrıntılı bir şekilde anlatıyor.

Devamını Oku

Şifre de var, Kutsal Kâse de

9 Kasım 2006

“Da Vinci Şifresi”nden önce de edebiyatın ve alternatif tarihin sevdiği bir temaydı “Kutsal Kâse.” İşin tuhaf yanı Dan Brown’un tüm dünyada çok satanlar listelerini alt-üst eden romanına rağmen hâlâ da öyle. Bu kadar çok okunmasına ve işlenmesine rağmen ilgi gören bir başka konu var mıdır, bilinmez...İşte Kate Mosse imzasını taşıyan “Labirent” de bu kervana yeni katılan romanlardan. “Üç Sır, İki Kadın, Bir Kâse” alt başlığını taşıyan roman, bu yıl ABD’de en çok konuşulan kitaplar arasına girdi ve hakkında “Da Vinci Şifresi’ni ve Tolkien kitaplarını çağrıştırıyor” yorumlarında bulunuldu. Roman, adından da anlaşıldığı üzere iki kadının hikayesi üzerine kurulu. Kahramanlardan ilki bundan 796 yıl önce yaşamış olan genç bir kadın; Alais. Hikaye de babasının ona 1209 yılının Temmuz ayında bir kitap vermesiyle başlıyor. Bu “Kutsal Kâse”nin gerçek hikayesinin anlatıldığının iddia edildiği gizemli bir kitap. On altı yaşındaki Alais her ne kadar bu kitaptaki garip kelimelerin ve simgelerin anlamlarını bilmese de onu her şeye rağmen saklaması gerektiğini anlıyor. Mısır’ın çöllerine dek uzanan bu bölümden sonra roman, okuru günümüz dünyasına getiriyor ve bizleri diğer kadın kahramanımız Alice ile tanıştırıyor. Alice bir arkeolog. 2005’in Temmuz ayında Carcassona’nın varoşlarındaki dağlarda iki ceset bulmuştur. İşte onun bu keşfi farklı zamanlarda ama aynı mekanda bulunmuş iki kadının hikayesini buluşturacak ve okuru labirent gibi ilerleyen bir tarihin içinde dolaştıracaktır. Sevin Okyay’ın Türkçeleştirdiği “Labirent”, “şifreli tarihsel romanlar” sevenler için... SELÇUK DEMİREL “ELLERİ” ANLATIYORDesenleri Le Monde, Washington Post, New York Times, Wall Street Journal gibi dünyanın en önde gelen gazetelerinde yayımlanan ünlü çizer Selçuk Demirel’in kalemi bu kez elleri anlatıyor. Eğilip bükülen ve başkalaşan eller bunlar. Kimi zaman bir adam kimi zaman bir kadın olup karşımıza çıkıyor. Dahası bir karakteri, duruşu, geçmişi, psikolojisi var bu kadının ve adamın. Her parmağın, her boğumun bir hikayesi var; kimi düğüm atıyor, kimi düğüm olmuş... Üstelik kimi siyasi gelişmeleri anlatırken kimi de insanoğlunun en varoluşsal sorunlarından dem vuruyor.

Devamını Oku

Fuarda hangi kitapları alsak?

26 Ekim 2006

500 yayınevi, sivil toplum örgütünün katıldığı, TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı başladı. Bu yıl gümüş yılını kutlayan fuarın Onur Yazarı ise Doğan Hızlan, sürpriz konuğu ise Garry Kasparov. Ayrıca fuar süresince binlerce kitap en az yüzde 20 indirimle satışa sunulacak. Yani fiyatlarını yüksek bulduğunuz için alamadığınız kitapları almanın tam zamanı. Tabii bu da toplu kitap anlamı anlamına geliyor. Peki hangi kitapları almalı? Bu soruya yanıt bulmak zordur. Kimi çok satan listelerine bakar, kimi arka kapak yazılarına. Oysa en doğrusu kişiliğinize göre bir seçim yapmaktır. İşte okur profillerine göre birkaç kitap mönüsü.MERAKLILARA:Orhan Pamuk’un romanlarından okumadıklarınız varsa, şimdi tam sırası. Ne de olsa siz tartışma ortamlarında geri durmak istemeyenlerdensiniz. Bu yüzden çok satanlar listelerine de bir göz atın. • Roman: Koku/ Patrick Süskind/ Can Yayınları/ 15 YTL(Sinemaya uyarlanmasıyla tekrar gündeme gelen roman, kokusu olmayan ancak buna rağmen bir köpekten bile daha iyi koku alan bir adamın hikayesini anlatıyor.)• Düşünce: Din ve Psikiyatri/ Irwin Yalom/ Merkez Kitaplar/ 5 YTL (“Nietzsche Ağladığında” ile tüm dünyada milyonlar satan Yalom’dan insanoğlunun baş etmek zorunda kaldığı kaygılar üzerine bir kitap.) • Polisiye: Dans Öğretmeninin Dönüşü/ Hennig Mankell/ Altın Kitaplar/ 20 YTL(Polis memuru Lindman, İsveç’in ücra bir yerinde bulanan cesedin gizemini araştırıyor.)Toplam: 40 YTLYILDA BİR-İKİ KİTAP OKUYANLARA: Kolay okunan, popüler kitapları tercih edin. Çok satanlar listelerine temkinli yaklaşın. Çünkü bu listelerde çoğu zaman ağır edebiyat da yer alır. Sürükleyici tarihi romanlar ilginizi çekebilir. • Araştırma-inceleme: Başın Öne Eğilmesin/ Hıfzı Topuz/ Remzi Kitapevi/ 15 YTL(Hıfzı Topuz, ünlü yazar Sabahattin Ali’nin biyografisi roman tadında kaleme aldı.) • Tarihi-roman: Truva/ David Gemmell/ Artemis Yayınevi/ 22 YTL(Tarihin en popüler savaşına ilişkin yeni bir tarihi roman.) • Sanat Kitabı: İzmler, Sanatı Anlamak/ Stephen Little/ Yapı Yayın/ 25 YTL(Yeni başlayanlar için... Tüm sanat akımları ve sanatçıları özet bilgilerle ele alınmış.)Toplam: 62 YTLKİTAP KURTLARINA:Siz profesyonel bir okursunuz. Hangi yayınevi hangi kitabı yayımlamış, haberiniz var. Yani çok satanlar listelerinden çok “yeni çıkanlar”ı takip ediyorsunuz. İşte sizin kitaplarınız...• Roman: Cinayet Fakültesi/ Pınar Kür/ Everest Yayınevi/ 12 YTL (Yazarın “Sonuncu Sonbahar” kitabındaki kahramanların yer aldığı yeni romanı.)• Biyografi: Babasının Kızı/ Eva Weissweiler/ Çitlembik/ 14 YTL(Dünya siyaset tarihini derinden etkileyen Marks’ın kızı Tussy Marks’ın hikayesi.)• Şiir: Kendimizde Açtığımız yaralar/ Charles Bukowski/ Parantez Yayınevi/ 11 YTL(“Pis Moruk”un romanlarını okuyup sevenler şiirlerini de muhakkak okumalı)Toplam: 37 YTLAĞIR SİKLET OKURLARA:Siz tamamen kategori dışısınız. Siyaset ve felsefede alanında yayımlanan en uç kitaplar sizin kütüphanenizde. Bir romanın dünya edebiyat çevrelerince onaylanıp onaylanmayacağını anlamak için sizin kütüphanenize bakmak yeterli. • Roman: Tristina Ölürken/ Antonio Tabucchi/ Can Yayınları/ 10 YTL(Fuara son anda katılmaktan vaz geçen ünlü yazarın son romanı.)• Siyaset: Neo-Conların Sonu/ Francis Fukuyama/ Profil Yayıncılık/ 12.00 YTL(Fukuyama, Bush yönetiminin Irak’ta başarısız olduğunu ve “önleyici savaş doktrinini” dış politikanın mihenk taşı haline getirerek yaptığı yanlışları anlatıyor. • Biyografi: Yukichi Fukuzawa’nın Özyaşam Öyküsü/ Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi/ 15 YTL(Modern Japonya hayalinin gerçekleştirilmesinde en önemli rolü üstlenen Yukichi Fukuzawa’nın yaşam öyküsü.)Toplam: 37 YTL

Devamını Oku

Bayramda okumak için 4 kitap

19 Ekim 2006

Dahası reklam sektörü artık sadece alışveriş davranışlarımızı etkilemekle de sınırlı kalmıyor. Sosyal yaşamın her alanına girmiş durumda. Mesela mizah anlayışını etkilemesi ya da günlük konuşma kalıpları üretmesi gibi... “Çocuk da yaparım kariyer de” buna en iyi örnek olsa gerek... Okuyanus Yayınevi’nden çıkan ve Jim Aitchison’un kaleme aldığı “Basın İlanı Böyle yapılır” ise görsel medyadan ziyade yazılı basında reklamcılığının sırlarını anlatıyor. Bu öyle bir kitap ki mesleğin duayenleri tarafından “başucu kitabı” olarak tanımlanıyor. Zaten yazarı Aitchison da işin duayenlerinden... Avusturalya doğumlu olan reklamcı Singapur’un efsanevi reklam şirketi Ball Partnership& Batey Ads’in yaratıcı yönetmenliğini yaptı. Yüzlerce ödülün sahibi. İyi bir reklamın sırrını anlatan ve reklamcıların ilgisini çekecek olan kitap genel okura da hitap ediyor. Çünkü eğlenceli. HARRY POTTER’DAN ÖNCE PETER PANYazarı James Matthew Barrie’yi bir anda dünyanın en tanınmış yazarı yapmıştı “Peten Pan.” 20’inci yüzyılın ilk yıllarında yazılan bu hiç büyümeyen çocuğun hikâyesi şimdi kaldığı yerden devam ediyor. Nasıl mı? Yazar Barrie, 1929’da Peter Pan’ın tüm haklarını “Great Ormond Street Hospital for Sick Childeren” adını taşıyan çocuk hastanesine bağışlamıştı. İşte bu hastane 2004’te “Peter Pan”in devamının yazılmasına izin verdi ve Peter’in Düşler Ülkesi’ndeki macerasını devam ettirmek için dünyanın her yerinden yazarların katılabileceği bir yarışma düzenledi. Geraldine McCaughrean bu yarışın galibi oldu ve “Peter Pan Define Avında” yı kaleme aldı. NOBEL ADAYI YAZARDAN...Henüz çiçeği burnunda bir gelinken eşiniz, düğünün ertesi günü intihar ederse ne hissedersiniz? Bir gün önce güzel bir evin, çocukların, mutlu bir yuvanın hayallerini kurup birkaç ay sonrasına ilişkin planlar yaparken tüm bunların yerini bir anda bir cenaze alırsa... Dahası böylesi beklenmedik bir olayı nasıl atlatırsınız? İşte bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında yer alan Joyce Carol Oates’un “Şelale” isimli romanının konusu bu. ZİYA YERKÖK'ÜN ANILARITuğgeneral Ziya Yergök’ün I. Dünya Savaşı öncesindeki çalkantılı dönemi kapsayan anıları, Harbiye’de Enver Paşa ile sıra arkadaşı olduğu yıllardan başlayıp 31 Mart Ayaklanması’na ve Dersim İsyanı’na uzanıyor. “Sarıkamış’tan Esarete” kitabının da yazarı olan Ziya Yerkök’ün anıları aynı zamanda bölge insanının geleneksel yaşamınından da çarpıcı izler sunuyor.

Devamını Oku