2010’da Türkiye ekonomisi

30 Aralık 2010

Çıkan yılı değerlendirme geleneğini sürdürüyoruz. Önce 2010’da kuşbakışı dünya ekonomisini ele aldık. Geciken reel düzeltme 2011’e tatsız bir miras devrediyor dedik. Sonra Türkiye’nin bozulan ezberlerine döndük. IMF, Mali Kural ve yeni para politikasına baktık.Sıra nicel göstergelere geldi. Başlangıç noktası olarak yıl başında verdiğim tahminleri alıyorum. Tahminleri ne ölçüde tutturdum? Sapma hangi nedenlerden kaynaklanıyor? Bu sorulara cevap arıyorum.2010’da Mahfi Eğilmez’den esinlenip bir yenilik yapmıştım. Orta Vadeli Program (OVP), Beklenti Anketi (BA) ve kendi tahminlerimi bir tablo halinde yazıma eklemiştim (3 Ocak 2010). Böylece kıvırtma imkânını kaybettim. 2010’u şöyle özetledim: “Üç aşağı beş yukarı yılın nasıl gideceği bellidir... 2010’da ekonomi büyür; enflasyon, faiz ve işsizlik yatay seyreder; dış açık artar, TL değer kaybeder.” İyi duruyor ama kanmayın. Şeytan ayrıntıda gizlenir.Reel ekonomi göstergeleriEn temel göstergede karamsar kaldım. Büyüme: OVP yüzde 3,5; BA yüzde 3,4; ben yüzde 5.4; gerçekleşme yüzde 8 civarında. Neden yanıldım? Özel tüketim ve yatırım harcamalarının ikinci yarıdaki yüksek temposunu öngöremedim.Sayılar ortada; 2010’da Türkiye tek kelime ile parlak bir büyüme performansı göstermiştir. Aksini iddia etmek saçmadır. İç-dış talep dengesizliği, dev dış açık vs. bir dizi sorunun varlığı bu gerçeği değiştirmez. Doğal olarak hızlı büyüme, bütçe açığı ve işsizlik tahminlerini bozdu. İkisi de karamsar kaldı. Bütçe açığı/GSYH: OVP yüzde 4,9; ben yüzde 4,7 ; gerçekleşme yüzde 3. İşsizlik oranı: OVP yüzde 14,6; ben yüzde 14,3; gerçekleşme yüzde 12.İç talebin çektiği yüksek büyüme ile dış açık tahminlerini ise aşırı iyimser yaptı. Vahim sapmalar oluştu. Dış açık: BA 20 milyar dolar; ben 15 milyar dolar; gerçekleşme 47 milyar dolar . Dış açık/GSYH: OVP yüzde 2,8; ben yüzde 2,3; gerçekleşme yüzde 6,5.Nominal göstergeler“Nominal” deyince enflasyonu, faizi ve döviz kurunu kastediyoruz. Bu konuda rivayetler muhtelif. Yıl sonu TÜFE: OVP yüzde 5,3; BA yüzde 6,5; ben yüzde 5,1; gerçekleşme yüzde 7. Ama farkın nedeni hızlı büyüme değil, gıdada fiyat oynaklığı.Merkez Bankası gösterge faizi: BA yüzde 8; ben yüzde 6; gerçekleşme yüzde 6,5. Piyasa yılın ikinci yarısında faiz artırımı bekliyordu. Ben düşer dedim. En azından faizi tutturdum diyebilirim.Yıl sonu dolar kuru: OVP, BA ve ben 1.60 TL; gerçekleşme 1.56 TL (dün). Bozuk saat iki kez zamanı doğru gösterirmiş; ciddiye almayın. Önemli olan “0.5 $+0.5 …” sepet kur yıllık ortalamasıdır. 2009’da 1.85 TL idi. 2010’da 2.0 TL öngördüm ama 1.75 TL’ye indi. Neden? Değerli TL’ye politika tepkisi gecikti. Para politikası değişikliğinin daha erken, örneğin yıl ortasında devreye sokulacağını düşündüm. Yanıldım. Dış açık ve büyümedeki tahmin hataları da kısmen bu varsayımı yansıtıyor. Okuyucularıma 2011’de sağlık, refah ve huzur diliyorum.

Devamını Oku

Ezber bozan yıl: 2010

28 Aralık 2010

Çıkan yılı değerlendiriyoruz. Önce dünya ekonomisine kuşbakışı göz attık. 2010’un beklenenden iyi geçtiğini, ancak reel dengesizliklere çözüm konusunda tıkanıklığın sürdüğünü gözledik. 2011’e tatsız bir miras bıraktığını söyledik. Sıra Türkiye ekonomisine geldi. İkiye bölüyorum. Bugün iktisat politikalarına odaklanıyorum. Her yıl olduğu gibi, son yazıda temel göstergeleri yılbaşında verdiğim tahminlerle karşılaştıracağım. 2010 iktisat politikasında köklü değişim yılı oldu. Son on yıla damgasını vuran çerçeve terk edildi. Hiç beklenmiyordu. Piyasaların ezberlerini altüst etti. Başlık ruh halimi zaten yansıtıyor. Beni sevindirdi.Elveda IMF!2010’un en önemli iktisat politikası olayı IMF’le ilişkinin bitmesidir. Başbakan’ın IMF anlaşmasını yenilemek istemediği 2008’de anlaşılmıştı. Ama güçlü “IMF lobisi” hiç yılmadan tam saha pres uyguladı. “Geyik muhabbeti” iki yıl sürdü.2008’de (ve 2004’te) IMF’le anlaşmanın uzatılmasına karşı çıktığım biliniyor. Türkiye ekonomisinin geldiği noktada IMF’le anlaşma gereksiz hatta düpedüz yanlıştı. Maliyetinin yararından fazla olduğunu çok yazdım. Tekrarlamak istemiyorum.Tarihi bir karardır. Demokrasi korkusundan beslenen vesayetçi anlayışın ekonomik çerçevesinin tasfiye edilmesidir. 2010’a denk gelmesi raslantı durmuyor. Referandum sonuçlarını hatırlatırım.IMF’in iktisat politikası üzerindeki etkisi kalkınca, arkası çorap söküğü gibi geldi. “IMF lobisi” vesayet rejimini arka kapıdan sokmak için bu kez “Mali Kurala” sarıldı. Ama hükümet ona da yanaşmadı. Soğuk baktığımı yazmıştım. İngilizce “pastanın kanıtı yenmesidir” denir. Türkiye ekonomisinin IMF anlaşması ve Mali Kural olmadan gösterdiği performans ortadadır.Nihayet düşük faizGeçtiğimiz yılın diğer önemli olayı 2001 krizi sonrasında devreye giren para politikası tarzının nihayet terk edilmesidir. Tarihi bir karardır. IMF’le yolların ayrılması kadar hatta belki daha kritiktir. Merkez Bankası “yeni normal ” diyor. Para politikası tavrında adeta 180 derecelik bir kayma oluyor. Geçmişe damgasını vuran yüksek faiz-düşük kur yerine düşük faiz-yüksek kur hedefleniyor.Olay taze; gündeme iki hafta önce girdi. Merkez Bankası ilk kez mali piyasa ezberlerine böylesine ters düşüyor. Piyasadan gelen yanlış, yürümez, ters teper vs.eleştirilerini izliyoruz. Kimin haklı olduğunu zaman gösterecektir. Para politikasına yıllarca sert eleştiriler yönelttim. Aşırı değerli TL’ye karşı çıktım. “2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları” demekten yoruldum. Dolayısıyla bu köklü kopuş beni sevindirdi. Yılı keyifli bitiriyorum.

Devamını Oku

2010’da dünya ekonomisi

25 Aralık 2010

Yılın son haftasına girdik. Son üç yazıda 2010’u değerlendiriyoruz. Kriz öncesinde sadece Türkiye ekonomisine odaklanırdık. İki yıldır dünya ekonomisini de dahil ettik. Bugün onunla başlıyorum.Ondan önce iki gelişmeye sıcağı sıcağına değinmek istiyorum. İkisi de para politikasını ilgilendiriyor. Biri Başkan Yılmaz’ın bankacılarla toplantıda yaptığı sunumdur. Kredi artışı-dış açık bağlantısını açıklıyor. Diğeri enflasyonda ölçme sorunları üzerine Merkez Bankası’nın üç araştırmasıdır. Gıda fiyatlarında oynaklığın ve tüketilen mallarda kalite artışının enflasyon hesabına etkileri inceleniyor. Çok önemli ve sevdiğim konulardır; ayrıntıları yeni yılda.Geciken düzeltmeDünya ekonomisi 2010’a çok karamsar girmedi. Özellikle 2009 yılbaşının kabus gibi ortamı aşılmıştı. Saldırgan maliye ve para politikaları sayesinde “Büyük Buhran” çapında bir küresel felaket engellenmişti. Nitekim küresel resesyon bitmişe benziyordu. Üç büyüklerde, ABD, AB ve Japonya, toparlanma yavaştı ve cansızdı. Buna karşılık, Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi gelişen ülkelerde büyüme hızlanıyordu. Mali piyasalar da halinden memnundu. Kriz ve resesyona karşı uygulanan olağanüstü gevşek para politikaları piyasaları likiditeye boğmuştu. Krizin borsalarda yarattığı hasar hızla gideriliyordu.Ancak dünya ekonomisinin üstünde dolaşan kara bulutlar dağılmamıştı. Bu sütunda çok işledik. Temel sorun üretim ve talebin ülkeler arası dağılımındaki dengesizliktir. Başta Çin, bazı ülkelerin dış fazla yaratan iktisat politikalarında israr etmeleridir.Maalesef 2010’da bu konuda ciddi bir adım atılamadı. Reel dengesizliklere karşı zorunlu düzeltme mekanizmaları oluşturulamadı. Bu da küresel istikrarı tehdit eden bir bilek güreşini tetikledi. Yılı basılan paraların serseri mayın gibi savrulduğu bir ortamda bitiriyoruz. Euro’nun dertli yılı2010 özellikle Euro Bölgesi için çok sıkıntılı geçti. Bölge içindeki reel dengesizlikler baştan itibaren biliniyordu. Ama bunların düzeltilmesi yolunda anlamlı bir müşterek tavır (ve politika) bir türlü gerçekleşmedi. Sonunda çözüm piyasaya kaldı. Mali piyasalar saldırınca, zayıflar domino gibi birbiri ardından düşmeye başladı. IMF’i de devreye sokan çözüm paketleri yeterli desteği sağlayamadı. İspanya’ya, hatta İtalya ve Fransa’ya bile bulaşması gündeme geldi. Euro Bölgesi’nin iç sorunları ile küresel dengesizlik özünde çok benziyor. Düzeltme ancak dış fazla veren ülkenin rızası ile başlıyor. Ama Almanya (Çin gibi) bir türlü oyuna katılmayı kabul etmiyor. Böylece düzeltme gecikiyor. Maliyeti yükseliyor. Özetleyelim. Dünya ekonomisi 2010’un beklenenden iyi geçirdi. Ancak reel dengesizliklerde düzeltme bir türlü devreye sokulamadı. Bu da başka dengesizliklerin tohumların atılmasına yol açtı. Dolayısı ile 2011’e zor bir miras bırakıyor.

Devamını Oku

Merkez Bankası döviz alımları

22 Aralık 2010

Noel ve yılbaşı tatiline iki gün kala küresel mali piyasalara sükûnet hâkim. Borsalar yatay seyrediyor. Dolar-euro paritesi 1.31 civarını sevdi, fazla kıpırdamıyor. İçeride TL’nin değer kaybı da durdu. Yılın böyle kapanacağı anlaşılıyor. Buna karşılık emtia ve hammaddelerde heyecanlı yükseliş devam ediyor. Her zaman olduğu gibi, rivayetler muhtelif. “Sakın girmeyin, balon patlamak üzere” diyen kadar “Fırsatı değerlendirin, daha gideceği çok yol var” diyen de var. İlk gruba yakınım. Salı günü satınalma gücü paritesine göre milli gelir ve gerçek tüketim düzeyini karşılaştırdık. Arada TÜİK yatırım harcamaları hesabını yayınladı. Bekleneceği gibi, inşaat yatırımlarının maliyeti Türkiye’de ortalamanın çok altında çıkıyor. “2011 yılında Para ve Kur Politikası” Merkez Bankası Başkanı Yılmaz tarafından açıklandı. Son kararlardan sonra merakla bekleniyordu. Kısa, öz ve öğretici bir metin çıktı.Kolay okunuyor. Göz atmanızı tavsiye ederim.Aklım para politikasındaOn gündür iktisatçılar para politikasına odaklandı. Normaldir. Daha önce birkaç kez yazdım. 2001 krizi sonrasına damgasını vuran para politikası anlayışından köklü bir kopuşun işaretleri geliyor. Kesinlikle tarihi bir gelişmedir.Köşe yazarı açısından bir açmazı da içeriyor. Benim aklım fikrim para politikasında ama faiz ve kur üstüne teknik tartışmaların okuyucuyu heyecanlandırmadığını da hissediyorum. Ne yapmalı?Soyut analizler yerine somut ve ilginç konular aradım. Gene karşıma tümü enflasyona, dövize ve faize bir şekilde bulaşan uzun bir liste çıktı. Sonunda Merkez Bankası’nın döviz alımlarına bakmaya karar verdim.Dalgalı kur rejiminin gri bölgesidir. Teoriye göre döviz kurunu piyasa belirler, Merkez Bankası döviz almaz. Ne var ki, gerçek teoriye uymuyor. Hep öyle olmaz mı? Merkez bankaları teoriyi delme pahasına konjonktürün gereklerini kabulleniyor.Minareye kılıf dikme babında iktisatçılar çok yeteneklidir. Yeter ki niyet döviz almak olsun; bahanesi hazırdır: Kurda oynaklığı engellemek, kötü günler için rezerv biriktirmek, sermaye girişi risklerini hafifletmek vs. vs.80 milyar dolarTürkiye dalgalı kur rejimine 2001’de geçti. Döviz alımları 2002’de başladı. Merkez Bankası yıllık bazda alınan döviz miktarını açıkladı. Toplam döviz alımı net 80 milyar dolara ulaşıyor. Yıllara dağılımını kısaca özetlemek istiyorum.2002-04 arasında net 16 milyar dolar döviz alınmış. Yıllık ortalama alım 5.4 milyar dolar ediyor. 2005’te aniden alımlar patlıyor: Net 22 milyar dolar yani önceki üç yıl ortalamasının dört katı.2006-09 arasında alımlar daha düşük düzeye geriliyor. Dört yılda 27.5 milyar dolar alınıyor: Yılda ortalama 6.8 milyar dolar . 2002-04 döneminin biraz üstünde ama çok da değil. Ardından 2010 geliyor: 15 milyar dolar döviz alınıyor. Yüksek ama 2005’ten azdır. Dikkatinizi çekerim. 2005’te daha çok döviz alınıyor. Ona rağmen para politikası değişmiyor. 2010’da ise para politikasında köklü bir değişime gidiliyor. Neden acaba? İşte size hoş bir bilmece...

Devamını Oku

Uluslararası karşılaştırmalar

20 Aralık 2010

Küresel mali piyasalar haftaya kötü başlamadı. ABD hakkında yazılan felaket senaryolarına rağmen Dow Jones Endeksi 11.500’de direniyor. Parite tekrar 1.32’nin altına indi. Bir düşüş döneminden sonra dün İMKB de yatay seyretti. Merkez Bankası’nın yeni tavrı finans merkezlerinde de yankılandı. New York ve Londra gazetelerinde yorumlar çıktı. Genelde pek sıcak bakmıyorlar. Şaşırtıcı değildir. Yeni politikadan en zararlı onların okuyucuları çıkabilir. Bu arada kur da kıpırdadı. Dün dolar 1.56 TL’yi, euro 2.05 TL’yi gördü. Politika değişiminin ilk işaretinin geldiği 7 Aralık’tan bu yana sepet bazında TL yüzde 5 değer kaybetti. Merkez Bankası yönetimi memnundur. IMF’in Türkiye’de yaptığı son temasların ilk sonuçları cuma günü yayınlandı. Üç sayfalık kısa bir rapor ama güncel konuların tümünü kapsıyor. Yeni para politikası tavrını IMF’in onayladığı görülüyor. İçerideki muhalefetin canı sıkılmıştır. CHP’de Kılıçdaroğlu kurultayı rahat aldı. Ama iktisat politikaları hakkında yeni bilgi gelmedi. Sloganlar popülizmle sosyal demokrasi arasında gidip geliyor. Hangisi geçerli? Somut politika önerilerini görünce anlarız.Satınalma gücü paritesiTürkiye dünya zenginlik ve refah sıralamasının neresinde yer alıyor? Bu soruya kolay cevap olmadığını her fırsatta hatırlatıyoruz. Zenginlik ve refahı ölçmekte karşılaşılan sorunların altını çiziyoruz.Eldeki verilerden birini özellikle önemsiyorum. Projenin adı “Satınalma Gücü Paritesi Avrupa Karşılaştırma Programı.” AB’nin resmi istatistik organı Eurostat ve OECD tarafından yürütülüyor. 37 Avrupa ülkesi katılıyor. Türkiye’yi TÜİK temsil ediyor. Kişi başına karşılaştırmada iki ayrı ölçü kullanılıyor. Biri bilinen Gayrisafi Yurtiçi Hasıla. Kısaca milli gelir diyoruz. Ülkenin üretkenlik düzeyini yansıtıyor. Diğerine Gerçek Kişisel Tüketim deniyor. Ülke vatandaşlarının ortalama tüketim düzeyini ölçüyor. 27 üyeden oluşan AB ortalaması baz (100) alınıyor. Her ülke bunun bir oranı olarak gösteriliyor. TÜİK kullanılan yöntemi “Satınalma Gücü Paritesi ve Uluslararası Karşılaştırmalar” başlığı ile ayrı bir kutuda açıklıyor.Türkiye’nin yeri Verilerden hazırladığım özet tablo aşağıdadır. Tabloda büyük AB ülkeleri ve Türkiye’den daha fakir ülkeler yer alıyor. Ayrıca Yunanistan’ı ekledim. Sıralama gerçek kişisel tüketime (son sütun) göredir. Türkiye 37 ülke içinde 31’inci çıkıyor. 2009’da kişi başına gerçek kişisel tüketim düzeyi AB ortalamasının yarısına (yüzde 49) denk geliyor. İlginç birkaç gözlemle bitirelim. Yunanistan, İtalya ve İspanya’da tüketim AB ortalamasına çok yakın çıkıyor. İngiltere’de tüketim Almanya’dan 9 puan yüksek ama gelir 4 puan düşük. İki ülkede tüketim gelirden az (İtalya, İspanya), bir ülkede eşit (Almanya).

Devamını Oku

Para politikası değişiyor

18 Aralık 2010

Yunanistan ve İrlanda’dan sonra sıra İspanya’da mı? Mali piyasalarda bu yönde düşünenlerin sayısı artıyor. Bu hafta küçük bir bilek güreşi denendi. Şimdilik olay fazla büyümedi. Devamı gelecektir.ABD batar mı? CNBC-e’nin 10’uncu yıldönümünde konuşan ünlü analist Marc Faber “Evet” dedi. Kamu borcundaki artışın önümüzdeki dönemde Amerikan ekonomisini çok sıkıntıya sokacağını söylüyor. Felaket senaryoları hayra alamet değildir. Kamuoyunun ilgisini çeken satınalma gücü paritesi (SGP) verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Türkiye dahil 37 Avrupa ülkesinde milli gelir ve gerçek tüketim düzeyi karşılaştırılıyor. 2007-2009 dönemini kapsıyor. Ayrıntısına gireceğim.İşaretleri verilen politika değişimi Para Politikası Kurulu’nun Perşembe toplantısında uygulamaya sokuldu. Aynı anda hem faiz indirildi hem likidite sıkıldı. Düşük faizle sıkı para politikası yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bir dönemin özetiTürkiye’de para politikası için milat döviz kurunun dalgalanmaya bırakıldığı 2001 krizidir. Zaten Merkez Bankası yönetimini güncel siyasi müdahalelerden kurtaran kanun da Nisan 2001’de Meclis’ten geçti. On yıllık bu dönemde uygulanan para politikalarına sürekliliğin hakim olduğunu görüyoruz. Elbette konjonktür gereği küçük sapmalar ve yalpalamalar oldu. Ama politikanın temel çerçevesi değişmedi. Eksenlerini kısaca özetleyelim. Bir: Fiyat istikrarı yani enflasyonun arzulanan düzeyde seyretmesi tek hedef kabul edildi. Büyüme, döviz kuru, dış açık, istihdam, vs. diğer ekonomik göstergeler para politikası tasarım ve uygulamasında geri plana alındı. İki: Fiyat istikrarını sağlamanın aracı olarak gecelik faiz seçildi. İç talebin denetimi için yüksek nominal ve reel faizler yeterli görüldü. 2009 krizine gelinceye kadar hatta krizin başlarında bile diğer koşulların gerektirdiğine kıyasla faizler yüksek tutuldu. Üç: Yüksek faizin TL’ye aşırı değer kazandırması riskine karşı rezerv birikiminin hızlandırılması planlandı. Döviz alımları ile piyasaya çıkan likiditenin bir şekilde sterilize edileceği, yani iç talebe yansımasının engelleneceği düşünüldü.Yeni normal Bu yaklaşıma ilk günden itibaren itiraz ettiğim biliniyor. Dönem boyunca özellikle yüksek faize karşı çıktım. Hem tasarımda hem uygulamada ciddi hatalar yapıldığını savundum. Hoş, eleştiride kantarın topunu kaçırdığım günler de oldu.Sevindirici olan, “öğrenme eğrisinin” para politikasında da işlemesidir. Yapılan yanlışlar ekonominin gerçeklerine toslayıp tatsız sonuçlara neden oluyor. Zaman herkesin hatalarından dersler çıkarmasını sağlıyor. Acemilik yerini ustalığa bırakıyor. Son iki yılın para politikası ezberlerinde yol açtığı büyük hasarı da unutmayalım. Sadece faize odaklanan anlayışın küresel mali krizdeki sorumluluğu açıktı. Kökten piyasacılığın mabetleri bile, Fed’den IMF’e, başka rüzgarlara yelken açtı. Büyük değişimin Türkiye’yi etkilemesi kaçınılmazdı. Merkez Bankası “yeni normal” diyor. Hedef ve araç sayısını artıran daha dengeli bir politika matrisinin zamanı çoktan gelmişti. Köklü bir kopuştur. Çok iyi haberdir.

Devamını Oku

Benzin fiyatları

16 Aralık 2010

Mali piyasalar para politikasındaki değişikliği hazmetmeye çalışıyor. Bugün toplanan Para Politikası Kurulu (PPK) kritik önem kazandı. Piyasa faiz indirimi ve bankalara ek yükümlülükler bekliyor. Kurlar hemen kıpırdadı. Merkez Bankası’nın yeni tavrına perşembe günü dikkat çektim. Finansal İstikrar Raporu’nu görünce okuyucularımı uyardım. Doğru tefsir ettiğim ortaya çıktı. Ayrıntısına girmek için PPK kararını bekliyorum. Kasım sonu bütçe verileri Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı. On bir aylık bütçe açığı 23 milyar TL çıktı. Yıl sonunda bütçe açığının hedefin altında kalacağı kesinleşti. Merkez Bankası’nın işini kolaylaştırıyor. Eylül istihdam ve işsizlik sayıları TÜİK tarafından yayınlandı. Ağustos-Ekim dönemini kapsıyor. Hızlı büyümenin getirdiği istihdam artışı sürüyor. Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 12’ye yakın düzeyde istikrar kazanmışa benziyor.Neden yükseliyor?TÜİK’in madde fiyatları veri setini çok sevdim. Sanırım yazılarımda belli oluyor. Olağanüstü bir hazine keşfetmiş oldum. Daha önce indirmediğim için kendime kızdım. Şimdi her fırsatta kullanmaya çalışıyorum.Akaryakıta yapılan son zam benzin fiyatlarını tekrar gündemin tepesine taşıdı. Bence çok iyi oldu. Ekonomi sayfalarında fiyat pertavsız altına alındı. Kimin ne kadarını aldığını kamuoyu öğreniyor.Benzin fiyatı dört etkene bağlıdır. Bir: Dünya piyasalarında belirlenen ham petrol fiyatları. İki: Döviz kuru. Üç: Toptan ve perakende dağıtım maliyeti. Dört: Devletin koyduğu vergiler.İlk ikisi iktisat politikasının denetimi dışındadır. Ama teke indirebiliriz. Varil başına ham petrol fiyatını TL’ye çeviririz. Vergi maliye politikasını yansıtır. Yüksek dolaylı vergiler gelir vergisinde yaygın kaçağın sonucudur. Uzun hikâyedir, girmiyorum.Geriye dağıtım marjları kalıyor. Tipik oligopol piyasasıdır. İktisada giriş derslerinde anlatılır. Örtük fiyat anlaşmaları çok yaygındır. Çok kârlı bir sektör olduğu benzin istasyonlarının mantar gibi yolları sarmasından bellidir.Beş yıllık görünümAşağıdaki grafikte son beş yılda benzin ve ham petrol fiyatlarının seyri görülüyor. Litre başına benzin fiyatı TÜİK verisidir (kalın çizgi). Varil başına ham petrol fiyatı aylık ortalamalarla hesaplanmıştır (ince çizgi). Sol eksen benzin, sağ eksen ham petrol fiyatını gösteriyor.Benzin ve ham petrol fiyatının beraber hareketi net görülüyor. Başka türlü olamazdı. Petrol fiyatında kriz öncesinde ve sonrasında büyük dalgalanma var. 160 TL’ye tırmandığı 2008 yaz aylarını görüntüyü bozduğu için sığdıramadım.Grafikten benzin fiyatının son bir yılda ham petrolün üzerinde seyrettiğini anlıyoruz. Ama nedenini okuyamıyoruz.Vergi mi? Yoksa rafineri ve dağıtımda yüksek marjlar mı? İkincisi çıkması beni şaşırtmaz. Rekabet Kurulu mutlaka araştırmalıdır.

Devamını Oku

Üçüncü çeyrekte milli gelir

13 Aralık 2010

Bu yıl mali borsalara noel keyfi bir türlü gelemiyor. Yerine papatya falları açılıyor. Yükselecek, yükselmeyecek, yükselecek... Gelişen ülkelerle ilgili tereddütler de artıyor. En azından İMKB haftaya yükselerek başladı.Ekim ödemeler dengesi açıklandı. Cari işlemler açığı 3.7 milyar dolar çıktı. Geçen yıl küçük bir fazla vardı. Yeni rekorlara alışın demiştik. Tarihin en yüksek ekim dış açığıdır. Finansman kalitesindeki bozulma da sürüyor.Cumartesi günü Türkiye Ekonomi Kurumu tarafından Ankara’da düzenlenen toplantıda Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Erdem Başçı’yı dinledik. Sunumu bankanın internet sitesinde var. Bakmanızı tavsiye ederim.Başçı son metinlere yansıyan yeni yaklaşımı anlattı. Hızlı kredi genişlemesi ve TL’de değer artışı karşısında aktif para politikası uygulanacağını teyit etti. Merkez Bankası’nın yeni tavrı hemen kurları etkiledi. Çok olumlu bir gelişmedir.Yeni bilgi taşımıyorPazar günü bir yenilik de ben yaptım. Yayınlanan milli gelir verilerini sıcağı sıcağına değerlendirmedim. Arşive bakmadım ama sanırım ilk kez oluyor. Halbuki milli geliri gösterge hiyerarşisinin en tepesine koyduğum biliniyor.Neden böyle oldu? Çünkü açıklanan milli gelir sayılarının konjonktür açısından mevcut bilgi setimize fazla bir şey eklemediğini düşünüyorum. Doğrusu şaşırdım diyemem, bekliyordum.Bir an için milli gelir verilerini unutalım. Diğer verilerden kestirdiklerimize göz atalım. İç talep hızla artıyor. Başı özel tüketim harcamaları çekiyor. Özel kesim yatırımları yükseliyor. İnşaat kesiminde canlılık sürüyor. İhracat duraklıyor. İthalat patlıyor. Yukarıdaki paragraf sadece üçüncü çeyreği anlatmıyor. Türkiye ekonomisi bir buçuk yıldır bu çizgi üzerinde gidiyor. Ayrıca sonbahar aylarında (yani dördüncü çeyrekte) aynı konjonktürün sürdüğünü izliyoruz. Geriye ne kalıyor? Ayrıntılar. Elbette profesyonel iktisatçılar ve piyasalar için bunların da değeri var. Şeytanın daima ayrıntılarda gizlendiğini unutmayın. Sırası geldikçe bazılarına ben de bakacağım.Yavaşlar mı?Böylece konjonktür analizinin en zor sorusuna geliyoruz. Üçüncü çeyrek milli gelir verilerine bakarak bundan sonrası için bir kestirme yapabilir miyiz? Daha açık soralım. Verilerde iç talebin ve dolayısı ile büyümenin yavaşlayacağına dair işaretler görüyor muyuz?Cuma’dan beri kafamı bu soru meşgul ediyor. Bir doluya bir boşa koyuyorum. Senaryolarımı gözden geçiriyorum. Beni ikna edecek ipuçları arıyorum. Lafı fazla uzatmadan doğrudan sonuca gideyim. Ben göremiyorum.Dikkatinizi çekerim. İç talep (ve büyüme) yavaşlamaz demiyorum. Milli gelir verilerinde bu yönde bir eğilim göremediğimi; tam tersine, ekonominin içsel dinamiklerinin büyümenin sürebileceğine işaret ettiklerini söylüyorum.Peki, ne olacak? İç tüketimde (ve dış açıkta) hızlı artış böyle sonsuza kadar devam eder mi? Ne zaman biter? Kim nasıl bitirir? Konjonktürün kritik soruları bunlardır. Önümüzdeki günlerde bunları tartışmaya fırsatımız olacaktır.

Devamını Oku