Euro tartışmaları giderek ilginçleşiyor. Üç sorunlu ülkede derhal borç konsolidasyonu isteyenlere The Economist de katıldı. Gecikmenin maliyeti yüksek olur diyor. Ama Ken Rogoff farklı düşünüyor. Financial Times’da euro’nun güçleneceğini savundu. Kim haklı?Ekim istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. Eylül-Kasım dönemini kapsıyor. Bir yılda istihdamda 1 milyon artış, işsiz sayısında 400 bin düşüş var. Takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş işsizlik oranı yüzde 11,6’ya geriledi.Ancak tarım bilmecesi de devam ediyor. Geçen yıla kıyasla tarım istihdamı 400 bin arttı. “Sanayileşme kalmadı, tarımlaşma (!) verelim” demiştik. Ayrıntılar için son çeyrek (Kasım) verilerini bekliyorum.Aralık tüketici güven endeksi yayınlandı. Kasımda 91,4 ile zirve yapmıştı. Cüzi (binde 3) gerilemeye rağmen son yılın ikinci en yüksek değeri oldu. Tüketici güven endeksi sonbaharda bir tavana oturmuşa benziyor.Gündemden düştü2010 bütçe sonuçları dün Maliye Bakanı Şimşek tarafından açıklandı. Ne geleceği az çok biliniyordu. Hazine’nin yılı 35 milyar TL nakit açığı ile bitirmesi ortaya çıkacak resmi az çok tanımlamıştı. Bu yıl bütçe fazla ilgi çekmedi . Doğal olarak ben her ay bakıyorum. Grafik ve tablolarımı güncelliyorum. Yazının başında küçük haberler yapıyorum. Ama ayrıntılı analizine gerek görmedim.Neden? Çünkü hükümetin bütçe hedeflerini tutturacağı yılın ilk aylarında belirginlik kazandı. Dolayısı ile bütçe ve maliye politikası fiilen ekonomi gündeminde eski önemini kaybetti. Şüphesiz en önemli etken büyümenin beklenenden daha güçlü seyretmesidir. Türkiye’de vergi hasılatının özel tüketim harcamalarına ve ithalata bağımlılığı biliniyor. Diğeri düşük faizdir. Faiz harcamalarını çok olumlu etkiliyor.Son iki yılda Türkiye’yi pek çok ülkeden ayırt eden temel özellik bütçe disiplinidir. Mali piyasa çalkantılarına karşı korudu. Toparlanmayı hızlandırdı. Maalesef TL’nin değer kazanmasına da ciddi katkı yaptı.İki gözlemSonuçları tabloda özetledim. Solda 2009 ve 2010’un fiili bütçe sonuçları ve değişim oranları yer alıyor. Enflasyonu temizlemek için Aralık 2010 fiyatlarını kullandım. Reel büyüklükler ve değişim sağda görülüyor. Sayıları tekrarlamadan iki gözlemle yetiniyorum. Bir: Bütçede reel değişimi milli gelirde beklenen büyüme ile (yüzde 8,5 ) karşılaştırmak gerekiyor. Vergi gelirleri büyümeden hızlı (yüzde 13), faiz-dışı harcama ise milli gelirden yavaş (yüzde 5) artıyor. Özellikle ikincisi sıkı maliye politikası kanıtıdır. İki: Tabloda yok ama Aralıkta bütçede olağan dışı bir bozulma görülüyor. İyimser senaryoda arızi bir muhasebe sorunudur. Kötümser senaryoda seçim amaçlı popülizm işaretidir. Hangisi? Merak etmeyin, kısa sürede öğreneceğiz.
Portekiz ve İspanya’nın tahvil ihraçları nisbeten sakin geçti. Ama faizleri artıyor. Asyalı ihracatçı ülkeler güçlü euro istiyor. Euro tahvili alıcılarına Japonya’dan sonra Çin eklendi. Merkel de olumlu konuşunca euro değer kazandı. Parite 1.34’ü gördü. Alman ekonomisi 2010’da yüzde 3.6 büyüdü. Son otuz yılın (1981’den bu yana) en yüksek büyüme hızıdır. En büyük katkıyı ihracatın yaptığı anlaşılıyor. 180 milyar dolar cari işlemler fazlası var. Milli gelire oranı yüzde 5.2 ediyor. BETAM konjonktür analizini yayınladı(http://betam.bahcesehir.edu.tr). Zümrüt İmamoğlu ve Barış Soybilgen 2010’da büyüme hızını yüzde 8.7 öngörüyor. Son çeyrekte yüzde 8.2’ye tekabül ediyor. Bana biraz yüksek geldi. Hazine nakit dengesi açıklandı. Bütçenin öncü göstergesidir. 2010’da faiz dışı fazla 6 milyar TL, toplam nakit açığı 35 milyar TL oldu. Bütçe hedefinin altındadır. Açığın milli gelire oranı yüzde 3 civarında çıkar. Başkan Yılmaz İstanbul’da konuştu. Bazı vurguları mali piyasaları heyecanlandırdı. Faizin ve karşılık oranlarının değişmeyeceği umutları yeşerdi. “Tavuk-darı ambarı” meselini anımsadım. Bu hafta (Perşembe) öğreneceğiz. Seri aynı, açı farklı Yeni yaklaşımda para politikasının asli görevleri arasına mali istikrar eklendi. Kredi hacminde hızlı artışın mali istikrarı tehdit ettiği Merkez Bankası tarafından her fırsatta hatırlatılıyor. Faiz-dışı araçların önemi vurgulanıyor. Bu bağlamda biz de kredi kanalını pertavsız altına aldık. Bu üçüncü yazı. İlk yazıda banka sisteminden reel kesime verilen kredilere baktık. Özellikle 2010 yılında kelimenin tam anlamı ile bir kredi patlaması yaşandığını saptadık.İkinci yazıda analize kredilerin temel fonlama aracı olan reel kesim mevduatını dahil ettik. Kamu borçlanma çekilince kredi-mevduat oranının hızla tırmanarak 2010 yılında yüzde 80’e ulaştığını hesapladık. Dikkatinizi çekerim. Elde iki veri var: Reel kesime krediler ve reel kesimin mevduatı. Bunlara farklı açılardan bakıyoruz. Reel değişim ve birbirine oranı önemli fakat yetersiz kalıyor. Dolayısı ile milli gelire oranlarını da bilmek gerekiyor. Hâlâ düşük ama...Bu amaçla serilerin yıl sonu değerlerini o yılın nominal milli gelirine bölüyoruz. 2010 yılı milli geliri kesinleşmedi. BETAM’ın yüzde 8.7 büyüme öngörüsünü kullandım. Zaten sonucu fazla etkilemiyor. 2002’den bu yana mevduatın ve kredilerin milli gelire oranı aşağıdaki grafikte izleniyor. Kredi/GSYH oranı ile başlayalım. 2002’de sadece yüzde 10 iken sekiz yılda dört katı artarak yüzde 40’a tırmanıyor. Özellikle 2010’da artış hızlanıyor. Mevduat/GSYH oranı 2002’de yüzde 40’a yakın başlıyor. 2003’de düşüyor. Nedeni kurdur: döviz mevduatının TL değeri azaldı. Sekiz yılda 10 puan artışla yüzde 50’ye çıkıyor. 2010’da adeta yatay seyrettiğine dikkat çekelim. Bankacılar bu oranların düşük olduğunu vurguluyor. Korkmayın demeye getiriyor. Doğrudur; AB ortalaması yüzde 100’ün üstündedir. Tehlike kredi tırmanırken mevduatın sabit kalmasında yatıyor. Tipik mali istikrarsızlık göstergesidir.
Japonya’nın sorunlu euro tahvilleri alacağı rivayetleri çıktı. Bayram değil, seyran değil... Japonya euro’yu neden destekliyor? Kur kavgalarının devamıdır. Yen yükselirken euro’nun değer kaybetmesini istemiyor. Kasım ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından açıklandı. Cari işlemler açığı rekora doymuyor: 5.9 milyar dolar. Yıllığı 45 milyar dolara tırmandı. Dış açığın 50 milyar doları aşması ihtimali güçleniyor. Bir başka rekor otomotiv sektöründen geldi. 2010’da 793 bin araç satılmış. Önceki rekor 760 bin araçla 2005’e aitti. Esas artış binek otomobilden kaynaklanıyor. Ticari araç satışı 2005’in altında kaldı. Tüketimle büyüme böyle oluyor.Son yazımda takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş dış ticaret miktar endekslerinden söz etmiştim. TÜİK Başkan Vekili Ömer Toprak’tan nazik bir hatırlatma geldi. Bu aydan itibaren TÜİK yayınlamaya başladı. Atlamışım. Sevindim.Mevduat ve krediKredi konusu ile devam ediyorum. Kredi mekanizması para politikasında yaşanan değişimin iki ucunda da yer alıyor. Merkez Bankası’nın faiz-dışı araçlara yönelmesinin temel nedeni kredilerdeki hızlı artış. Yeni politikanın ana hedefi de kredi artışını yavaşlatmak.Geçen yazıda son iki yılda banka kredilerinde reel değişime baktık. Karşılaştırma için mevduatı da ekledik. Özellikle 2010’un ikinci yarısında kredi artışının çok hızlandığını, mevduat artışının çok üzerinde seyrettiğini saptadık.Bankaların işlevini hatırlayalım. Bir yanda harcaması gelirinden az olanlar vardır. Tasarruflarını bankaya yatırırlar. Diğer yanda harcaması gelirinden fazla olanlar vardır. Bankadan kredi alırlar. Banka bu iki kesim arasında aracılık yapar.2000 öncesinde bu mekanizma çalışmadı. Bankaya yatan mevduat özel kesime kredi olarak verilmedi. Bankalar riski daha az, yönetimi daha kolay devlet tahvillerini tercih etti. Mevduatlar özel yerine kamu harcamalarını fonladı.2000 sonrasında sıkı maliye politikası bankaların esas işlerine dönmesini mümkün kıldı. Enflasyonun gerilemesi de tasarrufların mevduata yönelmesini destekledi. Böylece özel kesim kredilerindeki büyük artışın altyapısı oluştu.Büyük dönüşümEn iyi gösterge, bankaların reel kesime verdiği kredinin reel kesimin banka mevduatına oranıdır. Aşağıdaki grafik son dokuz yılda kredi/mevduat oranının seyrini gösteriyor. Hesapta yıl sonu değerlerini kullandım.2002 sonunda 100 TL mevduatın sadece 28 TL’si reel kesime kredi olarak dönüyor. Sonra artış başlıyor. 2007’de yüzde 70’e ulaşıyor. Küresel krizin kredilere olumsuz etkisi ile 2009’da yüzde 68’e iniyor. 2010’da ise 13 puan birden artarak yüzde 81’e yükseliyor. Böylece kritik sorulara geliyoruz. Yüzde 100’ü aşar mı? Aşmalı mı? Optimal oran var mıdır? Varsa nedir? Kim saptar? Vs. vs. Devam edeceğim.
Küresel mali piyasalar haftaya iyi başlamadı. Euro bölgesinde gerginlik bekleniyordu. Nitekim Avrupa borsaları (İMKB dahil) düştü. Buna karşılık euro fazla etkilenmedi.Son baktığımda parite 1.29 civarında seyrediyordu. Hani euro dağılıyordu?Buna karşılık mali piyasalar ve varlık fiyatları hakkında karamsar uyarılar sıklaştı. Gelişen ülkelerden genel bir çıkışın işaretlerini görenler var. TL dün az da olsa değer kaybetti. Döviz sepeti 1.82 TL’ye çıktı. Son on ayın en yüksek değeridir.Kasım sanayi üretimi TÜİK tarafından açıklandı. Geçen yıla kıyasla kasımda toplam sanayi üretimi yüzde 9,1; imalat sanayii üretimi yüzde 9,7 arttı. Piyasa yüzde 8,5 civarını öngörüyordu. Büyüme son çeyrekte de yüksek gelebilir. Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca ekime kıyasla üretimde azalma görülüyor. Toplam sanayi yüzde 1,3 , imalat sanayii yüzde 1,7 düşüyor. Artış eğilimi kırıldı mı? Uzun bayram tatilinin etkisi olabilir. Bence aralık verisi önem kazandı. Kredi kanalıPara politikası tartışmalarında özel kesim kredilerinde hızlı artış anahtar rol oynuyor. Bir süredir ayrıntısına girmek istiyordum. Ama bir türlü sıra gelmedi. 201’in ilk enflasyon raporu gelecek hafta açıklanıyor. Ondan önce bakmak istedim. Kredi hacmindeki değişim konjonktürün kritik değişkenlerinden biridir. Para politikası ile talep düzeyi arasındaki bağı krediler kurar. İktisatçılar “kredi kanalı” der. Faiz ve likidite politikalarının esas amacı kredi hacmini hedeflenen yönde etkilemektir.Doğal olarak, kredi hacminin öncelikli belirleyicisi kredi talebidir. Geri ödeme kapasitesi olan tüketicilerin ve firmaların borçlanma arzusunu yansıtır. Bazen krediye talep olmaz. Japonya tipik örnektir. Şimdi ABD de ona benzedi. Talep varsa, kredi hacmini arz koşulları belirler. İki etken öne çıkar. Biri bütçe açığıdır. Çünkü bankalar önce kamu açığını finanse eder. Devlete borç vermenin hem riski azdır hem yönetimi kolaydır. Diğeri bankaların yarattığı kaynaklardır. Başta mevduat gelir. Onu mali sistemden temin edilen kaynaklar izler. İç-dış mali piyasalardan ve Merkez Bankası’ndan temin edilen fonlar krediye dönüştürülür.Kredi patlamasıDers notlarına benzedi, biliyorum. Ama kredi hacmindeki değişimin birden fazla etkene bağlı olduğunu vurgulamak istedim. Ekonomide çok rastlanır. Yeterli bilgi için bir tek gösterge yetmez. Çok sayıda değişkeni eşanlı izlemek gerekir.En kolayından başlıyoruz. Türkiye’deki bankaların reel kesime açtığı nominal kredi miktarını Merkez Bankası her hafta yayınlıyor. Tüketici (konut, araç, ihtiyaç vs.) ve firma kredilerinin toplamıdır. Reel verilere ulaşmak için TÜFE’den yararlanıyoruz. Grafik Ocak 2009’dan bu yana kredi ve mevduat hacminde yıllık değişimi gösteriyor. Çubuklar kredi, kesikli çizgi mevduattır. Reel kredi hacmi krizde daralıyor. Talep mi yoksa arz mı? İkisi de olabilir. Ama 2010 yılbaşında krediler canlanıyor. Mevduat artışını geçiyor. Sonra iyice kopuyor. Yaz aylarında duraklar gibi olsa da sonbaharda patlıyor. Mevduat artışının üç katına yükseliyor.Tefsirine yerim kalmadı. Devam edeceğim.
Euro Bölgesi tekrar karıştı. Yunanistan ve İrlanda’dan sonra Portekiz mali piyasaların hedefi oldu. Sıranın ona geleceği zaten biliniyordu. Parite hemen 1.30’un altına geriledi. Euronun değer kaybı bölge ekonomilerini olumlu, Türkiye’yi olumsuz etkiler.Kasım ayı dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından açıklandı. Geçen yıla kıyasla ihracat hacminde küçük (yüzde 4), ithalat hacminde büyük (yüzde 27) artış var. Takvim ve mevsim etkisini temizledim. Ekim’e kıyasla ihracat aynı kalıyor. İthalat yüzde 7 artıyor. Dış ticaretteki tehlikeli gidişatı doğruluyor.TÜİK yoksulluk araştırması 2009 yılı sonuçlarını yayınladı. Ayrıntılar medyaya yansıdı. Krizin özellikle kırsal kesimi fena vurduğu görülüyor. 2008’den 2009’a fert yoksulluk oranı kentte yarım puan düşüyor (yüzde 9). Kırda dört puan artıyor (yüzde 39).Döviz kurunun yeni yıla nasıl başlayacağını merak ediyordum. Para politikasında değişim Noel dönemine rasladığı için bu hafta önem kazanmıştı. Neyse, döviz sepeti 1.80 TL düzeyini korudu. İyi haberdir. İktisatlılar Evi1962’de liseyi bitirdiğimde ekonomi eğitiminde akla iki okul gelirdi: Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) ve İstanbul’da İktisat Fakültesi. Nerede okuyorsun sorusuna İstanbul Üniversitesi demezdik. İktisat Fakültesi yeterli olurdu.50 yılda yüksek eğitimde çok şey değişti. Üniversite sayısı patladı. O arada YÖK fakülte adlarına üniforma giydirdi. Ama bizim fakülte en azından ismini koruyabildi. Ülkenin tek İktisat Fakültesi olmayı sürdürdü. Perşembe günü İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti IFMC tarafından düzenlenen yemekli sohbet toplantılarının 81.incisine katıldım. Beyoğlunun göbeğinde, Ayhan Işık sokakta yeni açılan İktisatlılar Evine gittim. Camiaya böyle güzel bir eser kazandıran yönetimi kutluyorum. Bildiğim kadar IFMC en eski mezun derneklerinden biridir. İktisat okuryazarlığına büyük katkısı olmuştur. Her yıl düzenlenen İktisat Haftası güncel sorunların tartışıldığı önemli bir forumdur.Dış fazlan kadar konuşToplantılarda izleyicilerden gelen sorular özellikle yararlıdır. Ufuk açar. Toplumun nabzını tutmayı sağlar. Gene öyle oldu. Hepsini aktarma olanağım yok. Ama birini sizlerle paylaşmak istedim.Dünya siyasetinde ve küresel ekonomide taşların oynadığını, güç dağılımının değiştiğini herkes görüyor. Dolayısı ile Türkiye’nin yeri ve yeni dış politika açılımlarının gerçekçiliği sorgulanıyor. Nüansları kaçırma pahasına basitleştirelim. Türkiye ekonomik ve siyasi açıdan bölgesel (hatta küresel) düzeyde lider ülke, yani bir güç merkezi olabilir mi? İçeride ve dışarıda bu soruyu olumlu yanıtlayanlar olduğu biliniyor. Bekleneceği gibi uzun ve karmaşık bir analizle cevapladım. Ekonominin ve dış politikanın farklılıklarını vurguladım. Ayrıntılara girecek yerim yok. Önemsediğim bir temayı kısaca paylaşmak istiyorum. Siyasi gücün bir koşulu da küresel mali piyasalardan göreceli bağımsızlıktır. Bunun da yolu tektir; cari işlemler dengesinin küçük de olsa fazla vermesidir. Dış dengesini tutturamayan bir ülkenin dış politikada gücü sınırlı kalır. Gerisi hikayedir.
Salı günü nostaljik takıldık. Tüm zamanların en çok seyredilen ekonomi programı Ekodiyalog tam kadro CNBC-e kanalında toplandık. Özlemişim. Programlarını bizimle paylaşan Servet Yıldırım ve Mahfi Eğilmez’e teşekkür ediyorum. İlkini geçen yılbaşı yapmıştık. 2010’da büyüme, enflasyon, dış açık, kur vs. tahminlerimizi vermiştik. Sapmalara baktık. En iyi tahminleri Taner Berksoy yapmış. Bana ancak amorti kaldı. Merkez Bankası’nın faiz indirimini sadece ben öngörmüşüm. Bu arada piyasalarda yeni faiz rekorları kırılıyor. Gösterge tahvil bileşik faizi dün yüzde 6.9’un altına geriledi. Nereden nereye! Hazine’nin TL ile yüzde 7’nin altında faiz ödeyerek borçlanabileceği hiç akla gelir miydi?Yararlı bir kitapProgramda hoş bir sürprizle karşılaştık. CNBC-e son dönemin en yararlı iktisat kitaplarından birini tercüme edip yayınlamış. “Diş kirası” misali, birer kopya verdiler. Yazarları Carmen Reinhart ve Ken Rogoff bizim camianın yakından tanıdığı iki iktisatçıdır.Carmen Reinhart Küba doğumlu bir Amerikalı iktisatçıdır. Doktorasını Robert Mundell’le yapmıştı. Halen Maryland Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. IMF ve Dünya Bankası deneyimi zengindir. Çok ilginç makaleleri vardır. İstanbul’a da geldi.Rogoff bizim mesleğin dâhi çocukları arasındadır. Özgeçmişi başlı başına bir yazı konusu olabilir. IMF’in baş iktisatçısı sıfatı ile Joe Stiglitz’in kuruma yönelttiği eleştirileri cevaplamak ona düştü. Halen Harvard Üniversitesi öğretim üyesidir. Kitabın adı yeterince çarpıcı: “Bu Defa Farklı: Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık Tarihi ” (NTV yayınları, İstanbul 2010). İngilizcesi 2009’da, tam krizin ortasında yayınlandı. Bekleneceği gibi çok ilgi çekti. Amazon’dan getirtip okudum.Mali krizler hakkında şimdiye kadar çıkan en kapsamlı ampirik araştırmadır. Uzak ve yakın geçmişte büyük bir mali çalkantı yaşayan tüm ülkeleri inceliyor. Sistematiğini buluyor. Sonuçlar çıkartıyor.Cinnetten çöküşeMali piyasaların akıl ve mantık dışına kolayca çıkabildiği uzun süredir biliniyor. Bir bakıyorsunuz varlık fiyatları uçuşa geçiyor. İnsanlar kolay kazanma hırsı karşısında direnemiyor. Olay bir çılgınlığa dönüşüyor. Şişen balonu gören sağduyu sahipleri mutlaka çıkıyor. Geçmiş örnekleri hatırlatıp uyarıyorlar. Ama kimse dinlemiyor. Onlara hep aynı cevap veriliyor. “Haklısın ama bu defa çok farklı...”Ne var ki bir süre hiç de farklı olmadığı anlaşılıyor. Hep yükseleceği varsayılan varlık fiyatları aniden düşüşe geçiyor. Cinnetin yerini panik alıyor. Çöküş geliyor. Patlayan mali balonun reel ekonomide bıraktığı hasar da büyük oluyor. Neyse, hikâye uzun. Koca kitabı burada özetlemem söz konusu değil. Amacım merakınızı gıdıklamak , böylece bu çok yararlı kitabı okumanızı sağlamak. Hararetle tavsiye ediyorum. Yayıncılarını kutluyorum.
Yazıya oturmadan arşivi kontrol ettim. 2010’da enf-lasyona her ay baktığımı düşünüyordum. Bazı aylarda yazı sayısının ikiye çıktığını gördüm. Çünkü geçen yılın tartışmalı konularının başında enflasyon geliyordu. Kısaca hatırlatalım. Tüketici fiyatlarında (TÜFE) yıllık artış 2009 yazında yüzde 5 civarına gerilemişti. Fakat sonbaharda aniden fiyatlar kıpırdandı. Yıl yüzde 6.5’le bitti. Tarihi bir rekordu. Ama eğilim parlak durmuyordu. Nitekim 2010 kışında enflasyon patladı. Sadece Ocak-Mart döneminde TÜFE yüzde 3.9 arttı. 2004 sonrasının en yüksek ilk çeyrek enflasyonudur. TÜFE’de 2010 hedefi yüzde 6.5’in yarıdan fazlası ilk yarıda gerçekleşmiş oldu.Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Enflasyonda kalıcı yükseliş korkuları hemen canlandı. Buna mali piyasaların faiz artışı beklenti ve umutları eklendi. Biz de enflasyonu tartışmak zorunda kaldık.Tarihi rekorVerilerle başlayalım. TÜFE aralıkta binde 3 düştü. Halbuki geçen yıl binde 5 artmıştı. Dolayısı ile kasımda yüzde 7.3 olan yıllık enflasyon binde 9 düşüşle yüzde 6.4’e geriledi. Geçen yılın rekoru kırıldı. 1968’den bu yana en düşük yıllık TÜFE artışıdır.Sonuç böyle ama 2010 enflasyonunu ilginç kılan bazı özellikler var. Biri yüksek volatilitedir. Günlük dille söylersek, enflasyonda sert dalgalar oluştu. Örneğin yıl içinde iki ay (Şubat ve Nisan) çift haneyi gördü.Diğeri alt kalemlerde fiyat hareketlerinin çok farklılaşmasıdır. Başrolde gıda fiyatları yer aldı. Ekimde gıdada yıllık artış TÜFE’nin iki katını aştı: Yüzde 17.9. Ama yılı yüzde 7.2 ile bitirdi. Özellikle domates bizi çok uğraştırdı. Grafiğini de yayınladım.Öte yandan kira artışlarında tarihi düşüş sürdü. Yıllık yüzde 4’e geriledi. TÜFE’de zıplamaya rağmen kira yatay seyrini değiştirmedi. Talep baskısı ve fiyatlama davranışları açısından çok önemlidir. Benzer şekilde, Özel Kapsamlı Tüketim Göstergeleri de (ÖKTG) aynı yönde geldi. Örneğin ÖKTG-I endeksi yıl boyunca hedefin (yüzde 6.5) hep altında kaldı. Yılı yüzde 3 düzeyinde tamamladı.Gündemden düşüyorYıl boyunca enflasyon tartışmasında taraf tuttum. Merkez Bankası‘nın analizine katıldım. Olayın arz kökenli ve geçici etkenlerden kaynaklandığını söyledim. Talep baskısı yoktur dedim. Çeşitli örneklerle tezlerimi savunmaya, okuyucularımı ikna etmeye çalıştım.Dikkatinizi çekerim: 2010’da rekor büyümeye rağmen enflasyon hedefin altına geriledi. Çok önemlidir. Para politikasına eksen değiştirme çabasını kolaylaştırıyor. Düşük faizin kuru yukarı itmesinden korkuyu azaltıyor.Böylece enflasyon yavaş yavaş da olsa gündemin alt sıralarına düşmeye başlıyor. Fevkalade önemlidir; kritik bir ezberin daha bozulması anlamına gelir. Ekonomi için sevindirici, “yüksek faiz lobisi” için üzücüdür.
Gazetede köşe yazısı yazmaya Şubat 1994’de başladım. 1995’in ilk yazısında giren yılla ilgili beklenti ve tahminlerimi verdim. Sonra gelenek deyip her yıl devam ettim. Demek ki bu 17’nci yılbaşı yazım oluyor.Arşive döndüm. Bütün yılbaşı yazılarını okudum. Bazı yıllarda ekonomik konjonktürün belirsizliklerini vurgulamışım. Birden fazla senaryodan söz etmişim. Gene de temel ekonomik göstergeler için nokta tahminler vermekte bir mahzur görmemişim. Gidişatı hiç kestiremediğim yıllar da var. Bunlardan ikisi hemen öne çıkıyor. Zaten biliyordum ama yeniden okuyunca gene canım acıdı. 2001’de krizi, 2006’da hızlanan büyümeyi tümü ile ıskalamışım. Ters köşede kalmışım.Neden bu girişe ihtiyaç duydum? Çünkü 2011’le ilgili tahmin yapmakta çok zorlanıyorum. Aslında iki haftadır uğraşıyorum. Çok sayıda senaryo yazdım. Ama belirsizlik duvarını bir türlü aşamadım. Boşa koydum, doluya koydum, olmadı. Dış açık ve kur açmazı2011’in bazı göstergelerini genel ifadelerle tanımlayabiliyoruz. En kolayından başlayalım. Büyüme yavaşlar. Bunu söylemek için iktisatçı olmak gerekmiyor.Sadece baz etkisi bile büyümeyi yüzde 8’in altına çekecektir. Tersini önerene raslamıyoruz. Nisbeten kolay bir gösterge ile devam edelim. Enflasyon yatay seyreder. Maliyet şokları olabilir. Olursa manşet enflasyon dalgalanır. Ancak talep kökenli enflasyonist baskı ihtimali gözükmüyor. İktisat politikası gündemini çok meşgul etmesini beklemiyorum.Sonrasında işler karışıyor. Çünkü 2011’in fevkalade kritik iki göstergesine geliyoruz. Aslında aynı olayın iki farklı görünümüdür. Sanırım tahmin ettiniz. Dış açık büyür mü yoksa küçülür mü? TL değer kaybeder mi yoksa kazanır mı? Belirsizliği iki nedene bağlıyorum.Biri dış açığın 2010’da 50 milyar dolara tırmanmasıdır. Üstelik kısa vadeli kaynaklarla karşılanmıştır. Sorun açıktır. 2011’de daha büyük (65 milyar dolar?) dış açığa fınansman bulunur mu? Kararı mali piyasalar verecektir. Diğeri yeni iktisat politikasıdır. Ana hedefi TL’nin değer kazanmasına karşı mücadele etmektir. Başarılı olur mu? Bilinmiyor. Olursa TL değer kaybeder. İthalat artışı yavaşlarken ihracat artmaya başlar. Dış açık küçülür. En azından sabit kalır. Ya başarısız olursa? Kırılma noktası mı?Neyse, lafı fazla uzatmayalım. Sanırım derdimi anladınız. Türkiye ekonomisi 2009 krizinden çabuk ve kolay çıktı. Ancak bunu iç talep kökenli eski konjonktürü yeniden tedavüle sokarak gerçekleştirdi. 2011’in temel belirsizliği buradadır. Eski model 2011’de de sürdürülebilir mi? İki soru öne çıkıyor. Bir: mali piyasalar izin verir mi? İki: iktisat politikaları daha dengeli bir modele intizamlı geçişi sağlayabilir mi?Açıkcası, bu soruların cevaplarını bilmiyorum. İçimden bir ses 2011’in eskiye benzemeyeceğini, son on yıla damgasını vuran konjonktürün kırılacağını söylüyor. Ama sezgilere dayanarak nokta tahmin yapmaktan korkuyorum. İşin özü budur. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Ben de dersimi aldım. 2011’e tahmin yapmadan giriyorum.