Euro bölgesi Yunanistan’ın tetiklediği borç krizini çözebilecek mi? Küresel mali piyasalar papatya falı açıyor. Çözecek, çözemeyecek, çözecek... Borsalar haftaya sakin başladı. Ama sepet kur 2.20 TL’ye geri döndü.Tüketici güven endeksi eylül sonuçları açıklandı. TÜİK ve Merkez Bankası müştereken hazırlıyor. Temmuz ve ağustosta gerilemişti. Eylülde belirgin artış var. Büyüme için iyi, dış açık ve enflasyon için kötü haberdir.Temmuz istihdam verileri TÜİK tarafından yayınladı. Haziran-Ağustos dönemini kapsıyor. Hızlı büyüme iş gücü ve istihdamda güçlü artış getiriyor. Mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranı yüzde 10’un biraz üstünde istikrar kazandı. Tüketici güvenini destekler.Maliye Bakanı Şimşek bugün bir basın toplantısı ile 2012 bütçesini tanıtıyor. Temel göstergeleri Orta Vadeli Program’dan biliyoruz. Gene de ayrıntılar önemlidir. Eylül sonu bütçe gerçekleşmesi de çıkıyor. Değerlendireceğim.Fransa’da ön seçimSiyasi konular birikti. Örneğin “Wall Street’i İşgal Et” hareketini keyifle izliyorum. Düşünsenize, küresel finansın başkentinde “vampir kapitalizm” pankartı açılıyor. Mali kesime yönelik tepkinin sertleştiğini gösteriyor. Analizi uzundur. Sonraya bırakıyorum.Diğeri Fransa’da gerçekleşti. Medyaya yansıdı. Sosyalist Parti Cumhurbaşkanı adayını vatandaşın katıldığı ön seçimle saptadı. İlk turda en yüksek oyu alan iki aday adayı ikinci tura kaldı. Pazar günü 3 milyon oy kullanıldı.Fransa’da geniş katılımlı ön seçim ABD’de olduğu gibi zorunlu değil. Buna karşılık yasal bir engel de yok. Partiler kendileri karar veriyor. Tüm seçimlerin dar bölgeli olması ön seçimi kolaylaştırıyor.Sivil anayasa yapmak isteyen Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Seçim sistemi ve aday belirleme yöntemi demokratik işleyişin en kritik unsurlarından biridir. Seçmen-temsilci ilişkisinin asli belirleyicisidir.Dolayısı ile yeni anayasa seçim sistemini ve aday belirleme yöntemini masaya yatırmak için iyi bir fırsattır. Türkiye’nin sorunu sadece yüzde 10 seçim barajı değildir. Dar bölge, iki turlu seçim, ilk turda tercih kullanma vs. diğer reformlar da zorunludur.AB’de siyasi değişimAdayların televizyon tartışmalarını kısmen izledim. Hollande’ın milliyetçiliği gıdıklayan söylemi rahatsız etti. Aubry’yi daha hakiki buldum. Ekonomik programları az çok özdeşti. Dinlerken Strauss-Kahn’ın yarış dışında kalmasına üzüldüm.Hollande neden kazandı? Kamuoyu yoklamalarında Sarkozy’ye karşı daha şanslı çıkıyordu. Vatandaş oyunu kullanırken “hangisi bana daha yakın” kadar “hangisi seçimi kazanır” diye bakar. Sağduyulu bir tavırdır.Türkiye açısından iyimser bir senaryo ile bitirelim. 2012’de Sarkozy gidiyor. Hollande geliyor. 2013’te Merkel kaybediyor. Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyonu kuruluyor: Yeni dışişleri bakanı Cem Özdemir. Neden olmasın? Bir kenara yazın.
Küresel mali piyasalar iyimser olmaya çalışıyor. Borsalar haftayı yükselişle kapadı. Euro Bölgesi borç sorununda çözüme yaklaşıldığı düşünülüyor. Doğal olarak euro dolar karşısında değer kazandı. Parite 1.39’a tırmandı.Dışarıdaki olumlu hava Merkez Bankası’nın kararlı müdahalesi ile birleşince döviz piyasası sakinledi. Çarşamba günü Merkez Bankası sadece 70 milyon dolar sattı. Sonra döviz satım ihalesi açmadı. Sepet kur haftayı 2.19 TL’de bitirdi.Haftanın sürprizi ekonomi yönetiminin bazı dolaylı vergilerde artışa gitmesidir. Beklenmiyordu. Zamanlaması ve sunuş biçimi de ilginç oldu. Ayrıntıları medyada yayınlandı. Akşamcılar, sigara tiryakileri ve lüks araba düşkünleri için kötü haberdir.Maliye politikası dokümanıİlk Orta Vadeli Program -OVP- 2006’da yayınlandığında IMF’le anlaşma sürüyordu. IMF’le yollar ayrılınca önem kazandı. 2012-14 dönemini kapsayan son OVP Perşembe günü Başbakan Yardımcısı Babacan tarafından açıkladı. Epey gürültü kopardı.Bir uyarı ile başlamak istiyorum. Program sözcüğü maalesef yanıltıyor. Toplumsal bellekte iz bırakan Planlı Kalkınma döneminin Yıllık Programlarını anımsatıyor. Adeta hükümetin tüm ekonomik gidişatı kapsayan bir çerçeve belirlediği izlenimi veriyor.2000 öncesinde DPT her yıl Yıllık Program hazırlardı. İçinde bol sayı ve tablo olurdu. Sektör hatta firma bazına inerdi. Hoş, getirilen tahmin ve hedeflerin hiç biri tutmazdı. Ama ertesi yıl tekrarlanırdı.OVP’nin içeriği daha mütevazidir. İyi tanımlanmış bir maliye politikası dokümanıdır. Geri planda bütçenin Meclisten yıllık kanunlaşmasının yaratabileceği belirsizliği azaltma çabası vardır. OVP ile hükümet maliye politikası ufkunu üç yıla uzatır.Dolayısı ile iki farklı tür sayılar içerir. Bütçe büyüklükleri hedeftir. Gelirler, harcamalar, faiz-dışı ve toplam kamu dengesi hükümetin taahhütleridir. Bağlayıcıdır. Önümüzdeki üç yılda maliye politikasının seyrini gösterir.Diğer makro göstergeler tahmin yada varsayımlardır. Büyüme, enflasyon, dış denge, vs. bütçeyi hesaplamak için gerekir. Ama yanılgı ihtimali çok yüksektir. Gene de işe yarar. Hükümetin öngördüğü konjonktürü kestirmeyi kolaylaştırır. Kısa değerlendirmeBütçe hedeflerine “malumu ilan” diyebiliriz. Hükümet sıkı maliye politikasına 2012-14 döneminde de devam ediyor. Olumlu bir gelişmedir. Ek vergilerin aynı gün açıklanması bu bağlamda anlamlıdır. Buna karşılık konjonktür tahminlerinde yeni bilgi var. Ekonomi yönetiminin arzuladığı yumuşak iniş senaryosu somutlaşıyor. İkisini önemli buluyorum. Bir: döviz kurunda istikrar isteniyor. İki: dış açıkta sınırlı bir daralma yeterli görülüyor.Bu senaryo tutarlı mı? Gerçekçi mi? Hangi dış koşullarda mümkün olabilir? Para politikasını nasıl etkiler? Velhasıl bizi ilginç iktisat politikası tartışmalarına götürüyor. Vakit buldukça ayrıntılarına girmeyi planlıyorum.
Mali piyasaların Euro Bölgesi’ne yönelik korkuları azalmışa benziyor. Dün borsalar yükseldi. Euro değer kazandı, parite 1.37’yi gördü. İçeride de döviz piyasası sakinleşti. Son baktığımda dolar 1.82 TL’ye gelmişti.Merkez Bankası ağustos ödemeler dengesini açıkladı. Ağustos cari işlemler açığı 4 milyar dolarda kaldı. Yıllık açık 75 milyar dolarla yeni rekor kırdı. Beklentilerle uyumludur. İlginç yeni bilgi göremedim. Bundan sonra ne olacağı önem kazanıyor.Hazine nakit dengesi eylül sonuçlarını yayınladı. Bütçenin öncü göstergesidir. Eylül’de yüksek faiz dışı fazla var. Ama önceki ayın vergi tahsilatını yansıtıyor. Dokuz aylık nakit açığı ise 2 milyar TL’de kaldı. Bütçe için iyi haberdir.Nakit yetersizliği ve iflasBir borç anlaşması ne zaman sorunlu olur? Borçlu taahhüt ettiği faiz ve anapara ödemelerini yapamaz. Borçlunun şahıs, şirket ya da devlet olması sonucu değiştirmez. Borçlu ve alacaklılar müzakere masasına oturmak zorunda kalır.İki ayrı şekli vardır. İlki nakit akımı uyumsuzluğudur. Borçlunun varlıkları yükümlülüklerini karşılar. Yani müflis değildir. Ancak nakit girişi faiz ve anapara ödemeleri için yetersizdir. Çözümü kolaydır. Yeni bir ödeme planı ile sorun aşılır.Diğerinde borçlunun yükümlülükleri varlıklarından büyüktür. Yani müflistir. Ortada gerçek bir kayıp vardır. Bunun borçlu ve alacaklılar arasında paylaştırılması zorunludur. Çıkarlar çatışır. Çözüm süreci tam bir bilek güreşine dönüşür.Euro Bölgesi’ne uygulayalım. İtalya ve İspanya aslında ilk kategoridedir. Buna karşılık Yunanistan fiilen ikinci kategoriye geçmiştir. Mevcut borçlarını geri ödemesi ihtimali olmadığı anlaşılmıştır.İlle böyle olması gerekiyor muydu? Hayır. Devletler iflas etmez. Vergileri artırır, harcamaları kısar, borcunu öder. Koşulu vatandaşın kemerinin sıkılmasını onaylamasıdır. Türkiye’de vatandaş kabul etti. Yunanistan’da reddetti.Kavga içinde kavgaAyrıntılara girelim. İlk aşamada Yunanistan’ın payı saptanmalıdır. Almanya ilk başta kötü örneği engellemek için “hepsi” diyordu. Türkiye’ye de uygulanan IMF yöntemidir. Yürümedi. Alacaklıların da bedele katılacağı anlaşıldı. Ne kadar? Kavgası sürüyor.İkinci aşama kaybın alacaklılar arasında paylaşımıdır. Ne kadarını özel kesim (banka hissedarları), ne kadarın devlet (vergi mükellefi) ödeyecek? Almanya “özel kesim” diyordu. Vatandaşın tavrını yansıtıyor. Bu kavga da devam ediyor.Üçüncüsü, kamuya kalan kaybın devletler arasında paylaşımıdır. Ne kadarını üye ülke hazineleri, ne kadarını euro bölgesi genel hazinesi ödeyecek? Sanırım tahmin ettiniz: Almanya “her ülke kendi ödesin” diyordu. Diğerleri ile tutarlıdır. Bu da sonuçlanmadı.Muhtemel uzlaşmanın ana hatlarını çıkartıyoruz. Bir: Yunanistan’a kısmi borç affı geliyor. İki: Bankalar mutlaka bedel ödüyor. Üç: Her ülke bankalarının ek sermaye ihtiyacına katkıda bulunuyor. Dört: Kalanı bölgenin müşterek kasasından çıkıyor.Yapabilecekler mi? Ben iyimserim. Zaten fazla sürmez, yakında öğreniriz.
Euro bölgesi mali krizi engelleyebilecek mi? Çözüm için siyasi irade gerektiğini her fırsatta vurguluyorum. Hafta sonu yapılan Merkel-Sarkozy zirvesinde önemli kararlar alınmış olabilir. Kapsamlı bir paketin bir ay içinde açıklanması bekleniyor.Dağ bir kez daha fare doğurur mu? Krizin çözüldüğünü söylemek için erken ama olumlu işaretler var. Fransa ve Almanya’nın temel bazı konularda anlaştığı rivayetleri dolaşıyor. Piyasada bekle gör havası hâkim. İçeride kur dün sakin seyretti.TÜİK tarafından yayınlanan ağustos sanayi üretimi piyasa tahmininin altında geldi. Yıllık artış toplam sanayide yüzde 3,8, imalat sanayiinde yüzde 4,9 çıktı. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince, aynı sıra ile, aylık yüzde 2,6 ve yüzde 2,3 düşüş var.Temmuzun nispeten yüksek artışını Ramazan nedeni ile üretimin öne çekilmesine atfetmiştik. Ağustos sayıları bunu doğruluyor. Yumuşak bir yavaşlama ile tutarlıdır. Merkez Bankası’nın elini güçlendiriyor.Net borçta yeni rekorSağlıklı kamu maliyesi ekonomik istikrarın vazgeçilmez ön koşuludur. Türkiye geçmişte sorumsuz maliye politikalarından ve beraberinde gelen olumsuz borç dinamiklerinden çok çekti. Ağır bedel ödedi. Önemli dersler çıkardı.Kamu maliyesi kökenli sorunların Euro bölgesini ve hatta dünya ekonomisini nasıl hırpaladığı biliniyor. Hele Atina’dan bakınca, Türkiye adeta bir istikrar adası gibi duruyor. Kırılganlığın azalmasında uygulanan sıkı maliye politikalarının katkısı büyüktür.İkinci çeyrek (haziran sonu) kamu borç stoğunu Hazine yayınladı. Pazar günü net kamu borcunun ilginç bir bilgi taşıdığını söylemiştim. Ama ondan önce resmin tümüne kısaca bakmak istiyorum.Önemli bir gelişme ile başlayalım. Net kamu borcu 2004’te 274 milyar TL idi. Sonra azaldı, 2007’de 248 milyar TL’ye indi. Krizle birlikte tekrar yükseldi. 2011’in ilk çeyreğinde 320 milyar TL’ye tırmandı. İkinci çeyrekte yeniden indi: 300 milyar TL.2001, 2007 ve 2011 ikinci çeyrek için net borç kalemlerinin milli gelire oranları aşağıdaki tablodadır. Brüt borç oranı yüzde 43’le 2007’nin 1 puan üzerindedir. Buna karşılık varlıklar 5 puan artışla yüzde 18’e geldi. Dolayısı ile net borç oranı 2007’ye kıyasla 4 puan düşüşle yüzde 25’e geriledi. Yakın tarihin rekorudur.Net dış borç kalmadıGelelim ilginç bilgiye. 2007 sonunda kamunun net dış borcu 11 milyar TL idi. Milli gelirin yüzde 1’i ediyordu. 2009 sonunda 26 milyar TL’ye yükseldi. Sıkı durun. İkinci çeyrekte 300 milyon TL alacağa dönüştü. Milli gelirin yüzde 0,2’si ediyor.İyi anlaşılması gerekiyor. Hazine’nin 142 milyar TL dış borcu var. Buna karşılık dış varlıkları 142.3 milyar TL’ye ulaşmış. Böylece Hazine dış dünyadan 300 milyon TL net alacaklı hale gelmiş. 180 milyon dolar ediyor. Sayı küçüktür. Ama tarihi bir ilktir.İktisat politikası sonuçları da çok önemlidir. Çünkü bu durumda TL değer kaybedince Hazine kur zararı yazmıyor, tersine kur kârı yazıyor. Yani dolar yükseldikçe Hazine sermaye kazancı elde ediyor. Bence rekabetçi kur tartışmasına bu açıdan da bakın.
Küresel karamsarlara İngiliz Merkez Bankası Başkanı Merwyn King de katıldı. “Yaşadığımız mali kriz en azından 1930’lar kadar, hatta gelmiş geçmiş en ciddi krizdir” dedi. “Tüm krizlerin ağababası” ifadesini 2008 sonbaharında kullanmıştım. İçeride Merkez Bankası döviz piyasasında bu raundu zorlanmadan aldı. Kararlı müdahalesi işe yaradı. Döviz sepeti bir ara 2.22 TL’yi görmüştü. Haftayı 2.15 TL ile kapadı. “MB 1: Piyasa: 0” başlığı yakışırdı. Maçın daha bitmediğini hatırlatalım. Ağustos dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından açıklandı. Miktar endeksleri eğilimi daha iyi görmeye izin veriyor. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince, Temmuz’a kıyasla ihracatta yüzde 5 artış, ithalatta yüzde 5 düşüş var. Dış açık açısından iyi haberdir.Hazine ikinci çeyrek kamu borç stoğu verilerini yayınladı. Milli gelire oranına bakıyoruz. AB tanımlı brüt borç yüzde 40’a, net borç ise yüzde 25’e geriledi. İkisi de kriz öncesi değerlerin altındadır. İlginç ek bilgiler var; ayrıca bakacağım.Sıra dışı bir yaşamSteve Jobs üzerine yazmayı düşünmüyordum. Modayı izlemeyi pek sevmem. Tersine, akıntıya karşı gitmekten hoşlanırım.Ayrıca sağlığında da o kadar ilgimi çekmemişti. Yaşamının sadece profesyonel yanı hakkında bir fikrim vardı. Wikipedia sağolsun. Gerçekten sıra dışı bir hayat hikayesi ile karşılaştım. Biyolojik baba Suriyeli müslüman, Anadolu kökenli bir Ermeni ailesi yetiştiriyor. Eğitimle arası iyi değil. Budist, çocuklarından biri evlilik dışı, vs. Kişisel serveti 8.4 milyar dolar hesaplanıyor. Pankreas kanserine yakalanıyor. Paranın, ünün ve saygınlığın gücü kadere yetmiyor. Kariyerinin zirvesinde, genç sayılabilecek yaşta ölüyor. Büyük bir trajedi!Beni esas yazmaya iten Jobs için medyada çıkan methiyeler oldu. Deha, yüzyılın en parlak kafası, büyük vizyoner, vs. Doğrusu şaşırdığımı söylemeliyim. Abartılı geldi. Nedenlerini anlamakta zorlanıyorum. Servetinin büyüklüğü mü? Olamaz çünkü sıfırdan başlayıp daha büyük servet edinen çok müteşebbis var. Servetini hayır işlerine, örneğin çevre ve sağlık sorunlarına harcaması mı? O yönde de bir işaret bulamadım. Sayıların diliYazılan methiyeler Jobs’un yaşam kalitesine yaptığı önemli katkıya odaklanıyor. iPhone’un, iPad’in sağladığı imkanlar uzun uzun anlatılıyor. Gerçekten öyle mi? Serde iktisatçılık var, önce sayılara göz attım. Bugün itibariyle dünyada 30 milyon iPad ve 130 milyon iPhone satılmış. Üstelik bunun çoğunun ABD’de olduğunu kolayca tahmin ediyoruz. Halbuki dünyada 7 milyar insan yaşıyor. 5.5 milyar cep telefonu abonesi, 2.5 milyar internet kullanıcısı var. iPhone’un cep telefonunda payı yüzde 2.2, iPad’in internet kullanımında payı yüzde 1.2 çıkıyor. Yani Jobs’un dehası sadece küçük bir azınlığı mutlu etmiş, Normaldir. Müteşebbisin amacı kâr etmektir... kadar. Jobs da onu yaptı. Dolayısı ile ters bir soru ile bitirebiliriz. Sizce bu sayılar 8.4 milyar dolar serveti meşru kılar mı?
Dünya ekonomisi çok gergin bir döneme girdi. En belirgin işareti mali piyasalardaki oynaklıktır. Kur, borsa, faiz, petrol, altın vs. tüm göstergeler adeta çıldırdı. Bir aşağı bir yukarı, izleyenleri serseme döndürüyor.Geçen gün bir iktisatçı dostumla konuşuyordum. İstikrar ve sağlamcılık örneği Almanya’da bile günlük borsa dalgalarının yüzde 3-4’leri göreceği asla aklıma gelmezdi dedi. Haklı. Ezberler birer birer bozuluyor. Bu hikâyenin sonu nasıl olacak? Küresel ekonomi bir önceki fırtınanın yarattığı hasarı daha temizlemedi. Şimdi yeniden sert rüzgârlar vuruyor. Herkes hissediyor. Ama gelebilecek fırtınanın şiddetini kimse kestiremiyor. 2008’le önemli bir farkı hatırlayalım. Bu kez ABD acil serviste yalnız değil. AB ve Çin de kuyruğa girdi. “Mükemmel fırtına” korkuları somut bir gerçeğe tekabül ediyor. Doğrusu ben de giderek daha karamsar olmaya başladım.Gene döviz kuruKüresel piyasalarda bu çapta bir oynaklık doğal olarak bütün ekonomilere bulaşıyor. Her ülke, şu ya da bu şekilde, çalkantıdan payını alıyor. Türkiye’ye de yansıdı. Tersi düşünülemezdi.Bekleneceği gibi, Türkiye’de kamuoyu derhal döviz kuruna odaklandı. Yılların oluşturduğu alışkanlıklar kolay bırakılmıyor. Vatandaşın kura duyarlılığı yüksektir. TL değer kaybedince bozulur. Değer kazanınca mutsuz olur. Arasını bulmak olanaksızdır.TL’nin son değer kaybı iç konjonktürün de ilginç bir anına rastladı. Daha önce anlattık. Bir yıl önce iktisat politikasında köklü bir değişime gidildi. “Yüksek faiz-düşük kur” dönemi bitirildi. Yerine “düşük faiz-yüksek kur” politikası geldi.Yeni politikanın herkesi mutlu etmediğini biliyorsunuz. Merkez Bankası yönetimi eleştirildi. Yeni politika tutmaz, yarardan çok zarar verir, döviz kuru kopup gider vs. dendi. Tartışmaya ben de katıldım. Yeni politikayı destekledim.Bu açıdan küresel çalkantı yeni para politikası için fevkalade önemli bir sınavdır. Eleştiriler doğru ise, mevcut faiz düzeyinde Merkez Bankası’nın döviz kuru üzerindeki denetimini kaybetmesi gerekir. Yani faizi artırmadan sert kur hareketini engelleyemez.Yeni politikanın sınavıYeni politikayı savunurken bu konuyu özellikle vurguladık. Özetle, Merkez Bankası’nın faiz dışında güçlü araçları var, bunları kullanır ve faiz artırmadan TL’ye yönelik bir saldırıyı savuşturabilir dedik.Hangi araçlar? Birincisi döviz satımıdır. Döviz rezervleri bu tür çalkantılarla etkili şekilde mücadele edebilmek için biriktirilir. Merkez Bankası yönetimi de bunu yapıyor. Doğru tavırdır.Diğeri bankaların döviz mevduatı için Merkez Bankası’nda tuttukları karşılıklardır. İndirilmesi bankacılık kesiminde döviz likiditesini artırır. Döviz piyasasında oluşan arz yetersizliğini kısmen dengeler. Doğru müdahaledir.Lafı uzatmak istemiyorum. Küresel çalkantı karşısında getirilen tedbirler para politikasının amaçları ile tutarlıdır. En azından bu aşamada yeni politikanın sınavı başarı ile yürüttüğünü söyleyebiliriz.
Geçen hafta okulu açtık. “Şu öğrenciler olmasa...” diye hayıflanan Osmanlı Maarif Nazırını her sonbahar anarım. Bu yıl iki yeni derse başladım. Neticede köşe yazısı yazmadığım günlerde onları hazırlardım. Aradan zaman geçtiğine göre hatırlatmakta yarar var. Son yazımda milli gelir verilerine baktım. Özel kesim makine-teçhizat yatırımlarındaki artışa dikkat çektim. Arada kriz çıkmazsa kaldığım yerden devam ederim dedim.Kriz çıktı mı? Sözcüğe verilen anlama bağlıdır. Karine olarak Lehman Biraderlerin batışını alırsak kesinlikle “hayır” diyebiliriz. Buna karşılık küresel mali piyasalarda yüksek volatilite devam etti. Türkiye de kısmen etkilendi. Velhasıl yazacak çok konu birikti. “Korkun”Başlık benim değil; The Economist’in bu hafta çıkan sayısının kapağında yer alıyor. Bir girdap resminin üzerindeki metin şöyle: “Politikacılar dünya ekonomisi hakkında fiilen bir şey yapmadıkları takdirde KORKUN”.“Korkunun ecele yararı yok” denir. Aslında tam öyle değildir. Değişen koşullara uyum sağlamak daima meşakkatlidir. İnsan eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışır. Değişmeyi bir türlü kabullenemez. Bir şekilde zorlanması gerekir.Zaten “kriz” sözcüğü ile özetlenen sürecin işlevi de budur. Olağan gidişatta kopuşa yol açar. İnsanları statükonun sürdürülemeyeceğine ikna eder. Nasıl? Korkutarak. Atasözündeki gibi, “ölümü gösterir, sıtmaya razı eder”. Uzun süredir vurguluyorum. Küresel kriz dünya ekonomisinde biriken reel dengesizliklerden kaynaklandı. Parasal operasyonlar kozmetikti. Düzeltmeye yetmedi. Siyaseten zor tercihler gerekiyordu. O gün artık gelmişe benziyor. Bir hususun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Sorunlar teknik değildir. Siyasidir. Siyasi iradenin oluşması halinde elde çok sayıda teknik çözüm alternatifi vardır. Euro bölgesinde çok net görülüyor. ABD-Çin bilek güreşi için de öyledir. Belli ki önümüzdeki dönemde küresel konjonktüre yer ayırmamız gerekiyor.Yumuşak inişGelelim Türkiye’ye. Suskun günlerimde üç önemli veri yayınlandı. Bütçe yılın ilk sekiz ayında fazla verdi. Ağustosta ihracat artışı ithalatın üzerine çıktı. Ve eylül enflasyonu beklentilere paralel geldi. Diğer yandan, küresel gerginlik vatandaşın yakından izlediği iki göstergeyi etkiledi. Euro iki haftada 1.43 dolardan 1.33 dolara geriledi. İçeride dolar 1.76 TL’den 1.86 TL’ye yükseldi. Sepet kur ilk kez 2.19 TL’yi gördü. İktisat politikası tartışmaları ise sürdü. IMF raporu “sıcak paracıları” destekledi. Mevcudu eleştirip eskiye dönüş önerdi. Merkez Bankası Başkanı Başçı ise “kurcuları” sevindirdi. TL’de değer kaybını sahiplendi. “Yumuşak inişi” kolaylaştırdığını söyledi. Velhasıl iç konjonktür de son derece ilginç bir dönemece girdi. Yeni sezon heyecanlı geçeceğe benziyor.
Milli gelir verilerini neden bu kadar önemsediğimiz sanırım ortaya çıkıyor. Diğer göstergeler ekonominin farklı köşelerini izliyor. Dolayısı ile resmin bir kısmını yansıtıyor. Resmin bütünü ancak milli gelir hesabında kapsanıyor. İkinci çeyrek büyüme hızının beklentilerin epey üzerinde gelmesi bu duruma iyi örnektir. Medyada “sürpriz, şaşırttı” gibi ifadeler kullanıldı. Daha önce yayınlanan göstergelerde böylesine yüksek bir büyümenin işaretlerinin görülmediği anlamına geliyor.Tahminciler çok sayıda veriye bakıyor: Sanayi üretimi, dış ticaret, turist sayısı, otomobil satışı, elektrik tüketimi, güven göstergeleri, bütçe vs. Bunlardan hareketle ana talep kalemleri hesaplanıyor. Toplamı milli geliri veriyor. Bu göstergeler tüketim ve dış ticaret tahminleri için nispeten makul sonuçlar veriyor. Ama çok kritik bir harcama kalemi için yetersiz kalabiliyor: Özel kesim yatırımları. Bu kez de sürprizin kaynağında onlar yatıyor.Büyümeye katkıDeğişimi ölçerken iki yöntem öne çıkıyor. En çok kullanılanı basit yüzde değişimi buluyor. Örneğin ikinci çeyrekte geçen yıla göre özel tüketim yüzde 9.2, kamu tüketimi yüzde 7.9, yatırımlar yüzde 28.9 arttı diyoruz. Bu yöntemde harcama kalemleri arasındaki büyüklük farkları kayboluyor. Özel tüketimin harcamada payı yüzde 70, kamu tüketiminin yüzde 10, yatırımların yüzde 20 mertebesinde. Neticede büyümede hangisinin daha etkili olduğu görülmüyor. Bu sorunu “büyümeye katkı” yöntemi çözüyor. Harcama kaleminin değişimi milli gelirdeki payı ile çarpılıyor. İkinci çeyreğe bakalım. Özel tüketimin büyümeye katkısı 6.3 puan, kamu tüketiminin katkısı 0.8 puan, yatırımların katkısı 6.9 puan çıkıyor. Büyümeye en çok katkıyı yatırım harcamaları yapmış. Onu özel tüketim izliyor. Kamu tüketiminin katkısı ihmal edilebilir düzeyde kalıyor. Bu arada ihracatın sadece 0.1 puan, ithalatın ise eksi 5.2 puan katkı yaptığını söyleyelim.Yatırım harcamalarının ayrıntısına girelim. Kamu yatırımlarının katkısı 0.3 puanda kalıyor. Buna karşılık özel yatırımlar 6.6 puan, özel kesim makine-teçhizat yatırımları 5.7 puan katkı yapıyor. Velhasıl özel yatırımlarda patlama büyümeyi yukarı çekiyor. Büyümenin motoru yatırımlarKısaca değerlendirelim. 2008-9 resesyonundan çıkışı özel tüketim harcamaları tetikledi. Toparlanmanın ilk aşamasında yatırım düzeyi geride kaldı. 2010’un son çeyreğine kadar yıllık bazda özel tüketimin katkısı yatırımların üzerinde seyretti. İkinci aşamada büyümeyi özel yatırımlar taşımaya başladı. Yıllık bazda özel yatırımların büyümeye katkısı özel tüketimi geçti. İkinci çeyrekte aradaki fark 0.8 puana yükseldi (özel yatırım 7.1 puan; özel tüketim 6.3 puan). Yüksek yatırım harcaması mevcut konjonktürün en olumlu yanıdır. Bugünün yatırımı yarının üretim kapasitesidir. Verimliliği besler. İstihdamı teşvik eder. Talep enflasyonu riskini azaltır. Küresel resesyon karşısında gevşek para politikasını kolaylaştırır. Sürdürülebilir mi? Bundan sonra ne olur? Maalesef cevaplar gecikecek. Dersler başlamadan yıllık izin kullanıyorum. İki hafta yazı yok. Yeni bir kriz patlamazsa buradan devam ederiz.