Geçen hafta ABD hisse senedi piyasalarında vadeli işlem yapanlar arasında piyasaların yükseleceğine inananların oranı yüzde 4’e gerilemiş. Yani her 100 kişiden sadece 4’ü piyasaların yükseleceğine inanıyormuş. Bu rakam anketlerden değil, bilfiil alınan pozisyonlardan elde edilen, gerçeğe hayli yakın bir rakam\’85Umutsuzluk had safhaya ulaşmışken New York FED’in Başkanı Timothy Geithner’in Obama Hükümeti’nin yeni Hazine bakanı olacağı haberi, iyi habere aç ABD piyasalarına adeta “can suyu” verdi. ABD borsaları Cuma gününün son bir saatinde yüzde 6’lara varan oranlarda yükseldi. Teknik olarak bakıldığında ABD borsalarında Cuma günü önemli seviyelere gelinmişti. Her ne kadar Dow Jones endeksinde 6.850-7.200 arasında yeni bir dip görüleceğine inancımı halen daha koruyor olsam da, Cuma’dan başlayarak kısa süreli bir iyimserliğin yaşanılacağını da düşünüyorum.ABD’nin S&P 500 Endeksi’nde 740 seviyelerine gelinmesinin yanı sıra olumlu beklentisi olanların yüzde 4’e gerilemiş bir başka deyişle “kötümserliğin zirve yapmış” olması, bir düzeltmenin yaşanacağının ipuçlarıydı.Geithner’in son krizde devletin kurtarma planlarında aktif olarak yer alması, krizlerde devlet müdahalesinin gerekliliğinin ateşli savunucularından olması, “kurtarıcı” arayan piyasaların hoşuna gitti anlaşılan. Bu olumlu havanın bize de yansıması olasılığı hayli yüksek. 1.7530’u kıramayan dolar/YTL kurları Cuma günü 1.6520 seviyelerine kadar geriledi. Dolar/euro paritesinde 1.2350’lerin altına sert bir haraket olmadığı sürece dolar/YTL kurlarında haftanın ilk günlerinde 1.5880’lere kadar bir geri çekilme/düzeltme yaşanabilir. 1.60’ın altına inilmez ise, kurlardaki gerilim artacaktır. İMKB cephesinde de benzer bir düzeltmenin yaşanma ihtimali hayli yüksek. İMKB 100’de sırasıyla 22.925, 24.150-24.500 aralığı görülebilir. 25,150 seviyesinin en azından haftanın ilk yarısında aşılması hayli zor görünüyor. Bu hafta asıl, Hazine’nin kamu ile birlikte 16.6 milyar YTL’ye ulaşan itfalarına karşılık bugün ve yarın yapacağı ihalelerin takip edilmesi gerek. Özelikle yeniden ihracı yapılacak 23 Haziran 2006 vadeli tahvil fazilerinde 21.90 bileşik seviyelerine gelindi. Hava her ne kadar “iyimser olsa da” ihale zamanı havalar her zaman sert eser! Bugün yapılacak 210 gün vadeli iskontolu bono ihalesi başarılı geçer ise Salı günkü ihale, piyasa faizlerine benzer seviyelerden sonuçlanabilir. Eğer hava yine sertleşir ise 22.80-23.15 bileşik seviyelerine kadar bir yükseliş görebiliriz.Bir kaç gün sürebileceğini düşündüğüm bu olumlu havayı bozabilecek ikisi dışarıdan, biri içerden üç olumsuz haber var: 1-ABD 10 (yüzde 2.99) ve 30 yıllık (3.45) Hazine bono getirileri geçtiğimiz hafta yeni düşük seviyeleri gördü! Hem deflasyon hem de “kaliteye kaçış” fiyatlanıyor!2-G. Kore Wonu Cuma günü FED’in iki hafta önce açtığı 30 milyar dolarlık swap imkânına rağmen dolar karşısında değer kaybında yeni zirve gördü. (Yapacağımız IMF anlaşması çok da işe yaramayabilir, gereğinden fazla umut bağlamamak gerek!)3-Başbakan tekrar tekrar gündeme gelmesi hiç de gerekmeyen mevduata tam güvence konusunda Hindistan’da bile yorumlarda bulunmaya devam ediyor! Bu konuyu sürekli gündemde tutmaya ne gerek var ki?
Merkez Bankası, piyasa katılımcılarının hemen hepsini ters köşeye yatırarak Çarşamba günü faizleri 50 baz puan indirdi. İndirime de dünyadaki emtia fiyatlarının düşmesi ve ekonomik aktivitenin yavaşlaması sebep gösterilmiş. Peki MB’nin aklı başına yeni mi geldi? Endüstri metalleri Şubat’tan, petrol Temmuz’dan tarımsal emtialar da Mayıs ayından bu yana düşüyor. Tüm bunların enflasyona olumlu yansıyacağı açıkken, o günlerde MB temkinli bir tavır sergilemeyi tercih etti. Peki ne oldu da MB, tavrını kimsenin beklemediği bir anda değiştirdi? Artık enflasyon hedeflemesi birinci öncelik değil mi? Büyüme mi öne çıktı? Yoksa dolar kurları 1.15’lere düştüğü zaman can havliyle faiz indirimi isteyen reel sektörü dinlemeyen MB, işler iyice sarpa sarınca mı faiz indirmeyi hatırladı? Bu denli büyük bir küresel krizin ortasında faiz indirerek MB ne gibi bir mesaj vermeyi amaçlıyor? Madem faiz indirme zamanı geldi, neden 200 hatta 300 baz puanlık “şok ve radikal” bir faiz indirimi yapılmadı? 50 baz puanlık indirimle neyin amaçladığını anlayan beri gelsin. Keza zamanlamasını da... Madem yapılacaktı, hadi diyelim Temmuz ya da Ağustos’ta başlamadılar... Peki neden Eylül’de ilk indirimi yapmadılar? Yanlış anlaşılmasın, MB’nin faiz indirmesine karşı değilim! Hatta son 5-6 yılda enflasyonla mücadelede için kullanılan faizlerde en az 300 baz puan “gereğinden bonkör” davranıldığına inanan biriyim. Faiz indiriminin çok daha önce yapılmış olması gerektiğine, böylesi bir ortamda yapılacak indirimin de en az 300 baz puanla yapılmasının “öne sürülen” sebepleri haklı çıkaracağına inanıyorum. Böylesi cılız bir indirimin belki de tek mantıklı açıklaması IMF ile anlaşmanın artık kesinleşmesi olabilir. Merkez ya IMF’ye dair net bir duyum aldı ya da bu ihtimalin artık kaçınılmaz olduğunun hükümet tarafından da kabul edildiğini öğrendi. “Madem IMF ile anlaşılacak sonrasında nasılsa faiz indirimleri başlayacak, iyisi mi biz şimdiden başlayalım” denmiş olabilir.Hal böyle olsa bile, tek başına gelen bu cılız indirim yerine IMF ile yapılacak anlaşma (normal veya ihtiyati stand-by) sonrasında “olağanüstü” bir toplantıyla “olağanüstü” bir indirim açıklansaydı daha iyi olmaz mıydı? MB böylelikle daha vurucu ve net bir duruş sergilemiş olurdu. Bir öneri!Kriz sırasında adeta krizi kovalarcasına bölük pörçük, panik halinde önlemler açıklanacağına, derli toplu birçok önlemi biraraya getirmiş tek bir güçlü “krizle mücadele paketi” açıklansın. Küçük ve ürkek adımlar yerine, kararlı ve sert adımlar atılsın. Bu adımların ayak sesleri hem finans sektörüne hem de reel sektöre güven versin!Küçük adımlar kızgın sacın üzerine damlayan suya benziyor. Bir anda buhar olup gidiyor. Sacı değil soğutmak, etki bile etmiyor. Kızgın sac ancak aynı anda uygulamaya konulacak birçok önlemin biraraya getirildiği bir önlemler paketi ile üzerine bir kova su dökülmüş misali soğutulabilir. Bu sayede sağlanacak “çapraz atış” imkânı ile daha başarılı sonuçlar alınabilecek. 1 lirayla 5 liralık iş yapılabilecek. Tek tek alınan açıklanan 1 liralık önlemle, ancak 50 kuruşluk, şanslıysanız ancak 1 liralık iş yapabiliyorsunuz.Krizin toplam maliyetini en aza indirmeye yönelik bu öneri hem hükümete hem de Merkez Bankası’na...
Geçen hafta sanayi üretimi açıklandı: Yüzde 5.5 gerileme. Önemli düşüşler ihraç pazarlarındaki daralmalar nedeniyle ihracata yönelik sektörlere aitti. 22 alt sektörden 17 tanesinde düşüş yaşanmış. Geçen Ekim ayında yüzde 83.1 olan kapasite kullanımı, bu yılın Ekim ayında yüzde 76.7 olarak açıklandı. Asıl çarpıcı gerileme otomotiv sektöründen geldi. Üretim bazında Ekim ayındaki gerileme yüzde 20.5 azalırken, otomobil satışları da yüzde 39.2 düşmüş. TÜİK/TCMB tarafından açıklanan Tüketici Güven Endeksi, açıklanmaya başladığından bu yana en düşük seviyesi olan 74.24’e gerilemiş durumda. Aylık bazda işsizlik oranı yüzde 9.8’e yükseldi. İşsizlik verilerinde son iki aydaki artış sürüyor. Toplu işten çıkarma haberleri gelmeye başladı. Tüm bunlar “hard landing” haberleri, adeta ekonomi paraşütsüz çakılıyor. Halen daha IMF programı olacak mı, olmayacak mı? Şöyle mi olacak, böyle mi? Olsun mu, olmasın mı? Önlem almak için çok vakit kaybedildi! IMF ile bir program yapılsa bile etkisi sınırlı olacak. Ya IMF’nin şartları “zorlu” olacak, ya da programın başarı şansı az olacak!Dünya (daha doğrusu ABD piyasaları) yeni bir dip görecek! Biz de onlardan ayrışamayacağımızdan, IMF olsa da olmasa da bizde yeni bir dibe doğru gidiyor gibiyiz. Hem borsada hem ekonomide... Bu tahmin gerçekleşir ise hükümet kendi geç kalmasının faturasını, IMF ile program yapılsın diyenlere mi çıkaracak? Geç kalındığı için işe yaramayacak programı “Bakın siz istediniz diye IMF ile program yaptık, onlar yüzünden her şey kötü oldu” mu diyecek?Haa bu arada unutmamak gerek! IMF ile bir anlaşma yapılsa ve IMF’den 20-30 milyar dolar gelse bile, bunun sıradan Türk vatandaşına pek bir faydası olmayacak. IMF parası MB’deki rezervlere dahil edilecek, reel ekonomiye aktarılamayacak ki!!! Sırf “yerel seçim körlüğü” nedeniyle yine tüm halk olarak gereğinden fazla bir “eğitim masrafı” daha ödeyeceğiz.Yerel seçim körlüğü yaşanırken, hafta başından bu yana “gecikecek (belki de etkisiz kalacak) IMF anlaşması” fiyatlanmaya başladı piyasalarda. 1.60’ın altına in(e)meyen dolar kurları bunun ilk göstergelerinden.Başbakan, S&P’nin görünüm indiriminin “ısmarlama olduğu” fikrinde haklı olabilir. Ancak anlamadığım hükümetin bunları öngör(e)meyip, halen daha “Bize bir şey olmaz” havasını sürdürmesidir. Art arda gelen “hard landing” haberleri hiç de hükümetin bu “havasını” destekler nitelikte değil! Merkez Bankası’nın piyasaların hiç beklemediği bu faiz indirimiyle bu ortamda neyi amaçladığını anlamak neredeyse imkansız. Son bir yılda aklının nerde olduğunu anlamadığım Merkez Bankası’nın bu kararına yarın değineceğim.
Önceki hafta sonu Brezilya’nın Sao Paolo kentinde G-20 ülkelerinin maliye bakanları, ardından Washington’da liderler zirvesi yapıldı. Her iki toplantıdan da krize karşı “her türlü önlemin en kısa zamanda” alınması kararı çıktı. Piyasalar arasındaki dengesizliklerin azaltılması ve “denetimlerin” daha iyi düzenlenmesi fikri genel kabul görmüş.Küresel finansal sisteme bakıldığında iki önemli aktörün IMF ve Dünya Bankası’nın, krizlere karşı etkili olamadığı aşikâr. Her iki kurumun da “kriz geliyor, şu şu tedbirler alınmalı” diye ne bir ülkeye, ne de uluslararası bir “yapıya” tavsiyede bulunma şansları yok. Bu kurumların “kendilerine başvurulmadan” adım atmaları söz konusu değil. 2008 krizi gösterdi ki kapitalist sistem, yapısında barındırdığı “genetik” kriz yaratma hastalığını halen daha tedavi edebilmiş değil. Bu sorunun kısa zamanda tedavi edilmesi de mümkün değil. Bu endişeyle kriz sırasında da “Kapitalizm çöktü mü?” sorusu sıkça soruldu. Şimdilik hayır! Çünkü henüz daha kapitalizm yerine konabilecek daha iyi bir ekonomik sistem elde yok! Belki Clinton-Blair döneminde gündeme gelen “üçüncü yol” Obama döneminde yeniden popüler olacak. Hem Obama’nın tercihleri, hem de “üçüncü yolun” doğru çözüm olduğu henüz daha net değil! Uzun vadeye yayılacak bu değişimden önce, dünya finansal sistemi için IMF ve Dünya Bankası’nın eksikliklerini tamamlayacak, belki de bu iki kurumun da yerini alacak bir üst kurumun/yapının oluşturulması gerekecek. Birleşmiş Milletler’e benzer bir yapı finansal/ekonomik sistem için de oluşturulabilir.Bir tür “Finansal Birleşmiş Milletler -FBM” ile * sistemik riskler oluşmadan tedbirlerin alınması, * uyarıların yapılması, * ülkeler arasında arbitraja neden olacak sistemik farkları azaltacak bir yapının oluşturulması * gerektiğinde oluşturulan fonlar ile mali destek ihtiyacı olan ülkeler için IMF veya Dünya Bankası’nın parasal işlevleri üstlenilebilir ya da bu kurumların kriz ortaya çıkmadan harekete geçmeleri sağlanabilir.Böylelikle kapitalizmin bir sonraki “sistemik krizinin” etkileri azaltılabilecek, insanlığın daha az zarar görmesine yardımcı olunabilecektir.FBM’nin yaptırım gücü ol(a)mayabilir. Yine de bugünkü Birleşmiş Milletler’in aldığı “konsey” kararlarına benzer uygulamalara imza atabilir. Kararlar ülkelerin ekonomik büyüklüklerine orantılı oylarıyla değil, ülkelerin salt oyları bazında alınabilir. FBM nezdinde alınan kararlar ile sorunlu ülke veya sektörler için önceden önlemler alınmaya çalışılacak kamuoyu “sorun, krize dönüşmeden” haberdar olabilecektir. Böylelikle bireysel ve kurumsal yatırımcılar tedbirlerini önceden alabilecek, hazırlık yapabilecekler. Kriz noktasına gelinmeden alınacak önlemlerle kriz büyük ölçüde engellenebilecek, değilse de maliyetler en aza indirilebilecektir. Hem Dünya Bankası hem de IMF şimdiye kadar krizleri ya göremediler ya da görseler de yaptırım güçleri olmadığından ya sesleri yeterince yüksek çıkmadı ya da aynı sebeple piyasa katılımcıları bu kurumları kulak ardı ettiler. 2008 kriziyle artık bunun temelden değişmesi gerektiği net olarak anlaşıldı. “Finansal Birleşmiş Milletler” bir fikir. Formu, yapısı, ismi farklı olsa da böylesi bir yapıya doğru gidilecektir. Çok mu iyi niyetliyim?
Haftasonu IMF ile bir anlaşma yapılmasını bekleyen piyasalar, “yakınlaşma” ile yetinecek.IMF heyeti ile Washington’da görüşen Erdoğan “ümük sıkma” edebiyatından “çözüme en yaklaştığımız noktaya gelindiğini” IMF anlaşma aşamasına yaklaşıldığını açıklamış.İçeride söylenenleri “politik saldırılar” olarak algılayıp sert tepkiler vermişti. Küresel krizin boyutunu sanki diğer G-20 liderlerini dinleyince anlamış gibi. Umut bağlanan Körfez parası bile krizden şikayet edince eldeki “son kaynak” IMF ile bir orta yolu bulunmaya çalışılıyor.Zannetmiyorum ki IMF, yapılacak bir anlaşmada bizdeki yerel seçimi düşünerek “ümük sıkmaktan vazgeçecek”. Yapılacak program yine IMF’nin performansına yazılacağından çok da tavizkâr olmayacaklarıdır. Başbakan, IMF konusunda söylediklerinden geri adım atacak mı? Yerel seçim öncesinde “ümüğümüzü sıktırmadım!” edebiyatı yapılsa da gerçekte birçok taviz verilecektir. Zamanında ev ödevini yapmayan “Ağustos böceğinin”, krizde IMF’yle uzlaşmasından başka yapacak bir şeyi kalmıyor. IMF ile anlaşılması kısa vadede piyasaların stresini azaltsa da temel sorunlara ve küresel darbelere karşı sağlam bir “kalkan” olmayacaktır. Zayıf da olsa bu kalkan en çok yabancı yatırımcıları koruyacak, yerli ekonomik aktörlere sadece “güçlüymüş gibi görünen” rezervler sayesinde kolay borçlanma avantajı sağlayabilecektir. G-20’lerden somut sonuç yok!Sanki dünya krizde değil, acil somut adımlar atılması gerekmiyor... Adeta yaklaşmakta olan göktaşının çarpmasına daha 4 ay var da ne yapalım tartışması devam ediyor. G-20’lerden net bir sonuç çıkmasını ben dahil kimse beklemiyordu. ABD’nin yeni seçilmiş başkanının toplantıya katılmaması, krizde liderlik sorunun daha da öne çıkardı. Krizi yaratan “topal ördek” Bush mu sorunu çözecek? Hiç sanmıyorum.IMF ve Dünya Bankası’nın küresel büyüme adına başta BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) olmak üzere sıkıntıdaki ülkelere kaynak sağlamaya devam etmesi, her ülke batması durumunda dünya ekonomisinde sorun yaratabilecek kuruluşlarını listelemesi (bizim listede sadece T.C. yer alır herhalde), türev piyasalarının daha sıkı kontrol edilmesi v.s. gibi kararlar “alınmış” G-20 zirvesinde.Top çevriliyor. Herkes “ev ödevine” çalışacak ve 30 Nisan’da yeniden buluşacaklar. O zamana kadar kriz yeni kaleleri de yerle bir etmemişse... Lideri ve de amacı net olmayan dünya kamuoyunda politikacılar doğru dürüst bir şey yapmıyor denmesin diye, yapılan gereksiz bir toplantı gibi... Venezuela Başkanı Hugo Chavez “soruna neden olan insanların evsahipliğinde yapılan ve yoksulları dışlayan bu toplantının zaman kaybından başka bir şey olmadığını” söylemiş. Chavez hiç de haksız değil!
Pazartesi günü açıklanan Eylül ayı sanayi üretimi bir önceki yılın Eylül ayına göre yüzde 5.5 geriledi. Ağustos ayındaki gerileme de yüzde 4.1 olarak revize edildi. Beklentilerin çok altında gelen rakamda ihracata yönelik sektörlerdeki gerileme dikkat çekici. Tekstildeki düşüş yüzde 17.6, metal sanayiinde yüzde 4.5 ve otomotivde yüzde 1.7’lik düşüş yaşanmış durumda. 22 alt sektörden 17 tanesinde düşüş var. Kurun sağladığı avantaja rağmen, Avrupa bölgesindeki daralmanın tahminlerden önce ve en fazla bizi etkilediğini gösteriyor. Bu yılın ikinci çeyreğinde ortalama yüzde 3.1 yükselen sanayi üretimi, üçüncü çeyrekte yüzde 2.1 daralarak 2001 yılının dördüncü çeyreğinden bu yana ilk kez “çeyrek bazında” da gerilemiş durumda. Geçtiğimiz yıl Ekim ayında yüzde 83.1 olan kapasite kullanımı, bu yılın Ekim ayında yüzde 76.7 olarak açıklandı. Asıl çarpıcı gerileme otomotiv sektöründen geldi. Üretim bazında Ekim ayındaki gerileme yüzde 20.5 azalırken, otomobil satışları yüzde 39.2 düşmüş. Bunların hepsinin gayri safi milli hasılamızın yüzde 5.5’inden fazla cari açık verdiğimiz, 2008’in ikinci çeyreğinde ancak yüzde 1.9 büyüyebildiğimiz (üçüncü çeyrekte buna bile ulaşamayacak gibiyiz!) bir zamanda yaşanıyor olması gelecek için oldukça karamsar bir tablo ortaya çıkarıyor. Son veriler, durgunluğa doğru yol aldığımızın açık göstergeleri.Neredeyse son bir yılda reel sektör bu sorunlarını dile getirmeye, çözüm aramaya çalışırken kurlar sayesinde oluşan “sanal başarı” hükümetin gözlerini kamaştırdı, gerçekleri görmesini engelledi! İş alemi bunları dile getirmeye çalıştıkça hükümet duymazdan, görmezden geldi. Mayıs’ta biten IMF programının yerine hükümet “ayakları yere basan bir program” ortaya koy(a)madı. IMF ile yeni bir program yapılsın talepleri, “ümük sıkma” ve “yerel yönetimlere aktarılacak kaynaklardaki anlaşmazlık” arasında kaynadı gitti. Tam bu noktada popülist söylemler ve yerel seçimler uğruna MB’yi faiz indirmeye zorlamak gibi “kolaycılığa” kaçılmaması gerekir. Son 5-6 yıllık dönemde MB’nin en azından 300 baz puan (yüzde 3) gereğinden yüksek faiz verdiğine inanan ve “işlerin yolunda olduğu” günlerde her fırsatta Merkez’in faiz indirmesi gerektiğini söyleyen ben mi faizler inmesin diyorum? Bugünlerde faizler inmesin demem gelinen noktada gereksiz fon çıkışına tahammülümüzün olmamasından... Yoksa faizler halen daha yüksek, ama indirimin ne yeri ne de zamanı!
29 Ekim’de Abbas Güçlü’nün hazırladığı ve üniversite öğrencilerinin katılımıyla yürütülen “Genç Bakış” programının konuğu olarak kısa da olsa Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ni ziyaret etme fırsatım oldu. Fırsat bulup yazmak bugüne kaldı. Programın konusu küresel finmansal kriz ve muhtemel sonuçlarıydı. Müthiş bir konukseverlik ve gençliğin heyecanı ile karşılandık. Gençlerin geç saatlere kadar salondan ayrılmamaları ve candan katılımları gerçekten heyecan vericiydi. Sabırlıydılar ve özellikle uygar tartışma üslupları takdire şayandı. Bu üslup gerginliği bir konuşma üslubu olarak sunanlara adeta bir ders niteliğindeydi. Diğer yandan aynı öğrencilerin dünyada olup biteni çok da yakından izlemeden daha kalıplarla düşünüp, konuşmaları biraz yadırgatıcıydı. Özellikle de IMF konusundaki ısrarlı sorularından, IMF anlaşmasına karşı oldukları net olarak anlaşılıyordu. (Bu arada IMF’yi “ay em ef” diye telafuz ettiğimden dolayı yediğim zılgıt hâlâ hatırımda, umarım unutmam bir daha) IMF’ye karşı olmayı daha çok bağımsızlığa düşen gölge olarak algılıyorlardı. Buna karşın, içinde bulunduğumuz ekonomik sistemden dolayı küresel dünyanın bir parçası olduğumuzu ve bu sistemin gereklerini yapmazsak sorun yaşayacağımızı pek dikkate almıyorlardı.Aslında bir konuda haklıydılar. O da kamuyoundaki tartışma IMF’ye taraf ya da karşı olmak şeklini aldığından, onlar da kendi taraflarını seçmişlerdi. Mesele bir IMF anlaşması meselesi değil aslında. Yapılması gereken hedefleri ve kaynakları net olarak ortaya konmuş, kriterleri açıklanmış ve başarısı kamuyounca izlenip, denetlenebilecek bir program hazırlanmasıydı. Böylesi bir program için kaynakların neler olabileceği (yeni yada arttırılan vergiler, doğalgaz ya da benzin zamları, dış borçlanma v.b.) kamuyouna açıklanmalı ve hatta desteği alınmalıydı. Diğer yandan ne hedeflendiği de (büyüme, borç ödeme v.b.) açıklıkla ortaya konmalı ki kaynağı sağlayanlar, nemasını da görebilsinler.Böyle bir programı hükümet hazırlasa IMF’ye gerek kalırmıydı? Ya da TÜSİAD ya da iş alemi IMF ile bir program üzerinde anlaşılması için çağrı yaparlarmıydı? Bence hayır. Ancak yerel seçimler nedeniyle kamuyounda IMF ile “ümük tartışmasına” girmek daha kolay ve daha fazla oy anlamına geliyor olabilir. Önümüzdeki üç-dört ayda dört büyük banka sendikasyonlarının ne kadarının uzatılacağı, ya da hangi maliyetlerden (saklanmış maliyetleri de dahil ederek) uzatılacağı krizin bizi teğet geçip geçmeyeceğini gösterecek.19 Mayıs Üniversitesi’ndeki öğrenci arkadaşlarımın da bunları yakından izlemesini salık veriyorum. Umarım sonrasında bunları yeniden tartışma fırsatı bulabiliriz...
Dün piyasalarda tahminlerin ötesinde bir coşku vardı. İçeride IMF ile bir anlaşma yapılacağı beklentisi her ne kadar Nisan ayına kadar böyle bir ihtimalin az olduğu söylense de diğer yandan ABD’deki başkanlık seçiminin sonuçlanacak olması piyasaları heyecanladırdı. Obama ya da IMF faktörlerine para piyasalarının “işlemeye” başlamasını da eklemekte yarar var. Alınan sayısız önlem, piyasalara verilen onca likidite sonrasında para piyasaları da artık ağır-aksak çalışmaya başladı. Bu durum LIBOR faizlerindeki düşüşten de görülebiliyor. Lehman’ın batışı sonrasında bankalararası güvenin kaybolması paranın “dönüş hızının” düşmesi paranın maliyetini arttıran bir unsur olmuştu. FED’in diğer merkez bankaları ile yaptığı “işbirliği” neticesinde piyasalar adeta “likiditeye boğuldu”. Para piyasalarındaki gerilimin azalması, diğer piyasalara da yavaş da olsa sirayet etti. Şimdilerde paranın bolluğunun keyfi sürülmeye başlanıyor gibi. Para piyasalarının artık çalışmaya başlamış olması işlerin daha da kötüleşmesini şimdilik önleyebiliyor. Bu fırsattan istifade hareketlenen piyasalarda nerelere kadar gidilebilir?Dolar kurlarında 1.4450 önemli bir hedef ve destek konumunda. Bu seviyenin altına inilmesi durumunda ki oldukça düşük bir ihtimal 1.3750 test edilebilir.Bono bileşiklerinde 21.20 ve 20.75 yeni hedef seviyeler.İMKB 100’de 31.150 seviyeleri ilk hedef. Sonrasında 33.500-33.800 bandı gündeme gelecek ki, borsada da bu seviyenin aşılması hayli zor görünüyor.Tüm bunların “ayı piyasasının” bir düzeltmesi olduğunu hatırlatmam, bilmem faydalı olur mu?