Şampiy10
Magazin
Gündem

İnsanın yaratılışı (1)

SORU: Tarık Suresi 6-7’nci ayetlerde “atılan bir sudan yaratıldı, belle kaburgalar arasından çıkar o su” buyurulmaktadır. Ancak orijinal metinde “o su” kelimesi yok deniyor. Ancak çoğu mealde böyle çevrilmiş. Bu ayet ateist sitelerde Kur’ân’ın insan sözü olduğuna kanıt olarak sunuluyor. “O su, belle kaburgalar arasından çıkmaz” deniyor. Bu konuya açıklık getirir misiniz? (Cenan And)

CEVAP: Ayetin orijinali: Hulika min main dafık. Anlamı: İnsan tazyikle atılan bir sıvıdan yaratıldı. “Ma” kelimesi su ve sıvı anlamına gelir. Burada anlatılan, insanın bel bölgesinden gelen sperm sıvısından yaratıldığıdır. Bunda yanlış olan ne var ki? “Ma-i dafık” sperma denilen sperm sıvısıdır. İnsanın, bu sıvının tamamından değil sadece bir cüzünden yaratıldığı Kıyamet Suresi’nde anlatılır. İsterseniz “Çağdaş Tefsirimde” Kıyamet Suresi’ne yaptığım açıklamayı okuyun. Kur’ân anlatımının kısa bir özetini sunmak istiyorum.

“45- O yarattı iki (cinsi oluşturan) çifti: Erkeği ve dişiyi, 46- Atıldığı zaman nutfe(sperm)den” (Necm: 23/45-46), “37- Kendisi, dökülen meneden bir nutfe (sperm) değil miydi? 38- Sonra alaka (embriyo) oldu da (Rabbi onu) yarattı, ona şekil verdi. 39- Ondan iki (çift(i), erkeği ve dişiyi var etti” (Kıyamet: 31/37-39) ayetlerinde gerek erkeğin, gerek dişinin, babadan giden spermden yaratıldığı açıkça belirtilmektedir. Çünkü Kıyamet Suresi 39’uncu ayette “mihu” zamiri, nutfeye değil meniye gitmektedir. Eğer nutfeye gitseydi, zamirin dişil olması gerekirdi. Oysa zamir erkildir. Bu ayetlerde geçen nutfe de sperm sıvısıdır. Spermle yumurtacığın karışımı olan nutfe-i emşac değildir. Demek ki erkek de dişi de babadan giden meni hayvancıklarından yaratılmaktadır. Meni hayvancığının türü, insanın cinsiyetini belirlemektedir.

Nutfe, kırba veya kovanın altında kalan az suya denilir. Bununla erkek ve kadının döl sıvısı kastedilmiştir. Alak Suresi’nin 2’nci ayetinde ise insanın alaktan yani rahmin cidarına tutunan embriyodan yaratıldığı ifade edilmektedir. Meni hayvancığı, rahim kanalında yumurtayı aşılar, onunla birleşerek insanın kökü olan zigotu oluşturur. Zigot bölünerek üremeye başlar, çoğalır. Kan pıhtısı gibi bir görünüm alır. Sonra bir çiğnem et görünümü verir. Aslında tüm programı kendisinde bulunan bu küçük canlının önce kıkırdak kemikleri belirir, kemikler üzerine adaleler, kaslar kaplanır. Sonra Allah onu bambaşka bir yaratık, kâmil, bağımsız bir insan haline sokar. Bilginlerin incelemelerine göre bütün hayvanlarda döllenen yumurta, döllenme aşamasından kemik oluşumu zamanına kadar birbirine benzer. Ancak bu aşamadan sonra varlığı belirlenir. Diğer yaratıklardan ayrı bir görünüm alır. İşte “Sonra onu, bambaşka bir yaratık olarak inşa ettik” cümlesi, insanın ancak bu kemiklere et giydirme aşamasından sonra diğer yaratıklardan ayrı bir hüviyet kazandığını, bağımsız bir varlık haline geldiğini gösterir. Allah daha iyi bilir.

Yazının devamı...

Bağnazlık devam ettikçe yeryüzünde barış olmaz

SORU: Bir yazınızda diyorsunuz ki: “Hıristiyanlar ve Müslümanlar daha ne zamana kadar böyle devam edecekler? Birbirlerini suçlayıp duruyorlar.” Bizleri yönelten, yanlış ya da farklı bilgilendiren bazı hocalardır. Diyanet’in elinde büyük bir destek varken kendilerini yetiştirmeyen hocalar bizi yanlış bilgilendiriyor. Dolayısıyla da sizin gibi saygıdeğer hocalar meydana çıkınca bize garip geliyor. Ama neticede sizleri anlıyoruz. Sağ olun var olun. Bizim hiçbir din mensubuyla kavgamız yok. “Acaba kim cennete ya da cehenneme gidecek” diye ne bir araştırma ne de telaş içindeyiz. Sadece sayın hocaların bize öğrettikleri var. Örneğin, “Hıristiyanlık’tan sonra İslâmiyet geldi. Hıristiyanlığın hükmü kalktı. Bugün tek din İslâmiyet’tir” diyorlar. Zihnimizi bulandırıyorlar. Tanıdığım çok iyi insanlar var. Ancak onlar Allah’ı tanıyor, Peygamberimizi tanımıyor. Yine bazı hocalar böyle bir kişinin cehenneme gideceğini söylüyor. Onu sadece Allah bilir. Tabii ki dinlerarası kavga olmaması lazım. (Hidayet Koçak)

CEVAP: Teşekkür ederim Hidayet Bey. Bu bağnazlık devam ettikçe yeryüzünde barış olmaz. İslâmiyet gelmekle Hıristiyanlık ortadan kalkmadı. Çünkü peygamberlerin misyonu bir öncekini devre dışı bırakmak değil, onu doğrulamaktır. Bu bir. İkincisi, Peygamber her şeyden önce ilahi kitabı olmayan Araplara geldi, Hıristiyanlara değil. Eğer Hıristiyanlara gelseydi onların diliyle konuşur, onların dilinde kitap indirilirdi. Oysa Peygamber Arapça konuştu. Hıristiyanlar ise ya Habeşistanlı, ya Rum, ya Yunan veya başka uluslardan ayrı ayrı dilleri konuşan insanlar. Onlar Arapların dilinden anlarlar mı? Allah her millete, kendi anlayacağı dilde peygamber gönderir, kitap indirir (İbrahim: 4). Bunu böyle bilin. Peygamber’i de bütün peygamberleri devre dışı bırakan bir insan olarak görmeyin. Bu gerçeklere aykırıdır. Kur’ân’a da aykırıdır. Çünkü peygamberlerin hepsi aynı Tanrı’nın elçileridir. Temelde farklı mesaj getirmeleri mümkün değildir. Getirdikleri mesajların dili farklı olsa da ruhu birdir. Hepsi insanları Allah’ı birlemeye ve yalnız O’na tapmaya çağırmışlardır. İşte bu çağrının özü İslâm yani Allah’a teslim olmak ve yalnız O’na kulluk etmektir. Allah, hâşâ kullarını yakmaktan zevk alan despot bir kral değildir. İnsanlar tekelciliklerini, dar görüşlerini, despotluklarını maalesef dine yansıtarak Kur’ân’ın geniş görüşünü daraltmışlardır. Ben

Yunus’un sözlerini yineleyeyim:

Haşe lillah, senden ey Rabbül-enam

Sen tamaşa kılasın ben hoş yanam.

(Ey âlemlerin tanrısı Allahım, beni cehenneme atıp cayır cayır yanmamı seyretmek senin şanına yakışmaz. Hâşâ sen bunu yapmazsın Rabbim.)

Yazının devamı...

Bu gece Miraç Kandili

Bazı İslâm ülkelerinde, özellikle de Türkiye’de recep ayının 27’nci gecesi Miraç Kandili olarak kutlanır. İsra Suresi’nin 1’inci ayetinde yüce Allah’ın, ayetlerini göstermek üzere kulunu, gecenin bir vaktinde Mescid-i Haram’dan, çevresi bereketli kılınan Mescid-i Aksa’ya isra ettiği (yürüttüğü) bildirilmektedir. Peygamber’in, geceleyin Mekke’den Mescid-i Aksa’ya götürülmesine isra, göklere çıkarılmasına da miraç denilir. Sağlamlık derecesi hayli kuşkulu çeşitli rivayetlere göre miraç olayında yüce Allah, yücelere çıkardığı Hz. Muhammed’e, doğrudan doğruya vahiyetmiş ve kendisine üç hediye vermiştir: Birincisi önce 50 vakit olarak farz kılınan, dönüşte Hz. Peygamber’in yolda rastladığı Hz. Musa‘ya danışması ve Musa’nın yönlendirmesiyle birkaç kez Allah’a arz-u niyaz ederek ümmetinin bu kadar namazı yapamayacağını söylemesi sonunda 5 vakte indirilen namaz; ikincisi Bakara Suresi’nin son üç ayetinin direkt olarak vahyedilmesi, üçüncüsü ümmet içinde şirk koşmayanların affedileceği müjdesi. Ayrıntılarla örülmüş rivayetlerin esası budur. Bu rivayette olay, Hz. Muhammed’in henüz peygamberlikle görevlendirilmeden once Kabe yanında uyurken gördüğü bir rüyadan ibarettir. Bir rüya biçiminde anlatılan olay, gerçeklere ters düşen şeylerle doludur:

Henüz peygamber olmayan Hz. Muhammed’in ümmetine namazın farz kılınması tuhaftır. Allah namazı farz ettikten sonra Hz. Muhammed’in, Musa’nın önerisini Cebrail’e danışması ve onun önerisiyle beş kez Allah’a dönüp “Ya Rabbi bunu bizden hafiflet” demesi, aklın alacağı bir şey değildir. Allah’ın, verdiği emri henüz tebliğ edilmeden geri alıp değiştirmesi mantıklı değildir. Peygamber, miraç gibi insanın aklını başından alan ruhani bir müşahede olayında Musa’nın yanına gidip, hâşâ Allah’ın emrini ona danışacak durumda olamaz.

Allah’ın tecellisine mazhar olan dağ, pamuk gibi atılırken (Araf: 143, Haşr: 21) O’nun huzuruna çıkan insanda beşeri düşünceden eser kalır mı? “Gözler O’nu görmez, O gözleri görür; O latif (gözle görülmez), habir (her şeyi bilen)dir” (Enam: 103) ayetinin açık söylemiyle yüce Allah, baş gözüyle görülemez. Nitekim Peygamber’in Allah’ı görmediği, “Nurdur, O’nu nasıl göreyim?” dediği anlatılır (Müslim, İman: 29). Necm: 1-15’inci ayetlerde Cebrail’in, Hz. Muhammed’e iki yay arası, hatta daha da az yaklaşıp ona vahyetmesi olayı, miraçla karıştırılmış ve Allah’ın sarktığı, yaklaştığı ifade edilmiştir. Kanaatime göre isra ve miraç, uyanıkken vuku bulmuş ruhsal olaylardır. Tasavvuf diliyle Allah sevgisinde kendisini yitiren Peygamber Aleyhisselam, çıkarıldığı ruhsal seyahatte manevi makamları dolaşmıştır. Bu ruhsal seyahatinde onun bedensel seyahatine yani hicretine de işaret vardır. Kendileri önce ruhsal bir seyahate çıkarılarak fiziksel seyahate de hazırlanmıştır. Miraç gecesinin tüm insanlığa aydın ufuklar doğurmasını dilerim.

Yazının devamı...

Abdest almak sadece namaz kılmak içindir

SORU: Amcam 87 yaşında. İbadetlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışıyor. Namazını kılıyor, orucunu tutuyor, zekât ve fitresini veriyor. 20 sene önce hacca gitti. Yanında gıybet yapılsa hemen orayı terk ediyor. Tiroid, prostat ve kalp hastası. Doktorları çok su içmesi gerektiğini söyledi. Rahatsızlığından dolayı sık sık tuvalete gidiyor. Evde ve sokakta abdestsiz dolaşmanın doğru olmadığını düşünüyor. (Mehmet Öztekin)

CEVAP: Amcanız iyi niyetle sevap işleyeceğim derken sağlığını tehlikeye atarak günah işliyor. Abdest almak, sadece namaz kılmak için gereklidir. Namaz vakti abdestini alır, namazını kılar. Sonra rahat yaşar. Sokağa çıkmak, gezmek dolaşmak ibadet midir ki abdestli çıksın? Özellikle yaşlıların çok su içmeleri gereklidir. Aksi halde böbrekler rahatsızlanır, vücudun dengesi bozulur. Bu da kişinin kendi sağlığını riske atması demektir. Kur’ân, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” buyurmaktadır. Amcanıza söyleyin böyle yapmasın. Abdest almak namaz kılmak için gereklidir, evde veya sokakta dolaşmak için değil. Rahat yaşasın. Dini kendisine sıkıntı verici hale getirmesin. Dinin amacı insanın maddi ve manevi sağlığını korumaktır.



Gece ibadeti hakkında


SORU: Bir Kur’ân-ı Kerim tercümesinde İsra Suresi 79’uncu ayet, “Gecenin bir bölümünde sana mahsus fazla bir namaz olarak uykudan kalk, Kur’ân ile teheccüd kıl. Yakındır ki Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştıra” şeklinde verilmiş. Buradaki “uykudan kalk” ifadesiyle gece namazı için mutlaka uyuyup uyanmak gerektiği mi vurgulanıyor? Bu ibadet uyumadan önce de ifa edilebilir mi? (Sonay Aydın)

CEVAP: Akşam yemeğinden sonra lambanın olmadığı 14 asır önce uyunurdu. İşte bu uykunun ardından gece ortasında uyanıp namaz kılınması emredilmektedir. Gecenin tamamını uykuyla geçirmek Kur’ân açısından doğru değildir. Önemli olan gecenin ortası olan seher vaktinde ibadet etmektir. Ama o zamana kadar uyumayan kimse de gece ibadetini yapmış olur. İlle uyumak şart değildir. Çünkü Müzzemmil Suresi’nde ve Secde Suresinde gecenin önemli bir kısmında ibadet edilmesi, Kur’ân okunup namaz kılınması, dua edilmesi emredilmektedir.

Yazının devamı...

Hz. Peygamber’i tanrılaştıranlar...

SORU: Bazı kitaplarda Peygamberimizden ilahi bir varlık gibi söz edildiğini, “Kâinat benim için yaratıldı” veya “Adem yaratılmadan ben peygamberdim” gibi sözler söylediğini okudum. Peygamberin böyle şeyler söyleyeceğini tasavvur edemiyorum. Huzuruna çıkınca heyecanlanan bir kişiye “Sakin ol. Ben kral, hükümdar değilim. Kureyş’te kuru etle beslenen kadının oğluyum” diyen o peygamber değil miydi? Başka bir kitapta şöyle yazıyordu: “Tasavvufa göre Hz. Muhammed’in hakikatini doğru anlamak ve anlatmak bazen Allah’ı anlatmaktan daha zor bir hal alabiliyor. Allah kendisini ulûhiyet makamında açıkladığı için O’nu anlatmada anlam kayması olmaz.” Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ne sormuşlar: “Peygamberin en üstün tarafı hangisidir?” Şu cevabı vermiş: “Beşeriyeti.” (Salah Ünsaler)

CEVAP: Hz. Peygamber’e nispet edilen o sözlerin hepsi uydurmadır, iftiradır. Allah dünyayı hiç kimse için değil, kendisi için yaratmıştır. Zaten yaratma, O’nun Allahlığının gereğidir. Yaratığı olmadan yaratan olmaz. Işığı olmayan güneş olur mu? İşte yaratıklar yani evren Allah’ın yaratıcılığının ışıklarıdır. Allah kimseye muhtaç değildir, âşık da değildir. Çünkü aşk eksiklik sıfatıdır. Allah’ın eksiği yoktur, ki eksiğini tamamlasın. Allah ezelde olduğu gibidir. Her şey O’nun yansımasıdır. Varlık gerçekte O’nundur. O’nun varlığı gereklidir, Yaratıkların varlığı ise gerekli değil, mümkündür yani değişkendir. Yaratıklar değişir ama Allah hep aynıdır.


Beşeriliğiyle övünmüştür

“Adem suyla çamur arasındayken ben peygamberdim, Allah ilk defa benim nurumu yarattı” gibi sözler hep tasavvuf ve zühd erbabının uydurmalarıdır. İslâm âlimleri bu sözlerin uydurma olduğunu söylemişlerdir. İsterseniz İbn Teymiyye’nin Fetava’sına veya “Uydurma Hadis” kitaplarına bakın. Hz. Muhammed de diğer insanlar gibi bir insandır, onun da zaafları olmuştur ama vahiy onları düzeltmiştir. O sonuna kadar beşerliğiyle övünmüştür. Tasavvuf yoluyla çok uydurma şey halkın inancına karıştı. Böylece dini hurafelere belediler. Kendi kendilerine uydurma ve mantıksız yorumlar yaptılar. Peygamberimizin en çok kaçındığı, kökünü kazımaya çalıştığı şirki İslâm’a soktular. Bir insan olduğu vurgulanan Peygamber’i tanrılaştırdılar. Bu tür inançlardan Allah’a sığınırız.

Yazının devamı...

Din Kur’ân’dır ve Peygamberin kesin sözleridir





SORU: Kur’ân-ı Kerim’de ibadetin nasıl ve nerede yapılacağı çok açık bir şekilde yazılmış mıdır yoksa o dönemin önde gelen âlimleri mi ibadete son şeklini vermiştir? Bazı ayetlerde geçen namaz kelimesinin kimi âlimlerin çevirilerinde ibadet, kimilerinin çevirilerinde ise dua olarak geçmesi benim bu soruyu yöneltmeme sebeb oldu. (Can Adar)

CEVAP: İbadet sadece namaz değildir. Allah’ı anmak, tesbip etmek, Kur’ân okumak, oruç tutmak, sadaka vermek hep ibadettir. Ancak Kur’ân’da namazın şekli bellidir. Nisa 102’nci ayeti okuyun. Birçok surede “secde edin, rükû edin” denmektedir. Namaz, İslâm âlimlerinin kafadan uydurdukları bir şey değildir. Peygamberimizin 23 yıllık uygulamasının tevatüren bize kadar aktarılan şeklidir. Temeli de Kur’ân’da vardır. Hangi âlim size öyle mantıksız cevap vermiş bilemem. Bildiğim tek şey o tür cevap vermiş olanların din ilmiyle ilgilerinin zayıflığıdır. Din Kur’ân’dır ve Peygamber’in kesin sözleridir.



Avrupa’da İslâm ilahiyatı açılmalıdır


SORU: Avrupa’da, bilhassa Almanya’da tek bir İslâm İlahiyat Fakültesi’nin olmaması büyük bir eksiklik değil mi? Buralarda doğup büyüyen çocuklarımıza İslâm’ı sizin anladığınız ve anlattığınız gibi öğretecek din dersi öğretmeni ve imamlara olan ihtiyacımızı, kalıcı bir şekilde karşılamak için eğitim problemini Türkiye olarak ele almakta neden geciki-yoruz? Bizler Avrupa’da kalıcı olduğumuza göre din hizmetlerinde de kalıcı çözümler niye aranmıyor? Türk Müslümanlar için geçici olarak gönderilen hocalarımız maalesef tam başarılı olamıyor. Hıristiyan papazlar gibi bizim hocalarımızın da buranın üniversitelerinde eğitim görmesi gerekmiyor mu?

(Targan Kuzucuoğlu / Bochum)

CEVAP: Düşüncenizde haklısınız ama bildiğim kadarıyla Avrupa üniversitelerine bağlı olarak din dersi hocası yetiştirmek amacıyla İslâm bölümleri açılma girişimleri var. Münster’de böyle bir bölüm bulunduğu gibi Frankfurt Üniversitesi’yle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortak çalışmasıyla açılmış bir ilahiyat bölümü var. Diyanet’in finanse ettiği bu bölümde benim bir talebem de orada profesör olarak görev yapıyor.

Yazının devamı...

Asıl din, Allah sevgisiyle yanmak ve insan olmaktır

SORU: 1- Otobüs yolculuklarında genelde uyunur. Budurumda abdest bozulur mu? Bu soruyu Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Dairesi’ne sordum. “Koltuğunu yatırmadan uyursan bozulmaz” diye cevap verdiler. Yine aynı daireden başka bir hocaya aynı soruyu yönelttim, “Ne şekilde uyursan uyu bozulur” dedi. Hangisi doğru? 2- Hanımların dini toplantılarında Kur’ân okumaya başlamadan evvel genelde “elimizden, dilimizden, gözümüzden, kulağımızdan...” diye başlayan ezberlenmiş bir tövbe okunur. Bu bana gereksiz ve yararsız görünüyor. İnsan işlediği bir günahtan dolayı pişman olur, Allah’tan bütün kalbiyle af diler ve bu günahı bir daha tekrar işlememeye niyet eder. İşte gerçek tövbe budur.

3- Özellikle yazın güneşte kullanıyorum. Bazı yakınlarım, “şapka takmak günahtır” deyip beni bundan vazgeçirmeye çalışıyorlar. “Nedir şapkanın günahı” diye soruyorum. Şapka giymenin Hıristiyanlara benzemek olduğunu söylüyorlar. Hıristiyanların keşfettiği tüm aletleri kullanmak günah değil, bütün günah şapkayla kravatta nedense? Onlar mı yanlış düşünüyor yoksa ben mi? (Nilüfer Göztaş)

CEVAP: 1- O cevabı kim verirse versin yanlıştır. Abdesti sadece küçük ve büyük tuvalete çıkmak bozar. Uyuma abdesti bozmaz. Peygamberimiz ve sahabileri, uyudukları halde kalkıp abdest almadan namaz kılmışlardır. Bunu çok yazdım. Bu konudaki hadis rivayetlerini iyi okuyan meseleyi anlar. 2- Toplantılarda yazdığınız biçimde tövbe istiğfar sonradan âdet olmuştur. Peygamberimiz zamanında böyle bir tövbe uygulaması yoktu. Ama böyle yapmanın zararı da yok. Belki tövbeye konsantrasyon bakımından faydalı olur. 3- Şapka takmak saçları örter. Niçin günah olsun? Bunu söyleyen, bir delile dayanmadan söylüyor, kendi önkabullerini din olarak görüyor. Asıl günah o tür yorumlardır. Bildiğiniz gibi kadının baş örtüsü takması Kur’ân’ın emridir. Şapka tam baş örtüsü olmasa da hiç yoktan iyidir. Asıl din Allah sevgisiyle yanmak ve insan olmaktır.

Afrika’dan bir söz

Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.

Kenu Kenyattu
Kenya Kurucu Devlet Başkanı

Yazının devamı...

Esas yapıldıktan sonra ayrıntının önemi yoktur

SORU: Erkekler 1- Başı açık 2- Kısa kollu gömlekle 3- Çıplak ayakla namaz kılabilir mi?

4- Rükûda (sol ayağı sağ ayağın yanına alarak) ayakları birleştirmek gerekir mi?

5- Müzik dinlemek haram mı?

6- Abdest alırken ayakların yıkanması mı gerekiyor yoksa çorap üzerine mesh yapılsa da olur mu?

7- Sabah namazının birinci rekâtında ekleme sure olarak ayetel-kürsi okunabilir mi?

8- Banyo yaparken avret yerlerinin örtülü olması mı gerekiyor?

9- Duvarında fotoğraflar asılı olan odada namaz kılınır mı?

10- Altın nikâh alyansı takılabilir mi?

11- Yalnız kıldığımız namazlarda dua yaptıktan sonra okunması iyi olan başka dualar var mır?

12- Çalıştığımız yerde işimiz gereği yerimizden uzun süre ayrılamıyoruz ancak namaz kılmak için mescidimiz var. Namaz vakti girdiğinde sadece farzı kılsak olur mu? (Semih Aras)

CEVAPLAR: 1- Göbekle diz kapağı arası kapalı olan her erkek namaz kılabilir. Başı örtmek şart değildir, gelenektir.

2- Namaz kılarken kapalı olması gereken yer, göbekle diz kapağı arasıdır. Kısa kollu, uzun kollu gömlek fark etmez.

3- Çorap giyme şartı yoktur. Hz. Peygamber’in nadiren çorap giydiğini sanıyorum. Çünkü o sıcakta hâlâ halk pek çorap giymez. Açık ayakla ve sandaletlerle dolaşırlar.

4- Rükûda ayakları birleştirmek gerekmez. Namazın şartları ayakta durmak, Kur’ân okumak, rükûa varmak, secdeye varmak, son oturuşu yapmaktır. Bunlar arasında ayaklar arasındaki mesafeden söz edilmez. Böyle şeyler adap meselesidir. Esas yapıldıktan sonra ayrıntının önemi yoktur. Ayaklar arasında dört parmak kadar mesafe bulundurmayı sünnet sayanlar yanında ayakları açıp yanında bulunan kişinin ayağına değdirmeyi sünnet görenler de vardır.

5- Müzik dinlemek mubahtır. İnsanı maneviyata yönelten müzik ise güzel bir şeydir. Çünkü sevaba vesile olan şey sevaptır.

6- Abdestte çıplak ayağın mesh edilmesi farzdır. Ayak üzerinde çorap varsa çorap üzerine de mesh edilebilir.

7- Namazın hangi rekâtında olursa olsun Kur’ân’ın her sure ve ayeti okunabilir.

8- Banyo yaparken avret yeri örtülürse nasıl banyo yapılacak? Bunlar boş şeylerdir.

9- Namaz kılınacak yerin kıblesinde yani namaz kılanın karşısında olmamak şartıyla odada fotoğrafın asılı olması namaza engel değildir.

10- Altın alyans takmanın sakıncası yoktur.

11- Namazın ardından yapılacak çeşitli dualar vardır. Bu konuda ilmihal kitaplarına bakılabilir.

12- Acelesi olan herkes sadece farzı kılmakla yetinebilir. Çünkü sünnetleri kılmak zorunlu değil, isteğe bağlıdır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.