Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Askeri değil, insani güvenli bölge’

“Tampon bölge ve uçuşa yasak bölge bizim eskiden beri söylediğimiz bir şey. Öyle bir yer olsun ki, BM güvencesi altında insanlar oraya sığınabilsinler ve o insanlar bizim sınırımızdan içeriye bir baskı oluşturmasın”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, iki günlük resmi ziyaret için Azerbaycan’da. Başbakan, önceki gece Ankara’dan Bakü’ye giderken, TC-TUR uçağında gazetecilerin gündeme dair sorularını yanıtladı.

- Sınırda bir operasyonel hazırlıktan söz ediliyor. Tampon bölge ile bunu ilişkilendirmek mümkün mü?

Sınırda yardım eskiden de yaptığımız bir şeydi. Suriye sınırında yüz binlere yardım ettik ve o sayede bir ara sayıyı belli bir yerde tutmak mümkün olabildi. Aynı durum Kobani’de, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde söz konusu olursa sınır illerimizdeki valilerimize talimat verildi. İnsani yardım amacıyla her türlü çalışma yapılacak. Çok ciddi bir güvenlik problemi cereyan eder ve onlar da sığınmak için gelirse durum farklılaşır tabii. Yezidilere de yardım yaptık. Önce dışarıda karşıladık sonra şu anda 35 bini aşan Yezidi var içeride. Birileri, “Yezidilere yardım yapılmıyor” propagandası yapıyor.

Topraklarında korunmalılar

- Tampon bölge ve uçuşa yasak bölge konuları çözülebilecek gibi görünüyor mu?

Biz sınırda yardım yapacağız. Tampon bölge ve uçuşa yasak bölge bizim eskiden beri söylediğimiz bir şey. Tampon bölgeyi insani gerekçelerle söylüyoruz. Yani bir askeri tampon bölge değil. Öyle bir yer olsun ki, BM güvencesi altında insanlar oraya sığınabilsinler ve o insanlar bizim sınırımızdan içeriye bir baskı oluşturmasın. Türkiye’nin çevresinde 30 kilometrelik böyle bir tampon bölge olsaydı ve mültecileri biz orada ağırlamış olsaydık, Suriye halkı, ‘memleketimi terk ettim’ psikolojisine girmezdi. Suriye’nin geleceği ile ilgili ümidini kaybetmezdi. Toprakların bir yerinden diğerine iç göç her zaman telafi edilebilir ama dış göç onulmaz yaralar açar. Biz sürekli güvenli bölge diyoruz. Bu güvenli bölgede insan barınacak. Bu olmuş olsaydı 1 buçuk milyon Suriyeli, sınır boyunda olurdu. Biz de yine aynı yardımı yapardık. Şimdi Kürtler için de aynı şey. IŞİD baskısıyla kaçtıklarında kendi topraklarında korunmaları önemli. Tampon bölge talebi, Kürt, Arap, Türkmen, o bölgede yaşayan herkesin menfaatine. İnsani bir şey.

Biz söylediğimizde yapılsaydı...

Uçuşa yasak bölge stratejik ve insani bir taleptir. Eğer biz söylediğimizde Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan edilseydi, IŞİD bu kadar geniş alana yayılamazdı. Şöyle ki... IŞİD’in 2013 yazına kadar Suriye topraklarında ciddi bir hakimiyeti yoktu. O arada, 2012 Ocak ayından itibaren Scud füzeleri atılmaya başlandı, 2013’te Rusya ve İran’ın verdiği desteklerle ciddi hava operasyonları başladı. Rejim bombalayınca muhalefet de çekilmek zorunda kalıyor, hava bombardımanından kaçıp daha emin yerlere çekiliyor. İşte onların boşalttığı yere IŞİD girdi ve burada, IŞİD ile Suriye rejimi arasında taktiksel bir koalisyon doğdu. IŞİD’i büyüten bu. Eğer ‘no fly zone’ (uçuşa yasak bölge) olsaydı ve hava operasyonu olmasaydı Özgür Suriye Ordusu alanda çok rahat ilerleyebilir, kendisini koruyabilir ve belki de yeni bir yönetimin önü açılırdı. Güvenli bölge o gün Sünni Araplara, daha çok Türkmenler’e lazımdı, bakın bugün Kürtlere lazım. Yarın da belki Nusayrilere lazım olacak.

Esad’la işbirliği IŞİD’i büyütür

- IŞİD meselesi sizce nasıl çözülür?

Bakın, NATO toplantısında bir iki ülke “IŞİD’e karşı Suriye rejimi ile işbirliği yapalım” demiş. Rejimle işbirliği yapalım” demiş. “rejimle!Ö” yani IŞİd’e karşı Suriye rejimiyleÖ Ben de, “Böyle bir şeyin yapılması ne demek biliyor musunuz” dedim, rejimle işbirliği yapıldığı anda bütün Sünniler, ‘Bu savaş Sünnilere karşı’ deyip, IŞİD’in yanında yer alacaklar. IŞİD’i büyütmek istiyorsanız rejimle işbirliği yapın. 25 milyon Sünni zaten yıllardır cezalandırılmış, kendini yalnız hisseden bir kitle. IŞİD, “Ben buradayım, ben senin sahibinim” diyor. Bu mesele sadece askeri operasyonlarla çözülecek bir mesele değil. Radikalleşmenin ilacı içselleştirmedir. Sünni kitleler için de yeni bir kanal açılması ve eşitlikçi bir şekilde herkesin siyasal sistemden, ekonomiden pay alması sağlanmalı.

Tezkerelerin içeriği değişecek

- Ekimde yenilenecek Suriye ve Irak tezkerelerinin çerçevesi değişecek mi?

Olabilir. Var olan tezkereler yenilenecek. Ama muhteva değişikliği olabilir. Irak tezkeresinin çıktığı 2007’den sonra şartlar çok değişmediği için genelde aynı kaldı ama şu anda tehdit algısı değişti. Suriye için de değişiklikler var. Dolayısıyla Türkiye’nin ulusal güvenliği neyi gerektiriyorsa, TSK güvenliği sağlamak için neye ihtiyaç duyuyorsa o yönde değişiklikler yapılacak.

- Bu değişiklikte İncirlik’in yeri ne olur?

Tezkerede İncirlik ile ilgili bir boyut yok.

Sunay döneminde reddedilen mektup

“Barzani bir olay anlatmıştı... 1960’lı yıllarda Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı. O zaman Irak rejimi baskı yapıyor. Yardım talep ediyorlar. Bir çok ülkeye mektup yazıyorlar. Ankara’dan mektup açılmadan aynen iade ediliyor. Nerden nereye geldi Türkiye. Özal da elinden geleni yapmak isterdi ama o dönem kapasite o kadardı. Çözüm Süreci’ni olumsuz etkileyenler, ‘Türkiye, Suriye’deki Kürtlere yardım etmiyor’ diye propaganda yürütenler bunu, ‘Türkiye, IŞİD’e destek veriyor’ kampanyası ile birleştiriyor. New York Times ile Zaman Gazetesi arasındaki o ilginç paslaşma da bu. Algı koalisyonu oluşturuluyor.”

ÇÖZÜM SÜRECİNDE ZİHİNLER BERRAK

- Çözüm sürecinde gelinen nokta nedir?

‘Güvenlik-İstihbarat-Diplomasi’ alanlarını tek bir paket olarak görüyorum. Üçünde eş zamanlı yürüyemezseniz herhangi bir stratejiyi hayata geçiremiyorsunuz. Genelkurmayla da konuştum. Öyle mekanizmalar kuralım ki, bu üç unsur iç içe geçsin. Biz bunu daha önce, ‘kriz yönetimi’ olarak yapıyorduk. Mesela, Suriye’den mülteciler geldi. Konya’da idim. Sayın Başbakanımız’ı aradım. Gece 01.00’de Konut’ta toplantı yaptık. MİT Müsteşarı, Dışişleri Müsteşarı, Genelkurmay 2’nci Başkanı ile toplanıyorsunuz. Ama bu düzenli bir şey değil de, bir kriz yönetimi. O tecrübe bize çok şey kazandırdı.

- Yeni bir birim mi kurulacak?

Birimin ötesinde bir şey bu. Benim yapmaya çalıştığım şey ‘süreç yönetimi’. Süreç yönetimi kurumsal paylaşım, kriz yönetimi ise anlık paylaşım gerektiriyor. Çözüm Süreci bu üç alanın (güvenlik-istihbarat-diplomasi) yanında adalet, içişleri, basın yayın, kamuoyu algısı vs’nin de içine girdiği daha karmaşık bir süreç. Bunun sürekli yönetilmesi gerekli.”

- Süreçle ilgili yakında somut adımlar atılacak mı?

Olabilir. Başlık olarak atılacak adımlar olacak.

- Yol haritası belli diyebilir miyiz?

Hangi adımın atılacağı ve nereye doğru gideceği bizim zihnimizde berrak. Kamuoyu algısı bağlamında bunun adım adım paylaşılması gerekiyor.

- Genelkurmay Başkanı “Bizim haberimiz yok” demişti...

Onun da berrak. Bu konuda böyle bir sıkıntı yok. Bu süreçte rol alacak herkes, her kurum, her taraf şu anda nereye doğru gidildiğinin farkında. Sürece katkıda bulunacak tarafların zihninde bir ay öncesine göre daha netleşmiş bir fotoğraf var. Bu fotoğraf konusunda görüşmeler devam edecek. Somut bir noktaya gelindiğinde bu adımlar gözlenir hale gelecek. Göre göre yürünecek bir yol bu, tek taraflı izahlarla olacak bir şey değil.

Yeni yasal düzenleme

- İlk etapta ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin denetimli serbestlikle tahliyesi söz konusu mu?

Önümüzdeki dönemde atılacak adımlar konusunda geçen toplantıda ilgili birimler talimatlandırıldı. Bunun detayına girmemiz doğru olmaz. Ama herkesin yapabileceği çalışmalar var. Tutuklu hastalar meselesi aynı zamanda insani bir konu.

- Yeni yasal düzenlemeler olacak mı?

Gelebilir zamanlamasını zikretmeyeyim.

Petrol iddiasına yanıt

- ABD Dışişleri Bakan Kerry’nin, IŞİD’in petrol ticaretini Türkiye sınırlarında yaptığı yönündeki açıklaması hakkında ne diyeceksiniz?

“Yok böyle bir şey. Ankara’da kendisine de izah ettik. kesinlikle IŞİD’le Türkiye üzeriden yapılan herhangi bir petrol satışı söz konusu değildir. Kaçakçılık teşebbüsleri vardı, yakaladıklarımızın hepsi imha edildi.

‘Her santimi kurtulana kadar...’

Azerbaycan’da temaslarda bulunan Başbakan Davutoğlu, Haydar Aliyev’in mezarını ve şehitliği ziyaret etti. Davutoğlu, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’le görüşmesinde, Karabağ sorununa dikkat çekerek, “Azerbaycan topraklarının her bir santimetre karesi kurtulana kadar Türkiye, Azerbaycan’ın verdiği mücadelenin yanında olacaktır” dedi.

KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA TEPKİ:

Mektup demek mektuba hakaret!

- Ana muhalefet liderinin size yazdığı mektuba tepkiniz ne oldu?

Kılıçdaroğlu’nun mektup dediği şey mektup falan değil. Mektupta bir adap olur. Bana ulaşanda ise devlet ahlakını bırakın, kullandığı dil en süfli dil. Mektup diye yazdığı şeye mektup demeyeyim ben, mektuba hakaret olur. Şimdi yazmış... İstihza ediyor görüntüsünde işte “O zat” gibi ifadelerle komik duruma düşüyor. Beni en fazla tebessüm ettiren şey de, kendini akıllı bir stratejinin parçasıymış gibi gösteren küçük akıllar vardır, büyük strateji diye... Şimdi oradaki küçük oyun ne biliyor musunuz? Bana Başbakanlık gibi bir paye sanki sen mi verdin de ben sana sorup sahip çıkacağım? Benim Başbakanlığıma sahip çıkarak beni Cumhurbaşkanı’nın karşısında bir konumlandırma yapacak, o da oradan seyredecek. Bizim hiç aklımız ermiyor ya... Kılıçdaroğlu zevk alsın, sefa sürsün diye ben Başbakanlık taslayacağım, Cumhurbaşkanımız otorite tabii, o da orada...

- Pekiyi nereye varacak böyle?

Biz kendi ahlakımızdan sorumluyuz. Kılıçdaroğlu ne yaparsa yapsın, bizim için doğru olanı yaparız. Ne onun seviyesine düşeriz, ne devlet ahlakına aykırı bir iş yaparız. Bize o kendi tutumunu öğretemez. Biz ona ahlakı öğretiriz de, o bizim hocamız değil. Gerekirse biz onun hocası oluruz. Biz ondan bir şey öğrenmeyiz. Bizden bir tavır değişikliği olmaz. Bu siyasete seviye getirmek lazım. Ümit ederiz o da bundan biraz nasiplenir.

Yazının devamı...

AYM: Askeri yargı da bağımsız olmalı

Tarih 25 Mart 2012...

Yer İstanbul, 1’inci Ordu Komutanlığı Nöbetçi Askeri Savcılığı.

Bir pazar sabahı, saat 09.00 civarı...

Van Askeri Mahkemesi’nin hakkında 2 ay 10 gün hapis cezası verdiği bir Piyade Er, muhafız nezaretinde askeri savcılığa getiriliyor. İşlemleri sürerken, hükümlü er savcılıktan kaçıyor.

Olay üzerine, 1’inci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nda görevli, firar esnasında nöbetçi olan Yardımcı Askeri Savcı’ya, 28 Ağustos 2012 tarihinde, Milli Savunma Bakanı tarafından ‘uyarma’ cezası veriliyor.

**

Yardımcı Askeri Savcı, Milli Savunma Bakanı’nın verdiği ve kesin olduğu için doğrudan siciline işlenen bu cezaya itiraz ediyor.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesi de, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruyor.

AYİM, AYM’den, 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun 29’uncu maddesinin;

Birinci fıkrasında yer alan, “... Milli Savunma Bakanı tarafından...” ibaresinin ve ikinci fıkrasındaki “Bu cezalar kesin olup ...” ibaresinin, Anayasa’nın 10, 36, 125, 138, 139, 140 ve 145’inci maddelerine aykırılığı gerekçesiyle iptalini istiyor.

**

357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun, ‘Disiplin cezaları’ başlıklı 29’uncu maddesi şöyle:

Askeri hakim subaylar hakkında Milli Savunma Bakanı tarafından, savunmaları aldırılarak, aşağıda açıklanan disiplin cezaları verilebilir.

A) Uyarma: Görevde daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.

(...)

B) Kınama: Belli bir eylem veya davranışın kusurlu sayıldığının yazı ile bildirilmesidir.

(...)

Bu cezalar kesin olup, ilgilinin kuvvet komutanlığındaki dosyası ile kıta şahsi dosyasına konur, siciline işlenir.

(NOT: Bakan tarafından ‘uyarma’ ve ‘kınama’ verilebilecek hallerin yer aldığı kanun metnini http://www.msb.gov.tr/asad/AskeriMevzuat/Kanunlar/as_hak_k.html adresinde bulabilirsiniz.)

**

Anayasa Mahkemesi’nin konu hakkında aldığı 4 Haziran 2014 tarih ve E: 2013/82, K: 2014/100 sayılı kararı, Resmi Gazete’nin önceki günkü (17 Eylül 2014) sayısında yayınlandı.

(http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/09/20140917.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/09/20140917.htm )

Kararın sonuç bölümü şöyle:

“357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun 29’uncu maddesinin;

A - Birinci fıkrasında yer alan ‘... Milli Savunma Bakanı tarafından ...’ ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

(...)

C - İkinci fıkrasında yer alan ‘Bu cezalar kesin olup ...’ ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim Kılıç, Engin Yıldırım, Cemal Mümtaz Akıncı, Zühtü Arslan ile M. Emin Kuz’un karşıoylarıyla ve OYÇOKLUĞUYLA, (...) KARARIN RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE, 4.6.2014 gününde karar verildi.”

**

Yani, Milli Savunma Bakanları artık askeri hakimlere ceza veremeyecek.

Bu kararın içinde altı çizilmesi gereken birkaç nokta var.

1.) Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte verdiği kararlardan birinde şu cümle yer alıyor:

Anayasa’nın 9, 138 ve 145’inci maddelerinde öngörülen yargı bağımsızlığının askeri yargı için de geçerli olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.

**

2.) Askeri hakimlerin meslekte yükselmelerini doğrudan etkileyen disiplin cezalarını verme yetkisinin, yürütme organının üyesi olan Milli Savunma Bakanı‘na ait olması, yargılamanın taraflarında, askeri hakimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda güvensizlik ve şüphe uyandırabilir. Bu olasılık da, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerine aykırıdır.

**

3.) Milli Savunma Bakanı’nın uyarma ve kınama cezası verdiği askeri hakimlerin, bu cezaların iptali istemiyle dava açamayacak olması, yani cezalara karşı yargı yolunun kapalı olması, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine ve hakimlik teminatına aykırıdır.

**

Sonuç olarak...

Birçoğumuzun haberi bile olmayan ama yargı bağımsızlığı konusunda dikkat çekici bir örnek oluşturan uygulama, AYM’nin kararıyla tarihe karıştı.

Yazının devamı...

‘Yumruklar sıkılı değil’

“Bu yeni dönemde bütün her şeyi gözden geçirmek gerekiyor” diyen Başbakan Yardımcısı Akdoğan, muhalefete Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu için “İkisinin de sıkılı yumruğu yok şu anda” diyerek mesaj verdi.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, bazı gazetelerin Ankara temsilcileri ile kahvaltılı sohbet toplantısında gündemi değerlendirdi.

‘Yeniden denemeliyiz’

- Seçime kısa bir süre kala, anayasa ve çözüm sürecini de düşünürsek, yeni döneme uygun yeni bir muhalefet mi gerekiyor?

“Anayasa konusunda toplumda büyük bir beklenti var. Partilerin sözleri var. Bence bunu yeniden denememiz lazım. Seçime bu kadar süre var, yapmakta fayda var. En azından anlaşılan maddelerin çıkarılması konusunda.”

- Hükümet, anayasa konusunda bu adımı atacak mı?

“Cumhurbaşkanımız defalarca bu çağrıyı yaptı. Şart sürmek yokuşa sürmektir. Üzüm yemeye çalışmamız lazım. Bu teklif masadadır bence hala.”

Yeni sayfa açıldı

- Muhalefet partilerini ziyaret edip bu sürece bir ivme kazandırma düşüncesi var mı?

“Böyle bir ziyaret yapılacak diyemiyorum ama yasamayla ilişkili bakan olarak muhalafetle, ilişkiyi de genişletecek şekilde bir takım temaslarda bulunmak istiyorum. Tabii yeni bir dönem... Bu yeni bir dönemde bütün her şeyi gözden geçirmek gerekiyor. İlişki biçimleri, ilişki yönetimi de buna dahil. Basınla ilişkiler de buna dahil. Bu konuda Sayın Başbakan’ın da yeni bir sayfa açtığını zaten gördünüz. Yani geçmişten bir takım sorunları devralmak yerine, bir takım şanslar vererek yeni süreci başlatmak daha doğru diye düşünüldü.”

- Son dönemde toplumun aşırı şekilde kutuplaştığı yorumlarına katılıyor musunuz? İletişimden sorumlu bakan olarak bu konuda neler yapabilirsiniz?

“Bu bir şehir efsanesine dönüştü. Kendi kendimize bunu abartıyoruz bence. Olsa bu sokağa çok daha farklı şekillerde yansır. Siyaset tarzından kaynaklı bir sıkıntı var. Seçim gecesi Tayyip Erdoğan’dan balkon konuşması yapması bekleniyor, toplumu kucaklayan, empati yapan, çiçek atan. Farklı kesimleri anlamaya çalışacağız diyen Tayyip Erdoğan oluyor. 10 Ağustosta da gördük. Rakibini tebrik edemeyen, yüzde 52’yi aşağılayan bir anlayış var. Niye onlar farklı kesimleri kucaklamıyor demiyoruz? Hep başbakan onu yapmıyor, bunu yapmıyor diyoruz. Balkon konuşmasının muhalefette bir karşılığı var mı? Hep anlamaya çalışan Tayyip Erdoğan’dı. Empati yapan da oydu ama sadece bir kişiden de bunu beklememek lazım. Cumhurbaşkanı olduktan sonra farklı bir atmosfer, ambians var değil mi? Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları, yeni başbakanın konuşmaları burada toplumu gerecek hiçbir şey var mı? Ama bir de muhalefetin konuşmaları. Sanki Türkiye’de savaş hali var, böyle cinnet, feveran halinde konuşan bir muhalefet anlayışı. Neden yapıyorlar? Bir karşılığı yok. Size birisi gelir bir tokat atar sen de yumruk atarsın. Sana elleyen yok, karışan yok habire bir yerleri yumruklamaya çalışıyorsun, o zaman sende bir problem var. Bahçeli, Kılıçdaroğlu. Bir sataşma, bir şey diyen var da mı bu kadar hakaretvari konuşmalar yapılıyor. Bunlardan da gına getirdik.”

Reddeden kaybeder

- Cumhurbaşkanı ve başbakanla muhalefet arasında gerilimli ilişki devlet çarkının işleyişinde büyük sorunlara yol açmaz mı?

“Şu anda bir sorun algılamıyorum açıkçası. Karşılıklı bir takım el ense çekmeler olduğunu görüyoruz. Sen şöyle yaparsan ben böyle yaparım gibi ama burada kapıları kapatan, köprüleri atan kaybeder. Sayın Başbakan açık söyledi ben elimi uzatırım. Kim el uzatırsa tutarım. Peşinen ‘yok kardeşim ben oynamıyorum’ diyen varsa o kaybedecektir. Baktığımda, ne Cumhurbaşkanında böyle dışlayıcı reddeden bir yaklaşım var. İkisinin de sıkılı yumruğu yok şu anda. Başbakan’da da bu yok. Kriz var, sistem paralize olacak, muhalafet iktidardan bölündü, koptu denilecek bir tablo yok. Bunun olmaması için de çaba göstermemiz lazım. Muhalefetin yapısal bir takım sorunları var. 2023 hedeflerine ulaşabilmemiz için muhalefetin de yapıcı katkıda bulunması önem taşıyor. Başbakan da Cumhurbaşkanı da yeni bir anlayışla, daha pozitif bir bakış açısıyla bu süreçte her türlü ilişkiye açık olduklarının mesajını veriyorlar, bunu reddeden kaybeder.

‘Günah işleyen çarpık anlayış’

- Paralel yapı soruşturmaları sürüyor. Bunlarla ilgili bir takvim, bir süre var mıdır?

Bunların bir şekilde etkisizleştirilmesi daha önemli gördüğüm benim bir farkındalık oluşturulmasıdır, yapının deşifre olmasıdır ve toplumda bunlarla ilgili bir güven sarsılması yaşanmasıdır. Bu işin ruhudur ve bu noktada ben başarılı olduğumuz kanaatindeyim. Bu hastalıklı yapının deşifre olmasını önemsiyorum. Geniş halkalarda ciddi sorgulanmalar, dağılmalar yaşanıyor. Ama diğer yapının yani sevap kazanırcasına günah işleyen çarpık bir anlayış var. Bu anlayış sorgulanmaya başlandı.

‘PKK’lıların çekilmesi başlamalı’

- Çözüm süreci bağlamında bölgede Kürtçe okullar açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz, bir provokasyon mu?

“Burada bir okul falan yok. İşi şova çevirme, suistimal var. Siz kafanıza göre ben burada hastane açtım diyebilir misiniz? Kanun ve nizam tanımadan biri açabilir mi? Mevzuata uygun bir başvuru, hazırlık yok. Bunların hiçbirini yapmıyorsunuz, ‘Ben buraya okul açtım, devlet de Kürtçeye karşı’ diyorsunuz. Çok ucuzculuk. Süreci bu tür ucuz siyasi taktiklere kurban etmemek lazım.”

‘Yasaklayıcı tavrımız yok’

- Kürtçe eğitim yasal olmadığına göre bunun bir usulü yok, öyle değil mi?

“Bunların hepsinin elbette bir usulü var. Seçmeli eğitim, Kürtçe eğitim meselesini biz belirledik değil mi? Özel okullarda Kürtçe ders verme konusu da düzenlenmiş. Türkçe bütün okullarda resmî ve mutlak dildir. Fransız kolejinde de, Alman kolejinde de. Herhangi bir yasaklayıcı tavrımız yok. ‘Çözüm süreci bir şekilde devam etsin ama biz baskı kurmaya devam edelim’. Buna bizim göz yummamız mümkün değil. Süreç var diye illegaliteyi sineye çekelim gibi bir yaklaşım söz konusu değildir. Gereken yapılacaktır.”

“Bütün bu olaylar eylemsizlik kapsamında olmalıdır. Türkiye’yi PKK unsurlarının, PKK’lı teröristlerin terk etme sürecinin de yeniden başlaması gerektiğini düşünüyorum.”

‘Süreç şeffaf yürüyecek’

Akdoğan, çözüm süreci bağlamında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in “Bilgi sahibi olmadıkları” yönündeki sözlerinin anımsatılması üzerine de şunları söyledi:

“Bu süreç gerçekten şeffaf bir şekilde yürüyecek. Böyle kapalı gizli, birilerinden bir şey kaçırırmış gibi yürümeyecek. Özellikle devlet organları devlet birimleri içerisinde son derece samimi bir paylaşımla şeffaf bir şekilde istişare edilerek. Ne devlet kurumlarından kaçırılarak bir şey yapılıyor ne de toplumdan kaçırılarak bir iş yapılıyor. Biz milletimizin içine sinmeyen işi yapmayız, milletimizin bilgisi haricinde farklı bir iş içinde de olmayız. Ama tabii her süreçte birtakım hassasiyetler vardır. Her şey de ulu orta konuşularak yapılacak demek değildir. Burada nihai çözüme ulaşmaktır önemli olan. Kırılganlık üreten birtakım olaylara rağmen sürecin iyi bir noktada olduğunu düşünüyorum.”

Temel öncelik şu anda rehineler

- Amerikan medyasında Türkiye aleyhine IŞİD konusunda çıkan değerlendirmeler var.

“Uzunca bir zamandır AK parti iktidarına dönük farklı algı operasyonları yapıldı. Bir gazetecilik faaliyetinin ötesinde psikolojik harekattır. Son dönemde IŞİD üzerinden biraz daha köpürtülmeye çalışılıyor. Türkiye olarak biz duruşu en net olan ülkeyiz. İslam dünyasında demokrasi, temel hak ve özgürlükler konusunda, sivil siyaset, teröre karşı olma konusunda bu kadar büyük bir siyasi hareket yok. Tabi rehineler meselesi temel önceliğimiz şu anda. Bundan dolayı da açıklamaları da daha özenli yapıyoruz. Bunu bilenler de Türkiye ileri bir takım şeyler yapamaz diye üzerimize geliyorlar ve sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bu tabi sorumsuzluk. Türkiye bunun çok daha iyisini de söyleyebilir, çok daha iyisini de yapabilir. Ama burada tek insanımızın hayatı bile bizim için çok büyük önem taşıyor. Bu yüzden bu süreci biraz daha serinkanlı bir şekilde biz götürmek durumundayız.”

- Türkiye, rehine meselesi olmasa daha radikal şeyler de yapabilir miydi? Özellikle ABD’nin operasyon planı çerçevesinde...

“Ulusal menfaatlerimiz, toplumumuzun hassasiyetleri, hissiyatı bizim için temel parametreler. Başka uluslararası güçlerin ne yaptığı değil. Elbette uluslarası toplumun da bir dayanışma zemini vardır, gereklerini belli ölçülerde yapmak gerekir ama bunun ölçüsü tartışılabilir. Biz topluma rağmen, toplumun hissiyatına rağmen Türkiye’nin öncelikleri ve ulusal hassasiyetleri çıkarlarına rağmen herhangi bir iş birliği içinde bugüne kadar olmadık. Öncelikle önümüzde belli bir durum var, bugünkü şartları atlatmamız gerekiyor.”

‘Ustabaşımız usta yetiştirdi’

- Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yeni Başbakan’ın belirlenmesi süreçlerine ilişkin olarak parti grubunda değişimin sorunsuz tamamlandığı kanaatinde misiniz, yoksa bir bekle-gör dönemi var mı?

“Süreç şu anda devam ettiği için bugünden erken hüküm vermek çok doğru görünmeyebilir ama ben bunun tarihî başarı olduğunu düşünüyorum. En ufak bir çatlama, patlama süreci bu noktaya getirebilmek gerçekten büyük bir maharettir ve bu Tayyip Erdoğan’ın başarısıdır. Tabii biz Tayyip Erdoğan’dan çok şey öğrendik. Davutoğlu ilk atanan başmüşavirdi. Ondan sonra gelen danışman bendim. Daha sonra Nabi Bey geldi. Tayyip Erdoğan’ın yanında olmak, bu eğitimi almış olmak bence çok önemli. Bu yüzden ustabaşımız Tayyip Erdoğan’dı. Ve birçok usta ortaya çıktı. Bundan sonraki süreci de çok iyi götüreceğimize inanıyorum.”

Yazının devamı...

Tampon cepler formülü

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarıyla gündeme oturan ‘Türkiye’nin güney sınır boyuna tampon bölge’ kurulması konusunda Ankara’da alternatifli çalışmalar sürüyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bir süredir güney sınır hattına tampon bölge kurulması konusunda çalıştığını söyledi.

Askeri ve diplomatik kaynaklar, Ankara’nın bu çalışmaya IŞİD’den kaçan Ezidi ve Türkmen mültecilerin Türkiye’ye sığınmasıyla birlikte başladığını belirtiyorlar. Aynı kaynaklar, IŞİD’e yönelik kapsamlı operasyonların başlaması ile birlikte, örgütün sivil halka yönelik şiddetini artırmasının çok kuvvetli bir olasılık olduğunu, bunun da yeni toplu mülteci akınları ortaya çıkabileceğini kaydediyorlar.

Üzerinde çalışılan ‘cep’ tampon bölgeler formülü ile bilgi verirken Türkiye’nin Suriye ile 877 kilometrelik bir sınır hattına sahip olduğunu hatırlatan yetkililer, bu kadar uzun bir hatta tampon bölge oluşturmanın ancak ‘kritik geçiş noktalarına kurulacak cepler’ şeklinde mümkün olabileceğinin değerlendirildiğini söylüyorlar.

Söz konusu ‘cep’lerin, sınırdaki gümrük kapılarına yakın bölgelerde oluşturulması en kuvvetli ihtimal gibi görünüyor.

BM gündemine gelecek

IŞİD tehdidini ortadan kaldırmak hedefi ile kurulan ‘Çekirdek Koalisyon’un liderliğini yapan ABD ile sürdürülen görüşmelerin ardından, ‘tampon bölgeler kurulması’ konusunun Birleşmiş Milletler’in gündemine taşınması bekleniyor.

Tampon bölgelerin; Türkiye - Irak ve Türkiye - Suriye sınırlarının hangi noktalarında ve sınırdan (Suriye ve Irak topraklarında) kaç kilometre içeride olacağı, güvenliğini sağlayacak askeri gücün komutasının hangi ülkeye verileceği gibi teknik detaylar ile konunun uluslar arası hukuku ilgilendiren diğer boyutları BM çatısı altında şekillenecek. Üzerinde çalışılan başlıklardan biri de, tampon bölgelerde insani yardım faaliyetlerinin nasıl yürütüleceği. Çadır ya da konteyner kentler, sahra hastaneleri, seyyar mutfak ve yemekhaneler gibi alanlarla ilgili planlamalar da BM’nin tampon bölgeler mesaisinde masaya yatırılacak.

Uçuşa yasak bölge

Kurulması öngörülen tampon bölgelerde insani yardım faaliyetlerinin güvenli ve amacına uygun şekilde yürütülebilmesi için ‘uçuşa yasak bölge’ler (no fly zone) ilan edilmesi de gündemde. BM bünyesinde alınması beklenen bu kararın hedefi, Suriye Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçakların tampon bölgelerin üzerinde uçmasının önüne geçmek.

Ankara’nın gündemindeki bir diğer önemli başlık da, oluşturulması planlanan tampon bölgelerde görev yapacak uluslar arası askeri güç ile TSK arasındaki irtibat mekanizması.

Gerek kara, gerek hava kuvvetlerinin Ankara ile sürekli ve güçlü bir irtibat sistemine sahip olması gerektiğini belirten güvenlik kaynakları, Genelkurmay Karargâhı’nda bu mekanizmanın detaylarının da şekillendirilmekte olduğunu belirtiyorlar.

Türkiye, ‘tampon bölgeler’ konusundaki çalışmasına son şeklini Milli Güvenlik Kurulu’nda verecek ve ardından hem ABD hem de BM ile masaya oturacak.

Yazının devamı...

Gündem: AB ve Kıbrıs

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Ankara temaslarında öncelikli gündem maddesi IŞİD tehdidi ve Irak’taki mevcut durumdu. Bunu biliyoruz.

Ancak IŞİD mesaisinin gölgesinde kalan çok önemli bir başlık daha var Ankara ile Washington’un ortak ajandasında: Kıbrıs meselesi.

Kerry’nin Ankara’da, özellikle de mevkidaşı Mevlüt Çavuş-oğlu ile yaptığı görüşmede Kıbrıs konusunun önemli yer tuttuğunun altını çizmek gerekiyor.

Biraz detaylandıralım...

***

Kıbrıs meselesi, malum, Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki en önemli engel.

AB Komisyonu’nun yeni başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile şahsi ilişkileri çok sıcak olan bir isim: Avrupa siyasetinin duayen isimlerinden, Lüksemburg eski Başbakanı Jean Claude Juncker.

(Juncker ile Erdoğan’ın yakınlığının nereden kaynaklandığını ve hangi noktaya vardığını, yaklaşık bir buçuk sene önce bu köşede yazmıştım.

Hatırlamak isteyenler için o yazı arşivde, şu adreste duruyor:

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-532286-yazar-yazisi-basbakan-in-makaminda-sigara-icen-ikinci-kisi/ )

***

Bu şahsi yakınlığın elbette Brüksel - Ankara ilişkilerine olumlu yansımaları olacaktır ancak orta yerde duran somut bir gerçek var.

O somut gerçek, AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’in, “AB’nin gelecek 5 yıl boyunca genişlemeye kapıları kapattığı ve bu süre içinde Birlik’e yeni üye ülke kabul edilmeyeceği” yönündeki açıklaması.

Yeni Başkan Juncker’in, AB Komisyonu’nda Türkiye açısından en önemli koltuk için tercih ettiği isim de, kapıları 5 yıl için kapatma konusundaki kararlılığının göstergesi niteliğinde.

AB Komisyonu’nun Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komisyon Üyesi (eski adıyla Genişlemeden Sorumlu Komiseri), Avusturyalı Hristiyan Demokrat politikacı Johannes Hahn oldu.

Türkiye’nin AB üyeliğine soğuk baktığı bilinen, hatta ‘Türkiye karşıtı’ olarak adlandırılabilecek bir isim...

Hahn da birçok Avrupalı yetkili gibi, ‘Türkiye’nin AB’ye üye olmak istiyorsa Kıbrıs meselesini çözmesi gerektiği’ görüşünü savunanlardan.

***

Şimdi...

Türkiye’nin AB yolunda, üstelik de yukarıda bahsettiğim Juncker - Hahn döneminde mesafe kat etmesi için Kıbrıs konusunun olumlu yönde ivme kazanması şart.

Ancak biliyoruz ki; Avrupalıların ‘Kıbrıs meselesini çözmek’ten kastı, genel itibariyle, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ne istiyorsa Türkiye’nin onu kabul etmesi demek.

Ankara’nın yıllardır tekrar ettiği tezler de herkesin malumu. 10 yıl önce, Annan Planı’nın masaya yatırıldığı, İsviçre’deki Bürkenstock görüşmelerinden bugüne, iki tarafın pozisyonlarında da, sonuca tesir eden pek fazla değişiklik yok.

***

Bu noktada yazının başına dönebiliriz...

İşte bu tablo nedeniyle Kerry - Çavuşoğlu görüşmesinin öncelikli konularından biri ‘Kıbrıs’tı.

Ankara, yeni dönemde Washington’dan, ‘Kıbrıs’ başlığında Brüksel’e dönük aktif bir politika sergilemesini istiyor. Yani AB ile müzakere sürecinde yanında yer almasını, ‘Kıbrıs’ konusunda kendisine destek vermesini...

Geçmişte zaman zaman talep edilen bu aktif diplomatik destek, bugüne kadar Türkiye’nin beklentilerini karşılamadı.

AB, ABD’nin girişimlerine olumlu yanıt vermedi.

Şimdi konjonktür biraz daha farklı. ABD, başta IŞİD ile mücadele başlığı olmak üzere, bölgedeki durum itibariyle,Türkiye ile yeni bir denge arayışında.

İşte bu kritik süreçte, Ankara; Brüksel ile ilişkilerinde Washington kartını bir kez daha oynamak istiyor.

Başkentin diplomatik kulislerinde konuşulanlara bakılırsa, Kerry bu noktada Ankara’yı rahatlatacak mesajlar verdi. Verilen bu olumlu mesajların uygulamaya nasıl ve ne ölçüde yansıyacağını yakında görmeye başlayacağız.

Yakın gelecekte, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda somut gelişmeler bekleyebiliriz.

Not: Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, dünkü Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası, “Hükümetin bir eylem planı hazırlayarak AB üyelik sürecine yeni bir ivme kazandıracağı” açıklamasını, bu yazı kaleme alındıktan yaklaşık 2 saat sonra yaptı.

Yazının devamı...

Medeniyet sinyali

İsmi Hakan Karakuş.

Adının bir önemi yok.

Türk Hava Kuvvetleri’nin F-16 pilotu kurmay yarbaylarından biri.

Mesleğinin, sıfatının önemi yok.

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ün damadı.

Kim olduğunun önemi yok.

Kuveyt’in Ankara Büyükelçiliği’nde görevli, bu ülkenin diplomatları ve Türk şoförleri tarafından, Ankara’nın göbeğinde, eşi ve dünyadan habersiz, henüz 6 günlük bebeklerinin gözü önünde öldüresiye dövüldü.

Faillerin tâbiyetinin değil belki ama hangi coğrafyadan, hangi kültürden geldiğinin önemi var maalesef.

Hakan Karakuş çevredeki insanların müdahalesi ile canını kurtardı.

Bu noktanın da önemi var.

***

Dünyada hiçbir ülkenin vatandaşlarını topyekûn ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diye kategorize edemeyiz şüphesiz.

İngilizler iyidir, Suriyeliler kötü; Fransızlar kötüdür, İranlılar iyi; Ruslar iyidir, Avusturyalılar kötü; Mozambikliler kötüdür, Norveçliler iyi gibi genellemeler muhakkak ki gerçeği tam olarak yansıtmaz.

Lâkin bölgelerin, coğrafyaların genel karakterleri vardır insanının yapısını belirleyen, şekillendiren...

İstisnaları olsa da genel itibariyle, karakteristik özelliklerini bilirsiniz o coğrafya insanının.

***

Sakın ola ‘ırkçılık’ çizgisine çekmeye kalkışmayın şimdi söyleyeceklerimi.

Soruyorum...

Bir selektör yüzünden ya da yol vermeme inadından veya sadece bir sinyal vermedi diye...

Trafikte önce klakson sesleri, ardından camı açıp el - kol hareketleri eşliğinde bağrışmalar, küfürleşmeler, el frenini çekip araçtan inmeler, nihayet kavgalar - dövüşler;

Sizce; misal, İsviçre’de mi daha yaygındır Türkiye’de mi?

Bahsettiğim manzaralar, Hindistan’da mı daha çok yaşanır, Lüksemburg’da mı mesela?

Sözünü ettiğim türden olaylar ile karşılaşma ihtimaliniz, örneğin Irak’ta mı daha yüksektir, Litvanya da mı?

***

Tekrar ediyorum...

Kesin olarak genellemek yanlış olsa da; coğrafyadaki toplum yapısının, eğitim seviyesinin, medeniyet ve kültürel alt yapının şekillendirdiği ortalama bir bölgesel karakter, asgari bir yöresel genetik kod gerçeğini de yadsıyabilir miyiz?

Ankara’da, o kordiplomatik araçtakiler Kuveytli değil, diyelim ki İzlandalı diplomatlar olsa, ortaya çıkan sonuç bu mu olurdu mesela?

Hakan Karakuş’un karşısına çıkanlar; Danimarkalı diplomatlar olsa ne yaşanırdı, Ruslar olsa iş nereye varırdı, Japonlar ile ne nasıl olurdu, bizlerden biri yani kendi ülkesinin vatandaşları olsa sonuç ne olurdu örneğin?

***

Dozu farklı belki ama Türkiye’de hepimiz trafikte muhatap oluyoruz Hakan Karakuş’un yaşadığına benzer şiddet olaylarına.

Bazen bir ağız dalaşı seviyesinde kalıyor yaşanan, bazen ağır küfürleşmelerle de olsa geçip gidiyor ama bazen de işte böyle doğrudan darp vakasına dönüşüyor gergin sürücülerin çatışması. Hatta maalesef bazen sonu pisi pisine ölüm, yok yere cinayet oluyor işin sonu.

Oysa bütün bunları yapan, kavga - dövüşe her daim hazır olan bizler; başkaları birbirine girdiğinde onları ayıran, başka insanların canını kurtaranlarız da aynı zamanda.

Hakan Karakuş’u o dört kişinin elinden civardakilerin alması örneğinde olduğu gibi.

***

Sürücü koltuğuna oturmak kolay da...

Biraz da oturup düşünmemiz gerekmiyor mu; “biz ne yapıyoruz, nedir bu öfke, nedir bu egoizm, nedir bu çifte standart, nedir bu empati yoksunluğu, nedir bu gayri medeni, bu gayri insani davranışlar” diye.

Bir aynaya bakmamız gerekmiyor mu?

Hatta bazılarımızın tükürmesi gerekmiyor mu o aynada gördüğü yüze!

Yazının devamı...

‘Komutan’ değil, ‘dede’ Akın Öztürk konuştu

“Bunun adı, diplomatik dokunulmazlık zırhını kullanıp, işi magandalığa çevirmekten başka bir şey değil.”

Cümlenin sahibi Akın Öztürk.

Ama Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk değil, canı yanmış bir baba, bir kayınpeder ve bir dede olan vatandaş Akın Öztürk.

***

Pilot Kurmay Yarbay Hakan Karakuş, önceki gün akşam üzeri, Ankara Çankaya’da, Turan Güneş Bulvarı üzerinde dört kişinin saldırısına uğradı.

Trafikte her gün, hepimizin yaşadığı sıradan bir olay aslında...

Geçiş önceliği konusundaki anlaşmazlık üzerine Karakuş kornaya basıyor, diplomatik plakalı araçtan inen 4 kişi, korna çalan otomobilin sürücüsünü indirip öldüresiye dövüyor.

Olayın ayrıntılarını VATAN’ın haberinde okuyacağınız için ben tekrar etmiyorum.

***

Dünyanın her yerinde, benzer durumlarda olduğu gibi, haberi daha da büyüten elbette; Hakan Karakuş’un, Türk Hava Kuvvetleri’nin F-16 pilotlarından biri ve aynı zamanda Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ün damadı olması.

***

Dünkü telefon görüşmemizde; sıfatını, rütbesini, mevkiini, makamını bir tarafa bırakmış, sinirli ama daha çok üzgün bir insan vardı karşımda.

Orgeneral Öztürk, “Bugün bizim başımıza geldi. Dün başkaları yaşadı, yarın da başka insanların canı yanacak” diye başladı söze.

“Allah korumuş. Tabii bir de bizim insanımız sayesinde hayatta Hakan” diye devam etti.

“Halk kurtarmış. Oradaki insanlar müdahale etmese, şu anda belki de çok daha büyük bir acı yaşıyor olacaktık.”

***

İşte Akın Öztürk’ün, hem olaya hem de meselenin geneline dair bütün içtenliğiyle anlattıkları:

- Bizim damat yurt dışında görevli. Görevine dönüşü gecikecek şimdi. Dün (önceki) akşam, olaydan sonra, askeri personel olduğu için askeri hastaneye götürdük. Öncelikle beyin tomografisi çekildi çünkü sadece kafasına vurmuşlar. Tekmelerle, sürekli kafasına... Neyse ki beyninde bir hasar oluşmamış. Hayati risk olabileceği söylenmişti önce, neyse ki burun kırığı ile atlattı. Sabaha karşı bitti ameliyatı. Burnundan ameliyat oldu.

- Biz de herkes gibi gerekli yasal işlemleri başlattık. Avukatlarımız adli süreci yürütecek.

- İşin bir de diplomatik boyutu var tabii. Herhalde gereği yapılır, nihayetinde deport gibi bir noktaya varır bu işin sonu. Şimdi bizim alabildiğimiz bilgilere göre, aralarında askeri ataşeleri de varmış. Diplomatik plakalı aracın bir tek şoförü Türkmüş galiba.

- İşin ilginç tarafı, damadım da yurt dışında görevli olduğu için onun aracı da diplomatik plakalı. Ama burada asıl olan, karşıdakilerin diplomatik dokunulmazlık zırhını kullanıp bu işi magandalığa çevirmiş olması. Olay anında orada olan ve gönüllü şahitlik yapacağını söyleyen bazı vatandaşların, bu kişilerin daha önce de bazı vukuatları olduğu yönünde beyanları yer aldı bugün medyada.

- Ama bakın her şey bir yana... Arabadaki insanın yanında eşi var. İki çocuğu var. Biri daha el kadar. 4 yaşındaki büyük torunum da yanlarında. Bebek daha bir haftalık değil, düşünün.

- Yani burada önemli olan bunu kimin yaşadığı değil. Biz burada vatandaşız. Herkes gibi sıradan insanlarız. Herkesin, hepimizin yaşadığı, yaşabileceği bir olay yaşadık. Önemli olan şu; her vatandaşın aynı şekilde, eşit şekilde hakkının korunması lazım.

Yazının devamı...

Yeni uçak ile ilgili iki bilinmeyen

Geçen hafta, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan ve - NATO zirvesine katılmak üzere - Galler’e yaptığı resmi ziyaretleri izlemek üzere önce Bakü, ardından Cardiff’teydik.

Seyahati, Erdoğan ile birlikte yeni uçak TC-TUR ile yaptık.

Gecikmese Gül de kullanacaktı

Teknik özellikleri ve iç dizaynı ile fazlasıyla medyatik olan yeni Airbus A330-200 hakkında iki bilinmeyenden ilki şu:

Bugüne kadar medyada yer alan haberlerde, ‘yeni uçağın, 2 buçuk yıl önce sipariş edildiği‘ bilgisi yer alıyor.

Oysa, öğrendiğime göre Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görevini devralması ile eş zamanlı olarak teslim edilen yeni uçak, 2012 değil, 2011 yılının başında sipariş edilmiş.

Yani Türkiye, bu uçağı 2 buçuk değil, 3 buçuk yıl önce sipariş etmiş.

2 buçuk yıl, yapılan anlaşmadaki teslim süresiymiş.

Yani aslında 2013’ün ağustos ayında teslim edilmesi gereken uçak, bir yıl gecikme ile Ağustos 2014’te tamamlanıp teslim edilmiş.

Bu bir yıllık gecikmenin sebebi, uçağın iç donanımını üstlenen firmanın siparişin verilmesinden bir süre sonra iflas etmesiymiş. Yetkililer, dünyada, bu tip VIP uçakların iç donanımını yapan birkaç firma olduğunu, Ankara’nın da bunlardan biri ile anlaştığını ancak böyle bir şanssızlık yaşandığını söylüyorlar.

Airbus firması, uçağı zamanında uçurmuş ve kabin imalatı ile montajını yapacak olan firmaya teslim etmiş. Ancak kabinin dizaynını, yani uçağın içini tamamlaması gereken firmanın iflası, nihai teslimi bir yıl geciktirmiş.

Bu da demek oluyor ki, bu beklenmeyen gelişme yaşanmasa, uçak, planlandığı şekilde 2013 ağustosunda Ankara’da olacak ve Cumhurbaşkanlığı’nın hizmetine girecekti.

Bu durumda da, 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, görev süresinin son bir yılında TC-TUR’u kullanabilecekti.

Havada alttan fotoğrafı çekilecek

TC-TUR ile ilgili ikinci özel bilgi de şöyle:

Cumhurbaşkanlığı yetkilileri, yakın zamanda özel bir hava fotoğrafı çekimi için hazırlık yapıyor.

Gövdesinin bir yanında “Türkiye Cumhuriyeti”, diğer tarafında “Republic of Turkey” yazan uçağın altında dev bir ‘ay - yıldız’ yer alıyor.

Uçak yerdeyken doğal olarak görülemeyen bu büyük ayrıntı, yakında uçak havadayken TC-TUR’dan daha alçak irtifada seyredecek başka bir uçaktan - alttan - fotoğraflanarak kamuoyu ile paylaşılacak.

Gözünüzün önünde canlandırın...

Masmavi gökyüzünde kanatlarını açmış süzülen, kırmızı - beyaz dev bir çelik kuş ve göğsünde Türk Bayrağı.

Etkileyici bir fotoğraf karesi olacağına şüphe yok.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.