Şampiy10
Magazin
Gündem

Yol haritasında kamu düzeni birinci madde!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kahramanmaraş yolunda çözüm süreci, Kobani olayları ve ABD ile ilişkiler konusunda soruları yanıtladı.

- Üç şehit konusunda HDP’nin açıklamaları var. 3 PKK’lı infaz edildi diyor, şimdi de üç asker öldürüldü deniliyor. “Çözüm süreci konusunda sorumlu olanlar biraz hızlı hareket etmeli, bu bizi endişelendiriyor” gibi bir açıklamaları var.

“Aslında bizi endişelendiren de tam bu mantık. Bir kere ben ilk günden itibaren ısrarla kamu düzeni diyorum. Asker - gerilla gibi bir karşıtlık üzerinden çözüm süreci yürüyemez. Niye öldürüldü o üç terörist? Baraja saldırdılar. Yani şu kastediliyorsa, ‘biz elimiz kolumuz serbest, istediğimiz yolu keselim, istediğimiz inşaata saldıralım, istediğimiz insandan haraç alalım, istediğimiz insanı mahkeme edelim deniliyorsa, bunlarla da çözüm süreci yürümez. Bizim vatandaşın eşit hakları çerçevesinde bütün muhataplarla görüşmeye dayalı bir çözüm sürecini yürütürüz ama HDP’nin bu mantığı yanlış.

‘İyi polis, kötü polis’

- Kobani gerekçesiyle yaşanan olaylar bu süreci zehirlemiş görünüyor.

“Tabii... O ikilik devam ediyor. Etkiliyor. Burada problem ikili dil kullanmak. Halkı sokağa sürdüler, sonra birer birer günah çıkarmaya başladılar. Bingöl’de polislerimiz şehit edildi. Kınadılar, arkasında provokasyon var dediler. Yüksekova ile ilgili başka denklem kurdular. Böyle olmaz. Yani ne istendiği konusunda net ve tek bir dil kullanılmalı. İyi kötü polis oynamaya, birileri vurup saldırırken, diğerleri siyasi alanda olumlu mesajlar versin, böyle bir oportünist tavır içine girilmesi, çözüm sürecini esas tehdit eden şey. Şimdiye dek demokratikleşme konusunda hiçbir pazarlık yapmadık zaten, hepsini kendimiz çıkardık. Ama eğer gerçek alanda sonuç alınacak bir süreç işleyecekse önce sözlerinde durmalılar. Silahları bırakmalılar. Aksine şimdi şiddet ve silaha sarılıyorlar. Böyle bir durum karşısında kimse şunu bekleyemez: Onlar istedikleri anda şiddet kullansın, devlet atıl kalsın. Devletin görevi, vatandaşların can güvenliğini korumaktır. Yol haritasında da birinci madde kamu düzeniydi. Kamu düzenin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz.

Rejim PYD’yi de tasfiye edecek

- Kobani konusundaki son durum nedir?

“Bizim yaptığımız hamleler maskeleri düşürdü, birçok şeyi deşifre etti. Dikkat ederseniz olaylar Kobani’ye yardım için başlatıldı. Türkiye nasıl yardım eder? Ya kendisi girer. ‘Hayır biz Türk askeri istemiyoruz.’ HDP de tezkereye hayır diyerek bunu söyledi. Peki Kobani’den gelen PYD unsurları geri gitsinler... 64’ü ‘gidebiliriz’ dediler, diğerleri kaldı. Geriye ne kaldı? Hava bombardımanı. Türkiye zaten desteklediğini de söyledi. Biz destekledik. Madem yardım diyorsunuz, bizi istemediğinize göre iki yolla yardım gelebilir. Özgür Suriye Ordusu, bunu ilk gün söyledik. İstemediler. Bunu Kobani olaylarından önce söylediler. Peki Peşmerge? Güveniyorsanız onlar gelsin. ‘Hayır, onlar da gelmesin. Gelirlerse çok az sayıda gelsinler.’ Peki ne istiyorsunuz? Nasıl yardım edeceğiz? Salih Müslüm bunları konuşmak için geldi. İki yolu kapatıyorsun, diyorsun ki siz savaşın, havadan bombalansın, ben orada kafama göre rejim ile işbirliği içinde olan bir bölge kurayım. Rejimin hesabı şu: ‘Şu Arapları, Türkmenleri, bana tabi olmayan Kürtleri bir tasfiye edeyim.’ Ondan sonra gelip PYD’yi tasfiye edecek.”

Gül’ün baba ocağını ziyaret ettiler

Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gün Kayseri’deki temaslarının ardından 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün baba evini ziyaret etti. Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu’nu, Kızılırmak Caddesi’ndeki eve gelişlerinde, Abdullah Gül’ün kardeşi Macit Gül karşıladı. Yaklaşık bir saat süren ve basına kapalı gerçekleşen ziyarette Davutoğlu’na, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Kayseri Valisi Orhan Düzgün ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki de eşlik etti. Bu arada, bir grup vatandaş, gecenin ilerleyen saatine rağmen, Davutoğlu’nun Gül’ün baba evinden çıkışını bekledi. Başbakan Davutoğlu da, kendisini bekleyen Kayserililer ile fotoğraf çektirdi, çocuklara oyuncak hediye etti.

‘Tutumumuz değişir’

- Sokak eylemleri, yol kesmeler, saldırılar devam ederse, imralı ziyaretleri biter mi?

“Değerlendiririz, her konuda tutumumuz değişir. Süreç dediğimiz şeyde muhatap PKK değil, ya da HDP değil. Esas muhatabımız doğudaki Kürt vatandaşımızdır. Onlar da bu anlamda hükümetimizden memnunlar. Bir taraftan bölgedeki vatandaşlarımız üzerinde terör estirip baskı uyguluyor, sonra da kamu düzeni yok intiba vermeye dayanırsa burada bu niyet görünmez. Kamuda bir düzen olur, iki düzen olmaz. Yani devlet içinde paralel yapılara izin veremeyiz. Kamu düzeni demek Meclis’in çalışması. Egemenlik Meclis’tedir. HDP de o Meclis’in parçası. Orayı terk edip alanda kendilerince küçük egemen alanlar oluşturmaya kalkarlarsa devletin buna sessiz kalmasını kimse bekleyemez.”

‘CHP ve MHP’yi dinlemişler...’

- Milli Güvenlik Siyaset Belgesi güncellenmesi konusunda son durum nedir?

“Devletin içinde meşru otorite dışındaki her örgütlenme devlete tehdittir. Telefon dinlemeleriyle ilgili bilgiler geldi. AK Parti yanında CHP ve MHP de dinlenmiş. İsimleri veremem. CHP ve MHP’de de ayrı bir güç oyunu var ve o oyunun içine öyle giriliyor. Nitekim, bu güç oyunlarıyla Baykal gitti, Kılıçdaroğlu geldi. Bu oyunlarla 2011 seçimlerinden önce MHP Genel Başkan Yardımcılarının bir kısmı devre dışına itildi. Bu yapı, gerektiğinde kendisine hayır diyemeyeceği, gerektiğinde şantaj yapacağı bir düzenleme içine girmiş. Buna da izin verilmez, Doğu’da şehirlerin kenarında sanki orada düzenden o sorumluymuş gibi yapılar oluşmasına da izin verilmez. KCK bu yapıyı besliyordu, bu yapı KCK’yı besler oldu. İktidar yürütme erkini kimse ile paylaşmaz.”

Jandarma tümüyle TSK’dan ayrılmıyor

- “Jandarma Genel Komutanlığı uzun vadede Jandarma Genel Müdürlüğü olacak” deniliyor...

“Hayır, öyle bir şey yok. ‘Jandarma Genel Komutanlığı’nın ismi değişecek’ demedim. Jandarmanın özel bir statüsü var. Silahlı Kuvvetler’in parçası. Askeri olmayan görevlerde de Jandarma’nın tayin ve yetkileri, sicili askerin elindeydi. Görüntüde İçişleri Bakanlığı’na bağlılığı vardı. Şimdi olacak olan da tümüyle Silahlı Kuvvetler’den ayrılıp buraya (İçişleri’ne) gelmek değil. Askeri eğitim verilecek, general üstü kadrolarda yine YAŞ kararları geçerli olacak. Ama sivil alanda, kırsalda görev yaptığında başarıyı veya başarısızlığı İçişleri belirleyecek, İçişleri görevden alabilecek. Generalin altındaki rütbelerde tabii. Burada ayrım askeri nitelikli görevler ile kolluk görevleri. Şimdi kolluk görevlerinde İçişleri’ne yetki veriyoruz, askeri görevlerde yine Silahlı Kuvvetlerin parçası olarak kalmaya devam ediyor.”

‘ABD’yle görüş farkı var’

- ABD ile ilişkilerde bir gerginlik var gibi... Sayın Cumhurbaşkanı bir şey söylüyor, ABD Dışişleri sözcüsü açıklama yapıyor.

“Öyle bir kriz ortamı yok. Görüş farkı var ve zaten onu gidermeye çalışıyoruz. Son dönemde ABD ile diplomatik, askeri, istihbari kanatta çok yoğun görüşmelerimiz var. Ne istediğimiz belli. Biz, entegre bir strateji görmek istiyoruz. Sadece kamuoylarını tatmin eden, Batı kamuoyunda, ‘IŞİD gibi bir terör örgütü ile mücadele ediyoruz’ görüntüsü veren, palyatif operasyonlar değil... O, Suriye halkının acısını dindirmiyor, Türkiye’ye yönelik riskleri yok etmiyor. Şu soru insanın aklına geliyor: ‘Eğer Batılı gazeteciler öldürülmüş olmasaydı bu kadar aktif politika gelişecek miydi?’ Mesele insani olmak zorunda. Yoksa bugün Amerikalı yarın Arap, veya Türk öldürülür. Hepimiz risk altındayız.”

‘Hain eylemi yapanlar cezalandırılacak, çözüm devam edecek’

Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gece geç saatlerde Kahramanmaraş’a gitti. Başbakan Davutoğlu, dün sabah kentteki sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile kahvaltılı toplantıda bir araya geldi.

Hakkari’de üç askerin şehit edilmesine değinen Davutoğlu, terör örgütünün yaptığı hain saldırılar için ’misilleme’ tanımlamasını kabul edemeyeceklerini vurguladı, “Kimse devletin meşru güvenlik güçleriyle teröristleri aynı zeminde, aynı düzlemde Hain saldırıyı gerçekleştirenler mutlaka cezalandırılacaktır” dedi. Davutoğlu, şunları söyledi: “Kamu düzeni şart. Çözüm süreci milli birlik ve beraberlik adımıdır. Bu durum kamu düzensizliğine zemin teşkil etmiyor. Çözüm sürecini kararlılıkla sürdüreceğiz derken sadece terör örgütüyle irtibatlı kuruluşları muhatap alacağımız anlamına gelmemeli. Eğer teröristler eylem içindeyse güvenlik görevlisinin görevi onları ne surette olursa olsun durdurmaktır. Saldırı planlaması içinde olan olursa, ülke huzurunu bozmak isterse hak ettiği cevabı alacaktır. Genelkurmay Başkanı, İçişleri Bakanımız ve Hakkari Valisi ile defalarca görüştüm ve aynı talimatı verdim. Haince eylemi gerçekleştirenler takip edilecek ve bunun için her çalışma yapılacak ve hak ettiği cezayı bulacaklar. Kimse Türkiye’yi çevredeki ülkelerin kaos girdabına sokamaz. İç barışı temin edeceğiz, kamu düzenini teminat altına alacağız, çözüm sürecini de kararlılıkla sürdüreceğiz.”

Davutoğlu, Abdullah Öcalan için bir ‘sekretarya’ kurulmasına dair söz verilmediğini de söyledi.

Yazının devamı...

Yeni kimlik kartlarının maliyeti

2 ay kadar önce yazmıştım "e-kimlik gerçekleri"ni bu köşede... ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-671839-yazar-yazisi-e-kimlik-gercekleri/ )

Kısa bir süre önce, Başbakan Ahmet Davutoğlu, çipli yeni kimlik kartlarının bu yıl sonu itibariyle hayatımıza gireceğini açıkladı biliyorsunuz. Hemen ardından konuyla ilgili başlayan tartışma ise akıllı kimlik kartları için ödememiz gereken ücret.

Ana muhalefetten soru önergesi

Kart için 18 TL ücret ödeyeceğimiz söyleniyor.

Özellikle internet ortamında ve sosyal medyada, "Maliyeti 5 TL olan karta neden 18 TL ödüyoruz" başlığı altında, küçük çaplı bir isyan var.

Hatta, CHP'li Umut Oran konuyu TBMM'ye taşıdı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren Oran, "Her vatandaştan fazladan 13’er TL alınmasının gerekçesi nedir?" dedi.

Umut Oran'ın önergede yer verdiği sorular şunlar: "Toplanacak 1 milyar 368 milyon TL nereye harcanacak? Kartın maliyeti 5 TL ise neden vatandaştan fazladan 988 milyon TL daha toplanacak? Bu parayla AOÇ’deki saray ve Erdoğan’ın özel uçağının maliyeti mi karşılanıyor? Suriyelilere yapılan yardımın açtığı 4 milyar TL’lik bütçe deliğinin üçte biri mi kapatılacak?”

Gerçek maliyet ne kadar?

Biraz sordum, soruşturdum; küçük bir araştırma yaptım ve çipli kimlik kartlarının maliyeti konusunda net bilgilere ulaştım.

Öncelikle şunu not düşeyim...

Şu ana kadar medyada yer alan kart tasarımları gerçek kartın görüntüsünü yansıtmıyor. Kartın üzerinde yer alan ay - yıldızın oran değerleri, şu ana kadar yayınlanan kart görüntülerinde hatalı. Aralık ayı itibariyle dağıtılacak kimlik kartlarının tasarımı farklı olacak ve son hâli henüz aleniyet kazanmış değil. Gelelim maliyet detaylarına:

Kart başı maliyet, konuşulduğu gibi 5 TL değil. Sadece kartın boş hâli 3 Euro. Yani yaklaşık 9 TL.

Çipi takılmış boş kartın maliyeti 4.2 Euro. Yani 12 TL. Kişi bilgilerinin yüklenmesi, zarf ve kargo masrafları da eklendiğinde; 10 yıl geçerli olan akıllı kimlik kartının toplam maliyeti 6,5 Euro'ya ulaşıyor. Yani yaklaşık 18,5 TL civarında. (Üstelik bu rakamın 4 TL'si, PTT'nin kargo ücreti.)

***

Sonuç olarak...

"Maliyeti 5 TL olan karta 18 TL ödeyeceğiz" cümlesi gerçeği yansıtmıyor.

Cümlenin doğrusu, "18 TL'lik maliyet devletin kasasından değil, vatandaşın cebinden çıkacak" şeklinde olabilir.

Ve eleştirilecekse, ancak bu gerçek eleştirilebilir. "Sosyal devlet, vatandaşının kimliğini vermeli" denebilir mesela.

Gerçi şu da var; halihazırda nüfus cüzdanınızı kaybetseniz, yenisini çıkartmak için 6,5 TL ödüyorsunuz.

Dünyada durum ne?

Bu gibi durumlarda, başka ülkelerdeki durumun ne olduğuna bakmak da âdettendir.

Ben de baktım...

AB üyesi 10 ülkeden bir tek Fransa var, kimlik kartı için vatandaşından ücret talep etmeyen. Portekiz ve İspanya 12 Euro alıyor vatandaşından. (Portekiz'deki kartlar 5 yıl geçerli bu arada.)

Estonya 16, Belçika 17 (5 yıl), İtalya 25 (5 yıl), Almanya 28, İngiltere 35, İsveç 40 (5 yıl) ve Finlandiya (yine 5 yıl geçerli kart için) 48 Euro tahsil ediyormuş vatandaşından.

Yazının devamı...

ABD - Türkiye ve PYD

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Türkiye'nin, IŞİD ile mücadele ve Suriye'nin kuzeyindeki durum hakkında tamamen ayrıştığı temel bir nokta var.

Washington'dan son günlerde aleni şekilde gelen açıklamalar ve Ankara'nın değerlendirmeleri aslında durumu açıkça gösteriyor.

İki müttefik, sadece Esed rejimi ile ilgili farklı düşünmüyor. PYD konusunda da 180 derece aksi görüşe sahipler.

ABD için tek, Türkiye için çok hedef var

Amerikan yönetiminin, Irak ve Suriye'nin kuzey bölgelerindeki tek hedefi IŞİD.

Ve ABD, IŞİD terör örgütünü yok etmek için, başını çektiği koalisyonun hava operasyonlarına ek olarak, karada, yerel güçleri desteklemeyi tercih ediyor. Bu stratejinin gereği olarak da Irak'ta peşmerge kuvvetleri ve PKK ile Suriye'de de PYD ile işbirliği yapıyor.

Türkiye'nin yaklaşımı ise "Suriye'de IŞİD ile birlikte PYD ve diğer terörist unsurlar ile eşit ve eş zamanlı mücadele edilmeli" şeklinde.

Ankara PYD ile PKK'nın, bir elmanın iki yarısı olduğunun altını çiziyor.

Kürt koridoru kaygısı

Türkiye, başta ABD olmak üzere bütün müttefik ve muhataplarına, 'büyük fotoğraf'ı gösteriyor.

O büyük fotoğrafta da, 'İran, Irak, Suriye hattından Akdeniz'e ulaşmayı hedefleyen bir Kürt koridoru oluşturma hedefi' var.

Ankara özetle, "Evet, IŞİD'i ortadan kaldırmak gerekiyor ama IŞİD gittiğinde bölge tamamen PYD - PKK hakimiyetine girecek. İran'da PJAK, Irak'ta PKK, Suriye'de PYD... Bu üçlü yapının Kuzey Irak, Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz'e açılan bir Kürt koridoru yaratma hedefine izin verilemez, verilmemeli" diyor.

PYD için Türkiye hedef

PYD'nin sınır bölgesinde, Suriye'den Türkiye topraklarına, 'hedef gözeterek atış yaptığı' resmi açıklamalarda yer alıyor.

ABD'nin o PYD'ye silah ve mühimmat yardımı yaptığı da artık (yine resmen) bilinen bir gerçek.

Diğer taraftan, PJAK ve PKK, Amerika'nın terör örgütleri listesinde yer alıyor.

Bu tabloya bakarak, bölgede oynanan oyunda rolleri dağıtan merkezin kafasının karışık olduğunu düşünmek en hafif tabiri ile saflık olur.

Eğitim Serinyolda mı?

Yazının devamı...

Süleyman Şah tahliye mi edilecek?

Ankara, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nu geçici olarak tahliye etmeyi tartışıyor.

Suriye'de iç karışıklığın başladığı gün itibariyle, Türkiye, türbe ve karakol ile ilgili hazır tuttuğu alternatifli planlarını bölgedeki gelişmelere göre güncelliyor.

Gelinen noktada ise göz önünde bulundurulan farklı ihtimaller doğrultusunda belirlenmiş bu alternatiflerden, 'tahliye' seçeneğinin öne çıktığı belirtiliyor.

İstihbarat ve güvenlik birimlerinin hükümete sunduğu son raporlarda, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nun 'muhtemel bir çatışma ortamında, mecburi olarak tahliye edilmesi yerine, bu işlemi Türkiye'nin kendi inisiyatifi ile planlı şekilde gerçekleştirilmesinin yerinde olacağı' görüşüne yer verildiği konuşuluyor.

Neden tahliye?

Son gelişmeler üzerine 'tahliye seçeneği'nin ağırlık kazanmasının ana gerekçesi gayet açık ve anlaşılabilir.

Şöyle ki...

Türkiye'nin 'kendi sınırları dışında sahip olduğu tek toprak parçası' statüsünde olan türbe ve karakol, bu özelliği itibariyle, mevcut konjonktürde Ankara'nın 'yumuşak karnı' durumunda.

Konuyla ilgili birimlerin bu noktadaki ortak değerlendirmesini şöyle özetlemek mümkün:

- Türbe ve karakola yönelik bir taciz ateşi veya uzaktan ağır silahlarla yapılacak bir saldırı ya da doğrudan fiili işgal girişiminin; orada görev yapan Özel Kuvvetler personelinin çatışmaya girmesi, eş zamanlı olarak da Türkiye'nin (uzun menzilli top atışı, sınır hattında bekleyen destek timlerinin bölgeye indirilmesi, helikopter taaruzu ve savaş uçaklarıyla düzenlenecek hava operasyonu yollarıyla) doğrudan müdahalesi sonucunu doğuracağı herkes tarafından biliniyor. Türkiye bunu, en yetkili ağızlarından ve defalarca deklare etti.

- Resmen ilan edilmiş bu gerçeği bilen IŞİD veya herhangi başka bir odak, Türkiye'yi doğrudan savaşa sokmak maksadıyla, Süleyman Şah'a yönelik bir provokasyona yeltenebilir ve 'Türk yurduna saldırı' olarak kabul edilecek o adımı atabilir. Tahliye işte bu ihtimali ortadan kaldırır. Yani 'Türkiye'nin tek başına Suriye topraklarına girmek zorunda kalması' ihtimalini.

- Söz konusu formül, askeri - stratejik bir hamledir ve Türkiye'nin toprağından vazgeçmesi anlamına kesinlikle gelmez. Bunu bir tür 'taktik geri çekilme' olarak görmek gerekir.

- Tahliye, yine Türkiye Cumhuriyeti toprağı olan Musul Başkonsolosluğu örneğinde olduğu gibi güvenlik sebebiyle 'geçici' bir yöntem olarak uygulanır ve bölgedeki durumun normalleşmesiyle birlikte tekrar eski duruma dönülür.

İstihbarat ve güvenlik yetkilileri konuyu bu çerçevede değerlendiriyor.

Nasıl tahliye?

Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nun üç tarafı, Fırat Nehri üzerindeki Teşrin Baraj Gölü'nün sularıyla çevrili.

Türkiye sınırına yaklaşık 30 kilometre mesafedeki 10 dönümlük arazide yer alan türbe ve karakolda, 40'ı Özel Kuvvetler mensubu, toplam 50 asker görev yapıyor.

Eğer bu yönde bir karar verilirse, 8 aydır değiştirilmeyen personelin yurda dönüşü için farklı tahliye operasyonu planları yapılmış durumda.

***

Seçeneklerden biri 'havadan tahliye'.

Personelin yanında timlerin teçhizat, silah ve mühimmatı var.

Bir de 'gündurap' ve 'hafdurap'ları... Yani bölgede gözledikleri gelişmeleri kayda geçirdikleri 'günlük durum raporları' ile 'haftalık durum raporları'.

Bordo Bereliler'in zaten uzman olduğu 'gece koşullarında tahliye'nin birkaç helikopter ile kısa bir süre içinde gerçekleştirilmesi mümkün. Ancak - Kobra ve Süper Kobra taaruz helikopterlerinin desteğinde dahi olsa - personel ve malzemeyi taşıyacak olan Sikorskylerin yerden açılabilecek ateşe hedef olmaları riski var.

***

Havadan tahliye yönteminin riski sebebiyle, türbe ve karakolun boşaltılmasına karar verilirse, sanırım diğer alternatif, yani 'Kara yolu ile tahliye' seçeneği tercih edilecektir.

Bu noktada da, karadan tek çıkış yolunun IŞİD'in kontrolündeki alanda yer almasının yarattığı tehlike var.

Kara yolu ile tahliye, ancak IŞİD ile de temasta olan yerel bağlantılar vasıtasıyla yol güvenliğinin sağlanması halinde uygulanabilir görünüyor. Bunun için de bölgedeki aşiretler ve/veya Özgür Suriye Ordusu'na bağlı güçlerin devreye sokulması gerekiyor.

Musul Başkonsolosluğu personelinin yurda dönüşünde olduğu gibi yani.

***

Sonuç olarak Ankara, önemli bir kararın arifesinde.

Asker, son günlerde öne çıkan 'tahliye' seçeneği de dahil, verilecek her türlü emri uygulamaya hazır bekliyor.

Kararı tabii ki hükümet verecek.

Ama başkent kulislerindeki havaya bakarak şunu söyleyebilirim:

Yakında bir sabah, "Suriye sınırları içinde yer alan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu geçici olarak tahliye edilmiş; görev yapan askeri personel, güvenli bir şekilde, salimen yurda dönmüştür" türünden bir haber ile uyanabiliriz.

Yazının devamı...

Bedelli için umutlanmayın derim

Bedelli askerlik konusu bir kez daha gündemde.

Önce, yetkililerin son 5 ayda konuyla ilgili söylediklerini aktarayım.

Ardından da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şu anda konuya nasıl baktığını...

***

Tarih 11 Mayıs 2014...

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz : “Bedelli askerlik gündemimizde yok. Bedelli askerlik söylentisi çıkartılması askerlik dönemi gelenlerin askere gitme fikrini ertelettiriyor. Muhtemelen bu bedelli söylentisi kişilerin askere gitme kararını tehir ettiriyor. Affı da, bedelliyi de kullanmamamız lazım.”

***

Tarih 1 Ağustos 2014...

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz : “Bakaya durumunda olanlar Cumhurbaşkanlığı seçiminde gönül rahatlığı ile oyunu kullanabil ir. Seçimden sonra Cumhurbaşkanımız seçilecek. Silahlı Kuvvetlerin de başkomutanı durumunda ve ‘Biz yeni dönemde milletin taleplerine bakar, inceler değerlendiririz ve bu doğrultuda bir bedelliye ihtiyaç var mı yok mu değerlendiririz, onun üzerine ihtiyaç varsa böyle bir düzenleme yapılır, ihtiyaç yoksa bir düzenleme yapılmaz ‘ diye bir açıklama yaptı.”

***

Tarih 16 Ağustos 2014...

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz : “Sayın 12’nci Cumhurbaşkanımız bedelli askerlikle ilgili değerlendirmenin bir kez daha yapılmasını ve ondan sonra karar verilmesi gerektiğini söyledi. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanımız 28 Ağustos’tan sonra yemin edip göreve başlayacak. Bu göreve başladıktan sonra yapacağı ilk çalışmalardan biri de ülkemizin bedelli askerliğe ihtiyacı olup olmayacağı yönündeki çalışmadır.”

***

Tarih 30 Ağustos 2014 ...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel: “Bedelli askerlik konusunda bize yansıyan bir çalışma yok.”

***

Tarih 1 Eylül 2014...

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz: “Bedelli askerlikle ilgili düzenlemenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulduğuna ilişkin haberler gerçek dışı .”

***

Tarih 16 Ekim 2014 ... Yani dün.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: “Bedelli askerlik konusunda kararı Bakanlar Kurulu verecek. Bir seferlik ve son kerelik olmak üzere birikmiş olanların bedelliden istifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Böylece biriken beklentiler de karşılanmış olur.”

Asker bedelliye kesinlikle karşı

Bedelli askerlik konusu ne zaman gündeme gelse, siyasilerin açıklamalarında hep şu cümle yer alır. O cümle, “Konu Genelkurmay Başkanlığı ile birlikte değerlendirilip, TSK’nın görüşü de alındıktan sonra karar verilecek” şeklindedir.

Bugüne kadarki bedelli askerlik kararları da hep bu şekilde alınmıştır.

Bugünkü durum ise şöyle.

TSK, şu anda bir bedelli askerlik uygulamasına karşı. Hem de kesinlikle karşı.

Genelkurmay, görüşü sorulduğunda hükümete bu yönde, yani ‘olumsuz’ yanıt verecek.

TSK: Kadro, görev ihtiyacını karşılamıyor

Askeri kaynaklar, bedelli askerlik uygulamasına karşı olunmasının gerekçelerini ve komuta kademesinin görüşünü de ana hatlarıyla şöyle sıralıyorlar:

- Daha önceki uygulamalar, amaca, hedeflenen ölçüde hizmet etmedi.

- Toplumda, parası olan - olmayan ayırımı gözetildiği gibi bir algıya yol açıyor ve eşitsizlik duygusu yaratıyor.

- İçinden geçilen kritik dönemde, askeri anlamda doğabilecek her türlü zafiyet her zamankinden de fazla sıkıntıya yol açar.

Ve nihayet...

- Mevcut kadro, halihazırda görev ihtiyacını zaten karşılamıyor.

Dolayısı ile uygun olan, mecburi askerlik uygulamasına halen geçerli süre ve koşullarda devam edilmesidir.

Hayal kırıklığı yaşamamak için...

Sonuç olarak, bedelli askerlik beklentisi içinde olanların şu aşamada pek de fazla umutlanmaması nın yerinde olacağını düşünüyorum.

Muhakkak ki, hükümet ‘Olacak’ derse olur ama şu konjonktürde siyaset kurumunun da askerin önceliklerini gözeteceği kanaatindeyim.

Yani yakın zamanda yeni bir ‘bedelli’ ihtimali neredeyse yok.

Güvenilir kaynaklardan aldığım bilgiler bunu gösteriyor.

Herkesin planını bu gerçeği bilerek yapmasında fayda var.

Yazının devamı...

Çözüm seçimden önce

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş: ‘Çözüm süreci, 2015 seçimleri öncesi tamamlanmış olur. Kobani olayları biraz etkiledi ama çözüm sürecinden vazgeçmeyi kimse kaldıramaz’

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, gündemdeki konuları, önceki akşam bazı gazete ve televizyonların Ankara Temsilcileri ile bir araya geldiği yemekte değerlendirdi. Çözüm sürecinde HDP’ye çok büyük sorumluluk düştüğünü belirten Numan Kurtulmuş’un altını çizdiği noktalar şunlar oldu:

HDP’ye net mesajlar

- HDP’nin Kobani’ye destek adı altında yaptığı açıklama tam bir akıl tutulması. Bilmeleri gereken, bu süreçte, terör örgütünün baskısı ile atılmış ya da atılacak adımlar olmayacak. HDP’nin iyi niyetli ve çok daha sorumlu davranması gerekiyor. Baskının, tehdidin altında siyaset yapılmaz. HDP bu şekilde davranarak en büyük zararı bizzat kendine veriyor.

- Seçmen HDP’ye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde mesajını verdi. Selahattin Demirtaş’ın söylemi, tavrı, yaklaşımları sandıkta karşılık buldu. Seçmen, “Sen böyle davranırsan, ben sana belki barajı bile aştırırım” mesajını verdi. Artık herkesin, “Tamam kardeşim, biz bu siyaseti silahlar altında, o baskıyla yapmayacağız” demesi lâzım. Bu iş bir ciddiyet meselesi. Siyasi risk alma meselesi. Amaç siyasi rant sağlamak olmamalı.

- Şu anda HDP ile yeniden bir güven inşasına ihtiyaç var.

‘PKK da vazgeçemez’

- Çözüm sürecinde üç irade var. Birincisi siyasi irade; ki bu aynen devam ediyor. İkincisi karşı tarafın silah bırakma iradesi; bunun da hâlâ var olduğunu görüyoruz. Üçüncüsü de halkın, kamuoyunun bu süreci benimsemesi; bu da mevcut.

- Bu süreçte birinci derece muhatap Kürt halkı. Kürt kökenlilerin haklarının verilmesi... Bunun da neredeyse yüzde 90’ı tamamlandı. Ama zaten kalan bu yüzde 10 da işin en zor kısmı. Dağdakilerin silah bırakması ve dağdan inenlerin sosyal hayata entegrasyonu meselenin zor kısmı.

- Biz bu sürecin, PKK açısından da asla vazgeçilemeyecek olduğunu düşünüyoruz. Bu işten geriye dönüş yok. Ama şimdiye kadarkilerden daha zor adımlar gerekiyor ve bu noktada gözetilmesi gereken hassas dengeler var.

- Şu aşamada İmralı ile Kandil’in psikolojileri farklı. Ancak söylemleri ne olursa olsun onların da 80’li, 90’lı yıllara geri dönüşü istemeyeceklerini tahmin ediyorum. Tekrar uzun soluklu, yoğun bir silahlı mücadele için gerekli olan insan kaynağını bulmak, onlar için de artık eskisi gibi kolay değil.

‘Geçmişten kötü olur’

- Bu iş büyük sabır gerektiriyor. Süreç başarısız olursa, gelecek geçmişten çok daha kötü olur. Çünkü bakın, yangın kapımızda. Ve bu, etnik fitne ve mezhep meselesi ile tutuşturulmuş bir yangın. Hem etnik hem de mezhep kavgası riski çok yüksek ve bu çok vahim.

‘Kobani biraz etkiledi’

- Kurtulmuş, süreci etkileyen gelişmelere karşın umudunu koruduğunu söyledi ve ilk kez net bir tarih verdi: “Evet, son Kobani olayları süreci biraz etkiledi ama bu sürecin bitmesini hiç kimse kaldıramaz. Çözüm sürecinin 2015 seçimleri öncesi sonuca ulaşacağını, biteceğini tahmin ediyorum. İnsanların, “Bu iş oldu” diyeceği noktaya seçimlerden önce geleceğimizi tahmin ediyorduk, hâlâ da öyle düşünüyoruz.”

Yargıda cemaat etkisi

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş HSYK seçimleri ve ‘paralel yapı’ konularında da şunları söyledi: “Oylara baktığınızda görüldü ki, yargının yüzde 40 - 45’i bir cemaatin etki alanında. Bu vahim bir durumdur. Paralel yapı meselesinde söz konusu olan bir dini cemaat ya da seküler cemiyet konusu değil, demokratik meşruiyetin kullanılması sorunudur. Paralel yapının bir iç tehdit olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (Kırmızı Kitap) girip girmeyeceği MGK’da konuşulacak bir konu, buna o platformda karar verilecek.

‘1 milyon sığınmacı daha’ riski

Numan Kurtulmuş, Suriye’de yaşananlar ve IŞİD gündemi ile bu gelişmelerin Türkiye’ye yansımalarını da şu başlıklarda değerlendirdi:

- Bizim batılı dostlarımıza bir türlü anlatamadığımız şu: IŞİD bir sebep değil, bir sonuç. IŞİD dediğiniz örgütün insan gücü topu topu 15 bin kişi. Ama asıl tehlike IŞİD’in yarattığı, teröre yatkın ortam.

- Mesela artık ‘ikinci nesil cihatçılar’ olarak adlandırılan bir gerçek var. Geçmişte yaşanan Afganistan, Çeçenistan ve Bosna işgallerinin de bugünkü IŞİD’e zemin ve militan kaynağı yarattığı ortada. Oralarda ailelerini, babalarını kaybeden o günün çocukları bugünün intikam yemini etmiş cihatçı gençlerine dönüşmüş durumda.

- Suriye’de herkesin güvenliğinin sağlandığı, bütün kesimlerin temsil edildiği, uluslar arası camianın kontrolünde, katılımcı, demokratik bir sistem kurulmadan bu sorunun tamamen çözülmesi mümkün değil.

- Siyasi çözüm olmadan alınacak askeri tedbirler, atılacak askeri adımlar yetersiz kalacak. Güvenli bölge ve uçuşa yasak hava sahası oluşturulmadan o insanları topraklarına döndürmek de mümkün değil. Türkiye, kendi sınırları içinde bir güvenli bölgeyi hemen yarın sabah kendi imkanlarıyla kurabilir ama çözüm bu değil.

- Şimdi bizim topraklarımızdaki kamplarda bile mesela Türkmen Arap’la, Arap Kürt’le oturmam diyor. Bu da ayrı bir dert. Birbirleri ile bir araya gelmiyorlar.

- Şu anda toplam 6 milyon Suriyeli var yerinden olmuş. 3 milyonu Suriye toprakları içinde yer değiştirmiş. Bir buçuk milyon Ürdün ve Lübnan’da, bir buçuk milyon da Türkiye’de. Allah vermesin şimdi Halep’te bir şey olsa, sırf Halep’ten 400 bin sığınmacı daha dayanacak bizim sınırımıza. Toplamda mevcut bir buçuk milyona ilave olarak 1 milyon kişi daha gelebilir. Böyle vahim bir risk var ortada.

- Sığınmacılar konusu, Türkiye üzerinde bir tür siyasi baskı da oluşturuyor tabii. Bazıları da istiyor olabilir bu durumu. Bu kadar insanın geri dönüşü, Suriye’de siyasi çözüme ulaşılmadan mümkün görünmüyor.

Yazının devamı...

Kritik dış göreve geri sayım başladı

Irak'ta Bağdat Büyükelçiliği ve Erbil Başkonsolosluğu, Mısır'da Kahire Büyükelçiliği,

Libya'da Trablus Büyükelçiliği ve

Lübnan'da Beyrut Büyükelçiliği.

Özel Kuvvetler mensubu subay ve astsubayların, Polis Özel Harekat timlerinden nöbeti devralacağı dış temsilciliklerden ilk 5'i bunlar.

***

VATAN'ın 3 hafta kadar önce, 22 Eylül 2014 tarihinde birinci sayfa manşetinden duyurduğu haberi hatırlayacaksınız...

"Başbakan Ahmet Davutoğlu Genelkurmay’a talimat verdi. Bundan böyle Türkiye’nin dünyanın kritik bölgelerindeki temsilciliklerini artık Polis Özel Harekat timleri değil, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı bordo bereliler koruyacak" şeklindeydi o haber.

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-679905-yazar-yazisi-konsolosluklarimiz-artik-bordo-berelilere-emanet-/ )

Musul Başkonsolosluğu'nda yaşanan acı tecrübe üzerine, Davutoğlu'nun, Başbakan sıfatı ile Genelkurmay Başkanlığı'na verdiği ilk talimat şu şekildeydi:

"Savaş hâlinin hüküm sürdüğü ülkelerdeki temsilciliklerimizin güvenliğini bundan böyle Özel Kuvvetler personelinin üstlenmesini istiyorum. Bu konuda gerekli çalışma ve hazırlığı yapın lütfen."

***

Bu talimat üzerine doğrudan Genelkurmay İkinci Başkanı'na bağlı görev yapan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda gereken hazırlık yapıldı.

Bordo Bereliler 'askeri eğitim' olarak zaten hazırdı.

İhtiyaç duyulan sadece görev yerlerinin belirlenmesiydi çünkü timlere, gidecekleri ülke ile o coğrafyanın demografik ve beşeri özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmesi gerekiyordu.

Dışişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı'nın koordineli yürüttüğü çalışmanın sonunda, dış görev için yaklaşık 150 Özel Kuvvetler personelinin görevlendirilmesi kararı çıktı.

Her timin 12 kişiden oluştuğu düşünüldüğünde, listede 12 ya da 13 dış temsilciliğin bulunduğu anlaşılıyor.

***

Bordo Bereliler'in ilk planda göreve başlayacağı 5 dış temsilciliğin ikisi Irak'ta.

Bağdat Büyükelçiliği ve Erbil Başkonsolosluğu.

Özel Kuvvetçiler; Irak, özellikle de Kuzey Irak ile ilgili neredeyse 30 yıllık bir tecrübeye sahip.

Bölgede dönüşümlü olarak yıllarca görev yapan TİT (Türk İrtibat Timleri) hep bu seçkin birimin personelinden oluşuyordu.

Hassas görev yerlerinden ikincisi Beyrut Büyükelçiliği.

Bordo Bereliler'in geçmişinde Lübnan görevi de var.

Türkiye’nin Beyrut Büyükelçiliği’nde 1996 - 97 dönemine kadar Özel Kuvvetler personeli görev yapıyordu. Askerin bu görevi, 1997 itibariyle Polis Özel Harekât’a devredilmişti.

Özel Kuvvetler mensubu subay ve astsubayların Emniyet Özel Harekâtçılardan nöbeti devralacağı diğer 2 büyükelçilik ise Kahire ve Trablus.

Halen Suriye sınırları içinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti toprağı Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nun güvenliğinden sorumlu olan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda, yeni timler oluşturulurken, görev yapılacak bölgelerde daha önce çalışmış ve/veya o ülkenin dilini bilen personel tercih edildi.

NOT: Geçen hafta bu köşeden, Genelkurmay Başkanlığı'nın bu hafta içinde bir basın turu düzenlemeye hazırlandığını duyurmuştum.

Bordo Bereliler'in Ankara Gölbaşı, Oğulbey'deki Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda medya mensuplarını ağırlayacağı bu faaliyet ertelendi.

(Benim 'güven atışında hedefi tutmaya gönüllü olma' talebim de bir başka bahara kaldı yani.)

Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nda devam eden görev, yukarıda bahsettiğim dış temsilciliklerde devralınacak nöbet ve tabii Suriye ile Irak sınır hatlarındaki hassas dönemde üstlenilen rol, belli ki Ankara'da böyle bir etkinliğe ayıracak vakit kalmaması sonucunu doğurdu.

Fazlasıyla anlaşılabilir bir durum bu.

Yazının devamı...

Paris yolunda gündeme dair

"Hem içeride hem dışarıda kampanyalar yürütüyorlar. Başta ABD olmak üzere dışarıda Türkiye'nin itibarını sarsmaya yönelik sistemli çalışmalar yapıyorlar. Bu çok bariz."

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 'paralel yapı' olarak adlandırılan Gülen Cemaati'ni işte bu sözlerle itham etti.

***

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile önceki gün Ankara'dan Fransa'nın başkenti Paris'e giderken, özel uçak ATA'da görüştük.

Konu başlıklarından biri olan Gülen Cemaati hakkında, "O konuyu Başkan Obama ile yaptığı görüşmede Sayın Cumhurbaşkanımız bizzat gündeme getirdi. ABD ile Türkiye arasında karşılıklı bilgi ve belge akışı belirli düzeyde sürüyor" dedi Çavuşoğlu.

Sorduk:

- Meselenin, sizin görev alanınıza giren boyutu nedir? Yani Türkiye'nin dış işlerini ilgilendiren kısmı nedir hükümetin paralel yapı ile mücadele gündeminin?

- Eskiden hepimiz destek veriyorduk biliyorsunuz. Niyetlerini halis bulduğumuz için destek veriyorduk ama sonradan durumun böyle olmadığı anlaşıldı işte herkesin gördüğü gibi. Şimdi ise hem içeride hem dışarıda Türkiye aleyhine sistemli çalışmalar içindeler. Bu aleyhte kampanyaları yürütüyorlar, bu çok bariz. Özellikle de ABD'de... Türkiye'nin itibarını sarsmaya yönelik çalışmalar yapıyorlar sürekli.

Rum tarafı çözüm istemiyorsa söylesin

Dışişleri Bakanı'na sorduğumuz sorulardan biri de Kıbrıs'ta gelinen noktaydı:

- Rum Kesimi masadan kalktı. Süreç bundan sonra nasıl devam eder?

- Biz müzakere fırsatının kaçırılmamasını istiyoruz. İşin doğrusu ben yeni dönemden çok umutluydum. Kıbrıs Rum halkının da daha istekli olduğunu biliyorum. Ama belli ki referandumdaki tutumun yanlış olduğunu anlamamışlar. İki devletli bir çözüm olmayacaksa, herkes başının çaresine bakacak.

- Herkesin başının çaresine bakmasından kastınıza, Türkiye'nin KKTC ile bütünleşmesi formülü de dahil mi?

- Alternatiflere bakılır. Ben şimdi tek başıma şöyle olacak diyemem ama bu statüko devam etmez. Biz istiyoruz ki çözüm olsun, iki halk beraber yaşasın. 11 Şubat’ta iki lider deklarasyonla devam edeceklerini söylediler. Biz gördük ki Rum tarafı bunu uzatmak, yaymak istiyor fakat Türk tarafı müzakerecilerin daha sık görüşmesini talep ediyor. Bakıyoruz ki bu ortak deklarasyonların içindeki konuları bile sulandırmaya çalışıyorlar. Şimdi bu gaz araştırma konusunu bahane ederek masadan çekiliyorlar. Kıbrıs Adası kıta sahanlığı içerisindeki doğal kaynaklar iki tarafın da hakkıdır. Tüm sondaj faaliyetlerini tek başlarına yapıyorlar. Olayı tırmandırıp masadan kalkmak istiyorlar. Rum tarafı samimiyetsiz bir biçimde yaklaşıyor. "Biz çözüm istemiyoruz" diyorsa Rum tarafı, bunu açıkça söylesin, herkes de ona göre başının çaresine baksın.

Mezhep savaşı daha tehlikeli

- Türkiye'nin bölgesindeki sorunlara yaklaşımında mezhepçi bir bakışa sahip olduğu, mezhep temelli bir dış politika izlediği yönündeki eleştirilere cevabınız nedir?

- Tam aksine... Türkiye mezhep temelli politikalara karşı çıktığı için, Suriye'de, Irak'ta kapsayıcı hükümetler ortaya çıksın istiyor. Bakın, mezhep siyaseti çok tehlikelidir. Mezhep savaşları, farklı dini grupların çatışmasından yani din savaşlarından bile daha tehlikelidir. Bu bölgeyi istikrarsızlaştıran da budur. Bunu söylüyoruz. İthamlar üzerine rakamları koyuyoruz, "Haklıymışsınız" diyorlar. Ama nedense hep Türkiye'ye karşı bir karalama kampanyası var. Aynı ülkede, taban tabana zıt ideolojiye sahip medya organları aynı başlıkları atıyor, birbirinin kopyası haberler yayınlıyor. Türkiye'de de bazıları böyle. Dış basının Türkiye konusunda aynı dili kullanması,aynı başlıkları atması tesadüf mü? Hatta bazen Türkiye'deki bazılarıyla, dışarıdaki bazıları biri önce, biri sonra yanı haberleri yapıyorlar. Bunlar tesadüf mü?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.