Şampiy10
Magazin
Gündem

Ankara’nın güncel PKK analizleri

Soru şu:

PKK’nın halihazırda, terörü yeniden hortlatma gücü var mı?

Örgüt, sadece kırsalda değil, kent merkezlerinde, hatta metropollerde kanlı eylemler yapacak imkân ve kabiliyete sahip mi?

Ankara’nın elindeki istihbarat bilgilerine göre, bu sorunun cevabı maalesef, “Evet”.

***

İkinci soru şu:

PKK - daha doğrusu Kandil - devam eden çözüm süreci görüşmelerinde Ankara’yı köşeye sıkıştırmak için eylem yapma yolunu neden tercih etmiyor?

Bu, üzerinde düşünülmesi ve cevabının çok yönlü olarak irdelenmesi gereken bir soru.

Ankara da bunu yapıyor...

***

Başkentte, konuyla ilgili adreslerde yapılan tespitleri şöyle sıralamak mümkün:

- Örgütün, çözümü samimi olarak istediği için eylemsizlik kararına uyduğunu düşünmek fazla iyimserlik olur.

- PKK’yı, özellikle de dağdaki mevcut yönetim kadrosunu tanımayanlar, eylemsizliğin çözüm arzusundan kaynaklandığını düşünebilir ama gerçek bu değil. Zaten eğer öyle olsa, Kandil ‘silah bırakma ve çekilme’ye “Hayır” demezdi. PKK, silahlı güçlerini potansiyel bir tehdit unsuru ve süreçte bir koz olarak elinde tutmaya devam etmezdi.

- PKK, özellikle kentlerde kanlı eylemler yapmaktan kaçınıyor çünkü bunun için ihtiyaç duyduğu ‘halk desteği’ne artık sahip olmadığının farkında. Öcalan

- HDP ekseni ile Kandil’in ayrışması da örgütün toplumsal destek kaybını hızlandırıyor.

- Ankara’nın elindeki bilgilere göre, bölge halkı PKK’nın baskılarından şikayetçi. “Yıllarca devletin zulmünü yaşadık, şimdi devletin yerini örgüt aldı” şeklinde özetlenebilecek bir nabız yansıyor bölgeden Ankara’ya.

- Ankara’ya iletilen raporlarda; haraç toplama, yol kontrolleri gibi uygulamalarla, PKK’nın bölgede tam bir baskı ortamı oluşturduğu, bu nedenle de yıllardır var olan örgüte yönelik sempati ve desteğin hızla kaybolmakta olduğu bilgisi yer alıyor.

- 6 - 7 Ekim olaylarının da, örgüte, sahip olduğu toplumsal desteği test etme olanağı tanıdığı; sonucun PKK açısından büyük bir hayal kırıklığı olduğu tespiti de yine yapılan değerlendirmeler arasında.

***

Ankara’da yapılan bu tespit ve değerlendirmelere katılır ya da katılmazsınız; o ayrı konu.

Dediğim gibi, bölgeden gelen bilgiler ışığında yapılan analizlerden başlıklar bunlar.

Bölgenin gerçeği ile örtüşüp örtüşmediğini tartışabilirsiniz tüm bunların.

(Açıkçası, kişisel olarak katılmadığım bazı noktalar var benim de.)

Fakat ortada tartışılamayacak kadar mutlak bir gerçek var, o da; çözümü, huzuru ve gelişmişliği hepimizden çok o coğrafyada yaşayan insanların özlediği, en çok bölge insanının istediği.

Çözüm yoluna değil mayın döşenmesi; ot - çöp, taş - toprak, moloz dökülmesi bile en çok o topraklarda yaşayanları rahatsız eder ve ediyor. Sürecin taraflarından bazılarının farkına varması, idrak etmesi gereken de bu işte.

Yazının devamı...

Yine bedelli gündemi

"TSK, şu anda bir bedelli askerlik uygulamasına karşı. Hem de kesinlikle karşı.

Genelkurmay, görüşü sorulduğunda hükümete bu yönde, yani ‘olumsuz’ yanıt verecek."

Bu cümleler, yaklaşık bir ay önce; 17 Ekim 2014 Cuma günü bu köşede yer almıştı.

VATAN'da, "Bedelli zor" manşetiyle yer alan o yazı, "Bedelli için umutlanmayın derim" başlığını taşıyordu.

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-687871-yazar-yazisi-bedelli-icin-umutlanmayin-derim/ )

***

Haberde, "Genelkurmay hükümete olumsuz görüş bildirecek" diyorduk...

Asker, mevcut koşullarda bedelli askerlik uygulamasını uygun görmediğini, 4 Kasım 2014 Salı günü iletti hükümete.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, 5 hükümet üyesi (Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan ile Numan Kurtulmuş, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz) ile birlikte aldığı brifingde...

Başbakan ve hükümet üyelerine Genelkurmay Karargahı'nda verilen brifingdeki konulardan biri de 'kamuoyundaki bedelli askerlik beklentisi'ydi.

***

Komutanların, olumsuz görüşe gerekçe olarak hükümete sunduğu başlıklar ise yine bizim 17 Ekim tarihli haberimizde (mealen) şu şekilde yer almıştı:

"- Daha önceki uygulamalar, amaca, hedeflenen ölçüde hizmet etmedi.

- Toplumda, parası olan - olmayan ayırımı gözetildiği gibi bir algıya yol açıyor ve eşitsizlik duygusu yaratıyor.

- İçinden geçilen kritik dönemde, askeri anlamda doğabilecek her türlü zafiyet her zamankinden de fazla sıkıntıya yol açar.

Ve nihayet...

- Mevcut kadro, halihazırda görev ihtiyacını zaten karşılamıyor.

Dolayısı ile uygun olan, mecburi askerlik uygulamasına halen geçerli süre ve koşullarda devam edilmesidir."

***

Bedelli askerlik konusu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dün yaptığı açıklamayla bir kez daha gündemin ilk sırasına yerleşti.

Çoğunluk şaşırdı belki ama konunun detaylarını bilenler için sürpriz değildi Erdoğan'ın açıklaması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Afrika seyahatine çıkarken konu ile ilgili soruya verdiği yanıtın şu bölümünün altını çizelim:

"(...) Burada TSK’nın kanaatini bir kenara koymak da mümkün değil. Bu kanaat TSK’nın da ihtiyacını; göz ardı ederek değil, onu değerlendirmeye alarak böyle bir karar verilir ve ondan sonra da hükümet kararını uygulamaya koyar. (...) Sırtımızda bizim, gerçekten ağır bir küfe var."

***

Yukarıda aktardığım, 'TSK'nın itiraz noktaları' ile Cumhurbaşkanı'nın bu sözlerinin örtüşme boyutuna dikkatinizi çekmek istedim.

SAMİMİ NOT

Bedelli askerlik uygulamasını gerçekçi gerekçelerle ve içten şekilde bekleyenlere aynı samimiyet ile şunu söylemek istiyorum.

Bana kalsa, elbette çıksın bedelli.

2000 yılında askerliğini bu imkândan yararlanarak yapan biri olarak neden karşı olayım ki bedelli askerlik uygulamasına?

Evet okunuyor, izleniyor 'bedelli' haberleri.

Bu yüzden de bizim sektörden bazıları - tabiri caiz ise - sizlere gaz verip duruyor.

Benim ise bu konuda yazdıklarım, kişisel görüş ya da düşüncelerim değil.

Ankara'da, konuyla ilgili resmi adreslerdeki mevcut durumu aktarıyorum.

'Yorum' yapmıyorum yani. 'Haber' veriyorum.

Sizlerin beklentisi üzerinden popülarite, tiraj ya da reyting peşinde olan 'umut taciri' bazı meslektaşlar ile bu noktada da ayrışıyoruz.

Gazetecinin işi; okurun görmek istediğini yazmak değildir.

Habercinin işi; gerçek neyse, onu aktarmaktır.

İzleyicinin, okuyucunun hoşuna gitse de, gitmese de.

Yazının devamı...

Ağlamak yerine ağ örenler de var

Alevi Vakıfları Federasyonu ile Türkiye Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Sosyal Dayanışma Vakfı,

Asuri Süryani Derneği ile Hak-İş, Dünya Ehl-i Beyt Vakfı ile Kaos GL Derneği, İnsan Hakları Derneği ile Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, İzmir Romanlar Derneği ile Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı TESEV ile Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği bir arada, aynı masada...

Ve farklı amaçlarla kurulmuş, bazıları ideoloji ve hayat görüşü itibariyle birbirine taban tabana zıt; toplam 186 sivil toplum kuruluşu... (Ama şimdilik. Üye sayısı sürekli artıyor.)

Hepsi aynı 'ağ'ın üyesi:

"Denge ve Denetleme Ağı"nın...

***

Denge ve Denetleme Ağı (DDA), ismini evrensel bir sistemden alıyor. İngilizce ifadesi ile 'check and balance' sisteminden...

Türkiye'de bu isimle bir ağ oluşturarak yola çıkanlar, aslında şimdiden büyük mesafe kaydetmiş durumda. Çünkü geride bırakılan 2 yılın sonunda, sivil toplum farklı bir bilinç seviyesine ulaşmış.

Hareketin, yani 'ağ'ın sloganı, temel bakışı özetlemeye yetiyor: "Farklı düşünüyoruz, bir arada çözüyoruz."

www.birarada.org adresinde yer alan deklarasyonda "Ne istiyoruz?" başlıklı bölüm şu cümle ile başlıyor:

"Toplumsal adaletin sağlandığı, yönetimin hesap verdiği, hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı çoğulcu bir Türkiye istiyoruz."

Gayet açık, gayet net.

***

Denge ve Denetleme Ağı'nın sekretaryasında görev yapan gönüllülerden Sait Fehmi Ağduk, "Ağ üyesi sivil toplum temsilcilerinin en büyük motivasyon kaynağı, aynı masada oturabilmek duygusu oldu" diyor.

Birbirinden çok farklı kesimlerin temsilcileri; insan hakları, kadın hakları gibi konularda çözüm üretmek için ortak akıl yaratmayı başarmış.

Ağduk, "6 çalışma grubumuz var. Ve bir de, bu çalışma gruplarının - biri kadın biri erkek - eş başkanlarından oluşan koordinasyon grubumuz. Ulusal medyada pek fazla yer bulamıyoruz ama yerel medyanın ilgisi bize hem umut hem de güç verdi" diyor.

***

DDA, ülke gündemindeki önemli konulara eğiliyor, tespitlerini, değerlendirmelerini raporlar halinde, ilgilileri ve kamuoyu ile paylaşıyor. Ama bu kadar değil...

En önemlisi, her konuda 'çözüm önerileri'ni sıralıyor.

Yani, "Yanlışları söylüyorsunuz, iyi güzel de; çözüm öneriniz var mı, ne öneriyorsunuz" şeklinde özetlenebilecek o klasik söylem bu sivil toplum ağı için geçerli değil.

***

Denge ve Denetleme Ağı'nın uyguladığı yönteme ve çalışmalarına baktığımda, benim gördüğüm şu:

Bu insanlar; "Benim istediğim olsun" değil, "Bizim istediğimizi birlikte gerçekleştirelim" anlayışı ile hareket ediyor.

'Denetleme' şeffaflığın anahtarı.

'Denge' de, bu ülkede, her alanda öncelikli ihtiyaçlarımızdan.

Bu iki sözcüğün etrafında örülen bir 'ağ' var Türkiye'de. Ve çoğumuzun bundan haberi bile yok.

Olsun istedim.

Yazının devamı...

Volkan Demirel vakası ve sorular

Mevzuyu bilmeyenimiz kalmadı. O yüzden detayları geçip, doğrudan konuya giriyorum.

Bir dizi soru var sorulması gereken. Cevapları içinde olan sorular aslında bunlar...

***

A Milli Futbol Takımı'nın kalecisi Volkan Demirel'e küfür eden seyircinin hemen arkasında, tribünde görev yapan özel güvenlik görevlilerinden biri var. Sırtında fosforlu yeleği, önünde olan biteni, sadece izliyor.

1.) O özel güvenlik görevlisi, sahadaki oyuncuya küfür eden seyirciye neden müdahale etmez?

2.) O seyirciyi alıp, neden polise teslim etmez? Ya da neden polisi çağırıp o kişiyi almalarını sağlamaz?

3.) O güvenlik elemanı bu şekilde gereğini yapsa, sahadaki oyuncu o noktaya gelir mi?

4.) Küfür eden kişi, özel güvenlik görevlisi tarafından ya da vasıtası ile tribünden çıkartılsa, çevredeki diğer seyirciler bu durumu görüp kendilerine çekin düzen vermezler mi?

5.) Sahadaki oyuncuyu küfürlü sözlerle taciz eden o kişi, bundan böyle hiçbir spor müsabakasında tribünlere giremese ve bu ceza net bir açıklama ile kamuoyuna duyurulsa, hedeflenen caydırıcılık gerçekleşmez mi?

***

Görüntülerde Volkan Demirel'e küfür eden sadece bir kişi var. Eğer o şahıs dışında küfür ya da taciz yoksa, yani eylem bireysel (münferit) ise Demirel'in tepkisinin aşırı olduğunu düşünürüm.

Bu noktadaki sorular da şöyle:

1.) Isınma sırasında tribünden küfre muhatap olan neden Volkan Demirel?

Bu soruya, "Çünkü kaleci... Tribüne en yakın noktada ısınıyor" türünden bir yanıt veriyorsanız; sonraki soru şu:

2.) "Neden takımın ikinci kalecisine küfür eden yok?"

ya da

3.) "O an oradaki başka bir kalecimiz olsaydı, akıbeti Volkan Demirel ile aynı mı olurdu?"

4.) Neden, futbol sahalarında ama futbol dışı konularda gündeme hep aynı isimler geliyor bu ülkede?

5.) Acaba rüzgar ekenler fırtına biçmek zorunda kalıyor olabilirler mi?

***

Ülkenin en önemli kulüplerinden birinin ve ulusal takımın kalecisi, hayati öneme haiz bir maç öncesi bu tarz bir harekette bulunup gündemin odak noktasına yerleşiyor.

1.) Milli bir mücadelede sahayı terk etmek, teknik kadro ve takım arkadaşlarının konsantrasyonunu olumsuz etkilemekten de öte, onlara ihanet etmek değil midir?

Bütün bunlar yetmiyor, maç sonunda o oyuncuyu 'korumak' ile görevli olduğu söylenen bir grup, görevini yapan gazetecilere saldırıyor.

2.) Milli Takım'ın hangi oyuncuları stattan 'korumalar' eşliğinde çıkıyor?

3.) O korumalar kim ya da hangi kurum adına görev yapıyor, maaşlarını kim ya da hangi kurum ödüyor?

4.) Volkan Demirel ve koruması olduğu söylenen saldırganlar hakkında ne gibi bir işlem yapılacak?

5.) Bizler, futbolu, sporu neden bu tür olayların gölgesinde izlemek, yaşamak zorunda kalıyoruz?

Yazının devamı...

Uzun mesafe koşucusu start aldı

ABD’nin (Amerika Birleşik Devletleri) Ankara’daki Büyükelçilik Konutu’ndaydık önceki akşam.

Rezidansta, ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass‘ın ev sahipliğini yaptığı bir resepsiyon vardı. Yeni büyükelçinin Ankara ile tanışma daveti...

***

Bass, eşi Holly Holzer Bass ile birlikte girişte karşıladı konuklarını, seleflerinin de hep yaptığı gibi. “Hello”lara, “Merhaba, hoş geldiniz” karşılığını verdi.

Kendisinden önce Ankara’da görev yapanlara kıyasla çok genç bir diplomattı karşımızdaki. Kariyerinde Irak görevi ve Tiflis (Gürcistan) Büyükelçiliği var. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın parlak diplomatlarından biri olarak tanınıyor. İnternette hakkında yer alan kişisel bilgilerde yaşı yoktu ve bu nokta ilgimi çekmişti. 50 yaşında olduğunu önceki akşamki resepsiyon sırasında öğrendim.

Sempatik, güler yüzlü, içten... Davetlilerin, genç büyükelçi hakkındaki ilk izlenimini bu üç tanımlama ile özetleyebilirim.

***

Yine selefleri gibi, konuklarına hitaben kısa bir konuşma yaptı Büyükelçi Bass. Türkçe başladı konuşmasına...

İngilizce’deki “My wife and I” kalıbını, “Eşim ve ben” şeklinde diye değil, gülümseyerek, “Hanım ve ben” diye kullanması dikkatimi çekti. Daha doğrusu, “Hanim” ve ben telaffuzuyla.

Ankara’ya gelmeden önce 6 aylık bir Türkçe kursu görmüş yeni Büyükelçi.

Sonra İngilizce devam etti... Türkiye ile ABD’nin, iki iyi dost ve stratejik müttefik olduğunu kendi dilinde kayıtlara geçirdi.

Ardından biraz daha Türkçe ve bir bölüm daha İngilizce...

“Burada, sizler ile birlikte olmaktan çok mutluyuz” diye bitirdi iki dilde yaptığı konuşmayı. Türkçe, üçüncü yabancı dili olacak Bass’ın. İtalyanca ve Fransızca da bildiği yazıyor biyografisinde.

***

John Bass konuşurken, son 20 yılda o salonda, kaçıncı Ankara Büyükelçisi’nden benzer cümleleri dinlediğimi düşünüyordum.

Hatırlayamadım. Gazeteci olarak tanıştığım ve takip ettiğim, sanırım 7 ya da 8’inci Amerikan Elçisi Bass. Ayak üstü kısa sohbetimizde, “Hoşgeldiniz Ankara’ya. Tabii ki siz bizlerden de daha iyi biliyorsunuz, çok kritik bir dönemde başladınız göreve. Kolay gelsin, işiniz pek kolay değil” dedim.

“Teşekkür ederim, biliyorum. Umarım herşey yolunda gidecek” oldu Bass’ın yanıtı.

Gülerek ekledim, “Bizim de, gazeteciler olarak sık sık başınızı ağrıtacağımızdan emin olabilirsiniz.”

O da gülerek cevap verdi, “Ona hiç şüphem yok.”

***

Eşi Holly Holzer Bass da bir diplomat, ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisinin. Ve o da, görevli olarak geldikleri bölgenin yabancısı değil. Bayan Bass’ın kariyeri, İran ağırlıklı.

Sefire Bass, aynı zamanda başarılı bir fotoğrafçı. Ülkesinde birçok kişisel fotoğraf sergisi açmış. Bass çifti belli ki spora meraklı. Hatta ikisi de uzun mesafe koşucusu...

San Francisco’da düzenlenen, geleneksel ‘Bay to Breakers’ koşusuna katılmış ve 12 kilometrelik parkuru tamamlamışlar mesela geçmişte.

Ve son bir not...

Ankara’daki Amerikan Büyükelçilik Konutu’nun bir de 4 ayaklı sakini var artık.

‘Tako’ bir Gürcistan Shepherd’ı. Yani bir Kafkas çoban köpeği. Bass çiftinin, Tiflis Büyükelçiliği görevi sırasında bu ülkeden aldığı, ailenin iri ve güçlü bir üyesi.

Yazının devamı...

HDP mesajı aldı mı?

Başlıktaki soru, çözüm sürecinin kaderini belirleyecek boyutta önemli. Ankara, Cumhurbaşkanı'ndan konuyla ilgili mesai veren bürokratlarına kadar her seviyede ve sürekli, "İyi niyet ve çaba tek taraflı olursa sonuç alınamaz" mesajını veriyor. Bu mesajın adresi elbette Halkların Demokrasi Partisi, HDP.

***

Hükümet HDP'nin dikkatini çekmek, parti yetkililerini uyarmak için zaman zaman 'İmralı seferlerine ada verilmesi' yoluna başvuruyor.

HDP, İmralı Adası ile teması akamete uğradığı zamanlarda sesini daha da yükseltiyor.

Nabız düşüp, süreç kaldığı yerden devam etmek üzere yeniden ivme kazandığında ise muhatabı olan hükümetin sinir uçlarına dokunacak demeçlerden vazgeçmediğini tekrar gösteriyor.

Aynı dün olduğu gibi...

Sırrı Süreyya Önder'in dünkü şu sözleri gibi yani:

"Süreci başlatan kuşkusuz sayın Öcalan'dır. Onun iradesi olmadan kamusal güç ne yapabilir? (...) Bu heyeti (adaya giden HDP heyeti) sayın Öcalan belirledi. Sayın Öcalan'ın dışında hiçbir mekanizma bu heyete müdahale edemez. Böyle bir müdahaleyi ne biz ne sayın Öcalan ne de partimiz kabul etmeyecektir. Bu mecbur bırakma anlayışı barış süreçlerinin dili olamaz. Heyette bir değişiklik yok."

***

Şimdi...

"Süreçte yaşanan tıkanma aşıldı, yola devam edilecek" açıklamasının yapıldığı basın toplantısında, yukarıda aktardığım cümlelerin sarf edilmesi ne anlama geliyor?

Bu çıkış gerçekten gerekli mi?

Bu sorunun yanıtı, HDP açısından "Evet." Evet gerekli.

Çünkü HDP ve Öcalan, bugünlere bu üslup ve kararlı tavır ile geldiklerine inanıyorlar. Belki, çok da haksız değiller, kim bilir?..

Kritik noktalarda, aba altından 'PKK'nın silahını gösterme' alışkanlığını da buna eklemek lâzım tabii.

***

Sürecin, İmralı ayağı ile ilgili de kritik bir eşikte olunduğu ortada.

Geçen zaman sadece Ankara'nın değil, bizzat Öcalan'ın da aleyhine işliyor. Öcalan'ın; güçsüzleşmek ve özellikle de Kandil üzerinde etkisinin azalması gibi bir tehlike hissettiği açıkça görülüyor.

Örgütün silahlı dağ kadrosu ile Öcalan'ın frekansları her geçen gün ayrışıyor, birbirinden farklı dalga boylarına savruluyor.

Hatta Ankara'da; Kandil kadrosunun, Öcalan'ın İmralı Adası'ndaki

yaşam koşullarının iyileştirilmesi

taleplerinden rahatsız olduğu bile

konuşuluyor.

Yıllardır dağlarda yaşayanların, Öcalan'ın sürekli 'daha rahat fiziksel ortam' istemesini konformist bir tavır olarak algıladığı yönünde bilgiler var.

Kulislerdeki bu bilgi üzerine insan düşünüyor...

Acaba gerçekten; dağdan bakıldığında, Ada'nın öncelikli dertlerinden birinin kişisel konfor olduğu gibi bir izlenim ortaya çıkıyor olabilir mi?

Yazının devamı...

Viyana notları

Hafta sonunu Avusturya'nın başkentinde geçirdik.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un temaslarını izlemek üzere davetliydik Viyana'ya.

Klasik müziğin doğum yerindeki 3 gün boyunca, haber faaliyetinin yanında izlenim ve gözlem de biriktirdim.

İsim isim...

Numan Kurtulmuş

Başbakan Yardımcısı koltuğuna ısınmış.

Dersine çalışan, konularına hakim, mütevazı, sakin, meraklı, üslubu yumuşak ama tavırları kararlı ve hedefleri olan bir siyasetçi görüntüsü veriyor.

Ak Parti'nin içinden doğduğu siyasi geleneğin kodlarını çok iyi bilmesi önemli avantajlarından Kurtulmuş'un. Erbakan ekolünün izlerini de taşıyor, Tayyip Erdoğan çizgisinin güncel ve geçerli özelliklerini de. Eşi Sevgi Kurtulmuş ve kızları Ayşe de yanındaydı Başbakan Yardımcısı'nın Viyana'da. Aile bağlarının güçlü olduğu, bir arada vakit geçirmeyi sevdikleri her hallerinden belli Kurtulmuşların.

Avrupa'ya göçün 50'nci yılı etkinliklerine katıldığı Avusturya'da yaşayan Türk vatandaşları ile kurduğu diyalog ve onlara verdiği mesajlar, Numan Kurtulmuş'un şahsında Türkiye'nin gurbetteki insanına verdiği kıymetin göstergesiydi.

Hasan Göğüş

Türkiye Cumhuriyeti'nin Viyana Büyükelçisi.

Hariciye'nin sevilen isimlerinden...

Kariyerinin olgunluk döneminde Avusturya'da ülkesini temsil ediyor.

Avrupa Birliği ile ilişkilere hakimiyeti, birikimi, sadece Avusturya yönetimi ile değil, Viyana'da görev yapan yabancı mevkidaşları ile de kurduğu yakın ilişkiler ve insani sıcaklığıyla Türkiye için bir şans niteliğinde.

Göğüş, büyükelçilik ve rezidansın bir arada yer aldığı tarihi binanın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına açık olan kapılarını Avusturyalılara da açmış.

Bir müze gibi ziyaretçi kabul ediyor Sefaret. Üstelik binayı gezen Avusturyalılara, rehberli turun sonunda ikramda da bulunuluyor.

Kamu diplomasisi kavramının somut ve örnek bir uygulaması Büyükelçi Göğüş Viyana'da yaptığı.

Atilla Doğudan

Do&Co'nun sahibi. Türk Hava Yolları'nın ikramlarını yapan firmanın yönetim kurulu başkanı yani.

Viyana merkezli bir firma Do&Co. Artık dünyanın her yerinde... Atilla Doğudan da öyle. Sürekli işinin başında. Neredeyse tedavi gerektiren seviyede titiz. Her türlü detaydan haberdar olmak istiyor. 9 bin çalışanı olduğunu öğreniyorum Viyana'daki sohbetimizde.

Ve 60 havayolu şirketinin catering işini Do&Co'nun yaptığını... Dünyanın farklı kentlerinde, kentlerin en büyük mutfaklarında sürekli faaliyet var.

"Dünyada en çok havayolu şirketi ile çalışan yiyecek içecek firması siz misiniz" diye soranlara, "Hayır" diyor, "En iyilerle çalışan biziz."

Mütevazı bir insan, o kadar da iddialı bir iş adamı.

Kafe, restoran ve otel işletmeciliğinde büyümeye devam ediyor.

Yavuz Donat

Bizim mesleğin duayenlerinden, malum.

72 yaşında bir delikanlı.

Sahip olduğu haber enerjisi, merak seviyesi, kuvvetli hafıza ve uzun kariyeri boyunca sahip olduğu üst düzey dostluklarını bilmeyen yok.

Gördüğüm en nev-i şahsına münhasır gazetecilerden biri. Kontrollü, kibar, ihtiyatlı, profesyonel, arşivci, babacan...

Bizim jenerasyon bir yana, bana kalırsa, bugünün muhabir neslinin birkaç seyahatte bir arada olması lazım Yavuz Ağabey ile. En az birkaç hatırasını dinlemeli genç meslektaşlar.

İki ayaklı Bab-ı Ali ansiklopedisi...

Ali Haydar Yurtsever

Viyana deyince akla gelen ama sınır tanımayan gazeteci.

Savaş muhabiri. Cevval...

Mesleğin gördüğü en enerjik, en çalışkan isimlerden biri.

Ve şimdi, maalesef ölüm döşeğinde...

İlerlemiş seviyede tespit edilebilen kanser, yenmek üzere Ali Haydar Ağabey'i.

Kötü haber her an gelebilir...

Viyana'da, hastanenin özel bölümünde artık.

O bölüm sadece tedavinin değil, sözün de bittiği yer...

Yazının devamı...

‘Doğayı vahşi kapitalizme kurban etmemeliyiz’

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Manisa’nın Yırca ilçesinde yaşananları Avusturya’nın başkenti Viyana’dan değerlendirdi: Zeytin kıymetli bir ağaçtır. Doğayı, vahşi kapitalizmin kurallarına terk edemeyiz

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, Avrupa’ya göçün 50’inci yılı etkinliklerine katılmak üzere geldiği Viyana’da gezisini izleyen medya temsilcilerinin sorularını yanıtladı. Kurtulmuş’tan termik santral kurulması planlanan bölgede 6 bin zeytin ağacının kesilmesine yönelik oluşan toplumsal tepkiye destek geldi. “Biliyorsunuz zeytin zor yetişen, kıymetli bir ağaç. Doğayı, vahşi kapitalizmin kurallarına terk edemeyiz” diyen Kurtulmuş şunları söyledi:

“Doğru, burada bir eksiklik var. Bir orta yol bulmak zorundayız. Tamam, ülke olarak elektrik enerjisi açığımız var evet. Santrallere ihtiyacımız var evet. Ama ekonomik olarak ihtiyacımız var diye, kontrolsüz, denetimsiz şekilde doğayı, çevreyi de tahrip etmek yanlış. Denetimi, kontrolü sağlayıp, dengeyi oluşturmanın yolunu bulmak lazım. İhtiyacı karşılarken, vahşi şekilde bütün doğayı da tahrip etmemek lazım. Hepsinin planlamasını yapmamız lazım.

‘Doğru bulmuyorum’

Yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve devletin uçak havuzuna son eklenen TC - TUR’un maliyetleriyle ilgili tartışmayı doğru ve olumlu bulmadığını söyledi: “Demek ki başka tartışacak bir konumuz yok ki bu mevzuyu bu kadar çok konuşuyoruz. Uçak meselesinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bizler, çok uzun seyahatler yapıyoruz. Çoğu zaman bakanların trafiğine yetmiyor mevcut uçaklar. Bu son uçakla mesela en son Afganistan’a giderken yine gördük, rahat koşullara ve son teknolojik imkanlara sahip bir uçağın, fonksiyonel olarak da çok faydalı olduğunu görüyoruz. Yapacağınız bir çok işi yolda yapabiliyorsunuz. Bu bir ihtiyaç.”

Barış dili korunmalı

Kurtulmuş, çözüm sürecinde yaşanan sıkıntı ve gerginlikler hakkında şöyle dedi: “Tarafların hiç biri geri dönebilecek noktada değildir. Kim bu sürece çelme takarsa bölge halkı onu politik olarak cezalandırır. Bu politik bir süreç ve politik muhatap lazım. En büyük sorumluluk HDP’ye düşüyor. Başta HDP ve tabii herkesin barış dilini koruması ve geliştirmesi lazım. Sokağı karıştırmak isteyenler barış dilinin kekeme olmasını isteyenler. Kürtlerin onuruyla Türklerin gururunu eş zamanlı sağlamak işin temeli. Siyaset bu anlayışta buluşursa sokağın dili zayıflayacaktır. Siyaseti sokağa değil, sokağı siyasete çekmeliyiz. Siyaset dili sokağın dilini yenecektir ve yenmelidir.”

ATILIMI BERABER YAPACAĞIZ

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıkladığı ‘ekonomide dönüşüm eylem planıyla’ ilgili de konuşan Kurtulmuş, gelinen noktayı “Son 12 yıllık ekonomi politikalarının faz değiştirmesi” olarak adlandırdı ve yeni dönemin önceliklerini şöyle sıraladı:

- Bundan sonra üretimi geliştirmeyi ve istihdam yaratmayı hedef alan bir anlayışla, her bakanlık seferberlik ruhuyla çalışacak.

- Yeni bir kalkınma ve atılım ruhu ve bürokrasinin bunu özümsemesi, özel sektör ile yerel ekonomi aktörlerinin birlikte, sinerji yaratarak devreye girmesi lazım.

- Türkiye ekonomisi New York ya da Londra’dan yönetilemeyeceği gibi Ankara’dan da yönetilemez. Ekonominin de yerinden yönetimi gerekiyor.

- Yüksek teknoloji ürünü, marka değeri ve katma değeri yüksek olan ürünlerde atılım yapmamız şart. Son 12 yıldan daha zor bir döneme giriyoruz. Devlet, özel sektörün marka değeri yaratmasını özendirecek, katma değer yaratmayı teşvik edecek.

- Bir şey yapacaksak, bunu hep beraber yapacağız. TÜSİAD da, MÜSİAD da bu ülkenin gerçeği, değerleri... Biz Türkiye için elini taşın altına koyan herkesle birlikte çalışacağız. Hepsini dinleyeceğiz, konuşacağız, diyalog içinde olacağız. Temel nokta, bu sivil toplum örgütlerinden hiçbirinin kendini siyasetin yerine koymamasıdır.

- Bu atılımı birlikte yapacağız. Yapmazsak orta gelir tuzağına düşeriz ve bu kimsenin yararına olmaz. Kazanacaksak hep beraber kazanacağız. KOBİ’lerin kazanmadığı bir ekonomik anlayış içinde TÜSİAD’ın da kazancı olmaz, başkasının da.

- Ülkemizdeki ekonomi üst gruplarının küresel rekabet ortamında önünün açılması anlayışı ile hareket edeceğiz. Büyük sermaye sahiplerinin de Türkiye’de süper ligde oynamakla yetinmeyip, dünya ligine çıkması lazım.

- Orta sınıfların güçlendirilmesi perspektifini de çok kuvvetli ortaya koymamız lazım. KOBİ’lerin desteklenmesi, güçlendirilmesi gerekiyor.

- Alt gelir gruplarının sadece sosyal yardımlarla desteklenmesi yeterli değil. Daha çok iş, daha çok istihdam üretmemiz lazım. Türkiye’nin her yıl 700 bin istihdam yaratması gerekiyor. Bunun için de yılda en az yüzde 4, yüzde 5’lik bir büyüme hedefini tutturmak lazım.

- Ekonomide 2008’e kadar rahattık ama 2008’den sonra bambaşka bir dünya var. Şimdi bizim, 2023’te yerli - yabancı yatırım oranını yarı yarıya seviyesine getirmemiz gerekiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.